@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻
hakugu wat_profesyonel profesyonelfanfc hakugu_tayfa mevante.art bbeyzasah claesthetic
🔳🔳🔳🔳🔳
Böyle gözlerinizi kapattığınızda aynı kareler geldi mi hiç önünüze? Aynı şeyleri düşündünüz mü günlerce? Ya da gülümsediniz mi çoktan olup bitmiş bir şey için?
Bazı kere durduk yere ağlayasınız geldi mi? Ortada hiçbir şey yokken ama aslında ağlamanız gerekiyormuşçasına. Ve çoğu defa burnunuza hoş bir koku geldi mi?
Tam olarak ne olduğunu anlayamadığınız ama yüzünüzde gülücükler açtıran hoş bir koku.
Tüm bunları bir şekilde yaşadıysanız şayet, tebrikler! Artık kalbiniz iki kişilik çalışıyor. Daha fazla kan pompalamaz belki ama iki kat hassaslaşır. İki kat dertlenir ve iki kat mutlu olur.
Aslında bunu beyniniz istemiyor. Kabullenemiyor yani. Diyor ki bir kalp ancak bir insana yeter. Yetmez bunca kan başka bir insana.
Öyle de...aşk iki kişiliktir. Elden ne gelir?
Şey var bi de, sadece kalp de değil. Gözler, kulaklar, düşünceler ve mimikler bile iki kişilik oluverir.
Gökyüzündeki bulutlar, patlamış mısırlar ve gölgeler. Daha anlamlı ve daha canlı dururlar. Eskiden hiçbir manası olmamalarına karşın.
Hem sonra sıradan bakışlar onu görmenizle parlayıverir, tıpkı kuzey ışıkları gibi. Zifiri karanlıkta gökyüzünde raksa dalan yeşilimsi periler gibi. Sesler de kulağa daha bir hoş gelir, sanki dalgalar okşuyor ruhunuzu sanırsınız. Böyledir işte.
Ama beyin yine de kabullenmez her defasında. Onun kabullenmesi çok uzun sürer.
Tıpkı benim gibi. Kendimin yürüyen bir beyin olduğunu bilmiyordum doğrusu.
Hastane odasında üçüncü günümü bitirmek üzereydim ki iyice sıkıldım. Duvarlar üstüme üstüme gelirken yere çorapla basmayı acayip özlemiştim. Refakatçim olan annem duş almak için eve gitmişti ve ben tam üç gündür odamdan dışarı çıkmamıştım. Lavabo bile odanın içinde olduğu için dışarı çıkmak bir hayal gibiydi. Daha doğrusu annem tamamen taburcu olana dek haraket etmemi yasaklamıştı. Ona itiraz etmiyordum çünkü ne kadar tehlikeli bir davadan sağ kurtulduğumu biliyordu. Bilmemesi imkansızdı çünkü tüm kanallar üç gün boyunca bu davanın haberini yapmıştı. İsmim o kadar çok yayılmıştı ki hastanedeki doktorlar ve hemşireler bile bu felaketten kurtulabildiğim için beni tebrik ediyorlardı. Hatta hastalardan birçoğu odama ziyarete bile gelmişti.
Ölü yiyenler davası henüz bitmemişti ama beni davadan şimdilik uzaklaştırmışlardı. Eh öyle zor bir davaydı ki benim için ben bile böyle bir arayı kabulleniyordum. Yine de artık hastane bunaltmaya başladığı için merkez burnumda tütmeye başlamıştı.
Tüm her şeye rağmen tuhaf olan başka bir şey vardı ki, o günden sonra Haris hiç gelmemişti yanıma.
Meriç, Emre, Onur, Yağız, Cihanşah ve hatta müdür bile kaç defa gelmişti ama Haris hiç gelmemişti. Ne olmuş olabilirdi ki?
Serum şişemin takılı olduğu çubuğu sürükleyerek yürümeye başladığımda başım hala sızlıyordu. Yine de gerçekten o kadar sıkılmıştım ki acıya katlanarak ufak bir gezintiye çıkmayı planlıyordum.
Odamdan dışarı attığım ilk adım annemin var olup olmadığını kontrol etmekle geçti. Neyseki gerçekten eve gitmişti. Diğer adımlarım dava cesur oldu ve nihayet koridora çıkabildim.
Boş hastane koridorlarında gezinirken kapısı açık odalara da göz atmayı ihmal etmiyordum. Bana ziyarete gelen herkese iadeyi ziyaret yapmak isterdim ama o kadar uzun süre dışarıda gezemeyeceğimi bildiğim için sadece kapıdan selam verip diğerine geçiyordum.
Bir odada iki yaşlı çift konuşuyorlardı. Çok yaşlı oldukları için yataklarından kalkamıyorlar bu yüzden bana selam göndermeyi tercih etmişlerdi. Ben de selam vermek isterdim ama kendi aralarındaki diyaloğu bölmek istemedim ve sadece sessizce dinledim.
"Bahar gelmiş gibi çiçek açmış her yer. Görsen ne güzel."
"Sen daha güzelsin."
"Yapma Tevfik Bey, mahçup ediyorsun beni."
"Çiçeklerin mahçup olması da ayrı güzeldir Mevhibe Hanım."
Gülümseyerek odadan uzaklaştığımda diğer odada çocukların kaldığını gördüm. Genç diyelim şuna ama öyle cıvıl cıvıllardı ki aralarına katılıp yataklar üstünde zıplamayı bile hayal etmiştim.
Gülümseyerek onların yanından da ayrıldığımda tanımdan gelip geçen hemşireler bana selam veriyorlardı. Polis olduğum için olsa gerek fazladan bir saygı da vardı ki onlara gülümseyerek karşılık vermeyi ihmal etmiyordum.
Lokale indiğimde onlarca demir koltuğun olduğunu gördüm. Genişçe bir cam duvarı vardı ve bahçeye bakıyordu. Kantin de vardı ama ben çok toktum. İnsanlar gelip burada vakit geçiriyorlar, sohbet ediyorlardı. Bir köşeye oturup gelip geçenleri seyretmek ve konuşulanları dinlemek isterdim ama dedim ya uzun süre kalamam. Öyle de topluma hasret kaldım. Yine de iyileşene dek bir süre daha uzak kalmam en iyisi.
Gülümseyerek yürümeye devam ederken iki hemşerinin konuşmasına tanık oldum istemsizce.
"Yine mi gelmiş dedin?"
"Evet, çok tatlı uyuyor ya, görsen bebekler gibi."
"Merak ettim ne tarafta?"
"Şu köşede. Burda bi hastası mı var bilmiyorum ama üç gündür güneş doğana kadar uyuyor. Sabah geldiğimde ise yerinde olmuyor. Her yere bakıyorum ama bulamıyorum."
"Ay çok merak ettim gidip bakacağım."
"Hadi birlikte bakalım, ben de merak ettim."
İki hemşire önden giderken kendi içimdeki merakıma engel olamadan peşlerine takıldım. Aslında çok umrumda değildi ama yine de bir kere bakmaktan kimseye zarar gelmezdi. Hemşireler önde ben arkadan birlikte lokalin sol köşesine doğru gelmiştik ki hayranlık dolu iç çekişlere sebep olan bu kişiye bakmak için hafif kenara çekildim.
Başımı hafif yana eğip dikkatle baktığımda karşımdaki simanın neden bu kadar tanıdık geldiğini sorguluyordum. Gözlerimi daha iyi görmek için kıstığımda kesin emin oldum.
Onu görmemle "Haris?" diye seslenmem bir oldu.
Siyah deri ceketini kendi üstüne örtmüş, iki bacağını da avare uzatmış, kendinden geçmişçesine uyuyordu.
"Adı Haris mi?"
Hemşirelerden biri bunu sorduğunda onlara bir şey demeden ona doğru hızla birkaç adım attım ve omzundan tutarak hafifçe sarstım.
"Haris! Haris?"
Elektrik çarpmış gibi hızla uyandığında hemşireler ona gülüyordu. Saçları birbirine giren bu yaramaz oğlan mahmur gözleri ile beni tanımaya çalışırken bir yerlerde tuhaf bir hisle bu halinin başkaları tarafından görülmesi beni rahatsız etti. Hemşireler ona gülüyordu çünkü tatlı buldukları için istemsiz olan bir gülüştü. Bense pek de kibar olmayan bir bakışla onlara baktığımda hızla uzaklaştılar.
Saçı başı dağılan Haris'in gözlerinin içi de kızarmıştı. Çok derin uyduğunu anlayabiliyordum ama neden burası?
Üzerindeki deri ceketi hafifçe yan tarafa koyduğunda ben de koltuktaki boşluğa oturdum.
"Neden buradasın?"
Tüm gücüyle esnediğinde henüz uyanamadığını fark ettim. Kapattığı gözleri ile yeniden bir uyku hazırlığı yapsa da izin vermedim ve omzunu tutarak hafifçe sarstım.
"Hey, uyuma."
"Uyumuyorum."
"Yalancı."
Derin bir nefes alıp ona baktığımda neden burada olduğunu merak ediyordum ama onun çok uykusu var gibiydi.
"Bana bakıp durma, yüzümü eskiteceksin."
Kapalı gözleriyle ona baktığımı anlamış mıydı? Gözlerimi devirerek başka tarafa baktığımda "Neden buradasın?" diye sordum.
"Gündüzleri gelmem yasaklandı."
Hızla ona baktığımda hala gözleri kapalıydı. Daha çok mırıltıyı andıran bir sesle cevap veriyordu.
"Neden?"
"Müdür bana sinirli."
"Ne oldu ki?"
"Pelin'den ayrıldım."
Daha çok açtım gözlerimi. Nasıl yani?
"N-ne? Niye böyle bir şey yaptın?"
"Ne yapacaktık? Evleneceğiz mi sandın?"
Hırıltıyla konuştuğunda yerinde kıpırdandı. Önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına koyarak yutkundum.
"Yani normalde böyle olur. Tanışır, anlaşır, sözlenir, nişanlanır sonra da evlenirsin."
"Demek ki normal değilmişim, amanın ne yapsak?"
Kulağının arkasını kaşırken ona bakıyordum.
"Dalga geçme. Kız üzgündür şimdi."
"Ben daha üzgünüm. Halimi görmüyor musun?"
"Üzgünsen niye ayrıldın o zaman?"
"Heyzır bi dur Allah aşkına. Zaten her yerim ağrıyor."
Gerçekten de rahatsız görünüyordu. Ayrıca fazladan üşüyor gibiydi. Ceketine sarılmaya devam ederken "Üşüyor müsün? Battaniye getireyim mi?" diye sordum.
"Hayır, gerek yok," dedi gözlerini açarak.
Gerinerek ceketine daha çok sarıldığında "Üzüldüm," dedim parmaklarıma bakarak.
"Eminim Pelin de üzülmüştür."
"Çok üzüldüysen onunla çıkmaya ne dersin?"
Kollarını önünde bağlayarak sorduğunda sinirle baktım. Dalga geçiyordu resmen.
"İnsanların duygularına hiç saygın yok."
"Öyle." Bacak bacak üstüne atıp dudaklarını büzdü. "Bir yalancıya aşık olursa böyle olur."
Cümlesi nedense hüzünlendirmişti beni. Bir şey demeden ona bakarken gerçekten de umursamıyor gibiydi.
"Senin de kalbin var, ya bir gün kırdığın kalpler kadar kırılırsan?"
"O zaman var ya s*tım."
Gülerek bunu söylediğinde omzuna vurdum.
"Küfretme."
Gülmeye devam ederken ceketini giydi.
"Gidiyor musun?"
"Yo, sadece üşüdüm."
"Biraz önce üşümedim demiştin."
"İnandın mı?"
Dudaklarımı büzerek ona bakarken burnumdan bir makas aldı.
"Üç günde unuttun mu beni naptın?"
"Keşke unutsaydım. Hala daha yalancısın."
"Ve hırsız," dedi bir çocuk gibi başını yana eğerek.
"Sahi merkeze geldiğinden beri hiç hırsızlık yapmadın değil mi?"
Kuşkuyla sorduğumda omuzlarını silkeledi.
"Şey, kısmen."
"Kısmen?"
"Yani büyük bir şeyler çalmadım tabii ki. Herkesin telefon numarası, birkaç DNA örnekleri, şahsi dosyaları, ev adresleri falan işte. Değerli bir şey yok."
"Ama bunlar zaten çok büyük suç. Özel hayatlarını çalmışsın resmen."
Şaşkınlıkla ona bakarken "Ne bekliyorsun Heyzır? Ben dürüst bir insan değilim. Kendimi güvene almak için de onları tehdit edecek bir şeylerin olması lazım elimde, çünkü çok kolay harcanıyorum," dedi yüzünü buruşturarak.
Mantıklıydı yine de üzücüydü. Hayatta birilerini tehdit ederek kalmak ve kimseye saf sevgi besleyememek çok üzücüydü.
Hüzünle başımı yere eğdiğimde "Sen ne zaman çıkacaksın buradan belli mi?" diye sordu.
"Yarın."
"İyi, belim ağrımaya başlamıştı zaten."
Belini tuttuğunda gülümsedim. Yaşlı teyzeler gibi görünüyordu. Bu gülüşüm, ona duyduğum minnetten kaynaklanan bir hoş görüydü. Her hareketi, acı bile olsa her cümlesi benim için çok hoştu. Buna engel olamıyordum. Hayatımı kurtarmışken, herkes beni kaderime terk ettiğinde peşimden ayrılmamışken, ona karşı büyük bir sempati ile dolmuştum. Bir hırsız bile olsa, yalancı bile olsa...
"Bu arada," dedi üstte kalan ayağını sallamaya başlayıp hayali bir noktaya bakarak.
"Vasiyetin Brezilya pembe dizilerinden hallice. Annen senden sonra o mektubu okursa, ölmediyse de ölür zavallı kadın."
Kaşlarını kaldırarak bana baktığında "Va-vasiyetimi mi okudun?" diye sordum.
Dudaklarını düz bir çizgi yaparak başıyla onayladı.
"Ya neden ya! Of inanamıyorum sana!"
İki elimde başımı sıkıca tuttuğumda utancımdan yerin dibine girmek istiyordum. Ne yazdığımı bile unutmuştum ama yazdığım zaman kendi kendime duygusallaşıp ağladığımı anımsıyordum.
"Dua et okuyan kişi bendim," dedi sırtıma hafif hafif vurup beni teselli ederken. "Benden utanmana gerek yok."
Sırtımı sertçe ondan çektiğimde "Çok gıcıksın," dedim sinirle.
"Eh, sayılır."
Ne kadar gıcık da olsa ona gerçekten sinirlenmiyordum. Bu, içimde büyüyüp duran sevginin etkisinden başkası değildi. Yavaşça omzuna vurduğumda güldüm, o da güldü.
"Hadi git de uyuyayım biraz daha."
Yeniden uyumak için hazırlanıyor ki ayar kalktım. Yattığı yer hiç rahat değildi. Onu burada bırakmak da hiç içime sinmiyordu.
"Zaten yarın çıkacağım, eve git istersen. Hasta olacaksın yoksa."
"Olmaz, annene söz verdim," dedi gözlerini açmadan. "Sana göz kulak olacağım."
Alaylı bir gülüşle karşılık verdim.
"Hey, polis olan benim."
"Hım, hasta olan da sensin..."
Her defasında lafı ağzıma tıkmasını beceriyordu. Diyecek bir şeyim kalmamıştı ki "Madem öyle, odamda refakatçi koltuğu var. İstersen orada uyuyabilirsin. Yani, buradan iyidir. Hem ayrıca..."
"Ben de bunu teklif etmeni bekliyordum," dedi ve beni beklemeden önden yürümeye başladı.
Bir kere daha arkasından afallayarak bakarken ağzımdaki tüm havayı şaşkınlıkla dışarı verdim.
"Hiç şüphesiz Haris bambaşka."
Peşinden gelirken yolu bilip bilmediğini hiç düşünmedim. Adım gibi emindim ki biliyor ve ben uyurken birkaç defa da girmiştir.
Peşinden odama geldiğimizde kendini direkt koltuğa attı. Hiç yabancılık çekmeden uykuya daldığında yine öylece bakakaldım. Bir çocuk gibiydi. Hoş benimle kıyaslarsak çocuktu da.
Sessizce yatağıma otururken "Arkam dönük olduğu için göremiyorum. Sakın utanç verici bir şey yapmaya kalkışma," dedi.
Yine başlıyordu. Bıkkınlıkla bir nefes alıp gözlerimi devirdiğimde yatağıma yatmıştım bile.
"Karşılık gelmediği için tedirgin oldum, önümü dönük yatacağım."
Gürültü bir şekilde dönüp yüzü bana geldiğinde gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Bu ona rahatlıkla bakmama izin verirken benden haberinin olduğunu da net bir şekilde biliyordum. Yine de yüzünü bana dönmesi ona bakmam için fırsat vermesi anlamına gelmiyor muydu?
Ellerimi yüzümün altına yerleştirip ona bakmaya devam ederken "Eğer seni kaybetseydik, kendimi asla affetmezdim," diye mırıldandı.
Net bir şekilde gelmese de sesi anlaşılıyordu. Ona daha dikkatli bakarken gözlerini açtı yavaşça.
"Çatıdaki davranışım için özür dilerim. Ben sadece, bir an için, özgürlüğümün elimden alınacağını düşündüm. Sinirlendim. Dahası üzüldüm. Normal bir insan olamamak canımı yaktı. Gerçi hala normal değilim ama..."
Aldığı derin nefesten sonra sırtüstü yatmıştı. Ellerini karnında birleştirip gözlerini tavana kaldırdı. Hayali bir noktayı öylece seyrederken ben de onu seyrediyordum.
"Hiç kabul etmeseydim keşke. Bir hırsızın ne işi var ki emniyette? En başından gelmemiş olsaydım tüm bunlar olmazdı. Hem böylelikle hiç tanışmamış olurduk. Şimdi hiçbir şey kolay değil."
Esefle bir nefes verdi.
"Aman neyse ne, hadi uyuyalım."
Bu sefer gerçekten uykuya dalmıştı sanırım. Kapattığı gözlerini bir kere daha açmadı ve başka kelam da etmedi. İçten içe bir pişmanlık yaşıyordu muhtemelen. Bir şekilde tüm bu şeylerin sorumlusunun kendisi olduğunu düşünüyordu.
Onunla konuşmak ve işlerin en başından beri böyle olduğunu söylemek isterdim ama beni dinleyeceğini pek sanmıyordum. O, özünde yalnız bir insandı. Ne kadar yaklaşırsam yaklaşayım her daim mesafeler vardı aramızda.
Onun gibi sırtüstü yatıp tavana baktım bir süre. Peki ben nasıl devam etmeliyim? Emniyet denilen yer gerçekten emniyetli mi? Ben polis olduğum halde kendimi güvende hissetmezken insanlara nasıl güveni aşılayabilirim ki?
Bakışlarım tabandan karşı duvara indiğinde mezarın soğukluğunu anımsadım bir kere daha.
Ölüm öyle yakın ki, nefesi hemen ensemizde gibi.
Bir anda varken, bir anda yok olabiliriz.
Ardımızda kalanlar ise birkaç damla gözyaşından sonra bizi unutmaya mahkum.
Peki böyle bir dünyada insanlar neden mezar kazıcı olmaya razı olurlar ki?
Enteresan!
Ben de Haris gibi gözlerimi yavaşça kapattığımda uykunun şefkatli kollarına teslim oldum. Her geçen gün daha çok yoruluyor, daha fazla dinlenmeye ihtiyacım oluyordu. Ve her geçen gün daha az vaktim, daha çok sorunum, daha keskin sancılarım oluyordu.
Olgunlaştıkça omuzlarındaki yük de artıyor, stajyer polis olduğum zamanları bile özleyecek hale geliyordum.
Sanıyordum ki her şey üstlerine bir şey ikram etmekten ibaret. Sanıyordum ki insanların öldürülmesi ancak filmlerde olur. Sanıyordum ki kötü kalpli insanlar masalların baş kahramanı.
Keşke her şey sandığım gibi olsaydı.
Ayın şavkı odama vururken hem Haris hem ben derin bir uykuya çekilmiştik. Sessiz, zararsız ve tamamen dinlendirici bir uyku...
🪐🪐🪐
Selamlar Jüpi'lerim. Jüpiter dedim çünkü her bireriniz en kötü anımda ya da en mutlu anımda kısacası her durumda çevremden, etrafımdan ayrılmayan bir halka gibisiniz. Birlikte güzel bir bütün olduğumuz için çok mutluyum. Hala daha kendime gelebilmiş değilim ama sizleri de ihmal etmemeye çalışıyorum.
Bölümü umarım beğenirsiniz. Bu bölüm de eskiden yazdığım bölümlerden biri. Bu aralar ancak düzenleme yapabiliyorum.
Görüşmek üzere ❤️🔥 |
0% |