@hakugu
|
Keyifli okumalar dilerim. Oy ve yorumları unutmayın lütfen. İnstagram hakugu
🔰
"Trene bakan öküzler gibi bakmayın da toplanın şu masaya. Yine nereden çıktı bu mantarlar bilmiyorum ki."
Devran söylenirken Emre ve Onur gülerek, Haris ılımlı şekilde bense çekince ile toplantı masasında kendimize bir yer bulduk. Normalde dava sahipleri katılmazdı ancak Çiçero'nun kendisi de bir sandalye aldığında Meriç, Yağız ve Cihanşah ile tam olduk. En başta oturan Devran önüne boş bir kağıt alıp yazmaya başladı.
"Şimdi siz villanızdayken kapı çaldı ve sevgilinizin cesedinin gölette olduğu söylendi öyle mi?"
Hepimiz Devran'a bakarken üzerimde olan gözleri hissettikten sonra Çiçero'ya baktım. Şaka gibi sürekli bana bakıp duruyordu. Ne var açık bi yer mi bıraktım ne yaptım? Biraz geri çekilmeye çalışırken normalde böyle şeyleri hızla fark eden Haris gayet sıradan davranıyordu. Bu durumda anormal olan benmişim gibi hissediyordum.
"Sence böyle bir şey olması mümkün mü polis hanım?"
Ne kadar geri çekilirsem çekileyim oltaya takılan bir balık gibi yüzeye çıkmak zorundaydım sanki. Yine herkes bana baktığında yanımdaki Emre az geri çekilince açıkta kaldım.
"Ş-şimdi bu durumun geçmişine de bakmak gerek. Yani madem hayranınızdı elbette daha önce de böyle şeyler yapmış olmalı."
Devran elindeki kalemle göz altından bana bakarken hiç de sevimli görünmüyordu. Bu muhtemelen beni sevimli olarak görmediği içindi.
"İkinci olarak çift eşyalarından bahsediliyor. Bu konu hakkında ne demek istersiniz?"
Devran bir kere daha sorduğunda Çiçero yeniden bana baktı.
"Ünlülerin hayranları ile aynı kıyafeti giymesi olağan değil mi?"
Çiçero'dan gelen soru ile belli belirsiz başımı salladım. Niye beni hedef gösteriyor ki Devran çiğ çiğ yemek için hazır bekliyor zaten.
"O zaman ölümü için nasıl sizin göletiniz seçildi? Verilen bilgiye göre göleti de kapsayan iki yüz dönümlük arsada villanız ve garajlarınız var. Üstelik yüksek duvarlarla çevrilmiş durumda. Yani gayet güvenli."
"Peki ya sizce Hacer Hanım?"
Devran bıkkınlıkla kalemi çarparak masaya vurduğunda burnundan soluyordu.
"Kendisi ne kadar ünlü olursa olsun emniyetin kurallarına karşı geldi ve şu an uzaklaştırma aldı."
Devran eliyle beni tiksinç bir şekilde gösterip nefretle bahsederken Çiçero ilk defa Devran'dan tarafa döndü.
"Söylesenize Gelinlik davasında ilk katil bulunduğunda neden bunu medyaya servis ettiniz? Madem gerçek katil başka biriydi neden bununla yetindiniz?"
Devran'ın açık eli kapandığında ağzı açılmıştı. Sanki söyleyeceği çok şey vardı ama yutmak zorunda kalmış gibiydi.
"Bana bir avuç beceriksiz polisin bu ihanetlerle dolu olan davamı çözebileceğini söylemeyin."
"Ne demek istiyorsunuz?" Devran kaşlarını çatarak sordu.
"Size güvenmiyorum diyorum."
Ortam o kadar gerilmişti ki yere bir kalem düşse sinirden biri alıp onu başkasının gözüne saplayacaktı neredeyse.
"Çikero Bey bakın..."
"Çiçero."
"Nasıl?"
"Adım Çiçero."
Devran ve Çiçero arasında gelip giden ateş topu bize sıçramadan şuradan çıkabilseydik bari. Gergince yutkunduğumda Çiçero devam etti.
"Her ne yaptılar bilmiyorum ama benim ilk albümüm için gerekli ilhamı aldığım Gelinlik davasının yetenekli polisi ve onun arkadaşlarının bu muameleyi görmesi büyük haksızlık. Bu yüzden," dedi bize doğru bakarak. "Onlara sadece üç gün verin. Şayet üç gün içinde bu davayı aydınlatırlarsa yeniden geri dönmelerini sağlayın."
"Bu bir kumar değil. Onlar kovuldu o kadar."
"O halde sürekli maça gibi davranıp durmayın!"
Onlar konuşurken Emre fısıltı ile Onur'a sordu.
"Ne demek istedi?"
"Sanırım," dedi Onur. "Maça kartı gibi davranma. Maça keder ve ihanet anlamına geliyor ya."
"Vay anasını. Bu çocuk fena bi şey lan."
Onların konuşması bitince Haris'e baktım. Böyle durumlarda mutlaka bir tepki verirdi ama sıradan duruyordu. Olağanüstü sıradan olması ise beni huzursuz ediyordu. Ondan bir tepki alamayınca kendimi bocalarken buluyordum. Ne kaşı ne gözü hiçbir yeri oynamadan öylece dinliyordu.
Toplantı bittiğinde müdür kalkıp gitmiş geride biz kalmıştık.
"Onur, Emre siz benimle gelin. Çiçero'nun malikanesini kontrol edeceğiz."
Cihanşah dosyalarla birlikte ayağa kalktığında Onur ve Emre de hevesle kalktı. Üçü salondan ayrılırken "Yağız, sen de Heyzır'la birlikte Çiçero'nun ifadesini tekrar alın. Gözden kanları not alın," dedi Meriç.
Haris'e baktığımda önündeki kağıdı okumaya devam ediyordu.
"İşiniz bittiğinde Gamze'nin yanında buluşalım. Cesedi bir de biz görelim."
"Emredersiniz komiserim."
Yağız benim yerime de cevap verdiğinde Meriç önden çıktı ben de Yağız'la birlikte dosyalarımı topladım. Gözümün biri hep Haris'in üzerindeydi ama o dosyasını okumaya devam ediyordu.
"Haris ben gidiyorum. Akşam evde..."
"Hadi gidelim."
Cümlemi yarıda kesen Çiçero'ya baktım. Ayağa kalkmış gitmek için bekliyordu. Gözlerim Çiçero'dan sonra yeniden Haris'e kaydığında Haris de Çiçero'ya baktı. İfadesiz olması için çaba mı harcıyordu yoksa gerçekten ifadesiz miydi bilmiyorum. Bakışlarını nihayet bana çevirdiğinde gülümsedi.
"Sen işine bak, akşam evde görüşürüz."
Hani böyle ellerinizi yıkarsınız da ne kadar kurularsanız kurulayın bir türlü ısınmaz ya. Isınana dek o soğuğu içinize işler. Aynen öyleydi. Akşam evde buluşma sözü çok sıcak olsa da ne Haris'in gülüşü ne de sesi sıcak değildi. Ben mi drama yapıyorum bilmiyorum ama hissediyorum işte. Bir şeyler oldu. Aniden. Birden bire.
Haris hala gülümseye devam ederken ben de gülümsedim ve önden giden Yağız'ın peşine takıldım. Çiçero'yu ortamıza aldığımızda salondan çıkmıştık. Adımlarım hoş olmayan bir hisle ilerlerken bir süre yürüdük ve koridorun sonuna vardık. Köşeyi dönüp diğer koridora geçtik ve onun da yarısına gelmiştik ki durdum. Çiçero ve Yağız da aniden durup bana baktıklarında Yağız "Ne oldu Heyzır?" diye sordu.
"Siz önden gidin olur mu? Ben hemen bir şeye bakıp geleceğim."
Aynı anda geri geri yürürken konuşmaya devam ediyorum.
"Yağız onu ifade odasına al beş dakika içinde yanınızdayım."
Sağ avcumu açıp beş parmağımı gösterdiğimde daha da hızlandım ve gerisin geri geldiğimiz yolları geçip salona doğru koşmaya başladım. Haris'i öylece bırakmak içime sinmemişti. Ben, sadece, ona akşam yemeğinde ne yemek istediğini soracaktım. Bilemiyorum, asıl merak ettiğim bu değildi, tek istediğim onun eskisi gibi olduğunu görmekti. Sadece sorup geleceğim başka bir şey yapmayacağım.
Salona gelip acele ile kapıyı açtığımda hızla içeri girdim. Bir nefes verip gözlerim hemen masayı ve Haris'in oturduğu sandalyeyi bulduğunda boş olduğunu gördüm. Pencere açık, tül perde içeri taşıyor ve rüzgar masadaki kağıtları havalandırıyordu. Her şey yerli yerinde olsa da o yoktu. Gitmişti. Ne zaman? Ne ara?
Yavaş adımlarla yürüyüp masaya kadar geldim. Onun olduğu sandalyeye gelip okuduğu kağıda baktım. Bir şeyler karalamıştı.
"Çiçero. Sıra onda."
Okuduğum cümleyi defalarca kez tekrar ettim içimde. Çiçero sıra onda mı? Bu ne demek? Sıra Çiçero davasında demek mi? Onu çözüyoruz mu demek? Ne demek?
Yazdığı cümlenin olduğu yeri dikkatle yırtıp aldım ve cebime koydum. Sağa sola bakıp iç çektim. Neden bilmiyorum iyi hissetmiyordum. Bi sıkıntı vardı içimde. Bir kere daha etrafa bakınıp salondan çıktım.
🔰
~O şimdi gitti ve anılarım solmaya başladı. Öyle uzaksın ki her şey bulanık ve uzak.
Göz yaşlarım akıyor, göz yaşlarım durmadan akıyor. Senin olmadığın her satırda harfler bizim için ağlıyor.
Boş boş göğe bakıp ağlıyorum. Kendime yeter artık dur diyorum. İçten içe yaralarım kanıyor. İçten içe yok oluyorum.
Göz yaşlarım akıyor, göz yaşlarım durmadan akıyor. Senin olmadığın her satırda harfler bizim için ağlıyor.
Dur ve unut diyorum. Sadece unut ve özgür bırak gitsin. Ama senin ruhun kalbime doğru uçuyor. Gülüyorum sonra uyuyorum ve rüyamda yine seni görüyorum.
Göz yaşlarım akıyor, göz yaşlarım durmadan akıyor. Senin olmadığın her satırda harfler bizim için ağlıyor.~
Boğazıma tıkanan düğümleri çözmek için iki kere yutkundum. Ben daha önce neden Çiçero'yu hiç duymadım ki? Adam hem meşhur hem de çok güzel söylüyor parçalarını. Bir an için ağlayacaktım neredeyse. Ne kadar da hüzünlü sözleri varmış. Hayır ruh halimden dolayı mı bilmem durduk yere aşkı acısı çekmeye başladım. Böyle de bir etkisi var.
"İşte bu parçayı yeni albümüme eklediğim dönemde yani tahminen," dedi gözlerini kısarak. "Geçen sene olması lazım. Bir mektup aldım. Pembe bir zarfın içinde gelen mektup aldığım yüzlerce hayran mektubuma benziyordu. O yüzden de sadece okudum ve hatıra eşyalarının olduğu yere koydum."
Yağız Çiçero'nun dediklerini yazarken ben ses kaydı alıyordum. Parçanın ismi Görmesen de'deydi. "Görmesen de," diye tekrar ettim içimden.
"Kızın adı Begüm Altınok. Bir iki defa da gördüm. Bir keresinde konserimde en öndeydi ve böyle kocaman bir pankart açmıştı."
Çiçero iki kolunu da açtığında ne kadar geniş bir pankart olduğunu anladım. Böyle bir şeyi görmemesi tuhaf olurdu zaten.
"Bir keresinde de tatil için gittiğim köyde karşıma çıktı. Ayağını burktu ve kolundan tutarak yürümesine yardım ettim. O gün de gözüm bunu bir yerden ısırıyor diye içimden geçirip duruyordum ama en iyi fark ettiğim yer alışveriş merkezinde oldu. Nasıl olduysa üzerimdeki tişörtün aynısı onda da vardı. Hemen yeni almıştım yani on dakika bile olmamıştı ve ya ben çıktıktan sonra girip aynısını almıştı ya da benden önce almış bilemedim. Önce aldıysa neyse de benden sonra aldıysa aşıp hemen giydi sonra da benim karşıma mı çıktı?"
"Sonra?" diye sordu Yağız
"Sonra da işte evimin önündeki gölette cesedi bulunmuş."
Alt dudağımın içini ısırarak baktım Çiçero'ya. Aslında doğru söylüyor gibiydi ama çok tutarsız şeyler vardı. Birincisi o kız Çiçero'nun evinin olduğu arsaya nasıl girmiş? İkincisi hadi aynı tişörtten aldı o vakitte o alışveriş merkezine gideceğini nasıl öğrenmiş? Tatile gideceğini bir şekilde öğrendi diyelim, çünkü hayranların böyle kendi aralarında haber servisleri oluyor ve hayran oldukları kişiyi günbegün takip ediyorlar. Hatta bazıları o kadar abartıyor ki fanı oldukları kişinin evinin önünde yatıyor. Ama anlık bir alışveriş bu yani, nasıl haberleri olabilir ki? Şüphelerim o kadar çoktu ki gözlerimi yere indirince Çiçero hemen fark etti ve durdu.
"Sence umutsuz vaka mıyım polis hanım?"
Hızla ona baktım. Beni takip ettiğini daha iyi anlamıştım. Tesadüf değildi, gerçekten beni takip ediyordu.
"Yo, hayır. Hiçbir dava olumsuz vaka değildir ama hiçbir şey de berrak değil. Çözmemiz biraz vakit alabilir."
Başıyla tasdikledi. "Size güveniyorum."
Bu adamda çözemediğim bir gariplik var. Tuhaf hissettiriyor. Yani ne bileyim, bir değişik oluyorum ona bakarken. Yağız yazmayı bırakınca "Hadi Heyzır, Gamze'nin yanına inelim," dedi.
Ayağa kalkan Yağız'ı takip edip ben de kalktığımda "Sizi biraz burada misafir edeceğiz. Soruşturma sürene dek tutuklu olarak yargılanacaksınız," dedi Yağız. Çiçero bunu olağan karşıladığında ayağa kalktı ve iki elini de bana doğru uzatarak kelepçe takmam için bekledi. Elimdeki kayıt cihazıyla uzatılan bileklere bakarken "Şöyle dönün lütfen," dedi Yağız. Kelepçe bende değil Yağız'daydı. Zira ben üstünde kelepçe taşıyacak biri değildim. En son polislikten atılmıştım. İç çekerek ellerimi pantolonumun ön ceplerine koydum ve yürümeye başladım. Peşimden gelen Yağız'la birlikte Çiçero'yu aşağı kattaki kodese götürdük. Londra diyorduk ama bir cezaevi değildi. Kısa süreli tuttuğumuz ve sonuçlanınca ya serbest bıraktığımız ya da cezaevine sevk ettiğimiz demir parmakları olan yan yana dizili odalardan oluşuyordu.
Çiçero baştan ikinciye girdiğinde bir an için çok eski bir anı geldi gözümün önünde. Sonlara doğru olan kodeste Haris de kalmıştı. Hayvan mezarlığı davasında onu oradan çıkarmak için birkaç saatte tüm kitabı okuyup bitmiştim. Gerçekten bana yapamazsın de ve izle. Gülümseyerek kodesin kapısını çekerken biri bileğimden tuttu.
"Beni içeri tıktığına bu kadar sevineceğini tahmin etmezdim."
Gözlerim bana gülümseyerek bakan Çiçero'yu bulduğunda "Ah, yok. Benim aklıma başka bir şey geldi. Elbette sevinmedim. Lütfen sağlığınıza dikkat edin, masum olduğunuz eminim yakında kanıtlanacaktır," dedim.
"Masum olduğum kanıtlanınca bir kahve içer miyiz o zaman?"
Elmacık kemiklerim ısınmaya başlayınca nedeni kesinlikle utandığım için değildi. Böyle bir soru beni rahatsız etmişti ancak cevap vermeden kapıyı çekmeye başladım. Kapanan kapıyı kilitleyen Yağız'la birlikte koridorda yürürken "Bana mı öyle geliyor yoksa bu adamın gözü hep benim mi üstümde?" diye sordum.
Yağız elindeki anahtarları işaret parmağında çevirirken gülümsüyordu "Sana öyle gelmiyor. Gözleri senin üstünde ve bir açık kapı bulursa kalbine girmek için elinden geleni yapacak gibi de."
"Bu çok saçma," dedim sinirle.
"Niye ki? Bence hiç de saçma değil. Sonuçta sen bir kadınsın o da bir erkek."
"Ama benim..."
"Ama senin sevgilin olduğunu kimse bilmiyor Heyzır."
Yağız durduğunda ben de durdum. Sağ elimi eline alıp baktı.
"Bakayım yüzüğü var mıymış? Aaa yokmuş. Demek kimseyle görüşmüyor. Bu durumda bir şansım var demektir."
Hızla elimi geri çektim.
"Ya ne alakası var? İlla birinin olduğunu göstermek için yüzük mü takmak lazım? Belki yüzüğe alerjim var?"
Yağız sağ kaşını kuşkuyla kaldırdı. Evet bu biraz saçma olmuştu. Yine de çok saçma geliyordu. Belki evde unuttum, belki kaybettim.
"Bak Heyzır," dedi Yağız. Onu görmediğim bir hafta içinde olgunlaşmış gibiydi. Artık anahtar gibi kirli şeyleri de tutabiliyor, rahatça insanlara da yaklaşabiliyordu. Gerçi sonrasında ne yaptığını bilmiyorum ama yine de daha iyi görünüyordu. Elindeki dosyayı göğsüne yapıştırdı ve bir üniversite öğrencisi gibi iki koluyla sarıldı.
"Sizi ilk duyduğumda hem çok sevinmiş hem de çok üzülmüştüm. Yani senin Haris'i sevdiğini hepimiz biliyoruz ve eminim o da seni seviyordur. Ama normal bir çift olmayı beklememelisin. Bunu söylediğim için üzgünüm ama siz ikiniz aslında birbirinize o kadar uzaksınız ki. Yani bunu nasıl anlatsam?"
"Haris beni çok seviyor tamam mı? Çok."
Yağız sustu ve gülümsedi. Söyleyeceği daha çok şey vardı belki ama duymak istemiyordum. Tek isteğim anormal bir çift bile olsak sevgimizin her şeyi yenmesiydi. Her ne olursa olsun Haris'i seviyorum ve ne olursa olsun ondan vazgeçmeyeceğim.
🔰
"Yirmi üç yaşında bir kadın. Ciğerlerine su dolduğu için patlamış ve soluk borusunu tıkamış. Buraya ilk geldiğinde ağzı kan pıhtıları ile doluydu. İç organlarından kana bulanmayan bir tane bile yok neredeyse. İnsan, ilk görüşte gölde boğulduğu için öldüğünü düşünüyor. Fakat başka bir şey fark ettim."
Tüylerim ürpererek kadının cesedine bakarken halka çevirmiştik. Yanımda duran Cihanşah ve diğer yanımda duran Yağız ile kollarımızı arkamızda bağlamış dik durmaya çalışıyorduk. Aynı gün içinde iki ölü görmek bünyemize ağır gelmişti. Kadının bedeni böyle jöle gibiydi. İnsan etinden ziyade kemiksiz bir et yığını gibiydi. İlk defa böylesini görüyordum doğrusu. Suda boğulanlar böyle mi oluyordu?
"Bu aslında sadece bir kamufle," dedi Gamze bilgisayarından bir şeyler açıp ekrana yansıtırken. Hepimiz ekrana baktık. Boş bir kafa tası duruyordu. Buraya kadar pek iç açıcı olmasa da normaldi ancak Gamze cesedin başındaki beyaz örtüyü açtığında iş değişti. Müdür Devran dahil hepimiz cesedin kafasına baktığımızda ne Cihanşah ne Meriç kimse dayanamadı. Hep birlikte mide bulantısı geçirdiğimizde Yağız kendini tutamayarak kustu. Devran öğürerek dışarı çıktı ve ben de ağzımı sıkıca kapattım. İçi boş bir kafa görmeyeli çok uzun zaman olmuştu ama bu daha tuhaftı. İlk gördüğüm de bir motorsiklet kazasıydı. Adam başındaki kaskı iyi takmadığı için çıkmış ve metrelerce sürüklendiği için kafanın yarısı yok olmuştu. Onda bile içinde bir miktar bir şeyler vardı. Fakat bu kafa tamamen boştu. İçindekiler su olup akmıştı sanki. Ayrıca bu koku...
Burnumu tutarak Gamze'ye baktığımda "İşte bu tüm düzeni değiştiriyor," dedi Gamze. "Bu ceset çok eski. Hiçbir şekilde yeni ölmemiş. Yaklaşık bir aydır suyun içinde ve ciğerlerine dolan su da göletteki su değil kadının beyninin ta kendisi. Beyin adeta su olup akmış."
Tahminim doğruydu. Kendimi tutamayarak öğürdüğümde daha fazla katlanabileceğimi sanmıyordum. Ben hayatımda böyle bir koku daha almadım. Ölü kokusu değildi bu, bambaşka bir çürük kokusuydu. Beynin çürüğü de iğrenç ötesi oluyormuş doğrusu.
"Tam olarak ne demek istiyorsun Gamze? Resimler var, kızın Çiçero ile birlikte olduğu yani her ne şekilde birliktelerse artık."
"Resimler ne zamana ait?"
Gamze ve Meriç arasında geçen diyaloğu dinlerken Meriç telefonunu çıkarıp bir tanesini açtı.
"Tatil köyü geçen sene çekilmiş onu geç. Konser altı ay önce onu da geç. Alışveriş merkezi..."
Hepimiz Meriç'ten gelecek bir haberi beklerken "Tarih yok," dedi. "Fotoğrafın tarihi yok."
Meriç bizim yüzümüze tek tek bakarken sanki tarihi nereden ve nasıl bulacağımızı soruyor gibiydi.
"O bilir," dedim başımla onaylarken. Herkes bana baktı. "Çiçero, ne zaman alışverişe çıktığını gayet iyi bilir."
"Evet, ona soralım. Heyzır doğru söylüyor." Yağız burnunu tutarak beni desteklediğinde Meriç de bize baktı.
"Durum her neyse bu işin içinde başka bir şey var," dedim. "Yani Çiçero böyle bir cinayeti işleyecek gibi durmuyor. Belki buna tahmin diyebilirsiniz ama bu kadının özel olarak diğer hayranlardan sıyrılarak Çiçero ile karelerde var olması ayrı şüphe uyandırıcı. Bildiğim kadarıyla binlerce hayranı olan bir popçu. Ve neden diğer kızlar değil de bu kız?"
"Evet, ben de Heyzır'a katılıyorum," dedi Cihanşah cesede bakmaya devam ederken. "Fakat aynı zamanda başka bir şey de düşünüyorum." Bu noktada hepimiz ona bakmıştık. Tıpkı Haris gibi cesedin etrafında dolaşmaya başladı ve tam kafatasının olduğu yerde durdu. "Bilirsiniz, bu tarz insanlar yani Çiçero gibileri, ün için sürekli göz önünde olmak zorundalar. Hal böyleyken reklamın iyisi ya da kötüsü olmaz diye böyle bir işe baş vurmuş olabilirler. Bunu direkt Çiçero yapmasa bile mutlaka onunla bağlantılı biri yaptı. Aksi halde neden onun evinin bahçesi ve neden onun hayranı? Üstelik şu cinayet şekline de bakın. Sadece boğularak olacak iş değil, değil mi?"
Cihanşah Gamze'ye baktığında Gamze de başı ile onayladı. "Evet, mutlaka bir kimyasal kullanılmış. Sadece su beyni bu şekilde akıtamaz. Adeta erimiş. Bunun için çok kuvvetli bir kimyasal kullanılmış olması lazım."
Hem Cihanşah'ı dinliyor hem de cesede bakıyordum. Biraz yaklaşıp etine dokunduğumda yerinden kaydığını fark ettim. Yani sıksam et kopuverecekti. Öylesine harap olmuştu bedeni. Sapa sağlam görünüyor ama aslında iyice haşlanmış bir but gibi liğme liğme dökülüyordu. Böylesi bir maddenin ne olduğunu çok merak etmiştim doğrusu.
"Tamam beyler bayanlar bu kadar yeter. Ceset hava ile temas edince daha çok dağılıyor. Morga kaldırmamız lazım." Gamze'nin uyarısı ile geri çekildiğimizde iki görevli gelip arabayı çeke çeke götürdüler, Gamze de onlarla birlikte çıktı. Cihanşah ve Yağız önden gittiklerinde geride Meriç ve ben kaldık. O da çıkacaktı ama biraz yavaş hareket ediyordu. Kapıya doğru yönelmişti ki "Her ne olduysa umrumda değil. Geçmiş hatırına bir sünger çekebilirim," dedim.
Eli kapı kolundayken durdu ve arkasını dönmeden başını arkaya doğru kaldırdı. Sanki derin bir nefes alıyormuş gibi iç çektiğinde bıkkınlıkla geri döndü.
"Bak, geçmişte yaşanılanlar benim de umrumda değil tamam mı? Sünger falan da çekme apaçık ortada olsun her şey. Bir şey yaşamıyorum, tek istediğim adaletten sapan birinden uzak durmak."
Yüzümü buruşturarak ona baktım. Adaletten sapmak mı?
"Onca yanlışı görmene rağmen," dedim boşlukta bir yeri işaret ederek. Kaşlarım çatılmış ve ona doğru bir adım atmıştım. "Adaletten sapan ben mi oldum?"
"Pekala," dedi dosyaları göğsüne bastırarak. "Haris bir hırsız değil mi yoksa ben mi yanlış tanıyorum onu."
"Sen yanlış tanıyorsun. Onunla birlikte olduğum hiçbir an doğruluktan şaşmadı."
"Belli," dedi dişlerinin arasından. "o kadar güvenmişsin ki onunla çıkmaya bile başladın. Sen nasıl..."
Sinirle bana doğru bir adım atmıştı ki endişe ile gözlerimi açtım.
"Sana ne oluyor böyle Meriç? Sen böyle değildin."
Tıpkı asi bir genç gibi sağa sola bakıp kollarını salladı.
"Burada iki polis görüyorum ama biri bir dolanırıcı ile çıkıyor ve değişen ben mi oluyorum?"
"Hamza amcanın hapiste olduğunu bile bile bunu söylemeye devam mı edeceksin? O hırsız dediğin kişi elinden geleni yaparken sen Devran'ın kuyruğunda..."
Ani bir hareketle gelip eliyle ağzımı kapattı. "Şşşt. Sakın benim yanımda Devran komiser hakkında kötü bir şey söyleme. Ne sen ne hırsız sevgilin ne de geçmişi muamma olan baban umrumda değilsiniz anladın mı? Zerre umrumda değilsiniz. O hırsızla ne halt yiyorsan ye sadece benden uzak dur."
Ağzımda olan eline dayalı olan yüzümdeki gözlerim yavaşça nemlenirken tutamadım ve göz yaşlarım eline doğru usulca süzüldü. Elinin altındaki çenem titriyordu ve bunu kesinlikle hissetmişti. Yüreğimde bir güvercin varmış da titrek bir şekilde kanat çırpıyormuş gibi hopluyordu. Ağlayışım istemsiz devam ederken elini çekti. Bakışlarını yere indirdi ve beklemeden kapıdan çıkıp gitti.
Neden bilmiyorum herkes karşımda olsa da Meriç'in böyle yapması canımı daha çok yakıyordu. En başından beri güvendiğim ve örnek aldığım biri olduğu için sanırım. Göz yaşlarımdan yanağıma süzülenleri elimin tersi ile sildim ve ben de peşinden çıktım. Koridorda başka bir polisle konuşurken yanından hızla geçtim. Madem insanları kaderine terk ediyorlar tamam. Ama ben Hamza amcayı orada bırakmayacağım. Yapmayacağım bunu.
🔰
Meriç Uysal
Hacer yanımdan geçip giderken polis memurunun dediklerini duyamamaya başlamıştım. Zaman bir anda geriye akmış ve ters çevrilen bir kum saatinin içindeki tanelermişim gibi bir ay öncesine gitmiştim sanki.
Bir ay önce
"Gelen kahveler tazecik Meriç komiserim, sana biraz paketleyeyim mi gece içersin. Çok çalışıyorsun."
Gülümseyerek aktarcı Hüseyin amcaya baktım. Hava biraz üşüttüğü için açık kahve kabanıma daha çok sarıldım ve atkımı da boynuma iyice doladım.
"Sağolasın Hüseyin amca. Uyumamak için güzel de kahve içince de midem ağrıyor."
"Senin miden kahveden değil stresten ağrıyor."
"Bilmem artık. Hem sen bu soğukta niye dışarıda duruyorsun."
"İçim daralıyor içeride. Dur sana birazcık da kestane ısıtayım. Yolda giderken yersin emniyete kadar."
Üşüdüğüm için olduğum yerde titredim ve kestaneleri pişiren Hüseyin amcaya baktım. Aktar dükkanı o kadar eskiydi ki elli senelik vardı. Kestane arabasının üstündeki Yusuf Kaptan yazısı dikkatimi çekince gözlerimi kısarak baktım.
"Yusuf Kaptan mı? O da kim?"
"O mu," dedi Hüseyin amca kestaneleri kağıt pakete doldururken. "Onun adını eskiden anmamız yasaktı. Asıl adı Yusuf Gazel. Ama soy adı ile anılınca illa bir zarar veriyordu birileri. Biz de kendi aramızda ona kaptan lakabını takmıştık."
"Yusuf Gazel mi?" Gülümseyerek ama kaşlarım çatık sorduğumda Heyzır'ın babası olup olmadığı konusunda merak salmıştım. "Polis olan mı?"
"Tam üstüne bastın evlat. Bu adam benim kahramanım. Dükkanın içi de onun adı ile dolu. Hatta Konya'nın şu esnafını dolan, herkeste mutlaka Yusuf kaptan, Yusuf usta, Yusuf başkan yazısını görürsün. Burası uğrak yeriydi mübareğin."
Gülümseyerek sıcak kestanelerden birini açıp soğuğa rağmen yemeye başladım.
"Kızı bizim emniyette. Görsen o da babası gibi, deli cesareti var."
Hüseyin amca gülünce ben de güldüm ve bir kestane açıp ona doğru uzattım.
"Zavallı kızcağız. Kesin zor bir hayat yaşıyordur. Babasına olanlardan sonra onu asla rahat bırakmamışlardır."
Ağzımdaki kestaneyi çiğneyemeden kaldım.
"Ne oldu ki Yusuf Gazel'e?"
"Şşşt. Soyadı ile anma. Eminim hala daha etkisi sürüyordur o iğrenç pisliklerin. Bak sana sen polis olmana rağmen bilmiyorsun. Oysa dosyası olması gerekmez miydi koskoca şehit polis bir de. Mahvetmişler güzelim adamı, mahvetmişler şerefsizler."
O gün orada koca koca soru işaretleri ile dolup taşmıştım. Heyzır da bir şey bilmiyordu belli ki. Fakat Hüseyin amca yalan söyleyecek biri değildi. Emniyete geldim ve Yusuf Gazel'e ait olan tüm dosyalara baktım. Elime sağlık geçmişi dışında hiçbir şey geçmemişti. Kimseler tanımıyordu onu ya da tanımak istemiyordu bilmiyorum. O gün Hacer'in annesinin de fenalaştığı gündü. Arşivde Yusuf Gazel'e ait dosyalar aratırken Devran komiserin dosyasına denk gelmiştim. Aynı tarihlerde, aynı mekanda görev yapmıştı ve Yusuf Gazel'i bilmemesine imkan yoktu. Ben de Yusuf Gazel'i bırakıp Devran Korkmaz'ı araştırmaya başladım. Bir komiser olarak bile ulaşamadım onun bilgilerine. Onun da sadece sağlık geçmişi ve görev mahalli dışında bir bilgi yoktu. Bu kadar karamsarlık aklımı karıştırıyordu. Koskoca bir kuyunun içindeymişim de boğuluyormuşum gibi hissediyordum. Ben de her şeyi bıraktım ve Devran komiseri takip etmeye başladım. Gece gündüz, gittiği yerleri, konuştuğu kişileri, ailesini, hatta ulaşabilirsem telefon geçmişini ve ona dair her şeyi. Kızı Pelin'den başka çocuğu yoktu ve o da geç olmuştu. Bu durumda ya geç evlenmiş ya da uzun süre çocuğu olmamıştı. Fakat kayıtlarda iki kere evlendiğini gördüğümde işler değişti. İlk karısının ismi Selma Çelik'ti. Dahası Selma Çelik de Yusuf Gazel'in zamanında yaşamıştı. Aynı ortamda ve birbirlerini tanımamalarına imkan yoktu. Tüm bu bilgiler ile birlikte bir gece Devran komiseri takip ederken onun takım elbise ile bir binaya girdiğini gördüm. Peşinden gittim ancak beni girişten geçirmediler. Ertesi gece de gittim oraya, ondan sonraki gece de. Hep aynı kişiler gelip duruyordu. Hep aynı kişiler ve hep aynı gün ve saatte. Tam iki buçuk hafta takip ettim bu yeri. Devran komiserin günü Salı'ydı. Her Salı saat 23.12'de gelip en fazla bir saat en kısa on beş dakika kalıp gidiyordu. Her zaman takım elbise giyiyordu ve elinde mutlaka bir dosya oluyordu.
Onu takip için gittiğim son Salı günü fark edildim.
Ben onları izlerken meğer onlar da beni izliyormuş. Aracım sekiz adam tarafından çevrelendiğinde lastiğimin havasını indirdiler ve camlarını kırdılar. Hatta kaputu açıp motoru bile etkisiz hale getirdiler. Bu kadar şeyden sonra araçtan inmeye mecbur kaldım. Yapmam gereken şey iyi ile kötü arasında bir seçim yapmakta belki ama ben iyi ile iyi arasında seçim yapmayı seçtim. Bu kadar fenaca planlanan bu oyunda zeki olmam gerektiğini çok önceden kararlaştırmıştım zaten kendime.
İçeri ilk girdiğimde herkes çok kibardı. Herkes takım elbiseli, kaliteli kıyafetli ve elit kesimdendi. Hepsinin üst düzey makamlarda olduğunu anlamak çok zor değildi. Onların arasında sırıtsam da tahminimde taze kan olduğum için beni aralarına almak için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı.
O gün tüm katları gezdim ve ilk kez toplantılarına da katıldım. Tek yapmam gereken Yusuf Gazel hakkında nefret söylemleri etmek ve gruba dahil olmak istediğimi bildirmekti. Gözleri benim üstümde olsa da beni geri çevirmediler. Bilmiyorum, belki de emniyetteki konumum da onları etkiledi. Sonuç itibari ile günbegün Ölü yiyenler'in gerçekliğine dahil oldum. Tüm organları ile Hacer Gazel'i takip ediyorlardı.
Nereye gider, kiminle konuşur, arkadaşları kim, kardeşinin durumu nedir, babası hakkında ne biliyor, annesi uyandı mı?
O kadar yakından takip etmelerine rağmen Hacer'in bundan zerre haberi olmuyordu. Bir gün ekmek aldığı fırıncıda, bir gün kazak baktığı mağazada, bir gün sadece gezmek için gittiği parkta ve bir gün yol üstünde dilenen bir dilenci olarak anbean peşindelerdi. Haris'ten de haberleri vardı lakin şimdilik bir tehlike oluşturmuyordu onlar için. Kolay lokma görüyorlardı çünkü bir hırsızı her zaman içeri alabilirsiniz. Gamze, Emre, Onur ve diğer her kim varsa çepeçevre ilgileniyorlardı. Bunca bilgiyi elbette direkt öğrenemedim. Tek tek arkadaş edindiğim insanların ağzından cımbızla çektim tüm lafları. Toplantılara katılsam bile asla asıl üç kurucu ile görüşemedim. Meğer ben sadece kendi aralarında yaptıkları görüşmelere katılıyormuşum. Henüz onlardan olamamışım ve bunun için de en az on sene gerekiyormuş. Öyle katman katman bir yapılanmaydı ki neresinden tutsam elimde kalıyordu.
Elbette böyle aralarına girmeyebilirdim fakat hiçbir yerde Yusuf Gazel'e ait bir dosya olmaması ve sürekli onu kötülemeleri dahası tuhaf bir korkuya sahip olmaları beni şüphelendiriyordu. Ona dair bir şeyler bulmak ve mümkünse Yusuf Gazel'in gerçekte kim olduğunu öğrenene dek aralarında girmeye mecburdum.
Yusuf Gazel gerçekte kim ve ne yaptı?
Neden ondan böyle ölesiye korkuyorlar?
Yusuf Gazel nasıl şehit oldu?
Kızı ile bağlantısı nasıl kesildi ve Hacer neden bu kadar kadrajlarında?
Tüm bu sorularımın cevabını bulmak için tek tek konuşuyordum onlarla. Tıpkı onlar gibi, sinsice.
Lakin her şey o gece oldu. Heyzır'ın Hamza amca olayını araştırmak için kuralları hiçe saymasından iki gün önce bana ilk kez bir görev verildi. Görev, emniyetteki arşiv belgelerini bir kere daha kontrol edip Yusuf Gazel'e ait herhangi bir bilgi olup olmadığını kontrol etmekti. Ben bunun için arşivde araştırma yaparken aynı gece Devran Komiserle karşılaştım. Ona da aynı görevi vermişlerdi ve asıl maksatları verdikleri görev değildi aslında. Onlar aslen bizim ne kadar samimi olduğumuzu ölçmeye çalışıyorlardı. Bize birbirimizi fark ettirdiler ve böylelikle onlar takip etmek zorunda kalmayacaktı. Devran bir yamuk yapsa ben, ben bir kazık atsam Devran onlara ispiyonlacaktım. Böylelikle bir taşla iki kuş vurmuş oldular. Devran komiser ile elimiz aynı dosyaya gittiğinde bunu her ikimiz de birbirimizin gözlerine bakarak anlamıştık. Ve işte o gece başladı benim imtihanım. Bundan sonra geri dönüşü olmayacak bir yola girmiştim.
Ölü yiyenler'e karşı gelmek ölmekten daha zordu. Evet karşı gelebilirdiniz ancak bunu canınızla ödemeniz gerekirdi. Takdir edersiniz ki bir ölü Yusuf Gazel'i araştıramaz. Bu durumda geriye sadece oyun oynamak kalıyordu. Tıpkı, onlar gibi oynamak.
"Kadın başına polis oldun diye kendini bir halt mı sandın? Soyu belli olmayan lanet bir varlık olarak binamızda olman zaten beni utandırıyor."
Kulaklarımda çınlayan sesimi Devran'ın işittiğinden emin olacak kadar yüksek sesle söylemiştim. Tüm bu cümlelerim bir bir iletilecekti biliyorum.
Özür dilerim Heyzır. Çok özür dilerim. Lakin, seni korumamın başka yolu yok. Ben de biliyorum kollarımla sıkıca sana sarılıp yanındayım demeyi. Ama bu artık çok zor, çünkü bana çok uzaksın. Şimdi tek yapmam gereken, o pisliğe en yakında durup seni tertemiz bırakabilmek. Her ne kadar bu yolda benden nefret de etsen buna mecburum.
Mecburum.
Heyzır hüzünlü adımlarla koridorda benden uzaklaşırken onun ardından bakmaya devam ettim.
🔰
Selamlar dostlarım nasılsınız?
Bu aralar biraz bölümleri geciktiriyorum farkındayım ancak karne dönemine girdik ve bizim okullarımızda karne dönemi diğerlerine (ilk, orta, lise) daha erken başlar. Çünkü öğrencilerimize karneleri kendimiz hazırlarız, hediyeler ayarlarız vs. Tabii ben okul müdürü olduğum için benim sınıfım yok ancak öğretmen arkadaşlarıma yardım edip fikirler sunuyorum ve mesaimiz de uzuyor haliyle. Bu yüzden günlerim yorucu geçiyor.
Ayrıca kendim de biraz üzgünüm. Hayatta her şey istediğimiz gibi gitmediği gibi bazı şeyler tamamen ters gidiyor. Doğru vakitte yanlış insan, yanlış vakitte de doğru insan geliyor misal. Ve kitaplarımı her zaman mutluyken yazma şansım olmuyor. Şu Profesyonel serisinde ne hüzünler ve sevinçler yaşadım iç dünyamda bir bilseniz. Nefret, kin, öfke, hüzün, ayrılık, özlem, aşk ve daha nicesi. Her koşulda yazmaya çalışıyorum. Hiç istemesem de yazmaya çalıyorum. Bir kere ağlarken ve gözlerim yazdığım şeyi göremeyecek kadar buğuluyken yazdım. Bi kere mutluluktan içim içime sığmazken yazdım.
Çünkü ben bir yazarım.
Ve yazarlar; daima yazarlar.
Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Şimdi Meriç'e sayanlar utanır mı? Sanmam 😅
Sizleri çooook seviyorum ve yeni bölüm için hemen çalışmalara başlayacağım. Malum karne dönemi ancak yetiştiririm.
🌺 |
0% |