@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
yalnızlık sadece ailen eve gelene kadar güzeldir
***
Yalnızların gözyaşının rengi olmaz der bir yazar. Onlar, renksiz ağlar fısıltıyla güler. Ve siz herkesi Galata kulesi kadar kalabalık sanırken onlar, Kız kulesi yalnızlığında derin bir sessizlikte boğulur.
Belki de Haris'in böylesine zarar görmesinin nedeni yalnız olmasından kaynaklanıyordu. Ve ben, tüm bu kargaşanın tam ortasında nereye koşturacağımı bilmiyordum.
Binlerce kişinin hayranlıkla ziyaret ettiği Galata kulesine mi itibar etmeliyim yoksa denizde boğulma pahasına Kız kulesine mi dokunmalıyım?
Geri durdukça yalnızlaşan insanların kalbinin soğukluğu kendi nefeslerimizi üşütürken eldiven giymek bir işe yaramıyor. Ne zaman yalnız birini görsem, kapıda olan gözlerinin hep boşluğa baktığını düşünürüm. Asla gelmeyecek olanı beklemek, şırınga içindeki bir gram zehri damar yoluna boşaltmak gibidir hiç şüphesiz.
"Ne demek Haris'i içeri tıkacaklar?"
Sinirle sorduğumda Gamze omuzlarını silkeledi. Sadece duymuştu belli ki, işin aslı neydi o zaman?
"O-Onur'du," dedim kekeleyerek. "İstanbul'a haber eden de ortalıkta bilmişçe dolaşan da oydu. Neden o değil de Haris?"
Gamze ne demek istediğimi anlasa da elinden bir şey gelmeyeceği için karşılık veremiyordu. İkimiz de belirsizlik içinde dururken Gamze'nin açıklaması geldi.
"Bir günah keçisi lazım olmuş belli ki. Ve Haris onlar için pek de bir anlam ifade etmiyor. Üzgünüm."
Gamze'nin beyhude sözleri için gözlerimi devirdim. Hepsi bir olmuş göğüslerindeki rozeti dişleriyle ezip altın mı değil mi diye tartan altın avcılarına dönmüşlerdi sanki. Adaletin ne anlam ifade ettiğinden habersiz sadece bir suçlu arayışında olmanın ne kadar vasıfsız bir durum olduğunu anladığımda nefretle yumruklarımı sıktım. Bir insanı harcamadan doğruyu bulamaz mıyız?
Gamze'den ayrılıp alt kata inmek için hızla yürüyordum. Kimse bir şey demiyorsa da en azından ben, doğruları söyleyemez miyim? Şimdilik, sadece şimdilik Haris'in bir suçunun olmadığını onlara anlatamaz mıyım? Polis olmama rağmen bir stajyer olduğum için ayak altında ezilsem de yine de iki çift laf edemez miyim?
Koridorun boşluğunda koşarken herkes bana bakıyordu. Daha öncesinde böylesine endişeli görünmemiştim muhtemelen. Kimseyi görmeden koşmaya devam ederken soğuk soğuk terliyordum. Neden? Neden tüm günahı bu çocuğa yüklüyorlar? Gerçekte bir hırsız olsa bile tüm günahların sahibi mi olmak zorunda?
Diğerlerine ulaşmayı hedeflerken koridorun sonundaki koltuklarda Onur'u gördüm. Zaten onu arıyormuşum gibi kaşlarımı çattığında dişlerimi sıktım.
Öne doğru eğilmiş, iki elini de birleştirmiş pişmanlıkla hayali bir noktaya bakıyordu. Onu görmemle daha da hızlanıp önünde durmam bir oldu. Nefes nefese kalsam da sanki gelenin ben olduğumu bilirmişçesine gözleri kalkmadı yerden.
"Ona ne yaptın?"
Benden beklenilmeyecek bir sertlikle sorduğumda nihayet bakışları beni buldu. Gözlerindeki hüznü hızla yok ettiğinde ayağa kalktı.
"Kime?"
Hiç öyle görünmese de sanki daha fazla pişkinlikle olayın üstünü kapatacakmış gibi soruyordu. Burnumdan nefes nefes verip bir adım daha yaklaştım.
"Sana ne yaptı ha? Sana gerçekten ne yaptı da ondan böyle nefret ediyorsun?"
Ben sinirle sorarken onun çenesi geriliyordu.
"Sıkılmıştım sadece. Kötü bi niyetim yoktu. Eğlencesine Haris'in fikrini aldım ve işler birbirine girdi."
"Senin derdin ne?" diye bağırdım. "Haris acı çekince senin sıkıcı hayatın daha da çekilir mi oluyor?"
Daha fazla kasıldı çenesi. Gözleri sağa sola kaydı.
"Bir anda oluverdi tamam mı? Müdür gençlerin suçlu olmadığını öğrendiğinde kimin gençleri şüpheli bulduğunu sordu. Bir anda Haris dedim. Bir anda oldu. Yemin ederim."
"Bir anda insanları harcayacak kadar ucuzlaştın mı yani? Neden adam gibi suçun sende olduğunu söyleyip cezanı çekemedin? Neden? Neden onun adını verdin?"
Kuruyan dudaklarımı ıslatırken nemlenen gözlerime engel olamadım. Cevap veremiyordu. Sessizce duruyordu.
"Nereye götürdüler onu?"
Ses tonum sakinleştiğinde cevap verebildi.
"Sorgu odasına."
Hüzünle yüzümü buruşturdum. Sorgu odası demek, en azından ağır bir dayak demekti. Gri mavi koridorun karanlığında kendi nefesimi bile duyacak kadar sessizken elimle ağzımı kapatıp olduğum yerde hareketlendim. Çizmelerimin gıcırtısı kulağıma dolarken içim titredi bir an için.
Ben öylece endişeye sürüklenirken Onur sesini kısarak çekince ile sordu.
"Onu nasıl kurtaracağız?"
Sinirle bakışlarımı Onur'a çevirdim. Bu kadar mıydı yani? Önce rezil edip sonra kurtarmak mı?
"Eğer sen ondan uzak durursan kurtuluşa ereceğine eminim."
Tiksinti ile karşılık verdiğimde daha fazla pişmanlıkla bana bakarken bir anlık eğlencenin kötü bir şeye neden olduğunu bilen bir çocuk gibi pişmandı. Yine de Haris'i nasıl kurtaracaktık? Zaten kimsenin onun gözünün yaşına baktığı yoktu. Şimdi ne diyip de çıkaracağım içeriden?
Biz öylece beklerken sorgu odasının kapısı açıldı. Hızla hareketlenen Onur'la birlikte kapıya döndüğümüzde dışarı çıkıyorlardı.
İki tane polisin koluna girdiği Haris'in elleri kelepçeliydi. Dudağından akan kan çenesine süzülmüşken, sol gözünde morluk oluşmuştu. Saçları dağılmış, beyaz gömleğinin birkaç düğmesi kopmuştu.
İçimdeki acı tüm bedenimi yakarken bize doğru gelmeye başladılar. Adımları yüreğimin atış hızı ile canımı yakarken ona ne yaptıklarına baktım. Tek kelime ile mahvetmişlerdi.
Saatin saniyeleri durup, sadece kederin hüküm sürdüğü o anda her şeyin yok olup gitmesini diledim.
Hemen önümüzden geçerlerken gözlerim tamamıyla ondaydı ama o, önünü bile zor görecek durumdaydı.
En arkadan gelen müdür sanki çok güzel bir şey yapmışçasına ellerini beline koyup ceketinin hafifçe kalkmasına neden olurken bize doğru gelmeye başladı.
Bize yaklaştıkça adımları yavaşladı ve Onur'un omzunu hafifçe sıkarak gülümsedi.
"Aferin sana, bir taşla iki kuş vurmuş olduk. Hırsızları ancak bir hırsız getirirdi zaten. İti al çomağı hazırla diye boşa dememişler."
Onur derin bir pişmanlıkla ezilip bükülürken kaçamak bakışlarla bana baktı.
"Bu zamana kadar adaletten kaçması bile bir mucizeydi hem. İyi oldu, o da cezasını almış oldu. Böylece itibarımız da gölgelenmez."
Şimdi çok daha iyi anlıyordum ki yanlış teşhis bahaneydi. Herkes Haris'e duyduğu gizli nefretini kusmuştu o kadar. Belki kıskandıkları için belki de onun gibi olamayacakları için. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, bir yalancı bile olsa onun tarafına geçmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Ve şayet taraflar varsa; riski göze alıp, doğru yolu yanlış kişiyle yürümeyi göze alabilirim.
🔳🔳🔳
Müdür gittikten sonra geride Onur ve ben kalmıştık. Tek kelime etmeden öylece beklerken ben de yürümeye başladım. Hemen peşimden gelmeye devam ederken "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Aniden durdum.
"Canın her ne zıkkım istiyorsa git kendin yap tamam mı? Artık tek bir içecek bile hazırlamayacağım. Şimdi izin verirsen Haris için bir çıkış yolu arayacağım."
"Ben de yardım..."
"Asla! Bir daha asla Haris ile alakalı bir işe karışma!"
Sesim koridorda yankılanırken ona sıkı bir tokat atmamak için zor duruyordum. O ise tek kelime edemeden öylece dururken sinirle yürümeye devam ettim. Arkamda kaldığında umursamıyordum. Yerde damla damla yol yapan Haris'in kanı az bile yaptığımı bağırıyordu sanki.
Pişmanlık her zaman çözüm olmuyordu ne yazık ki. İnsan biraz da kendine sahip olmalı. Bu kadar ileri gitmemeli.
Adımlarım daha da hızlandığında tamamen gözden kaybolmuştu.
"Haris'le konuşmalıyım. En azından yardım edeceğimi söylemeliyim."
Kendi kendime aldığım karara sadık kalırken merdivenleri ikişer üçer atlayarak parmaklıklı odaların bulunduğu kata indim. Geçici olarak suçluları ya da şüphelileri burada tutup sonra da hapishaneye sevk ediyorduk. Muhtemelen onu da buraya getirmişlerdi.
İndiğim katta bağırış sesleri yükselirken oda oda gezmeye başladım.
"Hey güzellik baksana bi bana."
"Şşşt bebek!"
"Sen bir içim su ben bir..."
İkili taraftaki tutukluların arasında ilerlerken grinin hakim olduğu duvarlar beni nereye götüreceğini kestiremediğim bir boğukluk sunarken biri seslendi.
"Neden geldin?"
Koridorda gezen orta yaşlı polis Yusuf abi sorgulu bakışlarla bana bakarken "Birine bakmam lazım," dedim.
Bir şey demedi ve geçmeme izin verdi. Yanında geçerken odalara da bakıyordum. Kimler var diye kontrol ediyordum. Yürürdükçe onu bulamayacağıma dair bir his oluşuyordu yüreğimde. Sanki alıp çok uzaklara götürmüşler gibi. Sanki tamamen değiştirmişler gibi.
Daha hızla yürüdüm, daha fazla odaya baktım, daha fazla nefes aldım ve daha fazla kedere boğuldum.
Bitmiyordu. Gelmek bilmiyordu. Farklı insanlarla göz göze gelirken hiçbiri o değildi.
Sağlı sollu odaları gezerken hiçbirinde yoktu. Koridor bitmek üzereyken aniden durdum.
Nefesim boğazıma tıkıldığında tanıdık bir sima ile titredi gözlerim.
Oradaydı...
Sırtını duvara yaslanmış, bir dizini karnına çekmiş, elini de dizinden sarkıtmıştı. Zeminin soğukluğuna aldırmadan otururken başını duvara yaslamış siyah saçlarının da geriye doğru kaymasına izin vermişti. Adem elması hareketsizce dururken o tamamen, dağılmıştı. Titreyen gözlerimle esefi bir nefes alıp parmaklıklara doğru yaklaştım.
Düğmeleri koptuğu için önünü kapatamamıştı ve sanki bununla ilgilenecek hali de yok gibiydi.
Daha fazla yaklaşıp dişlerimi sıktım. Gözlerime dolan yaşı engellemeye çalışırken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.
"Hey!"
İçimde kopan fırtınalara nispeten tamamen basitçe çıkan sesimle ona seslendiğimde bakışlarını bana doğru indirdi.
Gözbebekleri hafifçe aydınlandığında dudakları tebessüm için hareketlendi.
"Ooo cici polisimiz de gelmiş."
Dudağının kenarında oluşan gülüş anlık kuruyan yarasını açınca "Ah," diye inledi.
Eliyle yeniden açılan yaranın kanını silerken daha fazla güldü.
"Hayatımda ilk defa kan görüyorum desem?"
Acınası bir gülüşle karşılık verdim.
"Yalan söylüyorsun desem?"
Hızla cevap verişim onu yine güldürmüştü. Ben de belli belirsiz gülümserken ona bakmaya devam ediyordum.
"Hiç canım yanmazken bu kan nereden geliyor ki?"
Bir kere daha...
"Yalancı..."
Mırıltımı duysa da duymazlıktan gelerek yavaşça ayağa kalktı. Bana doğru gelişini izlerken ellerini pantolonun ön ceplerine yerleştirdi ve başka kimse var mı diye sağı solu kolaçan edip iyice yaklaştı. Dudaklarını ıslatıp gözlerini benimkilere odaklandığında "Bu işle bir bağlantım yok," dedi fısıltı ile.
Yutkundum. Başımla onaylarken "Biliyorum," dedim, şaşkınca bana baktı.
"Nereden biliyorsun?"
"Çünkü doğruyu söylüyorsun."
Alayla gülüp gözlerini devirdi ve başını iki yana salladı.
"Kim demiş? Benim ne zaman doğru söylediğimi asla bilemezsin. Belki de benim elemanlar ve bu hırsızlığı biz planladık?"
Kaşlarımı inanmazca kaldırdım.
"Ne zaman yalan söyleyip söylemediğini anlayabiliyorum," dedim ciddiyetle. "Çünkü az da olsa artık seni tanıyorum."
Sözlerim hoşuna gitmişçesine öylece dururken gözlerini hafifçe kısıp yüzümü inceledi ve hafifçe fısıldadı.
"Çok güzelsin."
Cümlesi tatlı bir rüzgar olup yüzümü okşarken ben belli belirsiz titredim. Hiç beklemediğim bir anda gelen bu cümle ile kalbim hızlanırken sadece yutkunup ona bakmaya devam ettim.
"Yalan söylüyorsun."
Fısıltı ile karşılık verdiğimde gözleri hala yüzümde geziniyordu. Gözleri gözlerimi gezinip tamamen keşfe dalmışken yüzüme ve dudaklarıma inen bir yolu takip etti. Bir süre öylece baktıktan sonra hafifçe gülümsedi. Kıvrılan dudağı ne anlama geliyordu bilmiyorum ama derin bir nefes alıp başının arkasını kaşıdı ve "Evet," dedi.
"Yalan söylüyorum."
Biraz geri çekilip parmaklıklardan yüzünü daha net görmemi sağlarken sesini sertleştirdi.
"E sen niye gelmiştin bakalım? Zeka ile yakalayamayan bir avuç beceriksiz meslektaşının nasıl dalavere ile beni içeri tıktıklarını mı seyretmeye geldin? Eğlenceli mi bari?"
Uzun cümlesi ile yutkundum. Gözlerim yüzünde gezinirken bir şey diyemedim.
"Bence fazla durma, seninkilerin kahve saati gelmiştir. E bunun beş çayı var, on çayı var dimi?"
Kendi gülse de ben gülmüyordum. Zaten onun gülüşü de acınası bir hareketten başkası değildi.
"Seni salmaya niyetleri yok biliyorsun değil mi?"
Sorum onun gülüşünü silse de umursamazca duruyordu.
"Zaten başıma ne geldiyse sizin beceriksiz meslek anlayışınızdan geldi. İşgüzar polislerin göbek yapıp makam sevdası olduğu bu çöplükte ben bile bebekler kadar günahsız sayılırım."
Gözlerim titrerken göğüs kafesim sıkıştı sanki. Sesini daha da alçaltıp hafifçe fısıldadı.
"Yine de ben istediğim için buradayım. İstemesem o bir gram beyni olmayan arkadaşların beni asla yakalayamazlardı."
"Onlara hakaret etme," diye fısıldadım gözyaşlarımı tutmaya çalışırken.
Gözleri nefretle dolarken "Sen de onlar gibisin," diye fısıldadı. Yutkunurken adem elmasının hareketlenişini seyrettim. Nefret doluydu.
"Kendinizi akıllı sanmanıza müsaade ettiğim şu birkaç gün içinde bana olan hıncınızı almanızı ve mümkünse rahat bırakmanızı diliyorum. Bu yüzden..."
Nefretle yapılan konuşmasını dilerken "Git polis hanım," dedi.
"Git ve sen de tembel kedilerin zavallı bir fareyle nasıl oynadığını uzaktan keyifle seyret."
Sinirli tıslayışları gerçek değil gibiydi. Birbirimize bakarken benim dolan gözlerime nispeten o nefret doluydu.
Konuşmanın bir işe yaramayacağını anladığım o anlardan yavaşça geri çekildim ve son kez ona bakıp yürümeye başladım. Bir adım atmıştım ki bana bakmakta olan Meriç'i görmem bir oldu. Elindeki dosya ile öylece dururken bana bakmaya devam ediyordu.
Ne o tek kelime etti ne de ben. Ciddiyetle selamlayıp yürümeye devam ettim ve ikisini de ardımda bırakarak kattan ayrıldım.
Giriş kattaki kafeteryaya geldiğimde en köşedeki masaya geçtim ve öylece oturdum.
"Pekala, elimden bir şey gelmez. Üstelik benden yardım isteyen de yok. Her zamanki yaptığımı yapıp sessizce bekleyeceğim."
Ellerimi birbirine geçirip sıktım.
"Neymiş ben de onlar gibiymişim."
Burnumdan verdiğim nefesle sinirimi yatıştırmaya çalışırken masama doğru yaklaşanlar oldu.
"Tek başına ne yapıyorsun burada?"
Emre bir sandalye çekip karşıma oturduğunda Onur da mahçupça onun yanına oturdu. Normalde yaptığım ayağa kalkıp başka yere geçme tenezzülünde bulunmadım ve öylece durdum.
Emre rahatça yayılırken derin bir nefes aldı.
"Ne güzel Onur'la Haris'in atışmalarını seyrediyordum artık her şey eskisi gibi sıkcı olacak."
Oflayarak konuşmasını yaparken gözlerimi ona diktim. Göz ucuyla bana baktığında sinirle onu izliyordum.
"Ne o, sinirini benden mi çıkacaksın?"
Bakışlarımı yere indirirken "Sadece sen üzülmüyorsun," dedi Emre.
"Biz de o çocuğun suçlu bulunmasına üzülüyoruz. Başta sadece eğleniyorduk ama görünen o ki müdür kafayı takmış ona. Tüm hırsızlık geçmişini deşip cezasını boynuna asmadan da durmayacak."
"Bu konuda yapacağımız hiçbir şey yok," dedim mırıltı ile.
"Haklısın," dedi gayet rahat bir şekilde. "Hem uzun yaşamın sırrı riskli olaylardan uzak durmaktır değil mi?"
Ona katılmasam da geri durmamın nedeni elimden bir şeyin gelmeyecek olmasıydı. Üstelik Haris benden bir yardım istemiyordu bile.
"Yine de," dedi pantolonun üstündeki olmayan tozları temizlerken.
"Müdür insanları kolayca harcayan biridir. Sen o kadın tarafından kaçırıldığında cesedinin gelmesini beklemek ve üzerinde inceleme yapacak olmak onun için sorun olmazdı."
Dehşetle açtım gözlerimi. Benim yokluğum umurlarında bile olmamış mıydı yani?
"O zamanlar Haris'in de bir yetkisi yoktu ama kan ter içinde kalarak geldiği merkezden hepimizi çıkarıp seni kurtarmasını bildi."
Boğazımda oluşan acı bir tatla Emre'ye bakmaya devam ederken asıl beni kurtaran kişinin Haris olduğundan habersiz onu kaderine mi terk ediyordum?
Nemli gözlerimle Emre'ye bakarken "Bu sefer gerçekten yardım edeceğiz," dedi Onur.
Bakışlarım bu sefer de Onur'a döndüğünde eğer bu davanın gerçek sorumlusunu bulursam Haris'i kurtaracağımı anlamıştım.
"Yukarıda getirdiğimiz üç genç var ve onlardan çok malzeme çıkacağına eminim," dedi Emre.
"Müdür ve Meriç'i ben oyalarım, siz gidin ifadelerini alın," dedi Onur da.
İlk defa gururdan içim titremişti. Daha önce hiç böyle bütünleşmemiştik.
Şimdi?
Renksiz olan bir gözyaşını gökkuşağına boyama vakti. Şimdi, o renkler içinde Kız kulesini bir palete çevirme vakti. Ve şimdi, Haris'e onlar gibi olmadığımızı kanıtlama vakti... |
0% |