Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

🔳🔳🔳🔳

 

Gym Class Heroes - Adam Levine (Steroe Hearts)

 

Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻

 

instagram ❤️

hakugu

wat_profesyonel

bbeyzasah

hakugutayfa

 

🔳🔳🔳🔳🔳

 

 

 

 

🕯

 

Kalbim kırık bir kaset gibi. Şayet gerçek bir kaset olsaydı, kaydettiğim şeylerin hiçbiri yeterince mutlu etmezdi insanları.

 

En azından ben öyle düşünüyorum.

 

Küçük yaşta kaybedilen bir baba...

 

Cızırtılı şekilde kaydedildi!

 

Yok olan babadan sonra arkasını dönen onca ve dost ve sırtından bıçaklayan yüzlerce yakın...

 

Fazla dramatik bir parçaya dönüştü.

 

Yatağa bağımlı bir erkek kardeş ve her gece uykuyu kendine haram eden gözlerinden yaş eksik olmayan bir anne.

 

Kaseti dinleyen herkes bir parça intihar etmek isteyebilir...

 

Tek hayali kendi kafesini açmak olan ama onun yerine insanların kafasına girmeye çalışan zavallı bir genç kız.

 

Hadi ama dostum bu parça ne b*ktan bir şey oldu?

 

Kendi hayat hikayemin bir kaseti çıksa eminim ki ballad olurdu. Dinleyen herkes gözü yaşlı kaseti paramparça eder sonra da yerimde olmadıkları için sonsuza dek şükrederlerdi.

 

Ama bir saniye...

 

Uyanır uyanmaz aklıma gelen bu acınası düşünceleri bir kenara atarsam, gerçekten de böyle miyim?

 

Gözlerim yavaşça açılırken revirin içine taze güneş ışıkları doluyordu. Oda boştu ve benim kalacağımı bildikleri için kimse uğramamıştı.

 

Revirde toplamda on iki yatak vardı ve hepsi her gece birileri tarafından kullandığı için normalde dağınık olurdu. Bu gece ben kaldığım için kimse gelmemişti, o yüzden her yer düzen içindeydi.

 

Kolumdaki dijital saate dokunduğumda saattin altı buçuğa geldiğini gördüm. Kapalı perdelerin altından ve yanlarından sızan taze gün ışığı yeni doğduğunu belli ederken saatime yeniden dokunup kapattım.

 

Az uyusam da uykumu almıştım. Yavaşça yattığım yerden doğrulup gerindim. Üzerimdeki ince yorganı ellerimle tutarken başımı boş yataklara çevirdim. Boş bakışlarla hepsine baktıktan sonra en son ne yaptığımı düşündüm. Haris ne zaman gitmişti? Biz ne zaman ayrılmıştık? Saat dörde gelirken ayrıldıysak iki buçuk saat sonra nasıl hiçbir şeyi hatırlayamam?

 

Aklımda oluşan soru işaretleri ile yataktan ayaklarımı sarkıttım ve içine girdiği askeri botları giyerek bağcıklarını bağladım. Ayağa kalktığımda hafif başım dönse de iyiydim.

 

Ayakta bir kere daha gerindikten sonra yorganı ve yastığı kaldırıp çarşafı düzelttim. Sonra yeniden yorgan ve yastığı örtüp düzenledim. Normalde çarşaf ve nevresimler düzenli olarak değişirdi ancak bu yatakta hep ben yatıyordum. Benim nöbet tutmadığım zamanlarda da kimse yatmıyordu. O yüzden benim yatağım daha az değişime uğruyordu. En azından geçen hafta vardı bu nevresim onu hatırlıyordum.

 

Birkaç adım atıp boy aynasının önüne geçtim ve cebimden çıkardığım ince tarağımla saçlarımı taradım. Üstüme giydiğim peluşu çıkararak askıya astığım gömleğimi giydim. Sıkıca topladığım saçlardan sonra ceketimi de giydiğimde hazırdım. Revirin lavabosunda elimi yüzümü de yıkadıktan sonra bir kahve için dışarı çıktım.

 

Koridorun kalabalığına karışacaktım ki üstüne gazete örtülmüş kişi dikkatimi çekti. Hemen koridorun ortasında boylu boyunca uzanan, başından beline kadar gazete ile kendini örtmüş bu kişi de kimdi?

 

Çizmelerine bakarak bir çıkarımda bulunsam da ona doğru gitmekten alamadım kendimi. Elim yüzündeki gazeteye giderken yavaşça kaldırdım.

 

Kollarını önünde bağlamış şekilde uyumaya devam eden Haris bu banka benzeyen tahta koltukta ne yapıyordu tam olarak? Niye burada uyumuştu? Sahi biz en son onunla ne yapmıştık?

 

Elime aldığım gazetede benim haberim vardı. Elimde çiçekle röportaj verdiğim gündü. Emre ve Onur'un da bol bol poz verdiği o günden geriye sadece benim resimlerim medyaya ulaştığı için bir ton serzeniş işitmiştim ama yine de Haris'in burada ne yaptığını çıkaramamıştım.

 

Elimle yavaşça omzuna dokundum.

 

"Haris?"

 

Tek dokunuşumla irkilip gözlerini açtı. Zaten zor duruyormuş gibi yere kapaklandığında onu tutamadım bile.

 

"Ay ay ay, kusura bakma. İyi misin?"

 

"Çok iyiyim Heyzır, o kadar iyiyim ki daha iyi olmamıştım," dedi belini tutarak yerde kıvranırken.

 

"Ama ne bileyim ben bu kadarcık şeyde yattığını ya? Kalk hadi."

 

Kolundan tutarak çeksem de tüm ağırlığı bana veriyor ama kalkamıyordu.

 

"Bravo sana da, ben bile kendimden geçtim sen çoktan kalkmışsın."

 

Güçlükle ayağa kalkarken ne olduğunu anlamamıştım.

 

"Tam olarak ne oldu ki?"

 

Yüzünü buruşturarak bana baktı.

 

"Sakın bana dün gece olanları hatırlamıyorum deme."

 

Yüzündeki ifade o kadar değişikti ki kesin fena bir şeyler yapmıştım. Çekince ile başımı iki yana sallarken ağzındaki nefesin tamamını bir anda dışarı verdi.

 

"Voah, vay canına! Gerçekten harikasın. Sen, sen, sen..."

 

İşaret parmağı yüzümde gezinirken kaşlarım havaya mahçup bir şekilde kalkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Evet ben?"

 

Gözlerim bir anlam bulmak için yüzünde gezinirken "Ssen," dedi bir kere daha.

"Aptalın tekisin!"

 

Başka bir şey demeden arkasını dönüp giderken gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Mutlaka bir şey yapmıştım ama ne yapmıştım?

 

Haris'in hırsla uzaklaşışını seyrederken bomboş bir arsaya dönen zihnime neler olduğunu düşündüm.

 

"İki buçuk saat içinde ne olmuş olabilir ki? Bu kadar kısa zaman içinde ne yapmış olabilirim?"

 

Başımı hafif sağa düşürdüm sanki bir şeyler hatırlayabilecekmişim gibi ama yoktu. Tamamen boş bir zihin. Bembeyazdı sanki, uyumadan beyaza boyamış gibiydim her yeri.

 

Haris'in peşinden yürürken kafeteryaya inen merdivenlere ilerledim. Merkezdeki herkes uyanmıştı. Gerçi ben nöbet dışında evden geldiğim için sekize doğru gelsem de genelde binada kalanlar erkenden ayakta oluyorlardı. Kendimi onlardan bir parça gibi hissetmek çok güzeldi ama şu kayıp iki buçuk saati ne yapacağız?

 

"Ne yapmış olabilirim ki?"

 

Kafeteryaya geldiğimde bizimkilerin de çok tuhaf bir şekilde bir masaya oturmuş olduklarını gördüm. Normalde ondan önce gelmeyen Emre ve dokuzdan evvel merkeze adım atmamış olan Onur. Onlara benzeyen Memati ile Yağız da birer kahve almış içiyorlardı.

 

Beni görmeleri ile ilk önce afallasalar da görmezden gelmeleri ve sonrasında daha kötü bir şekilde arkalarını dönmeleri bir oldu. Onlara baka baka kendi kahvemi sipariş ederken son günlerde çevremdeki insanlara ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

"Ben öğleye kadar kalkmaz diyordum, maşallah sağlam bünyen varmış."

 

Kahveleri hazırlayan Zeki abi bunu deyince bakışlarımı ona çevirdim.

Tüm merkezin bildiği ama bir tek benim bilmediğim şu tuhaf olay da nesiydi Allah aşkına?

 

"Abi bir şey soracağım, ben dün geceyi hatırlamıyorum da," dedim başımı ağrıyormuş gibi tutarak.

"tam olarak ne oldu ki?"

 

"Hatırlamaman gayet doğal, onca ayranı ben içsen ben de hatırlamam."

 

Kaşlarımı büzüp ne demek istediğini anlamaya çalışırken "Dün Haris'le iddiaya girdiniz. İlk kim uyursa o ertesi sabah bir kırmızı gülle ağzında merkeze gelecekti," dedi.

 

"Ne ne ne? Böyle bir iddiaya mı girdik biz? Ne ara? Peki neden? Hangi sebeple?"

 

"Valla orasını bilemem. Önce fena bir kavga ettiniz sonra da iddiaya girdiniz. Herkes vardı. İlk önce kim uyursa kazanacaktı."

 

Böyle saçma bir iddiaya girecek kadar ne yapmış olduğumuzu düşündüm. Cidden iki buçuk saat önce tam olarak ne olmuştu?

 

"Peki ilk kim uyudu?" diye sordum.

 

Zeki amca yüzündeki tuhaf gülüşle omuzlarını silkelerken bana cevap vermedi ve beni öylece bırakarak diğer kahveleri hazırlamaya başladı.

 

Kendimi tamamen çıplakmış gibi hissederken herkesin bana baktığını düşünüyordum. Tüm gözler benim üzerimdeydi sanki. Sanki fazlaydı gerçekten benim üstümdeydi. Dün gece her ne yaptıysam insanların dikkatini çekmiştim. Genelde bakışlar tatlı ve sempatikken özellikle bizim grup göz deviriyorlardı tuhaf bir şekilde.

 

Elimdeki kahvemle onların masasına doğru yürüdüm ve boş sandalyeye elimi uzatacaktım ki Emre ayağını uzattı.

 

"Ah, bir anda ayaklarım uyuştu."

 

Onur bıyık altından gülerken diğerleri hiç yüzüme bile bakmıyordu.

 

"Sorun değil yeni sandalye getiririm."

 

Bunu dememle yüzleri bir kere daha düştü. Ne olduğunu anlamadığım için boş sandalyeyi alıp yanlarına gelmemle hepsinin ayağa kalkması bir oldu.

 

"Kahveler de ne çabuk bitiyor ya?"

 

Emre'nin serzenişi boş bardağı çöpe basket atarcasına isabet ettirmesi ile son buldu. Diğerleri de yanımdan geçip giderken boş masada tek başıma kaldım. Bakışlarım sandalyelerde gezinirken ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Resmen dışlanıyordum. Peki ya ne yapmış olabilirim?

 

Sol elim sandalyeyi tutmaya devam ederken sağ elim kahvenin sıcaklığı ile yavaş yavaş yanıyordu. Boş bakışlarla birkaç dakika daha durduktan sonra oturmaktan vazgeçip Gamze'nin yanına gitmeye karar verdim.

 

Elimdeki sıcak kahveyi sol elime alıp yürürken dün geceyi hatırlamaya çalışıyordum ama yoktu. Kısacık zaman diliminde ne olmuştu böyle?

 

Merdivenleri üçer dörder çıkıp üst kata çıktım. Koridorda yürürken de düşünmeye devam ediyordum. Adımlarım daha da hızlanmışken Gamze'nin odasının kapısını açıldı. İçeriden çıkan adli tıp uzmanları gayet ciddi bir konuyu konuşuyorlardı. Yüzlerindeki asıklığa bakılırsa pek de hoş olmayan bir konuydu. Hemen arkalarından gelen Gamze ellerini önlüğünün ceplerinde onları dinliyordu. Toplamda beş kişiydiler ve ikisi takım elbisesi ikisi de önlüklüydü.

 

"Henüz bu cesetlerden iki tane bulundu. Bunun seri cinayet olduğunu söylemek için çok erken."

 

"Ama efendim tamamen aynı kesim ve aynı usul kullanılmış. Eğer bu seri cinayet değilse de aynı kişi tarafından yapıldığı kesinlik kazanmalı."

 

"Gamze seni anlıyorum ama eğer buna seri cinayet dersek iş büyür. Diğerlerinin de bulunması istenir. Sadece iki çocuk ceseti var ve ikisi de kimsesiz. Kimsesiz çocukların bu şekilde öldürülmeleri üzgünüm ki çok normal bir durum."

 

Gamze başka bir şey diyemeden susarken köşeye iyice yapıştım. Beni fark etmemişlerdi. Bu konunun akıllarını çok kurcaladığı belliydi. Mevzunun ne olduğunu ben de merak etmiştim doğrusu. Yeni bir seri katil vakası mı vardı? Üstelik henüz Ecmel davası çözüme kavuşmamışken.

 

"Şimdilik cesetleri gömelim ve isim verelim. Dosyalarının raporlarını kaydedip muhafaza edin, yeni bir vaka ile karşılaşırsak bu raporlara ihtiyacımız olacak."

 

"Anlaşıldı efendim."

 

Gamze dahil üç önlüklü uzman takım elbiseli yaşlı adamın dediklerini tasdik ederken kahvemi iki elimle tutuyordum. İyice meraklanmıştım. Artık gitseler de ben de işin aslını astlarını öğrenseydim.

 

Takım elbiseliler nihayet uzaklaşırken üçlü adli tıp uzamanı onların arkalarından bakmaya devam ediyorlardı. İçlerinden kahve saçlı ve diğerine göre daha kısa boylusu yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı.

 

"İçimden bir ses bu işin sonunda başımıza bir şey gelecek diyor."

 

Gamze ve diğer uzman ona baktıklarında "Ne diyorsun sen?" diye sordu siyah saçlı ve daha uzun olanı.

 

"Baksanıza nasıl da üstünü kapattılar. Rapor tutmak yerine neden bunu polislerle paylaşmıyoruz?"

 

Uzun boylu ve siyah saçlı arkasını dönünce yüzünden tanımıştım onu. Bu, gelinlik davası zamanında resimleri Haris'e vermeyen adamdı.

 

"Her işin bir yolu yordamı var. Polislere söylememek diye bir şey yok. Zaten cesetleri onlar getirdi. Elbette haberleri var."

 

"Ama bunun bir seri cinayet olma ihtimalinden haberleri yok değil mi?"

 

"Sakın," dedi siyah saçlı.

"Sakın bunu ağzından kaçırayım deme. İşte o zaman başın tehlikeye girer."

 

Kahve saçlı korku dolu bakışlarla siyah saçlıya baktıktan sonra sert adımlarla oradan uzaklaştı. Peşinden giden siyah saçlıdan sonra Gamze tek başına kalmıştı. Şaşkınlıkla olanları izlerken kahvem soğumuştu. Hızlı iki yudumun sonunda odasına giren Gamze'nin peşinden koştum.

 

Kapıyı tıklatmadan içeri girdiğimde Gamze korku dolu gözlerle bana bakmıştı.

 

"Ah, ben de Ferhat sandım seni."

 

Rahat etmek adına kapının kilidini çevirdiğimde "Ferhat kim?" diye sordum. "Şu siyah saçlı uzun boylu mu?"

 

"Bizi gördün mü?"

 

Başımı olumlu anlamda salladığımda telaşa girmişti.

 

"Peki konuşulanları duydun mu?"

 

"Cinayetler ne zaman işlenmiş?"

 

Olamaz dercesine yüzünü ellerinin arasına alıp koltuğa yığılırcasına oturdu.

 

"Kimsesiz denilen çocuklar gerçekten kimsesiz mi?"

 

Gamze'nin karşısındaki koltuğa oturup sorularıma devam ederken kahveden bir yudum daha aldım.

 

"Neden bunu polisten gizleme ihtiyacı hissettiniz?"

 

Ellerini yüzünden çekerek burnunu ve ağzını kapattı. Yavaşça nemlenen gözlerinden bunaldığını anlamıştım.

 

"Hey, ne oluyor sana?"

 

Sesimi alçaltarak kahveyi masaya koydum ve ona doğru yürüdüm. Hemen yanına oturduğunda elimle sırtını sıvazladım.

 

"İyi misin?"

 

Başını iki yana sallarken gözlerindeki yaşlar yanaklarından süzüldü. Burnunu çekerek nefes aldığında masanın üstündeki peçete kutusundan bir peçete çıkarıp ona verdim.

 

"Hiç iyi değilim."

 

Katladığı peçete ile burnunu sildikten sonra daha çok göz yaşı akıttı.

 

"Nereden bulaştık bu işe bilmiyorum. Aşırı bir baskı var üzerimizde. Bir yanımız susacaksın diyor diğer yanımız herkese anlatmalısın, ortalıkta bir şeyler dönüyor diyor. Üstelik kime güveneceğimizi de şaşırdık. Çok yoruldum artık."

 

Elim şefkatle omzunu sıkarken derin bir nefes aldım.

 

"Bana anlat. Zaten çoğu şeyi duydum. Eğer işler ters giderse en azından benim haberim olsun."

 

"Olmaz Heyzır, senin de başını yakamam. Bana bir şey olsa bile sana söylediğimi öğrendiklerinde senin de başın belaya girer."

 

Kaşlarımı çattığımda ayağa kalktım.

 

"O halde ben de Ferhat'tan öğrenirim."

 

İsmi duyması ile Gamze'nin de ayağa kalkması bir oldu.

 

"Dur ne yapıyorsun? Ona gidersen zaten her şey ortaya çıkar."

 

"Bana ne sen anlatmazsan ben de ondan öğrenirim."

 

"Of Heyzır, tamam anlatacağım gel buraya."

 

Zaten gitmeyecektim. Gamze'nin huyunu bildiğim için biraz blöf yapmıştım. Gülümseyerek geri döndüğümde yine yanına oturdum.,

 

"Hadi bakalım, bildiğin her şeyi anlat hemen."

 

 

🩸🩸🩸

 

"İki hafta önce bir kız çocuğunun iskeleti getirilmişti. Otopsi sonuncunda böbreklerinin ve akciğerinin alınmış, yerine kendi DNA'sı ile bağlantılı olmayan farklı organların dikildiğini öğrendik. Küçük kızın iskeleti eskiydi ancak kimsesizler mezarlığında olsa da tahmini ölüm tarihinin 1995 olduğunu bulduk."

 

Gamze'nin dedikleri zihnimin bir köşesinde yankılanırken aşağı kata inmiştim bile. Haris'i bulup tüm bunları anlatmalıydım.

 

Ofise indiğimde kapının zaten açık olduğunu gördüm. Pencerelerden de açık olanlar vardı muhtemelen ki perdeler uçuşuyor rüzgar masaların üstündeki dosyaları sağa sola savuruyordu.

 

Hızlı adımlarla açık olan pencereleri kapattım ve yere düşen kağıtları düzenleyip masaların üstüne koydum. Burada kimse yoktu. Bozuk olduğu için yanıp sönen florasanın hareketinden başka bir şey de göremeyince çayhaneye yöneldim. Kapıyı elimle aralayıp başımı uzattım ama burada da kimse yoktu.

 

"Allah Allah nereye gittiler ki acaba?"

 

Arka cebimden çıkardığım telefonla Haris'in numarasını aradım.

 

"Aradığınız kişiye ulaşılamıyor. Lütfen..."

 

Gelen sesi sonuna kadar dinledikten sonra telefonu kulağımdan indirdim ve bir kere daha arama tuşuma bastım. Aynı ses yükselince aramaktan vazgeçtim.

 

"Nereye gittiler ki topluca?"

 

Ofisten çıkıp koridorda ilerlerken karşımdan gelen Cihanşah ile gülümsedim. Tanıdık biri gördüğüm için mutlu olmuştum. Ondan daha hızlı yürüyerek daha erken buluşmamızı sağladım. Ellerindeki dosyalarla bana bakarken önümde durdu.

 

"Bir şey mi soracaksın?"

 

Merakla beni beklerken sürmeli gözlerine baktım. Gamze'nin anlattıklarını paylaşmalı mıyım? Peki ya Cihanşah güvenilir biri mi? Ona söylersem Meriç'e söyler. Meriç müdüre söyler. Müdür de adli tıp uzmanlarına söyler.

 

Bakışlarım onun yüzünde gezinirken aklımdan geçen tüm bu düşüncelerden vazgeçtim.

 

"Heyzır bir şey sormayacaksan işim var?"

 

"A şey, affedersin. Ben bizimkileri bulamıyorum da, nereye gittiler acaba?"

 

"Memati Emre ve Yağız Meriç'in yanındalar. Ecmel davası için görüşüyorlar. Onur ve Haris de tutuklu kadınla görüşeceklerdi en son."

 

"A-anlıyorum. Tamam o zaman ben de şey edeyim," dedim ne diyeceğimi bilemeden arka tarafı göstererek.

 

Cihanşah anlamazcasına bana bakarken "Sen iyi misin?" diye sordu.

 

Elim havada neresi olduğunu kestiremediğim bir yeri gösterirken "Evet," dedim. Yalan söyleme pahasına üstünü kapattım.

Cihanşah da üstüne gitmedi ve elindeki dosyalarla birlikte yanımdan ayrıldı.

 

Havadaki elimi başıma indirdim.

 

"Seni geri zekalı, bir işi çözmek istiyorsan öncelikle güvendiğin birilerini bulman gerek."

 

Arkamı dönüp benden uzaklaşan Cihanşah'a baktım.

 

"Sorun şu ki, kime güveneceğimi bilmiyorum. Gerçekte kim dost?"

 

Boş koridora olan bakışım uzayıp giderken omuzlarım düşmüştü. Haris'in dikkatli ol diye beni tembihlemesinden sonra kendimi hiç güvende hissetmemeye başlamıştım. Şimdi bu olayları kime anlatıp da çözecektik?

 

"İskelet sadece bir tane olsa üstü örtülebilirdi. Çünkü kimsesizlerin bu şekilde zavallı bir ölüme sürüklendikleri çok da acayip bir şey değil. Fakat bu iskeletlerden iki tane daha bulununca işlerin rengi değişti. Üstelik bu işlemler o kadar profesyonelce yapılmıştı ki üç iskeletin de aynı elden çıktığı çok açık bir şekilde gözlemlenebiliyordu."

 

Gamze'nin son cümleleri ile gergince yutkundum. Başım ağrımaya başlamıştı. Bu pis iş her neyse çok eskiye dayanıyordu. Doğumumdan da önceye. Ve eğer şimdi de devam ediyorsa gerçekten tüm şehir dehşet bir felaketle baş başaydı.

 

Geri dönüp hızlanan ayaklarıma engel olamazken bu içimdeki şeyleri mutlaka birine anlatmayı hedeflemiştim. O kişinin kim olduğu kalbimce malumken koridoru bitirip üst kata çıkmıştım bile.

 

Sorgu odasına geldiğimde sadece Onur'un olduğunu gördüm. Beni görmesi ile irkilmesi sonra da gözlerini devirerek "Ne var, niye geldin?" demesi bir oldu.

 

"Haris burada değil miydi?"

 

"Buradaydı."

 

"Şimdi nerede?"

 

"Bana baksana sen," dedi yüzünü buruşturarak.

"Ben senin navigasyonun muyum? Git kendi yönünü başkasından bul."

 

Bir şey demeden kapıyı kapatıp çıktığımda arkamdan afallayarak kalmıştı. Bu şekilde sert tepki vereceğimi düşünmüyor olmalıydı ancak ben de sert tepki verme niyetinde değildim. Sadece çok dolmuştum ve bunları paylaşacak birine ihtiyaç duyuyordum.

 

Bir üst kata Meriç'in odasının olduğu yere çıktığımda kapıyı tıklatarak girdim içeri. Meriç, Emre, Memati ve Yağız bir konu üzerine konuşuyorlardı.

 

"Afedersiniz, Haris'i gördünüz mü acaba?"

 

Emre gözlerini devirirken Memati ve Yağız bakışlarını yere indirdi.

 

"Hayır görmedik. Buraya hiç uğramadı."

 

Meriç'in cevabı yeterli olmuştu. Kapıyı yavaşça kapatıp oradan da çıktığımda telaşa girmiştim iyice. Alnımdan süzülen birkaç damla teri silip sağa sola baktım.

 

"Nereye kayboldun böyle?"

 

Çaresizlikle etrafıma bakınırken "Meliha teyze," dedim.

"Evet onun yanında olabilir."

 

Yeniden koşmaya başladığımda içimde patlamak üzere olan bir sancı vardı. Bir an önce yok etmezsem ağrısından ölecekmişim gibiydi.

 

Nefes nefese kalarak geldiğim Meliha teyzenin de yanında görmeyeceğince iyice bunaldım. Daha önce hiç böyle olmamıştım. Meğer her zaman derdimi anlatacak ve beni anlayacağını bildiğim biri olduğu için böylesine rahatmışım. Haris'in varlığının ilk defa ne kadar kıymetli olduğunu anlamıştım.

 

Hüzünle düşen omuzlarımla kafeteryadan çıkıp merdivenlere doğru yürürken karşımdan gelen kişiyi görmemle gözlerimin parlaması bir oldu. O da beni görünce durdu. Sanki söylemesi gereken çok önemli bir şey varmış gibi ağzını açtığında benim alnım kırıştı. Hüzünle ve alınganlıkla kaldırdığım kaşlarım, biraz önce onu görmemle parlayan gözlerimin yeniden sönmesi ile ağzını kapattı ve beklenti dolu bakışlarla bana doğru bir adım attı.

 

"Heyzır?"

 

Uzaktık birbirimize. O merkezin giriş bölümündeydi, bense merdivenlerin orada. Aramızda on metre kadar varken güvenlikten geçip, kartını okuttu ve bana doğru yürümeye başladı. O bana yaklaştıkça gözlerim nemleniyordu. Nedenini bilmesem de zamanla bendeki yeri derinleşen bu insanın yeni yeni keşfettiğim değeri ile içim yanmıştı.

 

Elimin tersi ile henüz taze olan yaşlarımı silip yeniden ona baktım. Adımlarını hızlandırmış bir an önce bana ulaşmak için acele ediyordu. Kaşlarını çatmış ve endişe ile yüzünü buruşturmuştu. Siyah saçları sağa sola savrulurken bu sefer o nadir gördüğüm şekilde giyinmişti. Siyah kumaş pantolonun üstündeki beyaz gömleği ile siyah ceketi ciddiyet katmıştı. Siyah rugan ayakkabıları her bir adımda parlarken o her zamanki gibi gözlerimi ondan alamayacağım bir aura ile bana doğru geliyordu.

 

Derin bir nefes alıp salıverdiğimde çoktan bana ulaşmıştı.

 

"Sen iyi misin?"

 

Telaşla sorarken gözleri yüzümde ve bedenimde geziniyordu. Bir yerimde bir şeyim olmadığını anladığında sertçe omzuna vurdum.

 

"Nerelere kayboldun sen?"

 

"N-ne? Ha, kıyafet değiştirmem gerekiyordu."

 

"Hani hep benim yanımda olacaktın?"

 

"Hı?"

 

Hayır, böyle bir şey dememişti. Dahası Haris böyle bir şeyi asla demezdi. Peki ben niye ona böyle bir şey sormuştum? Bunun tek bir açıklaması vardı o da içimin böyle istemesiydi. Kendi isteğimi bu şekilde belirttiğim için biraz utansam da uzatmadım ve hemen lafı değiştirdim.

 

"Yani, önemli bir mesele varken ortadan kayboldun. Madem kimselere güvenmememi söyledin o zaman hep yakınımda durmalısın ki başkalarına ihtiyacım olmasın."

 

Dudakları tatlı bir tebessümle kıvrılırken beni bir çocuk gibi gördüğüne emindim. Alt dudağını ısırarak gülerken sol ayak ucunu bir iki defa yere vurdu. Elleri pantolonun kemerini iki yandan tutarken ceketinin etek uçları havalanmıştı. Bu duruş; anlat bakalım çocuk, seni dinliyorum duruşuydu. Bunu çok güzel ifade etmişti.

 

🩸🩸🩸

 

Yer yüzünden kar silinirken baharın tatlı esintileri hissedilir bir hal alıyordu. Esen rüzgarın ten okşayan ılıklığı yüzlerdeki sızıyı dindirirken yeni yeni açan çiçekler hoş bir koku ile sunum yapıyordu.

 

Henüz tüm ağaçlar çiçeklenmese de erkenden açan birkaç meyve ağacının acı tatlı aromaları rüzgarla taşınıyordu. Haris'in penceresinden gelene kokulara daha çok ulaşmak için kendi camımı indirdim. Rüzgar daha yakından eserken saçlarım tarandı görünmez bir tarakla. Gözlerimi bu enfes his ile kapattığımda güneşin de yardımıyla ısındı gözlerim. Göz kapaklarımın ardından pembeye yakın turuncu bir dünya varmış gibiydi. Hızla açtığım gözlerimle güneşten dolayı birkaç saniye görüşüm engellense de yine aynı şekilde tadına varıyordum dünyanın.

 

Elimi penceremden dışarı çıkarıp biraz da parmaklarımın dokunmasına izin verdim. Parmak uçlarım rüzgarın yumuşak baş kaldırırsına yenik düşerken elim sağa sola savruluyordu. Gözlerim daha fazla ışığı kaldıramayacak gibi olunca ben de Haris gibi cebimden güneş gözlüğümü çıkarıp taktım.

 

Tüm kirli düşünceler, haset, katliam, nefret ve kinin yok olduğu bu dakikalarda biz ilerlemeye devam ediyorduk.

 

Haris'in söylediğine göre Balkabağı davasında tanıştığımız Remzi amca onu aramış bir akşam yemeği için davet etmişti. Balkabağı davasından sonra Haris özellikle Remzi amcaya çok yardımcı olmuş maddi manevi ihtiyaçlarını gidermişti. Camları kırık olan kulübesinin camlarını yeniletmiş, telef olan birkaç hayvanının yerine yenisini almış, tarlasını mahveden şirketten sonra tarlası için de destek sağlamıştı. Tek başına yaşayan zavallı adam bunca zaman sinirli ve korkunç görünümlü olsa da tek derdi tarlasını korumakmış. Kimsenin arkasından durmamasından kaynaklı mecbur böyle bir savunmaya geçmiş. Onu anlayabiliyordum. Tek başına olmak çok zor bu dünya üzerinde. Hele bir de kimse size inanmıyorsa daha da zor.

 

Asfalt yol uzayıp giderken bal kabağı dolu olan tarla görünmeye başlamıştı. Bal kabaklarının çoğu toplanmış, geri kalanlar ise yeterince büyüdüğü için toplanma zamanı gelmişti. Yine de bu kadar büyük ve ağır kabakları Remzi amcanın kaldırabileceğini sanmıyordum.

 

Polis aracı Remzi amcanın evinin önünde durduğunda önce ben indim. Haris aracı ters çevirip park yaparken evin kapısı açıldı. İlk gördüğüme göre çok daha düzenli olan ev yaşanılası bir hale gelmişti gerçekten. Kapıdan çıkıp heyecanla ayakkabılarını giyen yaşlı adam bizi görünce mutlulukla gülümsedi. Onun bu iç ısıtan gülümseyişi bana da yansırken Haris'in gelmesini bekledim.

 

Normalde spor takılan Haris bu yaşlı adama duyduğu saygıdan ötürü takım elbise giymişti. O zaman bir kez daha ne kadar özenli olduğunu anladım. İnsan olmak vardı, insan olmak vardı...

 

Yanıma gelen Haris bana gülümseyerek "Hadi gel," dedi. Peşine takıldığımda birlikte yürümeye başladık.

 

Remzi amca hızlı adımlarla yürüyüp Haris'le tokalaştı. Haris elini öpmek istedi ama izin alamadı. Bunun yerine Haris'in sırtını sıvazladı Remzi amca.

 

"Gözlerin nasıl oldu amca? İyi misin?"

 

"Çok iyiyim oğlum. Meğer ben görebiliyormuşum."

 

Merakla Haris'e baktım.

 

"Katarakt ameliyatı oldu da," diye açıklama yaptı. Doğru ya buraya ilk geldiğimizde gözlerinin önünde beyaz bir perde vardı. Katarakt olması çok normaldi.

 

"Artık bal kabaklarını çürütmeden toplayabiliyorum. Eskiden renklerini seçemiyordum."

 

Remzi amca bunu çok tatlı bir şekilde söylemişti. Hep beraber ona gülerken Haris ellerini iki yanına koyarak tarlaya baktı.

 

"Kalan kabakları ne zaman toplamayı düşünüyorsun?"

 

"Sen bırak onları gelin size sobada kumpir yaptım. Tuzla yiyin onları."

 

Kumpirin patates olduğunu biliyorduk ancak Haris aklına koyduğu bir şeyden vazgeçmezdi. Yavaşça ceketini çıkardı. Gömleğinin bileklerini de katlamaya başlayınca "Sen içeri geç istersen, ben hemen geliyorum," dedi.

 

Onu yalnız bırakacak değildim.

 

"Beraber yapalım."

 

Elindeki ceketi alıp kendi ceketimi de çıkarttım. İki ceketi birden Remzi amcanın evinin önündeki askılığa astığımda havada duran çizmelerle karşılaştım.

 

"Tarla çamurdur şimdi, bunları giy kızım."

 

Sarı çizmelerin ayağıma büyük geleceğini düşünsem de itiraz etmedim ve Remzi amcanın elindeki çizmeleri alarak kendi çizmelerimi çıkarıp giydim. Ben gelene kadar Haris de başka bir çift çizme gitmişti. Çoktan tarlanın başına gitmiş gayet ağır olan bir bal kabağını kaldırmaya çalışıyordu. Ona doğru yürürken yerinden kaldırdı ve taşımaya başladı.

 

"Heyzır sen kaldırma, sadece olanları tespit et bana söyle."

 

"Tamamdır kaptan."

 

Asker selamıyla güldüğümde o da güldü ve kabağı sağ sol yaparak taşımaya devam etti.

 

"Şu olmuş."

 

"Bi de şu."

 

"Ha bir de şu."

 

"Şunu da unutmamak lazım."

 

"E bunu niye almadın?"

 

Haris'in alnından terler süzülürken tarladaki kabakların neredeyse hepsi toplanmıştı. Remzi amca arada bir evin kapısından elinde bez ya da tabakla bize bakıyor sonra da içeri yeniden giriyordu. O da içeride hummalı bir çalışma yaparken Haris'in gücü tamamen tükenmişti. Siyah kumaş pantolonu yer yer çamur olmuş, beyaz gömleği de bundan üstüne düşen payı almıştı.

 

Tarlanın çamur olması işimizi daha da zorlaştırırken son bal kabağı ile güneş son ışıklarını da sunuyordu dünyaya. Biten bir günün ardından Haris'le birlikte Remzi amcanın evine doğru yürürken mutlu hissediyorduk. Girişte çizmeleri çıkarıp çoraplarımızla girdik içeri.

 

"Gelin gelin çayı yeni demledim."

 

Etrafımızda dört koşturan Remzi amcanın keyfine diyecek yoktu. İçerisi yanan sobadan dolayı sıcacıktı. Yeni pişen patateslerin kokusu ile demlenen çayın buharı birleşince çok hoş bir aroma oluşturmuştu. İnsanın bu hayatta sonsuza kadar kalası geliyordu.

 

Haris'le birlikte ellerimizi yıkayıp yer sofrasına geçtik. Bizim dokunmadığımız patatesleri Remzi amca bizim için tek tek soyup önümüze koydu. Tuzu, biberi ve ihtiyacımız olabilecek her şeyi de hazırladığında yememiz için gözümüzün içine bakıyordu.

 

Haris çok yorulmuştu. Bunu anlayabiliyordum ancak yine de amcayı kırmamak adına patateslerden yedi birkaç tane.

 

"Bizim buralarda yetiştirdim hepsini. Hepsi taze ve ilaçsız. Yiyin yiyin."

 

Sıcacık çay içimi ısıtırken içim huzurla dolmuştu. İyi ki de Remzi amca davet etmiş, iyi ki de Haris'le birlikte gelmiştik.

 

"Buraya gelmemize nasıl izin verdiler, hayret."

 

Merakla sorduğumda patatesten bir ısırık daha almıştım. Sobada közlenmiş yanı çok hoş bir yumuşaklıkla ağzımda dağılırken çayımdan da bir yudum alıp Haris'e baktım.

 

"Müdüre davet aldığımızı söyledim. O da izin verdi. Hiç zor olmadı."

 

Haris de çayını yudumluyordu ve bu kadar kolay olmasına o da şaşırmış gibiydi ama pek de umursamıyordu. Her zamanki gibi bir şeyler vardı ve bununla uğraşmak yerine anın tadını çıkarmaya karar vermişti.

 

"Yufka da çevireyim mi size? Yağ sürüp yersiniz, hı?"

 

Elinde tuttuğu yufka ile bize bakan Remzi amca o kadar istekliydi ki bize bir şeyler yedirmek için onu kırmak istemiyorduk.

 

"Ben bi tane alayım," dedi Haris.

 

"Ben de yarım alayım."

 

Haris bana bakıp gülümsedi. Yarım demem hoşuna gitmişti sanki. Ben de gülümsedim.

 

"Ee anlatın bakalım. Haris oğlum senin ailen nasıllar iyiler mi?"

 

Haris dudaklarındaki gülücük silinen dek bakışlarını yerde tuttu. Gözlerim yüzünde gezinirken Remzi amcanın böyle bir şey sormamış olmasını diler gibiydi. Belli etmemeye çalışsa da aile ile ilgili her türlü soru canını sıkıyordu.

 

"Benim ailem yok efendim."

 

Hafif bir tebessümle söylenen cümle Remzi amcanın Haris'e pişmanlıkla bakmasına benim de elimdeki bardağı sofraya bırakmama neden olmuştu.

 

"Çok özür dilerim evladım. Ben bilmiyordum."

 

"Önemli değil, rahatsız olmadım. Onlar, ben küçükken ölmüşler."

 

Ağzımdaki lokmayı yavaş yavaş çiğnerken bakışlarım yerdeydi. Aile hakkındaki acı şeyleri açıklamak her zaman zor oluyordu. Haris'i anlayabiliyordum. Ben de babam hakkında konuşurken aynen böyle oluyordum.

 

"Ayıp olmazsa oğlum nasıl ölmüşler biliyor musun?"

 

"Ayıp olmaz efendim fakat ben bilmiyorum. Bir aileye evlatlık verildiğimde ve o aileden kaçtığımda beni başka biri büyüttü. Karışık bir geçmişim var anlayacağınız. Aile kavramım hiç olmadı. Hep tek başımaydım."

 

Son lokmayı da yuttuğumda hüzünle ona baktım, gülümsüyordu. Öyle bir gülümsüyordu ki neredeyse benim gözlerim yaşla dolacaktı. Bazı gülüşler vardır, binlerce litre gözyaşına bedel...

 

"Tek başına da olsan altın gibi yüreğin var maşallah. Allah seni korusun oğlum. Ne iş yapıyordun sen?"

 

Bu soru da da duraksadı.

 

"Şimdilik işsizim bir efendim."

 

"Olsun olsun," dedi Remzi amca teselli edercesine Haris'in omzuna ritimle vurarak.

"Senin gibi iyi birinin işsiz kalacağını sanmam ben. Allah bir yerden bir şeylere verir eminim."

 

Haris gülümseyerek çayından bir yudum alırken sıra bana gelmişti.

 

"Sen kızım? Sen polissin değil mi?"

 

"Evet amca, yeni polisim."

 

"Senin ailen nasıllar?"

 

"Benim de annem ve erkek kardeşim var. Babam şehit oldu."

 

"Senin baban da mı şehit? Benim de oğlum şehit oldu."

 

Acınası bir tebessümle Remzi amcaya bakarken yutkundum. Ortak noktamızın şehit olan yakınlarımız olmamasını dilerdim.

 

"Hasta bir oğlu kaldı geride bir de artık kendine bile faydası olmayan karısı. Bir aile yıkıldı. Onlara da gidemiyorum beni almıyorlar artık."

 

Hasta oğlu deyince direkt aklıma Turhan gelmişti.

 

"Neden seni almıyorlar? Kim almıyor daha doğrusu?"

 

"Gelinimin ailesi," dedi Remzi amca yüzüne düşen hüzün gölgesi ile.

"Oğlum şehit olduğu zaman araştırmalar yapmıştım. Çok karışık bir olaya bulaşmıştım. Zaten hanımı da o ara kaybettim. Dayanamadı zavallı. Meğer bir gruba katılmış bizim oğlan, o yüzden öldürmüşler onu."

 

Grup diyince Haris ve ben birbirimize baktık. Engerek zehri ismi örgütle bağlantısı var mıydı ki? Gerilmiştim bir anda. Eğer Remzi amca ile aynı örgütten bahsediyorsak bugünkü Gamze'nin olayına da bir el atabilirdik. Zira hepsinin tarihi aşağı yukarı aynıydı.

 

Hem Haris hem ben merakla Remzi amcaya bakarken o derin bir nefes alıp anlatmaya başladı.

 

🩸🩸🩸

 

 

Yine geciktik ama bu sefer gerçekten ilham bulmakta zorlandım. Gecikmeden ötürü yine sınır uygulaması yapmayacağım. Ama siz yine de güzel yorumlarınızı eksik etmeyin. Sizin görüşleriniz bana ne kadar etki ediyor biliyorsunuz. Bazen bir cümleniz için binlerce kelime yazacak güç buluyorum. Lütfen desteklerinizi esirgemeyin.

 

Yeni bölüm hazır olunca yayımlayacağım. Görüşmek üzere ❤️

Loading...
0%