@hakugu
|
Son 3 bölüm kaldı. Bol bol yorum yaptığınızdan emin olun. Tek harf ve emoji değil please...
Hacer Gazel 🥀
Tüm dünya da dursa fark etmez. Kalp atar onun için. Kelebekler uçar derler ya hani; kıpır kıpır olur içinde bir şeyler. Tüm kötülüğe kapatır gözünü ona bir kere bakman. Her kapı ona açılır, her ses onu hatırlatır. Yüksek numaralı bir gözlük gibidir aşk, taktığında her şey bulanık görünür. Oysa çıkarabilse insan gerçekleri daha net görebilir ama bir kere takan bir daha çıkarmak istemez.
Hemen karşımda olan Haris'in yüzüne açtığım gözlerim şahane bir manzara görmüşçesine şenlenmişken ilk defa bu kadar yakın olduğumu fark ettim. Saçları mesela, hafif kıvırcıktı. Dümdüz değildi. Daha önce tam fark edememiş olmalıyım. Kaşlarının kıvrımları özenle çizilmiş gibiydi. Sonuna doğru inceliyor, hemen çatılacakmış gibi hazır bekliyordu. Gözleri kapalıyken bile kirpikleri uzunca örtüyordu elmacık kemiklerini. Dudakları hareketsizce dururken bile hoştu. Sinirlendiğinde, alaya aldığında, gerildiğinde, endişelendiğinde adem elmasının hareketini ezberlemiştim artık. Ters baksam bile oydu. Tamamen o. Haris'in bende böylesine bir yer edineceğini asla tahmin edemezdim. Ne değişmişti? Nasıl olmuştu? Tam olarak ne yapmıştı da, benim için diğer herkesten bir adım öne geçmişti?
Ya da ben mi onun için bir adım önde kaldım?
Sahi, ilk emniyete geldiği gün Devran komiser gönüllü bir kişi öne doğru bir adım atsın demişti de ben kalmıştım. Bile isteye olmamıştı belki ama kader zaten bu değil midir? Sana bir yol çizilir ve sen o yolda yürüyeceğini bilemeden güne be gün ilerlemeye devam edersin. Geriye dönüp baktığında her kestirmenin aslında aynı yola çıktığını görürsün.
Gözlerim ters şekilde yattığımız için onun çenesine denk gelirken ellerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Bayılmadan hemen önce bana uzatmış olmalıydı. Dudaklarımız bu kadar yakınken nefesi bana çarpıyordu ama o kendinde değildi. Çenesinde yeni çıkmaya başlayan sakallarının uçlarına bakarken derin bir nefes aldım. Neden bilmiyorum hayatımda ilk defa ailemden olmayan birine bu kadar yakın hissediyordum kendimi. Ve babamdan sonra ilk defa bir erkeğe bu kadar bağlanmıştım. Onu sevmek, onunla vakit geçirmek, ona değer vermek, onunla çalışmak, her şey onunla öyle güzel ki. Ona güvendiğim için, ona dayandığım için, ondan destek aldığım için...
Gözlerim hafifçe nemlendiğinde bunun yanlış olduğunu biliyordum. Bir insanı ne kadar zorlayabilirsiniz ki, sizi sevmesi için?
Kendi hislerimle baş edemiyorsam bile daha fazla ona zarar vermemeliydim. Madem istemiyordu daha fazla zorlamanın bir anlamı yoktu.
Bitiriyorum...
Ölümle burun buruna geldiğimiz bu yerde, Haris'le olan bağımı tamamen sonlandırıyorum. İçimdeki tüm hisleri silip atıyorum. Sevgi, aşk, tutku her neyse... Siliyorum.
İçimden sökülen duygularım gözlerimden yaş olarak ayrılırken hala kendimde değildim. Yarı uyanık yarı baygın hislerimi bitirmeye çalışırken ilacın etkisi yeniden kendisini gösterdi ve gözlerim yavaşça kapanırken ellerim Haris'in ellerine gidiyor. Yavaşça belimden uzaklaştırırken yeniden kendimden geçiyorum.
Benden sonra Haris açtı gözlerini. O da bir süre yüzüme baktıktan sonra yavaşça benden uzaklaştı. Neler yaptığını görebiliyorum ama bir türlü ayılamıyorum. Açmak için zorladığım gözlerim istemsizce kapanırken kesik kesik hareketlerini izliyorum.
Başını sıkıca tutuyor, ağrıyor olmalı. Sonra bana bakıyor. Dudaklarını tutuyor, eliyle alnını tutuyor. Sanki yanlış bir şey yapmış gibi. Bana bakıyor. Dizlerini karnına çekiyor, hala kendinde değil başını dik tutamıyor. Gözlerini kapatıyor ve olduğu yere yeniden uzanıyor. Şimdi aramızda bir metre kadar uzaklık var. Olması gerektiği gibi.
Davanın zaman aşımına uğramasına son üç saat
Gözlerimi açtığımda Haris kapıyı yumrukluyordu.
"Açın şu kapıyı! Ne yaparsanız yapın asla adaletten kaçamazsınız."
Hemen yerimden kalkıp doğruldum ve ben de onun yanına gittim.
"İyi misin?"
"Evet."
Cevabını aldıktan sonra yeniden vurmaya başladı. Fakat ne kadar sert vurursak vuralım asla karşılık gelmiyordu. Haris telaşla saatine baktı.
"Son bir saat. Son bir saat kaldı kahretsin."
"Bundan sonra asla yakalamayız onları," dedim umutsuzca.
"Bir saat bir saattir. Şayet yardıma gelirlerse yakalayabiliriz."
Haris ümitli konuşuyordu ama ben hiç öyle düşünmüyordum. Bitmişti bence. Boş odanın içinde öylece dolanırken köşedeki kolileri gördüm. Haris parmaklıklı olan camlara vururken ben kolileri açmaya başladım. İçinden bir sürü şekerleme, peluş oyuncak, plastik eldiven, çamaşır suyu, paketleri ve gazeteler çıktı. Oturduğum yerde gazeteleri okumaya başladım.
"Millet vekili Cem Sardun'un oğlu Hakan Sardun'un dün gece geç saatlerde kendi evinde cesedi bulundu. Cesedin ayaklarının alüminyum folyoya sarılması cinayetin neden bu şekilde işlendiği konusunda tereddüde düşürürken polis harekete geçti."
"Burada bir şeyler var. Gelsene bi."
Haris tam da cama tekme atmak üzereydi. Çağırmamla dizini indirip bana doğru geldi. Benim gibi yere oturup sonra da bağdaş kurdu. Uzattığım gazeteden sonra diğerlerini okudu ve "Ayakların alüminyum folyo ile sarılması mı? Daha önce böyle bir saçmalık duymamıştım," dedi.
"Neden bu haberleri saklıyorlar ki?"
Soruma yanıtı gecikmedi.
"Cinayeti işleyen katillerin, işi bitikten sonra olay yerine gitme ve maktul hala orada mı diye görme huyları vardır. Kendilerince işledikleri cinayete adapte olurlar."
"Vekilin oğlunu bu adamın oğlu öldürdü mü diyorsun yani?"
"Çok açık değil mi?" diye sordu bana bakarak. "Gazeteler burada çünkü, öldürdüğünden kesin emin oluyor. Ayrıca cinayet mahallerine de düzenli olarak gittiğine eminim. Kaldı ki arşiv bilgilerinin olmadığı söyleniyor. Bir polis için bu bilgileri yok etmek zor olmasa gerek."
"Ama bu çok zalimce," dedim kaşlarımı çatarak. "Sadece konuşamıyor ama aslında masum görünmüyor mu? Hiç öyle içten pazarlıklı biri gibi değil."
"Değildir belki de. Bunun sadece bir oyun olduğunu düşünüyordur."
"Ama bu oyun olamayacak kadar vahşi bir şey," dedim elimdeki peluş ayıcığa bakarak.
"Durum her neyse, yapmamız gereken şey bu cinayeti işlediğine dair delil toplamamız gerek. Tahminimiz doğru mu yanlış mı en azından onu çözeriz."
Başımı onay için salladığımda bir plan yapmaya başladık.
Davanın zaman aşımına uğramasına son iki saat
Kapı yavaşça açıldığında ben odanın bir köşesinde Haris diğer köşesinde oturuyorduk. Adam bir tepsi yemek getirmişti.
"Alın şunları yiyin. Açlıktan ölürseniz başımıza iş alırız."
Adam tepsiyi yere koyup bize doğru sürükledi ama ikimiz de yerimizden hareketlenmedik. Normalde kaçmak için yerimizden kalkmamız ya da adama saldırmamız gerekirdi ama bu kadar sakin olmamız onun da acayibine gitmiş olacak ki kapıyı kapatmadan uzunca bir süre bize baktı. Planımız yavaşça işe yarıyordu.
"İlacın etkisi geçmiş olması lazım çoktan," dedi kolundaki saate bakarak. "Nereden baksan altı-yedi saat oldu."
Yine bizden bir ses çıkmayınca "Ne haliniz varda görün," dedi ve kapıyı kapatıp çıktı.
Kapı kapanır kapanmaz Haris bana bakıp göz kırptı ben de ona baktım başımla onayladım. Dikkatini çekmeyi başarmıştık. Haris'in planına göre kısa bir süre sonra yeniden gelecekti. Ölmemiz adamın işine yaramazdı. Kurtulmak istiyordu. Şayet ölürsek tüm planı alt üst olurdu.
Tam da tahmin ettiğimiz gibi beş dakika sonra yeniden geldi. Bu sefer oğlu da gelmişti.
"Faik şu tepsiyi götür sen, camları açalım da havalansın burası havasız mı kaldılar nedir."
Haris ve ben hareketsiz durmaya devam ediyorduk. Tıpkı şoka girmiş gibi...
Camları açtılar, tepsiyi kaldırıp güzel bir koku sıktılar. Etrafı toplayıp bize daha çok yaklaştılar ama ne yaparlarsa yapasınlar hareket etmiyorduk. Sonra Haris yavaşça olduğu yerden yere kaymaya başladı. Düşüyordu.
"Ne! Ne oluyor buna?"
Adam koşarak Haris'e yaklaştığında aynı şekilde ben de düşmeye başladım.
"İlacın içine başka bir şey mi kattın Faik? Niye böyle oldu? Sadece birkaç saat hareketsiz kalmaları gerekiyordu."
"Ae aaa ae"
"Katmadıysan o zaman bu ne hal?"
Faik ne dediyse artık babası iyice telaşlanmıştı.
"Dışarı çıkaralım ikisini de belki de odada bunalmışlardır."
Adam Haris'in omzundan tutmuştu ki Faik'in de ayak bölümüne geçmesi gerekiyordu. Ama Faik bir türlü ayaklarından tutamıyordu.
"Aoo oua uu"
"Lan oğlum sadece ayak. Tut gitsin işte."
Faik yine itiraz etti.
"Ulan sadece bir adamın ayak parmakları altı diye tüm ayaklardan mı tiksindin? Bunda beş vardır merak etme."
"Uaa ouu"
"Hay ben senin!"
Adam Haris'in omzunu bırakıp ayak ucuna geçiyordu ki Faik baş tarafa geçti ama yine tutmak istemiyordu.
"Öldürdüğün vekilin oğluna mı benziyor? Şimdi ne oldu?" diye sordu.
Tüm ses kayıtları telefonumuza kaydedilirken plan bitmişti. Haris ayak ucunda duran ve gardını düşürmüş adama tekme attığında ben de yerimden kalkıp Faik'in kollarını tuttum. Yere düşen adam kalk adam Faik'in ellerini bağladık. Adamın kalkmasına izin vermeden onun de ellerini bağladığımızda "Sizi kalleşler!" diye bağırdı adam."
"Tabii, kimin kalleş olduğu tartışılır," dedi Haris. Sonra da kolumdaki saate bakarak "Hala bir buçuk saat var. Zaman aşımı dolmadan teslim edebiliriz, acele edelim," dedi.
Ben Emre'yi ararken o da evi kontrole başlamıştı.
"Emre konum atıyorum çabuk buraya gel."
Telefon kapandığında beş dakika geçmeden hem Emre hem Memati gelmişlerdi. Memati yine eskisi gibi pembelere bürünmüştü. Ruh halinin değiştiğini düşünerek üstüne gitmedik. Çünkü çok vaktimiz de yoktu.
"Hemen polise haber verelim. İstanbul'dan giriş yapılsın ve dava bitsin."
Haris polisi aradığında yakınlarda olan polis on dakika olmadan geldi.
"Memur bey işte Gökkuşağı davasının katili. Bu da ona ortak olan babası. Hemen tutuklayabilirsiniz."
Haris rahatlamışçasına açıklama yaparken polis memuru Faik'i almak yerine elindeki belgeyi gösterdi.
"Biz de bunun üstünde çalışıyorduk. Geçmişte her ne olduysa, ki bir vekilin oğlu tarafından imzalandığı söyleniyor. Dosya her nerede açıldıysa oraya teslim edilmesi gerekiyor. Yani İstanbul emniyeti şu an bu suçluları kabul edemiyor."
"Nasıl ya? İşte yakaladık. Ha Konya ha İstanbul ne fark eder ki?"
"Beyefendi burada bir kural var. Biz de sizin katili yakalama ihtimalinize karşı bu belgeyi feshetmeye çalışıyorduk ancak gerekli yetki gelmedi."
"Hay sizin yetkinize tüküreyim!"
Haris sinirle bağırdığında kolundaki saate baktı.
"Geriye bir saat kalmış. Uçakla Konya'ya gitsek son dakikalarda yetişebiliriz belki."
Bana bakarak söylediğinde Faik'i yerinden kaldırıp ayaklanmıştım bile.
"Ona yardım edin bari!"
Haris o kadar sinirliydi ki Emre ve ben korkmuştuk. Polis memuru bir konvoy oluşturarak Faik ve babasını bir araca, ben ve Haris'i diğer araca, Memati ve Emre'yi üçüncü araca aldı. Toplamda yedi araça trafiği delerek giderken hava alanına her hızıyla ilerliyorduk. Hayatımda Konya diriftten sonra hiç bu kadar hızla gitmemiştim. İşler o kada birbirine girmişti ki mide bulantısını bile düşünemiyordum. Bir an önce uçakları görmek istiyordum.
On dakika geçmeden hava alanına girdiğimizde bilet falan almadan polisin kontörlü altında Konya uçağına bindik ve saati beklenmeden hemen kalktı. Uçak ve Konya kulesi bir suçlu taşıdığımızı her beş dakikada bir haberleşip duruyordu. Bizim uçakta olduğumuzu duyan birkaç muhabir de gelip haber yapmaya çalıştı ama polisler tarafından çoğusu engellendi.
Geçmek bilmeyen en uzun bir saatlerden biriydi. Hava alanından inip bizi orada bekleyen Konya polisi tarafından yeni bir konvoy ile emniyete doğru yol aldık. Sokaklar öyle çabuk boşaltılıyordu ki sanki tüm Türkiye bize yardım ediyordu. Polis sirenleri ve mavi kırmızı ışık yanıp sönerken kalbim duracaktı. Polis olduğumu ilk defa bu kadar hissediyordum. İliklerime kadar dolup taşan bu heyecan beni ben yapan yegane şeydi.
Araçlar birbir emniyete girerken kapıda bizi bekleyen Cihanşah, Meriç, Yağız hemen bizimle birlikte suçluları yaka paça tutarak götürmeye başladılar. Herkes ölecekmiş gibi hızlıydı. Herkes nefes nefese kalana dek gücünü harcıyordu.
Binadan içeri girdik, merdivenleri çıktık, koridorda yürüdük.
Lakin...
Karşıdan getirilen dosya ve suçlular gelene dek, işlem yürürlüğe girene dek, dakikalar tükendi gitti.
Saatin yelkovanı tam on ikiyi vurduğunda Haris eline kalemi almıştı. Faik'in babası hınsızca bir gülüş yerleştiği yüzü ile başını yere eğdiğinde hepimiz saate baktık.
Vakit bitmişti... O kadar çaba ve emek boşa gitmişti. Şu saatten sonra işleme giren dosya kabul edilmeyecekti ve Faik artık hükmen suçsuzdu. O şu an bunu anlamayacak durumdaydı belki ama babası gayet de farkındaydı.
Emre sinirle ağzını kapattığında gözleri nemlendi. Memati hala pembenin derdindeyken Cihanşah sinirle duvara bir tekme attı. Meriç ve Yağız'ın dünya başlarına yıkılmışken, elinde kelepçe ile bize doğru gelen Onur'un adımları yavaşladı.
Gözlerim boşluğa düştüğünde içime kapkara bir bulut oturdu. Nasıl yani? Nasıl ya? Nasıl bu zamandan dolayı tamamen masum sayılabilir? Nasıl yani? Nasıl ya? Sırf zamandan dolayı nasıl üstündeki pislik temizlenebilir? Zaman ne zamandan beri kirleri temizleyen bir şey oldu? Hani ne kadar geçerse geçsin bitmek bilmeyen bir kir vardı? Hani üstünden ne kadar geçerse geçsin silinmeyecek hatalar vardı? Hani günahlar unutmakla kapanmazdı?
Emre ağlayarak yere çöktüğünde başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Öyle bir umutsuzluk çökmüştü ki üstümüze. Sinir boşalması yaşayan Yağız'ın alt dudağını ısırarak ağlıyordu. Çok çabalamıştık. Elimizden gelenden fazlasını yapmıştık. Hayatımızı bile tehlikeye atmıştık.
Faik'in babası kollarını tutan polislerden kurtulduğunda oğlunun yanına gitti ve onun kollarını tutan polisleri de uzaklaştırdı. Gözümüzün önünde elimizden öylece kaçarlarken sinirden güldüm. Elim ayağım titriyordu. Faik ve babası hiçbir şey olmamış gibi, onca masum çocuk yok olmamış gibi, hayat hep adilmiş gibi, daima haklılarmış gibi, biz aslen bir aptal sürüsüymüşüz gibi öylece giderlerken tüm umutlar tükenmişti. Hepimiz başımızı yere eğmiştik ki biri tüm gücüyle bağırdı.
"Bir saniye!"
Boğazımda kalan son yumruyu tutarak Haris'e baktığımda Faik'in babası gayet kendinden emin bir şekilde yavaşça arkasını döndü.
"Evet?"
Haris ellerini pantolonun ön ceplerine koydu ve tıpkı onun kadar rahat bir şekilde "Hemen yanıbaşınızdaki Faik Hekimoğlu tutuklu, nereye gidiyorsunuz sorabilir miyim?" diye sordu.
Hepimiz şaşkınca Haris'e bakarken Faik'in babası gayet alaycı bir tonla "Galiba saatten haberin yok, dava çoktan zaman aşımına uğradı," dedi.
Haris dudaklarını öne toplayıp hayran olduğum havalı yürüyüşü ile ikilinin etrafında bir tur attığında "Size göre bu dünyada her şey kuralına göre işler, siz de bundan nemalanırsınız değil mi?" diye sordu. "Bir saat gibi algıladığınız hayat hep saniyesi saniyesine ilerler."
Adam anlamamışça kaşlarını çattı. Haris'in zekice cümlelerinin diğer insanlar tarafından anlaşılmamasına bayılıyorum.
"Saatin duracağı ya da bozulacağı hiç aklınıza gelmez oysaki."
Adam bıkkınlıkla nefes verdiğinde "Ne demek istiyorsun?" diye sordu.
"Sen Faik Hekimoğlu, millet vekili Cem Sardun'un oğlu Hakan Sardun'u öldürmekten ve siz Önder Hekimoğlu, siz de oğlunuza yardım ve yataklık etmek, ayrıca ona cinayet ekipmanı sağlamak, zihinsel geriliğinden faydalanarak emniyet içine sızmak, yetkinizi kötüye kullanmak, bilmem ne b*klardan dolayı tutuklusunuz işte."
Heyecandan alt dudağımı kemiriyordum. Emre "Nasıl ya? O vekilin oğlunu da bu lavuk mu öldürmüş?" diye sorduğunda Haris cep telefonundaki kaydı açtı. Adamın net şekilde duyulan sesinden sonra "Nasıl böyle bir şey yapabilirsiniz? O sesi benden habersiz kaydettiniz sizi dava edeceğim," diye bağırdı.
Suç bastırmaya çalışıyordu ve oğlunun kolunu tutarak kaçmaya çalıştı ama arkada İstanbul polisi, önde Konya polisi, ortada bizimkiler varken hiçbir yere hareket edemedi.
"Çabuk belgeleri getirin!" diye bağırdı Meriç. "Çabuk çabuk çabuk!"
Cihanşah, Emre, Yağız yeniden hareketlendiğinde gururla Haris'e bakıyordum.
Onur bir çırpıda ellerindeki kelepçeleri Faik ve babasına taktığında "Nasıl oluyor şimdi? Onun zaman aşımı dolmadı mı? O dava farklı mı?" diye bağırdı adam.
"Ne sandın? Bilgisayar oyunu mu bu? Adamı öldüreli birkaç sene anca olmuş. Onu hesap edemedin değil mi? Masum çocuklardan dolayı değil ama vekilin oğlunun cinayetinden dolayı tutuklusunuz. Ayrıca vekil bunu öğrenince sizi içeride sağ kor mu onu da bilemem."
"Seni öldüreceğim! Seni öldüreceğim lanet polis! Nerede olsan bulurum lan seni!"
Adam Haris'e bağırırken gülümsedim. Polis mi? Haris mi? Evet, elbette...
"Bir polis olsaydım elbet bulurdun," dedi Haris alayla. "Ama ben bir hırsızım."
Haris'in yaramaz bir çocuk gibi omuzlarını silkelemesi, başını iki yana sallaması, havalı havalı adama göz kırpması, diğerleri tarafından omuzlarına alınarak kaldırılması ve tebrik edilmesi...
Hepsini beğeni ile seyrettim. Tam da bizim profesyonelden beklediğimiz gibi. Adına yakışır gibi. Şanına yakışır gibi.
Faik ve babası tutuklanarak alandan uzaklaştırırken bile bağıra çağıra götürülüyorlardı. Gram pişmanlıkları yoktu. Nedenine gelince, ancak sorgudan sonra belli olurdu ama bana kalırsa böyle insanların genelde pek bir nedeni de olmazdı. İçlerindeki kötülüğü bir şekilde dışarı vurmak onlar için mecburi bir şeydi. Çünkü kötülükle yoğurulan hamurdan kötünün dışında bir ekmek olması genelde imkansız bir şeydi.
Ekip hep birlikte eğlenirken ben yavaşça arkamı dönüp yürümeye başladım. Davanın çözüme kavuşması beni de çok mutlu ediyordu ama çok daha farklı dertlerim vardı. Annemi ziyaret etmeliydim, Turhan'a bakmalıyım ve babam...
İç çekerek yürürken vestiyere indim. Dolabımın önüne geldiğimde kapağını açıp üstümdekileri çıkararak üniformamı giydim. İlk önce anneme gitsem iyi olacaktı. Dolabımın kapısını kapatır kapatmaz karşımda Cihanşah'ı görünce ise irkildim.
"Ah!"
"Korkuttum mu?" Gülümseyerek sormuştu ve böyle sempatik davranışlarına sert karşılık vermek de insanın içinden gelmiyordu. Bu yüzden başımı iki yana sallayarak gülümsedim, ama aslında korkmuştum. Saçlarımı at kuyruğu topladığım için sağa sola savruluyordu. Cihanşah ise sanki bana değil de saçlarıma bakıyormuş gibi gözlerini sağa sola çevirip durdu.
"Annene mi gideceksin?"
"Hım." Ellerimi ceketimin ceplerine koyup tebessüm ettim.
"Hadi birlikte gidelim."
İtiraz etmedim. Yalnız başıma gitmekten daha iyiydi. Birlikte odadan çıkıp koridorda yürümeye başladık. Emniyet binasından çıkana dek de bizimkilerden birine rastlamadık. Otobüs durağına gelip hastane durağına giden otobüse bindik ve ikimiz de aynı koltuğa oturduk. Ben cam tarafında başımı yasladım ve o ellerini önünde birleştirip öylece bekledi. Konuşmak isterdi belki ama hem yorgun olduğum hem de psikolojik olarak yıprandığım için sadece yolu seyrettim. O da hiç rahatsız etmedi.
Otobüs her durakta boşaldı ve doldu. İçine aldığı insanlar birbirinden farklı bambaşka dünyanın insanlarıyken uzun zamandır oturup rahatça bir şeyleri seyretmediğimi fark ettim. O kadar çok dertlerle donanmıştım ki şöyle bir şeye bakmak bile lüks geliyordu. İnsanlardan başımı çevirip yeniden cama döndüğümde aklım yeniden ona gitti.
Haris yokluğumu fark etmemişti bile. Nerede olduğum onun için önemsiz besbelli. Böyle bir ilişki istemeyen insanı zorlamanın da bir manası yok. Şu dakikadan itibaren ve öncesi ile birlikte tamamen aklımdan ve gönlümden siliyorum onu. Tamamen varlığını unutuyorum. Umarım her şey güzel olur onun için. Ve mutlu günler yaşar. Her defasında bunu söyleyip duruyorum kendime ama ne zaman onu görsem hep eski geliyor aklıma. Ama bu sefer son. Gerçekten son.
"Heyzır?"
"Hım?"
Başımı Cihanşah'a çevirdiğimde durağı gösterdi. Gelmiştik ve otobüs beni bekliyordu. Daldığım için fark edememiştim. Hemen yerimden kalkıp otobüsten indim. Peşimden de Cihanşah geldi. Birlikte yeniden yürümeye başladığımızda Konya'nın cam gibi havasının olduğu gecelerden birini yaşıyorduk. Gökyüzü berrak, hava ılık, hafif bir rüzgar ve mis gibi çiçek kokusu. İğde ağacının her yere yayılan o tatlı kokusunu içime çekerken hoş bir hisle kaplanıyordum. Her nefeste yeniliyordu beni. Her defasında mutlu hissettiriyordu.
Cihanşah yanımda yürürken yine hiç konuşmadı. Konuşmak istemediğimi hissedermiş gibi anlayışla karşıladı sanırım. Birlikte annemi ziyaret edip doktordan son durumuna dair rapor aldıktan sonra hastanede işimiz bitmişti. Annem hala kendine gelememişti. Uyanmamıştı ve durumu buna rağmen iyi deniyordu. Doktora güvenmekten başka çarem olmadığı için iyi olacak demelerine inandım. Aslında ulu orta ağlayıp anne kalk diye bağırasın vardı ama şöyle bir durumda yapamadım. En ihtiyacım olduğu anne annemin benden haberinin olmaması o kadar zor geliyordu ki...
Hastaneden ayrılırken Cihanşah daha hızlı yürüyüp arkamdan yanıma geldi ve "Bir şey söylemem lazım," dedi. Sadece önüme bakan gözlerim onu görünce biraz afallasa da "Evet?" dedim.
"Biliyorum hiç sırası değil ama kardeşini bu hale getirenler devamında da serbest bırakmazlar Heyzır. Bana kalırsa evini değiştirmen gerek."
Söyler söylemez mantıklı gelmişti. Ve söyler söylemez çok acı. İçim sıkıntı ile dolup taşarken benim güvenliğimi düşündüğünü biliyordum. Biliyordum bilmesine de öyle ağır gelmişti ki acı ile gülümsedim. Sanki ana yapılan bir iyilik bile omuzlarıma yüklenen binlerce kilo ağırlık gibi geliyordu. Cihanşah devam etti.
"Annene yine gelip gidersin ama en azından bir süre yerini gizlesen iyi olur. Mümkünse çok göz önünde olmayan bir ikamet seç ki hemen sana ulaşamasınlar."
Başımla onaylarken "Haklısın," dedim. Devam etmesin isterdim. Ama etti.
"Şu an Turhan'a emniyet hemşireleri bakıyor ama ben yine de kimseye güvenmiyorum Heyzır. Bir süre emniyete de gelmesen iyi olur. Özellikle babanın intihar dedikodusundan sonra ortalık cadı kazanına döndü."
Babanın dedikodusu...
Bunca ağır gelen cümleden sonra bir an için Cihanşah bana tatlı bir ılıklık vermişti. Babanın intiharı ya da ölüm haberi gibi şeyler de söyleyebilirdi ama o da inanmıyordu demek ki dedikodu demişti.
İşte nedeni buydu. Mesele ne söylediği değildi, onun söylemesiydi. Cihanşah o anda bana daha hoş görünmeye başladı. Ve söylediği şeyler de daha hafif geldi.
"Bir an önce bir ev bulup çıkacağım, teşekkür ederim," dedim gülümseyerek.
O da bana gülümsedi ve hafifçe kenara çekilerek önden yürümem için müsaade etti. Konuşmalarımız kısa oluyordu ama düşünmesi yıllar sürüyordu. Keşke yıllarda konuşsak ve çok az düşünebilseydik. Daha az düşünmek için dönüşte sefer otobüs yerine yürümeyi tercih ettim. Ev, emniyet binasına nispeten hastaneye daha yakındı. Annem Turhan için bilerek böyle bir güzergah seçmişti. Kim derdi ki kendi için de kolaylık olacağını.
Otobüs durağını geçip yürümeye devam ederken canımın sıkkınlığı yüzüme yansıyor olmalı ki camlara yansıyan silüetim tamamen keyifsiz görünüyordu. Annem, kardeşim, babam ve Haris. Hayatımda düzgün giden bir tane bile bir şey yok. Her şey mi birbirine girer? Her şey mi mahvolur?
Yerde duran taşa bir tekme atıp daha ileri gitmesini sağladım ve peşinden yürüyerek bir kere daha attım. Taşla birlikte vura vura ilerlerken Cihanşah peşimdeydi. Haris'i bilmese de diğer olayların hepsini bildiği için az çok ne durumda olduğumu tahmin ediyordu. Dışarıdan içler acısı gibi görünüyor olmalıydım. Koca dünyada yapayalnız hissediyordum. Bana tavsiye verecek ya da omzunda ağlamam için sarılacak kimsem yoktu. Böyle düşününce gözlerim nemlendi ve hemen birkaç damla yaş süzüldü. Elimin tersi ile yaşları hızlıca sildim. İçim doluydu, bu yüzden bir ağlarsam kimse durduramazdı. En iyisi mi hiç başlamamaktı.
Ama nafile...
Gözlerim hızla yaşlarını boşaltırken vurduğum taşı göremedim ve ayağımı kaldırıma çarptım. Onun acısı da eklenince iyice ağlamaya başladım. Ana yolun kenarındaki kaldırımda kendimden geçercesine ağlarken Cihanşah arkamdan koşarak bana yetişti. Bayağı bir arkada kalmıştı. Muhtemelen rahatça ağlamam içindi. Şimdiyse, ağlamama dayanamamış olacak ki hemen yanımdaydı.
"İyi misin?"
Önüme geçip elleri ile omuzlarımdan tuttu. Ağlamaya devam ediyordum. Elimde değildi. Buna ihtiyacım vardı. Bana sarıldı. Benim kollarım boşlukta sallansa da iyi gelmişti. Buna da ihtiyacım vardı. Birinin beni ayakta tutmasına. Birinin bana destek olmasına. Birinin yanımda olduğunu göstermesine çok ihtiyacım vardı. Bu kişinin Haris olmasını her şeyden çok isterdim ama değildi. Asla da olmayacaktı. Bunu net bir şekilde söylemesine rağmen hala aptal gibi ümit edip duruyordum.
"Şşşt. Her şey geçecek, sakin ol."
Cihanşah'ın bir abi gibi omzuma hafif ritimlerle vurması rahat ettiriyordu. Ben de bundan fırsat bilip daha çok ağlıyordum.
"Sakin ol Hacer. Çok zor biliyorum ama katlanmak zorundayız."
Ağladım. Ağladım. İçim çıkana dek ağladım. Ana yoldaki araçlar hızla geçip giderken, gecenin zifirliği ay ışığı ile bölünürken, iğdenin kokusu artık tam olarak gelmezken uzunca bir süre ağlamaya devam ettim.
🌻
Haris Çelik 🕯
3 gün sonra
Tam üç günlük iznimden sonra keyifle emniyet binasına girdim. Artık birçok şey değişmişti. İnsanlar bana saygı duyuyordu. En sonki tutuklama fikrim polisinden, temizlikçisine kadar herkesi bana yakınlaştırmıştı. Daha rahat yürüyordum artık. Daha rahat girip çıkıyordum emniyete. İstediğim odaya girme iznim vardı. Müdür Devran bile bir şey demiyordu. Birçok insanın gözü üzerimdeyken söylemek onun için riskli olurdu. Artık bir polisten farkım yoktu. Hatta çoğu defa polisler bana soru sormaya ve danışmaya geliyordu. Bir şeye evet dersem olumlu bakıyorlar. Hayır dersem şüpheleniyorlardı. Fikirlerim artık hepsi için değerliydi. Biraz uzak duruyorsam onlar için de şüphe var anlamına geliyordu.
Koridorda keyifle yürürken karşıdan gelen Emre ve Onur el kaldırıp salladılar. Ben de onlara karşılık verdiğimde daha hızlı yürümeye başladım.
"Ooo anti polisimiz gelmiş."
Onur kolunu omzuma attığında gülümseyerek ben de kolumu beline sardım. Ekip de farklıydı artık. Eskisinden daha yakın ve daha samimiydik.
"Biz de yemek yemeye gidiyorduk. Gelsene." Emre koluma girdiğinde başımla onayladım.
"Üçümüz mü sadece?"
Normalde daha çok olurduk ama sadece üç kişi görünce sorasım geldi.
"Diğerleri farklı yerlerde yiyecekler."
Diğerleri? Demek Heyzır diğerleri ile yiyecek ha? Peki. Öyle olsun. Zaten ben de öyle olmasını istiyordum.
Üçümüz birlikte yemek için yürürken odasından çıkan Gamze "Hey, beni de bekleyin!" diye bağırdı. Onu da görmeyeli bayağı olmuştu. Durup arkamızı döndüğümüzde önlüğü ile bize koşuyordu.
"Hey! Çıkar şu önlüğü, gören de üstümüzde otopsi yapacaksın sanar."
"Oops, Onur haklı. Şu an bayağı ürpertici görünüyorsun!"
Emre ile Onur Gamze'nin önlüğünden şikayet ederken "Siz susun, Haris sence kötü duruyor mu?" diye sordu. Bir şey demeden omuzlarımı silkelediğimde "Niye biz bir şey diyemiyormuşuz?" diye sordu Emre.
"Düşün bakalım neden? Kızların tercih ettiği erkek, kızların dikkate aldığı erkektir. Haris Heyzır tarafından tercih edilen tek erkek. Bu durumda benim için önemli olan da onun düşüncesi. Sizin gibi harem ağalarının değil."
Böyle bir şeyi hiçbirimiz beklemiyorduk. Ben ve diğer ikisi şaşkınca Gamze'ye bakarken Emre daha keskin bir şaşkınlık gösterdi.
"Woah! Görüşmeyeli bayağı zehir ağızlı olmuşsun." Sindiremiyorum gibi iki kere göğsüne vurdu. "Oah! Yemin ediyorum tüylerim diken diken oldu," diye bağırdı Emre.
"Bence sen dar görüşlüsün.Hem beni tercih eden biri var," dedi Onur.
"Ciddi misin?" Gamze benim yanımdan Onur'un yanında gitti. "Kim? Kimmiş söylesene?"
"Şu yapışkan kız mı?" Emre alayla sorduğunda ben de ona baktım. "Neydi adı Himri mi? Rihmi? Yok yok Mihri."
Emre alayla söylerken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bu karmaşayı gerçekten seviyordum. Birbirileri ile olan tuhaf ilişkileri hoşuma gidiyordu. Tam bir kaos sarayıydı.
"Yok Rahmi Emre! Oğlum mal mısın? Kız yapışkan falan değil. Ayrıca çok da güzel."
"Ne güzeli kardeşim ya, sadece mavi gözleri var o kadar."
Emre ile Onur önden yürümeye daha doğrusu kapışmaya başlamışlardı ki Gamze ile arkalarından geliyorduk. Gülerek bir süre onları izledim.
"Amanıın şu ikisi ne zaman büyüyecek hiç bilmiyorum."
Gamze başını iki yana sallayıp acınası bir bakışla o ikisine bakarken ben hala gülmeye devam ediyordum. Umutsuz vaka oldukları doğruydu ama kesinlikle çok eğlencelilerdi.
"Sen de bayağı eğleniyorsun hani?"
Gamze bu sefer bana döndüğünde omuzlarımı silkeledim. Eğlenilecek bir şey varken niye kaçırayım ki? Emre ve Onur bence gayet de komik bir çiftti. Gamze derin bir iç çekip önüne döndüğünde "Sahi sen ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.
Gamze sorunca neden bahsettiğini bilmediğim için ona baktım. Daha fazla açıklama beklediğimi anlayınca "Heyzır'dan bahsediyorum," dedi.
Neden herkes onun adını anıyor? Ben olduğum için mi? Heyzır ve ben sürekli bir anılan bir çift miyiz ki?
"Siz erkekler nasıl görüyorsunuz bilmiyorum ama biz kızlar birbirimizi tanırız. Sanırım senden tamamen vazgeçti."
Beynime kan sıçradı bir an için. Sürekli kendimden uzaklaştırsam da bunu duymak nefesimi kesti nedense. Gülümseyen dudaklarım yavaşça toparlandığında var olan moralim tamamen alt üst olmuştu.
"Gerçekten olursunuz diye bakmıştım ve sizi böyle görünce biraz olsun aşka inancım azaldı."
Neden bahsediyor? Her ne söylüyorsa canımı acıtıyordu.
"Ortada inancı azaltacak bir durum yok. Sen inanmaya devam et," dedim, duygularımı bastırarak. Bunu söylerken sesim kısık çıkmıştı ama iki kere öksürerek durumu kurtarmaya çalıştım.
"Heyzır'a üzülüyorum nedense," diye devam etti Gamze. "Yani seni anlıyorum tabii ki, zorla sevmek zorunda değilsin ama birini sevip de karşılık alamamak o kadar zor ki. Bu kadar çabaladıktan sonra tamamen vazgeçmiş olmalı. Baksana emniyete bile gelmiyor artık."
"Gelmiyor mu? Üç gündür hiç mi gelmedi?"
"Gelmedi. İzin almış. Taşınıyormuş."
"Taşınıyor muymuş?"
Aniden durunca Gamze de durdu.
"Evet. Cihanşah'la birlikte üç gündür taşınma işleri ile uğraşıyor."
Yine mi aynı velet...
"Sinirlendin mi?"
"Ben mi? Yo, ne alakası var. Herkes istediği şeyi yapmakta özgür sonuçta. Heyzır'a da söyledim zamanında. O bir polis Gamze, bense bir hırsızım yani kulağa hiç mantıklı geliyor mu?"
Gamze ümitsizce iç çekip omuzlarını silkelediğinde "Öyle bile olsa insan üzülüyor işte, bir de sanırım biraz benim de hatam var. Onu cesaretlendirdim. İçinde yaşamaya çalışıyordu ama dışarı vurması için destek oldum. Şimdi tamamen boşluğa düşmüş olmalı," dedi.
Kuruyan dudaklarımı ıslattım. Nedense içim yanmıştı.
"Neyse artık tamamen unutacağına göre herkes bir rahat eder. Umarım Heyzır'ı hak eden biri ile karşılaşır. Onun üzülmesini hiç istemiyorum."
Gamze'yi dinlerken yürümeye devam ediyordu. Sonra baktık Emre ile Onur koşmaya başladı "Beni bekleyin!" diye bağırdı Gamze de. Koşarak öndekilere yetiştiğinde ben arkada kaldım.
Güzel...
Madem vazgeçti, en yakınından dönmek en iyisi. Kendi isteği ile uzaklaşıyorsa izin vermeliyim. Onun iyiliği için. Mutlu olabilmesi için... Gerçekten onun için. Sadece onun için.
🕯
Hacer Gazel 🌻
"Turhan'ın yatağının burada olması senin için daha kolay olur. Hem lavaboya da çok yakın."
Cihanşah lavabonun hemen yanındaki köşeyi gösterirken başımla onayladım. İkimiz de tişört üstüne ekose gömlek giymiştik. Bne, beyaz tişört üstüne sarı yeşil kareli gömlek giymişken, o siyah tişört üstüne lacivert bordo gömlek giymişti. Kollarımızı dirseklerimize kadar katlamış iş yapmaya hazırdık.
"Bu çatı katı, çok tercih edilen bir yer değil. İnsanların bilmediği yerler inan bana daha güvenli sizin için."
"Haklısın. Hem çok uzun süre kalmamıza gerek yok. Turhan biraz kendine gelsin ev değiştiririz zaten."
Cihanşah elindeki fırçayı beyaz boyaya batırırken "Bunları unutma," dedim ve elimdeki eldivenleri ona doğru götürdüm. Çoktan üstü boya olmuştu bile.
"Her yerini batırmayı nasıl başarıyorsun?"
Gülümseyerek sorduğum soru burnuma biraz boya sürülmesi ile son buldu.
"Ya! Niye böyle bir şey yaptın!"
"Ne var tatlı oldu."
Elimin tersi ile sildim ama hala biraz kalıntısı vardı. Ben de boyadan biraz alıp ona sürmek için hazırlanırken "Boyum 1.87 istesen de ulaşamazsın," diye bağırdı.
"Ben 1.60'ım ama mesele boyda değil zaten."
Taburenin üstüne çıkıp burnuna doğru boyayı sürdüğümde şoka girdi.
"Vay be, bu çok ani oldu. Gafil avladın. Seni! Gel buraya."
Odanın içinde burna boya sürme yarışı yaparken Turhan yatağının üstünden bize gülerek bakıyordu. Yapacak tonla iş varken biz bununla uğraşıyorduk. Her ikimizin yanağı ve burnu beyaz boyaya bulandığında oyun da sona erdi.
Önce duvarlar boyandı. Sonra kapılar değişti. 1+1 çatı katı dairesinin amerikan mutfağı yeniden sökülüp takıldı. Duvar kağıtları yapıştırıldı, şahsi eşyalarımız yerleştirildi. Benim yatağım, dolabım, mutfak eşyaları ve halılar. En son perdeler de takıldığında bitmişti.
Cihanşah'la birlikte kendimizden geçmiş bir şekilde çatı katının kapısının önündeki iki basamaklı merdivene oturduğumuzda Konya ayaklarımızın altında duruyordu. Oturduğum yer öyle güzeldi ki, asıl girişi arka tarafta ve aşağı kattaydı. Ama terasa çıkan ve sadece bu evi kullanana özel bir de geniş balkonu vardı. Balkon o kadar genişti ki insan bahçe sanıyordu. Şehrin üstünde bulutlara yakın bir bahçe...
"Sana olan borcumu nasıl ödeyebilirim beyefendi?"
Elimdeki boya fırçasını çevirerek sorduğumda Cihanşah eldivenlerini çıkarıyordu.
"Bir kere gülümsersen ödeşiriz."
O istediği için değil de isteği sadece bu olduğu için istemsizce güldüm.
"Oldu. Ödeştik."
Daha fazla güldüm. İçimden geldiği için. Hoşuma gittiği için. Değerli olduğu için. Ben gülümseye devam ederken hiç beklemediğim bir anda "Haris'le tamamen bitirdiniz mi?" diye sordu.
Elimdeki fırçaya bakmaya devam ederken çalışmadığım yerden gelen bu soru batmak üzere olan güneşin pembe ışıkları birlikte kızarmama neden olmuştu. Gülüşüm yavaşça silinirken başımı kaldırıp etrafa baktım. Evin konumu o kadar güzeldi ki, her yeri yeşilliklerle kaplıydı. Tıpkı animelerden fırlama bir yerdi. Kendim farklı şeyler düşünsem de Cihanşah sorusuna cevap bekliyordu. Onu böyle atlatmamın imkanı yoktu.
"Biz, hiç başlamadık ki."
Acı bir tebessümle ona baktığımda iç çekti. Bakışları yere indiğinde ben de derin bir nefes aldım.
"Hiç başlamadığınıza emin misin?"
"Evet. Sadece ben sevdim. Ben bağlandım. Ve tam dört kez reddedildim."
"Dört mü?"
"Evet, üçü onun tarafından biri hayallerimde."
Cihanşah son cümlemle kahkaha attı.
"Hayalinde red mi edildin yani?"
"Evet. Çok dramatikti," dedim yüzümü buruşturarak. Daha çok gülsün istiyordum bu yüzden bilerek komik olmaya çalışıyordum. Bana o kadar çok yardım etmişti, onu acılarla dolu tek taraflı aşkımı anlatarak üzmek istemiyordum.
"İlişkinizin detayını bilmiyorum ama bence tek taraflı değil. Yani hiçbir erkek hoşlanmadığı bir kızın etrafında olmasını istemez."
"İyi de biz mecburduk. Yani öyle gönül ilişkisi yoktu," dedim dudaklarımı düz bir çizgi haline getirerek. Daha fazla konusu açılsın istemiyordum. Onu unutacaktım artık. Ne yaşandıysa oldu bitmişti. En iyisi hiç düşünmemekti. Benim konuyla ilgilenmediğini anlayan Cihanşah da bambaşka bir şey açtı.
"Aaah! Konya'nın havası cam gibi."
Derin bir nefes alarak başını gökyüzüne kaldırdığında ben de onun gibi yaptım. Sonunda Haris'ten başka bir şeydi.
"Kazakistan'ın havası nasıl ki?"
"Bilmem. Uzun zamandır gitmedim."
"Aah, şu an başka bir ülkede olmak ne güzel olurdu."
İç çekerek söylediğim şey ile Cihanşah başını çevirip bana baktı.
"Bu kadar sıkıldıysan bir dahaki sefere birlikte gidelim."
Gülümseyerek başımla onayladım. Umarım öyle olur. Ve umarım başka bir ülkeye gidecek kadar keyfim ve vaktim olur. Cihanşah ile birlikte gece yarısına kadar evi düzenledik ve tamamen oturulur bir hale getirdik. İlk defa Haris'i düşünmeden geçen bir günüm olmuştu. Sanırım, yani eğer ondan uzak durursam unutmak daha kolay olacak. Senelik izne mi çıksam?
Cihanşah tüm eşyalarını toplayıp gitmek için hazırlanırken ben de uyuyan Turhan'ın üstünü örtüp peşinden çıktım. Teras katındaki bana özel çıkıştan gidecekti. Kapının önünde ayakkabılarını giyerken onu izledim. Yorulmuştu. Ve ben de çok minnettardım.
"Bir şey olursa beni ararsın tamam mı?"
"Hıhı."
"Gerçi burada pek insan yok ama, sen yine de dikkatli ol."
Tam Cihanşah'a bir şey demek için ağzımı açıyordum ki "Amanın komşum, varsa bir bardak yağ alabilir miyim?" diye sordu biri.
Duyduğum ses, hitap şekli, bu kadar yakından?
Hem Cihanşah hem ben başımızı sesin geldiği yan dairedeki çatı katına çevirdiğimizde arsamızı ayıran çite dirseklerini yaslamış şekilde bize bakan Haris'i gördük.
Elindeki boş bardağı sallarken ağzım açık bir şekilde ona bakıyordum.
Haris önce bana sonra da sanki sınırını çizen bir köpek gibi Cihanşah'a baktı. Bu bakışı biliyordum. Onu tanıyordum. Açık açık Cihanşah'ı tehdit ediyordu. Sınırıma girdin diyordu.
Ben Haris'e, Haris Cihanşah'a bakarken gökyüzündeki birkaç yıldız kayıp gitti.
🕯
Son üç bölüm kaldı ve biraz daha hızlandıracağım. Çünkü bazı işlerim var ve yazmaya ara vereceğim ya da tamamen bırakacağım bilmiyorum. Sizleri madur etmemek adına en azından bu kitabı tamamlayı planlıyorum. Detaylı açıklamayı finalde yaparım. O zamana dek Allah'a emanet olun. Yeni bölüm çok hızlı gelecek inşaAllah. Yorumlarınızı sakın eksik etmeyin. Hepsini okuyorum çünkü. Sevgiler. |
0% |