@hakugu
|
"Bir gün tüm ruhlar toplanacak ve geçmişlerini izlemek için dünyayı elleriyle döndürecekler bir kere. Bir kere duraksayacak dünya. İşte o zaman, bizim hikâyemiz başlayacak..."
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
"Bir anda ortadan kaybolan hayali dostun, tuhaf ayak hareketlerin, verdiğin ip uçlarınla sen bize tam olarak ne anlatmak istiyorsun?"
Kadın gözlerinden boşalan yaşla bize bakarken Haris'in sorusuna cevap vermemişti.
İçeri giren herkes bir kez de olsa kadını baştan sonra inceleyip öyle kenara geçiyordu. Ben hala masada oturmaya devam ederken öne doğru bir adım atan Onur "Bak burası polis merkezi, korkmana gerek yok. Anlat her şeyi," dedi. Ses tonu nazikti ama kadın ağlamaktan ötesine geçemiyordu.
"Dinlenildiği için rahat hissetmiyor bence."
Emre'nin fikri ile kadın ona baktı ve başını hızlı hızlı salladı. Emre haklıydı.
"Konuşamıyorsan, yazabilirsin."
Benim cümlemden sonra da bana bakmıştı. Masadan kalktım ve cebimdeki bot defteri ile kalemi önüne uzattım.
"Yaz hadi. Her şeyi yaz."
Kadın bir kere daha başını sağa sola salladığında Meriç düşünceli bir şekilde kollarını önünde birleştirdi. Herkes çaresizce kadına bakmaya devam ederken o kendinden geçercesine ağlamaya devam ediyordu. Mutlaka bir şeyler vardı ama anlatmaya korkuyordu. Topuğuna yapıştırılan çipe kadar ne tarz işkenceler yaptıklarını bilmiyorduk. Bu yüzden üstüne gitmedik ve sorguyu orada keserek kadını hücrelerden birine aldık. Demir parmaklıklar ardına geçse de ağlaması durmamıştı. Hüzünden ziyade korkuyordu. Gözlerindeki korku beni bile ürkütmüşken onu orada bıraktım ve üst kata çıktım.
Bizimkiler hala sorgu odasındalardı. Meriç masaya oturmuş aldığı notların üstünden geçerken Onur Emre ve Haris üçlü grup kurmuş konuşuyorlardı. Yağız gitmişti ve onun yerine Cihanşah gelmişti.
"Heyzır hadi eve gidelim."
Emre'nin teklifini kibarca reddettim.
"Teşekkür ederim, bugün emniyette kalacağım."
"Hadi ya. Onur sen?"
"Ben de bugün eve gitmeyeceğim. Doldurmam gereken dosyalar var."
"Haris?"
Haris'le söz geldiğinde göz göze geldik. Benim niye kaldığımı merak ediyor gibiydi ancak "Gidelim," dedi. Belki de ben yanlış anlamıştım. Merak falan etmemişti. Başımı yere indirdiğimde Meriç "Heyzır revir boş. Uyumak için orayı kullanabilirsin," dedi.
Minnetle Meriç'e bakarken "Teşekkür ederim," dedim. Gece boyunca eski kayıtları inceleyip Ecmel'in davasına benzer bir dava var mı diye araştıracaktım. Muhtemel çalıştığı kafeye gitmeden bir sonuca varamayacaktık ama yine de ön araştırma her zaman işe yarardı.
Herkes dağıldığında birinci kattaki lokale indim. Atıştıracak bir şeyler almak için Meliha teyzenin olduğu yere gittim. Tüm polisler sıraya girerek buradan ücretsiz yiyebiliyordu ancak ben sıraya girmeye gerek kalmadan direkt giriyordum.
Meliha teyze otuz yıldır buradaydı. Çok yaşlanmasına rağmen el lezzetine alışan emniyet çalışanları onu bırakmıyordu. O da genelde kendini çok yormayacak şekilde bize yemek hazırlıyordu. Zamanla asistanları ve yardımcıları çoğaldığı için işi kolaylaşmıştı. Ancak bazen çok yorulduğu günlerde onu halsiz bir şekilde otururken görüyordum. Yine de işi bırakmayı bir an olsun düşünmüyordu.
"Meliha teyze?"
Kapıyı yavaşça tıklatıp açtığımda içerisinin sessiz olduğunu gördüm. O halde mutfakta çalışıyor olmalıydı. Beklemeden mutfağa geçtiğimde burnuna patates kızartması kokusu doldu.
"Meliha teyze?"
"Yavrum, ne zaman geldin sen?"
Gidip hemen arkasından sarıldım. Böyle ton ton bir teyzeydi, insan sarılınca yumuşacık oluyordu. Yaşlansa da hala çok tatlı bir yüzü vardı.
Eğilip yanağına bir tane öpücük kondurduktan sonra tezgaha sırtımı yaslayarak ona baktım.
"Gitmemişsin?"
"Gider miyim hiç? Sen nöbete kalacakmışsın."
Kızarttığı patateslerden bir tanesini ağzıma attığımda şaşkınlıkla baktım.
"Nereden haberin oldu?"
Patatesi küçük ısırıklarla yerken kilerin kapısı açıldı.
"Meliha teyze bu domatesler biraz..."
Haris kucağındaki leğenle gelirken göz göze geldik. Sargılı koluna dokunmadan tutmaya çalışsa da bir hayli zorlandığı belliydi. Şaşkınlığım daha çok artarken "Haris?" diye sordum.
"Eee, evet?"
Leğeni geri götürmek ve iler gitmek arasında kalan Haris en sonunda bize doğru gelmeye karar verince yaşlandığım tezgahtan ayrılıp ona doğru bir adım attım.
"Sen niye gitmedin?"
"Gitmeyecektim ki zaten."
"Ama yukarıda gideceğim demiştin."
"Gidecektim ama Meliha teyzeden işittiğim birkaç hikaye beni kalmaya sevk etti."
"Hikaye mi?"
Beklenti ile Meliha teyzeye baktığımda yeni patatesleri çıkarıyordu.
"Ne hikayesi Meliha teyze? Kaç aydır buradayım bana hiç anlatmadın aşk olsun?"
"Yavrum Haris oğlum soru sordu ben de cevapladım. Sana da anlatırım merak etme."
Gülümseyerek ocağın altını kapattığında hazır masaya doğru yürümeye başladı. Bize özel kahvaltılık bir şeyler hazırlamıştı. Peynir, salatalık, Haris'in getirdiği çeri domatesler, patates ve birkaç şey daha.
Hep birlikte masaya oturduğumuzda "E hadi anlat bakalım, neymiş o hikaye?" diye sordum.
"Ben," dedi Haris masaya doğru eğilerek. "Çok tuhaf bir şey öğrendim."
Ben de onun gibi eğildiğimde Meliha teyze biri var mı diye sağa sola baktı.
"Engerek zehri diye bir örgüt."
"Örgüt mü?"
"Evet. Sizin şahsi dosyalarınızı karıştırırken buldum. Çok fazla bir bilgi yoktu ancak çok tehlikeli bir örgüt olduğundan adım kadar eminim. Ciroları son yirmi yılda milyonlarca kat artmış. Bu kadar parayı asla sıradan bir topluluk elde edemez."
Kaşlarım çatık bir şekilde dinlerken daha önce hiç duymadığım bu şeyin ne olduğunu merak etmeye başlamıştım.
"Emre ile eve giderken Meliha teyze birer bardak çay ikram etti. Çayları içtikten sonra Emre gitti ben de merak ettiğim için kendisine sordum."
Bu noktada Meliha teyze ile göz göze gelmiştik.
"O neredeyse otuz yıldır burada. Eğer böyle bir örgüt varsa mutlaka emniyetin haberi olmuştur. Ve emniyetin haberi olduysa mutlaka birilerinin aklında kalmıştır diye düşündüm."
Haris bir çatal patatesten alıp ağzına attığında Meliha teyzeye baktım.
"Böyle bir şey duydun mu gerçekten?"
"Valla kızım ne yalan söyleyim. Bundan yirmi sene önce böyle bir şey dönüyordu etrafta. Hatta bazı polisler de bu örgüte üye diye kulaktan kulağa yayılıyordu."
Meliha teyzeye ürperti ile bakarken hem Haris hem de benim iştahımız kaçmıştı. Bakışlarım Haris'i bulduğunda o da bana bakıyordu.
İkimiz de bize bu kadar hazırlık yapan yaşlı kadını geri çevirmek istemedik ve iştahımız kesilse de kendimizi zorlayarak hazırladıklarını yemeye başladık.
🩸🩸🩸
Meliha teyzenin yanından ayrıldıktan sonra Haris'le birlikte yürürken saatin gece ikiyi geçtiğini gördüm. Boş koridorda yürürken ileride tanıdık bir simayı gördüm. O da beni görünce hevesle yerinden kalkıp gülümsedi.
Birkaç gün önce emniyete gelerek pembe toka getiren kadındı bu. Bu sefer elinde başka bir şey vardı ama ilk gördüğüme nazaran daha da zayıflamıştı sanki ya da bana öyle gelmişti bilmiyorum.
"Gece gece rahatsız ettiğim için çok özür dilerim Polis Hanım."
Selamına karşılık olarak eğilerek selam verdim ve bana uzattığı elini tutarak şıktım hafifçe. Haris de benimle birlikte durduğunda kadının kim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Ben birkaç delil daha buldum da size getirmek için yola çıktım."
Kadın elindeki pembe ruju bana uzatırken mahçup hissediyordum kendimi.
"Ah, kusura bakmayın sizin isteğiniz aklımdan çıkmış. Başka bir dava ile ilgileniyorduk da."
"Biliyorum biliyorum. Sizin ne kadar yoğun olduğunuzu çok iyi biliyorum. Özellikle Haris Bey ile ne kadar çok çalıştığınızı çok iyi biliyorum."
İsmi geçince duvarlarla bakışmayı bırakıp kadına dönen Haris afallayan bir tatlılıkla kendini işaret etti.
"Ben mi?"
Yüzü o kadar tatlı bir şaşkınlığa bürünmüştü ki, ben de onun adına çok sevinmiştim. Kendine konduramıyor olsa da bu başarı tek benim değildi. En büyük ona aitti. Her ne kadar insanlar onun hakkıyla övgü almasına bile izin vermese de öyleydi.
"Evet, siz Haris Bey."
"Şey, Bey değilim ben."
Başının arkasını kaşıyarak utangaç bir tavırla yere indirdi bakışlarını. İnsan alışkın olmayınca duyduğu ilk iltifatla bu kadar mı tatlı olur?
Haris'e gülümseyerek bakarken "Sizin ikinizin ismi her ne kadar çok geçmese de halk biliyor. Tüm Türkiye sizin hem Gelinlik davasını hem de Balkabağı davasını çözdüğünüzü biliyor. Eminim daha birçok davayı çözüme kavuşturmuşsunuzdur ama halka doğru haber yapılmıyor ne yazık ki."
"Bizim övgüye ihtiyacımız yok hanımefendi, biz sadece işimizi yapmaya çalışıyoruz. Eğer bunda başarılıysak ne mutlu bize."
Kadın beni dinlerken yavaşça gözyaşlarına boğuldu. O ağlarken ben de kendimi kötü hissetmiştim.
"Ben ne yapacağım şimdi Hacer Hanım? Kocam kaç gündür eve gelmiyor. Gelince de üzerinde hep bunlardan buluyorum."
"Eviniz neredeydi tam olarak?"
"İstanbul'dan yeni taşındık."
"Eşiniz ne iş yapıyordu peki?"
"Polisti."
"Polis mi?"
Şaşkınlıkla sorduğumda Haris de kaşlarını çatmıştı. Ellerini pantolonun ön ceplerinden çıkarıp arkasında bağladı. Bu genelde işler tuhaflaştığında yaptığı bir şeydi.
"Lütfen onu bulun polis hanım, lütfen."
"Siz merak etmeyin." Kadının omuzlarını şefkatle tuttum. "Ve metanetli kalmaya çalışın. Eğer polisse onu bulmamız uzun sürmez."
"İnşallah, inşallah. Kızım gibi onu da kaybetmek istemiyorum."
Kadın daha fazla ağlamaya devam etmesin diye ona güven verip emniyetli bir şekilde evine gitmesi için taksi çağırdım. Kadın yüreğimizde derin bir iz bırakan bakışları ile araca bindi. Son kez gülümseyip taksinin kapısını kapattığımda şöför hareketlendi.
Bir adım geri gelip emniyet binasının kaldırımına yeniden çıktığımda Haris ile aynı seviyeye ulaştım. İkimiz birlikte aynı yere bakarken aldığımız nefesler buhar olarak dışarı çıkıyordu. Kadın giderken Haris ve ben kış ayının hırçın rüzgarını yüzümüzde sert bir şekilde hissediyorduk. Son haftalarını yaşayan kış mevsimi, son bir çırpınışla intikamını almaya çalışan akrep gibi zehrini akıtırken baharı bu defa defa daha çok arzuluyordu yer yüzü. Her esinti keskin bir kılıç gibi keserken taze dimağları nefes alacak gücü kalmamıştı kimsenin.
Birkaç dakika sonra soğuktan dolayı ikimizin de burnu kızarmıştı ancak ikimiz de çoktan gözden kaybolan taksinin ardından bakmaya devam ediyorduk. Herhangi bir amaç taşımayan bakışlarımız her bir göz kırpışında derinleşirken aslında her defasında daha da yavaşlıyordu.
Bazen böyle oluyordu. Hayatta koşmaya devam ederken, bazen, nefesimiz kesiliyor ve olduğumuz yerde kalakalıyorduk. Bir nefes almak için günlerce, aylarca olduğumuz yerde kaldığımız oluyor ve bazen artık yürüyecek halimizin kalmadığını hissediyorduk. Dönen dünyanın bizim için mi yoksa başkası için mi döndüğünü bilmiyor, gerçekten bir düzene bağlı mıyız yoksa bir şekilde bağlantısı kopmuş bir DNA parçası mıyız bilemiyorduk. Kendimizi ait olduğumuz yere döndürene dek girmediğimiz şekil kalmıyor, yürümediğimiz yol, tatmadığımız duygu kalmıyordu.
Polis olduktan sonra aldığım en büyük ders, her insanın kendine ait bir ruhu ve her ruhun kendine has bir hikayesi olduğuydu. Hepimiz aynı anda, aynı özle, aynı şekilde yaratılmış olsak da, seçtiğimiz şeyler farklıydı. İşin aslında seçtiğimiz şeylere gelene dek hepimiz bu seçtiğimiz şeylere farklı yoldan yönlendirilirken farklılığımız ortaya çıkıyordu.
"İnsanlar ne garip değil mi? Herkesin bir derdi var."
Haris'in sıkıntılı bir nefes aldığını işittim.
"Derdim bana derman imiş, der Şeyh Edebali."
Kollarını arkasında bağlamış derin düşünen bir bilge gibi söylediği bu söz ile daldığım hülyadan ayılıp Haris'e baktım. Burnu kızarmış ve gözleri nemlenmişti ama o da kadının üstümüzde bıraktığı etki ile arkasından bakmaya devam ediyordu. Biraz hayranlık biraz da sevgiyle seyrettikten sonra "Dertsiz insan olmaz diyorsun yani?" diye sordum.
Ona baktığımı anlamış olacak ki bakışlarını bana çevirdi.
"Elbette. Ama bunun yanında herkesin kurtarıcısı olan görkemli majestelerinin bizler için hazırladığı çok daha güzel günler olduğuna inanıyorum. Dert dediğimiz şeyler bir başkası için ödülken, bizim ödülümüzün de başkası için dert olması çok tuhaf değil mi sence de? Bu durumda ortada ödül ya da dert yok aslında. Sadece imtihan var, haksız mıyım?"
Yüzünü buruşturarak sorduğu soru ile dudaklarımı büzdüm. Uzun zamandır Haris'le konuşmamış gibiydim. Onun böyle çok güzel bir yönü vardı değil mi? Alıştıkça içine dalasın gelen bir göl gibi çektikçe çekiyordu kendine.
Gülümsedim. Gülümseyişim artarken "Ne oldu? Niye gülüyorsun öyle kedi yavrusu gibi?" diye sordu.
"Peşimden gel," dedim ve emniyet binasına doğru yürümeye başladım.
Şaşkınlıkla bana dönüp peşimden gelirken "Nereye ya ne oldu?" sordu.
Önden yürürken gülümsemeye devam ediyordum. Onu merakla peşimden getirmek hoşuma gidiyordu.
"Kime diyorum, Heyzır?"
"Bu gece güzel bir söz söyledin," diye bağırdım arkamı dönmeden. "Bir kahveyi hak ettin,"
Sonra da kolunu işaret ederek. "Hem sen yapamıyordun değil mi?" diye sordum.
Sargılı elini tutarken gülümsedi. Yaralandığına ilk defa sevinir gibiydi.
Önde ben arkada o gelirken saat üçe gelmişti bile. Geceler boyu uyanık kalmaya alışmıştım ama bunca dert ve kumpasla birlikte yaşamaya alışamamıştım. Hala daha her şeyi bırakıp bir köye yerleşme fikri vardı içimde. Ya da kendime ait küçük bir kafe işletmek. Belki bir çiçekçi açardım. Ya da şekerci dükkanı. Ruha iyi gelen herhangi bir şey. İçine girdikçe mutlu olacağım, dert ve tasa barındırmayan huzurlu herhangi bir yet... Şu an için böyle bir şey mümkün olmayacak olsa bile bir gün bu hayale kavuşacak olmak dayanma gücü veriyordu.
"Bir şey söyleyeceğim," dedi Haris hızlı birkaç adım sonunda bana yetişip yanımda yürümeye başlayarak. Onunla aynı ritmi yakalamak için biraz yavaşladım.
"Bu örgüt konusunda kimseye bir şey söylememelisin. Çok güvendiğin insan bile olsa şimdilik gizli kalsın."
"Neden?"
"Kızım baksana çok tehlikeli bir topluluk. Hem gizli hem zengin hem de güçlü. Bunlara bulaşırsak yakamızı kurtaramayız."
"Yaptıkları yanlarına kar mı kalsın yani?"
Aniden durduğumda biraz sendelese de o da durdu ve önüme geçerek derin bir nefes aldı.
"Anlamıyorsun bak."
Dudaklarını ıslatıp gözlerini açıp kapattı.
"Polis bile olsan bazı şeylere gücün yetmez bazen. Doğru zamanı kollamalı ve en doğru anda hamleni yapmalısın. Şimdi, şu noktada, başarılı birkaç iş yapmış olsan bile bu insanlar seni tek hamlede harcarlar, bilmiyorsun. Şimdi sana iyi davrananlar o gün geldiğinde adam hesabına bile almaz. Kim bilir belki bu binaya bile giremezsin. Aldığın eğitim ya da çıktığın basamaklar önemsiz kalır. Tek hamlede yerle bir ederler. Beni anlıyorsun değil mi Hacer?"
Haris sadece ciddi bir şeyler olunca ismimi tam söylerdi. Ve genelde ona göre ciddi şeyler olmazdı çünkü bir şekilde altından kalkardı. Şimdi ise böyle ciddileşmesi beni aşırı germişti. Eğer Haris ciddileşmişse ortada mutlaka çok önemli bir mesele oluyordu. Ve bu önemli mesele Haris'in bile çekindiği bir şeyse çözümü de imkansıza yakın olurdu.
Haris benim hüzünle düşüncelere daldığımı görünce sola bakıp kimse var mı diye baktıktan sonra bana daha çok yaklaştı. Dudaklarını bir kere daha ıslattığında sesini kıstı yavaşça.
"Şüphelerim var. Özellikle Ölü yiyenler davası'nın üstünün bu kadar çabuk kapatılması, senin bu davada hedef olman. Tüm bunlar tesadüf değil bence. Ve yine bana kalırsa arka planda çok pis işler dönüyor."
Yutkundum. Çatık kaşlarım, sonra derece açık olan alıcılarımla Haris'e bakarken aldığım nefesi korku ile verdim dışarı.
"Sen görmedin ama o gün orada onlarca ceset gördüm. Üstelik çoğusu tazecikti. Bu insanların kirli zihinlerine biz yetişemeyiz Hacer. Onları alt etmek için onlar gibi düşünmek gerek. Ve şu an onlar gibi düşünecek durumda değiliz. Saf niyetlisin, kalbinde iyilik barındırıyorsun, herkesin yardımına yetişmek istiyorsun. Oysaki bu işi çözmek için en az onlar kadar sinsi olmak gerek."
Nemlenen gözlerimi açıp kapatıp daha derin bir nefes aldım. Bir an için boğuluyormuşum gibi hissetmiştim.
"Çok dikkatli olmalısın. Kimseye güvenemezsin bu konuda, beni anlıyorsun değil mi?"
Başımı anlıyorum dercesine sallarken, anlamamayı tercih ederdim. Basit bir olay olduğunu düşünüyordum. Bir şekilde karıştığımı ama sona erdiğini düşünüyordum. Şimdi, Haris böyle söyleyince içim ister istemez korku ile dolmuştu.
Korkum, ölümden yana değildi. Arkamda bırakacağım ailem ve meydanı kendilerine bıraktığım onca nefretlik insandı. Tüm bu şeyleri onların yanına kâr bırakıp gidersem pişman olurdum. Pişmanlıktan ziyade kahrolurdum. Gerekirse babam gibi şehit olup er ya da geç bu işin gerçek yüzünü ortaya çıkarmalıydım.
Bu yüzden Haris doğru söylüyordu. Dikkat etmeliydim. Çok dikkat etmeli ve doğru anı kollamalı. Aceleci olmak yerine sabırlı olup hamlemi tam yerinde yapmalıydım.
Belki de bir satranç oyunu başlatılmıştı. Kim bilir ne zaman başlamıştı bu oyun ama sıra bana gelmişti. Kendi zamanımda doğru hamleyi yapmalı ve rakibimi alt etmeliydim.
İçimden bir ses oyunun sonuna geldiğimizi söylüyordu. Ve son hamle ile ya kazanacak ya da kaybedecektik. Başka oyun yoktu. Bitmişti...
Ben Haris'e Haris bana bakarken ikimiz de kendi kendimize dikkatli olacağımız hakkında söz veriyorduk.
🩸🩸🩸
Saat dörde gelirken emniyete giren tuhaf kişiler vardı. Önde giren başına ceketini kapatmış sağa sola baka baka girmişti. Öndekinden haberi olmayan arkadaki de yüzüne bir kar maskesi takıp etrafı kolaçan ederek giriş yapmıştı. En son girense ellerinde eldiven, yüzünü elleri ile kapatarak girmişti. Birbirinden habersiz üçlü boş koridorda yürürken kimselere yakalanmamaya çalışıyor, yanlışlıkla hırsız ya da dolandırıcı biri gibi görünmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Önden giden kendini iyice duvara yaslamışken her köşe başında koridoru kontrol edip biri geliyor mu diye dikizliyordu. Geliyorsa, ceketini iyice başına çekiyor, gelmiyorsa yürümeye devam ediyordu. Başındaki ceket sağa sola baktıkça bir oraya bir buraya savruluyor ama sonunda eliyle düzeltip tam yerine oturtuyordu. Bazı anlarda çok bunaldığında bir eşarp gibi başına geçiriyor sadece yüzü kalacak şekilde etrafı kolaçan ediyordu.
İkinci olan daha hızlı yürüyor, çoğu defa çekirge gibi zıplıyordu. Onu gören işinde başarılı bir atlet sanardı. Daha hızlı koşmadan önce mutlaka dikkatli davranıyor ve kar maskesinde sadece açık olan göz bölümünden dolayı kaşınan yüzünü arada bir eliyle kaşıyordu. Çok kaşınırsa maskeyi 360 derece döndürüyor. Sonra yine göz bölümünü denk getirmeye çalışıyordu.
En son gelen kişi çok daha titizdi. Hiçbir yere dokunmuyor, dokunsa bile eldivenlerini hiçbir yerine sürmemeye gayret ediyordu. Bazen yürürken bile bazı yerlere basmıyor bu yüzden de diğer ikisinden en arkada ilerliyordu. Ne kadar yavaş ilerlediği umrunda değildi. İki adım atıp geriye bakıyor, sonra etrafında bir kere dönüp yeniden yürümeye başlıyordu. Böylesinin çok daha emniyetli olduğunu düşünüyor, kısa bir koridoru bile yarım saatte geçmeyi umursamıyordu.
"Of daha ne kadar kaldı ya? Yandım bu deri ceket içinde. Kimseler yokken çıkarsam mı ki azıcık? Heyzır uyudu mu, o da ayrı bir mesele. Şu düştüğüm duruma bak ya of of."
Onur başındaki ceketi çıkarıp çıkarmama arasında kalırken yürümeye devam etti. En önde gidiyordu ama bu kadar hız bile yeterli değildi. Bir an önce bu işin bitmesini ve ceketi fırlatmak istiyordu.
"Eğer bu hızda gidersem," dedi ikinci sırada gelen kar maskeli. "Gece bitmeden ona ulaşırım. Hem maddeleri ben yokken kime yapacak? Çok büyük hata yaptım. Ben de nöbete kalırım demeliydim. Ama çok utanç verici ya of. Heyzır nöbete kalınca ben de kalırsam şimdi herkes şüphelenecek. Bu kız da niye hoşlandığımı anlamak için böyle tuhaf şeylere başvurur ki?"
Kendi kendine söylenen Emre bir yandan kaşınan yüzüne çare ararken bir yandan da yürümeye devam ediyordu. Diğerlerine göre daha hızlı ilerlese de en rahatsızı oydu muhtemelen. Kar maskesi bir süre sonra gerçekten çok kaşındırıcı olabiliyordu.
"Bunca kire karşı koyabildiğime inanmıyorum. Eğer böyle devam edersem hastalığımı bile aşarım. Aşk insanı ne hallere getiriyormuş meğerse."
Yağız bir yandan mutlu bir yandan mikroplarla kaplandığını düşünerek huzursuzca yürümeye devam ederken kimsenin ortalıkta olmamasının rahatlığını yaşıyordu.
Koridor bitmek üzereydi ki ceketin verdiği az görüş açısı ile yürümekte zorlanan Onur hemen sol taraftaki bölmeden gelen Emre ile birbirlerini görmeden çarpıştılar. Öyle bir çarpışma olmuştu ki hem iki taraf da habersiz hem de yoğun sarsıntı içine girmişlerdi.
Çarpışmanın etkisi ile biri bir tarafa diğeri diğer tarafa giderken Emre pinpon topu gibi sekip arkadan gelen Yağız'a çarptı. Yağız da çarpışmanın etkisi ile tamamen dağılırken ortalık bir anda meydan savaşına döndü.
Üçü ayrı bir yana dağılırken hepsi yüzünü daha iyi kamufle etmek için ellerindeki şeyi güzelce kapatmaya çalıştı. Yine de bu yeterli değildi biliyordular. İlk önce sıyrılmak isteyen Emre oldu.
"A be polis abiler, ben bi polise bakmaya gelmiştim. Beni ona götürebilir misiniz be? Nolur be."
Emre hızlıca kurtulmak için sesini kadın gibi değiştirse de ceketin altında pişmekte olan Onur'un kaşları çatılmıştı. Bu, hem tanıdık hem de çok tuhaf gelen sesi ayırt etmeye çalışıyordu. Yine de kendini ele vermemek adına ceketten çıkmadı.
Emre yol almak için ilerlerken önündeki Yağız'la bir kere daha çarpıştı.
"Of ama yeter ya her yerim mikrop oldu!"
Yağız'ın sesini duyan Onur bu sefer emindi. Yağız'dı bu. Hızla başındaki ceketi indirdiğinde "Yağız?" diye sordu. Zaten yüzünde kamufle için sadece ellerini olan Yağız da daha fazla saklanmadan karşılık verdi.
"Onur abi?"
"Senin ne işin var len burada? Uyumaya gitmeyecek miydin?"
"E, evet ama bi dosyamı unutmuşum. Peki sen? Sen niye geldin abi?"
"B-ben mi?"
İkisi kendi arasında konuşurken hemen önlerindeki kar maskeli de sıvışmak için ufaktan adımlıyordu ki Onur sertçe ensesinden tuttu.
"Dur bakalım, sen de kimsin?"
Tek hamlede çıkan maskesi ile gözlerini ışığa alıştırmak için hızlı hızlı kırpıştıran Emre Onur'dan kurtulmak için kıpraşırken üçü de tongaya düşmüşlerdi.
"Hadi Yağız gecenin üçünde ne hikmetse o çok önemli olan dosyasını almaya gelmiş," dedi Onur, Yağız'a da pek inanmadığını belli ederek. "Sen niye geldin len?"
Emre bir Yağız'a bir Onur'a bakarken pes etmişçesine nefes verdi.
"Off. Pekala açıklayacağım. Önce bi sakinleşin. Buraya Heyzır'ı görmek için geldim."
Beklemedikleri bu açıklama ile afallayan Onur ve Yağız önce birbirlerine sonra kendinden son derece emin olan Emre'ye baktılar.
"Heyzır mı? Niye lan?"
Onur sesini yükseltmişti ki hem Yağız hem Emre ona şaşkınlıkla baktılar. Bu sefer de Onur çok tuhaf davranmıştı. Bu kadar çok tepki verecek ne vardı ki?
"Ee, şey yani, önemli bir iş için olsa gerek değil mi Emre'cim. Çünkü ben de onu görmeye geldim de."
"Sen de mi? Peki ya sen? Sen niye göreceksin bakalım Yağız efendi?"
Emre bu sefer de Yağız'a döndüğünde o da itiraz etmeden kabullendi.
"Ben de Heyzır'ı görmek için geldim."
Onur kuşkuyla yüzünü buruştururken "Burnuma çok pis kokular geliyor. Şu an üçlü gerizekalı ittifakı gibi duruyoruz," dedi.
Üçü birbirine bakmaya devam ederken karşıdan gelen Memati tuhaf kibarlıktaki yürüyüşü ile onları fark etmeden geliyordu.
"Şu gelene de bakın," dedi Emre.
"Bir bu eksikti."
Onur kollarını arkasında bağlayarak gelen kişiye baktığında Emre ve Yağız da olumsuzca başlarını iki yana salladılar.
Memati seke seke gelirken çok mutluydu elindeki Pembeyi sevdirme yolları isimli kitabı sıkıca tutarken, yüzündeki gülücük bir an olsun silinmiyordu. Sağa sola bakıp gülmekten önündekileri göremeyen Memati son anda Emre'ye çarpmaktan kurtuldu.
Üçü de kollarını önlerinde bağlamış, bodyguard gibi köprü olmuşken Memati geçecek bir yer bulamadı. Sağa gitse Onur, sola gitse Yağız, ortadan geçse Emre yol vermiyordu.
"Ay pembe pamuk şekerlerim ne yapıyorsunuz ya? Çekilsenize."
"Nereye gideceksin ona göre çekilelim," dedi Onur.
"Ben mi? Şey, bu kitabı Heyzır'a verip döneceğim."
Emre bir çırpıda kitabı kaptığında ilk sayfayı okudu.
"Sevdiğiniz kişi sizinle aynı rengi sevmiyor mu? O halde bu kitap tam size göre. Tüm dünya pembeyi sevecek ve herkes pembe için nefes alacak. Tüm bu kitap bittiğinde pembe için savaşacak pempiş askerleriniz olacağına iddia ediyoruz."
Emre kaşlarının altından Memati'ye bakarken üçlü bir adım atıp üstüne doğru yürüdü.
"Demek Heyzır'a pembeyi sevdireceksin he?"
Onur kuşku ile kıstığı gözleri ile bunu sorduğunda sıra Yağız'a gelmişti.
"Oysaki o en çok kırmızıyı sever."
Emre kitabı sallaya sallaya Memati'nin üstüne yürürken "Nedir bu pembe sevdası? Ya da Heyzır mı demeliyim he?" kitabı Memati'ye attı.
"Ay durum pembe jelibonlarım. Açıklayabilirim. Ben sadece..."
"Ne oluyor orada?"
Dördü birlikte sesin geldiği yere döndüklerinde Meriç ve Cihanşah ellerinde kalın kalın dosyalarla onlara bakıyordu. Memati kitabı el çabukluğuyla saklarken Emre ve Onur ceketle maskeleri yok etmeye çalıştılar. Yağız'sa eldivenleri ceplerine koyduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi durmaya çalıştı.
"Siz ne olduğunu sorduk? Gecenin bu saatinde burada işiniz ne?"
"Eee, biz..."
Emre bir şeyler söylemeye çalışırken Onur "Araştırma yapmak için geldik. Uyku tutmadı da," diye tamamladı.
"Dördünüzü birden mi?" Cihanşah'ın inanmaz tavrı Emre tarafından reddedildi.
"Zaten hepimiz aynı dava üzerinde çalışıyoruz. Hepimiz Ecmel davasında bir şeyleri kafamızda oturtamadık, bi baktık buraya gelmişiz topluca."
Hem Cihanşah hem Meriç bu dörtlünün bahanelerle dolu olan yalanlarına inanmazken ellerindeki dosyalarla birlikte ellerini önlerinde bağladılar. Daha fazla konuşmalarına müsaade edip daha fazla yalanla kendilerini ele vermelerini dilerlerdi ancak çok da vakitleri yoktu.
"Madem bu dert dördünüzü birden uyutmadı," dedi Meriç, dört kelimesi üstüne bastırarak. "O halde şu dosyaları inceleyin bakalım. Daha önce de Ecmel davasına benzer bir vaka olmuş. Bunun bir teşkilat olup olmadığını araştırmamız gerekiyor."
Cihanşah kendindeki kalın dosyaların yarısını Emre'ye yarısını Memati'ye verdiğinde, Meriç de kendi dosyalarının yarısını Yağız'a diğer yarısını da Onur'a verdi.
Dördü birden dosyaların ağırlıkları ile ezilirken içten içe birbirlerini suçluyorlardı. Dil bilercesine olan iğneli bakışları dörtlü arasında gelip geçerken Meriç ve Cihanşah kendilerini gülmemek için zor tutarken yanlarından ayrıldılar. İkilinin tamamen gözden kaybolması ile yine birbirilerine girdiler.
"Hep senin yüzünden. Gelmiş bir de kar maskesi takmış. Oğlum mal mısın ya, emniyete niye seri katil gibi giriyorsun?"
Onur Emre'ye çıkışırken Emre alttan almamıştı.
"Sen kendine bak andaval! Ceketini örteceğine eşarp bağlayıp gelseydin bari. Hem bana bağıracağına Memati'ye bağır. Saçma sapan kitapları yüzünden yakalandık."
"Ay koyu pembe lolipobum ben ne yaptım ya? Pembeyi sevdirmek kötü bir şey mi? Yapma böyle lütfen, hem biraz uğraşsan sen de seversin inan bana."
"Yaklaşma bana lan, git başımdan."
Hep birlikte yürümeye başladıklarında ofise gelip kendi masalarına oturdular. Saat sabahın dördü iken Emre umutsuzca dosyaya baktı.
"Ah be ah düştüğümüz şu duruma bak. Şimdi yirminci rüyamı görüyor olurdum. Hatta yirmi bitmiş yirmi bire tatlı bir referansla geçiş yapmıştım."
"Hep şu Gamze yüzünden, kimyamızı bozdu resmen."
Onur sinirle dosyaları çevirirken Memati ve Yağız da sessizce dinliyorlardı.
"O değil de abi, hoşuma gitti yav. Bana birini ayarlasana."
Emre sırıtarak bunu sorduğunda Onur yeni bir sayfa değiştirdi.
"Bu işler ancak yazgı ile olur. Zorlama ile olmuyor baksana."
"Yazgıyı ayarla o zaman abi."
"Oğlum yazgı diyorum yazgı. Kader, nasip, kısmet yani."
"Üçünden birini ayarla işte abi ya, ne bileyim ben."
Onur ağzı açık bir şekilde Emre'ye bakarken Memati koluyla Yağız'ı dürttü.
"Yazgı kimdi?"
Dördü birden güneşin ilk ışıkları pencerelerden süzülene dek dosyaları incelemeye devam ettiler. Her ne kadar Emre bir sayfayı dört rüya karşılığında okusa da devam ediyordu.
♟
Selamlar (;
Bu sefer çok hevesle yazdım bölümü. Gelen teşvik ve motive edici yorumlar beni aşırı onore etti. 2. kitabın bitmesine 9 bölüm kalmışken (ühü 😭) iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum. Kalan 9 bölümün iskelesini de yarın çıkarırsam daha kolay ilerleriz. Annie iyi misin Aralık ayının ortasında bitecek ne yazık ki. Ve bir süre ara vereceğiz. (Cevap 1871 final yapana dek) Bu ekibi çok seviyorum. Karakter gelişimleri de çok hoşuma gidiyor. İyi ki seri yapmışım diyorum. İyi ki.
Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Yeni bölüm +1000 yorum ile 24 Kasım Çarşamba günü gelecektir.
Sevgilerimle 💌
Bu zarfın içinde şunlar yazıyor.
"Ne kadar zor günler atlatıyor olursanız olun, güneş tepelerin ardından mutlaka doğacak. Ve zaman, zor günlerin geçtiğini bize göstermek için sürekli ilerliyor. O yüzden pes etme ve daima gülümse! Pro okurlarına..." |
0% |