Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🤍

 

İnstagram hakugu

 

🔳🔳🔳

 

"Katilin en büyük özelliği soğukkanlı olması değil."

 

Etrafımızdan geçip giden insanlara aldırmadan şehrin merkezinde öylece dururken tramvay gelip geçti. Bir kırkayak gibi kayışını ve peş peşe götürdüğü pencerelerine bakarken "O bir hasta," diye devam etti.

 

Haris, ellerini kumaş pantolonun ön ceplerine koymuş kendi için sabitlediği hayali bir noktaya bakarken ben de ona bakıyordum. Tüm harekete rağmen bir heykeli andırıyorduk sanki. Avcumuza biraz su alsak kuşlar gelip serinleyecekmiş gibi. Gelip geçenler bizi seyre dalıp bizdeki yaşanmışlıkları tartışacakmış gibi. Hareketsizliğimiz devam etse de asıl kargaşa zihinlerimizdeydi. Hunharca çalışan beynimiz her hareketten bir senaryo çıkarırken o devam ediyordu.

 

"Takıntılı. Ayrıntılara öyle takıntılı ki, gelinlikler benzemese bile onları ortak kılan bir şey var mutlaka."

 

İçsel düşüncelerini dile getirmesi benim için miydi bilmiyorum ama can kulağıyla dinlerken yeni bir tramvay geçti. Arkamızda kalan Mevlana türbesinden uçan kuşlar önümüze geldiğinde, bir umut parıltısı saçıldı üzerimize. Yeşilin o en koyu tonu kapladı her yanımızı. Ve dile geldi renkler; karanlık her zaman ürpertici değildir. Tıpkı ölümün bir yok oluş olmadığı gibi. Nitekim bazı ölülerin sesi daha çok çıkar canlılardan ve siz onları asla susturamazsınız. Dinlersiniz dünya nihayete erene dek... Yok olduğunu sandığınız bir çiçeğin kaldırımdan baş göstermesi ya da tüm kışa rağmen ayağa kalkan kardelen misali. Bittiğinde yeniden başlar, her daim böyledir. O kuşlar kanatlarında taşıdığı umudu bize serpiştirmişçesine gözlerini bana çevirdi Haris.

 

"Son gelinlik!"

 

Ses tonunda bilge bir dede fısıldarken kaşlarımı çatarak ona baktım.

 

"Son gelinliğin satın alındığı yere gidersek büyük bir ipucu elde edeceğimize inanıyorum."

 

Boş durmamıştım. Aldığı resmi dikkatle inceleyip markasını bulmuş ve mağazasını da aratmıştım. Bu bize koyu yeşilin bir hediyesi gibiydi. Koyuluğun tüm karanlığını üstüne alarak bizlere aydınlığı bağışlamıştı.

 

"Konya'da sadece bir şubesi olan ufak bir butik," dedim elimdeki bilgileri okuyarak.

 

"Gelinlik dışında birçok kategoride satış yapıyorlar. Buraya da sadece yarım saat uzaklıkta."

 

Telefonda gösterdiğim mağazaya bakarken önce çatılmış kaşları yumuşadı sonrasında ise beğeni dolu bir gülücük yerleşti dudaklarına. Gözlerine yayılan parıltıyı açıkça görürken "İşte bu," dedi. Bu cümlesi nedense aferin sana demekle eş değerdi.

 

Bu işte bir katkımın olmaya başlaması beni de çok mutlu etmişti. Sorma ihtimaline karşın gelinlikle alakalı diğer bilgileri de araştırırken "Hadi," dedi "gidelim."

 

Telefonu şimdilik kapattığımda Mevla türbesini ardımızda bırakarak yürümeye başladık. Uzaklardan gelen tramvay sesini işitirken onun yolundan geçmiştik bile. Anı yoldan geçen insanlara yoldaş olurken binalar dile gelip o mağaza ben değilim diyecek gibiydi. Hepsi yerinde dursa da, sanki hepsi açılıyordu. Yol veriyordu bize ki asıl mekâna ulaşabilelim.

 

Birlikte butiğe doğru yol aldığımızda gökyüzünü saran kara bulutlar yağmur salıverdi yeryüzüne. Islanıyor olsak da yürümeye devam ediyorduk. Bizimle birlikte birçok insan sağa sola koştururken sanki her şey yavaşladı.

 

O an tüylerim diken diken oldu. Bir şeyler çevriliyor gibiydi tersine. Ve biz ulaşınca dersine, öğretmen tarafından kucaklanacaktık. Böyle bir gurur hissi dolmuştu yüreğimize.

 

Fakat beni titreten şey, havanın soğukluğu değil, bunca karmaşa arasında katilin var olma ihtimaliydi.

 

Hemen yanımdan geçen şu genç mi katil? Yoksa mağazada gezinen ve etrafa gülümseyen masum bakışlı kadın mı? İhtimal vermesem dahi tramvay içinde öylece etrafına bakınan küçük çocuk mu? Şemsiyesine saklanan yaşlı adam? Saçları ıslanmasın diye koşan liseli genç kız? Henüz tek bir simit bile satamamış genç adam?

 

Neden tüm insanlar gülümseyerek bakıyor bana? Yoksa tam şu an yeni bir katliam mı yapılıyor? Neden bu iş sonsuza kadar sürecekmiş gibi hissediyorum? Neden böylesine kötü bir hisle kaplandı yüreğim?

 

Yok mu bir kurtuluş yolu? Yok mu bu işin sonu?

 

Derin nefes al ve kaseti geri sar. Gözden kaçırdıklarını dikkatle al ve daima vicdanınla kal.

 

Unutma, bu dünyayı kuran biri var.

 

Ve düzen en başında böyle değildi.

 

***

 

"Şimdi şunu."

 

"Bir de şunu."

 

"E bir de şunu."

 

"Sonra da şunu lütfen."

 

"Ah işte bir de şu. Hadi bakalım."

 

İşaret ettiği gelinliklere bakarken kaşlarımı çattım. Neredeyse tüm mağazayı devirmişti. Özüne kestirdiği ne var ne yok indirtmişti. Bana yıkılan tüm bu giysi dağına bakarken sinirle çıkıştım.

 

"Sen benden tam olarak ne istiyorsun şimdi? Görevde başında bir polisim ben, bilmem farkında mısın?"

 

"Tam o yüzden giymelisin zaten."

 

"Ne?"

 

"Bu dava sana verildiyse hakkıyla çözmek için her şekle bürünebilmen lazım. Ayrıca ulu orta polis olduğunu bağırmaya devam edersen sayende katil falan yakalayamayacağız."

 

"Ah, affedersin."

 

"Affını maymunlar yesin de, hadi giy şunları."

 

Her fırsatta bana takılan bu insana kanım bir türlü ısınmıyordu. Bi verdiği uğraş için tebrik edesim geliyor bi de boynuna sarılıp boğazlayasım. Elime aldığım gelinlikle kabine doğru yürürken bunu giymenin ne kadar zor olduğunu düşünüyordum. Yine de umurunda olduğu söylenemezdi.

 

Gösterdiği ilk gelinliği giyerek çıktığımda benimle ilgilenmiyordu. Aslında etrafımda dönüyordu ama gözleri çevredeki insanlardaydı. Ben onun için sadece dikkatleri dağıtan bir objeydim o kadar, asıl amacı bana bakmak değil, çevresini tetkik etmekti öyle mi? Buna itiraz edecek değildim. Eğer bir davayı çözmek istiyorsanız verilen en saçma grevi bile yerine getirmelisiniz.

 

"Sence de bu biraz bol olamamış mı canım?"

 

Canım? Alayla ona baktığımda kaşlarını kaldırdı. Sıra bende miydi yani? İki kere öksürüp doğaçlama yeteneklerimi gösterdim.

 

"Bir numara küçüğüne bakalım ama ben zaten motiflerini de beğenmedim."

 

Biz kendi kendimize ilgilenirken görevlilerden biri bize yardıma geldi.

 

"İsterseniz son zamanlarda popüler olan bir gelinlik getirebilirim." Haris'e baktım. Başıyla onayladı.

 

"Tabii olur."

 

İsteğim ile kız yeni bir gelinlik getirdiğinde "İşte bu son zamanlarda en çok tercih edilen gelinliğimiz," dedi.

 

"Göğüs bölümündeki incilerin parlaklığı kol bölgesindeki tülün matlığını kapatırken etek bölümünden sarkan tüyler de duvakla büyük bir uyum içinde. Ayrıca..."

 

Ben kadını dinlemeye devam ederken Haris yine gelenlere bakmaya devam ediyordu. Tek tek incelediği insanlara bakarken ben de diyaloğu sürdürmeye devam ediyordum.

 

"Damat Bey siz ne düşünüyorsunuz bu gelinlik hakkında?"

 

Hızla kadına bakan Haris şaşkınlıkla kendini göstererek "Ben mi?" diye sorduğunda "Aslında biz," dedim ama o "Bence güzel," dedi.

 

Ağzım açık öylece kalakalırken "Tabii müstakbel eşimin düşüncesi daha önemli, sonuçta gelinliği o giyecek ben değil," dedi.

 

Ciddi ciddi oynuyordu. Ağzımdaki nefesi hayal kırıklığı ile boşaltırken o hiç umurunda olmadan kenara ayrılan gelinliklerin olduğu bölüme doğru yürüdü. Beni gerçekte umursayan yoktu. Tabii onlarca kilo ağırlığındaki bu gelinlikleri kendi giymiyor. Sadece üstünde konuşarak da dikkat dağıtabilirdik ama yok, nerede zorluk ona doğru itiliyorum.

 

"Aslında bunlar da güzel. Bakmak ister misin tatlım?"

 

Üzerimdeki gelinliği çıkarmaktan vazgeçip geri dönüp kabine gitmekten vazgeçince Haris'in gösterdiği gelinliklere bakmaya gidiyordum ki görevli kadın araya girdi.

 

"Ah hayır hayır, onlar bu sezonun tercih edilmeyenleri olarak ayrıldı."

 

Haris'in kaşları kuşku ile kalktığında kadın devam ediyordu.

 

"Aslında hepsi satın alındı ama sonrasında bir nedenden dolayı buraya geri iade edildi. Biz de sezonun beğenilmeyenleri olarak kenara kaldırdık. Birkaç gün sonra imha edileceklerdi."

 

Hem ben hem Haris daha fazla merakla gelinliklere doğru yaklaştığımızda tek tek incelemeye başladık. Elbette çok olduğu için hepsini ayırt etmek mümkün değildi ama biri vardı ki ikimiz de ona bakakalmıştık.

 

Hem ben hem Haris son kurbanın üzerindeki gelinliğin aynısını görünce bir anda duraksadık. Sanki katile bir adım değil, on adım birden yaklaşmıştık. Ve sanki katil ayağını burkmuş da köşede beklerken biz ona doğru jet hızıyla koşmuş gibiydik. Nefesi ensemize ulaşmış, elinin sıcaklı farklı bir boyuttan bizi ısıtmıştı. Böylesi bir yakınlıkla daha fazla adım atmak için tedbirli olmamız gerekiyordu. Biz de bunu hedeflercesine elimizde tuttuğumuz gelinliğe bakarken farkında olmadan da buruşturmaya devam ediyorduk.

 

***

 

Önümüzde duran resimlere bakarken ikimiz de sessizdik. Bu tuhaf bir sessizlikti. Tüm bedenimizde hissettiğimiz bu sessizliğin asıl nedeni sesin bambaşka boyutlarda bize sunulmasıydı. Geldiğimiz kafe olabildiğine kalabalık olsa da tüm dış seslerden muaf tutulmuşçasına sadece kulaklarımızda çınlayan görevli kadının sesi vardı.

 

"Tüm bu gelinlikler satın alınıp sonrasında bir nedenden dolayı iade edilen gelinlikler. Marka olarak beğenilmeyen ve tercih edilmeyen ürünlerimizi piyasadan kaldırıyoruz. Zaten bunlar da birkaç gün içinde imha edilecekti."

 

Orada asılı olan tüm gelinliklerin çektiğimiz resimleri önümüzde dururken yaklaşık üç tanesinin kurbanların gelinliklerine ait olduğunu gördük. Bu, yadsınamaz bir tesadüftü. Bu, tesadüf bile değil bizzat gerçeğin ta kendisiydi.

 

Elimizde kalan diğer dört gelinlikten birincisi yakası tozpembe saten eklemeli, ikincisi uzun tüylerle kaplı omuzları, üçüncüsü yeşil tüllü etek uçları ise kirli beyaza benzer bir inci ile bezenmişti. Renkli ve özel bir zevkle tasarlanan bu gelinliklerin istenmiyor oluşu ve öte yandan katil tarafında tercih edilmesi akıllara aynı şeyi getiriyordu.

 

Gözlerimiz gelinliklere dalmışken "Terk edilmiş olmalı," dedi Haris.

 

Hızla ona baktığımda resimlere bakıyordu. Ben de onunla aynı şeyi düşünüyordum.

 

"İstenmeyen bir çocukluk ya da gençlik geçirmiş olmalı. Kendini bu gelinliklerle eş zamanlı hislerle kaplıyor ya da bambaşka bir şekilde dikkat çekmek istemiyor."

 

Dikkatle ona bakarken gözlerini bana çevirdi.

 

"Kim, kimsenin istemediği ya da bakmadığı bir şeyden şüphe duyar ki?"

 

Bakışlarım yavaşça yeniden gelinliklere inerken "O halde bu fikrin kesinleşmesi için," dedim, o tamamladı.

 

"Yeni bir kurban gerek."

 

Bunu ben de tahmin ediyordum ama başkasından duymak daha acı verici olmuştu. Bir sonrakini kurtarmak için bir öncekine göz yummak bizim gibi adalet için çırpınan insanlar adına kahredici bir şeydi. Biz kimse heder edilmeden bu işin içinden sıyrılmayı diliyorduk ama her defasında daha fazla kayıpla sınanıyorduk. Sanki katil, ne kadarına göz yumabileceğimizi tartıyordu.

 

"İyi de," dedim gözlerime dolan hafif yaşla gelinliklere bakmaya devam ederken.

 

"Gelinlikler doğru olsa bile, kurbanlarını nasıl seçtiğini nasıl bileceğiz? Yani sonuç olarak hepsi birbirinden farklı?"

 

Başıyla tasdikledi. "Haklısın. Bu olabildiğine zor bir yol. Yine de bunu anlamamızın da bir yolu var."

 

Meraklı gözlerle ona bakarken televizyondan son dakika haberleri verilmeye başlamıştı.

 

"Azılı seri katil yine bir can aldı!"

 

Haris beklemediğim bir tepkiyle yerinden fırladığında resimleri de alıp televizyona doğru yürümüştü. Ben de beklemeden peşinden koştuğumda habere odaklandık. Duvara monte edilen televizyona bakmak için başlarımızı kaldırmış ve dikkatimizi bir ekrana, bir resimlere ayırmışken bilgiler gelmeye devam ediyordu.

 

"On beşinci kurbanın on dört yaşındaki H.T olduğu bildirildi."

 

Hızla ağzımı kapatırken gözyaşlarıma hâkim olmaya çalışıyordum. On iki mi? Aman Allah'ım!

 

Henüz öyle küçüktü ki, daha bir bebekti. Günahsız bir melekti. Gözlerimden süzülen yaşlar ağzımı sıkıca kapadığım parmaklarıma, oradan da çeneme süzülürken tüm bedenim kasılmıştı. Aklımda dönüp dura cinayet senaryolarında masum çocuğun ne kadar çırpındığı ve minicik bedenine ağır gelen darbelerden sonra istemsiz teslim oluşu...

 

"Maktulün kendinden büyük bir gelinlikle sarmalanarak şehir kütüphanesine yakın çöp konteynerinde bulunduğu öğrenildi. Küçük çocuğun bedeninde bulunan darp izleri katil ile uzun süreli bir çatışmaya girdiğini işaret ederken serçe parmağının kesilmesi ise seri katilin aynı olduğunu gösteriyor. Polis ve uzman ekipler..."

 

"Hadi resmini göster, hadi!"

 

Haris bana göre daha dik ve olaya hâkim bir şekilde duygulara hiç mahal vermeden adeta yalvarırcasına söylenirken elindeki dört resmi de sıkıca tutuyordu. Her milimini ezberlediği gelinliklere birkaç saniyede bir de olsa bakıyor ve ekranda maktulün gelinliğinin verilmesini bekliyordu.

 

Böyle haberlerde genellikle maktulün resmi açıkça gösterilmezdi. Buzlanır ya da üzeri kapatılırdı. Yine buzlamışlardı ancak bize yetecek kadar bir bölüm açıktı. Haris'in elindeki üç resim düşüp geriye yeşil tüllü gelinlik kaldığında titriyordum. Planımız doğruydu. İstenilmeyene kafayı takan bir insanın peşindeydik.

 

Duvarlar birer davul olmuş gürültü ile vaktin geldiğini haber verirken, yer sarsılıyordu sanki. Zamanın akıp gittiği, ona nispete daha yavaş olan insanın bataklıkta bir kurbağa misali çırpınmaya deva ettiği bu dünya üzerinde iyice ayrılmıştık.

 

Artık kimse kimsenin değildi kimsesi, herkes herkesin sinsi tilkisi.

 

Yine de o elimizdeki bir resim bizi olduğumuzdan daha sinirli bir hale getirmişti. Kaybedecek bir şeyi kalmamış insanlarla yeterince şey kaybetmiş insanlar sona yaklaştıkça daha cesur olurlar... Hayır aslında daha cesur olmazlar, onlar hep aynıdır. Fakat daha az korkarlar. Korkunun önlerindeki en byük engel olduğunu anladıkları an da asıl korkulan kişi haline dönüşüverirler.

 

Katile bir adım daha yaklaştıkça ciddiyetim ve nefretim de artıyordu. İki yanımda sıktığım yumruklarım, eğer muktedir olsam bir kaşık suda boğacağım katil için mekân hazırlarken gözlerimin arasında ezdim varlığını.

 

Haris elindeki resmi buruştururken dişlerinin arasından "Şerefsiz," diye mırıldandı.

 

Öyle sinirliydi ki...

Benim de ondan alta kalır yanım yoktu. Yere basın uygulayarak durmaya gayret eden ayaklarımı katilin yüzüne sallamayı hayal ederken o masum meleğin ailesinin feryatla ağlayışına tanık oluyorduk.

 

Lanet ediyorlardı...

 

Yavrusunun canını alan katile de, buna izin veren onca kişiye de, katile dair bir iz bulmayı bile beceremeyen bize de...

 

Ve bizler, istemeden de olsa, onu yakalayamadığımız her an, ona ortak oluyorduk.

 

***

 

Emniyetin önüne biriken kalabalık camlara ve gördükleri polislere ellerinde ne bulurlarsa atarken nefret söylemleri ve hakaretler de eksik olmuyordu. Camlar tamamen bozuk yumurta, çürük domates ve çamur toplarıyla kirlendiğinde biz de o kalabalığın arasındaydık. Bulduğumuz bilgileri bizimkilerle paylaşmak için gelmiştik ama burası tam bir savaş alanına dönmüştü. İçeri girmek neredeyse imkânsızdı.

 

Tüm bu kalabalık otopsi için getirilen küçük maktul nedeniyle toplanmışlardı ve hepsi de ölesiye öfkelilerdi.

 

"Lanet olsun sizin gibi polislere!"

 

"Allah sizin adaletinizin belasını versin!"

 

"Cehennemi boylayın pis herifler!"

 

"Aldığınız para boğazınıza dursun! Bir çocuk daha yitip gitti!"

 

"Senelerdir bir iz dahi bulamayan bu kokuşmuş polisleri alsın katil de biz de rahatlayalım."

 

"Ölen sizin kızınız olsaydı ne yapardınız acaba pis mahlûklar?"

 

"Keyif çatmanız bittiyse katili yakalamayı düşünebilir misiniz sizi gidi işgüzarlar!"

 

"Lanet olsun size ve sizin gibi beş para etmez polislere..."

 

Ağzıma alamayacağım küfürler de vardı ancak bu bizi gerçekten üzmekten başka bir şey yapmıyordu. Katili bulmak için hiçbir fayda sağlamayan bu hakaretler ancak ben ve benim gibileri daha çok eziyordu. Adeta kahroluyorduk.

 

Haris kaşlarını hüzünle çatmış bir halde öylece dururken ben ağlıyordum. Kalabalığın hemen ortasına aldığı maktulün annesi küçük çocuğun kıyafetlerine sarılıp ağlarken adeta kendini dövüyordu.

 

"Ne yaptı benim yavrum? Sadece kitap okumaktan başka ne yaptı? Bu ülkede kızlar özgürce kitap da okuyamayacaksa ne için var bu emniyet? Allah kahretsin hepinizi!"

 

Bunca hüzün, bunca keder mahvetmişti bizi. Tuzun suda eridiği gibi eriyorduk aralarında. Merkeze girip polis olduğumu da belirtmek istemiyordum. Bu ölüme koşarak gitmekten farksız olurdu. Zaten biraz daha yaklaşsam üniformamdan anlaşılırdım. Geri durmak da istemiyordum. Bir korkak gibi geriden seyredip, meslek arkadaşlarım tüm bu hakaretlere maruz kalırken ben sadece uzaktan ağlamakla yetinmek istemiyordum. Arafta kalan zavallılar gibi öylece bekleşirken Kalabalıktan birkaç kişi emniyetin camını kırdı.

 

Zaten o zaman oldu olanlar...

 

Kalabalık hızla içeri dalarken TOMA'lar devreye girdi. Hazır bekletilen göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su insanların üzerine uygulanırken biz de nasibimize düşeni alıyorduk. Bir anda cehenneme dönmüştü her yer. Zaten bu felaketi yaşamak için buraya gelen yüreği yaralı onca insan canının yanması pahasına sonuna kadar giderken onları durdurmak imkânsızdı.

 

Aralarına girip selde sürüklenen bir kütük gibi ben de tüm bu hengâmeden üstüme alacağım payı alıp hiç değilse vicdanımı rahatlatmak istiyordum. Tek acı çeken siz değilsiniz, biz de sizinle birlikte kahroluyoruz demek istiyordum. Kalabalık arasına dalmak için bir adım da atmıştım ki Haris kolumdan tutarak beni çekti.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Ona diyeceğim bir şeyim yoktu. Yüzümden damlayan su ve gözyaşları ile ona bakarken beklemedi ve beni de peşinde götürerek emniyetin arka tarafına doğru yürürdük. Geldiğimizi gören polisler beni ve Haris'i hızla içeri aldığında artık güvendeydik.

 

Beklemeden ön tarafa geçip insanlara bakmak inçin cama yapıştığımda aşağısının savaş alanına döndüğünü gördüm. Her dakika daha da fenalaşan bir dehşet senaryosu gibiydi. Daha fazla saldırganlaşan insanlar, daha fazla güç kullanmak zorunda kalan polisler, birbirini kıran masumlar, arada gözyaşları ile heba olan yüreği yanıklar ve bir de...

 

Her şeyden ve herkesten uzakta, tüm bunlardan habersiz ya da bambaşka bir şekilde uzaktan keyifle seyrederek sıradaki kurbanını seçen o...

 

Kahrolası bir zihinle ne yaptığının ve neyi hedeflediğinin bile farkında olmayan o...

 

Saçlarımdan damlayan su damlaları yere düşerken gözlerindeki yaşlar da onlara eşlik ediyordu.

 

Mahvolmuşlardı...

 

İnsanlar tazyikli suyla sağa sola savrulurken gözleri yananlar daha beter feryat ediyordu.

 

Şimdi ne yapmalıyız? Nasıl ayakta kalmalıyız? Labirentte kaybolan fareler gibi her birbirimizle kesiştiğinde yollarımız, asıl labirenti kurana değil de yolumuza çıkana gösterirsek dişlerimizi nasıl son bulur bu iş?

 

"Sen de ağlarsan, bu insanların dayanacağı kimse kalmaz."

 

Haris de en az benim kadar ıslanmış bir şekilde yanımda durduğunda camdan bakıyordu. Saçlarından damlayan sular çenesine doğru süzülürken "Dünya üzerinde cehennem neresi diye sorarlarsa bir gün, sakın aşağıdaki manzarayı unutayım deme," dedi.

 

Gerçekten de cehennemden bir farkı olmayan bu sahne içimden hunharca ağlamama neden olsa da dik durmalıydım.

 

"Yine de unutmamak, hep hatırlamak anlamına gelmez."

 

Islak üniformamı yumruğumla sıkıştırırken Haris'in sözlerini aklımda tutmaya çalışıyordum.

 

"Hatırlayacağımız şey, şimdiye kadar bulduğumuz ipuçları, katile dair bilgiler ve onu bulmaya yönelik hisler."

 

Haris'in ne demek istediğini anlamıştım. Unutmamam gerekenle daima hatırlamam gerekeni ayıt etmeyi başarırsam sonuca ulaşacağımızı söylüyordu.

 

Aşağıdaki manzarayı zihnimin bir köşesine asla unutmamam gereken bir yere sabitlerken, dışarıda rahat rahat gezen katile lanet ettim içimden. Ve bu laneti her an hatırlayacağıma dair de söz verdim kendime.

 

Lanet olsun sana. Senin zihnine ve seninle aynı fikirde olan tüm herkese...

 

Özgürlüğü elden alan tüm kafeslere ve bu kafeslerin tüm sahiplerine...

 

Lanet olsun, lanet...

Loading...
0%