Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@hakugu

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

🔳🔳🔳

 

 

Portakal suyu faciasını hızlıca atlatmama neden olan şey, müdürün hepimizi toplaması olmuştu. Halka şeklinde dizildiğimizde olay yeri inceleme yapması için içimizden seçim yapıyordu.

 

"Onur, Meriç, Emre ve..."

 

İşaret parmağı üzerimizde gezinirken Haris'i atlayıp bana döndü.

 

"Ve Heyzır."

 

Haris belli belirsiz bir gülüşle bakışlarını yere indirdiğinde saf dışı bırakılmasını komik ya da sinir bozucu buluyor olmalıydı. Onun da yanımızda olması çok önemliydi oysaki. Zeki ve çıkarımcı biriydi. Her şeye rağmen tek kelime etmeden dinlemeye devam ettim.

 

"Toplamda yarım saatlik bir zamanla evleri inceleyeceğiz. Gözünüze takılan her ne olursa mutlaka bildirin."

 

"Tamam efendim!"

 

Hep birlikte bağırdığımızda gizlice ona baktım, çatık kaşları ile müdüre bakıp bakışlarını yere indirdi.

 

"Sen de dosyaları incele bakalım Profesyonel Bey, gözden kaçan bir şey var mı?"

 

Çöpe atılan bir paçavra gibi Haris'e hitap ettiğinde ellerini çırptı.

 

"Hadi bakalım hadi! Çıkalım!"

 

Hızla masalarımıza dağılıp eşyalarımızı aldık ve hazır bir şekilde merkezden çıkmaya başladık. Ardımda bıraktığım Haris için üzülsem de yürümeye devam ediyordum. Hep böyle mi devam edecekti? Modern kast sistemi altında ezilirken daha ne kadar hayatta kalabilirdik ki? Gerçekten adalet için mi çabalıyorduk, kendimiz bile adil değilken?

 

🔳🔳🔳

 

Geldiğimiz ilk ev orta halli bir ailenin eviydi. Eski ve eskimeye yüz tutmuş kanepeler arasında gezinirken ailenin üç oğlunun olduğunu öğrendik. Ortanca olanı uyuşturucu bağımlısıydı ve not ettiğim bu kişi beni şüphelendirmişti. Muhtemelen uyuşurucu için yüklü bir paraya ihtiyaç duymuştur değil mi? Hiç bilmediği yerlerden hırsızlık yapacağına neden kendi evini soymasın ki?

 

1. Ev...

Uyuşturucu bağımlısı ortanca çocuk.

 

Evin içinde gezinirken aynaya doğru yürüdüm. Haris'in tahmini gibi parmak izleri yanlışlıkla bırakılmış gibi değil de sanki bilerek bastırılmış gibiydi. Bu insanın aklına ilk fırsatta şunu getiriyordu.

 

Açıkça bırakılan bu parmak izleri ev sahibine ait ve kendi aynasını kullanırken olmuştur. Üstelik kim hırsızlık yaparken geride parmak izini açıkça bırakır ki?

 

"Aklı sıra polisleri kandırmaya çalışmışlar," dedi Onur.

 

"Kendi evimden hırsızlık yapsam ben de parmak izimi açıkça bırakarak şüpheyi yok ederdim. Ama..." dedi Onur'a bakarak.

 

"Zeki ben hemen çözdüm olayı."

 

Emre göz devirerek elindeki vazoyu incelemeye devam etti.

 

"Zeki olanın sen olduğuna emin miyiz?"

 

Emre'nin mırıltısını ben duysam da Onur duymamışça gururla parmak izlerinin ölçümünü yapıyordu.

 

İkinci eve geldiğimizde aynı mahallede olan bu dairenin değerine nispetle daha bakımlı ve yeni olduğunu fark ettim. Bir koridorda birbirine çapraz bakan iki daire vardı. Toplamda dörder dairenin olduğu koridorda yürürken hırsızlık yapılan evin kapısının polisin şeritleri tarafından kapatıldığını gördüm. Hızlıca içeri girmektense biraz gezinirken çapraz daireden bir kedi çıkageldi.

 

"Woldermort! Hemen buraya gel!"

 

Daireden çıkan orta yaşlı bir adam kedinin peşinden koşarken ayaklarıma gelen kediyi tuttum ve yavaşça okşadım.

 

"Çok ama çok özür dilerim memur hanım. Kedi çıkmasaydı dairemden çıkmazdım. Hemen içeri giriyorum, siz incelemenize devam edin."

 

Adam kibarca tebessüm ettiğinde titrek sesindeki endişeyi sezmiştim. Kedisini çok seviyor olmalıydı.

 

"Sorun değil, çok tatlı bir kediniz var," dedim burnunun yarısı olmayan kediyi yeniden severek.

 

"Teşekkür ederim ama çok yaramaz. Çok yoruyor bizi."

 

"Hayvanlar işte. Enerjileri bambaşka."

 

Gülümseyerek bunu söylediğimde kediyi de alarak dairesine giren adamı izledim. Sonra ben de hırsızlık yapılan daireye doğru yürüdüm ve şeritleri aşarak içeri girdim.

 

İçerisi beklediğim gibi diğer eve göre daha yeniydi ve güzel dizayn edilmişti. Dağılan neredeyse hiçbir yer yokken lavabo ve banyolarından, süs eşyalarına dek her yeri inceledim. Pek bir farklılık yoktu.

 

Sadece, ziynet eşyaları konulduğu gibi bulunmuş ve çalınmıştı. Önüne doğru yürüdüm aynadaki tek tip parmak izleri öyle belirgince duruyordu ki görmemek imkansızdı. Sanki, sanki özenle çizilmiş gibi. Bir parmak izi ancak bu kadar net olabilirdi.

 

Aynaya doğru yaklaşıp daha yakından incelemeye başladım. Özenle resmedilmiş aynı parmağa ait birkaç parmak izi...

 

Üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci ev...

 

Geldiğimiz dokuzuncu ev bir kapıcı dairesiydi ve ziynet eşyası değil de bir kuş çalınmıştı. Evin kimseye zararı olmayan minik bir kuşu çalınmıştı. Üstlelik kafesi ve kuşa ait eşyalar öylece dururken, kuşun kendisi yoktu ortalıkta.

 

"Aynadaki parmak izleri aynı şekilde belirgin duruyor. Bir kuşu çalmak için de böyle bariz bir parmak izi bırakmazsın yani?"

 

Emre aynayı incelerken ben halıları kontrol ediyordum. Yeşil ve sarının karışımı olan halı pek yeni sayılmasa da ne bir ayak izi ne bir kir, hiçbir şey yoktu. Bu da hırsızlığın içeriden yaptığını kanıtlar nitelikteydi.

 

İncelememizi bitirdiğimizde evin sahibi olan adam bir tepsi çayla yanımıza geldi. Alışkanlık gereği ben dağıtmak istedim içimden ama sonrasında sessizce sıranın bana gelmesini bekledim.

 

"Bir insan benim kuşumdan ne ister?"

 

Sıcacık çayı içerken adamın çay dağıtımını izlemeye devam ettim.

 

"Kapıcı olduğum için pek bir şeyim yok ama sahip olduğum tek güzelliğin gitmesi çok koydu. Kimim kimsem de yok niye aldılar Yeşil'imi benden?"

 

Ne demeliydik? Acısı büyüktü. İnsanların kendi dünyalarındaki acıları bizimle kıyaslamamamızı öğrendiğimden beri duydukları acıları derinden hissediyordum.

 

İçeri yeni gelen Emre kafesi de yanında getirmişti. Koyu sarı saçlarını sağ eliyle şüpheyle kurcalayıp yeşil gözlerini bize yöneltti ve sol elini havaya kaldırdı.

 

"Bunun bir hırsızlık davası olduğuna emin miyiz?"

 

Baş ve işaret parmağının arasında tuttuğu şeyi net göremezken "Kedi kılı," dedi.

 

"Pencereleri açık bıraktığın oluyor mu hiç?"

 

"Evet," dedi adam telaşla.

 

"Merdivenleri süpürürken daireden evime toz toplanıyor. Ben de pencereleri açıp gidiyorum."

 

Emre hüzünle başını iki yana salladı.

 

"Sanırım bu evi de diğerlerine katmamıza gerek yok. Aynı kurallar geçerli değil çünkü."

 

Emre kafesi yere koyup elindeki tüyü bıraktığında "Bir kere kurallar aynı değil," dedi.

 

"Toplu hırsızlık bu ev için geçerli değil bence. Çünkü, eğer hırsızlığı yapan parmak izlerinin sahipleri ise bu adamın kendi kuşunu çalması gerekirdi."

 

Hepimiz Emre'nin mantıklı buluşunu kabul ederken adam hüzünle bize bakıyordu.

 

"Üstelik bu hırsızlıktan ziyade bir kedi avına benziyor. Yine de kuşunu bulmaya çalışacağız üzülme."

 

"Geri kalan sekiz ev, aynı çete tarafından, yani ev sahipleri tarafından yapıldı değil mi? Üstelik hepsi de aynı liseye gidiyor. Bu, kaçınılmaz bir gerçek, yani bu ev hırsızlık davasına dahil değil," dedi Meriç.

 

"Hırsızlık ne zaman yapıldı demiştin?" Onur'un sorusu hızla yanıt buldu.

 

"Üç gün önce."

 

Onur ile Meriç'in konuşması bittiğinde Emre "Hadi o zaman gidelim ve şu çete çocukları enseleyelim," dedi ve iki elini de dizlerine vurarak ayağa kalktı.

 

O kalkınca biz de kalktık ve adama çay için teşekkür edip daireden çıktık. Hemen üst kattan bize bakan insanları gördüğümüzde Onur "Hey aşağı inin bakalım," diye seslendi.

 

İki erkek bir de genç kız aşağı indiğinde liseli olduklarını tahmin etmiştim.

 

"Siz de kimsiniz bakalım? Niye bizi izliyorsunuz?"

 

"Arkadaşlarımızı merak ediyorduk. Bir ipucu buldunuz mu diye merak ettik polis bey."

 

"Hangi arkadaşlarınız?" diye sordu Meriç kaşlarını çatarak.

 

"Kenan ve Yeliz. İkisi de hırsızlık yapılan ev sahipleri olan arkadaşlarımız."

 

Hızla not almaya başladım.

 

"Bizimle merkeze kadar gelmeniz gerekecek o halde."

 

Meriç üç genci de aldığında geride Onur, Emre ve ben kalmıştık.

 

"Müdür beye haber verelim de İstanbul'a haber versin. Bu çocukların vereceği bilgiler ile tüm hırsızlar cepte."

 

Onur'un gururlu bir aslan gibi kükreyişini seyrederken Emre "İstanbul'a haber vermek için erken değil mi? Henüz hırsızlar elimizde bile değil. Aksi bir durumda cezan ağır olur," diye söyledi ama Onur kararlıydı.

 

"Bu sefer mutlaka bir terfi alacağım. Meriç'ten sonraki dedektif ben olacağım. Masam yenilenecek ve istediğim kadar polisle araştırmalara çıkabileceğim. Bu işi kesinlikle ben çözmüş olmam gerek."

 

Önden giden Onur'a esefle baş sallayan Emre bana döndü.

 

"Bunun kadar hırslı olma Heyzır. Bak bana dünya yansa umrumda değil. Hem eğer uzun yaşamak istiyorsan, böyle riskli işlere hiç girmeyeceksin."

 

Emre de önden gittiğinde her ikisinin ardından da bakakalmıştım. Cidden polis olmasalardı ne olurlardı diye düşünmeden edememiştim. Diyecek bir şey bulamayınca peşlerinden yürümeye başladım.

 

🔳🔳🔳

 

Henüz merkeze yeni geçmiştik ki çayhaneye geçip içecek bir şeyler hazırlamaya başladım. Ben çayları koymuşken öte tarafta bir gürültü koptu. Sevinç dolu kahkahalar kulaklarıma dolarken ellerimi kurulayıp dışarı çıktım.

 

Onur ve Emre birbirine sarılıyorlardı. Meriç de gülerek onları seyrederken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Size bu işi çözenin ben olduğumu söyleyeceğim dedim değil mi?"

 

"Dua et de bir pürüz çıkmasın. İstanbul'un haberi olduysa artık geri dönüşü olmayan bir yola girdin sayılır."

 

"Çıksa bile umrumda değil. Artık İstanbul'un vereceği terfi için hazırım."

 

Onur ve Meriç konuşurlarken içeri müdür girdi. Elindeki dosyaları sıkıca tutarken yüzü nefretle doluydu. Herkesin yüzü bir anda düştüğünde "İstanbul'a kim haber saldı?" diye bağırdı.

 

Hepimiz geri çekildiğimizde Onur bir adım ileri attı. Haber verenin o olduğu anlaşılmıştı ki müdür elindeki dosyaları sertçe Onur'un yüzüne fırlattı.

 

Korku ile ağzımı kapattığımda "Çıkın dışarı!" diye bağırdı.

 

Titreyerek sağa sola meylettiğimde çıkışa doğru koşarcasına ilerledim. Ben, Meriç ve Emre dışarı çıktığımızda sesler kesilmişti bile. Ne konuştuklarını merak etsem de olay yerinden olabildiğine uzaklaşmayı seçtim.

 

Üst kattaki seyir odasına çıktım ve eski dava dosyalarını seyretmek için projeksiyonu çalıştırdım. Arşivdeki hırsızlık dosyalarının hepsini tek tek izleyemesem de her on yılda gerçekleşen çözülen hırsızlık davalarının videolarını seyretmeye başladım.

 

Tıkandığımız anlarda eski davaları incelemek fikir veriyordu. Üstelik tek saniye boşa geçecek vakit yoktu.

 

Bir videoda hırsızın parmak uçlarının derisini kopardığı için ardında parmak izi bırakmadığı geçiyordu. Dikkatle seyrederken bizimkinin neredeyse tam tersi olduğunu düşündüm. Aksine bize bol bol parmak izi vardı. Sanki, özenle çizilmiş gibi.

 

Elimdeki not defterimdeki notlara bakarken neredeyse hiçbir bilginin olmadığını anladım. Yine, çözümsüz bir davanın içindeydik.

 

İkinci videoda evdeki çalınan eşyaların evin en büyük kızı tarafından çalınması olayı vardı. Kız, uyurgezerdi ve çaldığı eşyaları bilinçsizce evin bodrum katına saklıyordu.

 

Not defterime bir kere daha baktım. Bizim vakadaki bütün gençler uyurgezer olamaz ya?

 

Üçüncü, dördüncü, beşinci ve en sonunda yirminci videoyu seyrettiğimde gözlerim acımaya başladı. Birçok farklı dava izlememe rağmen bizimkine benzeyen tek bir tane bile yoktu. Cihazı kapatıp ayağa kalktığımda artık aşağıya inmem gerektiğini düşünüyordum. Birkaç saattir aralıksız buradaydım ve aşağı inmenin vakti gelmişti.

 

Hem belki Haris de gelmiş olurdu ve ona aldığım bilgileri sorardım.

 

Odadan çıkıp koridorda yürümeye başladığımda karanlıkta kaldığım için gözlerim aydınlığa alışmakta zorlandığı için gözlerimi hafifçe kıstım ama karşıdan gelen kişiyi görebiliyordum.

 

Adli tıpçı Gamze'ydi gelen. Sıkıca toplu sarı saçları parlarken beyaz önlüğü parıltıyı daha çok artırıyordu. Gülerek bana el salladığında ben de güldüm ve ona doğru yürümeye devam ettim.

 

"Buralarda mıydın? Yanıma gelseydin keşke."

 

Sıkıca bağladığım siyah saçlarımdan önüme gelenleri kulağımın arkasına sıkıştırarak seyir odasını işaret ettim.

 

"Eski videoları izliyordum da, şu hırsızlık davası için."

 

"Hala mı?"

 

"Nasıl?"

 

"Gençlerden üçünü yakaladılar ya?"

 

Şaşkınlıkla ona bakarken "Ne zaman? Daha yeni evleri gezdik," dedim şaşkınca.

 

"Bir saattir getirilen kişileri inceliyorduk. Kendi evlerindeki hırsızlık onlar tarafından yapılmış."

 

Kaşlarımı çatıp Gamze'ye bakmaya devam ettim. Hırsızları neden o inceliyor ki?

 

"Hırsızları neden sen inceliyorsun ki?"

 

Şaşkınlıkla sorduğumda "Çünkü ölüler de ondan," dedi.

 

Aldığım cevap ile ne diyeceğimi bilemezken "Yalnız," dedi derin bir iç çekerek.

 

"İstanbul'a verilen raporda hırsızların yakalandığı söylenmiş. Şimdiki gençlerin otopsisinde ise meşhur hırsızlık olayının olduğu günden üç gün önce öldükleri belirlendi. Anlayacağın gerçek hırsızlık yapan kişi gençler değil."

 

"Yani?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

 

"Yanisi, işin sorumlusunu sorguya çekecekler."

 

Onur...içimden geçirdiğim ve İstanbul'a haber veren kişi. Pek üzüldüğüm söylenemese de sorgu odasının ne kadar felaket olduğunu biliyordum. Sağ çıkanların pek olduğu söylenemezdi.

 

Ben derin bir nefes alıp "O halde gidip Onur'a geçmiş olsun diyeyim," dedim.

 

Anlamamışça baktı.

 

"E ama aşağıda profil uzmanının suçlu olduğunu söylüyorlardı."

 

Yüzümü buruşturarak bağırdım.

 

"Ne?"

 

Ne diyeceğimi bilemeden öylece bakarken bir kere daha onu yem yapmalarına tanık oluyordum. Müdürün gelmesi de, Onur'la konuşması da bu yüzdendi. Bir günah keçisi lazımdı ve ezelde ayarlanmış gibi hızlıca tayin edilmiş Haris bir kere daha bu acımasız insanların keskin pençelerine takılıp kalmıştı. Ben öylece bakarken Gamze son cümlesini de söyledi.

 

"Haberin yok mu, Haris'i içeri tıkacaklarmış."

Loading...
0%