@hakugu
|
Haris Çelik 🌻
"Ondan uzak dur Emre, korkarım ki o bizim tanıdığımız Memati Şekerci değil."
Emre havası inmiş top gibi omuzlarını düşürdüğünde şoka girmişti.
"Şimdi ne yapacağız?" Heyzır şaşkınca sorduğunda "Durmak yok," dedim. Böyle bir durumda ne hırsızlık ne de yalan işe yaramazdı. Tek yapmamız gereken gerçeklerin hırçın yüzüyle baş etmemiz.
"Bana doğru yaklaşın biraz." Nedense garip bir şekilde o ikisinin tehlikede olduğunu düşündüm. Bana yaklaşırlarsa eğer onları koruyabilirim gibi geldi. Hala daha Mevlüt Karaca'ya bakan Emre ve Heyzır'ı kendime odaklamak için Emre'nin önüne geçtim, Heyzır'ın da elini tutarak kendime çektim.
"İyi dinleyin, bu olay çok basit görüyor ama değil. Tek düze bir cinayet davası ve beceriksiz polisler yüzünden çözülmemiş gibi görünüyor. Çözülmedi çünkü çözülmesi istenmedi. Fark ettiyseniz emniyet müdürü yeni olduğunu ve geçmişe dair hiçbir belgenin olmadığını söyledi. Bu durumda geçmiş biri tarafından değiştirilmiş. Bunu katilin yapacağını düşünmüyorum. Demek istediğim," dedim Memati'ye bakarak. "Kimseye güvenmesek iyi olur."
Hem Heyzır hem Emre bana beklenti dolu gözlerle bakarken "Memati abi ne olacak peki?" diye sordu Emre. İlk defa Memati için endişeleniyordu. Normalde ondan köşe bucak kaçan çocuk şimdi onun için üzülüyordu. Kendini tutmasa ağlayacaktı. Ben de üzülüyordum gerçi. Bir insanın tamamen değişip zavallı bir duruma gelmesi kalbimi kırıyordu. Bizim pembe meftunu Memati gitmiş, onun yerine göbekli, kot pantolonlu, sivri uçlu ayakkabılı bir dayı gelmişti. Muhtemelen kendi de üstünde olan pembe kıyafetlere bir anlam veremeyip etrafta buna dair bir iz arıyordu. İnsan böyle anlarda kişinin kendinden soğur ve ondan uzaklaşır. Sanki böyle tuhaf davranması Memati'nin suçu gibi geliyor ama öyle değil. Her şeye rağmen ortada onu bu hale getiren biri var. Bizim işimiz de onu bulmak.
"Geriye on sekiz saat kaldı haydi. Bu vakti iyi kullanmayız. Yoksa zaman aşımına uğrayan davadan dolayı bir daha katil hüküm falan giymez."
Hem Heyzır hem Emre başlarını olumlu anlamda salladığında hatırlatmamı yeniden yapmıştım. Çünkü çoğu defa olayların acayipliğine dalıp zamanı unutuyorlardı.
"Emre sen her şeye rağmen Mevlüt Karaca'nın yakınlarında dur. Yeniden kişilik değiştirecektir mutlaka. O zaman da seni arayacaktır. O zamana dek kendine zarar vermemesi için etrafında bekle. Kişiliği değiştiğinde de bize haber ver ki hep birlikte bir doktora gideriz tamam mı?" diye sordum.
"Tamam abi tamam. Vay anasını ya ne hallere geldik. Bana yakınlaşmasından iğrendiğim adama sarılasım var iyi mi?"
Dudaklarımı düz bir çizgi yaparak olayın vehametini içimde hissettim. Sonra Heyzır'a dönerek "Hadi biz de kılık değiştirelim ve şu şekerciye gidelim. Son saatler olduğunu bilen katilin etrafta polis aradığına eminim," dedim. Heyzır Emre'den daha atik davrandı ve valizi ile birlikte lavaboların olduğu yere yürümeye başladı. Ben de erkek lavabosuna girdiğimde kıyafetimizi değiştirmiştik. Heyzır normalde de üniforma giymiyordu ama bize verilen kıyafetler tamamen bambaşka biri olmamıza yardımcı oluyordu.
On dakika sonra ben baştan ayağa beyaz olmuşken, Heyzır simsiyahtı. Siyah ince çorabının üstündeki pileli mini etek ve askılı siyah büstiyer onu bambaşka birine dönüştürmüştü. Tam da emniyetin ayarladığı gibi. Saçlarını yukarıdan bağladığı için topuklu ayakkabıları ile siyah bir kuğuya benziyordu. O benden habersizdi ama her hareketini izliyordum. Gözlerimi alamayacağım kadar dikkatimi çekiyordu. Ara ara bana bir şey soracağında göz göze geldiğimizde hızla gözlerimi çeviriyordum ama o anlayamıyordu onu izlediğimi. Çok güzeldi ve şu an fark ettiğime inanamıyorum. Hep mi dikkatimi çekiyordu böyle yoksa genelde birlikte olduğumuz için gözüm mü alışmıştı?
Benim beyaz pantolonuma onun siyah eteği, beyaz ceketime siyah saçları. Beyaz gömleğime siyah gözleri. Biz, zıttın en uyumlusu gibiydik.
"Hadi bir taksiye binelim," dedi Heyzır.
"Belki."
"Nasıl?"
"Öyle olsun."
"Ne diyorsun Haris?"
İrkilerek kendime geldiğimde saçmaladığımı anladım. Heyzır yüzünü buruşturarak bana bakıyordu. Aklımdan geçenleri duysa neden böyle davrandığımı anlayabilirdi ama şimdi muhtemelen dava hakkında aklımın karışık olduğunu sanıyordu sadece. Böyle düşünmesi işime gelse de gerçekten sinir bozucuydu.
"A, şey, tamam hadi gidelim."
Birlikte bir taksiye bindik ama hemen yanımda durması beni gergin hissettiriyordu. Bacakları dizlerime çok yakındı ve tek bir hareketle ona dokunmam işten bile değildi. Dizlerimi iyice birbirine yapıştırdım ve ellerime de hakim olmak için kollarımı önümde bağladım. Böyle beyaz kıyafetler ve tamamen etkisiz bir bedende tıpkı bir deliyi andırıyordum. O ise bana kaçamak bakışlarla bakan dahi güzel.
Böyle bir durumda bir erkekten hoşlanan bir kız asla fırsatı kaçırmazdı ama Heyzır öyle bir kız değildi ki. Seviyordu ve gerçekten sevilmek istiyordu sadece. Bu da benim için işleri çok zorlaştırıyor. Sıradan biri olsaydı çoktan onunla birlikte olmuştum. Şimdi ne yapabilirim?
Başımı bir kez olsun ondan tarafa çevirmediğim için morali bozuktu. Bilmiyordu ki camdaki yansımasından onu izliyordum. Hiçbir hareketini kaçırmadan izledim hem de. Bu yaptığım yanlış biliyorum ve ilk defa başka biri yerine kendimi kandırıyorum. Ve bu, hiç de zevkli değil.
Ara ara göz ucuyla bana bakıyor ve muhtemelen ondan uzak durduğum için kendini hüzünlü hissediyordu. Derin nefesler alıyor, iç çekiyor, parmakları ile oynuyor. Güzel parmakları, ince beli, güzel yüzü, uzun siyah saçları, kırmızı dudakları...hayır!
Gözlerimi kapattım. Onu görmeyeceğim. Hayır hayır. Ondan uzak durmaya karar verdiğim halde ona bakamam. Benden gitmesine izin verdim. Ona beni sevme dedim. Onu birkaç defa reddettim ve ağlamasına izin verdim. Dizlerimi iyice kendime çektim ve başımı cama yasladım ve gözlerimi de bir daha açmadım.
Taksi bizi şekercinin olduğu sokağa getirdiğinde indik ve kaldırıma çıktık. Kapttığım gözlerimi açar açmaz karşımda duran Heyzır yine tüm dikkatimi üstüne toplamayı başarıyordu. Sokak kızlarla doluydu ama sadece o varmış gibi tüm alıcılarım ona doğru yöneliyordu. Bu ilk defa oluyor ve kendime hakim olamadığım için sinirleniyorum.
Zor da olsa gözlerimi ondan alarak etrafıma bakınmaya çalıştım.
Dikkatini başka yerlere ver Haris. Bak bakalım binanın çevresinde neler var? Katilin yuvalanacağı bir yer görüyor musun? Şimdi şekerci binasına bak. Hayır hayır cama yansıyan Heyzır'a değil, camın içindeki insanlara bak. İyi bak.
Şekerci binası sandığımız gibi basit bir yer değildi. Devasa bir palyaço figürünün sürekli ağzını açıp kapattığı üç katlı ince uzun bir binaydı. Palyaço ağzını bir açtığında içinden şekerler fırlıyor. Diğer açtığında tuhaf bir yaratık gelip o şekerleri topluyordu. Bu tasarım her kim tarafından yapıldıysa pek çocuklara yönelik değildi bence.
Binadan dışarıya taşan şekerleme kokusu insanı mutlu etse de derdimiz şeker değildi. Keşke her şey şeker kokusu kadar hoş olsaydı.
"Bizden böyle şüphelenmez değil mi?"
Heyzır fısıltı ile sorduğunda ona bakmak için başımı çevirdiğimde yüzünden ziyade omzuna denk geldi bakışlarım. Tek bir siyah askı vardı ve pürüzsüz teni...
"Ayrılalım Heyzır."
"Hım?"
"Ayrılalım diyorum. Farklı yerlerden ilerlersek daha çabuk bilgi toplayabiliriz bence. Birlikte gezmeyelim yani."
Benim kendisinden uzaklaşmaya çalıştığımı anlamamıştı. Sorusunu cevaplamadığım için üzüldü. Benden ayrıldığı için üzüldü. Bakışlarındaki hüznün nedeni olmaktan nefret ediyorum ama yine de uzak durmalıyım.
"Ben şuradan devam ediyorum," dedim sağ taraftaki çikolata şelalesini göstererek. Öyle hızlı ayrıldım ki yanından, ardımdan bakakaldığına yemin edebilirdim. Heyzır'ı tamamen aklımdan atmak için hızlı hızlı yürüyüp şekerler içinde kayboldum. Binlerce çeşit şeker vardı burada. Kendimi bir şeker fabrikasında gibi hissediyordum. Hansel ve Gratel de olabilirdik. Cadı bizi yakmadan onu bulmalıydık.
Meyve şeklinde şekerlemeler yerini oyuncak şekerlere bırakıyordu, patlayan şekerler, eriyen şekerlere, gökkuşağı renginde olan her yer bazen şeffaf bir kubbeye dönüşüyor, parıltılı kılıflar bazı kere korkunç hayvan şekillerine dönüyordu. İlk katı sonra da ikinci katı hızla gezdim. Sıra üçüncü kata geldiğimde bina daha da daralmıştı. Ortası açık dizayn edildiği için alt katları ve girişi bile görebiliyordum. Tam orta boş bir alanken kubbeden aşağıya devasa bir avize sarkıyordu. Avize hem aydınlatıyor hem de özel taşlarından şekerleme şekilleri sarkıyordu. Çocuklar çoğu defa bu avizenin hipnoz eden büyüsünde kaybolup kendilerini ona doğru zıplarken bulsalar da ebeveynler hemen müdahale ediyordu.
Bulduğum her köşeye bir ip ucu bulmak için bakıyordum. Duvarlar, şekerlemenin içindekiler bölümü, biblolar, çikolatalar ve ışıltılı her şey...
Tüm binada kayda değer tek bir şey yoktu. Küçük, depo gibi bir yer görünce oraya doğru yürümeye başladım. Bu şekerleme binasının daha önce İstanbul polisi tarafından fark edilmediği açıktı çünkü haberlerde hiç ismi geçmiyordu. Tesadüf eseri Heyzır peluş kangurunun karnında paketini bulmasa biz de bulamayacaktık.
"Personel harici giremez mi? Tabii canım."
Depoya girip kapıyı kapatmamla Heyzır'la karşılaşmam bir oldu.
"Sen ne zaman geldin buraya?" Sorum biraz sert olmuş olabilir çünkü köşe bucak ondan kaçmaya çalıştığım halde yine karşımda duruyor ve boncuk gözleriyle bana bakıyordu.
"Tüm her yeri gezdikten sonra bir de depoya bakayım dedim. Ya sen?" diye açıklama yaptı.
"B-ben de..." dedim baş parmağımla arkamı gösterip hafif dönerken.
Saçları dağılınca ne de güzel olmuş. Loş ışıktan dolayı mı yoksa hep mi güzel dudakları vardı böyle?
"Sen de ne?"
"Hı?"
"Ben de dedin ya?"
"A şey... baksana sen Memati abinin yanında mı kalsan?"
"Niye?"
"Ya da boşver, Konya'ya dönmek ister misin?"
"Ne diyorsun Haris?"
"Hiç, yok bi şey."
Ona bakmamak adına depoya bakmaya başladım. İşe yarar bir şey yoktu burada da ama duvardaki asılı tablo gözüme ilişince ona doğru yürümeye başladım. Elbette katil apaçık bir iz bırakmayacaktı ama ip uçlarını toplarsak bütün resimde katili görebilirdik.
"Memati Şekerci?"
İmzasının olduğu belge, birtakım demir baş listesi gibiydi. Üç tane çelik raf, bir adet dolap diye devam ediyordu liste. Açıkça bana bir ip ucu verecek değildi elbette ama aklıma da bir fikir getirmişti.
"Memati Şekerci sadece bir şekerci olabilir belki de. Sonuçta biz paketi bulmasak bile böylesine devasa bir işe yerinin böyle saçma işlere karışması çok riskli. Eğer öyle ise katil neden sürekli onun şekerlerini tercih ediyor ki? Belki de..."
Hızla arkamı dönüp "Belki de eline toplu bir şeker geçmiştir bir yerden. Neden olmasın? İlla şekerci ile alakalı olmak zorunda mı?" diye sordum.
Heyzır bulduğum fikri beğenmişçesine gözlerini açtı. "Tabii. Bunu neden düşünmedik ki?"
"O halde yapmamız gereken önceki yıllarda toplu şeker alımı yapan kişileri bulmak."
Ne yapacağımız konusunda anlaştığımızda ikimiz de depodan çıktık ve koşarak kasaya gittik. O kadar kalabalıktı ki danışma bölümüne gitmeye karar verdik. Burası çok ziyaret edilen bir yer olmadığı için bizi gördüklerinde şaşırdılar.
"Buyurun bir şikayetiniz mi vardı?"
"Şikayet mi? Yo, şikayet değil," dedim ve onlara doğru yaklaşarak sesimi biraz alçalttım. "Biz acaba toplu şeker dağıtıp dağıtmadığınızı soracaktık da."
"Toplu şeker mi? Hayır," dedi genç kadın. "Öyle bir programımız yok."
"Önceki senelerde olmadı mı peki?"
"Hayır beyefendi, daha önce hiç böyle bir uygulamamız olmadı."
Yanlış yerden vurmuştum. Sorum mu yanlıştı? Emindim aslında. Heyzır'la birlikte elimiz boş bir şekilde geri dönüyorduk ki "Ama şöyle bir şey olabilir," dedi, hızla dönüp masaya yaklaştım.
"Yeni bir ürün çıkaracağımız zaman numuneleri daimi müşterilerimize göndeririz. Bu da büyük bir miktar olur genelde. Yedikçe beğeniliyor mu yoksa tadı güzel değil mi diye test gibi bir şey. Sonra onlardan gelen dönüşlere göre anket düzenler ve ürünü geliştirmeye çalışırız."
"2012- 2013 senesinde kimlere gönderildiğini bulabilir misiniz?"
"Elbette."
Duyduğum en güzel kelimeydi. Elbette... Umut dolu bakışlarla Heyzır'a baktığımda o da gülümsüyordu.
"Efendim buyurun."
Elime tutuşturulan kağıda baktığımda toplamda yirmi isim olduğunu gördüm. İsim ve soy isimleri, yaşları ve meslekleri yazıyordu. Minnetle kadına bakıp şekerciden çıktığımızda önüme bakmadan kağıdı okumaya devam ediyordum.
"Altı yaşındaki Gül iptal, Yetmiş yaşındaki Melek iptal, on iki yaşındaki Selim iptal..."
Toplamda beş potansiyel katil kalana dek çemberi iyice daralttım. Elbette bu tahmini bir daraltmaydı ancak acele etmek için şimdilik en çok göze çarpan kişilere odaklanacaktık.
Kağıdı daha sağlıklı okumam için Heyzır bizi bir kafeye getirmişti. İyi de olmuştu yoksa ben kağıda bakacağım diye sağa sola çarpıyordum. Geriye on beş saatimiz kalmıştı ve listedeki isimlere tek tek ulaşmamız gerekiyordu. Neyseki çoğu Üsküdar'da yaşıyordu.
"Ben hemen bir lavaboya gidip geliyorum."
"Tamam."
Heyzır lavabo için kalkınca ben de listeyi incelemeye devam ettim. Tüm isimleri defalarca okudum, kahvemi bitirdim, gelen geçeni seyrettim ama Heyzır gelmiyordu.
"Vakit gittikçe daralıyor, nerede bu kız?"
Ayağa kalkıp kafenin tablolarını inceledim. Sonra lavabo tarafına doğru yürüyüp giren çıkana baktım. Bir ihtimal çıkmış beni burada bırakmış olabilir mi?
"Yok canım, Heyzır beni bırakıp gitmez."
O halde ne oldu? Erkekler tuvaletine doğru yürür gibi yapıp iki kere öksürdüm ve dikkat çekmemeye çalışarak kadınlar tuvaletine doğru döndüm. Üç tane kapı vardı ama ben en dış kapıdan içeri doğru sarkmıştım. Heyzır'dan başkası da varsa bitmiştim. Her şeye rağmen büyük risk alarak seslendim.
"Heyzır!"
Fısıltı ile bağırdım ama cevap gelmemişti.
"Hey-Heyzır! Heyzır?"
Bağırdıktan sonra kulağımı kapıdan içeri doğru tutuyordum ama biri gelecek diye de ödüm kopuyordu. Bir sapık gibi kadınlar tuvaletinde ne yapıyordum hiçbir fikrim yoktu.
"Heyzır!"
"Efendim?"
Cevap almamla rahatladım ve daha çok yaklaştım kapıya.
"İçeride misin hala?"
"Hım."
"Çıksana ne yapıyorsun orada? Mevzuyu yanlış anladın sanırım asıl dava dışarıda."
Oflayan sesi kulağıma dolarken ben güldüm. Onunla uğraşmak her zaman çok keyif veriyordu.
"Aman ne komik Haris. Çıkabilsem çıkardım zaten."
Gülüşüm durduğunda yeniden ciddileştim. "Kilitli falan mı kaldın hayırdır?"
"Yok ya ne kilitli kalması."
"E o zaman ne? Beni kadınlar tuvaleti önünde dikiyorsun dakikalardır ya. Sapık sanacak millet."
"Değil misin zaten?"
Heyzır'ın dalga geçen sesi kulağıma dolduğunda daha fazla yaklaştım.
"Ne dedin sen?"
"Haris."
"Ne var?"
"İçeri gelsene."
Bir yandan Heyzır'a laf yetiştiriyor bir yandan sarkmaktan bükülen belimi düzeltmeye çalışıyor bir yandan da gelen geçen var mı diye bakıyordum.
"Kızım aklını mı kaçırdın? Bilmem farkında mısın ama ben bir erkeğim en çağırıyorsun tuvalete falan."
"Ya biliyorum ama sana söylemem gereken bir şey var. Benden başka kimse de yok zaten, gel bi."
"İçeride kimse yoksa bile biri girebilir of! Aklını mı kaçırdın Heyzır?"
"Ya lütfen diyorum, lütfen."
Ayağımla yere vurarak sağa sola baktım. Kimse yoktu ama yine acayip riskliydi. Bu kız bir gün beni öldürecek. Onca şey öldüremedi ama bu öldürecek yemin ediyorum.
Tüylerim diken diken olarak içeri girince direkt önüme gelen kapıyı tıklattım.
"Heyzır?"
"Yan taraftayım."
Hemen yan taraftaki kapıya geçince durdum, buradaydı.
"Ne oldu niye çıkmıyorsun?"
"Haris ben..."
"Evet sen? Bak bir şeyleri itiraf etmek için hiç uygun bir ortam değil tamam mı? Çık dışarı öyle konuşalım."
"Ya uf, böyle çıkamam. Hem benim bir şeye ihtiyacım var."
"Neye? Silah falansa bana izin vermezler gülüm. Vazgeç bu sevdadan."
"Yok ya, ne silahı? Şey kızsal bir şey."
Kızsal bir şey mi? Ellerimi iki yanıma koyup derince düşündüm.
"Ruj falan mı ne?"
"Of hayır, tuvalette ruju ne yapayım ben? Dahi değil misin anlasana işte."
"Anlayamıyorum valla. Kızsal ne? Cımbız neyim mi?"
"Hayır hayır. Ayda bir olan var ya onun için."
"Ayda bir mi?" Düşündüm... "Sakın bana ayda bir canavara dönüşüyorum deme."
"Ya Haris!"
"Tamam tamam. Söyle neymiş ihtiyacın?"
Heyzır'dan gelen cevabı duymamla tüm gücümle bağırmam bir oldu. Artık kimse gelmediyse bile kesin gelirdi. Yine de düştüğüm bu durumdan daha iyi olurdu sanırım. Bu, bu, felaketti. Dehşetti.
"Ne diyorsun sen? Neden ben ya? Hem nereden alacağım ben onu! Ne bileyim ben? Allahım delirtecek bu kız beni."
O kadar çok bağırmıştım ki onun sesi çok az çıktı.
"Marketlerde vardır ya da eczane. Lütfen Haris. Hem biz bir ekip değil miyiz?"
"Kusura bakma ama ben daha neye benzediğini bile bilmiyorum. Ekip işi değil bu ayrıca. Dışarıdaki kadınlarda var mıdır?"
"Bilmem, olabilir. İsteyebilir misin?"
"Ne istemesi be! Çalacağız herhalde!"
Bağırarak çıktığımda tuvalet kapıları sallanmıştı. Düştüğüm şu duruma bak! Rezil olacağım. Rezil olacağım! Yaklaşık on dakika sonra yeniden geldiğimde "Buldum Galibe bir şey, üstten atıyorum," dedim ve hafifçe fırlattım.
Heyzır'ın başına düşen şey bir pudra fırçasıydı.
"Bu mu?"
"Bu ne be?"
"Ne bileyim işe yarar bu vardı."
"Of hayır hiç mi görmedin sen ya."
"Nereden göreyim ben be!"
Sinirle yeniden çıktığımda on dakika sonra yeniden döndüm. Bu sefer attığım şey yedek iç çamaşırıydı. Yeni ve açılmamış olsa da Heyzır kriz geçirdi.
"Haris bu ne Ya!"
"Of ne bileyim kızsal deyince bu vardı."
"Of ya of!"
Yeniden gidip döndüğüm bu seferde yukarıdan attığım şey bir çantaydı.
"Hadi al ne alacaksan fark etmeden geri götüreceğim."
Heyzır'ın çantadan aldığı pedlerden sonra çanta yeniden bana atıldığında bir kere daha gittim. Bir kere daha ölürüm de girmezdim lavaboya. Dışarıda duvara yaslanmış bir şekilde beklerken nihayet çıktı. Aşağıdan yukarıya özenle süzdüm.
"E bi değişiklik yok?"
"Ne bekliyordun ki?"
"Ne bileyim aynı görünüyorsun işte?"
"Of salak salak konuşma ya."
"Bak! Hakaret etme ben olmasam lağım gülüne çıkardı adın."
Gözlerini devirerek yanımdan geçerken peşinden yürüdüm.
"Bir dahaki ne zaman olacak sen unutuyorsan ben hazırlık yapayım bari:"
"Ya sussana, iyi ki bir şey istedik rezil etme millete."
"Ne var kızım her kız aynıysa niye çekiniyorsun?"
"Her erkek aynı değil ama, misal sen zerre bilmiyormuşsun."
"Nereden bileyim ben, milletin fahri takvimi miyim?"
"Takvim ne alaka? Kızlarla takılmazsan öyle olur."
"Kızlarla takılmadığımı kim söyledi yavrum? Sadece hiçbiri senin kadar balık hafızalı değil o kadar."
Bunu söylediğimde alınmıştı. Biraz yüzü asıldı ama hoşuma gittiğini söylemekten daha iyi olduğunu düşündüğüm için devam ettim.
"Umarım başka bir erkeğe de böyle davranmazsın. Çok utanç verici yemin ediyorum. Bak tüylerim diken diken oldu," dedim kolumu önüne doğru uzatırken.
"Of çek şunu."
"Hem ayrıca dua et ki ben yetenekli biriyim. O garip ne yapacak?"
"O garip de gider marketten alır. Herkes senin gibi yasa dışı yaşamıyor ne de olsa."
Bana laf yetiştirmesini özlemişim. Her trip atışında göz devirişini de özlemişim. Yürürken bana sinir olduğu için saçlarını elinin tersi ile itmesini de özlemişim. Heyzır'la takılmayı gerçekten çok özlemişim. Ona belli etmesem de böyle uzak durmamız canımı sıkıyor. Sinirimden birini tokatlayasım var. Bu umarım Cihanşah olmaz.
🌻
Kafeden çıkıp listede yazan isimlerin evlerini bulmak için hızlanmıştık. Verilen isimler ve telefon numaraları sayesinde adreslere ulaşmak kolay olacaktı. Gideceğimiz ilk yer Jale Nadiroğlu isimli öğretmendi. Üsküdar içinde olan sitesine ulaştığımızda evinde olmasını umuyordum ama sitenin güvenlik görevlisi okulda olduğunu ve beşten önce dönmeyeceğini söyledi. Beşi beklersek üç saat kaybedecektik. Biz de listedeki bir diğer isim olan Mehmet Akif Dede'nin adresine yöneldik. Tek katlı müstakil eve geldiğimizde kapıyı orta yaşlı bir kadın açtı.
"Merhaba hanım efendi. Biz Memati Şekerci şekerlemesini test etmek amacı ile görevlendirilen personeliz Mehmet Bey evde mi acaba?"
"Parka kadar gitti."
Hemen evin köşesindeki parkı işaret ettiğinde teşekkür ederek parka doğru yürümeye başladık. Heyzır'la birlikte yürürken "Şekerleri test etmek mi? Gün geçmiyor ki enteresan yalanların ortaya çıkmasın," dedi. Haklıydı, anlık aklıma ne gelirse onu sallıyordum. Saçma bir yalandı ama işe yaramıştı. Hep yarar. Çünkü insanlar doğrulardan ziyade yalanlara inanmayı tercih eder.
"Selamün aleyküm Mehmet Bey."
Elindeki yemleri oturduğu bankın etrafında duran güvercinlerine atan adam selamımı almak için bize döndüğünde tek gözünün yerinde olmadığını gördüm. Bir an için hem Heyzır hem ben irkilsek de belli etmemeye çalışarak gülümsedik.
"Ve aleyküm selam, buyurun gençler."
"Efendim biz bir şey soracaktık eğer müsaitseniz."
"Elbette buyurun."
Güvercinlerle ilgilenmeyi bırakıp bize döndüğünde henüz tam göremediğimiz sol kolunun da yarısının takma olduğunu gördüm. Bu adama ne olmuş böyle?
"Memati Şekerci dükkanı ile ilgili biraz bilgi almamız mümkün mü acaba? Oradan düzenli alışveriş yaptığınızı öğrendik."
"Aslında anlatılacak pek bir şey yok," dedi bir avuç yem alıp güvercinlere saçarken. "Gözüm ve kolumdan dolayı gazi olduğum için subaylıktan emekli oldum. Ondan önce de o dükkandan her hafta yüklü miktarda alışveriş yapar orduda hayrıma dağıtırdım. Lezzetli olduğu için herkes çok severdi."
Heyzır'la birlikte adamın hemen yanındaki boş banka yavaşça oturduğumuzda dediklerini ezberliyordum. Önemli bir ayrıntı alamamıştım şimdiye dek.
"Düzenli müşterisi olduğunuz için size numune gönderdikleri doğru o halde?"
"Evet evet, eskiden gönderiyorlardı ancak doktorum yasakladığı için artık almıyorum."
Başımı olumlu anlamda salladığımda direkt konuya girmeye karar verdim.
"Acaba 2012 ya da 2013 yılları arasında bu şekerlemelerden alan başka kimseleri tanıyor olabilir misiniz?"
Çok geniş çaplı bir soruydu ama asıl amacım direkt cevabı almak değil az da olsa bir ip ucu almaktı. Tüm dikkatimi ona yönlendirmişken o yeniden güvercinlere döndü.
"2012 mi? Hımm, bi düşüneyim."
Öyle bir hırıltı çıkmıştı ki altından bir cevap çıkacağından emin değildim. Dahası sanki yaşlı bir çınar gibi dönüp kalmıştı. Bıraksam uyuyacak gibiydi de...
Pek de umut olmayan bakışlarımı Heyzır'a yönlendirdiğimde o da başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Belki de gitmeli ve sıradaki diğer kişiye geçmeliydik. Tam gitmek için kalıyorduk ki "Bir saniye," dedi. Düşünüyorum derken meğer gerçekten düşünüyormuş.
"2012 senesinin sonlarına doğru kanımda yüksek dozda şeker çıktığı için şekerlemeleri kullanamamıştım. Ben de orduda görevli bir polis memuruna vermiştim. O dağıtacaktı ama ne yaptı bilmiyorum."
"Polis memuru mu?"
İp ucu değil bir şaheser bulmuştuk. Yerimizden kalkıp adamın önüne diz çöktüğümde "Lütfen hatırlamaya çalışın efendim. Bu polisin ismini bir şekilde hatırlıyor olabilir misiniz?" diye sordum.
Adam, var olan tek gözü ile bana bakarken ben içi boş göz yuvasına bakmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Aslında her şey güzel gidiyordu. Yani işim, ailem, hayat...bilirsiniz. Onunla tanıştığımda liseyi terk etmiş sokaklarda yaşamaya başlamıştı. Hiçbir şeye ilgi duymuyor, hiçbir şeyden hoşlanmıyordu. Yardım ettim. Bir süre evimde misafir ettim sonra eğitimine destek oldum. Polis olmak istediğini öğrendiğimde tüm gücümle destek verdim. Hiçbir sorunu yoktu. Sonra ne olduysa bir gün benden yaptığım tabloları istedi. Hobi olarak evde resim çizerdim, artık çizemiyorum."
Yaşlı adam, olmayan sol kolunu gösterdiğinde tüm dikkatimle onu dinliyordum.
"Ama aslında ip ucu olmasını istersiniz odada birkaç tablo var. Gelin de göstereyim."
"Tabii çok isteriz."
Hevesle ayağa kalktığımda Heyzır da not defterini çantasına koyarak ayağa kalktı. Birlikte yaşlı adamı beklerken elindeki son yemi de güvercinlere attı. Önden yürümeye başladığında peşine takıldık. Evi zaten yakındı. Yürüme mesafesinden sonra eve geldiğimizde ayakkabılarımızı çıkarmak için uzandık ancak "Gerek yok, girin," dedi. Hem Heyzır hem ben geri çekildiğimizde içeri girdik. Her şey olağan ilerliyordu. Hatta yaşlı adam dış kapıyı kapatmadı bile. Bizi boya kokusu olan odaya doğru yönlendirirken peşinden gidiyorduk. Duvarda asılı olan bahsettiği polis memuru ve kendi resimlerine bakarken doğru söylediğini düşünüyorduk. Gösterdiği odaya girdiğimizde "İşte şu tablo," dedi. Hem ben hem Heyzır aynı anda tabloya döndüğümüzde boynumda sivri sinek ısırığı gibi bir şey hissettim.
"Ah!"
Elim boynuma gitti ve aynı hıza Heyzır da inledi. Kendimde göremesem de onu görmüştüm. Adam takma elinin ucundaki iğneyi önce benim boynuma sonra da Heyzır'ın boynuna batırıp çıkarmıştı.
"Ne yapıyorsun?"
"Oğlumu almak için geldiniz demek ha! Alın size hoş geldin hediyesi!"
"Sen!"
Gözümün önü bulurlaşmaya başlamıştı ki önümdeki adam önce iki sonra üç sonra da sekize bölündü. Her bir karedeki adam tuhaf şekilde gülüp konuşurken hangisine ulaşacağımı bilmiyordum. Gözlerim birer sekiz yansıtıcı gibi her görüntüyü karelere bölmeye başladığında dengemi korumakta zorlandım. Kollarımı tıpkı bir ağma gibi önüme doğru uzattım ve ellerimle yolumu bulmaya çalıştım.
"Gerekirse son saniyeye kadar burada kalacaksınız. Davanın zaman aşımına az kaldığını bilmediğimi mi sanıyorsunuz?"
"Hacer!"
Hemen yanımda, çoktan yere düşmüş olan Heyzır'a ulaşmak için yere eğildim. Hangi Heyzır'a dokunmaya çalıştıysam elime koca bir boşluk geliyordu. Sekiz taneydi ve hepsi birbirine benzese de hiçbiri gerçek değildi. Simülasyon bir Heyzır vardı sanki karşımda.
"E-eğer ona bir şey olursa..." yerden kalkmaya çalıştım. "O-ona bir şey olursa seni mahvederim." Yer bile sekize bölünmüştü. Ayağımı nereye koyacağımı bilemedim. Hangi zemine bassam ayağım havada kalıyordu.
Elimle üçüncü Heyzır'a sonra dörde sonra beşe sonra altıya dokundum ama hiçbirinde parmaklarım ona ulaşamıyordu. Böyle bir manzara adamı güldürüyor olmalıydı ki keyifli sesler çıkıyordu dışarı. Koca bir boşlukta aslında asla ulaşamayacağım Heyzır'ı aradığıma emindim.
"Hı hı hıı."
"Geldin mi oğlum? İçeri geç annen çorba yaptı."
Heyzır'dan yüzümü alıp gelen kişiye doğru başımı kaldırdım. O da sekiz taneydi. Tek bir tanesine odaklanmaya çalıştığımda ise siyahlara bürünmüş bir genç olduğunu fark ettim. Siyah pantolonu, siyah deri ceketi, siyah şapkası, siyah spor ayakkabısı.
"Aa aa."
"Korkma sen bir şey yapamazlar artık."
"Iı ııı."
Genç elini sallıyor babası onu anlayarak cevap veriyordu. Öyle çirkin bir manzaraydı ki görmek istemediğim manzaranın sekize bölünmesi iyice midemi bulandırıyordu. Sağdaki de soldaki de ortadaki de aynıydı. Hepsi aynı mide bulandırıcı tabloyu sergiliyordu.
Yaşlı adam bize doğru dönüp "Kapıyı kapatıyorum. Siz de dinlenin biraz zateen," dedi kolundaki saate bakarak. "On-on beş saat sonra dava düşmüş olacak. O zaman siz de çıkar gidersiniz, yorulmuşsunuzdur."
"Yo! Hayır! Yapma. Kapatma!"
Güçlükle yerimden kalkıp ona doğru koştum. Sekiz tanesinden en köşede olanı kucakladığımda sertçe duvara çarptım. Büyükçe bir kahkaha koptu onlardan. Tuzakları ya da kafesleri içinde avladıkları şaşkın bir fareye benziyor olmalıydım.
Oğlan pek de sağlıklı olmayan bir ritimle güldüğünde en sağdakine koştum. Yere sertçe kapaklandığımda hangisine gidersem gideyim büyük bir boşluğa çıkıyordum. Oysaki o kadar net görünüyordu ki kareler. Orada olduğuna emindim.
Ama hayır! Çarpmaktan dudağım ve alnım kanasa da gerçek olan ortadaki! Eminim! Eminim!
İyice hırslanmıştım. Kırmızıya nefret duyan bir boğa gibi burnumdan tıslayıp tam ortaya doğru odaklanırken nefesimi tuttum. Sinirle yerden kalkışımı, ortadakinin bana önce alaylı bir gülüşle bakışını, sonra ona doğru koşarken korku ile yüzünü buruşturduğunu ve en sonra kapıyı yüzüme kapattığı için başımı kapıya çarpıp yere düşüşümü anımsıyorum.
Tüm bedenim bu sarsıntı ile titrerken Heyzır hemen yanı başımdaydı. Onun bedeni duvara doğru uzanmışken benimki tam tersi yöne uzanıyordu. Yüzlerimizin denk geldiği o anlarda onun bilinci çoktan kapanmıştı. Benim de son anlarımdı, biliyorum. Bayılacaktım. Gözlerim artık sekiz görseli beyne ulaştırmaktan yorulmuşçasına kapanmak istiyordu.
Her ne olduysa elimi kaldırmamla oldu. Elimi kaldırdım ve onun yüzüne gelen saçını almak için tüm kareleri denedim. Bir, iki, en sol, aşaiı, yukarı... Ne kadar denersem deneyeyim hiçbirinde saçının teline bile dokunamadım. Ona istediğimde ulaşamamak o kadar ağır gelmişti ki. İlk defa Heyzır hemen yanı başımdayken galaksiler kadar uzağa gitmişti. Canım o kadar yandı ki, öfkelendim. Sekiz kareye bölünecek olsa da gözyaşlarım aktı gitti gözlerimden. Bu, kaldırabileceğim bir ağrı değildi. Ben de onu tamamen hissetmek için kareleri önemsemeden gözlerimi kapattım ve sadece yüzümü onunkine yaklaştırarak onu öptüm.
Hiçbir kareye gerek kalmadan dudaklarım dudaklarını bulduğunda içimden hafif bir nefes koptu. Kasılan bedenim ve ruhum onun kuş gibi ürkek dudaklarında rahata ermişti.
Onu öptüm ve bu sefer bunu kendi isteğimle yaptım. Sevdiğim için. İstediğim için. Ona ihtiyacım olduğu için. Ve onsuz bir hiç olduğum için.
Yeni bölüm Yusuf Gazel'den olacak ve bu biraz zaman alabilir. Vaktini kestiremiyorum ama geçmişteki birçok sırrı ortaya dökeceğim. Yoğun bir hazırlık gerektiriyor inşaAllah ortaya güzel bir şeyler çıkarabilirim.
Yorumlarınızı bekliyorum ve hepsini okuyorum. Özellikle uzun olanları (;
Lütfen sadece okuyup geçmeyin ve fikirlerinizi bana da ulaştırın.
Benimle birebir iletişime geçmek isterseniz İnstagram hesabım hakugu Zaten panomda linki vardır. Orada daha çöl aktifim.
Bu bölümde fazla teori olmadığı için söyleyecek çok şeyim yok.
Yeni bölümde görüşmek üzere 😽 |
0% |