@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
Maskelerimiz yüzlerimizde takılıyken önümüzde duran cesedi inceliyorduk. Hepimizin morali yerlerdeydi, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Etrafında halka oluşturduğumuz ceset henüz on dokuz yaşındaydı ve polis arkadaşlar arasında en küçük olan ben bile yirmilerimdeydim. Bizim için henüz çocuk sayılan bu masum cana bakarken kaşlarımız çatılmış, hüznün en ağır darbesini yaşamaya devam ediyorduk. Aldığımız nefes önce burnumuzu sızlatıyor sonrasında boğazımızı yakarak nihayetinde bir zehri teneffüs etmişiz gibi hissettiriyordu.
Bu mesleğin bize öğrettiği en güzel şeylerden biri masum bir insanı kurtarabilmekti. Öte yandan bizlere sunduğu en ağır öğretilerden biri ise, o masumu kurtarana dek elimizden kayıp giden diğer masumları seyretmekti. Hemen önümüzde hareketsizce yatan bu masum can da ancak seyredebildiğimiz ve acısına ortak olmaktan başka bir şey yapamadığımız örneklerden biriydi.
Bu notada bu meslek kendinden nefret ettiriyordu. Eğer diyorduk, eğer biz de dışarıdaki her hangi bir insan olsaydık bu kadar acı çekmezdik. Katili bulamadığımız her gün daha fazla yanmazdı ciğerimiz. Ve iten içe kendimizi yiyip bitirmezdik hiç şüphesiz.
Adli tıp uzmanı Gamze, genç kadının kesik serçe parmağını kaldırdı hafifçe.
"Katilin bu parmağa bir takıntısı var. Bu onun en belirgin özelliği olmakla birlikte psikolojisinden de bir takım ipuçlarını bize sunuyor."
Kesik parmağın çürümeye yüz tutan etinin ortasından kemiği açıkça görünüyordu. Minicikti. Minicik bir parmak kime ne zarar verebilir de onu ortadan kaldırma ihtiyacı hisseder bir insan?
Annesinin babasının tutmaya kıyamadığı parmağı kim neden kesip alır ki? Aklım almayarak dikkatle parmağa bakmaya devam ediyordum ki birinin öğürme sesi geldi. Hepimiz başımızı Onur'a çevirdiğimizde midesini tutarak odadan çıktı. Sadece o değildi aslında, hepimiz bir miktar kendimizden geçmiştik. Bu mide bulantısı iğrenmekten öte kederin tüm bedenimize uyguladığı baskının bir sonucuydu. Cansız bedene bakmaya devam ederken bir şekilde tepki göstermek zorunda kalıyordu insan.
"Gelinlik giydiriyor ancak bunun için net bir fikir yok. Kendi isteği doğrultusunda olan bir şey mi yoksa direkt gelinlik üzerinde olan kadınları mı tercih ediyor bilemiyoruz. Kimisi gelinlik denerken yakalanmış bu zalimin eline ancak kimisi de hiç alakası yokken üzerinde gelinlikle bulundu."
Gelinliğine kana bulanan bölümüne baktım. Kurumuş kan gelinliğin dantelimsi bölümüne örümcek gibi yuva yapmıştı. Her damlada daha fazla büyümüş ve nihayetinde beyazı alt ederek kırmızın ezici gücünü ilan etmişti. Kırmızı bölümden aşağı kayan gözlerim parçalanan alana dikkat kesildi. Gelinliği bir bölümü yırtılmıştı ve bu düzensiz yırtıklar insanda karmaşık duygular doğruyordu.
"Bu yırtıklar," dedi genç uzman sanki benimle aynı şeyi düşünüyormuş gibi.
"katil ve maktul arasında çatışma olduğunu gösteriyor. Yani canı alınmadan çok önce işkenceye maruz bırakılıyor."
Huzursuz bir nefes aldığımda Meriç'e baktım. Eğer ona bakarsam dayanmak için biraz daha güç bulacağımı umuyordum. Kollarını arkasında bağlamış çattığı kaşları ile tüm dikkatini vererek dinliyordu. Benim sarsılarak baktığım ceset onun tüm dikkati ile yoğunlaştığı bir tablo gibiydi. Şayet daha dikkatli bakarsa tıpkı sanatçının tablolarına gizlediği efsunlu dokunuşlar gibi katilin de bir açığını yakalamayı temenni ediyordu.
Meriç'in hemen yanında duran müdür kollarını önünde bağlamış, sağ eli ile çenesini tutarken o daha sadeydi. Meriç kadar adapte olmamış ama o da cesedi incelemekle meşguldü. Yine de tıpkı bizim gibi ne kadar dikkat kesilirse kesilsin bu titizlikle işlenen cinayetler için net bir fikir yürütemiyordu.
Cinayeti işleyen kişi hem tam bir psikopat hem de oldukça zeki biri olmalıydı. Ne arkasında bir iz bırakıyor ne de hakkında fikir yürütmemize mahal veriyordu. O sanki bizim gibi düşünüyordu. İşlediği her cinayetten arta kalan şeylerde bizim merak ettiğimiz soruları buluyor ve onların cevaplarını bir bir yok ediyordu.
"Bu on birinci ceset olduğu için bedeni bozulmaya başladı. Elimizden geldiğince cesetleri muhafaza etmeye çalışıyoruz. İşlenen cinayetler arasında belli bir zaman farkı yok. İlk başlarda oldukça seyrek ilerlediği için ayrı ayrı inceleme altına alındı ancak yediden sonra aradaki vakti kısalttı. On birden sonraki iki cinayeti sadece iki ay içinde işledi."
Tüylerim diken diken dinlemeye devam ederken aniden kapı açılınca irkilerek yerimde kıpırdandım. Sadece ben hareketlenmiş olsam da herkes irkilmişti. Loş ışık altında yoğunlaştığımız cesetten sonra böyle bir gürültü hepimizi korkutmuştu. Bu korkunun da ötesindeydi ama henüz bunu ifade edecek bir duygu yoktu.
İçeri giren Emre müdür beye hitaben "Efendim Profesyonel geldi," dedi. Emre'nin neden bu kadar gürültülü girdiğini yadırgamamak gerekiyordu. Başımızdaki bir musibet de şu hırsız çocuktu. Bölünen dikkatimle bir Emre'ye bir müdüre bakarken müdür hızla kollarını indirdi ve sanki yolunu uzun süredir kolladığı biri gelmişçesine hevesle Emre'ye doğru yürüdü.
"Buraya davet etsene, o da cesedi incelesin."
Dünkü jeneratör olayı çoktan unutulmuşçasına müdürden aldığı direktifle Emre geri dönecekken kapıda o göründü.
İlk haline nispeten tamamen farklı bir hava ile takım elbisesini giymiş, siyah ceketinin içindeki beyaz gömleğinin üsten birkaç düğmesini açık bırakmış ve aklıma mıh gibi kazıdığım siması olmasa asla tanıyamayacağım bir hale bürünmüştü. İlk başlardaki haline nazaran daha ciddi, daha efendi ve daha saygın birine dönüşmesi ben dahi herkesin dikkatini çekmişti. Gerçi ilk görüşümde de onun bir dolandırıcı olmasına ihtimal verememiştim ya da zihinlerimizdeki kalıba uyuşturamamıştım ama şimdi çok daha başkaydı.
O, hepimiz gibiydi...
***
Hemen birkaç dakika sonrasında cesedin etrafındaki halkamızı genişlettik, çünkü o dönüp duruyordu. On dakikadır cesedin etrafında inceleyerek dönüp genç uzmanın dediklerini dinliyordu. Her dönüşünde farklı bölgelere odaklanıyor ve baktığı yerleri ezberlercesine gözleriyle işaretliyordu. Ayakkabılarının çıkardığı tok sesi kulaklarımda yankılanırken herkesin ne kadar hâkim olsalar da bir şeyler çalabilme kabiliyetine sahip olan bu insandan kaçmanın mantıklı olmadığını düşündüğünü hissedebiliyordum. Ne olur ne olmaz diye her turda yanına geldiği arkadaşlarımdan biri belli etmeden biraz uzaklaşıyordu.
Haris, tüm halka içinde üçüncü dönüşünü tamamlayınca hemen benim çapraz tarafımda durdu. Halkaya dâhil olmak için hafif geri geldiğinde iyice yanıma sıkışmış olmasından rahatsızlık duyduğum için az yana kaydım. Kollarım diğer polisler gibi arkamda bağlı olduğu için küpelerimi koruyabileceğimi sanmıyordum ama koskoca jeneratörü çalan kişi gündüz gözüyle beni bile çalabilirdi.
Ben hafif uzaklaşınca bana baktı. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Bir şahin gibi hareket eden herhangi bir şeye programlanmıştı sanki. Bakışlarını hissetsem de ona bakmadım. Ondan uzaklaşmam pek tabii doğal bir şeydi. Birkaç saniye sonunda o da tıpkı müdür gibi kollarını önünde bağladığında "Son ceset nerede bulundu demiştiniz?" diye sordu.
"Alâeddin'de."
Yüzünü buruşturup kaşlarını çattı. "Zevksiz bir katile benziyor."
Cümlesi ile ben dâhil herkes ona baktı. O ise sadece bana bakıp göz kırptı.
Göz kırpmaktan daha önce bu kadar ürktüğümü hatırlamıyordum. Muhatabının direkt ben olması ise olası bir hırsızlıkta ilk kurbanının ben olacağım anlamına mı geliyordu acaba? Ne yaptım, çok mu hareket ettim yanında da dikkatini üzerime çekmeyi başardım? Ah Heyzır, yine belayı çağırmasan olmaz. Bu ürkünç göz kırpıştan sonra hızla önüme dönüp biraz daha ondan uzaklaşırken diğer yanıma gelmiş olan Onur'a çarptım.
"Sakarlığın üstünde yine Heyzır!"
Onur'un fısıltı ile beni azarlamasına tanık olduktan sonra bir kere daha ona baktım. Bize bakıyordu. Tüm bu gergin ortam içinde ne yapacağımı bilemezken Onur'un azarlarındansa ona biraz daha yaklaştım mecburen. Ondan kaçmaya çalıştıkça ona doğru itekleniyordum adeta.
"Yaşları ne doğrultuda ilerliyor?"
Müdür beyin sorusu ile nihayet dikkatlerimiz başka yöne çevrildi. Genç uzman elindeki dosyaya bakıp tek tek okudu.
"Yirmi yedi, otuz üç, on sekiz, kırk iki..."
On dört kurbanın da yaşını okuduğunda Profesyonel öne doğru bir adım attı.
"Yaş ile alakalı olduğunu sanmam," dedi cesedin gelinliğinin etek kısmının kumaşına dokunurken.
"Bu, katilin kendi iç dünyasıyla alakalı bir benzerlik. Kafasında bir kalıp var ve ona uyan herkesi öldürüyor. Ve bu ortak benzerlik içinde yaşın bir önemi yok."
Dikkatim cesetten Profesyonel'e kaydığında ellerini kumaş pantolonun ön ceplerine koydu ve yeniden benden tarafa gelirken bu sefer Onur'la aramdaki yere girdi. Biraz önceki atışma da kaçmamıştı gözünden. Ve şimdi Onur ile aramda o vardı, sanki kendisine yakın olmayı dilermişim gibi. Ona merakla bakarken bilerek yapıp yapmadığı konusunda arada kalmıştım. Benim gibi kollarını arkasında bağladı ve "Peki katillerin isimleri nedir?" diye sordu.
Uzman bu sefer de isimleri okumaya başladı.
"Hazan, Hediye, Handan, Hale, Hazal, Hande..."
Profesyonel 'in kaşlarının bir ipucu bulmuşçasına kalktığını gördüm. "İsimlere takıntısı var," diye mırıldandı. "O halde bir sonraki kurban aynı harfle başlayacak."
Çıkarımı ile ağrıyan boynumu sağ sol yapıp hafif kütlettim. Sadece isim çizelgesi bile gerilmeme yetmişti. Tedirgince bir yutkunuştan sonra önüme döndüm. Kendi ismim de h ile başlıyordu ve insan ister istemez endişeleniyordu. Bir polis bile olsanız, bazen, kafasında tüm insanlığı öldüren bir caniden kurtulmanız imkânsızdır.
"O halde son kurbanın araştırmasını yapmak için bir ekip istiyorum."
Müdür hızla Haris'e baktı. Ekip fikrini daha önce düşünmemiş olmalıydı. Hepimiz, hep birlikte bu işin içindeydik. Haris ise çemberi daraltmayı hedefliyordu. Aynı simalarla, aynı düşünceler ve aynı bakış açısıyla sürekli değişme mecbur bırakılmadan hızlı ve kesin bir çözüme kavuşturacak bir ekip...
"Kaç kişi istersin?" Müdürün sorusu hızla yanıt buldu.
"Gönüllü bir kişi, gönülsüz yüz kişi."
Müdür anlamamışça Haris'in yüzüne bakarken "O halde gönüllü olanlar bir adım öne çıksın," demeyi de ihmal etmedi.
Ben hala h ile başlayan isimleri düşünüyordum. Acaba alfabe sırasına da bakıyor mudur? Eğer böyle bir takıntısı varsa muhtemelen h harfinden sonraki sıralama da önemli olacaktır. Benim h, a ve devamında c geliyor. Oldukça baş harfler.
Bunları düşünürken "Tebrik ederim Heyzır," dedi biri. Düşüncelerimden soyunarak hızla müdüre baktım.
"Bu işi çözmeye kendini odaklandığın için ve cesaretin için tebrik ederim."
Ne olduğunu anlayamamıştım. Kendi kendime düşünürken katilin bir sonraki avının ismini bulmuştum acaba? Böyle bir şey olmadığını da etrafıma bakınca anlamış oldum. Halkadaki herkesin bir adım geri gittiğini benimse Profesyonel'le aynı hizada olduğumu gördüm. Herkesin bir adım geri gittiği o saniyelerde ben olduğum yerde kalarak gönüllü kişi olmuş çıkmıştım.
"Gönüllü olarak Heyzır yeter sanırım. Yeni olmasına bakma oldukça gayretlidir."
Müdü beni överken telaşla Haris'e baktım, gülümseyerek bana bakıyordu. Evrende şöyle bir kural olduğu çok açık. Kural şu, kırılma noktalarından birine denk gelirsen her zaman tersine gider işler. Misal, birinin peşinden gidersin ama o sana gelmez. Onu bıraktığın an bir kırılma noktası oluşur ve işler tersine çevrilerek bu sefer o senin peşinden koşar. Tıpkı benim başıma gelen gibi. Haris'ten kaçtığım şu an içinde hep benim peşinden koşuyor gibi. Her ne kadar ben asla onun peşinde koşmayacak olsam bile kırılma noktamızı gerçekten merak ediyorum.
Ne gibi bir günah işleyip de bu çocuğu peşime taktığımı düşünürken bana doğru çok az eğildi ve hırıltı ile seslendi.
"Küpelerin güzelmiş."
***
Çayhanede bir sağa bir sola adım atarken başıma defalarca vurup böyle bir saflığı nasıl yaptığımı düşünüyordum. O ara ne yapıyordum, ne düşünüyordum, aklım neredeydi, ne bu salaklık? Tek tehlike katil mi sanki? Orada burnunun ucunda paçasından tehlike akan biri arken nasıl gafil avlanırım?
"Şimdi ne yapacağım ben? Ne işim var benim bir yalancı ile birlikte?"
Dizlerimin üstüne çöküp ağzımdaki maskeyi çıkardım. Nefes alamıyormuş gibi derince bir iç çektiğimde katili bulmayı her şeyden çok istediğimi biliyordum. Eğer bunu bir hırsız ile yapacak olsam bile reddetmemeliydim ama...
Gidişata dair endişelerim varken nasıl iç huzuru ile devam edebilirim ki? Endişe ile başımı ellerimin arasında aldığımda kapı hızla açıldı. İrkilerek kapıya baktığımda ayağa bile kalkmadan telaşla bana bakan Meriç'i gördüm. Beni görmesi ile kaşlarını çatması bir oldu. Bu çatıklık sinirin neden olduğu bir durum değildi. Daha çok destek için güçlü durmaya davet eden bir jestti. Kapıyı kapatıp bana doğru yürürken ayağa kalktım ve bana gelişini izledim.
"Müdüre itiraz etmemiz gerektiğini söyledim. Hem sen yenisin hem de bu adama güven olmaz. Nerede ne yapacağı belli değil. Yalancının teki ne de olsa."
Umutla ona baktım. Ben de hiç istemiyordum. Korkuyordum en başta. Bunu dile getiremeyecek olsam bile Haris'ten korkuyordum. Eğer gerçekten profesyonelse bu onu hiçbir lafına güvenilmemesi anlamına gelmiyor muydu? Meriç'in sözleri çölde ikram edilen buz gibi bir bardak su misali sevindirirken hafif bir tebessüm yayıldı dudaklarımda. Hemen sonrasında da ellerini şefkatle omuzlarıma koydu.
"Sakın korkma tamam mı, ben bir yolunu bulacağım."
Başımla onu tasdiklerken duygulandığım için gözlerim yaşarmıştı. Elimin tersi ile onları kuruladığımda içimden tüm teşekkürleri Meriç'e sunuyordum. Şöyle ki; henüz tam manasıyla bu mesleğin ehemmiyetini kavrayabilmiş değildim. Hala daha içimde küçük bir kız çocuğu barındırıyordum. Bazen, aldığım eğitim de çektiğim onca zorluk da yerle yeksan oluyor, bana kabuğuna çekilmek için can atan henüz beş-altı yaşlarında bir çocuk kalıyordu.
Bilemiyorum belki de tam o zamanlarda kaybettiğim içindi babamı bu eksikliğim. Beni koruyup kollayan bir insanın gözlerimin önünde yok oluşunu seyrettikten sonra her an yapayalnız ve çaresiz kalacakmışım hissi sarıyordu bedenimi. İşte o zaman uzatılan ufak bir yardım eli bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu.
Meriç benden uzaklaşmadan kapı açıldı. Apar topar geri gittiğinde içeri müdür ve hemen arkasından o girdi.
"Burası da çayhane, genelde stajyer polisler tarafından idare edilir. Hazır gelmişken, ne içersin Heyzır hazırlasın."
Profesyonel bir bana bir Meriç'e bakarken sanki bir şeyler sezmişçesine hafif tebessüm edip gözlerini kıstı. Meriç'in itirazı üzerine müdürün geri adım atacağını düşünmem saçmalıktan ibaretti. Gönüllü olmuştum bir kere. İstemeden de olsa. Ve şimdi kendi tercihimi nasıl bir başkasına bozdurabilirim ki?
"Neden birlikte yapmıyoruz? Birilerinin bana hizmet etmesine alışkın değilim."
Ondan beklemediğim bir karşılık almamla neyi hedeflediğini düşündüm. Şayet profesyonel bir dolandırıcıysa asla ilk bakışta ve ilk deyişte gerçek niyetini açık etmeyecektir. Ne düşündüğünü anlamaya çalışırken gözlerimi kaçırıp başımı öne eğdim. Beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. Şimdiden kaynaşma peşindeydi öyle mi?
"Efendim size dediğim..."
"Meriç biz de alan bilgisi için on üçüncü kurbanın evine gidelim."
Müdür dinlemek istemiyordu. Dahası her daim sözlerine itibar ettiği Meriç'i hiçe saydıysa artık başka şansım yok demekti. Tüm umutlar suya düştüğünde Haris çayhanede gezinmeye başlamıştı bile. Kendinde emin adımları, etrafta gezdirdiği bakışları, her şeyi ama her şeyi beni rahatsız ediyordu. Arada bir kulaklarıma giden ellerim küpelerimin varlığını kontrol ederken git gide bana yaklaşıyordu.
Meriç gözleri bende kalarak müdürün emriyle çayhaneden çıkarken bir mani olup da gitmemesi için tüm duaları ettim ama nafileydi. O ikisi de gittiğinde biz yalnız kaldık. Ellerim tedirgin bir şekilde birbirine girmişken onun hemen yanımdaki tezgâha yaslanarak derin bir nefes alışını dinledim. Şimdi de bana bakıyordu. İnsanda nasıl da bir etki bırakıyordu böyle. Alnımdan akan terin varlığından bile şüphe ettiğim o anlarda gülümsemeye başladığını hissediyordum. |
0% |