@hakugu
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍
İnstagram hakugu
🔳🔳🔳
"İlk kurban on yedi sene önce katledildi. Başlarda kurbanları gömüyordu. Yani ilk altı kurbanın cesedi gömüldükleri yerden çıkarıldığında üzerlerindeki gelinlik çürümeye yüz tutmuştu. Yapılan DNA testlerinden sonra en az altı ay toprağın altında kaldıkları tespit edildi. Ama sonra bir şey oldu..."
Müfettiş kurbanlar hakkında bize bilgi verirken ben ve yanımda oturan Haris dikkatle onu dinliyorduk. Sonunda kaderime razı olmuş ve istemeden de olsa seçtiğim iki kişilik ekibime tüm benliğimle katılmıştım. Daha dün çayhanede Meriç tarafından teselli edilen ben, bugün Haris ile birlikte incelemelere katılır olmuştum. Her gün bir öncekinden daha fazla gelişme gösterirken şimdilerde her şeyimi katili bulmaya adamıştım.
"Kurbanları gömmekten vazgeçti. Artık onları çöp kutusuna bırakıyor."
Müfettişi verdiği son bilgiden sonra Haris girdi devreye.
"Psikolojik bir değişime uğramış olabilir."
Müfettiş ile birlikte ben de Haris'e baktım. Elindeki stres çarkını çevirmeye devam ederken "Ruhsal bir değişim yaşamış olmalı," dedi. "Genelde böyle olur. Seri katiller en başta da dediğim gibi kafalarında bir şey tasarlar. Ütopik bir evren ya da şahsi siluetleri diyebiliriz. Ona uyan herkesi öldürürler. Genelde öldürme şekilleri de hep aynıdır. En ufak bir sapma onlardaki değişimden kaynaklıdır. Bunu anlamak için önceki cinayetleri bilmek yeterlidir. Eskiden gömdüğü kurbanları şimdi çöpe atmaya başlamış. Bu da demek oluyor ki..."
Çark dönmeye devam ederken birden durdurdu.
"Kurbanları bir nevi çöp gibi görmeye başlamış."
Duran çarka bakmaya devam ederken psikolojinin insan üzerindeki derin etkisini düşündüm. Bir insan, nasıl bir başkasına çöp kadar değer vermezdi? Onun ölü cesedini taşıyıp çöp kutusuna atmak nasıl bir zihnin işi olabilirdi?
Damarlarımda dolaşan hafif bir korku hissi bedenimi ürpertirken çark yeniden dönmeye başladı. Profesyonel bir şeyler düşünüyor gibiydi. Onun ne düşündüğünü kestirmek mümkün olmasa da ben korkmaya başlamıştım. Bir polis olarak korkunun bana yakışmayacağı düşünülse de korkum asla bir sonuca ulaşamamamız ve günbegün yitip giden canlarla birlikte nihayetinde işin devasa bir felakete dönüşmesiydi. Zekâ bazen sorunları çözmekte yeterli gelmiyordu. Hastalıklı bir düşünceyi çözümlemek için onunla eş değer bir hastalıklı zihne sahip olmak gerekiyordu ki bu şimdilik benim gibiler için pek mümkün değildi.
"Katilin en önemli özelliği gelinlik giydirme olsa da onu diğer katillerden ayıran bir diğer özelliği olabildiğine soğukkanlı olması. Nazik, kibar ve görüp görebileceğiniz en tatlı insan olması yüksek ihtimal. Bu dış görünüşü ise onun katil olma ihtimalini tamamen azaltıyor. İnsanlar buna ihtimal dahi vermiyor. Sonuç olarak cinayetler oldukça kolay işleniyor."
"Peki, şahsı hakkında başka ne biliyorsunuz? Maktuller üzerinde bıraktığı iz, kişiliğinden fersah fersah uzak olabilir. Yani dosdoğru bir çözümleme için katili maktullerin kendisine sormak gerekirdi ancak, takdir edersiniz ki bu pek mümkün değil"
Profesyonel'in sorusu ve pekde komik olmayan esprisi ile ile ben de müfettişe baktım.
"Kahve," dedi yaşlı adam, Haris'i anlamışçasına.
"Kahve tutkusu var. Her ölüde kahve kalıntısı bulundu. Bunu bilinçsizce yaptığını düşünüyoruz çünkü basit bir kırmızı kurdeleyi bile özenle bağlayan bu düzen hastasının kahve kalıntısı bırakması nerdeyse imkânsız diye düşünüyorsunuz. İşte bu yüzden kafeler ve toplu ortamlar onun mekânı. Konya'da kaç kafe var bilmiyorum ama tahminlerime göre herhangi bir kafede sakince kahvesini yudumlarken bir sonraki kurbanını seçiyor bile olabilir."
Kahvenin o hoş aroması dilimde ekşimsi bir his bırakırken, alnımdan soğuk soğuk terlediğimi fark ettim. Bu iş, öyle kolayca çözülecek bir şeye benzemiyordu. Masumane yapılan herhangi bir şeyde kusur aramayan bizler, gerçek kusuru nasıl mükemmelde bulabilirdik ki?
***
"Nereye gidiyoruz?"
Müfettişten aldığımı son bilgilerden sonra emniyetten çıkıp işlek caddelerden birine geldiğimizde o önde ben arkada gidiyorduk. Hızlı adımlarına yetişmek için hafif koşmam gerekiyordu. Polis botlarımın gıcırtısı, her attığım adımda ses çıkaran silahım ve hafif de sakarlığımdan ötürü bir hayli ses yapıyordum. Onun isteği essiz bir yürüyüşse şayet bu benimle birlikte biraz zor olacak gibi görünüyordu.
Benden gelen devasa seslere daha fazla katlanamamış olsa gerek ki aniden durdu. Hızla arkasını dönüp çizmelerimden başlayarak şapkama kadar süzdü beni.
"Katille horon tepmeye gitmiyoruz, sen yanlış anladın mevzuyu."
Yüzümü buruşturarak ona bakarken çevik bir hareketle şapkamı çıkardı.
"Onu yakalamaya geldiğimizi bir de ilan geçseydin bari."
Neden bahsediyor bu? Ne demek istediğini anlamaya çalışarak ona bakarken işaret parmağı ile çizmelerimi, silahımı ve polis armamı gösterdi.
"Soyun."
"Ne!"
"Yani şu üçünü çıkar demek istiyorum."
Tedirgin bir şekilde şapkam ve silahımı çantama koydum. Çizmeleri çıkarırsam ayakkabı yoktu yanımda. Ben de ayaklarımı birbirine sürtmeden yürümeye çalıştım.
"Armanı da çıkar, ayrıca şu boynunda sallanan polis kartını da."
Önden yürümeye devam ederken tek tek dediklerini çıkarıyordum. İlk defa bir ekiple çalışıyordum ki, bu ekip çevik kuvvet ya da özel harekâttan oluşan anlamlı bir grup değil, bir hırsız ve acemi bir polisten oluşan ikiliydi. Böyle bir takımda hazırlıksız olmam doğal değil miydi?
"İyi de tüm bunlar çıksa da yine de anlaşılırım Üzerimde üniforma varken anlaşılmamam işten bile değil."
Durmadı. Yürümeye devam ederken "Gerçek bir polis, polis olduğunu belli etmeyendir," dedi.
"Üzerinde o üniforma varken bile polis olduğunu gizleyebilirsen şayet mesleğin hakkını vermiş olursun."
Cümlesi ile kaşlarım kalktı. Mantıklıydı. O halde polis olduğumu nasıl belli etmeyebilirim?
Yürürken sekmeye başladım. Tıpkı sıradan insanlar gibi. Yani sıradan insanlar yürürken sekebilir, şayet bir polis değillerse. Onun yanında sekerek yürürken garip garip baktı.
"Ne yapıyorsun?"
"Polis olduğumu belli etmemeye çalışıyorum."
Güldü. Alaya alır gibi değil de tıpkı bir çocuğun yaramazlıklarına güler gibi hafif ve sakin.
"Her zamanki gibi davranman yeterli..."
Yeniden öne geçtiğinde "Zaten polise benzer pek bir yanın yok," diye mırıldandı.
Durdum. Arkasından kötü bakışlarla bakarken, ne yaparsam yapayım beğenmeyen bu insanla daha çok işim olduğunu düşündüm. Hem sonuçta neden onun dediklerini yapıyorum ki? O bir yalancı, hırsız, dolandırıcı. Kim ondan övgü duymak ister ki?
Her şeyi bırakıp peşinden koştum ve polise benzeyip benzememle ilgilenmeden normal yürümeye devam ederken yakınlarda olan bir kafeye girdi. Peşinden girdiğimde en köşede olan masaya doğru yürüdü. Masaya ulaştığında sandalyesini çekerek oturdu ve rahatça yayıldı. Ben de karşısına sakince oturup etrafa baktım.
"Niye geldik buraya?" Eli ile işaret edip uzaktaki garsonu çağırırken cevap verdi.
"Kahve içeceğiz."
"Ne? Dünya kadar işimiz var ve sen kahve içmek mi istiyorsun?"
Gerçekten biraz önce anlık mantıklı düşündüğünü sansam da o saçmalıyordu. Şimdi o sokak benim bu sokak senin katil aramamız gerekirken ne kahvesi?
"Cidden kahve mi içeceğiz bunca kaosun arasında?"
"Başka bir fikrin mi var?"
"Ne fikri?"
"Yorulduğunda kahve gayet iyi gider. İki latte alalım. Ya da çok tercih edilen bir ürün varsa deneyebiliriz."
Hem bana hem garsona cevap verdiği o saniyelerde kaşlarımı çatmış somurtmakla meşguldüm.
"Karamelli cappuccino çok tercih ediliyor efendim."
"Harika. O halde iki tane ondan alalım."
Garson siparişleri getirmek için ayrıldığında ona baktım. Önündeki içecek menüsüne çoktan yoğunlaşmıştı bile. Hemen sonrasında oturan insanlar arasında göz gezdirdim.
İki katlı kafenin üst katının bir bölümü de görülüyordu. Masaların hepsi doluydu ve sipariş verenlerden, garsonlara kadar herkes kendi âlemindeydi. Kapıdan girenler, tezgâhta duranlar, kafeden çıkanlar ve daha nicesi...
Kimsenin katil olma potansiyeli yok gibiydi. Ama herkes olabilirdi. Bu ikilem arasında bir şeyler bulmak yün içinde iğne bulmak gibiydi. Nereye girse kaybolan ve girdiği herhangi bir şeyim şeklini alan bu insan istenmeyen ama mecburi kalınan bir irin kalıntısı gibiydi.
Yeniden önüme döndüğümde Haris'in gözlerini kapatarak dinlendiğini gördüm. Şu sıkışık durumda asla yapılmaması gereken şeyler yapıyordu. Kollarını önünde çapraz bağlamış, huzurlu bir uykuya çekilecekmiş gibi gözlerini kapatmış, olabildiğine yayılmıştı. Yüzümü ekşiterek ona baktığımda gözlerini açmadan "Bu kafenin tüm Türkiye'de yetmiş beş şubesi varmış. Konya'da ise on üç," dedi.
Hiçbir şey yapmadan durduğunu sandığım o dakikalarda verdiği bu önemli bilgi ile şaşkınlıkla ona bakarken gözlerini açtı.
"En çok tercih edilen ürün, en çok içilen ürün demektir."
"Yani?" Kuşkuyla gözlerimi kıstığımda asıl söylemesi gerekeni bekliyordum.
"Yanisi katilin sipariş ettiğimiz bu üründen içmiş olması yüksek ihtimal."
"Bu ne işe yarar ki?"
Dudağının kenarına hafif bir tebessüm kondurdu ve "Bir adım eder," dedi.
"Fareyi kafese çekmek için bir adım. Eğer bu ürün siparişlerini kontrol edersek bir adım daha yaklaşırız."
"Delirdin mi? Koskoca Konya'da bu üründen alanları nasıl bulacağız? Hem bulsak da kaç kişi eder biliyor musun?"
"Yapay zekâ budur işte," dedi önündeki menüyü göstererek.
Önce tüm kahve çeşitlerine teker teker dokundu. Sonra birkaçına daha çok dokundu ve en son diğerlerine göre daha çok dokunduğu ürüne parmağını bastırarak "Talep edileni sunarsan, kâr edersin," dedi.
"Önce talep edileni bul, sonra diğerlerini ele, sonra da avını pençelerinin arasında kıstır!"
Parmakları ile o kahve görselini kapattığında ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum ama doğru yolda olduğumu hissediyordum. Yanlış kişiyle doğru yolda olmak bizi doğru çıkışa ulaştırır mıydı bilmem ama asla durmadan adımlamaya devam ediyorduk.
Haris, bir kartal edasıyla katili pençelerinin arasına sıkıştırmayı hedeflerken ben de onun uzaktan bakan ve lazer gibi tarayan gözü olmayı hedefliyordum.
***
Daha önce düşündüğüm katil benzetmesi buhar olup uçmuştu sanki. Y ada ben çok acele ediyordum bilmiyorum ama içtiğimiz kahvelerin üstünden iki buçuk saat geçmişti ki biz hala kafede pineklemeye devam ediyorduk. Daha fazla dayanamayarak isyan bayrağını çektim.
"Saatlerdir oturuyoruz. Senin profesyonellik anlayışın bu mu yani?"
Oturduğu sandalyede olabildiğine rahat görünüyordu. Arkasına yaslanmış kollarını önünde bağlamış bacak bacak üstüne bile atmış. Sanki arada söylediği ve pek de anlaşılmayan karışık cümleleri ile benim aklımı kurcalayıp sonrasında yine keyif yapmakla meşgulmüş gibiydi. Biraz önceki yapay zekâ betimlemesi beni etkilemişti oysaki. Bir şeyler yapabileceğimize inanmıştım ama şimdi...
Hayret ve biraz da beğenmezce onu seyrederken "Neden polis oldun sen?" diye sordu. Sanki o da asıl anormal olan benmişim gibi benden rahatsız olmuşçasına yüzünü buruşturdu.
Kötü bakışlarımı düzeltmeden "Çünkü adaleti sağlamak benim var olma nedenim," dedim.
"Seninle birlikte bu kafede pinekleyerek bu pek mümkün olmasa da..." diye devam edecektim ki hepsini yuttum.
Başını sallarken beğeniyor mu yoksa dalga mı geçiyor belli değildi. Meğer daha çok çıkarım yapıyormuş.
"Polis olmayı istedin çünkü adaletli olmayan bir şeyler vardı."
Kaşlarımı çattığımda ne ima ettiğini anlamaya çalışıyordum.
"O halde muhtemelen sevdiğin birine bir şey oldu ve sen de bir şey yapamadın. Polis olursan eğer adaleti sağlayacağına inandın çünkü cici kızlar polis olursa göğüslerindeki rozetle tüm dünya aydınlanırdı."
Yüzüme gülerek bakarken ne kadar gıcık olduğunu düşündüm. Yanaklarını tüm gücümle sıkıp bağırana kadar durmak istemiyordum.
"Adalet için onca yıl savaş verdin. Okulu dereceyle bitirdin ama ne oldu? Emniyeti b*k götürüyor. Amanın!"
Bir kız gibi ağzını kapattığında yüzümü buruşturdum.
"Sonra getir çayları Heyzır, götür süpürgeleri Heyzır."
Sinirle yumruğumu sıktığımda dişlerim de gıcırdıyordu.
"Ne o hayallerin mi yıkıldı? Emniyette çay dağıtırken pek bi cici görünüyordun oysaki. Atar giderin sadece bana mı?"
"Bu dünyada kimseye güvenemezsin," dedim dişlerimin arasından.
"Bana güvenebilirsin."
Sinirim alaylı bir gülüşe yer verdiğinde kaşlarımı kaldırdım. "Ya, tabii ne demezsin."
"Ciddiyim. Ben görüp görebileceğin en güvenilir insanım."
Ben de onun gibi kollarımı önümde bağlayarak arkama yaslandım. Hadi ama bu artık rahatlık düellosuna dönmüştü. En rahat görünen kazanır öyle mi? Çünkü kaybedeceği bir şey yoktur?
"Bunu bir yalancı mı söylüyor yani?" diye sordum alayla.
Baş ve işaret parmakların şaklatarak beni gösterdi.
"Bravo, işte tam de bu yüzden. Diğer insanların doğru mu yalan mı söylediğini bilemezsin ama ben," dedi kendini göstererek. "Daima yalan söylerim."
Aklımı karıştırıyor, ne dediğini anlayamamak çok canımı sıkıyordu. Benimle dalga mı geçiyordu bilmiyorum ama dediklerinin doğru olması sinir bozucuydu. Neden bu nasihatleri bir dolandırıcıdan dinlemek zorundayım ki? Daime yalan söylerse ondan beklediğim doğruyu bana asla veremez. Şayet asla bir doğrusu yoksa tüm yanlışlar mevcut doğruları götürmek için pek bir hevesli olur. Söylediği tek bir doğru, akabindeki yalanla telef olurken, en aslında o doğrunun da bir önceki yalanla çoktan kirlendiğini öğrenmiş olurum. Böylesi bir karmaşa içinde yalanlarla bütünleşmiş tek doğruyu nasıl ayırt ederim?
Biz sessizleştiğimizde, kafedeki televizyondan haberler sesleri yükselmeye başladı.
Seri katil hakkında herhangi bir ipucu bulamayan Konya emniyet müdürlüğü gelen takviye ekiple arama alanını genişletirken maktullerin yakınları da bir dernek kurarak hep birlikte toplandı. Hepsinin içinden gelenleri yazdığı bu duvardaysa bırakılan notlar insanların yüreklerini burkuyor.
Oturduğum yerden izlerken duvar yaklaştırılınca Haris ayağa kalktı. Televizyona daha yakından bakmak için iyice yaklaştığında ben de kalktım ve yanına doğru ilerledim. Kaşlarını çatarak tüm dikkatini bir noktaya verdiğinde onunla birlikte aynı şeye odaklanmaya çalıştım. Duvarda çizilmiş gelinlik resmine bakarken fısıldadı.
"Tabii ya gelinlik..."
Gelinlik? Gelinlik üzerine bir ipucu mu bulmuştu? Ne bulduğunu merak ederek ona baktığımda "Hadi gidiyoruz," dedi ve hızlı adımlarla çıkışa doğru yürüdü. Son kez ekrandaki gelinlik resmine baktım. Henüz yetişkin olmayan biri tarafından acemice çizilen bu resmin ne gibi bir ilham verdiğini anlamaya çalışıyordum. Ekran başka bir şeye odaklandığında ben de zihnime kazıdığım o küçük gelinlik resmiyle koşarak Harisi'in peşinden gittim. Ne bulduğunu çok merak ediyordum ve onunla aynı şeyi bulabilmek adına zihnimdeki resmi her milimine kadar inceliyordum.
***
Geldiğimiz yer tahminimin dışında bir yerdi. Neden bilmem Haris, otopsi sonuçlarına bakmayı ve özellikle gelinlikleri incelemeyi istemişti. Gerçi otopsilere ben de bakmıştım ama hepsinde aynı olan şiddet izlerinden başka bir şey fark edememiştim. Bu şiddetin her defasında maktulün kurtulma çabasından kaynaklandığı otu düşmüştü. Aslında işkence dedikleri de buydu. Derinlemesine bakıldığında katil sadece öldürmek ve kuralları uygulamaktan başkasını yapmıyordu.
Kartımı göstererek içeri girdiğimizde bize tüm maktullerin gelinliklerinin olduğu resimler gösterildi. Hepsi dosyalanmıştı. Profesyonel eğilerek tek tek bakmaya başladı. Birkaç saniye sonra fotoğraflardan bir bölümünü bana vererek "İnceler misin? Hepsi içinde benzer yönlerini bulmanı istiyorum," dedi.
Beklemeden resimleri incelemeye başladım. Daha önce gelinlikler üzerine yoğunlaşılmamıştı. Sadece cesetler üzerinde incelemeler yapmıştık. Sürekli arta baskı mı bizi böylesine yüzeysel yapmıştı bilmem ama şimdi düşününce gelinliğin başlı başına bir ipucu olacağı belliydi.
Teker teker incelediğimiz gelinliklerde beklediğimiz sonucu alamadık ne yazık ki. Tüm gelinlikler farklıydı. Kimisinin omzu açık, kimisinin sırt dekoltesi var, kimisi tamamen kapalı ve kimisi de kısa. Pek bir benzerlik yoktu. Hepsi gerçekten birbirinden farklıydı. Tek özellikleri gelinlik olmasıydı işte.
Elimdeki resimleri bırakıp ona baktığımda tek bir fotoğrafa odaklanmıştı. Görmeye çalıştığı şey neydi bilmiyorum ama "Bu en son kurbanın gelinliği sanırım. Henüz yeni olduğu için onu bizzat görmek istiyorum," dedi.
Adli tıp uzmanına baktım bıkkınlıkla bize bakıyordu. Muhtemelen bizden önce birçok dedektif gelip bu resimlere bakmıştı ve ellerinde kocaman bir boşla geri dönmüşlerdi. Onu da anlıyordum ama yine de her şansı değerlendirmemiz gerekmiyor muydu?
"Aslında," dedim çekince ile. "Dedektifler bu resimlere bakmıştır."
Uzmandan önce davranıp onun söyleyeceği şeyi ben söyledim. Fısıltı ile söylediğim şeye cevap ise gayet net ve anlamlı olarak geldi.
"Tüm çözülmemiş davaların ardında yatan sır, gözden kaçan ipuçlarıdır."
Haris'in gerçek bir profesyonel gibi davrandığı o dakikalarda benim aklımdaki sorular silinmişti. Bence de o son gelinliği mutlaka görmeliydik.
Haris bana bakmadan resme bakmaya devam ederken "Bunu alabilir miyim?" diye sordu.
Görevli başını iki yana sallarken "Ailelerine bile vermiyoruz, bir hırsıza mı vereceğiz?" dedi.
Aşağılayıcı sesi beni bile sinir ederken o olabildiğine rahattı. Gülümsedi ve "Haklısın, neden bir dolandırıcıya güvenesin ki?" diye sordu. Böyle bir cevabı verebildiğine göre ya gerçekten umursamaz ya da bir korkaktı.
Elleri ile resimleri toparlayıp uzmana verip ayağa kalktı. Tam gitmek için arkasını dönmüştü ki "Fakat bu arada," kuşkuyla gözlerini kısıp işaret parmağı ile resimleri göstererek.
"neden tüm resimleri göstermiyorsunuz? Burada aynı iki gelinliğin farklı açılardan çekilmiş fotoğrafı var ama asıl ilk davanınki yok. Bildiğim kadarıyla ilk kurbanın gelinliği çürümeye yüz tutmuştu. O yok mesela."
Görevli kaşlarını çatarak hızlı hızlı resimlere bakmaya başladı. Bir sonuca varamayacağını adı kadar iyi bilen Haris devam ediyordu.
"Bi düşünelim? Muhtemelen üstelerinin elinde olmalı," dedi kaşlarını çatarak.
Adli tıpçı daha dikkatle resimlere bakarken gerçekten de iki aynı resim olduğunu ve ilk davanın resminin ise olmadığını gördü.
"Ama haklısın, dedektifler resme bakmak için sana mı soracaklardı?"
Kaba tabirle kapak yapmıştı ve nedense bu benim de hoşuma gitmişti. Dudağımın kenarında oluşan tebessümü gizlemeye çalışırken önden giden Profesyonel'in peşine takıldım. Korkak ya da rahat mı? Hayır hayır, o çok cesur ve çok titiz. Sadece fazla zeki olduğu için doğru anı bekliyor.
Koridoru hızla geçerken kendi kendine "O gelinliğin markasını bulmam lazım," diye mırıldanıyordu.
Haklıydı, bulmak için girdiğimiz yerden hiçbir şey alamadan geri çıkıyorduk. Bir şekilde resmi almasına yardım etmeliydim.
"Eğer resimler senin için önemliyse gidip hepsinin resmini telefonuma kaydedebilirim."
İlk defa ona yardım teklifinde bulunmuştum ve o bunu bir çocuktan gelen oyun teklifi gibi karşılayarak sadece gülümsemiş sonrasında ise cebinden çıkardığı resmi bana doğru sallayarak göz kırpmıştı.
O zaman çok daha iyi anladım, be gerçek bir profesyonel ile ortağım. Onu çözümlemek kolay değil, ki zaten böyle olması gerekiyor. Olabildiğine basit, ama aslında çok zor... Rahat ama titiz... Sakin ama derin. Öyle ya o bir hırsızdı. Aksini kim iddia edebilir?
Yürüyüşümüz devam ederken ben onun gerçekte nasıl biri olduğunu çözmeye çalışıyordum. |
0% |