Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

 

'Mezarlıkların kuru otlarla kaplanmasının nedeni tüm yaşamı çeken ölüler mi? Yoksa mezarda biten çiçekler de mi ölümü seçiyor? Ölülerimi geri ver, bir yağmur vakti tam onları sulamam gereken zamanda kurutma hayallerimi'

 

 

 

 

 

 

🔳🔳🔳🔳

 

Yıldızı parlatmayı ve fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın lütfen 🌟

 

Mükemmel editler, kesitler ve çizimler için sosyal medyada bizi takip edin 👇🏻

 

instagram ❤️

hakugu

wat_profesyonel

korkakfedai_2

 

🔳🔳🔳🔳🔳

 

 

 

 

 

 

Saat dörde gelirken bir saatlik izin alıp ofisteki işimi hallettim ve giyinme odasında geçerek üniformamı çıkarıp siyah kot pantolon ve siyah ceketimi giydim. Asker botlarıma dokunmadan saçlarımı serbest bırakıp siyah bir bere taktım. Giyinme odasından çıkıp koridorda yürürken akşamki partide ne giyeceğimi düşünüyordum. Polis olalı uzun süre olmuştu ve ben en son mezuniyette bir partiye katılmıştım. Şimdi üzerime giyecek kıyafetim yoktu. En iyisi çıkıp bir şeyler almaktı. Emniyetten çıkıp otobüs durağına yürümek yerine daha yakın olan taksi durağına doğru yürüdüm.

 

"Zafere."

 

Mağazaların bol olduğu caddenin ismini verdiğimde yerimde huzursuzca oturuyordum. Haris neden gelmiyordu ki partiye? Gerçi gelmeyeceğim dememişti ama neden izin almıştı? Sahi Haris tam olarak nerede oturuyordu? Birkaç gün mü? Yüzüm asılmıştı. Akşam o da olsun isterdim. Aslında bir yönden istemezdim ama geri kalan diğer tüm yönlerden isterdim. Sıkıntı ile bir nefes verip taksinin camından dışarı baktım. Yağmur bulutları hızlı hızlı yerlerini alırken, ılık bir bahar yağmurunun ayak sesleri işitiliyordu. Yağmuru hiç sevmiyordum. Ne zaman yağsa aklıma babam geliyordu. Aklıma gelen bir anıya daldığımda gözlerim buğulandı.

 

"Baba bak, yavru bir köpek."

 

Evimize yakın bir yerde duran yavru köpek soğuktan titriyordu. Öyle küçüktü ki babam da bu soğuğa dayanamayacağını anlamış olmalıydı.

 

"Hacer, bu güzellik için bir ev yapmak ister misin kızım?"

 

"Evet, yapalım baba yapalım."

 

"Benimle gel o zaman."

 

Babamın güven verici elini tutarak birlikte gittiğimiz yer mahalledeki marangozdu. Yavru köpek için bir kulübe yaptırıp her ayrıntısı ile kendi ilgilenmişti. O kadar güzel olmuştu ki, ben bile o küçük halimle içine girmek istiyordum.

 

"Bence harika oldu. Sence?"

 

"Bence de!"

 

Baba kız kollarımızı önümüzde bağlamış karşımızdaki evine girmiş uyumak üzere olan yavru köpeğe bakarken "Kızım sen kaç yaşındasın?" diye sormuştu babam.

 

"Üç!"

 

Beş parmağımın beşini de açıp üç derken babam katıla katıla gülmüştü. Hemen sonrasında "İster misin bu köpek sen yüz üç yaşına gelene kadar da seninle olsun?" diye sormuştu.

 

"İsterim isterim isterim!"

 

Çimlerin üstünde zıplaya zıplaya sevinirken beni alkışlayarak seyrediyordu.

 

Çok severdi babam beni. Gittiği her yere götürmek ister, götüremediği zaman mutlaka arar, eve gelirken beni mutlu edecek bir şeyler getirmeyi ihmal etmezdi. Bu güzel olaydan sadece bir yıl sonra aynı gün, aynı saatlerde, aynı kulübenin önündeydim. Babam şehit olmuştu, köpeğimiz de ölmüştü. İkisi aynı anda nasıl gitmişti bilmiyorum ama babamın cenazesini bana göstermemişlerdi. Beni cenaze törenine bile götürmemişlerdi, üzülmeyeyim diye. Teyzemle birlikte kalmıştık. Ve ben o gün saatlerce yağmur altında köpeğimin dirilmesi için çabalamıştım. Sanmıştım ki, köpeğim dirilirse babam da gelir. Sanmıştım ki, babam giderken köpeği de götürdü. Ve sanmıştım ki, o gün tüm gökyüzü bana ağlıyor. Eğer, eğer ıslanırsam ve acınası bir şekilde durursam Allah bana acır ve babamı geri verir. Çünkü ben çocuktum ve bir keresinde babam Allah'ın çocukları çok sevdiğini, onların üzülmesine dayanmadığını söylemişti.

 

O gün o kadar çok ıslanmıştım ki zatürre olmuşum. Günlerce hastanede yattım. Havale geçirmişim. Hayal meyal hatırlasam da sonradan annem en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Haftalarca tetkik altında kaldıktan sonra babamı da unutmuştum. Çocuk aklı, zihnime yer eden tek şey, yağmurun sevdiklerimizi bizden aldığı olmuştu. Şimdi ne zaman yağmur yağsa korkarım, sevdiğim biri gidecek diye.

 

Ürpererek taksinin penceresinden aldım gözlerimi. Ellerimi birleştirip dizlerimin arasına koydum ve biraz ısınması için bekledim. Ellerim ısınırken telefonum çaldı. Annem arıyor olmalıydı. Sabah erkenden kahvaltıyı hazırlayıp çıkmıştım. Onu uyandırmaya kıyamamıştım ama şimdi neden beni uyandırmadın diyecekti muhtemelen.

 

"Efendim anne?"

 

"Annem neden uyandırmadın beni? Kahvaltıyı da hazırlayıp öyle gitmişsin."

 

"Evet öyle oldu. Ya vakit çok erkendi, kıyamadım sana. Zaten Turhan'la ilgileniyorsun, dinlen istedim."

 

"Olsun annem, hem Turhan'la ilgilenirim hem seninle. İkiniz de benim yavrularımsınız."

 

Annem güzel güzel konuşurken bir kere daha pencereden dışarı baktım. Yağmur yağması gerekirken güneş daha çok göstermişti kendini. Hatta bir yerlerde az da olsa sepeleyen damlacıklardan dolayı gökkuşağı oluşmuştu. Biraz önceki hüznüm bu harika görsel ile silinirken yerini huzur aldı. Bulutların grileri yerini beyazlarına bırakırken mavi gökyüzü daha da açılıyor gökkuşağına yer veriyordu. Hızlı bir akım vardı yukarıda. Biri üflüyor da her şey sağa sola dağılıyor gibi. Ama böyle savaş esnasında kaçışan askerler gibi değil de, özel günlerde gösteri yapıp insanlardan bir çiçek yapmaya çalışan sanatçılar gibi. Hayranlık dolu bakışlarla gökyüzünü seyrederken annemle konuşmaya devam ediyordum.

 

"Bir iki saate kalmaz eve gelirim zaten endişelenme. Akşam parti varmış ona katılacağım. Evet, emniyet genelinde olacak. Şu son davadan dolayı, ödül gibi bir şey aynen."

 

Annem akşam yine de sevdiğim bir yemeği yapacağını söyleyerek telefonu kapattığında, ekrana bakmaya devam ediyordum. Konuşma bitmişti ama yine de konuşasım vardı. Merak ettiğim bir diğer kişi de Haris'ti. Onunla telefonda pek konuştuğumuz söylenemezdi ama bir kere arasam, iyi olup olmadığını sorsam?

 

Hayır hayır, sorduğu soruya cevap bile vermeden kaçıp gitmiştim. Şimdi nasıl, neredesin diye sorardım? Başımı iki yana sallayarak içimde sorular soran ikinci kişiliğime cevap verdiğimde yeterli geldiğini sanmıştım.

 

Telefona bakmaya devam ederken ekran kapanıp siyah oldu. Siyah ekranda bile kendimi görmeye devam ederken telefona bakmayı bırakmıyordum. Çünkü baktığım şey telefondu belki ama zihnimdeki düşünceler başka şeyler gösteriyordu. Aramayacağımı kendime söylemiştim ama bir yanım da aramak istiyordu. Her ne kadar onunla ne konuşacağımı bilmesem de.

 

Taksi Zafer'de durduğunda indim ve mağazalardan birine girdim. Çok abartı değil, kırmızı bir tütü elbise alacaktım. Diz altı ya da diz üstü olabilirdi. Uzunca yerlerde sürünenlerden ziyade daha spor giyinmek istiyordum. En son Gamze'nin kıyafeti ile Haris'le tartıştıktan sonra kadınsı kıyafetlerden istemsizce kaçınıyordum. Reyonları gezerken etekleri tütü, üstü kırmızı keten bir elbise buldum. Askıyı elime alıp boy aynasının önüne geçtim ve kendi üstüme tuttum. Etekleri tam istediğim gibi diz üstü gibi bir yerde bitiyordu. Altına gümüş ya da siyah bir topuklu ile tamam olurdu. Üşümemek için bir de siyah deri ceket attım mı omuzlarıma tamamdır. Ama bir saniye?

 

"Maskeli olacaktı değil mi parti?"

 

Elbise tamamdı da yüzüme ne takacaktım? Mağazadan çıkıp bir kırtasiyeye girdim. Neden bilmem ama burada bir maske bulacağımı düşünüyordum. Tam da düşündüğüm gibi maskeler vardı ama hepsi hayvan şeklindeydi.

 

"Kedi, köpek, uğur böceği, kurt, ayı, kelebek..."

 

Maskelere bakarken aklıma Haris'e takılan tavuk lakabı geldi. Dudaklarım hafifçe tebessüm için kıvrılırken hemen önümde duran tilki maskesine doğru gitti elim. Bir avcı değildim kesinlikle ama bu Haris'in benim pençelerime kısılmadığı anlamına gelmezdi. Madem o bir tavuktu, bundan sonra ben de bir tilkiydim. Maskeyi alıp aynaya geçtim ve yüzüme tuttum. Sadece gözlerimi kapatıyordu ama alnımdan yukarı da çıktığı için güzel görünüyordu.

 

"Bu gece bir tilki olacağım öyleyse."

 

Gülümseyerek kasaya doğru gittim ve maskenin ücretini de ödeyerek kırtasiyeden çıktım. İşim bitmişti, artık eve gidebilirdim. Tramvay durağına doğru yürüyüp ayakta beklemeye başladım. Hava açılmıştı tamamen. Biraz önceki yağmur bulutları nasıl olduysa dağılmış, yerini açık bir mavi kaplamıştı. Gökkuşağı da çekildiğinde berrak bir hava oluşmuştu. İnsanın derin nefesler alıp tazelenesi geliyordu. Ben de aldım ama nedense her nefes bende ağrıya neden oluyordu. Bitmek bilmeyen bir sıkıntı ile sarmalanırken yavaş yavaş bu itiraftan dolayı pişman oluyordum.

 

Tramvay çok bekletmeden gelince beklemeden bindim. Boş koltuklardan birine oturduğumda başımı da cama yasladım. Tek düze bir yolda gittiği için başım çok az sarsılıyordu. Derin bir nefes daha aldım ve tramvayın eve yakın durağa kadar gitmesini bekledim.

 

🩸🩸🩸

 

"Kim alacak seni peki?"

 

"Kimse almayacak anne, herkes kendi gelecek."

 

"Gece ne zaman geleceksin o zaman? Geç kalayım deme sakın."

 

"Ne zaman biterse o zaman gelirim anne, gecikmem."

 

"Üşütebilirsin. Bahar geldi diye aldanma sen uzun montunu giy istersen."

 

"Anne hava iyi. Hem dışarıda olmayacak ki içeride olacak."

 

"Olsun sen yine de sıkı giyin, bu elbise çok ince."

 

Makyaj masamın önünde rimelimi sürerken annem yüz tane soru sormuştu. Hepsine bir cevap vermezsem partiye gitmemi istemez ve evde oturmam için baskı yapardı. Bir şekilde onu ikna etmenin yönetimini bulurdum ama içi rahat etsin diye mantıklı açıklamalar yapmaya çalışıyordum. Annem tuhaftı. Polis olurken de, operasyona katılırken de sesi çıkmayan sevgili annem nedense böyle parti şeylerinde benim için endişeleniyordu. Yirmi beş yaşında ve bir polis olduğumu unutuyor olmalıydı. Ben onun için asla büyümeyen bir kız çocuğuydum belli ki. Kim bilir babamın gittiği o senelerde kalmıştı. Kırmızı rujumu da sürdüğümde hazırdım. Oturduğum yerden kalkıp anneme baktığımda elindeki telefonla resmimi çekti.

 

"Maşallah benim kızıma. Prenses gibisin."

 

Birkaç fotoğraf daha çekti ama ben acelem olduğu için her defasında poz veremiyor işlerimle ilgileniyordum. Hoş annem de poz ver demiyordu ama bir yandan fotoğrafımı çekmekten de geri durmuyordu.

 

"Tamam anne yeter ya, telefonun benimle dolacak."

 

"Dolsun ne var? Başka kimim var ki?"

 

Annem kapıdan çıkana kadar yüz, siteden çıkana kadar yüz, taksiye binene kadar da bir yüz tane fotoğrafımı çekmişti muhtemelen. Taksinin içinden ona el sallarken de çektiyse yaklaşık beş yüz fotoğrafım ile telefonunun hafızasını doldurmuş olmalıydı. Gülümseyerek taksinin beni partiye götürmesini beklerken hala bir yanım buruktu. Haris birkaç gün izin almıştı ve onun iyi olup olmadığını merak ediyordum. Acaba benim yüzümden mi izin almıştı? Yok canım, neden benim yüzümden olsun ki? Ondan hoşlandığım için utanıyor olamaz değil mi? Taksi parti salonuna yakın bir yerde durduğunda indim ve ücretini ödedim. Sonra da kimselere görünmeden maskemi taktım. Kırmızı bir tilki! Ne güzel ama.

 

Ceketimi de çıkarıp koluma aldığımda dağınık topuz yaptığım saçlarım ve kırmızı taşlı yüzüklerimle kırmızıya bürünmüştüm. Salonun kapısından geçerken kimse beni tanımamıştı. Sadece gözlerimi kapatmama rağmen tanınmamış olmak hoşuma gitmişti. Emniyetten olan herkes gelmişti partiye. Polisler dışında adli tıpçılar, temizlik ve aşçılar da vardı. Eşleri ve kız arkadaşları da olduğu için bayağı kalabalıktı. Yine de seri yürümek mümkündü. Parti, iki katlı, havuzlu bir villada yapılıyordu. Özel olarak kiralanmıştı ve gerçekten çok lükstü. Kendime bir kokteyl alıp yürürken "Hey tilki, pisi pisi," dedi biri.

 

Kim olduğuna bakmak için arkamı döndüğümde köşedeki masada ayakta bekleyen Emre, Onur, Yağız ve Memati'yi gördüm. Emre bir kızılderili maskesi takarken, Onur örümcek adam olmuştu. Yağız temiz beyaz bir maske takmışken, Memati pembe şekerli işlemeleri ile bir şekerciye dönüşmüştü. Emre eliyle beni çağırırken bir yandan sanki bir kediymişim gibi bana pisi pisi diye hitap ediyordu. Şu Emre yok mu illa bir yolunu bulacak benimle dalga geçmenin. Onları gördüğüme sevinmedim desem yalan söylemiş olurum. Her ne kadar aramızda bazı buzullar olsa da sıcacık hissettirdikleri de bir gerçekti. Üstelik beni ilk görüşte tanımış olmaları da garipti.

 

"Nasıl tanıdınız hemencecik?"

 

Merakla sorduğumda Emre hayal kırıklığı ile gülüp Onur'a omuz attı.

 

"Kızım burada senden başka kırmızıya bürünen var mı? Gitmiş bi de tilki olmuş, te Allah'ım ya!"

 

Emre asla değişmiyordu. Yüzümü buruşturarak içeceğimden bir yudum aldım. Gerçi sorun bende neden şaşırıyorsam, artık alışmam lazım.

 

"Aslında pembe de çok yakışır sana biliyor musun?"

 

Herkes siyah takım elbise giyerken Memati pembe giymişti. Benim gibi onu tanımak da çok kolay olsa gerekti.

 

"Kırmızı seviyor o kırmızı!"

 

Yağız hep yaptığı gibi fısıltı ile de olsa benim kırmızıyı sevdiğimi bastırarak ifade ederken Memati yüzünü asarak pembe kokteylinden bir yudum aldı.

 

"Müdürü gördünüz mü?"

 

İçimizden olmayan bir ses gelince arkamı döndüm. Cihanşah siyah takım elbise üstüne eski Türklerin yüzlerine benzeyen bir maske ile tamamlamıştı kombinini. Ona bakarken sanki Alparslan ya da Ertuğrul beye bakıyor gibiydim.

 

"Görmedik komiserim."

 

Onur ciddiyetle cevapladığında bana baktı. Ben de ona baktım. Tanımış olmalıydı. Ben de onu tanımıştım. Ama ne o bana bir şey dedi ne de ben ona.

 

"İyi geceler çocuklar."

 

"İyi geceler komiserim."

 

"İyi geceler."

 

"Size de."

 

"Sana da şekerim."

 

Cihanşah uzaklaşınca Emre "Bu da kendini iyice Timur falan sanmaya başladı. At üstünde gelse daha iyi olurdu," dedi. Onur ile kahkahaya boğulup birlikte at üstündeymiş gibi koşturmaları dakikalarca sürdü.

Asla bitmek bilmeyen bir enerjileri ve sonsuz espiri anlayışları vardı. Yine de eğleniyorlardı ve çoğu yerde saçma olsa da ben de eğleniyordum onlarla. Eksikleri çabuk hissediliyordu çünkü içimizden en absürtleri onlardı.

 

Biz hep birlikte durmaya devam ederken "Ooo Haris Beyimiz de gelmiş," dedi Emre. Haris mi? Gelmiş miydi? Önce sakin kalmaya çalıştım, yerinden çıkmak üzere olan kalbimi bastırmak kolay olmasa da derin bir nefes aldım. Kuruyan duraklarımı ıslattım ama bakmadan duracak gibi değildim. Heyecanla arkamı döndüğümde, kimse yoktu. Boşluğa öylece bakarken kıkırdama sesleri yükseldi. Geri dönüp Emre'ye baktığımda Yağız hariç üçü de gülüyordu. Hatta Emre ve Onur fazladan el çarpmış, omuzlarını tokuşturmuşlardı birbirlerine. Benimle oynamışlardı resmen.

 

"Eğleniyor musunuz bari?"

 

"Çok!"

 

Kol kola girip dalga geçercesine gülerek bağırdıklarında içeceğimi masanın üstüne bırakıp yanlarından ayrıldım. Sinirlenmemiştim aslında ama daha fazla onların ortamında kalmak da istememiştim.

 

"Heyzır nereye gidiyorsun? İki eğlendik ya, tamam gel bir daha takılmayacağız. Hey!"

 

"Tamam gel yapmayacağız bir daha gel kız!"

 

Arkamdan seslenseler de duymazlıktan gelerek yürümeye devam ettim. Merdivenleri çıkıp üst kata geldiğimde aklımda terasa çıkmak vardı. Elimdeki deri ceketi de giydiğimde bunca kalabalık içinde yapayalnız bir şekilde terastan dışarıyı seyretmeye başladım. Gecenin karanlığı tüm şehri örterken sokak lambalarının loş ışığı yer yüzünde serilen yıldızları anımsatıyordu. Bahar akşamlarından olsa da bu gece biraz daha soğuktu sanki. Ceketime daha çok sarılırken titredim. Çantamdan telefonumu çıkarıp baktım, arayan ya da mesaj atan yoktu. Zaten kimden gelebilirdi ki? Beklediğim kişiden gelmedikten sonra diğerlerini göz ardı ederek derin bir nefes aldım. Çok büyük bir yanlış yapmıştım. Asla Haris'ten hoşlanmamalıydım. Hadi hoşlandım, bunu dile getirmemeliydim hiç. Hoş, bilerek olmuş bir şey değildi ama izin alması da uzaklaşması da benden dolayıydı büyük ihtimalle. Pelin'le olan ilişkisinden anlamalıydım. Sıkıntı ile bir nefes verip arkamı trabzan demirlerine yasladım. Soğuk demirleri der ceketimden bile hissederken elimde tuttuğum çanta ile oynuyordum. Keşke ben de izin alsaydım, böyle daha kötü hissetmeye başlamıştım. Ve anladığım bir şey varsa da Haris benden hoşlanmıyordu. Gamze'nin dediklerine göre yani. Benimle ilgilenmiyordu. Şayet ilgilenseydi böyle bir geceyi kaçırmazdı. Aklında ben olurdum, tıpkı benim aklımda o olduğu gibi.

 

Çantamla oynarken nasıl olduysa kulbu kopuverdi. Hoş niye şaşırıyorsam, eski bir çantaydı. Senede bir kere kullandığım için yeni olduğunu sansam da bunu alalı neredeyse on yıl oluyordu. Yerdeki çantama birkaç saniye bakıp almak için eğildiğimde başka bir el tarafından alındı. Şaşkınlıkla elin sahibine bakarken siyah rugan ayakkabılarından, siyah takım elbisesinden, omuzlarından sarkan pelerininden ve gözündeki siyah maskesine kadar inceledim. Sadece gözleri kapatmak kesinlikle ama kesinlikle bizi kamufle etmiyormuş, Haris'i tanıyınca çok daha iyi anladım. Bu durumda beni tanımayanlar da tanımadıklarından değil umursamadıklarındandı.

 

"Tilki olacağını bilseydim, ben de tavuk olurdum," dedi çantamı bana uzatırken. Gülümsüyordu. Öyle güzel gülümsüyordu ki, dudaklarının gülmek için kıvrılışını seyrederken dalıp gitmişim. Kendime geldiğimde bu sefer de gözlerine odaklandım. Onu görmeyeli çok olmamıştı ama özlemiştim. İşte o an ona doğru içimde akan ılık hislerden ondan sadece hoşlanmadığımı, aslında aşık olduğumu anladım. Ben kaçıyordum ama duygularım çoktan beni ele geçirmişti. Bunu, Haris'i karşımda görünce daha iyi anladım. Tüm bedenim sanki gül kokulu bir rüzgar tarafından okşanıyordu. İçim ürperse de ona bakmaya devam ettim.

 

"Burada bir başına ne yapıyorsun?"

 

Ne demeliydim? Ne diyecektim? Seni bekliyordum diyemem, sensiz güzel geçmeyen vakitten kaçtım hiç diyemem. Beni nasıl buldun? Yoksa sen de beni mi bekliyordun? Bir ihtimal benim gibi özlemiş olabilir misin?

 

"İzin aldığını söylemişlerdi."

 

Çekince ile söylediğim şeyden sonra başımı eğip çantama baktım. Kabullenmişti hemen. Başıyla tasdikledi.

 

"Evet, almıştım."

 

Kumaş pantolonundan çıkardığı ellerinde beyaz saten eldivenler vardı. Hani şu Ay savaşçısı çizgi dizisindeki smokinli şövalyeye benzemişti. Küçükken bir çizgi film karakterine aşık olduğum için kendimden şüphe ediyordum ama şimdi onun gerçeğinden hoşlanmam beni normal biri yapıyordu. Asla değişmemişim demek ki.

 

"İzin aldım almasına da pek izin sayılmaz aslında. Şu pembe saat olayını bir de ben incelemek istedim. Dün sen yokken emniyete seninle görüşen kadın geldi. Rica etti, ben de kıramadım. Vakit bulursak bir süre bu davayı araştıralım. Emre ve Onur da vardı onlar da yardım etmek istedi, hep birlikte daha kolay çözeriz diye düşünüyorum."

 

Onu dinlerken gözlerim her yerinde geziniyordu. Ne kadar bakarsam bakayım asla doyamayacakmışım gibi bir hayranlık vardı içimde. Niye böyle olmuştu? Ne zaman bu kadar olmuştu? Öyle çok derin bir bağımız da yoktu. Yok muydu gerçekten?

 

Birkaç adım atıp biraz önce benim yaptığım gibi trabzanlara dayandı ve şehri seyretti huzurla. O şehri seyretti ben de onu. Gözlerim ara sıra yüzünde gezinse de çoğu defa bakmamaya çalışıyordum. Bakmamaya çalışmak çok zordu, hemen yanı başındayken.

 

"Heyzır öyle bakma bana."

 

Ona baktığımı anlamıştı demek. Utançla gözlerimi indirip arkamı dönmeye yeltendiğimde bu sefer o bana dönüp kolumdan tuttu. Beni kendine döndürdüğünde maske ile kaplı olan gözlerine baktım.

 

"Bana öyle bakman canımı acıtıyor, yapma lütfen."

 

Ne? Nasıl yani? Merakla ona bakarken yutkundu. Nasıl bakıyordum da canı acıyordu?

 

"Bu çocuktan hoşlanıyor muyum yoksa? Yo, olamaz! O bir hırsız ve kim olduğu belirsiz. Ondan hoşlanmamalıyım, en iyisi nefret etmeye zorlayayım kendimi. Başka çaresi yok Haris bana uygun biri değil. Bunlar geçiyor aklından değil mi?"

 

Bileğimi tutan eli kademe kademe daha çok sıkarken bunun farkında değil gibiydi.

 

"Böyle şeyler geçmiyor aklımdan."

 

"Yalan söyleme!"

 

Bağırmıştı ama yüksek sesten kimse duymamıştı. Sonra fısıldadı.

 

"O gece direkt senden hoşlanıyorum deseydin inanırdım buna."

 

Gözlerinde acı vardı.

 

"Ama sen önce nefret ediyorum dedin. Benden nefret ediyorsun. Ya da bana olan hislerinden. Hastalıklı bir aşk olduğunu kabul ediyorsun."

 

Nefesini hissedebiliyordum ve ses tonu neden bu kadar sertti?

 

"Senin hakkında öyle şeyler düşünmüyorum. Bileğimi bırak canımı acıtıyorsun."

 

"Geçiyor, nasıl geçmez? Ben sen olsaydım benim aklımdan geçerdi."

 

Bileğimi kurtarmak için geri çekildim ama o diğer bileğimden de tutup beni kendine bastırdı. Elleri çevik bir hareketle yüzümü tuttuğunda beni öptü. Dudaklarını dudaklarıma o kadar sert bastırıyordu ki ne olduğunu anlayamadan ellerim göğsüne gitti. Kendimden uzaklaştırmak için tüm gücümle itekledim ama bırakmıyordu. Birkaç saniye öyle durduk, dudaklarını geri çekti artık öpmüyordu ama hala yüzümü tutuyordu.

 

"Nasıl? Hoşuna gitti mi?"

 

"Bırak beni!"

 

Göğsünden iteklesem de yüzümü bırakmıyordu.

 

"Gitmiyor. Hoşuna gitmiyor. Düşündüğüm gibi işte."

 

"Bırak!"

 

Tüm gücümle iteklediğimde birkaç adım geri gitti. Gözlerim dolmuştu. Çenem kasılmış ellerim ayaklarım titriyordu. O benden daha kötüydü. Gözlerinde biriken karanlık yüzüne yansıdığında acınası bir şekilde gülüp elinin tersi ile dudaklarını sildi.

 

"Gördün mü bak, aslında bana aşık değilsin. Öpmek bile istemediğin bir erkeğe neden aşık olasın ki?"

 

Tüm gücümle ona sert bir tokat attığımda yüzündeki maskesi yere düştü. Sarsılmıştı. Dahası gafil avlandığı için afallamıştı. Elim acımıştı vururken onun yüzünün daha kötü olduğundan emindim.

 

"Bu zamana kadar aşkı sadece cinsellik olarak mı algıladın sen? Ne sandın? Bana yüz verirsen seninle yatarım mı? Bu mu? Bu kadar mıyım ben?"

 

Dudağının kenarı kanamıştı. Yeniden doğrulduğunda dili ile dokundu geri çekti.

 

"Merak ediyorsan söyleyeyim. Evet senden hoşlanıyorum. Hatta biraz önce aşık olduğumu da düşündüm. Aramızdaki onca farka rağmen engel olamadım duygularıma özür dilerim. Senin bir yalancı ve dolandırıcı olduğunu unuttuğum için de özür dilerim. Her gece bir kızla takıldığını da göz ardı ettiğim ve belki bir güm beni sever diye kendimi kandırdığım için çok ama çok özür dilerim."

 

"Heyzır öyle demek istemedim bak..."

 

"Yeter Haris. Tamam hata bende, biliyorum onca insan arasından gidip seni sevdim ama inan bilerek olmadı. Ne zaman oldu da bilmiyorum. Ve ayrıca bu histen de nefret ediyorum dediğin gibi. Sen olduğun için değil," kalbimi tutarak. "bu kadar acı verdiği ve kendimi zavallı hissettirdiği için."

 

Gözleri hüzünle bana kaydı. Bunu dememi beklemiyordu muhtemelen.

 

"Sana yemin ederim sana karşı tüm hislerimi yok edeceğim. Aptal bir kızın saçma sapan düşünceleri der geçersin. Hep yaptığın gibi çok da kafana takma beni."

 

Ağlamamı bastırdığım için kısık ve boğuk bir şekilde çıkan sesim onun da gözlerini nemlendirse de durmadım. Onu terasta bırakarak ardıma bile bakmadan yürümeye başladım. Terasın kapısından çıkıp gittiğimde tüm kalabalık arasında kendinden nefret eden bir zavallı olarak çıkış kapısını bulmaya çalışıyordum.

 

🩸🩸🩸

 

Kalbim kırıldı, niye böyle bunlar ya! Cidden romantik bir sahne yazmak istemiştim. Gerçekten istedim. Ama şu hale bak.

 

Bir sonraki bölüm final ve kendimi çok kötü hissediyorum. Biliyorum daha önümde 3 kitap var ama yine de kötü hissediyorum.

 

Evet sevgili dostlarım sona yaklaşırken yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim.

 

Final bölümünde görüşürüz. Veda konuşmasını oraya saklıyorum (;

 

Sevgilerimle,

 

Heyzır

Loading...
0%