Yeni Üyelik
57.
Bölüm

57. Bölüm

@hakugu

 

Bu bölüm, serinin 3. kitabı olan 1994'ün final bölümüdür. Keyifli okumalar dilerim...

 

 

 

 

 

 

 

 

🕯

 

 

Engerek zehri örgütünün karargahı

 

"Neden bilmiyorum içimde tarihin tekerrür ettiğine dair tuhaf bir his var."

 

Adli tıp uzmanı Melik Kandemir tuttuğu golf çubuğunun ucundaki topa hafifçe vurduğunda uçsuz bıçaksız yeşil alan içinde sadece üç kişi oyun oynuyordu. Çevreleri insanlarla çevrelenmiş olsa da onlar üçlü bir diyalog içindelerdi. Sadece kendilerinin anlayacağı kadar zehirli ve sadece kendilerine özel kalacak kadar tahrip edici.

 

"Neden bahsediyorsun?" diye sordu uzman psikolog Fehmi Tanrıverdi. "Hangi tarih yeniliyormuş kendini?"

 

"Bilmiyorum içimde kötü bir his var," dedi orta yaşlı adam beyaz şapkasını düzelterek. "Yusuf Gazel'in bir parçasının hala hayatta olması beni tedirgin ediyor. Sanki, ahtapotu öldürmüşüz de bir kolu hala kıvranıyor gibi geliyor."

 

Uzakta da olsa onları pür dikkat dinleyen uzman doktor Adnan Keşan elindeki kokteyli yudumlarken sıranın ona gelmesini bekliyordu. Ne zaman Yusuf Gazel ismi geçse istemsiz bir baş ağrısı peyda oluyordu. Adam öleli yirmi küsür sene olmuştu ama izi bir türlü geçmeyen arsız bir yara gibiydi. Geceleri kabus olup üstlerine çöküyor, ilelebet karşılarına çıkacak dur tabelası gibi yürüdükleri yolun her tarafında kendini belli ediyordu.

 

"Şu kız, neydi adı Hacer mi ne? Onun emniyette olması beni rahatsız ediyor. Babasına dair bir bilgi edinmesi an meselesi."

 

"Yusuf Gazel'in dosyaları yıllar önce yok edildi. Onu öldüren kişi bile hayatta değil. Kimle irtibata geçecekler? Bence yersiz bir endişe içindesin."

 

İkili konuşmaya devam ederken top sağa sola süzülüp duruyordu.

 

"Yusuf Gazel'in intihar olayını önceden duyurmamız iyi olmadı bence. Bunca zaman şehit adını kullanıp bir anda intihar etti diye çıktı. Şüphelenmeleri çok normal. Ya kızı bu işin peşine düşerse?"

 

"Hacer Gazel tek başına. Ona yardım edecek kimsesi yok. Geçmişle bağlantı kuracağı kimse de kalmadı. Bence boş yere bizi huzursuz ediyorsun. Güzel bir oyun yapalım dedik açtığın mevzuya bak."

 

Fehmi hafifçe eğilip elindeki çubukla topu hizalayıp sertçe vurduğunda top tam da Adnan Keşan'ın önüne düştü. Kokteylinden son yudumu alan uzman doktor bardağı hiç önemsemeden kenara attı ve çubuğu önüne alarak üstüne abandı.

 

"Lanet adamın adını almayın diye kaç defa diyeceğim size?"

 

İkilinin olmayan keyfi tamamen kaçmıştı. Adnan sarhoş olmuştu belli ki ve Yusuf Gazel'den o kadar nefret ediyordu ki sırf sinirinden yıllar önce ikisinin de dizlerini sakat bırakmış onlarca ameliyat geçirmelerine neden olmuştu.

 

"Ahtapotun kıvrak koluymuş da bilmem neymiş, ezerim lan ben o kolu!"

 

Bağırışı tüm alanda yankılanırken etrafta onları izleyenler ne olduğunu anlamak için birbirlerine bakınmışlardı.

 

"Bi tane kokuşmuş kızı var diye tarih niye tekrar etsin? O kızın da ipini çektim mi olur biter. Hacer Gazel mi ne b*ksa benim oyunumdan daha mı değerli?"

 

Elindeki sopayı sinirle kenara atan Adnan arkasını dönüp gitmeye başladığında hem Fehmi hem Melik daha fazla tedirginlikle onun arkasından bakmaya devam ediyorlardı.

 

 

 

Hacer Gazel ✨

 

 

Çiçek kokularının sürüklendiği rüzgarla taşındı kokun bana.

Hemen yanımdaymışsın gibi nefesin ulaştı enseme.

Çok uzun zaman önceydi varlığın ama hala elini tutuyormuşum gibi.

Çok uzun zaman önceydi hikayen ama hala seni okuyormuşum gibi.

Bir gün yeniden kavuşur muyuz bilmem?

O eski hatıralar hala zihnimde, hiç küflenmemiş gibi tazecik.

 

 

"Bu ceset Yusuf Gazel'e ait değil. Nasıl oluyor ya?"

 

Gamze şaşkınlıkla bize bakarken Haris ona doğru bir adım attı.

 

"Ne sandınız? Bunlar her kimse Heyzır'ın ailesini mahvetmeye ant içmişler. Biliyordum böyle bir şey olacağını."

 

Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkunduğumda Haris'e bakıyordum. Hem çok sevinmiş hem de çok üzülmüştüm. Babamın cesedi değilse intihar etmediği doğruydu. Aksi takdirde neden cesedini farklı biri ile değiştirsinler? Peki ya gerçek ceset nerede?

 

"Bu kadar ileri gittiklerine göre Heyzır hala tehlikede değil mi?"

 

Onur endişe ile sorduğunda Emre bana doğru yaklaştı. Sanki hemen şimdi bir şey olacakmış gibi.

 

"Tehlikede. Hem de sandığımızdan daha çok tehlikede."

 

Haris'in bakışları üzerimdeyken ben Gamze'ye baktım. Elindeki eldiven ve iğne ile öylece Haris'i dinliyordu.

 

"Babamın cesedini nasıl bulabilirim?"

 

Sorum ile herkes önce bana sonra da baktığım yere yani Gamze'ye baktılar. Cesedin nerede olduğundan ziyade nasıl bulacağımı sormuştum zira madem cesetleri değiştiriyorlar bunda iş bilir kişilerin parmağı da vardı. Böyle bir felaketi de ancak Gamze gibi işinin ehli insanlar çözebilirdi.

 

"Emin değilim," dedi yatmakta olan cesedin ayaklarına bakarak.

"Burada önemli olan babanın cesedinin yerinin değiştirilme nedeni. Şayet intihar etmediği anlaşılmasın diye değişim yapıldıysa..." gözleri hafifçe beni buldu. Fakat bu bakışların pek de iç açıcı bir anlamı yoktu.

 

"Evet?" diye sordu Emre.

 

Gamze'nin gözleri titrediğinde alt dudağımı ısırdım.

 

"Tamamen yok edilmiş olabilir."

 

Hızla ellerimi ağzıma kapattığımda Haris bana bakıp kaşlarını çattı. Ben ne zaman üzülsem ya da korksam beni üzen ya da korkutan şeylere sinirleniyordu.

 

"Tamamen yok edilme derken ne? Nasıl tamamen yok edilebilir ki?"

 

Onur hepimizin merak ettiği ama sormaya cesaret edemediğimiz şeyi sorduğunda araya nebbaş girdi.

 

"Ya tamamen yakılmıştır, ki bu en iyi yoldur. Asla DNA'sına dair bir iz bulunamaz. Ya üstüne beton dökülmüştür. Bu yolda da cesedi asla bulamazsınız. Ya da üstüne kimyasal dökülerek cesedin DNA'sı tamamen yok edilir. Tabii vahşi hayvanlara yedirilmeyi saymıyorum bile."

 

Gözlerimden birkaç damla yaş süzüldüğünde "Yeter artık," diye bağırdı Haris. "Cesedi alıp gidebilirsin sen. Paran hesabına yatırıldı."

 

Nebbaş Haris'in öfkesinden kaçmak için alelacele işe koyulduğunda "Çıkalım buradan," dedi Onur. Hep birlikte odadan çıkıp koridorda yürümeye başladık. Öyle kötüydüm ki, nereye gittiğimi, nasıl yürüdüğümü ve aslen kim olduğumu seçemiyordum. Sanki başıma demirden bir tokmak yemişim de tüm dengem sarsılmış gibiydi. Hücrelerimin tamamı teker teker yer değiştirmiş ve bambaşka yerlere yerleşmiş gibiydi. Koridorda yürürken Onur'un telefonu çalmaya başladı. Arayan Meriç'ti ve yeni bir davadan söz ediyordu. Bunu hemen anlamıştım çünkü her davada olduğu gibi hepimizin telefonuna aynı anda dava ile ilgili ip uçlarını içerek mesajlar gelmişti. Tam da kendimden geçtiğim vakti bulmuştu. Ama belki de iyi olurdu. Beni ancak benimkinden daha vahim bir dava kendime getirebilirdi. Telefon kapandığında Onur adımlarını hızlandırdı.

 

"Acil emniyete gitmeliyiz. Yeni bir cinayet vakası varmış."

 

Onlar gibi ben de hızlandığımda babamın durumunu unutmasam da kendimi davaya odaklamaya çalıştım.

 

Hep birlikte emniyete geldiğimizde ortalık çoktan karışmıştı.

 

"Tutuklayın çabuk şu meczubu! Köyümüze lanet getiriyor. Hemen tıkın içeri!"

 

Hangi köyden olduğunu bilmediğim teyzeler ve amcalar emniyetin koridorunda adeta isyan çıkarmıştı. Hepsi bir ağızdan konuşuyor ve lanetli birini anlatıyorlardı. Kulağa korkunç gelen ses ve anlatış şekilleri dikkatimi tamamen onlara yöneltmeme neden olmuştu.

 

"Ha bizim köye geldiğinde ben dediydim bu adam deli diye. Kimse dinlemedi beni."

 

"Dinledik de ne oldu. Hacce ile kaçmadı mı?"

 

"Yalan etme Davut ağabey! Hacce'yi o mendebur kaçırdı. Güzelim kıza koca mı yoktu da onun gibi deli birisini istesin?"

 

"Amma ben Hacce'ye de kaç defa dedimdi. Ağanın oğlu Rüstem vardı. O da severdi Hacce'yi. Varmadı, evlenmedi onla."

 

Konuşanların cümleleri kulağıma dolarken bizimkilerle koridordan hızla yürüyüp geçtim. Her ne oluyorsa ortada karman çorman bir mesele vardı ve biz yine bu karmaşanın tam ortasındaydık.

 

En önde Gamze, sonra Emre ve Onur. En son ben ve Haris ofise girdiğimizde içeride Yağız ve Cihanşah'ın olduğunu gördük. İkisi birlikte projeksiyonun yansıtılacağı perdeyi açmaya çalışıyorlardı. Masanın üstünde herkesin oturacağı yerin önünde dosyalar dağıtılmış cinayet hakkında hazırlık yapılıyordu.

 

"Meriç müdürün yanına gitti birazdan gelir," dedi Cihanşah. Biz de hemen yerimize oturup dosyaları elimize aldık ve incelemeye başladık.

 

"Alzheimer karısını üç kurşunla öldürdüğü iddia edilen 72 yaşındaki Hamza Erbulut. Bir dağda tek başlarına yaşayan çiftin hiç çocukları yok. Kadının saçlarından gül kuruları çıktığı için davanın ismi Gül kurusu davası olarak güncellenmiştir."

 

Dosyayı kendim de okumuştum ama Emre'nin dışından okuması ile bir kez daha üstünden geçtim.

 

"Tüm oklar onu gösteriyor ama adam kabul etmediği için incelememiz gerekiyor."

 

"Kabul etmiyor mu?" diye sordu Onur Cihanşah'a.

 

"Daha doğrusu hiçbir tepki vermiyor. Donmuş gibi bir şey. Üstüne biraz gidince ben yaptım diyor."

 

Kaşlarımı çatarak Cihanşah'ı dinlerken kapı sertçe açıldı ve içeri önde müdür arkada sürükleyerek getirdikleri amca ile Meriç girdi.

Nasıl oldu bilmiyorum ama adamı ilk görür görmez içim sızladı.

Öylesine yaşlı görünüyordu ki yaşından daha fazla ezilmiş gibiydi. Belki nispeten daha gençti ama tükenmiş görünüyordu. Alnındaki çizikler, ellerindeki nasırlar ve ezilmiş bedeni insanı üzüyordu nedense. Tek ben mi üzülmüştüm bilmiyorum ama Meriç onu iterek içeri aldığında istemsizce yerimden kalktım.

 

"Alzeimer eşini üç kurşunla öldürmüş, böyle durduğuna bakmayın, tam bir kaçık."

 

Müdürün sözleri ile yaşlı adama baktım. Gerçekten mi? Gerçekten mi? Bu soruyu defalarca sorabilirdim. Gerçekten mi? Gerçekten mi?

 

"Aslında incelenecek bir şey yok ama bu caninin cezasını arttırmak için işkence kullanmış mı kullanmamış mı onu bulmamız gerek. Eğer işkence de kullandıysa ki umarım kullanmıştır. Ölümlerden ölüm beğensin lanet köpek."

 

Müdür yaşlı adamın ayağına bir tekme atmıştı ama adam hiç kımıldamamıştı bile. Gözleri hep aynı yere takılıydı ve derin derin bir şeyler düşünüyordu.

 

Her zaman Devran müdürün fevri hareketlerinden rahatsız olmuşumdur. Ne zaman denk gelsem bir suçluya fiziksel olarak şiddet uygular. Bazen bu şiddet bize de sıçrar elbette.

 

"Otur lan it oğlu it!"

 

En başa, normalde müdürün oturduğu yere atılırcasına oturtulduğunda yumruklarımı sıktım. Önlenemez bir gerilim yaşıyordum içimde. Kanım çekiliyordu sanki. Neden bilmem derin bir hüzün topuna dönüşmüştüm.

 

"Sorgu odasına gidemedik çünkü dışarıdaki kalabalık bu leşi parçalamak için fırsat kolluyor. Bizim de işimize gelir ama işte, adalet!"

 

Müdür ellerini beline koyup ceketinin etek bölümlerinin kalkmasına neden olurken yaşlı adamın etrafında bir iki kere döndü.

 

"Konuş lan! Karımı ben öldürdüm de! Acımasızca aklı başında olmayan zavallı bir kadını öldürdüm de! Dökül lan!"

 

Meriç sertçe yaşlı adamın omzuna bir tane indirdiğinde yine hiçbir şey yapmadı ama acıdığından olsa gerek gözü nemlendi.

 

"O dağa senden başka keçi tırmanamaz. Bu cinayeti de senden başkası işleyemez. İtiraf et, dökül o**pu çocuğu!"

 

Alt dudağımın içini ısırıp tüm bu manzaraya katlanmaya çalıştım. Fakat son darbeyi müdür koydu.

 

"Konuşsana lan!" Bağırışı ile zavallı adamın ak saçlarından tutup kafasını masaya çarptığında "Durun!" diye bağırdım. Titreyerek ayakta durmaya çalışıyordum. Böyle şiddete ilk defa rastlamıyordum ama babamın durumundan mı nedir iyice hassaslaşmıştım. Normalde suçlulara konuşmaları için bu tarz şiddet uygulanırdı ama nedense bu bana çok ağır geliyordu.

 

Hem müdür hem Meriç bana bakarken "Aklın nerede senin? Oyun mu oynuyoruz burada? Durun ne demek?" diye sordu müdür. Haris'in eli elime uzandığında hafifçe oturmam için çekiştirdi. Böyle bir tepki yanlıştı biliyorum ama yine de kendime hakim olamamıştım.

 

"Heyzır bugün biraz iyi değil müdürüm," dedi Onur. "İzninizle biraz hava alsın."

 

Müdür bana bakmaya bile tenezzül etmeden elinin tersi ile çık çık işareti yaparken ayağa kalktım ve ardıma bile bakmadan ofisten çıkıp terasa yönelen merdivenlere doğru yürüdüm.

 

 🕯

 

Terastan esen rüzgar saçlarımı sağa sola savururken başımı kollarımın üstüne koymuş gözlerimi kapatmıştım. Aldığım derin nefes boğazımı tıkarken tüm ruhum sarsılmış gibiydi. Yaşlı adam nedense beni çok sarsmıştı. Normalde suçlulara karşı bu kadar hassas olmazdım ama bu sefer farklıydı. Hani bazı ruhlar eskiden aşinadır ya birbirine, işte ben de sanki daha önce görmüş gibiydim. Acısını paylaşmış, bir kaşık aşını yemiş, bir çift kelam etmiş gibiydim. Gizlediği bakışları ardında neler hissettiğini anlar gibiydim.

 

Birkaç dakika sonra yanağımda hissettiğim soğuk his ile titredim. Gözlerimi açtığımda karşımda Haris gülümseyerek bana bakıyordu.

 

Elinde tuttuğu iki buzlu kahveden birini bana uzatırken "Sen de sarsıldın değil mi?" diye sordu. Yaşlı adamdan bahsettiğini anlamıştım. Sen de demesi, tek başıma olmadığım anlamına gelmişti ve bu daha iyi hissettirmişti. Başımla onaylarken kahveyi aldım.

 

"Bilmem ki, kendimi suçlu hissediyorum aslında. Bir katilse onun için böyle üzülmem çok yanlış ama," dedim boğuluyormuş gibi bir nefes alarak. "İçim acıyor."

 

"Çok sevmiş besbelli."

 

Haris kahvesinden bir yudum alarak benim gibi teras demirlerine yaslandı. Kahvenin tadı güzeldi ama şu an için güzel olan her şey haram gibi geliyordu. Bunu istemsizce öyle algılıyordum. Kendi canımdan daha fazla yananları görmek benim kendimi bildim bileli en çok yaptığım şeydi.

 

"Askerken yazdığı mektupları bulmuşlar. Hatice'm diyor başka bir şey demiyor."

 

Gözlerim doldu bir anda. Dudaklarımı ıslatıp başka yere çevirdim bakışlarımı. Bir damla süzülmüştü yanağıma.

 

"Neyim var benim böyle bilmem ki? Çok üzülüyorum, ah dayanamayacağım."

 

Tamamen ağlamaya başladığım dakikalarda ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Omuzlarım sarsılarak ağlarken Haris hem kendi hem benim kahvemi duvara koymuş hafif ve ritmik bir şekilde sırtıma vuruyordu. Susturmuyordu. Ağlamama izin veriyordu. O ağlamıyordu ama ara ara iç çektiğini duyabiliyordum. İlk defa bu kadar sarsılıyordum. Üst üste gelen şeylerden dolayı mı bilmem bir boşalma durumu yaşıyordum. İçimdeki tüm hüznü boşaltan ağır bir durumdu bu. İçimdeki tüm acı çıkana dek ağladım. Niye böyle oldum hiç anlam veremiyordum ama geçmek bilmeyen bir yaraya sahipmişim gibiydi. Ağladıkça açılıyor, açıldıkça acıyordu.

 

"Şşt, topla kendini. Bu kadar üzüldüysen vakit kaybetmeden gidip davayı araştıralım. Ağladığını Hamza amca görmesin."

 

İçimi çeke çeke gözyaşlarımı sildiğimde dik durmaya çalıştım. Gerçekten mi? Gerçekten sırf ben şüpheleniyorum diye araştırır mıydı benimle?

 

"Kusura bakma, elimde olmadan oluyor," dedim kendimi toplamaya çalışarak.

 

"Benim için sorun yok," dedi Haris. "yine de tarafını belli etme. Eğer hissettiğin bir şeyler varsa bunu anlamak için polisliğini konuşturmalısın. Ağlayarak yardımcı olamayız değil mi?"

 

Başımla onaylarken tamamen kuruladım yüzümü.

 

"Davaya bumerang ekibi atandı ama pek işlevsel gibi görünmüyorlar. Gerçi Onur da bir şeyler sezdi sanırım ama diğerleri Hamza amcaya sinirliler. İstersen onu alalım yanımıza."

 

"Tamam."

 

Haris son kez omzuma şefkatle vurup önden gitmeye başladığında peşine takıldım. Terastan inip koridora ulaştığımızda karşımızdan gelen Onur ile karşılaştık.

 

"Şey, diğerlerine söyleyemedim ama sizce de Gül kurusu olayı çok garip değil mi?"

 

Sorusu ile Haris bir adım öne attı.

 

"Biz de tam sana geliyorduk."

 

Anlamamışça kaşlarını kaldırdığında kızarmış gözlerimle ona bakıyordum. Beklenti dolu gözleri bir bana bir Haris'e çevrilirken ne demek istediğimizi anlamaya çalışıyordu.

 

Üçümüz birlikte boş bir odaya geçtiğimizde oturduk hep birlikte. Haris ve ven yan yana otururken karşımızdaki sandalyede Onur vardı.

 

"Otopside saçlarınki güllerin henüz tazeyken takıldığı sonradan kuruduğu açığa çıkmış. Ayrıca çok önce takılan bazı Gül yapraklarına da ulaşmışlar. Bu demek oluyor ki," dedi Onur, devamını Haris getirdi.

 

"Bu, çok seven bir adamın yapacağı bir iş."

 

"Yine de elimiz kolumuz bağlı, adam cinayete en başından beri tepkisiz kalıyor. Sükut ikrardandır biliyorsun. Üstelik icbar falan da yok. O böylesine kabullenirken biz nasıl aksini iddia edebiliriz ki?"

 

Onur'un mantıklı açıklamalarını düşünürken parmaklarımı sıktım. Bu, her şeyden vazgeçiş değil de neydi? Hamza amcanın bu kabullenişi de hevesle edilen bir nara değildi. Sanki, sonucun değişmeyeceğini bildiği için yeniden başlamaya lüzum görmeyen biriydi.

 

"Bumerang ekibi ile olay yerine gitmeliyiz."

 

Onur'un yönlendirmesi ile Haris'e baktım. Bu fikre pek yanaşmıyordu çünkü ekibin Hamza amcaya karşı nefret duyduklarını biliyordu. Ve kimse de onları suçlayamazdı. Ortada katledilen bir kadın vardı. Kim ne diyebilir ki?

 

Hep birlikte kalktığımızda ofise doğru yürüdük. Meriç, Cihanşah, Emre, ve Yağız projektör ile yansıtılmış delillere bakarken çok sinirlilerdi.

 

"Gül bahçesi varmış adamın, manyak bir de ölünün saçlarına mı tıkıştırmış?"

 

Cihanşah'ın sorusunu Emre yanıtladı.

 

"Şey sanırım önceden takılmış güller. Yani otopsi öyle diyor."

 

Cihanşah göz devirerek Emre'yi duymazlıktan geldi.

 

"Eğer başka bir ihtimal olsaydı denemek ister miydiniz?"

 

Haris'in atılımını hem ben hem Onur merakla beklerken bastırıcı cümle Meriç'ten geldi.

 

"Başka bir ihtimal? Şunlara bakın bi," dedi elindeki dosyaları Yağız vasıtası ile gönderirken.

"Adamın neden dağa göçtüğünü net bir şekilde raporlamışlar. Hatice teyzeyi kaçırarak evlenmiş. İşkence haberleri de var. Köylü artık bu seslerden bıktığı için polise haber vermiş ama adam dağa kaçmış. Yıllardır kimseyi yaklaştırmamış yanına. Dağa tırmanan birkaç kişi ağır yaralanmış. Şimdi? Başka bir ihtimal derken?"

 

Haris, ben ve Onur delillere daha dikkatli bakarken kaşlarımız çatılmıştı.

 

~1967'nin güz ayında menfur bir hadise ile sarsıldı Konya. 18 yaşındaki Hamza Erbulut 16 yaşındaki Hatice Benli'yi kaçırdı. Kaçırılan genç kızın günlerce işkenceye maruz kaldığı öğrenildi."

 

Haberi okuduktan sonra Haris'in verdiği gazeteye baktım.

 

~1967'de kaçırılan Hatice Benli'den kötü haber. Hamza Erbulut'un elinden alınamayan zavallı genç kızın kaybolduğu öğrenildi. Üç senedir ailesi tarafından aranan genç kıza hiçbir şekilde ulaşılamadı.~

 

Cihanşah'tan gelen habere odaklandım.

 

~Hatice Benli ve Hamza Erbulut tamamen izini kaybettirdi. 1969'un yaz aylarına girilirken köylü Mehmet Topal, Hamza Erbulut'un genç kadını öldürüp sonra da kendisinin intihar ettiğinden şüpheleniyor.~

 

Haris uzunca bir nefesle ofladığında ben de gazeteleri katladım.

 

"Bu olay çok eski ama, kadın şimdi ölü bulundu. Demek ki öldürmemiş."

 

Onur'un girişimi Cihanşah tarafından engellendi.

 

"Abi tamam da daha neyi ispat edeceğiz ki? Adam kabullendi. Kadın hasta. Dağa kaçırmış. İşkence etmiş. Şu resimlere bak."

 

"Kadın alzheimer ama," dedim.

"Pekala kendi kendine zarar verme ihtimali var. Ayrıca icbar ile herkes bir şeyleri kabullenir."

 

Cihanşah'ın elindeki kumanda yeni bir resme çevrilmeden öylece dururken "Biz," dedim Haris ve Onur'u işaret ederek.

"Bu olayı derinlemesine araştırmaya karar verdik."

 

"Yani?" diye sordu Meriç afallayan bir ifade ile. "Size göre bu cani masum olabilir öyle mi?"

 

"Bu zamana kadar hangi dava göründüğü gibiydi Meriç?"

 

Haris'in sorusuna yanıt vermedi ama ellerini iki yana açarak olumsuz bir tavırla yerine oturdu.

 

"Adamın masum görünümü sizi etkilemesin," dedi Cihanşah.

"Nice melek yüzlü katiller var görmüyor musunuz?"

 

"Ama sevgi herkes tarafından okunan bir dildir."

 

Meriç'in konuşması yarım kalırken benim cümlemle herkes bana baktı.

 

"Kim sevmediği birinin saçlarına gül takar ki?"

 

"Heyzır manyakların hangi psikolojide olduğunu bilemezsin."

 

Cihanşah'ın girişimi olabildiğine yumuşaktı ama can yakıcı bir keskinliği anımsatıyordu.

 

"Senin için gül değerli bir şey olabilir peki ya o? O gülleri hangi amaçla taktı saçlarına. Bence boşuna uğraşıyorsunuz."

 

"Hem boşuna hem de yanlış bir fikirle," dedi Meriç dosyaları eline alıp yerine giderek.

 

"Hemen şimdi müdüre müebbet için brifing vereceğim. İşkence var mı yok mu ölçümü için de yeni bir ekip atayacağım. Sizler bu davadan çekilebilirsiniz."

 

Meriç'in net cümlesi ile sarsılmıştım ki araya Onur girdi.

 

"Tek müfettişin sen olduğunu sanıyorsun galiba? Ne zamandır ekibin fikirleri hiçe sayılıyor?"

 

Gittiği yerden geri dönüp Onur'a yaklaşan Meriç sinirliydi.

 

"Burada en yetkili benim! Ayrıca içi boş fikirleri dinlemek zorunda da değilim."

 

Onur da ona doğru bir adım attığında kavgaya girmeleri için ramak kalmıştı.

 

"Hepimiz bu mekanın hizmetçisiyiz unutma."

 

Kızışan ortamdan dolayı yerinden kalkan Cihanşah ve Emre araya girmek için hareketlenirken "Bu yalancı mı giriyor aklınıza?" diye sordu. Meriç'in bir pisliği tükürürcesine söylediği şey ile Haris'e baktık. Uzun zamandır böyle bir ithamda bulunmamıştı ve bu hepimizi ister istemez rahatsız etmişti. Haris'i kabullendiğimizi sanıyorduk oysaki.

 

"O önce kendi neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrensin sonra bize akıl versin."

 

Haris sinirle gözlerini devirdiğinde araya ben girdim.

 

"Benim fikrimdi. O amcanın gözlerinde masumluğu gördüm. Her şey göründüğü gibi olmadığı için, ayrıca..."

 

"Son kez söylüyorum!" diye bağırdı Meriç.

"Sizler bu davadan çekileceksiniz ve bir daha bu konu hakkında tek bir kelam duyarsam o kişi bumerang ekibine veda ettiğini adı gibi bilsin."

 

Meriç sert ve netti. Tek bir fikir değişikliği göstermeyecek kadar da katıydı. Elindeki dosyalarla birlikte ofisi terk ettiğinde biz arkasından öylece bakakalmıştık.

 

 

🌻

 

 

Hava almak için bir kez daha terasa çıktığımda rüzgarın yüzümü ısırmasına izin verdim. İçimdeki rahatsız edici his ile elimden hiçbir şey gelmiyor olması o kadar kötüydü ki. Saçlarım sağa sola savrulurken terasın kapısı açıldı ve içeri Onur girdi.

 

Kuşkuyla etrafı gözetleyip öksürerek boğazını temizledi.

 

"Şey, hava almak için gelmiştim de..."

 

Gülümseyerek ona baktığımda gizlenirmişçesine titizlikle attığı adımlarla yanıma geldi.

 

"Hava iyi mi orada?"

 

"Hım."

 

"Hava almak için tek terasımızın olması ne kötü değil mi?"

 

"Kesinlikle, bu hava bahçede yok zaten. Dimi?"

 

Hafif dalgaya alarak sorsam da Onur oralı olmadı. Biz birbirimize bakmaya devam ederken kapı bir kere daha açıldı.

 

Midesini tutan Emre koşarak bize doğru geldi.

 

"Kusacam valla!"

 

Yapmacık bir hastalıkla terasın sonuna kadar geldiğinde onun bahanesinin ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Çatılan kaşlarımızla ona bakmaya devam ederken "Nasıl? Hiç anlaşılmıyor değil mi?" diye sordu.

 

Tam ona cevap verecektik ki kapı bir kere daha açıldı. Haris arkasını kontrol ederek içeri girdiğinde seri adımlarla bize doğru geldi.

 

"Böyle riskli bir işe kalkıştığım için özür dilerim ama grupça dolaşmamız çok dikkat çekeceği için kameralardan kaçmamız gerekti. Burası," dedi tepedeki kameraları göstererek "kör noktalar."

 

Hepimiz kameralardan tarafa baktığımızda "Cihanşah ve Yağız bize katılmayacak mı?" diye sordu Emre.

 

"Korkarım ki hayır. Meriç o ikisine görev vermiş bu dava ile alakalı. Bize katırlarsa çabucak anlaşılırız."

 

Emre bu izah ile tatmin olurken "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.

 

"Emniyetin desteği olmadan işimiz çok zor."

 

Haris çoktan her şeyi düşünmüşçesine sinsi bir gülücükle karşılık verdi. Yalnız bu sinsilik, içinde fenalık barındıran türde değil daha çok yaramaz bir çocuğu andırırcasınaydı.

 

"Topluca bir işe kalkışacaksak, topluca ortadan kaybolmalıyız. Peki polisler nasıl kaybolur?"

 

"Ölünce?"

 

Emre'nin cevabına yüzümü buruşturarak baktım.

"Ne? Gayet zekiceydi."

 

Savunması bana ulaşırken araya Haris girdi.

 

"Toplu olarak hastalanmalıyız ki izin alalım."

 

"Ama gerçek hasta olmayacağız dimi?"

Onur'un sorusu ile ben de Haris'e baktığımda "Hayır ama ne hastası olacağız o önemli," dedi.

 

"Tebeşir yutalım?"

 

"İlkokul çocuğu muyuz biz Emre?"

 

Emre'nin mükemmel fikirleri Onur tarafından engellenirken "Besin zehirlenmesi nasıl olur?" diye sordum.

 

Haris daha önce olmayan bir parıltı ile gözlerini bana çevirdiğinde "Harikasın Heyzır!" diye gülümsedi.

 

"Yani tebeşir yutunca otomatikman zehirlenmiş oluyorsun zaten."

 

Emre gıcık bir ses tonu ile göz ucuyla bana baktığında gülümsüyordum.

 

"İyi de bize sahte rapor hazırlayacak bir doktor ve hastalık belirtisi gösterecek bir şeyler lazım."

 

Emre'nin cümlesi ile Onur girdi araya.

 

"Kısa süreli mide bulantısı için bir karışım biliyorum da doktoru nerden bulacağız?"

 

Hepimiz düşüncelere dalmışken "Doktorun insanlara bakması yeterli değil mi?" diye sordu Emre.

 

Haris olumlu bir şekilde yanıt verdiğinde "O halde beni takip edin," dedi.

 

Hepimiz merakla peşine takıldığımıza bizi nelerin beklediğinden zerre haberimiz yoktu.

 

On dakika sonra dördümüz birden Gamze'nin karşısında dikilirken o da elindeki iğne ile bize bakıyordu.

 

"Yine ne var? Aranızda otopsisi yapılacak mı var?"

 

Doğru. O bir adli tıpçıydı.

 

"Ahaha! Haha. Ha."

 

Emre yapmacık bir gülüşle ortamı yumuşatmaya çalışırken üçümüz göz ucuyla ona eğilip baktık. Gamze ise çoktan kollarını önüne bağlamıştı bile.

 

"Sonnn bir kez!" diye eğildi Onur işaret parmağını göstererek. "Son bir kez daha yardım et eyyy cesetleri delip geçen harika ve de muhteşem kadın."

 

Yüzümü buruşturarak Onur'a baktığımda endişeleniyordum. Bu ikisi ile işin içinden çıkabilicek miydik merak ediyordum.

 

"Hey, yeter kalk yerden." Haris yerdeki Onur'u kaldırdığında Gamze'ye döndü.

"Yeni dava için yardımına ihtiyacımız var. Bizi topluca hasta edebilir misin?"

 

Bodoslama dalmak ne kadar yardımcı olacaktı bilmiyorum ama Gamze kabul etmişti. İlk defa bir doktordan iyileşmeyi değil de hastalanmayı talep etmiştik. Lakin bu ilk vukuatımız olmadığı için çok da uzamadı. Gamze hepimize birden bir karışım verdiğinde derimizde tuhaf kızarıklar çıkmaya başladı. Önce revire sonra da salgın hastalık teşhisi ile izne gönderildik.

 

Dördümüz birden emniyetten çıktığımızda yapacağımız ilk iş Hamza amcanın köyüne gitmekti. Bulunduğumuz yere yarım saat olan bu köy dağları ile ünlüydü. Dağlarla çevreli bir yere kurulan köyün Konya'ya benzemeyen bir coğrafyası vardı. Dördümüz birden Onur'un aracı ile yol alırken şöför koltuğunda Onur, onun yanında Haris vardı. Emre ile ben arkada oturuyorduk.

 

"Eşi, Hatice Hanım tam olarak ne zaman Alzeihmer olmuş?"

 

Haris'in sorusu Emre tarafından cevaplandı.

 

"Yirmi yedi yaşında ilk vakalar görülmüş. Kayıtlara göre ilk kez hastaneye gittikleri tarihte aslında Hamza amca karakola kayıp başvurusu yapmış. Eşi Hatice teyze evde olmayınca kayboldu sanmış. Meğer alzeihmer belirtisi olarak evden kaçmış."

 

"Nasıl ya? Yani bu haliyle yaklaşık elli senedir beraberler miymiş?"

 

Onur'un sorusunun cevabını ben de merak ederken Emre başıyla onayladı.

 

"Bir daha da hastaneye gitmemişler. Çocukları olmadığı için ikisi birlikte herkesten uzakta bir dağ evinde yaşamaya başlamışlar. Zaten Hatice teyzenin cesedi de dağ eteğinde bulundu."

 

"Hamza amca neredeydi peki?"

 

Sorum ile Emre bana baktı.

 

"Hamza amca cesedi kucağında taşıyıp ihbar eden kişiymiş. Cinayet anında nerede olduğu net bilinmiyor."

 

Emre ve Haris elindeki dosyaları düzenlemeye çalışırken köye giriş yapmıştık bile. Onur köy kahvesinin önünde aracı durdurduğunda Haris oturan amcalara seslendi.

 

"Selamün aleyküm! Ben Hamza Erbulut'un evini arıyorum."

 

"Ne yapacaksın o uğursuzun evini?"

 

"Dayı sen şekerli çayını yudumla afiyetle, bana da Hamza amcanın evini gösteriver."

 

Haris'in insanlara kendi istediğini yaptırma yeteneğine bayılıyorum.

 

"Ha şu dağın tepesinde yaşardı ödlek."

 

İşaret ettiği yer etrafı bulutlarla çevrili dik bir dağdı ve değil orada insan, kartal bile yaşamazdı. Ama Hamza amca orada yaşıyordu öyle mi?

 

"Sağolasın, hadi eyvallah."

 

Onur yeniden gaza bastığında "Oraya araçla çıkamayız," dedi Haris. "Tırmanacağız mecburen."

 

Çizmelerime baktım ve bağcıklarını sökül yeniden sıkıca bağladım. Çıkabilirim. Bunu yapabilirim.

 

Araç dağın eteğinde durduğunda Onur güneş gözlüğünü çıkarıp eliyle gölgelik yaparak yeniden baktı.

 

"Şu işi yeniden mi düşünsek acaba?"

 

Gülümseyerek omzuna vurduğunda önden çıkmaya başladım. Peşimden Haris ve Emre gelirken en son Onur "Beni bekleyin!" diye bağırdı.

 

Hep birlikte dağa tırmanırken çoğu defa kaygan kayalar ve basamaksız alanlara denk geliyorduk. Neden buraya taşımıştı evini bilmiyorum ama kesinlikle kolayca ulaşılacak bir yer değildi. Otlara tutunarak kendimi yukarı çekerken bir ara ayağım kaydı ve on santim kadar aşağı kaydım. Hemen altımda olan Haris'in belimi kavraması ile durabilmiştim. Kendi de sağlam durmuyordu ama beni durdurmasını bilmişti.

 

Yeniden tırmanmaya başladığımda bitmek bilmeyen bir yükseklik boylu boyunca uzanıyordu. Toplamda bir buçuk saatlik çıkıştan sonra nihayet evin avlusu göründü. Gül kokusu ta uzaktan bile burnuma dolarken son adımımı atmamla düz bir alana çıkabilmiştim. Hemen eğilip Haris'e elimi uzattım. Elimi tuttu ama bana hiç ağırlık vermeden kendini yukarı çekti. Peşimizden gelen Emre ve Onur'u da çektiğimizde ikisi yerde sürükleniyordu.

 

"Öldüm! Allah'ım geberdim. Bu ne len!"

 

Emre'yi uzun süre ayağa kaldıramadık. Zavallı Onur elinden tutarak bir süre sürükledi.

 

Tıpkı bir cennet bahçesi gibi görünen evin avlusu mis gibi kokarken çoktan birileri gelmiş cesedin olduğu yeri işaretlemişti. Sesler de gelmeye başladığında bizden daha önce buraya gelen Meriç ve Cihanşah ile karşılaştık.

 

"Siz?"

 

Meriç sinir ve şaşkınlıkla bize bakarken "İçimiz rahat etmedi geldik," dedi Emre.

 

"İçinize başlatma lan! Emniyete yalan mı söylediniz yani?"

 

"Sakin ol Meriç. Şu anda önemli olan bu değil," dedi Onur bir adım öne atarak.

 

Elindeki dosya ile Onur'a sertçe vuran Meriç "Kes lan sesini! Bunların hepsi senin başının altından çıkıyor zaten," dedi.

 

"Hemen şimdi, helikoptere binip emniyete gidiyoruz. Hemen!"

 

Meriç'in bağırışı dağda yankılanırken nasıl bizden önce geldiklerini çözebilmiştik. Lakin herhangi bir ilerleme yapamadan olduğumuz yerden geri gitmeye engel olamamıştık. Helikopter bizi dağdan aşağı indirirken emniyete yeniden dönmemiz çok uzun sürmedi.

 

Binanın içinde yürürken Meriç sinirle aniden durup arkasındaki Emre'nin dizine bir tekme attı. Hemen yanındaki Onur'a da bir tokat salladığında sıra Haris'e gelmişti ki silahımı çekip tam alnına yasladım.

 

"Tek bir kişinin daha canını yakarsan beynini uçururum."

 

Eli havada kalan Meriç yutkunarak bana baktığında "Ne! Vuracak mısın?" diye sordu.

 

"Vur! Vursana lan. Kadın başına polis oldun diye kendini bir halt mı sandın? Soyu belli olmayan lanet bir varlık olarak binamızda olman zaten beni utandırıyor."

 

Duyduğum bu cümleleri Meriç söylemiyordu sanki. Şaşkınlıkla ona bakarken silahın namlusundan çok öteye yuvarlandı.

 

Haris'in ilk defa yumruk attığına tanık oluyordum. Lakin, bazı şeyleri idrak etmek eskisi kadar kolay olmayacaktı.

 

Ortalık karışınca Yağız ve beraberinde onlarca polis toplandı etrafımıza.

 

"Hah, şimdi herkes buradayken bir kere daha açılsın bakalım. Herkes dökülsün. Daha dün Yusuf Gazel hakkında yaptığınız dedikoduları açığa çıkarın. Sadece kendi aranızda konuşmak olmaz. Dökün ortalığa."

 

Meriç dudağının kenarındaki kanı silmeye çalışırken tuttuğum silah yavaşça aşağı indi. Bedenim titriyordu.

 

"Değiştin Meriç," diye fısıldadım. "Benim hayran olduğum Meriç bu değil."

 

"Beni sen değiştirdin!" diye bağırdı.

"Önce bu yalancı ile birlik oldun, sonra babanın durumu. Seni savunmaktan bıktım usandım."

 

Gözlerimden yaşlar boşalırken herkes bize bakıyordu.

 

"Beni savunmak zorunda değildin. Senden böyle bir şey hiç istemedim."

 

"Öyle mi? İyi o halde."

 

Hızlı adımlarla ofise gidip bir dosya getirdi ve bana doğru tuttu.

 

"Bak burada ne yazıyor? Yusuf Gazel kızı Hacer Gazel'in nitelikli geçmiş bağlantısı ve intihar gibi şüpheli bir ölümden dolayı emniyet içinde huzuru bozma kaynaklı rozetinin feshine karar verilmiştir."

 

Olaya Cihanşah müdahale ederek Meriç'in elindeki dosyayı çekip aldı.

 

"Onu kovuyor musunuz?"

 

Cihanşah'ın sorusu havada kalmıştı. Kimse cevaplamadı.

 

"Ben değil, kendi kendini kovduruyor. Sen, ünvan sahibi bir polis olarak bugün bir kere daha adaleti kendi çıkarına kullandın Hacer Gazel. Artık kimsenin yapacağı bir şey kalmadı."

 

Neden? Neden hep böyle şeyler benim başıma gelmek zorunda? Neden işler hep zora girmek zorunda? Neden ben hep işe yaramayan biri gibi kenara itilmek zorundayım?

 

İki tane görevli gelip ellerindeki kutuyu göstererek "Rozet, silah ve yeleğiniz lütfen," dediler.

 

Gözlerim Meriç'te takılı kalmışken herkes kendi arasında konuşmaya başlamıştı.

 

"Heyzır atılırsa ben de burada kalmam."

 

Onur benden önce kendi silahını koyduğunda "Saçmalama Onur," dedi Meriç. "Burada sadece Heyzır'ın gönderildiği yazıyor."

 

"Ama Heyzır'a yapılan yanlış hepimize yapılmış sayılır," dedi Emre de kendi silahını koyarak. "Senden de aynı hassasiyeti beklerdik."

 

Onur elimdeki silahı alıp kutuya koyduğunda "İyi bakın!" diye bağırdı. "Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunu yapan her kimse sizi de rahat bırakmayacak. Özellikle onların uşaklığını yapanları..."

 

Onur'un sözleri Meriç'e direkt ulaştığında "Ben de geliyorum," diye bağırdı Yağız.

 

"Dur durduğun yerde!"

 

Meriç'in bağırışı Yağız'ı istemsizce durdurduğunda yavaşça arkamı döndüm. Ben, Haris, Emre ve Onur koridordaki kalabalığa aldırmadan ilerlerken dengem tamamen alt üst olmuştu.

 

Bir kere daha, benim yüzümden, dostlarım heba oluyordu...

 

Yanaklarıma süzülen yaşları koluma sildiğimde dört kişi koca koridora sığmıyorduk sanki. Ardımda bıraktığım onlarca kişi bir anda, küçücük bir anda gözümde küçülüp yok olmuştu.

 

Bunu müdür yapsa o kadar koymazdı ama Meriç'in yapması çok ağır gelmişti. İçime işlemişti ve ağlayışımı durduramıyordum. Dağılmıştık. Dağıtılmıştık...

 

 

🕯

 

Belki de hayat denilen şey; ne zaman pes edeceğimizin ölçüldüğü bir parkurdur.

 

Şayet öyleyse...

Şayet ne zaman pes edeceğimiz ölçülüyorsa, tamam. Ben bittim. Hemen şimdi, şimdi pes edeceğim. Ailemden herkes pes etmişken benim aptal gibi devam etmeye çalışmam çok saçma zaten. Tuttuğum her dal kırılırken bir umut ışığı aramam saçma. Olmuyorsa fazla da zorlamamak gerek. Akışına bırakacağım.

 

Ara ara kahve için geldiğimiz binanın terasında hava alırken, havanın beni almasını ister gibiydim. Bizimkiler polislikten atılmanın dedikodusunu defalarca kez yaparken ben lavabo için izin alıp bu yere çıkmıştım. Bugün üçüncü kez yüksek bir yerden izliyordum şehri ve sırf hava almak için çıktığım yükselti bu sefer beni boğuyordu.

 

Ayaklarımın ucundaki duvar çıkıntısı yerden çok yukarıda olsa da işime geliyordu. Tek bir hamlede her şey bitecekti. Zaten herkes bunu istemiyor muydu?

 

Dostlarım benim yüzümden işinden oldu. Şayet ben ortadan kaybolursam onlar da eski hayatlarına dönebilirler. Babamın durumu meçhul ve annem kendinde değil. Kardeşim ise perişan durumda. Sahi Hacer Gazel daha ne için dayanıyorsun? Kim için?

 

Sağ ayağımı hafifçe ileri götürmüştüm ki kapı sertçe açıldı. İrkilerek gelen kişiye baktığımda Haris'i gördüm. Koşmaktan harap olmuş, bitap düşmüştü. Yine de beni okuduğu için buraya gelmeyi akıl edebilmişti.

 

Bu halde bile ona karşı hislerim olduğu için kendimden nefret ediyorum. Beni defalarca kez reddetmesine rağmen hala onun sıcaklığını aradığım için nefret ediyorum...

 

Bakışlarımı ondan kaçırıp yeniden önüme döndüğümde bana doğru koştu.

 

Gözyaşlarım akarken titriyordum. O kadar kafe içinden sırf burayı seçtiğim için şüphelenmiş olmalıydı. Pes edeceğimi sezmiş olmalıydı.

 

"Dur! Gelme yoksa..."

 

"Yoksa ne?" diye sordu dibime kadar gelmişken. "Yoksa atlar mısın?" Nefes nefese sorduğunda cevap vermedim.

 

Ağlamaya devam ederken ona baktım. Gözleri dolmuştu ve hüzünle bana bakıyordu. O kadar yakındı ki birkaç santimden fazlası yoktu aramızda.

 

"Dene. Atla bakalım. Korkmuyorum çünkü, nereye gidersen git, ben de senin peşinden geleceğim."

 

Daha fazla aktı gözyaşlarım.

 

"Yıllarca çalıştığım yer, sırtımı dayandığım insanlar beni direkt kalbimden vurdu Haris. Üstelik kurşun bile kullanmadan." Konuşurken sesim kısılmış nefesim boğazıma düğümlenmişti.

 

"Ne sanmıştın ki? Kime ne anlam yükledin?"

 

"Ben olsam böyle yapmazdım. Ama onlar beni tek kalemde sildiler."

 

Başımı hafif yana eğerek söylemiştim bu cümleleri.

 

"Git Haris! Artık, daha fazla dayanamıyorum. Bundan sonra çabalamamın bir anlamı kalmadı. Baksana kendi insanım bile beni anlamıyor."

 

Sözlerim ona ulaşmıyordu sanki. Bana doğru gelmeye devam ederken korkuyordum. Onu da kaybetmekten korkuyordum.

 

"Gelme. Artık yaklaşma bana. Sen de diğerleri gibi git."

 

"Ben diğerleri gibi gidemem. Yapamam."

 

Sözleri kalbimi okşuyordu. Onu uyardım.

 

"Bak, ben aptal bir insanım. Bana yakınlaşırsan eğer," dedim içimi çekerek. "tamamen benim olmanı isterim. Defalarca kes reddetmeni hiçe sayıp yine sana koşarım. Ardıma baka baka yürürüm ve..."

 

"İtirazım yok."

 

Yavaşça sarıldı. Kolları belime dolanırken benimkiler öylece kaldı. Yüzünü saçlarıma gömüp derin bir nefes aldığında gözlerimden yaşlar boşaldı.

 

"Sarılma bana."

 

"Sarılırım," dedi daha sıkı sarılırken.

 

"Ya daha çok aşık olursam?"

 

"Ol."

 

"Uzaklaş."

 

"Uzaklaşmam."

 

"Haris!"

 

"Hacer."

 

"Adımı söyleme."

 

Bir şey demeden daha çok bastırdı beni kendine.

 

"Ne dersen de, artık gidemem. Ölürüm. Sensiz ölürüm. Nefes alamam."

 

"Yalancı."

 

Yalan söylemiyordu. Bunu o da ben de gayet iyi biliyorduk. Haris'le tanıştıktan sonra o doğru söylemeyi bense yalan söylemeyi öğrenmiştim. Ve şu an kesinlikle yalan söylemiyordu.

 

Gözlerimden yaşlar daha çok boşaldı. Bir kuş gibi onun kolları arasında titrerken "Ne yaparsan yap ama beni bırakmayı asla düşünme," diye fısıldadı kulağıma. "Çünkü korkuyorum. Oraya da peşinden gelsem bile buluşamayız diye korkuyorum."

 

Yavaşça yüzümü geri çektiğimde bana baktı. Gözleri gözlerimde gezinirken "Seni seviyorum," dedi.

 

"Sana düzenli bir aile veremeyebilirim. Adil bir insan, dürüst bir adam olamayabilirim. Eve getirdiğim her şeyi kendi alın terimle almamış olabilirim ama," dedi rüzgardan uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirirken.

"seni severim. Çok severim ve bu sevgi beni öldürse bile tek kelime etmem."

 

"Haris..."

 

"Sana aşık oldum Heyzır. Bunu bu kadar geç fark ettiğim için üzgünüm."

 

İstemsizce gülümsedim. O da gülümsedi.

 

"Korkuyorum," diye fısıldadım ona sarılmadan hemen önce. "bunun bir rüya olmasından korkuyorum."

 

Belimden kavrayıp hafifçe havaya kaldırdı. Ayaklarım onun ayaklarının üstüne denk geldiğinde "Rüya değil, öyle olsa seni öperdim," dedi.

 

"Ne?"

 

Hızla geri çekilirken elimle omzuna vurdum. "Ne dedin? Rüyalarında beni mi öpüyorsun sen?"

 

"N-ne alakası var? Lafın gelişi söyledim onu ben bi kere."

 

"Yalancı!" Kesinlikle yalan söylüyordu.

 

"Polislikten atıldın ve sevgilin bir hırsız. Bana kalırsa gidişatın hiç iyi değil," dedi Haris gözlerini kuşkuyla kısarak.

 

"Kapa çeneni!" Omzuna hafifçe vurduğumda dudaklarını birbirine bastırdı ve tüm hüznüm birde bire dağılıverdi.

 

Gülüş seslerimiz yükselince kapı açıldı ve içeri Emre ile Onur girdi.

 

"Oh be, gülüş sesleriniz içimi açtı resmen."

Onur keyifle söylediğinde "Sorun yok gelebilirsin Mihri," diye seslendi.

 

Çekince ile içeri giren genç kızdan sonra Emre bir bize bir onlara bakarak "Niye ben sap kaldım şimdi? Hiç olmadı ama," dediğinde hepimiz güldük.

 

"Artık polis değilim ve eve para getiremem," dedi Onur.

 

"Önemli değil, ben zenginim," dedi Mihri.

 

Gülerek onlara baktığımda Haris belimden tutmaya devam ediyordu. Ellerimiz birleştiğinde "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.

 

"Önce," dedi hala taze olan yanağımdaki göz yaşını parmağı ile silerek. "Hamza amcanın davasını araştıracağız. Sonra da babanın cesedini bulup iade-i itibar yapacağız. O zaman yeniden işler düzelecektir, yaşadığımız şu durum hiç normal görünmüyor çünkü."

 

Gülümseyerek ona baktım. O yanımdaysa işlerin düzeleceğine inanabilirdim. Haris varken çok korktuğum söylenemezdi. Tüm bu olanlar o kadar da acı vermiyordu.

 

"E hadi gidelim o zaman," dedi Emre. "Sap olarak başı ben çekeyim madem."

 

Emre önde, Mihri ve Onur onun arkasında, Haris ve ben en son el ele tutuşarak peşlerinden giderken güneş usulca batıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

Woah! 3. kitabı da bitirdik mi nihayet? Ühü 😪

 

Neyseki 4 ve 5. kitaplar var ama ben yine de bir burukluk hissediyorum. Canlarım benim.

 

Hadi itiraf edin bu kitap çok güzeldi (;

 

1 mi 2 mi 3 mü?

 

Ve yine itiraf edin, 3. kitaba başlarken hepimiz tedirgindik.

 

Geçmişe gidip gelmek mi? O da ne! 😅

 

Yusuf Gazel'in baş rolü geçmesinden korkmadım değil. Adam kendini muhteşem yazdırdı. Hala daha sırları bitmiş değil. Sizce sadece böylece çekip gitmiş midir?

 

Aslaaa! (;

 

4. kitaba başlamadan önce uzun bir ara vereceğiz. Tahmini 2 ya da 3 ay. Fakat özel hayatımda işler çok karışık gidiyor.

 

Öncelikle taşınıyorum ve ev şu an karman çorman. Yeni eve gitmek ve oraya yerleşmek elbette çok uzun vakit alacak.

 

Ayrıca istifa ettim. Bilmeyenler için yaklaşık 3 senedir bir anaokulunun müdürü pozisyonunda görev alıyordum. Şu an için işimi bırakmak ve eğitimden bir süre ayrılmak zorundayım. Haliyle bu beni psikolojik olarak yıprattı. Hala daha bitmeyen bir süreç ve işler rayına oturana dek de düzenli bir yazma işine girişemeyeceğim ne yazık ki.

 

Bu dönem içinde Wattpad üzerinde yazmayı ve aktif olmayı tamamen bırakacağım. Gerçi tüm sosyal medya üzerinden çekilirim muhtemelen çünkü ilham toplamam için mekan değişikliği yapmam lazım.

 

Neyse, benim şahsi gidişatımla sizin kafanızı doldurmayayım.

 

Hemen tarihlere geçersek 3. kitaba 8 Mart'ta başlamışız ve neredeyse dört ay olmak üzere. 1 ve 2 de bu kadar sürede yazılmıştı. Bir kitabı yazmak ne kadar zor buradan anlayın. Aylarımı veriyorum ve kurgulaması ise her saniyemi kapsıyor. Beynim hiç durmadan çalışıyor, özellikle böyle bir polisiye serisi için.

 

O yüzden lütfen buraya 3. kitap hakkındaki genel görüşlerinizi...

 

Buraya da tüm seri hakkındaki görüşlerinizi yazınız.

 

Cimrilik yapmayın ve uzunca yazın lütfen (;

 

Sizleri seviyorum ve yeni haberler alma durumunda buraya mutlaka uğrarım ama uzunca bir süre bana ulaşamayabilirsiniz. Acil durumlarda mail adresimi kullanabilirsiniz.

 

My lord'u da bu ara içinde yazabileceğimi sanmıyorum. Yine de kütüphanede dursun bizim sağımız solumuz belli olmaz malum 🤌🏻

 

Evet, elveda dostlarım.

 

Elveda Yusuf Gazel, Murat ve Asiye Bircan. Elveda masum insanlar ve küçük çocuklar.

 

Elveda sevgili okurlarım ve can dostlarım.

 

Hakugu burada yokken panomu ve kitaplarımı ıssız bırakmayın lütfen.

 

Ve daima mutlulukla kalın...

 

Sevgiler,

Hacer Kübra Gümüş

Loading...
0%