@hakugu
|
Osman Çelik'in malikanesi Yusuf Gazel'in hatırasından
"Ortada bir vahşet var. Bu, öyle kabuğumuza çekileceğimiz bir durum değil. Kaldı ki, asla durmayacaklar. Fakir insanları özellikle seçiyorlar ki sesleri çıkmasın. Ne istiyoruz? Sıranın bizim çocuklarımıza gelmesini mi? Ölenlerin hiç mi değeri yok gözümüzde? Bugün biz kendi canımızın derdine düşersek yarın bu pislik bizim paçamıza bulaşmaz mı sanıyorsunuz?"
Sözlerim odada yankılanırken bu işten vazgeçmemiz için bizi çağıran Osman Çelik ve endişe ile karşımda oturan Murat beni dinliyordu. Kolayca vazgeçmeyeceğimi biliyordu ama yine de şansını deniyordu. Ne kadar derin kazarsak o kadar kötü kokan bu leş kuyusu paklanacak gibi değildi ben de biliyordum ama madem vazgeçecektik o zaman neden buraya kadar geldik?
"Biri psikolojisi bozuk bir psikolog," dedim elimdeki örgüte ait tanıtım kağıdını göstererek. "biri vahşi bir kasap gibi adli tıpçı, diğeri ise bir hayvan. Hayır," dedim sonra başımı iki yana sallayıp sözümü düzelterek. "bu hayvanlara hakaret olur. Onu dünya üzerinde karşılayacak bir kelime bulamıyorum. Zira b*k desem onu da sinek yer. Bunlardan hiçbir halt olmaz."
Osman Çelik ellerini birleştirip bıkkınlıkla öne doğru eğildi. Bitmeyecekti. Asla bırakmayacaktım bu işin peşini.
"Yav Yusuf komiserim ben seni seviyorum diyorum sen bana beni göz göre göre çukura at diyorsun. Bunu nasıl istersin benden? Ben de biliyorum ne illet olduklarını ama ha şurada üç kişiyiz nasıl yok edeceğiz onları anam babam?"
Ben de bıkkınlıkla nefes aldım ama konuşmaya da devam ettim.
"Ben de seni sevdim Osman abi, ama bu iş sevgi ile çözülecek bir şey değil ki. Sadece yorgan yanıyor diye gözlerini kapatıyorsun ama evi kurtaracağını sanman bir işe yaramaz çünkü tek bir yorgan bütün mahalleyi yakabilir."
"Bana madem onlar ateşe verdi, sen de körükle mi diyorsun yani?" diye sordu.
"Hayır, daha büyük bir yangın çıkart ki kontrol onlardan bize geçsin diyorum."
Osman Çelik ile birbirimize bakarken "Sadece üç kişiyiz," dedi Murat. "Nasıl tüm mahalle yanacak sadece üç kişiyle?"
Baş ve ve orta parmağımı şıklatıp işaret parmağımla Murat'ı işaret ettim. Zira tam üstüne basmıştı. "İşte tam da bu yüzden sayımızı çoğaltmamız gerek zaten."
Şimdi de Murat ile birbirimize bakıyorduk.
"Şimdi, siz benden adam mı istiyorsunuz?"
Hem ben, hem Murat Osman Çelik'e döndüğümüzde "Evet," dedim kararlı bir şekilde. "Mümkünse onlarca, yüzlerce ve yüz binlerce insan istiyoruz."
Osman Çelik ilk defa benim ne kadar ciddi olduğumu anlamıştı sanırım. Gözlerimdeki karalı bakış onun irislerini delip geçerken masasının üstündeki telefonun ahizesini alıp "Hüseyin, bana çabuk milli eğitim müdürünü bağla," dedi. Mafya dediğin aha da böyle olurdu işte. Eli her yere uzanan ahtapot gibi adamdı vesselam.
İçim kıpır kıpır olanları seyrederken her şey bir örgü söküğü gibi yavaşça geldi. Osman Çelik önce milli eğitim müdürü sonra onun aracılığıyla milli eğitim bakanı ile görüştü. Nihayetinde örgüt hakkındaki bilgiler eğitim camiasında hızla yayıldı. Tıp dünyası, işçi sendikaları, emniyet, fabrikalar ve en nihayetinde Türkiye genelinde her yerde yayılmaya başladı.
21 Nisan Engerek zehri örgütüne karşı Siyah kuğu isimli geneli emniyet camiasından oluşan yeni bir örgüt kuruldu.
22 Nisan Konya genelindeki tüm eğitimciler örgüt hakkında bilgilendirildi. Örgütün varlığı, özellikle darbe ve örgüt kavramına soğuk bakan eğitimciler tarafından büyük tepki ile karşılandı. Toplamda yüz kişi Siyah kuğu örgütüne üye oldu.
24 Nisan Tıp fakültesi örgüt hakkında bilgilendirildi ve dövmeleri dahil tüm sırları ifşa edildi. Başta doktorlar ve hemşireler olmak üzere toplamda iki yüz kişi Yusuf Gazel'e destek vermek için Siyah kuğu örgütüne katıldı.
25-26 Nisan Çocukları cinayete kurban giden ailelerle görüşüldü. Kayıp vakaları incelendi ve Türkiye genelinde toplamda on bin kişi siyah kuğu örgütüne üye oldu.
27 Nisan Ankara büyük şehir belediye başkanlığı ilk defa örgüt hakkında yerel gazetede bir makale yayımladı. Engerek zehri örgütünün üyeleri için yapılan baskında sadece Ankara'da otuz kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi.
27 Nisan Dövmeciler tarihinin en yoğun mesaisini yaptı. Her koldan insan vücutlarının çeşitli yerlerine Siyah kuğu dövmesi yapmıyordu. Dövmeye karşı olanlar siyah kuğu işlemeli süveter, yelek, tişört ve bere taktılar. Siyah kuğu okul defterleri ve sokak duvarlarını süsleyen bir obje oldu.
28 Nisan Medya bu olayı inceleyerek tüm televizyon kanalları ve gazeteler Engerek zehri hakkında haberler yapmaya başladı. Yirmiden fazla STK halkı toplayarak konuşmalar yaptı. İnsanlar ayaklanma başlattı ve özellikle örgütün yuvası olan İstanbul Sirkeci, İzmir kiraz ve Ankara Sincan'da olan binaları ateşe verildi.
29-30 Nisan Yusuf Gazel haber kanalları ve gazetelerin aranan ismi oldu. Onun yaptığı tüm konuşmalar halk tarafından dikkatle inceleniyor ve uygulanıyordu.
30 Nisan Diyarbakır ve Bitlis'te olmak üzere iki kere canlı bomba girişimi engellendi. Canlı bombalardan birinin yakalanmadan intihar ettiği diğerinin ise Engerek zehri örgütünün bir üyesi olduğu bilgisine ulaşıldı.
1 Mayıs Yusuf Gazel Halkın kahramanı ünvanı aldı. Adı tüm Türkiye'de yayıldı ve insanlar çocuklarına Yusuf ismini vermeyi arttırdı.
2 Mayıs Örgüte ait çok sayıda mühimmat yok edildi. Örgütün üyelerinin yurt dışına kaçması engellenerek toplamda iki yüz kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi.
🕯
2 Mayıs 1994 Engerek zehri örgütünün ana karargâhı 🐍
Elindeki dosyaların hepsini buruşturarak masaya atan kişi genç doktor Adnan'dan başkası değildi. Son bir aydır başlarına gelmeyen kalmamıştı. Girdikleri bu işte her şey mükemmel ilerlerken bir anda dibi görmüşlerdi.
"Uçurumun kenarına geldik nihayet."
Adli Tıp öğrencisi Melik Kandemir, Adnan Keşan'a göre daha sakindi. Biraz daha realist bakıyordu duruma ve belki de zorlamak doğru değil diye düşünüyordu. Hem biraz bu işler onun başının altından çıktığı için kendini suçlu da hissediyordu. Şayet o gün bir taze kalbin milyonlar ettiğini arkadaşı Adnan'a söylemese belki de bu iş buraya kadar gelmeyecekti. Satış işlemini ilk önce Adnan akıl etse de paranın kokusu üçünü birden sarhoş etmişti.
"İnsanlar artık kim olduğumuzu öğrendi," dedi psikoloji öğrencisi Fehmi Tanrıverdi. "Bundan sonra istesek de kendimize üye toplayamayacağız. Yurt dışındaki serveti unutun. Bence burada noktayı koyup elimizdekilerde İsveç'e uçalım."
Diğer ikisi kendi kendilerine konuşurlarken Adnan elleri çenesinde düşünüp duruyordu. Bitmiş miydi? Henüz başlardayken? Hepi topu üç beş fakirin çocuğunu öldürmüştü. Fakirler çok çocuk yapmıyor muydu hem? Bir tane daha yaparlardı ne olacak? Hem bu organlar üzerinden kazanılan parayı çocukların ailesi duysa emindi ki onlar da hayır demeyeceklerdi. Duymaları işine gelmezdi gerçi. Bazen kazanılan bu paranın üçe bölünecek olması bile onu delirtirken yeni ortaklar asla olmazdı. Peki ya şimdi ne yapmalıydı?
"Koca bir ekmeği tek lokmada nasıl yersin Fehmi söyle bana?"
Adnan'ın durduk yere gelen sorusu Fehmi'yi şaşırtsa da cevap verdi. "Ne? Norveç'te mi? Oranın ekmekleri o kadar..."
"Parçalamadan hangi ekmek tek lokmada yenir ki?"
Fehmi ve Melik ne demek istediğini anlamak için Adnan'a bakarlarken o hayali bir noktayı izliyordu. Orada birini gördüğüne ve onunla konuştuğuna yemin edebilirlerdi.
"O Yusuf Gazel mi ne haltsa koca bir ekmek gibi görünüyor ama..." dedi alt dudağını ısırarak. "yapayalnız kaldığında bir hiç olacaktır."
"Adnan aklından ne geçiyor bilmiyorum ama biz daha devam etmek istemiyoruz. Hem tüm Türkiye öğrendi."
"Siz?"
Adnan alayla kaşlarını kaldırıp ikisine baktı.
"Evet, ben de Fehmi'ye katılıyorum," dedi Melik. "Daha fazla devam etmeyeceğiz bu kadar yeter."
Elindeki yarım bardaktaki içeceği fondip yapan Adnan ayağa kalktı ve olduğu yerde bir iki adım attıktan sonra yeniden onlara döndü. "Öyleyse ölümü seçiyorsunuz, ne yazık."
"Ne ölümü? Saçmalama istersen..."
Adnan iki kurşunla ikisinin de dizlerini nişan aldığında odada acı bir feryat yükseldi.
"Ne yapıyorsun manyak!"
"Dizim!"
Adnan bir deli gibi namlunun ucunu diline değdirdiğinde "Hala sıcak," dedi. "Diğer dizlerinize de ister misiniz?"
"Hayır delirdin mi sen?"
"Bunlar bana verdiğiniz biatın izi," dedi Adnan her ikisinin de dizindeki kurşun izini göstererek. İkisi de vuruldukları için diz üstü çökmüş sanki Adnan karşısında eğilmiş gibi olmuşlardı. "Şu dakikadan sonra üstünüze olan tüm mal varlığı benim üstüme geçecek. Şayet bir kez daha bağlılığınızı test ettirmek isterseniz bu sefer canınızla ödersiniz."
Ne Fehmi ne Melik tek kelime edemeden öylece dinliyorlardı. Çünkü adları kadar iyi biliyorlardı ki Adnan kafasına koyduğunu yapacak biriydi. Bundan önce böyleydi bundan sonra böyle olacaktı.
"Şimdi, ilk yapmamız gerek Yusuf Gazel'e yardım edenlerin elini eteğini hızla çekmek. Buna küçük çocuklardan başlayacağız. Özellikle erkek olanları öldüreceğiz ki bünyelerine korkuyu salalım. Öyle bir korkacaklar öyle bir korkacaklar ki damarlarında kan yerine korku dolaşacak. Ve işte o zaman değil bir şeye baş kaldırmak önlerindeki yolu bile göremez hale gelecekler."
Adnan psikolojik olarak tam bir manyaktı. Psikoloji üzerine araştırma yaparken Fehmi ile tanıştıkları zaman düzenli olarak sakinleştirici kullanırdı lakin şimdilerde onu sakinleştiren tek şey akan kandı.
Bulduğu bu fikri hem Fehmi hem de Melik adları kadar eminlerdi ki işe yarayacaktı. Hep yaramıştı. Ve o günden sonra tüm Konya tarafında amansız bir korku bulutu yükseldi. Ve bulut gittikçe daralıyordu. Ta ki Yusuf Gazel'e denk gelene kadar...
🦢
"Konya'nın Ereğli ilçesindeki bir kömürlükte üç yaşındaki erkek çocuğunun cansız cesedi bulundu. Cesedin karnının deşilmiş olması akla direkt olarak Engerek zehri örgütünü getirdi. Polis her yerde aramalar yaparken..."
Haber kanalı acı haberi sunarken elim çenemde öylece duruyordum. Yakut komiser, Ali, Selim, Oktay, Murat ve Devran hepimiz şoka girmiştik. Günlerdir böyle bir cinayet haberi yoktu. Günlerdir hatta haftalardır sessizdi her yer. Artık bitti sanıyorduk, bitecek ya da. Ne bileyim en fazla bitmek üzere. Her yere haber saldık, örgüt kurduk, insanlar bilinçlendirdik ama neden? Neden hala devam ediyor?
"Bu nedir lan. Allah'ın belalarına bak sen..."
Ali eminim ki küfür etmek istiyordu ama Yakut komiser olduğu için daha yumuşak konuşmak zorunda kaldı. Yalıt komiser ise Siyah kuğu örgütü kurulduğundan beri bana destek oluyor ve başarılı olacağımdan emin olarak bana güveniyordu. Fakat şu son haber tüm dengeyi bozmuştu.
"Ben bi si*ara içip geliyorum."
Yakut komiser kalktığında onu Ali takip etti.
"Hani siyah kuğu engerek zehrini alt edecekti lan gevrek? Her yeri ayağa kaldırdın hiçbir b*k olduğu yok!"
Selim bana çıkışırken başım yerdeydi. Azar yemekten ziyade ben de ona katılıyordum. Bunca tehdit ve göz korkutmadan sonra, bunca insan ve nüfuzdan sonra neden devam ediyordu hala?
"Beceriksiz şeyler. Gel kantine inelim Oktay."
İkisi de gittiğinde geriye ben Murat ve Devran kaldık. Benim ellerim masanın üstünde ve bakışlarım da onların üstündeydi. Murat da en az benim kadar düşünceliyken Devran ayağa kalktı. "Eve gitmem lazım, Selma'yı babasını ziyarete götüreceğime söz vermiştim."
Ona bakmadan başımla onayladım. Murat da omzuna hafifçe vurarak "Kolay gelsin kardeşim," dedi.
Devran da çıkıp gittiğinde geriye Murat'la kalmıştık.
"Kendini suçlayıp durma Yusuf. Karşı atakta bulunduğumuz anda biteceğini sanmamıştık değil mi?"
"Evet öyle sanmıştım," dedim gözlerim dolu dolu. "Bunca insanı topladıktan ve haber saldıktan sonra herkes nefret eder ve yardım eder sanmıştım. Kimse evladının bu hale gelmesini istemediği için bu zavallı çocuklara yardım eder sanmıştım. Birlikten kuvvet doğar sanmıştım."
"Ne biliyorsun doğmadığını? Belki de gözümüzü korkutmaya çalışıyorlar. Belki de blöf yapıyorlar."
"Sence de blöf yapmak için fazla değil mi? Üç yaşında Murat, şimdiyse kadar öldürülenlerin en küçüğü."
Haklıdım. Ama Murat da haklıydı. Göz korkutmaya çalışıyor olabilirlerdi. Biz ikimiz öylece dururken dışarıdan sesler gelmeye başladı. Ne olduğunu anlamadık önce ama sonra tüm o cümleler arasından iki kelimeyi çekip çıkardım.
"Yusuf Gazel!"
Benden bahsediyorlardı. Sesler yükseldi ve gürültü de iyice artınca yerimizden kalkıp koşarak dışarı çıktık.
"Çıkma dışarı! Gir içeri!" diye bağırdı biri. Yakut komiserdi bu. Otuzdan fazla insan girmişti içeri. Yakut komiser ve Selim kalabalığın arasında ara dayağı yiyorlardı. Asıl berbat olan ise aradıkları kişi onlar değil, bendim.
"Lan o** çocuğu! Oradasın işte! Oğlumu öldürdüler lan!"
Bu kişiyi tanıyordum. Milli eğitim müdürüydü. İlk onunla konuşmuştuk. İlk o yardım için destek çıkmıştı. Yetmemiş tüm personele haber salmıştı. Sayesinde birden sayısı artmıştı örgütümüzün.
"Hani Siyah kuğu çözecekti işi? Hani lan! Oğlumu köpek gibi deşmişler. Duydun mu Yusuf? Gel lan buraya öldüreceğim seni."
Kalabalık bana doğru koşarken takviye ekip geldi.
"Yusuf'u koruyun!"
Yakut komiser bağırsa da ben açıklama yapmak ya da bir şekilde işi düzeltmek istiyordum. Ama buna izin verilmedi ve yaka paça tutularak ortamdan uzaklaştırılmaya başlandım.
🦢
Selma Çelik'in hatırasından Oğlan katliamının bir gün önce
"İşin ne kadar sürer?"
Devran bana bakmadan sormuştu ve cevap da aynı şekilde geldi.
"İki saat yeterli."
"Dışarıda bekleyeceğim o zaman."
"Babama uğramayacak mısın?"
"İşim var."
Diyaloglarımız o kadar kısaydı ki, ne demek istediğimizi anladıktan sonra bitiyordu. Selma malikanenin önünde indiğinde Devran da arabanın içinde beklemeye başlamıştı. Malikane hep olduğu gibi sakindi. En azından avlusu öyleydi ancak içeri adım atmaz telaş ve gürültü kendini gösterdi.
"Çabuk o emniyet müdürünü bulun bana! Çabuk lan!"
Babam evin ortasında gök gürültüsü gibi gürlerken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Efendim kendisi şu an morgdaymış ve kimse ile görüşmek istemiyormuş."
"Lan ben sana ne yaptığını mı sordum. Görüşmek isteyip istemediğini mi sordum? Bana önce müdürü sonra da Yusuf Gazel'i getirin. Ya da dur, ben Yusuf komiserin ayağına giderim siz bana şu müdürü bulun."
Babam telaştan beni fark edememişti. Ettiğinde ise gözlerindeki korku hafifçe gider gibi oldu.
"Kızım."
"Baba ne oluyor?"
"Sorma, her şey birbirine girdi. Gelsene iki dakika, sonra çıkmam lazım."
İkimiz gizli toplantıların yapıldığı yeşil odaya girdiğimizde babam oturmadı bile. Ellerini iki omzuma şefkatle koyarak "Beni iyi dinle," dedi.
"Bundan sonra Yusuf ile alakalı hiçbir şeyi kimseyle paylaşmıyorsun anladın mı? Örgüt, bildiklerimiz, dövme falan hiçbir şey. Anlaşıldı mı?"
"Tamam. Ama ne oluyor baba?"
"Örgüt Yusuf'u yok etmeye çalışıyor ne olacak. Hep korktuğum şey başıma geldi. Emniyet müdürünün oğlunu katletmişler. Önce göz korkutacaklar sonra da Yusuf'a nefret beslettirecekler. Onu korumam lazım."
"Tamam baba, bir haber gelirse bana da ulaştır olur mu?"
"Tamam kızım."
Babam önden çıktığında ben de arkasından çıktım ve arabada beni bekleyen Devran'a doğru yürüdüm. Yarım saat bile olmadan geri döndüğüm için şaşırmıştı ve afallayarak toparlandı.
"Benim işim bitti."
"Bir şey mi oldu?"
Başımı iki yana salladım. Yusuf hakkında olan hiçbir şeyi söyleyemeyecektik. Kimseye. Hiç... Kimseye...
Devran bir şeyler olduğunu anladı ve ondan sakladığımı da anladı ama tek kelime etmeden aracı çalıştırdı ve gaza bastı.
"Milli eğitim müdürü Mehmet Caner'in küçük oğlundan sonra emniyet genel müdürü Sakıp Yoldaş'ın yedi yaşındaki oğlunun da cesedi bulundu. Cesedin tıpkı Mehmet Caner'in oğlunda olduğu gibi karnının deşilmesi aynı örgütün işi olduğunu ortaya çıkardı. Devlet artık bu işe bir el atmak zorunda. Tüm Konya korku içinde..."
Radyodaki haber devam ederken derin bir nefes aldım. Sonunda örgüt tüm zehrini kusmaya başlamıştı. Yalnız amaçları tam olarak ne olabilirdi ki? Şayet devlet işin içine girerse bu onların sonu olurdu.
Aklıma durup durup tek bir isim geliyordu...
Yusuf Gazel.
Bu işin dönüp dolaşıp ona bulaşacağını biliyordum ve bu beni ölesiye korkutuyordu. Onun başına kötü bir şey gelirse hayata nasıl devam edebilirdim ki? Onsuz bu hayatın ne anlamı olurdu? Ben, elimde olmadan bedenimi saran bu aşkı nasıl durdurabilirim?
Yusuf... sana bir şey olursa ben de yaşayamam.
İki elimi birbirine dolayıp sıkarken ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.
🦢
Emniyet binası Yusuf Gazel'in hatırasından
"Yusuf'u buradan çıkarmamız lazım."
"Nasıl olacak dışarıda kalabalık onu parçalamak için hazır bekliyor."
Murat ve Yakut komiser kendi aralarında konuşurlarken gözüme deponun kenarına atılmış bir peruk ve ceket ilişti. Hızla ikisini de başıma geçirdiğimde "Nasıl?" diye sordum.
İkisi birden şaşkınca bana bakarken iki elimle saçları önüme getirip havalı bir şekilde arkaya attım ve tıpkı bir kız gibi bir tutamı kulağımın arkasına yerleştirdim.
Hem Yakut komiser hem Murat gülmemek için kendini zor tutarken "La oğlum dışarıdakiler seni yemek için hazır bekliyor sen burada hala maskotluk peşindesin," dedi Yakut komiser.
"Ne yapayım abi, ağlasam daha mı iyi?"
"Aman dur ağlama. Neyse hadi güzel olmuşsun. Dikkatle çıkın bak ben önden kontrol ediyorum."
Murat yanıma geldiğinde Yakut komiser önden çıkmıştı. Aslında böyle durumlar nadir de olsa olurdu. Emniyette her zaman emniyet olmuyordu ne yazık ki. Bu yüzden alışkındık ama ilk defa bu kadar çok insan vardı.
Yakut komiserden birkaç dakika sonra Murat ve ben de çıktık. Başım yere eğik olduğu için saçlar yüzümün de bir bölümü kapatıyordu. Hızlı adımlarla koridorda ilerlerken sinirli birkaç kişi yanımızdan geçip gitti ama kimse beni tanıyamadı.
Daha fazlası gördü, daha fazlasının yanından geçtik ama hiçbiri benim olduğumu anlayamıyordu. Binanın çıkışına hızla koşarken dışarıdaki polis aracına benden önce binen Murat hemen çalıştırdı ve benim de binmemle gaza bastı.
"Evde biraz dur, kalabalık sakinleşince yeniden gelirsin."
"Tamam kardeşim sen de dikkatli ol."
Murat aracı hızla sürerken yavaşça peruğu çıkarıp dizlerimin üstüne koydum.
"Örgüt çok tuhaf davranmıyor mu sence de?" diye sordu Murat. "Kendilerini ele verdiler. Gerçi bu işi önce biz başlattık ama sadece öldürebilirlerdi neden kendi cinayet şekillerini kullanıyorlar?"
"Sadece öldürselerdi onlar olduğunu anlayamazdık da ondan," dedim. "Hem haberlere baksana, çocukların organlarını almamışlar bile. Amaç sadece onlar olduğunu anlamamız."
"Şimdi ne olacak?" diye sordu Murat.
Bilmiyordum. Cevap veremedim bu yüzden. Şimdi ne olacak gerçekten bilmiyordum. Hani bir yılanı öldürürsün de zehri eline yüzüne bulaşır ya aynen öyle olmuştu. Yılanın başını ezmek yeterince zorken bir de zehri ile uğraşmak zorundaydık. Ve bu öldürmekten daha zordu.
🕯
Oğlan katliamının olduğu gün Yusuf Gazel'in hatırasından
Dünden beri gözüme tek damla uyku girmemişti. Evin balkonunda öylece otururken vakit geçmek bilmiyordu. Saat sabahın altısıydı ve güneş henüz yeni doğmuştu. Aklıma takılan olaylar, örgütün neyi hedeflediği ve devamında ne olacağı...
Dünden beri ve en son bir saat önce toplamda on yedi erkek çocuğu katledilmişti. Bir günde... Tek günde... Kimisi bunu örgütün intiharı olarak görse de ben öyle düşünmüyordum. Onlara göre örgüt kenara sıkışmıştı ve artık iflas edecekti. Bu yüzdenden son cesetleri millete sunuyordu.
Bence öyle değildi. Ve bence kesinlikle stil değiştiriyorlardı. Ortaya çıkmalarının nedeni kaybolacak olmalarıydı.
Önümdeki çay bardağına otuz dördüncüyü dolduracakken bahçe kapısı açıldı. Hızla yerimde doğruldum. Saldırı için biri geldiyse eğer hemen bizimkileri uyandırıp kapıları kilitleyecektim ancak gelen kişi Selma'dan başkası değildi.
Elim çaydanlıkta öylece kalakaldım.
Beni gördü ve yavaşça kapıyı kapattı. Bana doğru gelirken tedirgin oluyordum. Çaydanlığı bırakıp Meryem'i uyandırsam mı ki? Böyle yalnız olmamız iyi değil. Hayır hiç iyi değil.
"Sadece bir şey söyleyip gideceğim," dedi. Öyle bile olsa... "Lütfen Yusuf..."
Pekala, sadece bir şey söylemeyecek. Çaydanlığı bırakıp ona baktım.
"Buyur..."
Gözlerini gözlerime odakladı ve uzunca baktı.
"Sana aşık olmak benim suçum değildi biliyorsun değil mi?"
Hiç beklemediğim yerden gelen bu soru ile kaşlarımı çattım.
"Ele avuca sığmayan o yaramazlığın, diğerlerinden sıyrılan zekan ve kalbimi titreten çekik gözlerin... ben seni..."
"Meryem!"
Bağırarak kapıya doğru yürüyordum ki bileğimden tuttu.
"Endişelenme bu son birbirimizi görüşümüz olacak. Gidiyorum çünkü."
Bileğimi ondan kurtarıp yeniden ona döndüm. "Nereye? Devran ne olacak? Yeni evlenmedin mi sen?"
"Biliyorum aptalca bir şeydi ama sana nispet ya da ne bileyim yakın olmak için...sen beni o kadar çabuk reddedince ben de çabuk kabul ettim."
Başım çatlıyormuş gibi şakalarımı tutup gözlerimi kapattım.
"Bak, her ne düşünüyorsun bilmiyorum ama Devran böyle bir şeyi asla hak etmedi. Seni seviyor ve çok iyi biri. Seni ateşe atmışım gibi davranma lütfen."
"Attın, beni ateşe attın ama bundan imtina etmiyorum ben. Sadece, seni uyarmaya geldim."
Onu dinleyemeyecek kadar halsizleşmiştim. Elim ayağım titriyordu.
"Örgüt her ne düşünüyor bilmiyorum ama biraz dikkat edersen hep yardım aldığın insanları seçiyorlar. Önce milli eğitim müdürü, sonra emniyet, sonra tıp öğrencileri..."
Hala aklım Devran'daydı ama yine de dediklerini duyabiliyordum.
"Çemberi daraltacaklar Yusuf."
Bana doğru bir adım atınca bir adım geri gittim. Doğru söylüyordu ama uzaktan söylemesini tercih ederdim.
"Dikkat et. Çok dikkatli ol."
Son kez bana uzunca baktı ve arkasını dönüp bir daha da hiç bakmadan uzaklaşıp gitti. Devran'ın düştüğü duruma mı yanayım, örgütün mide bulandıran stratejisine mi, yoksa elime bulaşan zehire mi? Bu sefer güneş öyle hoş bir ışıkla doğmadı. İçimi ısıtmadı. Dahası kuşlar bi tedirgindi sanki. Hiçbiri güzelce ötmedi. Sanki, sanki kıyamet sabahı gibi.
Öğleye doğru emniyete gittiğimde ağır bir yas çökmüştü herkesin üstüne. Yürüdüğüm koridor karanlık bir tünel gibi beni kabusa çekerken ağıt sesleri işittim.
"Enees! Enes!"
Enes mi? Bu, Yakut komiserin sesi ve oğlunun ismi.
"Yo! Yıllar sonra bir tane oğlu olmuştu zaten. Üstelik sadece on yaşındaydı. Hayır, olamaz!"
Koşarak sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Herkes oradaydı. Ağlıyorlardı. Yakut komiserin başında dikilmiş göz yaşı döküyordu. Kimse bana bakmadı. Kimse benimle ilgilenmedi bile.
"Murat? O nerede?"
Cevap alamadım önce.
"Murat nerede!" diye bağırdığımda "Ne bağırıyorsun lan köpek!" diye bağırdı Selim. "Gelmedi! Tıpkı senin gibi korkup gelmedi oldu mu? Dünden beri ne sen ne o ortalıkta yok. Anladın mı?"
"Dünden beri mi?"
İçime tiz bir acı çöktü. Hani kötü bir şey olacağı zaman böyle neresi olduğu bilinmeyen bir yer sancır ya aniden. Gece ya da sabahın ilk ışıklarında esen acı rüzgarın moral bozucu hissi gibi bir şey. Tam bu kötü hissin yayıldığı zaman bir cümle yankılandı zihnimde.
Çemberi daraltacaklar...
Elim hızla ağzıma giderken bedenim titriyordu. Yakut komiserin oğlu hakkında bile konuşmadan öylece çekip gittim, Ayaklarım bedenimin kölesi gibi koşarken birbirine çarpan dişlerim dudaklarımı kesiyordu. Ağzımdan süzülen kan çeneme ve boğazıma süzülürken aracı nasıl sürdüğümü bilemedim. Her ne olursa olsun böyle olmazdı. Yapmazdı. Murat hiç gelmemezlik yapmazdı. Asla yapmazdı. Yapmazdı. Bana söylerdi. Gece de gelmedi. Kendi derdime düşüp yokluğunu da anlamadım. Murat'ın yokluğunu anlamadım. Elimle serçe direksiyona vurdum. Yetmedi defalarca vurdum. Gözyaşlarım kana karışırken kendimden iğreniyordum.
Hayatımda ilk defa kırmızı ışığı dinlemedim. Birkaç yere sürttüm arabayı ve sonunda yol bitti. Murat'ın evine geldim. Aklıma gelen bütün kötü sahneler gerçekleşecekmiş gibi bana ip ucu veriyordu. Ev sessizdi. Hiç olmadığı kadar sessiz. Kapı açıktı. Kapılar açıktı. Pencereler kırılmıştı. Her yer dağılmıştı. Öyle bir cehennemdi ki içeri girer girmez önce Asiye'nin cansız bedenini buldum. Sonra yere sürüklenip öylece bırakılan Murat'ın cesedini. Öyle ani olmuştu ki, durup tedirgin olmaya, korkmaya ya da mantıklı düşünmeye vakit yoktu. Direkt. Bir anda.
Ellerim saçlarımı çekerken ne yapacağımı bilmiyordum. Çemberin daralacağını neden önce tahmin edemedim ki? Neden hızlı davranmadım ki? En yakınım olan Murat'ı neden koruyamadım?
"Benim yüzümden, benim..."
İflas etmişçesine Murat'ın yanına çöktüğümde bedeninin henüz sıcak olduğunu fark ettim. Çok kan kaybetmişti. Çok çabalamış olmalıydı. Savaşmış ve kaybetmişti.
"Biraz daha erken gelseydim. Az daha erken akıl etseydim. Ne geri zekalıymışım meğer. Ne ahmakmışım."
Elim Murat'ın omzunda dolanırken içimi çekerek ağlıyordum. Yıkılmıştım. Ölmüştüm. Daha kötü ne olabilir?
Delirmek ne hoş olurdu böyle bir anda... Ve her şeyi unutmak. Hiç var olmamak? Dünyadan silinmek!
Oturduğum yerde dizlerimi karnıma çektim ve uzunca süre ağladım. Kendimden geçene dek, ikisinin kanı üzerime sinene kadar, perişanlıktan ölü gibi hissedene dek ağladım. Niye öldürmüşlerdi ki? Hani oğlan çocuklarını öldürüyorlardı? Neden Murat ve Asiye? Neden?
Sonra birden aklıma Fedai geldi. Tabii ya onu öldürmek için geldiler ama Murat'la Asiye vermeyince o ikisini öldürdüler. Beynimde bir şimşek çakmış gibi aniden kalktım ve "Fedai!" diye bağırdım.
"Fedai, amcam! Neredesin?
Sesim evin içinde yankılanırken "Amca!" diye bağırdı biri. Hızla yerimden kalktım çünkü bu ses Fedai'ye aitti. Hacer ile oynaması için Murat'la birlikte zemine doğru inen küçük bir odacık yapmıştık. Yerde sürünerek yerdeki paspası atarcasına çektim ve hareket eden kapısının kulbunu tutarak kaldırdım.
"Amca!"
"Yavrum!"
Fedai'yi almaya gelen örgüt bulamayınca Murat ve Asiye'yi öldürmüşlerdi, artık kesin emindim. Bir kere daha geleceklerdi hiç şüphesiz. Örgüt sadece oğlan çocuklarını öldürüyordu. Amaçları neydi bilmiyorum ama Fedai artık burada kalamazdı. Murat ve Asiye gitse de Fedai'yi bulmak beni o kadar mutlu etti ki. Bu sefer de sevincimden ağladım. Koskoca adam oldum ama şu bir saat içinde tüm ömrümden daha çok ağlamıştım.
Hemen kollarımı uzatıp çekip aldım onu oradan. Koşarak evden çıktım ve yıldırım hızıyla arabaya binip gaza bastım. Eve gidemezdim. Gidersem Meryem telaş yapardı. Ayrıca Fedai'yi oraya götürürsem kesin bulurlardı.
"Amca babam ve annem ne zaman gelecek?"
"Bizden sonra oğlum. Korkma tamam mı? Amcan yanında. Seni asla bırakmam ben."
"Kötü adamlar babamdan senin yerini sordular, sonra beni. Babam oğlum evde yok deyince onu dövdüler. Çok korktum amca."
Gözlerime dolan yaşlar çeneme süzülürken önümü göremiyordum. Hemen sonra fark ettim peşimizdeki üç aracı. Ben nereye gidersem oraya dönüyorlardı. Peşimdelerdi. Nereye gideceğim? Emniyete gidemem orası da karmakarışık. Kimden destek alabilirim?
"Osman Çelik..."
Direksiyonu Osman Çelik'in evine kırdığımda Fedai ağlamaya başladı. Aracı o kadar hızlı kullanıyordum ki zavallı çocuk titriyordu. Arkadakileri kısa süreli de olsa atlatarak malikaneye doğru hızla ilerledim. Birkaç dakika durup yeniden yola çıkmalıydım.
Malikanede her zamanki gibi ilgiyle karşılandım ancak bu sefer hiç olmadığım kadar aceleciydim. Üstüm başım kan içindeydi ve ağlıyordun.
"Yusuf! Ne oldu sana böyle?"
"Hiç vaktim yok abi. Bu çocuğu sana emanet ediyorum. Yalvarırım ona çok iyi bak. İşimi bitirince mutlaka almaya geleceğim."
"Kimin çocuğu bu oğlum?"
Anne babasını ya da adını söylemek nedense tehlikeli gelmişti. Osman Çelik'e güvensem de çalışanlar ya da herhangi biri ne bileyim sustum nedensizce. Ne Murat adını ne de Asiye adını anmadım. Fedai ismini de ağzıma almadım.
"Abi," dedim ciddi bir şekilde. "bu çocuğu benim emanetim olarak göre ve Yusuf Gazel'in oğlu olarak bil. Peşimdeler. Onları atlatıp mutlaka almaya geleceğim. Yalvarırım."
"Tekin buraya gel hemen!"
Takım elbiseli bir adam koşarak geldi ve ellerini önünde bağlayarak beklemeye başladı.
"Bu çocuğu al ve canından bile daha kıymetliymiş gibi gözet. Gizli odacığa götür ve kimseye bir şey söyleme."
"Amca!"
Fedai ağlayarak bana bakınca dayanamadım ve hiç vaktim olmamasına rağmen koşarak ona sarıldım.
"Yavrum...hemen geleceğim. Sana söz, seni buradan mutlaka alacağım. Ağlama çocuğum."
Ellerim saçlarını okşarken küçük kolları ile bana sarılıyorlardı.
"Bana bir söz ver ve adını kimseye söyleme olur mu? Eğer sen sözünü tutarsan ben de sözümü tutarım ve seni almaya gelirim."
"Söz veriyorum amca. Hemen gel tamam mı?"
"Hemen geleceğim söz oğlum."
Fedai'ye son kez sıkıca sarıldım. Kokusunu içime çektim ve son kez saçlarını okşadım.
"Sakın ağlama tamam mı be sözümüzü de asla unutma?"
Başıyla onayladı ama gözlerinden yaşlar boşalmaya da devam ediyordu.
"Nereye gidiyorsun Yusuf?"
"Abi arkadaşlarla takıldığımız bir orman var, pikniğe falan gidiyorduk orada saklanacağım biraz. Peşimde adamlar var, evime de uğraşacaklar muhtemelen. Fedai'yi aldığımı biliyorlar, onlardan kurtulana dek izimi kaybettirmem lazım."
Araca doğru koşarken durdum ve yavaşça arkamı döndüm. Osman Çelik ve Fedai hala bana bakıyorlardı. İki yürekten seven insan gözleri nasıl da parıl parlıyordu. Elimi kaldırdım ve gülümseyerek salladım. İkisi de bana salladı ama ben gülerken onlar ağlıyordu.
Malikaneden ayrılıp yeniden yola çıktığımda direksiyonu ormana doğru kırdım. Üç arkadaştan başka çoğu kişinin bilmediği bir kulübe vardı. Murat, ben ve Devran bazen kafamız estiğinde oraya gidip kalırdık.
Birkaç saat, hayır belki de birkaç gün orada kalsam şu işler düzelince ortaya çıkabilirdim. Orada telefon da vardı. Meryem'e telefon edip memlekete gitmesini söyleyecektim. Evet, aynen böyle yapmalıyım.
🦢
"Devran Korkmaz?"
Yavaşça durup kendisine seslenen kişiye baktı Devran.
"Biraz konuşabilir miyiz rica etsem?"
"Tabii?"
"Yusuf Gazel hakkında birkaç şey soracaktım."
"Yusuf mu? Neden?"
"Yanlış anlaşılmak istemem ama çok fazla yanlışı var. Onu durdurmak ise neredeyse imkansız. Şayet birkaç bilgi alabilirsem..."
"Yusuf'a bir şey söylemem lazım.
"Ne söyleyeceksin ona? Benimle evlendiğin yetmez mi bana ceza olarak. Daha ne amaçlıyorsun?"
"Gideceğim merak etme. Boşanıp seni üzmeyecek ama yanında da kalmayacağım. Sadece son kez Yusuf'a bir şey söylemem lazım."
"Ne söyleyeceksin Selma! Delirtme insanı!"
"Söyleyemem. Çok üzgünüm söyleyemem."
Devran aklına gelen diyaloglarla birlikte yumruklarını iki yanında sıktı ve adama dönerek "Ne sormak istiyorsan sor bakalım," dedi.
"Yusuf Gazel'in saklanacağı herhangi bir yer var mı bildiğin?"
Ve her şeyin sesi kısıldı bir an için. Çünkü o cümle söylenecek mi söylenmeyecek mi merakla bekleniyordu. Devran bekledi, adam bekledi, zaman ise en sert bakışıyla herkesi kavurup geçti.
🕯
Şu bölümü yazmak o kadar zordu ki anlatamam. Hepsi birbirine girdi defalarca kez düzenlemem gerekti. Oraya mı gitse buraya mı gelse o mu olsa şu mu bitse... Başım çatlıyor ama mük oldu 👍
Geriye son dört bölümümüz kaldı. Serinin 3. kitabı bitecek diye hem hüzünlüyüm hem de biraz ara vermek iyi gelecek diye düşünüyorum.
Okumak nasıl bilmiyorum ama yazmak bir hayli zor. Hele bir okul yönetiyorsanız işler öyle kolar ilerlemiyor. Yine de elimden geleni yapmaya çalıştım umarım güzel ilerlemişizdir.
İtiraf edeyim 3. kitaba başladığımda niye 5 kitap yaptım ki diye kendi kendime kızmıştım. Ne yapacağım ben bu seriye şimdi demiştim ama Yusuf Gazel der susarım... Vay be, adam kendini ne yazdırdı ama. Aktı gitti bölümler.
Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Bir sonraki bölüm Hacer Gazel'den olacak. Bakalım orada durumlar nasıl. En son bayılmışlardı...
Yeni bölüm biraz gecikebilir ama hızlı olmaya çalışacağım yapacağım.
Bölümü okuyup eksikleri bildirmeyi unutmayın lütfen. Çok fazla kişiden anlattığım için kafam karıştı ve düzenlemesi pek sağlıklı olmadı. Bana yardım ederseniz düzenlemem kolay olur (;
Hepinizi çok seviyorum 😘
Allah'a emanet olun canlarım 🦢 |
0% |