@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳🔳
Yıldızı parlatmayı unutmayın 🌟
Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻
instagram ❤️ hakugu wat_profesyonel bbeyzasah
🔳🔳🔳🔳🔳
~Partnerin senin canının yarısıdır. Onun mutlu olduğundan emin ol ki, sen de mutlu ol~
İlk madde renklerin ülkesi Hindistan'dan!
Kırmızı, sarı, yeşil, mavi, mor ve pembeyi kucaklayan bu ülkenin aşka bakışı bambaşka. Rengarenk gülüşlerin, toz pembe hayallerin ve uçuşan şalların diyarı olan bu ülkenin maddesini ezberlemem birkaç saniyemi almışken tüm hazırlıklarımı yapmaya başladım.
Madem bu kitap elime geçmişti bir şekilde maddeleri yerine getirecektim.
Hazırladığım küçük valizin içinde çeşitli bitki çaylarından. Melisa, papatya, ıhlamur, yeşilçay, kuşburnu, böğürtlen, nane limon ve daha nicesi vardı. Kahvenin her çeşidi, çikolata, şekerleme, farklı türde kitap, güzel kokular, tütsüler ve daha bir sürü tuhaf şey...
"Grip olan arkadaşının burun akıntısının bu tütsülerle geçeceğinden emin misin?"
Annemin sorusu cevap verebileceğim türden değildi. Elimdeki son tütsüyü de valize yerleştirdiğimde kaçamak bir gülüşle fermuarını kapattım.
Zihnimde dönen erkekleri memnun etme maddelerinin hepsi tekrar tekrar ezberlenirken üniformamı son kez düzeltip evden çıktım. Annemi öpmeyi unuttuğumu fark edip geri döndüğümde kapıda beni bekliyordu. Yanaklarına hızlı iki öpücük kondurup gerisin geri merdivenleri inmeye başladım.
"Onu takdir edip, sözlerini onaylayacağım."
Ezberlediğim maddeleri parmaklarıma yerleştirirken kuşkuyla gözlerimi kıstım.
"Bunu bir yalancıya yapmam ne kadar doğru?"
Kuşkum hızla son buldu. Başımı iki yana sallayıp bu kötü düşüncelerimden sıyrıldım.
"Hayır hayır, Haris'i olduğu gibi kabullendim madem, kötü özelliklerini düşünmemeliyim. Bir şekilde onaylayıp, desteklemem lazım."
Elimdeki valizle emniyete girdiğimde bakışlar umrumda değildi. Giyinme odasına uğramadan ofise çıktım ve valizi masamın altına gizleyerek içeceklerden bir bölümünü alıp çayhaneye doğru yürüdüm.
Ne içeceğini bilmeden birçok çeşit hazırladığımda kahvelerden de yanımda bulundurup sıcak suyu hazır etmiştim. Sabah sabah sıcak bir içecek onu mutlu edebilirdi.
"İçecekler tamam, çikolata falan hazırlayayım biraz da. Ama ya henüz kahvaltı etmediyse? Çikolatayı yiyip yemediğine bakarım. Eğer yemezse o zaman düşünürüm. Evet, öyle yapayım."
Yeniden masama döndüğümde kapı açıldı. Korku ile gelen kişiye baktığımda telaşla elimdekileri ne yapacağımı bilemedim. Birkaç çikolata yere düşerken gelen kişinin Emre olduğunu gördüm. Korkudan elim ayağıma dolaşsa da hızla toparlandım.
Emre elinde tuttuğu çantanın kulbunu arkasından sarkıtmış sırtında taşırken diğer kolunu açarak gözlerini kapatıp gerindi. Erkenden gelmesi beni şaşırmıştı doğrusu. Gerçi bıkkınlıkla yürüşüne bakılırsa pek de isteyerek gelmiş gibi değildi.
"Günaydın Heyzır. Sabah sabah ne bu erkencilik?"
Asıl bu soru ona gelmeliydi ama sorusuna cevap vermeden ona doğru yürüdüm ve açtığım çikolatalardan bir tanesini ağzına attım.
"Hangisi daha güzel söylesene?"
Gözlerini hızla açıp ağzındaki çikolatayı yemeye başlarken "Ne yapıyorsun kız?" diye sordu. Esnerken ağzına çikolata attığım için kızmasını bekliyordum ama bir anda yüzü gevşedi.
"Bu bir madde mi yoksa?" diye sordu kuşkuyla gözlerini kısarak.
Neden bahsettiğini anlamadığım için kaşlarımı çattım.
"Şey yani, ehem. Eğer maddeler benim üzerimde deneniyorsa, kabul. Diğerini de ver," dedi diğer elimde tuttuğum çikolatayı gözleriyle işaret ederek.
Sütlü olanı da verdiğimde beklenti ile yüzüne bakıyordum.
"Bu daha güzel, yani bu beni daha mutlu etti," dedi, sonra da tuhaf bir şekilde göz kırptı. Göz kırpışının nedenini anlamasam da teşekkür ettim. Hayır normalde de tuhaftı ama sanki bugün daha ayrı bir tuhaftı. Muamma dolu bakışları arada ürperti hissi veren göz kırpışlarına ev sahipliği yaparken ona bakmamaya çalıyordum.
Emre'nin seçtiği çikolatayı ayırıp diğerlerini kaldırıp valize koydum. Elime aldığım çikolataya bakarak muhafaza altına aldım.
"Erkekler genelde bu çikolatayı seviyor demek ki. O halde kahvenin yanında onu vermeliyim."
Kendi kendime fikirler üreterek çayhaneye giderken Emre anlamadığım tuhaf kasıntılı tavırlarıyla beni takip etti. Yaptığım bitki çaylarından birini alarak özenle içip bol bol göz kırptı.
"Gözüne bir şey mi oldu?"
"Benim mi? Yo, ha evet. Bu da maddenin, şey yani tedavinin bir kısmı mı?"
Yüzümü buruşturarak ne demek istediğini anlamaya çalıştım ama o daha fazla batırmamak adına benden uzaklaşmayı seçti. Bence de uzaklaşmalıydı çünkü bugün bayağı tuhaf davranıyordu. Kesinlikle gözüne bir şey olmuş olmalıydı. Aksi halde sürekli kırpmasının başka nedeni olamazdı.
Emre çayhaneden çıktıktan sonra ben de peşinden masama doğru yürüdüm. Çikolata ve içecek tamam olduğuna göre şimdi sıra tütsülerdeydi. Kimisi mental rahatlık, kimisi hoş koku, kimisi güzel bir aroma veriyordu. Valizi açıp aldığım tütsülerden üçünü çıkarıp denemek için terasa doğru gitmeye başladım. Kapıdan çıkmadan önce Emre yine seslendi.
"Eğer bir şeye ihtiyacın olursa," tam bu noktada telefonunu salladı iki kere. "bi alo kadar uzağındayım, biliyorsun."
Bu güne kadar daha fazla uyumak adına nöbetini bana devretmek için araması dışında hiç aramayan çocuk mu söylüyordu gerçekten? Cidden ama cidden çok tuhaf davranıyordu. Bugün nesi var bu çocuğun böyle? Ne olduğunu anlamadığımı ve anlayamayacağımı belirtircesine başımı iki yana salladım ve kapıdan çıkıp gittim.
Terasa çıkan merdivenlerden hızlıca çıkarken Haris'in gelmemiş olması için dua ediyordum. Tütsülerin hepsini deneyip kokusu en güzel hangisi ise onu kullanmayı düşünüyordum. Biri mavi, diğer ikisi yeşildi ama yeşillerin şekli de farklıydı. Muhtemelen kokuları ve yaydıkları duman da farklı olacaktı.
Terasın kapısını açtığımda parmaklıklara yakın durup elindeki şeyi tüttüren Onur'u görmem bir oldu. Kaç defa içmemesi için uyarsam da dinlemiyordu. Beni görmesi ile yere atıp ayağı ile ezmesi bir oldu ama nafile, görmüştüm bir kere.
Gözlerimi devirip onunla ilgilenmeden bir köşeye geçip cebimdeki çakmağı çıkardım. Tütsülerden birini yakmaya hazırlanırken "Dur dur dur, ne yapıyorsun sen?" diye telaşla bağırdı Onur.
Yanlış bir şey mi yapıyordum? Yo, normal tütsüyü yakmaya çalışıyordum işte.
Hemen yanıma eğilip elimden çakmağı aldı ve kendi başka bir tütsü alarak "Bak şimdi, rüzgarı şöyle arkana alacaksın," dedi tam karşıma çömelerek. "Sonra şöyle ucundan yakacaksın, eğer yetişmeseydim elini yakabilirdin, inanamıyorum sana."
Afallamış bir ifadeden ziyade yüzümü ne şekle sokacağımı bilmeden Onur'a bakarken "Bilmem farkında mısın ama ilk defa çakmak kullanmıyorum," dedim elindeki çakmağı sertçe alarak.
"Maddeler ne kadar asabice böyle, elimi acıttın," dedi parmağını üflemeye başladığında.
Gerçekten Emre ve Onur'a ne olmuştu tam olarak böyle? Ne saçmalıyorlardı?
"Tütsüler işe yarıyor mu bari?"
"Hangi konuda?"
"Hani sigarayı bırakmamı istiyorsun ya, işte tütsüler diyorum işe yarıyor mu?"
"Ben ne bileyim?"
"Bi bilmiyorum havaları falan. Açıkça söyle, tamam tütsü falan kullanma elini yakarsın. Bırakmaya çalışacağım madem bu kadar istiyorsun. Gerçi sen de haklısın, ideal eşin tütün mamülleri gibi zararlı şeyleri kullanmaması gerek. Sonuçta pasif içici meselesi var değil mi? Ben de katılıyorum sana inan bana. Ve bu şekilde özen göstermen ayrıca mutlu etti beni, bil istedim."
Onur ayağa kalkıp tuhaf tuhaf ciddi konuşmalar yaparken onun yanında güvende olup olmadığım konusunda kararsız kalmıştım.
"Aslında daha önceleri dediklerini dikkate almıyordum ama şimdi düşünüyordum da sen benim sağlığımı düşünüyorsun. Hem hangi kız sigara içilen bir evde yaşamak ister ki? Anlıyorum yani. Ayrıca ben..."
Tütsülerimi göğsüme bastırarak Onur'un geleceğe dair ciddimsi konuşmalarını dikkate almadan çömelerek yanından uzaklaştım. Ayağa kalkmadığım için gittiğimi fark etmemiş olacak ki terastan çıktığımda bile ciddi konuşmalarına devam ediyordu.
"Bunların nesi var böyle?"
Arkama baka baka yürüdüğüm için ön tarafı tam göremiyordum. Adımlarım da hızlanınca biri ile çarpışmam kaçınılmaz olmuştu.
Yere saçılan tütsülerim kırılırken ben de sendelemiştim. Dahası çarptığım kişi kollarımdan tutarak beni dengede tutmaya çalışsa da bu bana çok daha tuhaf gelmişti.
Bunu herkes yapabilirdi peki ya Yağız?
Elleri kollarımı sıkıca tutup iyi olup olmadığımı kontrol ederken dahi şu temizlik hastası halinden eser kalmamıştı. Onu şaşkınlıkla izlerken "İyi misin?" diye sordu.
Artık başımı nasıl salladıysam dengem bir kere daha sarsıldı. Bugün kimse iyi değildi bence. Ya da sorun direkt bende mi ki? Baktım Yağız bana dokunmaktan imtina etmiyor ben çektim kendimi hızla.
"A şey, ocakta yemeğim, aman şey bakmam gereken dosyalarım var. Beni tuttuğun için teşekkür ederim Yağız. Aferin aynen böyle devam et ve üstlerini koru tamam mı?"
Ablası olduğumu belli eden bir tavırla omzuna iki kere vurdum ama bana mısın demedi. Obsesif kompulsif Yağız gitmiş dokunduğum her yeri sanat eserine dönüştürecek tuhaf bir çocuk çıkıp gelmişti.
Gülüşü yavaşça ürperti dolu bir ifadeye dönerken onun yanından da sıyrılmanın bir yolunu aramaya başladım.
Karşıda duran şeyi telaşla işaret ederek dikkatini o yöne çekmeye çalıştım.
"A bak temizlik arabası. Hem de içinde çeşit çeşit kimyasal var. Tüm mikropları öldürür, bizi de öldürür. Oh, kokusu buraya kadar geldi, seversin sen git kokla biraz."
İşaret parmağım ileriyi gösterirken onun dalgınlığından istifade koşarak kaçtım. Bu sefer arkama bile bakmadan koşarken bugün tersimden kalkıp kalkmadığımı düşünüyordum. Hayır öyle bir şey yaptıysam yatağıma dönüp yeniden kalkacaktım.
Herkesten kaçıp bir köşeye sıkıştığımda derin nefesler almaya devam ediyordum. Gözlerim etrafı dikkatle tararken içimden saymaya başladım.
"Önce Emre sonra Onur. Şimdi de Yağız. Bu kadarı da tesadüf olamaz kesinlikle bir şeyler var."
Kuşkuyla kıstığım gözlerimle başımı iki yana sallarken kaşlarım da çatılmıştı.
"Yoksa maddem yanlış tesir mi ediyor? Hint usulü Haris'e etki edeceği yerde diğerlerini mi çekiyor bana? Hayır Allah'ım, bu çok talihsizce. Dokuz maddeden biri giderse sekiz kalır, bu da şansımı iyice azaltıyor."
Saklandığım köşeden çıkıp ofise doğru yürürken başım yine yerdeydi. Hüzünlenmiştim. Bir yerde bir yanlış mı yapmıştım ki?
"Ama bir saniye, henüz Haris üstünde denemedim ki?"
Yeniden eski hevesime kavuştuğumda ofise daha büyük bir istekle girdim.
Beklediğim gibi Haris gelmiş masasına geçmişti. Hatta fazladan Meriç, Cihanşah ve Memati de gelmişti ama şu an tek önemsediğim Haris'ti, o da kırmızı bir elmayı kütür kütür yemekle meşguldü.
"Ne yapıyorsun sen?"
Tüm dişleri yeni bir ısırık için elmaya geçmişken parçasını koparmadan kötü bir şey yapmış da suçluluk psikolojisine giren bir çocuk gibi bana baktı. Sadece o değil, Meriç ve su almak için damacananın başında duran Cihanşah da çevirdi bakışlarını bana. Memati bile tırnaklarını törpülemeyi bırakıp gözlerini bana çevirdiğinde "Şey yani," dedim yutkunarak.
"İçeride bir sürü bitki çayı, kahve falan var. Neden onlardan biri ile uykunu açmayı denemiyorsun?"
Yapmacık kibarlığıma herkes inanmıştı ve işlerine dönmüşlerdi ki Haris de umursamazlığına dönüp elmasından yeni bir ısırık almak üzereyken "Bir elma her şeyden daha çok uyku açar, hem daha sağlıklı," dedi. Isırdığı lokmayı yemesine izin vermeden "Olmaz!" diye çıkıştığımda bu sefer Cihanşah aldığı suyu elinin titremesi ile biraz döktü.
Eli yanan Cihanşah tepkisini göstermeden edemedi. "Hadi ama Heyzır, ne bu ani tepkiler? Bırak çocuğu istediğini yesin."
Cihanşah'tan gelen tepki bana ulaşmıştı ulaşmasına da maddem çöpe gidiyordu göz göre göre. Gerçi bir erkeği mutlu etmenin yolu sadece mideden geçmiyordu. Hala şansım vardı değil mi? Lütfen öyle olsun.
Haris hazırladığım hiçbir şeyi yememişti. Ayrıca ne bitki çayı ne kahve herhangi bir şey de içmemişti. Elmasını çöpüne kadar yedikten sonra gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Umutsuzca çöken omuzlarımla masama doğru yürürken kapı açıldı ve içeri önce Onur sonra Emre en son da Yağız girdi. Gelmişti başımın belaları.
"Oh, mis gibi bir şey kokuyor burada. Acaba seçtiğim tütsü falan mı ki?"
Onur'un cümlelerini sadece ben anlarken herkes etrafına bakınmaya başladı. Evet bir tütsü yakmıştım ama bu Onur'un seçtiği değildi. Gözlerim hafifçe Haris'e kayarken yüzünü buruşturuşuna tanık oldum.
"Bence çürük bir şeyler kokuyor. Ya da sinek ilacı?"
Haris'in soru işaretleri ile dolu ses tonu bir kere daha yaptığım şeyin boşa gittiğini gösterirken tamamen tükenmişçesine masama yığıldım.
Biz kendi alemimizdeyken Meriç "Birazdan Ecmel'in görüşü olacak, hepimiz gideceğiz," dedi.
Diğerleri gibi başımı tasdik için sallarken o olayı nasıl atlattığımızı düşünmeden edemiyordum. Tam o anda Emre "Sahi tam olarak nasıl yakalamıştınız?" diye sordu.
Benim anlatacak hiç halim yoktu. Zaten Haris de bana bırakmadan saatler öncesini bir çırpıda anlatmaya başladı.
22 saat önce
Bir şeyin kötü olup olmadığını öğrenmek için ilk bakışınıza, ilk görüşünüze, ilk izleminize dikkat edin. Ön yargı gibi gelse de kulağa çoğunlukla ilk işaretlediğiniz şık doğru çıkar. İlk kez denediğiniz tarif daha güzel olur ve ilk olan birçok şeyin tadı bambaşka olur.
Çünkü algıların açıktır ve bir sonrakine kıyasla o ilk seferde daha çok şey fark edersin.
Karşılaştığın insanlara ilk önce ne hissettiğine dikkat et. Aklında canlanan silüeti kulak ardı etme ve tanımak için şans versen de zihninde kazınan o ilk röntgeni asla kaybetme.
Ecmel elindeki bıçağı dengesiz bir şekilde tutarken diğer kolu boşlukta sallanmaya devam ediyordu. İsterdim ki, ilk bakış açımızla kalsın ve şüphelerimizin üstüne gidip böyle bir riske girmeyelim. Ama olmadı, biz insanlara kötülüğü konduramadığımız safi yüreğimizle her defasında yanılırken, polis kimliğimize de zarar veriyorduk. Ön görüsü olmayan bir polis, vasfını hakkıyla taşıyabilir mi ki?
"Ben de tam kız kardeşine selam verecektim."
Haris şansını denemek için öne atılmıştı ama hiç de kibar karşılanmadı. Kadın biraz öncesine kıyasla daha katı bir bakışla gözlerini devirdiğinde yanındaki boşluğa "Hadi sen içeri geç," dedi. Birkaç saniye geçmeden elindeki bıçağı dikleştirerek "Siz de mutfağa, bana yardım edeceksiniz," dedi.
Direkt zarar vermesinden de bu daha makul gelmişti. Esasen bu kadın gerçekte de hastaysa belki zarar verme niyeti yoktur da?
Bu cümle aklımdan geçmişti ki Haris'in acı ile inleyişi doldu kulağıma. Hızla arkamı döndüğümde ayağının üstündeki bıçağı gördüm. Kadın sinirle bıçağı saplamıştı.
"Kedimin kuyruğuna bastın!"
Çok derin görünmese de Haris'in siyah çorabından sızan kan halının üstüne doğru akarken ayağının izi geçmeye başlamıştı. Canı her halükarda yanan Haris ayağını tutmak için eğildiğinde kadın kalktı ayağa.
"Haris! İyi misin?"
"Gelme! Sen de basacaksın şimdi, zaten veterinerden daha yeni geldi!"
Yerde hiçbir şey yoktu. Sadece halı ve döşeme. Var olduğunu sandığı kedi her neredeyse bizi oradan uzaklaştırmak için bıçağı havada sallamaya devam etti.
Kadının sadece gözlerini büyütmesi bile dehşet bir yüz ifadesine sahip olmasına yetmişti. Tel tel olan saçları başının etrafında kabardıkça kabarırken daha çok Haris'in üstüne doğru yürümeye devam etti.
"Onun canını yaktın! Kedim! Zaten! Hastaydı!"
Kelime kelime bağırışı zaten tuhaf yerleştirmiş mutfakta daha çok yankılandı ve beni tamamen köşeye sıkıştırmakta da gecikmedi.
Haris ayağına aldığı darbeyle yere eğildiğinde silahıma doğru götürdüm elimi. Parmaklarım silahın soğukluğunu kavramıştı ki geri çektim. Kadın Haris'e o kadar yakındı ki ateş etmem büyük riskti. Üstelik sürekli hareket halindeydi. Tek bir milim kaymada Haris'e zarar verebilirdim. Şu an için bu kadar ciddi bir kadar alacak durumda değildim.
"Hem kedimi ağlattınız hem kardeşimi. İkiniz de bana borçlusunuz artık. Neyle ödeyeceksiniz tüm bunları?"
Haris'in ayağından daha fazla kan sızarken kadının nefretini dinmek bilmeyeceğini fark ettim. Ben ondan bir iki metre uzaktaydım ama ya Haris? Her sinirlendiğinde ona zarar verecekti. Beklemek daha fazla acıdan başkası değildi. Tüm cesaretimi topladım ve köşeye sıkışmak yerine ona doğru yürümeyi seçtim.
"Bak Ecmel, önce bir konuşalım tamam mı?"
İsmini duyması ile bana dönmesi bir oldu.
"Ecmel?" Dudaklarındaki gülüş yüzüne yansırken bundan bir hayli mutlu olduğunu belli etmişti. Beyaz yüzündeki çiller ona ayrı bir güzellik katsa da gözlerinin rotasını şaşırmış uçak gibi sürekli farklı yöne kayması insanı huzursuz etmeye yetiyordu.
"Evet, ben Ecmel'im. Benim adım Ecmel."
"Evet. Adının Ecmel olduğunu biliyorum. Haris de biliyor. Üstelik çok başarılı bir mimarsın."
Haris'i işaret etmemle ondan biraz uzaklaşması bir oldu. Onu Ecmel olarak kabul ettiğimiz için mutlu olmuş ve biraz önce verdiği zarardan pişman olmuşçasına geri çekilmişti.
"Ah biliyorum biliyorum," dedi elleri ile saçlarını düzelterek. "Benim çalıştığım kafedeki duvarları hep ben yaptım. Görsen çok uğraştım. Zaten okurken de zordu ama mimar olmak için onca senemi vermişken tasarımlarla uğraşmak beni mutlu etmekten başka bir şey yapmıyor."
"Biliyorum," dedim ona doğru bir adım atarken. "gittim ve gördüm. Herkes senden övgüyle bahsediyordu. Ecmel ismi dillerinden düşmüyordu."
Cümlelerim her defasından onu daha fazla mutlu ederken bu kadının neden gerçek Ecmel'e bu kadar taktığını düşünüyordum. Aralarında ne olmuştu da böylesine kendinden geçmişti? Gerçek ismi tamamen silinmişti zihninden. Bu dava sadece bu kadını yakalamakla bitmeyecekti anlaşılan. Gerçek Ecmel'i konuşturup ikisinin arasındaki bağı bulmalıydık. Aksi halde geçmek bilmeyen bir hayal dünyası bu kadın ölene kadar devam ederdi.
Kadın gözleri kapalı kendini övmem için devam etmemi beklerken ona tamamen yaklaşmıştım. Elindeki bıçağı alıp onu etkisiz hale getirmeyi planlıyordum.
"İkisinde de çok uğraştım. Üstelik geceleri hep düşünüyorum. Tasarım gerçekten zor bir şey. Gerçi kız kardeşim var ve kedimle birlikte hayat çok daha keyifli geçiyor."
Gözleri hala kapalıydı ve her defasında başını tasdik için sallayarak daha fazla benzerlik istiyordu.
"Biliyorum Ecmel, üstelik o güzel tasarımların aynısı evinde de var. Gerçekten kafedekiyle neredeyse aynı işçilik gibi duruyor."
"Kafedekiyle aynı..."
Aniden açtı gözlerini ve yüzündeki mutluluk ifadesi bir anda nefretle gölgelendi.
"Aynı gibi duruyor derken? Farklılık mı vardı?"
Fena halde pot kırmıştım. Zihnimde kabul edilmeyen şeyi söylerken illa ki yanlış şeyler çıkıyordu ağzımdan. Bir çuval inciri berbat etmişçesine ne yapacağımı düşünürken kadın elindeki bıçağı yeniden hatırlamışçasına sıktı. Biraz önce ona çok fazla yaklaşmamın dezavantajı ile bana doğru kaldırdı kolunu.
"Heyzır!"
Bıçak boyun seviyeme gelmişken Haris'in aşağıdan müdahalesi ile benden uzaklaştı. Bıçak ban değil Haris'e isabet etmiş bu sefer de bileğini kesmişti. Bir kere daha yara alan Haris büyük acı duysa da kadını yere kapaklamayı başarmıştı.
Ben de hızla üstüne çıktığımda arka cebimden çıkardığım plastik kelepçeyi bileklerine taktık.
"Bırakın beni! Daha yapacağım tasarımlar var. Siz ne anlarsınız sanattan? Bırakın dedim."
"Konuşma seni manyak!"
Bileklerini tamamen bağladığımdan emin olduktan sonra Haris'e döndüm hızla.
"Yaralandın."
Önce ayağına sonra bıçağın isabet ettiği bileğine baktım. Kanıyordu ama ayağı durmuş bileği de çok derin değildi.
"Temizlenmesi gerek."
"İyiyim ben, sorun yok."
"Her defasında aynı şey. Tam tüm bağları kopardım diyorum yeniden başlıyor. Asıl paradoksa sen mi tuttun beni nedir? Acımasız davranmak istesem de acıma sızmayı başarıyorsun bir şekilde."
Kendi kendime konuşurken cebimden bir peçete çıkarıp bileğine sarmaya başladım.
Dediklerimi anlamamışça kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu.
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Boş ver." Sertçe bastırdım çiziğe.
"A!" Acıtmıştım anlaşılan. Sıkıca bağlarken daha da sıktım.
"Heyzır acıyor ama."
Ters ters baktım yüzüne.
"Bazılarımızın sadece çizikleri acıyor neyseki."
Yüzü daha fazla buruştu. Dediklerimi pek anlıyor gibi değildi. Fakat anlamıştı aslında.
"Bak, dünün acısını çıkarıyorsan başka zaman yap olmaz mı? Şu an hiç zamanı değil," dedi yerdeki kadını ve kanlar içinde kalan kendini ima ederek. Ona cevap vermedim. Herhangi bir açıklama da yapmadım. Sessizce pansuman yapmaya devam ederken içimden söyledim söyleyeceklerimi.
İntikam falan almayacağım. Bazen gerçekten çocuksu davranıyorum. Sen benim kaçıncı defa hayatımı kurtarmışken hala daha senden ilgi bekliyorum. İntikam almayacağım. Dünü de unutacağım. Sen olmasan hayatta olamayacağımı bile bile senden nasıl intikam alabilirim ki?
Telefonumu çıkarıp Emre'yi aradım. Çağrı sesim yakınlardan gelince buralarda olduklarını anladım. Kapıya yönelmemle zilin çalması bir oldu. Gelmişlerdi.
Açılan kapıdan endişe ile giren Emre ve takviye ekip hızla evi emniyete almak için pozisyon alırken çoktan etkisiz hale getirdiğimiz kadını da alarak kontrole başladılar.
"İyi misin Heyzır, bir şey oldu mu?"
"Ben iyiyim, Haris yaralandı."
Emre benden sonra telaşla mutfağa geçip yerde yatan Haris'e baktı.
"Dostum bu ne hal? Arkamı dönmeme gelmiyor."
Emre yere çömelerek takviye ekipteki sağlıkçı ile Haris'i tedaviye başlarken onları izledim bir süre.
"Heyzır hadi sen bekleme, git dinlen biraz. Gerisini ben hallederim."
İtiraz edecek değildim. Hem bitkin hem de açtım. O ikisi olayı konuşurken daha fazla içeride kalmadım ve ekipler işlerini hallederlerken evden çıktım.
Dünden kalma gibiydim ama daha çok kendime kızmaya başlamıştım. Bunca zıt özelliğe rağmen Haris gibi birine tutulduğum için kendime kızıyordum.
Onu unutmaya çalışsam?
Her gün yüz yüze bakarken nasıl olacak ki?
Ondan nefret etmeye çalışsam?
Hayatımı defalarca kez kurtarmışken nasıl olacak o?
İşi mi bıraksam?
Onu sevmek neden bu kadar zor...
Aklıma geldikçe içim yanıyordu. Bu, anlatılamayacak kadar tuhaf bir durumdu. Yanındayken kıpır kıpır değildi içim. Rahattı. Neden uzaklaştıkça içimde bir acı başlıyor ki?
Geri dönüp binaya yeniden baktım. İçerideydi. Çizmelerim buz tutmuş kaldırımın üstünde kütür kütür ses çıkarırken yeniden önüme döndüm ve yürümeye devam ettim.
Ecmel davası da kapandığına göre artık rahattık. En azından bir sonraki vakaya kadar.
Sabah hüzünle yürüdüğüm bu kaldırımı biraz daha farklı hislerle inerken artık eve gitmeyi düşünüyordum. Emre gerisini hallederdi.
Durağa geldiğimde duran otobüse bindim ve tekli koltuklardan birine oturup başımı cama yasladım. Son zamanlarda hiç kendimde değildim. Bu işin bir çaresine bakmalıyım.
Ya Haris'i kabul etmeli ya da tamamen kendimden uzaklaştırmalıyım. Bu şekilde ikilemde kalamam.
"Ama anne düşebilir, kendini yaralayabilir, yerde süründüğü için çok üzülebilir."
"Yine de ona bir şans vermelisin."
Konuşmalar kulağıma dolunca hemen yan tarafımdaki ikili koltukta oturan anne oğula baktım.
İkisi de güzel giyimli, hoş gülüşlü, sarı saçları ile parlıyorlardı. Kadın sırtını pencereye dönmüş oğluna doğru yönelmişti. Koridor tarafında olan küçük çocuk altı yedi yaşlarındaydı ve o da annesi gibi çok tatlı görünüyordu. Kucağında tuttuğu kedinin bir ön bacağı sargılıydı. Dahası arka bacaklarından biri de yoktu.
"Unutma oğlum, bu dünyada iki çeşit insan vardır. Birincisi, bu kediye zarar verenler gibi yapılan kuleyi yıkan sevgisizler."
Demek bacakları kesilmişti zavallıcığın. Bu dünya gerçekten nasıl bir yer olup çıkıyordu? Bu yavru kedi ne yaptı da sana bunu yapabildin? Bunu sorsam tatmin edici bir cevap alamayacaktım muhtemelen. Başımı hüzünle iki yana sallarken kadın devam etti.
"İkincisi de senin gibi yıkılan kuleleri yeniden inşa edip insanlığa sevgiyi aşılayan iyi kalpliler. Bu kedi seni asla unutmaz ve unutulmamak emin ol dünyadaki en güzel şeyler biri."
Kadın oğlunun saçlarını güzelce okşarken "Hadi şimdi ona bir şans ver. Bırak, verdiğin şansı değerlendirsin," dedi.
Nedense bu cümleler sanki bana da geliyordu.
Bir şans ver...
Çocuk kediyi kucağına bıraktı.
Bırak şansını değerlendirsin
Önce sendeledi yavrucak. Çapraz kesilen bacakları dengesini mahvetse de pes etmedi.
Sen zavallı değilsin ama yanında gelen arkadaşın zavallıydı.
Yürümeye başlayan kedi önce oğlanın sonra da annesinin sevinçle gülmesine neden olurken ben de onlar gibi gülümsedim. Çok fazla alanı yoktu. Çocuğun dizlerinin üstünde bir iki adım atmıştı ama o yetmişti hem onlara hem de bana.
Başımı yeniden cama yaslayıp, alacağımı almışına düşüncelerimi netleştirdim.
Bir şans vereceğim Haris'e ve sonuna dek gideceğim. Bunca zıt özelliğine rağmen hayatta kalmama neden olan insanı elimin tersiyle itmeyeceğim.
Umutla gülümseyip evimin olduğu durağa geldiğimde indim ve siteye mutlulukla girdim.
Çıktığım merdivenlerden sonra zil sesi Turhan'ı rahatsız etmesin diye kapıyı sessizce açtım. Annem sanki beni bekliyormuş gibi mutfaktan mutlulukla gelirken "Canım, geldin mi?" diye sordu.
"Evet anneciğim."
Uzun süredir görüşmüyormuşuz gibi sıkıca sarıldığımızda "Sen gittikten sonra çok üzüldüm," dedi.
"Neden ne oldu?"
Hala sarılırken elleri saçlarımda gezindi.
"Seni zorluyormuşum gibi oldu ve kendi kendime çok kızdım. Kendini kötü hissettin mi? Gerçekten amacım seni kırmak değildi. Sadece, sadece mutlu ol istedim."
Annemin sesi ağlamaklı bir hal alırken yavaşça kollarımı gevşettim ve yüzüne baktım. Gerçekten de gözleri nemlenmişti. Gülümseyerek baş parmaklarımla kuruladığım gözlerinden sonra şefkatle kaşlarımı kaldırdım.
"Hiç de üzülmedim. Seni anlıyorum ben."
Bunu söyledikten sonra daha çok yaş aktı gözlerinden. Bu dünyada, beni en çok anlayan, en çok sahip çıkan ve en çok seven insan ellerimin arasında ağlarken mutlu olmam mümkün değildi.
"Ah, kusura bakma. Duygusallığım tuttu."
Geri çekildiğinde gülümsüyordum.
"E hani seninkiler ne oldu? Buluşma için kimse beni aramadı."
Annemin peşinden mutfağa giderken "Sorma," dedi sinirle. "kadın iyiydi de, oğlanın soruları yüzünden iptal ettim her şeyi."
"Niye? Ne oldu ki?" Masanın üstündeki şekerlemelerden bir tane ağzıma attığımda merakla dinliyordum.
"Eğer bana bir şey olursa Turhan'ı verebileceğiniz bir akrabamız var mı diye sordurmuş annesine."
"Ne?"
Az kalsın şekerleme boğazıma kaçıyordu.
"Bu nasıl bir soru?"
"Az kala senin başını ağrıtıyordum. Ama bir daha tövbe, sen istemedikçe asla biri için zorlamayacağım. O yüzden pişman oldum ya zaten."
Gülümseyerek yeni bir şekerleme ağzıma attım. "Her şerde vardır bir hayır. Sen sıkma güzel canını."
"Pek bi ümitli konuştun. Yoksa sizin emniyette biri mi var?"
Üstüme doğru geldiğinde bu sefer sahiden kaçtı şeker boğazıma. Kendimden geçercesine öksürürken annem yine pişmanlık krizine girmişti.
"Ah benim şu uzun dilim. Ne oldu sanki biraz sonra sorsam? Kız şeker yiyor işte az bekle. Ah ah!"
Anneme gülmemek için zor tutarken bir yandan da öksürükle mücadele ediyordum. Gün biterken ben, düne nispeten daha umutlu, daha mutlu ve daha huzurluydum.
🩸🩸🩸
Sona eren Ecmel davasından sonra kendimi maddeli kitabıma vermiştim ki işler her zamanki gibi birbirine girmeye devam etti.
"Müdür birazdan aylık toplantı için gelecek, sunum ve raporlarınızı hazırlayın."
Meriç açıklama yaptığında hepimiz bir aylık rapor tuttuğumuz defter ve dosyaları hazırlamaya başladık. Masamın üstüne koyduğum kalın dosya benim bu ay ne kadar çok emek sarf ettiğimin işaretiydi.
Önce Gelinlik davası sonra Balkabağı davası. Aralarda çözülen daha az karmaşık davalar ve en son bir çözüme kavuşturulamayan Ölü yiyenler davası. Bu davanın üstü öyle çabuk kapatılmıştı ki dikkatimi çekiyordu. Yine de sanki benden başka kimse umursuyor gibi değildi. Herkes sessizken benim bağırmam ne kadar doğru olurdu bilmiyorum. Eğer bir şey yapacaksam da sessizce yapmalıydım.
Onur ve Emre hazırladıkları dosyalarla benim masama doğru gelirlerken kendi dosyalarımı elimi alıp onlara baktım. İkisi de ayrı ayrı tuhaf gülüşleri ile bana bakıyorlardı.
"Heyzır eğer sende eksik bilgiler varsa, ehem..."
Onur dosyasını bana atarcasına verdiğinde Emre sinirle ona baktı. Ben daha dokunmadan Onur'un dosyasını alıp "Asıl ben en başından beri takip ediyorum, eğer eksiklerin varsa benimki daha etkili olacaktır," dedi ve kendi dosyasını bıraktı.
Haris elindeki dünya küresini çevirirken bize şaşkınlıkla bakıyordu. Ayağı ve bileği sargılıydı ancak o yine de emniyete gelmeye devam etmişti. Onun şaşkınlığının aynısı Meriç'te de varken ben sabahtan beri böyle olan Emre ve Onur'dan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Bunlara ne olmuştu böyle ya?
"Şey, ikinize de teşekkür ederim ama benim dosyam hazır," dedim elimdeki dosyayı havaya kaldırarak.
Memati kendi köşesinde kıs kıs gülerken masasındaki pembe dosyasını kaldırıp bana doğru geldi. Kıvrak hareketi ile masamın ucuna oturdu ve kendi masalarına doğru giden Emre ile Onur'un arkasından bakarak bana doğru eğildi.
"Ay şekerim dikkat et, bu ikisi bu aralar seni kafalarına taktılar. Onlarla fazla yalnız kalmamaya dikkat et benden söylemesi."
Başımı tasdik için sallarken "Haklısın," dedim. "Bugün Yağız da bir tuhaftı. Bu ofiste şu an en çok sana güveniyorum."
Son cümlemle kaşları çatılırken hafifçe benden uzaklaştı.
"Yoksa?"
Telaşla attığı çığlığı ellerini nereye koyacağını bilemeden yürüyüşe dönmüştü.
"Sen pembeyi sevmiyorsun bile!"
Durup arkasından bağırdığında elimde sağlam olarak kalan son kişiyi de kaybettiğimi anladım. Her ne oluyorsa hepsine birden olmuştu. Bir tek Cihanşah ve Meriç'te görmemiştim. Eh bir de Haris tabii.
Elindeki dünyayı hızla çevirip arada bir öylesine durduruyor ve seçtiği ülkeyi kağıda yazıyordu. Gözünün önünde yaşanan her şeyi esefle salladığı başı ile seyrediyor ve bize acınası bir şekilde bakıyordu. Muhtemelen nasıl polis olduğumuzu düşünüyor ve emniyetin geleceği için içten içe endişe duyuyordu.
Daha fazla zorlamanın bir anlamı olmadığını düşünerek 1. maddeden vazgeçtim. Anlaşılan Hint usulü bana iyi gelmemişti. Kitabın ilk maddesini es geçip hazırladığım valizi de saklamaya çalıştım. Yaptığım her şey ters teperken müdürü beklemeye ve 2. maddenin işe yaramasını diledim.
🩸🩸🩸
Öncelikle biraz geciktik, bunun için üzgünüm. Normalde bölüm günlerinde sınır geçilmişse şayet saat 20.00 gibi yayımlamaya çalışıyorum. Bu sefer biraz geciktik. Kusura bakmayın tekrardan.
İkinci olarak bu seriyi yazmak bazen gerçekten çok zor oluyor ama sizin bir mesajınız, bir cümleniz hatta bir kelimeniz bile yeterli oluyor beni teşvik etmek için.
Tam yazmaktan vazgeçtiğim bir anda biriniz "başından beri okuyorum ve hiç sıkılmadım" yazmış. Bunu okudum ve bölümü rahatça tamamlayabildim. Bu yüzden lütfen beni teşvik etmeyi unutmayın.
Fakat ben çok iyi biliyorum ki bu seri bitince sevenleri çok olacak. Ama asıl önemli olan yazılırken yanımda olanlar. Şimdi mümkünse şu an, ben bu kitabı gerçekten zor şartlar altında yazarken bana destek olanların isimlerini ve soy isimlerini alabilir miyim? Şayet basılırsa sizin isimlerinizi de geçireceğim. Basılı eserde özel teşekkür yerinde bulunacaksınız. Eğer basılması uzun sürerse de bu kitap bitince son söz bölümünde yine özel teşekkür için isminizi geçireceğim. Her şekilde size teşekkür edeceğim.
Teşekkür ederim ❤️
İyi ki varsınız ❤️
Herkes gidip, her şey bittiğinde yanımda gibi gözükürken sizler asıl vefayı gösterdiğiniz için.
Bu kitap hepimizin. Bu karakterler hepimizin. Ve bu başarı da hepimizin olacak.
Yeni bölüm +1000 yorum ile Çarşamba günü gelecektir.
Sevgilerimle
haku 🤍 |
0% |