@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳🔳
Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻
instagram ❤️ haku.red wat_profesyonel bbeyzasah hakugutayfa
🔳🔳🔳🔳🔳
Ecmel davasından 3 ay önce
"Üç kıtada yükselen başarısı ile Mimar Çağrı Aslanbey'in Türkiye'ye kesin dönüş yapacağı, artık merkezi yönetimi Türkiye'den yapacağı duyuruldu. Mimar Çağrı Aslanbey, sadece yaptığı eşsiz tasarımlarla değil aynı zamanda eşsiz bir gurme olması ile de biliniyor. Kimliğini titizlikle gizleyen genç mimarın yaşından başka bir şey bilinmiyor. Verdiği röportajların tamamı farklı kültürlerde tanıdığı insanlardan aldığı güzelliklerle doluyken böylesine genç bir mimarın..."
Elindeki kumandanın tuşuna bıkkınlıkla basıp haberi kapattı. Türkiye'ye geldiğinden beri ardı arkası kesilmeyen bu haberlerden artık gına gelmişti. Niyeti tanınmak olsa bu kadar haberi yapılmazdı ama gizlenmeyi seçtiği için bir evlerine gelmedikleri kalmıştı sanki. Bu dünyada her şey mi tersine giderdi böyle? Daha dün her şeyden ve herkesten uzak yaşarken, bugün en az bir haber kanalı onun haberini veriyordu. Evet başarının övülmesi güzeldi ama bu kadar da sürekli olunca bir zaman sonra sıkıyordu.
"Bir insanı bu kadar abartmasalar olmaz. Sadece yurdumuza geri döndük ne var bunda ya hu?"
Genç adamı tebessüm ederek dinleyen yardımcısı Fehmi büyük bir nezaketle yanıtladı.
"Mütevazı bir insan olduğunuz için rahatsız oluyorsunuz efendim, ama çok az bile söylüyorlar. Siz bu haberlerin katbekatını hak ediyorsunuz."
"Fehmi abi sen de başlama Allah aşkına. Kimliğimi gizle demiştim ama maşallah tüm ülke yaşımı biliyor. Hani bana dair her şeyi gizlemiştiniz, ne oldu? Bu ülke yaşımı nerden öğrendi merak ediyorum doğrusu."
Mahçup bir şekilde eğildi yaşlı adam. Gizlemişlerdi gizlemelerine ama işler çok ters gitmişti.
"En son hacklenen telefon olayından sonra öyle oldu efendim. Çok özür dileriz."
"Özür dileme benden. Benden kaç yaş büyüksün. Senden özür beklemiyorum biliyorsun."
"Tekrar özür dilerim efendim."
"Özür dileme dedim ya Fehmi abi."
"Özür dilerim efendim bir daha özür dilemem."
Başını iki yana sallayarak giriştiği bu işten vazgeçen genç adam pes etti. Daha fazla üstüne giderse yaşlı adamı iyice tedirgin edecekti.
"Neyse yapacak bir şey yok. Yağımı bilmeleri çok da önemli değil. Zaten konuşacakları kadar konuluyorlar. Gerçi yirmi dört yaşında bir milyarderi çok daha fazla konuşurlar kesin. Artık öncesine nispeten daha fazla dilde dolaşacağım! İnsanların beni konuşmasını sevmiyorum biliyorsun Fehmi abi. Basit ve sade yaşamak istiyorum, düştüğüm şu duruma bak."
"Biliyorum efendim. Siz yüreği tevazu ile dolu iyi kalpli bir insansınız ama insanlar kendilerine konuşacak bir şey arayıp durur. Siz sadece bekleyin, elbet sizi konuşmayı bıraktıkları bir dönem gelecek, o zaman rahat rahat işinize odaklanırsınız."
Yaşlı adam gülümseyerek bunları söylerken genç adam her defasında övüldüğü için rahatsız oluyordu. Defalarca durdurmak istese de herkes onunla iligili iyi şeyler söylemeye devam ediyordu.
Kahve saçlarını eliyle karıştırıp zümrüt gözlerini kırpıştırdı ve iki gün süren yoldan ötürü dinlenmek için üçlü kanepeye öylece sızdı. İnsanları durdurmak imkansızdı. En iyisi herkesi kendi haline bırakmaktı.
Tıpkı bir baba gibi evladının üşümesini istemeyen Fehmi, eline aldığı battaniyeyi özenle genç adamın üstüne örttü. Henüz bir çocukken ailesini kaybetse de o, iyi kalbinden asla ödün vermemiş çalışmaya devam etmişti. Sahip olduğu aile şirketini on yıl içinde katbekat büyütüp bugün olduğu seviyeye getirmişti.
Her şeye rağmen çabuk kırılan, çabuk inanan, çabucak bağlanan bir çocuk gibiydi. Onun kırılması ve üzülmesinden ölesiye korkan Fehmi ve yardımcıları gözü gibi bakıyorlardı genç adama. Para için değil. Çok sevdikleri için. Ve bu, kolayca kazanılan bir şey değildi.
🩸🩸🩸
"Heyzır, ses cihazını hacklemeyi başardık. Oradan ayrılman lazım, aşağı mutfakta işler birbirine girdi, acil aşağı in."
Kulaklığımda yankılanan sese odaklanmak oldukça güçtü. Az önce bir cinayet işlenmişti muhtemelen ve aşağıda karışan işler bunun kadar önemli değildi. Şayet aşağıda da bir cinayet işlenmediyse asıl olay mahalli burasıydı.
Kulaklığı gözardı ederek lavaboya doğru bir adım atmıştım ki "Heyzır ne yapıyorsun? Acele aşağı in!" diye ses yükseldi.
Cihanşah vakit kaybettiğimi anlamıştı. Olayı açıklamak için kulaklığıma dokunmuştum ki bir daha geldi.
"Hacer Gazel, bir dakika daha beklemeden hızla aşağı inmeni emrediyoruz!"
Daha fazla emri geciktirmekten vazgeçtim ve lavabodan dönerek merdivenlere doğru yöneldim.
"Hemen iniyorum."
Asansörü de kullanabilirdim ama nedense merdivenlerin daha hızlı olacağını düşündüm. Basamakları hızlı hızlı inerken lavaboda neler olduğunu çok merak ediyordum. Eğer biri öldürüldüyse, ki mutlaka öldürüldü, katili bulmak her saniye daha da zorlaşacaktı. Boş alanda ayakkabılarımın tok sesi yankılanırken tüm hızımla aşağı iniyordum. Aşağıda ne olduğunu da çok merak ediyordum bir yandan. Haris, Onur ve Emre vardı. Bu üçü arasında bir şey olduysa her şey açığa çıkardı. "İnşallah Onur ve Emre bir vukuat çıkarmamışlardır," diye geçirdim içimden. Mutfağa yaklaştıkça sesler yükseliyordu. Kavga ediyordu birileri ve bağıranlardan biri hiç de yabancı değildi.
"Hanımefendi ben sizin yemeğinize neden çiçek koymak istemeyeyim? Üstelik şef ben değilim bile, o ne hazırladıysa onu aldım geldim. Gördüğünüz üzere ben sadece garsonum. Rica ederim biraz sakinleşin."
"Şu an bana doğruları söylemiyorsun. Ben her hafta gelip burada lotus motifli noddle yerim. Her zaman tabağın üstünde lila renkli çok güzel bir çiçek olur. Onu da yemeye kıyamaz alır koleksiyonumu koyarım. Ama sen! Bu sefer sen! Çiçeğimi ne yaptın söyle çabuk!"
Onur karşısında avaz avaz bağıran genç kızı nasıl susturacağını bilemezken tabloları silmeye devam eden Haris ve başka bir masaya servis yapan Emre gizlice izliyorlardı. Müdahale edemiyorlardı çünkü biz herkesin gözünde birbirinden bağımsız elemanlardık, o kadar. Yine de en azından ayırmayı deneselerdi keşke, zavallı Onur herkesin gözü önünde hakaretlere maruz kalıyordu.
"Şimdi de suçu şefe mi atıyorsun? Şef kaç aydır burda olan başarılı bir aşçı. Daha geçen hafta aynı noddledan yedim. Elinin lezzeti bile değişmez. Doğru söyle sen de mi koleksiyon yapıyorsun? Ver bana o çiçeği sana diyorum hey!"
Kız Onur'a sağlı sollu vurmaya başladığında işler iyice karışmıştı. Akıl sağlığı yerinde miydi bilmiyorum ama şu an Onur bildiğin dayak yiyordu.
"Aa ama, ha-hanım efendi. Vurmayın ya! Bak acıyor ama!"
"Sus! Sus konuşma! Çiçeklerimi geri verene kadar dayak senin hakkın! Ver çiçeklerimi geri ver."
Onur çaresizce ne yapacağını bilemezken ben girdim araya. Birkaç ara dayağı yesem de sonunda arkama saklanan Onur'u kollamayı başarmıştım. İki eli ile belimden tutarken omzumun üstünden kıza bakıyordu. Onun için saklanılacak bir yer olsam da boyu benden uzun olduğu için yine kendine düşen payı alıyordu. Kızın attığı tokatlardan biri bana üçü Onur'a denk gelirken sürekli sağ sol yapıp ıskalamaya çalışıyorduk.
"Hanımefendi, bi dinleyebilirseniz bizi. Ge-gerçekten anlaşacağımıza inanıyorum. Bakın bence büyük bir ihtimalle bir yanlış anlaşılma olmuş. Ben şimdi şefi çağırıp geliyorum. Siz biraz sakinleşin lütfen."
Genç kız ellerini havada savurmaya devam ederken biz sağ sol manevralar yapıp kendimizi kurtarmaya çabalıyorduk. Birçoğunda başarılı olsak da isabetli olanlardan bazıları canımızı fena halde yakıyordu.
"Gidin çağırın bence de. Kim doğru kim yalan söylüyor çıksın açığa."
Mutfak tarafına doğru yürümeye başlamıştım ki sırtıma kene gibi yapışan Onur da benimle birlikte geliyordu.
"Heyzır bu işi çöz. Söz bundan sonra sana asla kötü davranmayacağım. Üstelik sana kötü davrananları bile yola getireceğim. Hadi kızım be, bir yardım et ne olur."
"Tamam çok sıkma omzumu, tırnakların acıtıyor ya. Of!"
Yapışık ikizler gibi mutfak tarafına geçtiğimizde herkes bize bakıyordu. Kurallara göre mutfaktakilerin dışarı çıkması yasaktı. Sesleri duymuşlardı ama sadece içeride telaşlanmaktan başka bir şey yapamamışlardı. Bizim içer girdiğimizi görünce hep birlikte etrafımıza toparlandılar.
"Dışarıda ne oluyor öyle? Servis hatası mı oldu?"
Baş şef bunu sorduğunda başımı iki yana salladım. Servis hatası değildi ama eksiklik vardı.
"Bugün lotuslu noddle kim tarafından yapıldı Şefim?"
Arkalardan biri elini kaldırdı.
"B-ben yaptım. Kötü mü olmuş?"
"Yo, hayır ama normalde de siz mi yapıyordunuz?"
Bu soru bir an için tüm mutfağın buz kesmesine neden olmuştu. Herkesin bir anda yüzü düştü, omuzları çöktü ve bakışları yere indi. Yanlış bir şey mi sordum diye kendi kendime düşünürken tüm mutfakta kızaran patatesin cızırtısı, haşlanan brokolinin gurultusu dışında başka bir şey duyulmamaya başlandı. Onlar da kesilse neredeyse kendi nefeslerimizi işitecektik. Herkesi böylesine lal eden cevabı merakla beklerken asla karşılık alamayacağımı tahmin ediyordum.
Dakikalar geçiyor ama soruma cevap gelmiyordu. Kimseden çıt çıkmazken "Hangi müşteri ise bana gösterir misin özür dileyeceğim," dedi baş şef.
"Efendim..."
"Sen dur Metin. Senin bir suçun yok. Zaten bu mesele bizden de çıktı artık. Yönetimin bir el atması lazım."
Ne olduğunu anlayamıyorduk. Gizlenen ya da bize söylenmeyen bir şeyler vardı ama şu an için öğrenecek konumda da değildik. Baş şef önlüğünü çıkarıp başlığını düzeltti ve önden yürüyerek "Hadi gidelim," dedi. Bizi beklemeden yürümeye başladığında onu takip etmekten başka şansımız kalmamıştı. Şef önde, Onur'la ben arkada yürüyerek çıktık mutfaktan. Genç kız kolları önünde bağlı bir şekilde sinirle bekliyordu. Çatık koyu sarı kaşları beyaz teninde birer hilal gibi titrerken pembe dudakları büzülmüştü. Gözleri tatlıydı ama sinirli bir ışıltı yayıyordu. İnsanın ondan korkmaktan ziyade tatlı tatlı sevesi geliyordu. Yine de onun sayesi de mutfakta başka bir şeylerin döndüğüne şahit olmuştuk.
"Hanımefendi, yapılan yanlışlıktan dolayı çok ama çok özür dileriz. Şefimiz henüz bu noddle tarzını ilk kez denedi. Bu seferlik mazur görün, bir dahakine mutlaka dilediğiniz çiçeği hazırlayacağız."
"Özür dileyince her şey bitti mi yani? Benim burayı tercih etme nedenim lotus çiçekleri ama gelin görün ki bundan mahrum bırakıyorsunuz. Adı neden lotus çiçekli noddle o zaman? Ya adını değiştirin ya da kendinizi!"
"Çok haklısınız. Tekrar çok özür dileriz efendim."
"Neyse, bunca zaman çok lezzetli yemek yedim sizden, özrünüz kabul edildi. Ama bir dahakine lotusu isterim ona göre."
Baş şef mahçup bir şekilde ellerini ovuşturdu. Anlaşılan genç kızın isteği kabul edilemeyecekti.
"Korkarım ki bu isteğinizi yerine getiremeyeceğiz hanımefendi. Çok üzgünüm."
"Ne? Neden?"
En az genç kız kadar ben de merak ediyordum. Beklenti dolu bakışlarla şefe döndüğümde esefle bir nefes aldı.
"O lotus çiçeği tek bir şef tarafından yapılabiliyordu. Onun özel yeteneğiydi. Bu zamana kadar ondan başkası yapamadı. Hepimiz çok denedik, bize de öğretmeye çalıştı ancak maalesef yaşaramadık."
"Tamam yine aynı şef yapmaya devam etsin işte. Ben illa sizden istemiyorum ki?"
"Yapamaz efendim."
"Niye? Yoksa kovdunuz mu adamı? Sizi beceriksiz şeyler. Kendiniz yapamayınca kıskanıp onu kovdunuz değil mi? Özellikle şu garsonunuzdan anlamalıydım beceriksiz olduğunuzu."
Laf yine Onur'a gelmişti. Onur arkama daha fazla gizlenirken "Hayır hanımefendi. İlhan şef hepimiz tarafından çok sevilen biriydi. Asla bu şekilde düşünmedik," dedi baş şef gayet alçak bir ses tonu ile. Bu konulardan bahsetmek canını acıtıyordu besbelli. Yine de durumu düzeltmek için elinden geleni yapıyordu. Keşke kız da biraz anlayışlı olup kapatsaydı konuyu. Fakat kapanmadı. Kız ısrarla devam etti.
"Ben anlamıyorum. Hem çiçeği ondan başkası yapamaz diyorsunuz hem kendiniz yapmıyorsunuz hem de telafi etmek istiyorsunuz. Eski şef yapmaya devam etsin bitsin işte ama sorun bu değil diyorsunuz. O zaman sorun ne?"
"Çünkü onu öldürdünüz geri zekalı!"
Arkamızdan gelen ağlamaklı bağırtı yükselirken irkilmiştik. Hep birlikte sesin geldiği yere döndüğümüzde biraz önce konuşan Metin şef olduğunu gördük. Titriyordu ve kan çanağına dönen gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Konuşurken ağzından tükürükler saçılması kendini sıktığına işaretti. Kasılan çenesi ses tonunu çok daha baskın hale getirirken ağlamamak için bir çaba sarf etmiyordu. Gözlerinden akan yaşlar çenesine kadar süzülürken o bütün sinirini kızdan çıkarmaya karar vermişti bile.
"Sizin yüzünüzden, sizin bencil nefsiniz yüzünden, sizin iğrenç istekleriniz yüzünden arkadaşım öldü."
"Metin sus ne yapıyorsun?"
Hızla önlüğünü çıkarıp yere attı genç adam.
"İlhan'dan sonra zaten devam edeceğim bir yer değildi burası ama hep sabrettim. Fakat görüyorum ki sizin onun ölüsüne bile saygınız yok. Ne yaptı ki benim arkadaşım? Sevdi sadece. Sevdi. Hepiniz ona kumpas kurdunuz. Hepiniz onu mahvettiniz. Allah kahretsin sizi!"
Biraz önce avaz avaz bağıran genç kız süt dökmüş kedi gibi pusarken hepimiz hüzünlenmiştik. Metin sinirli adımlarla çıkıp giderken geride kalanlar tıpkı mutfaktaki şefler gibi sessizliğe gömüldü.
🩸🩸🩸
Ecmel davasından 3 ay önce
"Bu na bişim yemek kizlar? Na bişim yemek!"
İtalyan Şef Antonio bağırarak mutfakta ateş dağıtırken herkes sessizliğe bürünmüştü. Yarım yamalak Türkçesi ve her defasında bir kusur bulduğu yemeklere sinirle bakınırken başını eğenlerden biri de Ayşem'di. Yıllardır elinden geleni yapmasına rağmen bir türlü şef ünvanını alamamış, çaylak bile olamamıştı. Ya eli titriyor, ya tuzu kaçırıyor ya da ölçüyü fazla yapıyordu. Aslında bunların hepsi ona sunulan bahanelerden biriydi. Yemeklerini deneyen herkes çok beğeniyordu. Sadece Antonio illa bir kulp bulma peşindeydi. Ama yapacak bir şey yoktu. Yemeğini beğenmesi gereken kişi oydu. Yoksa asla sınavdan geçemez ve hayali olan şef ünvanına kavuşamazdı.
Beline kadar uzanan düz siyah saçlarını karmakarışık edene kadar karıştırmak istedi Ayşem ama şayet bunu yaparsa temelli işten kovulurdu. Yemek yapmanın ilk ve en önemli kuralı temizliklikti ki bunda yemek yaptığı süre içinde saçlarına dokunmamak şartı başı çekiyordu. Saçlarını havalandırıp alev alev yanan başını rahatlatmaktan vazgeçip yerine derin bir nefes almayı seçti. Aldığı nefes her türlü koku ile harmanlanmış mutfaktan birer fiske gibiyken kimin ne pişirdiğini az çok anlamıştı.
Mesela biri mutlaka karnabahar haşlamıştı ki bu koku uzaktan gelmiyordu. Hemen yakınlarda başka biri kızartma yapmış ama yağını ikinci kez kullandığı için genizde bir acı hissine neden olmuştu. Az uzaktaki yoğun baharat kullandığı için ortalığı hindistana çevirmiş bir diğer her defasında sarımsakla iş yaptığı için kokusu tüm yemeğini sarmıştı.
"Yarina kadar! Yarina kadar diyorum. bak, mutlak güzel bir yemekle gelmenizi istiyorum. Eğer gelmezseniz bu iş burada biter!"
Antonio elindeki pırasayı tezgaha sertçe atıp giderken gözlerini kapattı Ayşem ve içinden "Nimet o nimet," diye geçirdi. Ah, şöyle harika bir eser çıkarsa ortaya bu lafları bir bir yedirirdi ona ama işte...
"Kız ben sana diyim bunun başka bir derdi var."
Ayşem kendi içinden söylenmeye devam ederken hemen yanındaki Yaren'in dürtmesi ile irkildi.
"Neymiş derdi?"
"Hani sana geçen bahsettiğim şu ünlü kafe var ya, hani hem kafe hem restoran gibi."
"Evet?"
"İşte oraya geçecekmiş. Yanında da birini götürecek, bil bakalım kim o?"
İki kız aynı anda gözlerini kısıp gıcık bir tavırla eğilerek sağ tarafta duran Süeda denen kıza baktılar. Herkese yukarıdan bakan bu kız da Ayşem'le aynı hayalin peşindeydi. Yani kısmen. Onun daha çok istediği yaptığı yemeğin tadını önemsemeden fotoğraf çektirmek ve ünlü olmaktı. Yemekten ziyade kendine özen göstermesinin bir diğer nedeni de buydu zaten.
"Artık İtalyan'la bunun arasında ne varsa kesin olunla birlikte gidecek. Hep onun yemeklerini beğeniyor baksana."
"Ama bu haksızlık. Kaç senedir uğraşıyoruz. Bu yarışmayı da kazanamazsak bu sefer temelli biter bu hayal."
Ayşem hüzünle başını etmişken Yaren elindeki kaşıkla Ayşem'inkini tattı.
"Bir şey diyim mi, senin yemek harika. Nasıl beğenmiyor ben anlamıyorum ya."
Ayşem de kendi kaşığı ile Yarenin'kini tattı.
"Valla seninki de çok güzel."
"Desene bu İtalyan bizimki kötü olduğu için değil zaten Süeda'yı seçeceği için böyle yapıyor?"
"Valla bence öyle."
Hem Ayşem hem Yaren sinirle ne yapacaklarını düşünürken Süeda kendi yemeğini herkese ikram etmeye başlamıştı bile.
🩸🩸🩸
Onur ve ben birlikte boş masaların olduğu köşeye gelmiş konuşurken Emre de geldi.
"Bu şekilde toplanmamız doğru değil biliyorum ama," dedi Onur çekince ile. "Biraz önceki hareketini çok takdir ettim Heyzır. Bundan sonra benim can yoldaşımsın. Ne zaman başın sıkışsa ben mutlaka yardım için hazır olacağım."
Onur'un çekince ve biraz da utanarak söylediği şeyleri dinlerken gülümsüyordum. Emre şaşkınlık ve çatık kaşları ile Onur'u dinlerken "Ohoo ama olmaz ki abi ya. Hani Heyzır bizim bundan sonra ölümüne düşmanımızdı. Hani denize düşerse denizdeki köpekbalıklarını kurtarır Heyzır'ı kurtarmazdık? Hani seri cinayet olursa ilk iş Heyzı..."
"Bi sus oğlum be!"
Onur sıkıca Emre'nin ağzını kapatırken "Sen geçmiş nedir bilmez misin? Bunların hepsi taaa geçmişte kaldı. Artık tertemiz bir sayfa açıyoruz," dedi.
"Bon tomoz soyfo oçmom!"
Ağzı Onur tarafından kapatılan Emre konuşabildiği kadar kendini ifade ederken daha çok gülüyordum. Bu ikilinin yanar döner hallerine rağmen asla birbirinden ayrılmayan karakterleri her daim hoşuma gidiyordu.
"Hem sanki Heyzır seni seçecekti. Başından beri bir yanlış anlaşılmaya tutulduk gittik."
Onur'un cümlelerinin arasından çekip aldığım birkaç kelimeyi anlamamışçasına sordum.
"Seçmek mi? Yanlış anlaşılma mı? Nasıl bir yanlış anlaşılma?"
Onur benim de duyduğumu fark edince hızla konuyu değiştirmeye çalıştı. Fark ettim ama etmemiş gibi yaparak onu dinledim.
"Ben yanlış anlaşılma mı dedim? Yanlış anlaşılma değil yanlış anlama olacaktı. Seni yanlış tanıdık, ama iyi kızmışsın falan yani."
Beni geçiştirdiğini anlasam da üstüne gitmedim ve gülerek ikiliyi izlemeye devam ettim. Elbet altından bir şeyler çıkacaktı ama bunu onlar istemediği sürece pek öğrenecek gibi değildim. Hem hazır barışmışken kurcalamanın bir alemi de yoktu.
"Şey müsaadenizle bir şey söyleyebilir miyim?"
Üçümüzden çok ayrı bir ses yükselince hepimiz sesin geldiği yöne doğru baktık.
Biraz önce kavga başlatan kız süt dökmüş kedi gibi çekince ile dikiliyordu ayakta. Elleri önünde tuttuğu çantayı sıkıca kavrarken yerde olan başındaki ürkek gözleri Onur'da geziniyordu.
Onur onu görmesi ile gözlerini devirmesi bir oldu. Tüm parmaklarını sıra ile masaya vururken kızın bir an önce gitmesini ister gibiydi. Arada bir puflayarak bu isteğini açıkça belli ettikten sonra devreye yine ben girdim.
"Buyurun bir şey mi diyecektiniz?"
"Evet, ben çok özür dilemek istiyorum. Yani, nasıl söylesem, lotus çiçeğine karşı çok özel bir bağım var. Annem," dedi yutkunmadan hemen önce. "ölmeden önce lotus çiçeklerinin bana benzediğini söylemişti."
Onur bu nedeni duyunca biraz olsun yumuşamıştı. Parmaklarını durdurmuş, kaçamak bakışlarla kıza bir kere bakmıştı.
"Bu kadar manevi değeri yüksek bir şey olmasa inanın ben de önemsemem. Ama sadece burada böyle güzel çiçekler yapılıyor. Ben de bir anda sinirlendim."
Onur gözlerini yarım daire şeklinde hareket ettirirken Emre kıza acınası bir ifade ile bakıyordu. Hemen su koymuştu o da.
"Adım Mihri. Mihri Baran. Şayet kabul ederse Beyfendi, kendisi için bir özür yemeği yemek isterim."
"Mihri çok güzel isim, Yazgı ve Nasip ve Kısmet'ten bile daha güzel."
Emre hipnoz olmuşçasına kıza bakarken Onur bir kere daha göz devirdi.
"Hah, tam birbirinizi buldunuz. Zaten benim de işlerim var, size bu çocuk yardım edebilir," dedi ve kalkıp gitti.
Kız Onur'un arkasından hüzünle bakarken ortalığı toparlamak yine bana kalmıştı. Gerçi biraz önceki ara dayağını ben de hak etmemiştim ama pişman olup af dilemeye gelen birini geri çevirmek de pek doğru olmazdı.
"Ona biraz zaman verin. Böyle bir durum gerçekten ağır geldi. Zamanla her şeyin düzeleceğine inanıyorum."
Gülümseyerek bana bakarken "Teşekkür ediyorum," dedi. "İsmini öğrenebilsem çok iyi olurdu aslında."
"Onu..."
Hemen yanıma gelen Emre'ye sıkı bir çimdik attığımda acı ile inledi.
"Kamuran. İsmi Kamuran. Kendisinin annesi de Çalıkuşu hayranıymış, ondan öyle şey etmiş."
Emre acıyan yerini ovuştururken yanımıza Haris gelmişti.
"Feride Hanım eğer vaktiniz varsa aşağı kattaki tablonun temizliği hakkında bir soru sorabilir miyim?"
Haris'in söyleyecekleri vardı belli ki. Kızla Emre'yi daha fazla yalnız bırakmamak adına "Sizin de işiniz vardı değil mi Reşat Bey," dedim kalk göz işareti ile.
"Ne Reşat'ı be! Zaten mosmor ettin etimi. Ama sen görürsün."
Bıkkınlıkla bir nefes alıp merakla bize bakan Mihri'ye gülümsedim. Kız be yaptığımızı zerre anlamıyordu ve daha kötüsü bizi tuhaf birileri olarak görüyor olmalıydı.
"Hani senin adın Reşat, benimki Feride ya," dedim dişlerimin arasından. "Hani biz bu kafenin garsonlarıyız ya."
Daha fazla gözüm dönmeden Emre anladı neyse ki.
"Haa, tamam şu mesele. Gidiyorum tamam. Ama bu etin hesabı sorulacak ona göre."
Emre tehditleri ile uzaklaşırken kız da onun arkasından uzunca baktı. Şayet işler berbat olursa bu Emre'nin suçu olacaktı. Çocuğun kafa iki dakikada gitmişti. Keşke kavgayı Onur değil de Emre yaşasaydı.
"Ben de gideyim o zaman. Yarın yine gelirim. Kamuran Bey'e tekrar çok özürlerimi iletin olur mu?"
"Tabii ki iletirim. Siz rahat olun o yarına mutlaka düzelir."
Kızı geçiştirerek gönderirken yarın burada olmayacağımızı bile bile randevu bile ayarlamıştım. Bunca yalandan sonra kendimi iyi hissetmezken "Şimdi anlamadığım bir şey var," dedi Haris kollarını arkasında bağlayıp gözlerini kısarak.
"Yalancı sen misin, ben miyim?"
İşaret parmağı ile bir kendini bir beni gösterirken gayet eğleniyor gibiydi. Bunca şeyle uğraştıktan sonra bir de onunla uğraşamayacaktım.
"Of Haris bir de sen başlama Allah aşkına. Hadi şu depoya gidelim sana söyleyeceğim çok önemli şeyler var."
"Benim de çok önemli şeyler söylemem lazım. Hadi gidelim."
Birlikte boş depoya doğru yürürken insanların bizden şüphelenmemesi için gayet doğal davranmaya çalışıyorduk.
🩸🩸🩸
Ecmel davasından 3 ay önce
"Dün tüm gün yeni yemek tarifleri denedim ama içimde hiç ümit yok."
Ayşem hüzünle önündeki yemeği süslemeyi bitirmeye çalışırken Yaren gayet rahattı.
"Dediğin gibiyse eğer, yani bu Süeda yine seçilecekse biz bittik demektir. Şeflik hayalim sonra erdi."
"Hiç de sona ermedi," dedi Yaren kendinden emin bir şekilde.
Elindeki taze ıspanağı tezgaha bırakan Ayşem merakla sordu. "Nasıl? Bir şey mi buldun?"
"Hem de öyle bir şey ki, İtalyan ayaklarımıza kapanacak görürsün bak."
Ayşem merakla Yaren'e bakarken gözleri büyümüştü.
"Ne buldun bana da söyle lütfen. İçim hiç rahat değil."
"Olmaz. Şimdi söylersem kesin kabul etmezsin. Önce Süeda olayının gerçek olduğunu kendi gözünle gör ondan sonra devreye gireceğim."
"Ama olmaz ki ya, çok kötüsün."
İki yakın arkadaş her ne kadar birbirileri ile atışıyor gibi görünseler de gülümsemeye devam ediyorlardı. Aradan geçen dakikalar tadım vaktini getirmişken tam da Yaren'in dediği gibi Antonio kimsenin yemeğini beğenmedi, ta ki Süeda'ya kadar.
Yaren -bak ben demiştim- dercesine kaş göz işareti yaparken Ayşem de başını onay için sallıyordu.
"Evet, herkese tişikkür ederim ama Süeda'nın yemeği çok daha guzel olmuş, o yüzden onu seçiyorum."
Beklenilen sonuç geldiğinde "A ne yazık," dedi Yaren.
Daha önce hiç böyle bir karşılık almayan Antonio şaşkın bir şekilde "Efedım? Biri bir şey mi dedi?" diye sordu.
"Evet ben dedim," dedi Yaren elindeki havluyla parmaklarını kurulamaya devam ederken. "Burada ünlü gurme Çağrı Aslanbey tarafından lezzeti tescillenen biri varken gidip başkasını seçmeniz gerçekten çok yazık."
Merakla Yaren'i dinleyen Ayşem böyle bir şeyi beklemiyordu.
"Ki-kim dediniz? Çağrı Aslanbey mi? Kariştirıyor olmayasın? O Türkiye'de değil İtalya'daydı."
"Ama döndü," dedi Yaren gıcık bir tavırla havluyu tezgaha atarken. "Üstelik Ayşem'in yemeğini tattıktan sonra iyi ki vatanıma dönmüşüm. Daha önce böyle lezzetli bir şey denememiştim dedi. Aynen böyle dedi bak, hatta elimde kanıtım bile var."
Ayşem şaşkınlıkla Yaren'e bakarken delil işi de nereden çıkmıştı şimdi? Çağrı Aslanbey kimdi? Neden başrolde kendisi vardı?
"Şefim aslında Yaren..."
"Delili göster bana."
"Şefim beni bi dinleyebilirseniz."
Yaren cebinden çıkardığı cep telefonundan kaydettiği sesi açtı.
"İyi ki vatanıma dönmüşüm. Daha önce böyle lezzetli bir şey denememiştim."
"Yani efendim siz Ayşem'in yemeğini çok beğendiniz değil mi?"
"Kesinlikle. Hatta yeni kıracağım restoranımda kendisine baş şef ünvanı vermek istiyorum."
İşler içinden çıkılmaz bir hal alırken Ayşem yüzünü buruşturarak gözlerini kapattı. Daha fazla ne olabilirdi ki?
"S-sen girçek mi soylüyorsun?"
"Evet Şefim, alın dinleyin. Alın alın çekinmeyin."
Antonio telefonu eline aldığında Ayşem sertçe Yaren'e bir çimdik attı.
"Ne yapıyorsun sen?"
Dişlerinin arasından sorduğu soruyu ikisinden başkası duymamıştı.
"Hayatımızı değiştiriyorum. Ve sen de bana uymak zorundasın. Ev kirası geldi, elektrik kesildi ve sular da akmıyor. Para lazım kızım, sus da işimize bakalım."
"Ama Yaren..."
"Ah benim canim canim canim. Sen gel şoyle otur."
Antonio yapmacık bir gülümseme ile Ayşem'i kendine çekiştirirken Yaren de peşinden gidiyordu.
"Şefim benim yemeğim?"
"Sen bi dur Süeda, şimdi burada mükemmel elleri konuşuyoruz değil mi ama canim?"
Baş koltuğa oturtulan Ayşem hemen yanındaki Yaren'e çekince ile bakarken bu masalın ne zaman biteceğini düşünüyordu.
"Şimdi sen o teklifi kabul etmiyor, benimle birlikte İnfinity kafeye geliyorsun."
"Peki ben? Çağrı Aslanbey'i buraya davet eden bendim."
"Yaren'le birlikte gel o zaman. İkiniz benim yardımcım olacaksınız. Maaşlarınız ilk gün yatacak ve her ay ikramiye alacaksınız. Oldu mu?"
Ayşem başta doğru gelmeyen fikre ister istemez alışırken kendini gülümserken buldu. Sonunda hayalleri gerçek oluyordu. Sonunda bir işi olacaktı.
Ve devamı çorap söküğü gibi geldi...
"Ünlü gurme Çağrı Aslanbey, Türkiye'deki bu küçük işletmede bir çift ele hayran kaldı."
"Çağrı Aslanbey gönlünü bir aşçıya mı kaptırdı?"
"Çağrı Aslanbey kendisinden beklenmeyen bir şekilde her gün bu kafeyi ziyaret ediyor. Kafenin küçük yapısını önemsemeyen başarılı mimar burada asıl görmek istediği kişiyi görüp gidiyor."
"Ünlü mimar gönlünü kaptırdığı kız ile evlilik hazırlığına mı giriyor?"
"Sonunda beklenen oldu. Ünlü mimarın gizemli aşkı Ayşem ? kendini halka açıkladı. -Çağrı ile çok derin bir ilişkimiz var. Onu çok seviyorum,- diyen genç şef geleceği parlak isimler arasında yer alıyor."
🩸🩸🩸
Girdiğimiz depo temizlik eşyaları ile doluydu. Çeşit çeşit malzemeler odanın içinde karmakarışık ama insana hoş gelen kokuları etrafa yayarken peşimden gelen Haris içer girer girmez kapıyı kapatıp kilitledi. Köşelere ve kamera takılabilecek yerlere baktıktan sonra elini kulaklığa götürerek konuştu.
"Bu odada herhangi bir kamera ya da dinleme cihazı var mı Cihanşah?"
"Kontrol ediyorum."
Aradan geçen birkaç dakika sonunda "Herhangi bir sinyal alamıyorum," diye cevap geldi.
Haris beklediği cevabı aldıktan sonra bana doğru bir adım attı.
"Heyzır çok tuhaf bir şey öğrendim. Biraz önceki kavgada adı gelen İlhan Şef bundan iki hafta önce ölmüş. Fakat ölüm nedeni besin zehirlenmesi olarak geçiyormuş. Dünya genelindeki şef yarışmaları için hazırlanan birinin besin zehirlenmesi nedeni ile ölmesi bana çok saçma geldi. Düşünsene sen hangi yemek neye zararlı biliyorsun ama gidip besin zehirlenmesi geçiriyorsun. Üstelik aşağıda olanları sen de gördün. Metin denilen adam da İlhan'ın en yakın arkadaşıymış. Bana kalırsa İlhan şefin ölümünde Ecmel davasının çok büyük bağlantısı var."
Kaşlarımı çatıp Haris'in her dediğini dikkatle dinlerken, o ciddiyetle devam etti.
"En tuhaf olanı ise İlhan Şefin ölmeden iki gün önce bir drifte katıldığı."
"Drift?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Yani araba yarışı gibi bir şey. Konya'da bu yasa dışı ama bazı zenginler polisi hiçe sayarak düzenliyor. Gerçi buna tam hiçe sayma denmez. Sus payı verdikleri için fazla duyulmuyor ama sence de yeni yetme bir şefin böylesine uçuk bir yarışa katılması tuhaf değil mi? Bana çok pis bir koku verdi. İşin içinde her kim varsa büyük bir kumpasla karşı karşıyayız."
Ağzımdaki nefesi tedirginlikle verirken bir an için unuttuğum cinayet aklıma geldi. Elimi alnıma sertçe çarptım "Ah inanmıyorum. Benim söyleyeceğim şey çok daha önemliydi," diye bağırdım.
"Ne? Ne oldu? Söyle çabuk."
"Benim katımda bir cinayet işlendi."
"Ne diyorsun?"
İkimiz birlikte telaşla birbirimize baktığımızda "Cinayet mi dediniz?" diye sordu Cihanşah. Kulaklıklarımıza gelen sese "Evet," diye yanıt verdim.
"Niye söylemiyorsun Heyzır!"
"Acil aşağı inmem gerekince, araya kavga da girince ben..."
"Tamam vakit kaybetmeden acele olay yerine intikal edin. Tüm ekibe haber geçiyorum. Her şeye rağmen bu işle Emre ve Onur ilgilensin. Siz geride durun kimliğinizi açıklamayın."
Onur, Emre hatta Memati ve Yağız'a da aynı emir gitmişti. Telaşla Haris'e bakmaya devam ederken kol saatim alarm verdi. Bu, masam olan 20.01'in beni çağırdığı anlamına geliyordu.
Korku ile saatime bakarken "Ne yapmalıyım?" diye sordum. "Beni çağırıyorlar!"
"Sakin ol öncelikle," dedi Haris iki omzumdan narince tutarak. "Unutma, sen onların gözünde bir garsonsun. Sadece git ve isteklerini yerine getir, cinayetle ilgili bir şey bildiğini belli etme."
Haris'in sıcak elleri ve sakinleştirici sesi bana çok iyi gelmişti. Başımla onayladım onu. Dediği gibi yapacaktım. Sakin ve mantıklı...
"Hadi!"
Önde o arkada ben kapıdan çıktığımızda Onur ve Emre ile merdivenlerde karşılaştık. İkisi de önlüklerini ve başlıklarını çıkarmış bellerindeki silahı ellerine almışlardı. Kameralarla izlendiğimizi bildiğimiz için ne Haris ne ben onlarla konuşmadan ellerimizi havaya kaldırdık. Fazlaca durmadılar ve onlar merdivenlerden çıkarken biz de asansörü kullandık.
Asansörde kamera donanımı olmadığı için Haris hızla kulaklığına dokundu.
"Heyzır kadınları lavaboda görmüş. En son sadece biri çıkmış, diğerini de öldürdüğünü söylemiş."
"Tamamdır, Onur ve Emre'yi lavaboya yönlendirdim. Siz her şeye rağmen uzak durun."
Cihanşah karşılık verdiğinde ikimiz de işitmiştik.
"Tamam."
"Tamam."
Haris'le yeni emirlerinizi aldığımızda asansör kata gelmişti bile. Bizimle birlikte gelen Emre ve Onur'a lavabonun olduğu yeri gösterdim.
Tek kelime etmeden içeri girdiler. Dışarıda onları beklerken Onur aynı dakika içinde dışarı çıktı.
"Zemin kanla kaplanmış."
"Demiştim işte, kesin öldürdü Begüm'ü."
"Şşt, siz uzakta durun. Bizimle bağlantılı olduğunuz anlaşılmasın."
Onur'un direktifi ile ikimiz de geri çekildik. Ben 20.01 numaralı masama doğru yürürken Haris de duvardaki tabloya doğru yürüdü.
"Biz birer porsiyon daha kuşkonmaz salatası istiyoruz."
Begüm'le konuşan esmer kadın hiç yüzüme bakmadan siparişini verirken "Tuvana'cım sadece salata yedin ama olmaz ki, et de ye," dedi karşısındaki adam. İsminin Tuvana olduğunu anlar anlamaz zihnime not ettim.
Begüm ve Tuvana, tamamdır.
Ben siparişi getirmek için hareketlenirken bizimkiler geldi.
"Yat yere yat yat yat!"
Onur sertçe bağırırken ben ve Haris dahil herkes yere yatmaya başladı. Başımı yere koyup kollarımla desteklerken göz ucumla olanları izliyordum.
🩸🩸🩸
Ecmel davasından 3 ay önce
"Son günlerin en meşhur çifti AyÇağ günden güne kendine hayran kitlesi edinmeye devam ediyor. Başarılı bir mimar ve başarılı bir şefin tatlı aşkı her yaştan insanı heyecanlandırıyor. Artık insanlar bu çiftin sembolü olan lotus çiçeğini her yerde kullanmaya başladı. Ekranlarda görünmeyi sevmeyen Çağrı Aslanbey, nişanlısı Ayşem Dündar'ın kendisi yerine de röportaj vermesini rica ettiği öğrenildi. İkili..."
Elindeki kumanda kırılacak gibi olduğunda ancak kanalı kapatmayı akıl edebilmişti. Sinirden sıktığı dişleri, senelerce emek verdiği gizliliğini bir çırpıda yok eden Ayşem denen kızı parçalara ayırmak için kenetlenmiş gibiydi.
"Bu kız da kim Fehmi abi?"
"Kendisine ait herhangi bir bilgi edinemedik efendim."
"Kendisine ait bilgi bulunmayan bu kız nasıl beni tek hamlede ağına düşürdü Fehmi abi?"
"Bilmiyoruz efendim, gerçekten çok yetenekli biri olsa gerek."
"Fehmi abi!"
Çağrı'nın bağırışı geniş salonda yayılırken hazır bekleyen hizmetli ve servis için hazırlık yapan aşçılar da irkildi.
"Gidin bana şu neüdüğü bilinmez kızı bulun getirin. Kafayı Hint filimleri ile bozmuş olmalı ki böyle saçma fikirleri atıyor ortaya."
"Hemen bulup getiriyoruz efendim."
"Gidin bulun! Ya da durun, oraya bizzat kendim gideceğim. Bakalım neye benzediğini bile bilmediği nişanlısını görünce ne yapacak?"
🩸🩸🩸
"20.01 numaralı masa, cinayet şüphelisi olma suçundan tutuklusunuz."
"Memur Bey ne cinayeti? Biz cinayet falan işlemedik."
Yerde yatan adamlardan biri konuşmak için başını kaldırsa da Onur daha sert bir şekilde bağırdı.
"Kesin sesinizi. Konuşma hakkınız yok şimdilik."
Emre göz ucuyla bana bakarken "Hangisi?" diye sordu. Ben de aynı şekilde göz ucuyla Tuvana'yı işaret ettim.
"Ne oluyor burada?"
Eric, şeflerden birkaçı, güvenlik görevlileri ve Mihri dahil müşterilerden üç kişi de olay yerine geldiklerinde "Yaklaşmayın," diye bağırdı Onur.
"Biz Konya emniyetten geliyoruz."
Onur polis kartını gösterirken Mihri şaşkınlıkla ağzını açtı. Böyle bir şeyi asla beklemediği açıktı.
"Nasıl olur, siz garsonluk için başvurmadınız mı?"
"Eric Bey, şu an bir cinayet davası üzerinde çalışıyoruz. Lütfen bizimle iş birliği yapın ve tüm çalışanlarınızı bu kata çağırın. Kapıları kapatın ve kameraları da kontrol edin."
"Cinayet mi? Ne cinayeti?"
Emre sertçe Tuvana'nın kolundan tutarak öne doğru iteklediğinde "Bu kadın, bir müşterinizi katletti," dedi. "Ekiplerimiz biraz sonra burada olur ancak öncesinde ceseti bulmamız gerek."
"İnanın hiçbir şey anlamıyorum. Nasıl olur? Benim kafemde asla böyle şeyler olmazdı. Nasıl oldu böyle bir şey aklım almıyor."
Yattığım yerden onları izlemek kolay olmasa da görebildiğim kadarıyla işler kızgınlaşıyordu. Bir ihtimal Eric de bu işin içinde olabilir miydi?
"Cinayet olduğunu nereden biliyorsunuz?"
Ön taraftan gelen soru hepimizin aklına bir soru işareti verirken Emre silahına sıkıca sarılarak göz ucuyla bana baktı. Başımla iki yana salladım ki asla vazgeçmesin.
"Lavaboda kan vardı yoğun şekilde."
"Siz nereden fark ettiniz bu kanı? Çalıştığınız kat bu kat bile değil."
Hem Onur hem Emre ne söyleyeceklerini bilemez bir halde silahlarına sarılmaya devam ederken "O zaman bize Begüm isimli müşterinizin nereye kaybolduğunu söyleyin," dedi Onur.
"Madem bize tuhaf sorular sormayı kendinize hak görüyorsunuz, müşterilerinizin akıbetinden de emin olmalısınız."
"Begüm aslında..."
"Sen konuşma!"
Emre Tuvana'yı konuşmaması için uyardığında Eric de ne diyeceğini bilemez bir hale gelmişti. Köşeye sıkışmışlardı. Verecekleri bir cevap yoktu. Şayet Begüm'ün cesedini bulabilirsek Ecmel davası hakkında çok önemli bilgiler elde etmiş olurduk. Büyük bir beklenti ile Tuvana'nın cinayeti itiraf etmesini beklerken Onur bir kere daha sordu.
"Cevap verin! 20.01 numaralı masanın müşterisi Begüm Hanım nerede?"
Onur'un sesi salonda yükselirken herkes gerilmişti.
"Son kez soruyorum, Begüm nerede!"
Kimseden tık çıkmazken ve tüm oklar Tuvana'yı gösterirken hadi dedim içimden. Köşeye sıkıştın işte. İtiraf et. Hadi!
"Afedersiniz Begüm kim? Bir ihtimal benden mi bahsediyorsunuz acaba?"
Uzaklardan gelen tiz ses kulaklarımıza ulaştığında bakışlarımız o yöne çevrildi.
Öldürüldüğünden emin olduğum Begüm karşımızda sapasağlam dururken hem Onur hem Emre ne yapacaklarını şaşırmıştı. Bir kendilerine bir kadına bakarken Tuvana yavaşça arkasını döndü.
Dudaklarındaki tuhaf ve çirkin gülümseme yüzüne yayılırken yattığım yerde tamamen birbirine giren bu olayı nasıl çözeceğimizi düşünüyordum.
🩸🩸🩸
Dikkat! Profesyonel 5 kitaplık seri olacağı için, bölüm sıkıntısı yaşamamak adına eski bölümleri yeniden kullanıyorum bu yüzden eski yorumlar olabilir.
Yeni bölüm Pazar günü gelecek inşaAllah. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin, okuduğunuzu bileyim ben de ona göre istekle yazayım. Hem finale çok az kaldı. Yeni bölümde görüşmek üzere 😽 |
0% |