Yeni Üyelik
65.
Bölüm

65. Bölüm

@hakugu

 

 

 

 

 

Herkes çok üzgün olduğu için bu bölüm için sınır uygulamayacağım. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin. Sevgilerimle...

 

 

 

 

Hacer Gazel

 

Dışarıda yağmur yağıyor ve elimdeki kahvem soğudu. Merak ediyorum tüm bir hayatım böyle mi geçecek? Buz gibi bir hava var hayat hikayemde. İnsanın içini sıcacık yapan hiçbir sahne yok. Hepsi tüylerimi diken diken ediyor ve içini ürpertiyor. Şöyle bi geriye dönüp baktığımda Hacer Gazel olarak tam bir muammayım. Ne sevdiği ne yediği ne de ne olduğu belli. Oradan oraya sürüklenen çöp parçası gibiyim.

 

Böyle söylesem de şükretmem gereken çokça şeyim de var. Görebilen gözler, duyabilen kulaklar ve düşebileceğim bir akıl. İç çekip hem sahip olduğum şeyleri hem de içinde bulunduğum kargaşayı düşündüm.

 

Polis minibüsünün içinde sağa sola sallanarak giderken elimdeki pet bardaktaki kahve iyiden iyiye soğumuştu. Onur elime içmem için tutuşturmuştu ama içimi sıkan düşüncelerden dolayı neredeyse bir yudum bile almamıştım.

 

Ben tekli koltukta otururken, hemen arkamda Meriç, onun yanında Cihanşah ve Onur duruyordu. Emre en ön tarafta şöför polisin yanında, Yağız da aramızdaki koridoru saymazsak yanımdaki koltuktaydı. Yağmur öyle kuvvetli yağıyordu ki lacivert yağmurluk ve çizmelerimizi giymiştik. Zira kontrol edip inceleyeceğimiz yer bir göletti. Çevresinin balçık olduğuna adımız kadar emindik. Bu beni ziyadesiyle endişelendiriyordu. Su, delilleri çabucak yok eden bir etken. Ayak izi, parmak izi ya da DNA. Değil biz gidene kadar su sebebiyle çoktan yok olmuştur. Böyle bir durumda delilsizken nasıl ilerleyebiliriz ki?

 

Minibüs sarsılarak durduğunda bizden önce gelen adli tıpçıları ve cinayet büroyu gördük. Onlar da çizme ve yağmurlukla etrafı incelemeye başlamışlardı. Adli tıpçılardan iki kişi yerdeki balçıktan aldıkları küçük bir miktarı poşet paketlerine alırken diğerleri etrafa bakınıp bir şeyler konuşuyordu.

 

Aslında bizim ekip tam olarak ne işe yarıyordu onu da bilmiyordum. Olay yeri inceleme yapıyoruz, geçmiş davaları çözüyoruz, cinayetten hırsızlığa her türlü davaya bakıyoruz, orta malı gibiyiz. Bumerang ekibi derken her b*ka karışan demek istemişlerdi sanırım. Bizim gibi böyle her şeye gönderilen başka bir ekip de yoktu. Emsal niteliğinde olduğumuz için hem kendimi şanslı hissediyor hem de durumu garip buluyordum. Yine de bir masum insan bile olsa onun kurtulması için tabiri caizse yemek seçmeden tüm davalara bakıyordum.

 

Tüm ekip minibüsten indiğimizde bir iki metre uzaktan rüzgarın etkisine dayanmaya çalışarak bize doğru gelen Gamze'yi gördüm.

 

"Hoş geldiniz! Şurada bir şey gördüm!" diye bağırdı Gamze. O da gelmişti çünkü ceset gerçekten de görüp görebileceğimiz en tuhaf haldeydi. Gamze genelde kendi ofisinden çıkmazdı ama bu sefer olay yeri inceleme cesedi incelemekten daha önemliydi.

 

"Nerede!"

 

Bağırıyorduk çünkü yağmur ve fırtınadan neredeyse birbirimizi duymaz imkansızdı.

 

"Göletin arka tarafında! Heyzır sana göstereyim!"

 

"Geliyorum!"

 

Karşıdan gelen rüzgara dayanmaya çalışarak Gamze'ye doğru ilerlerken "Heyzır! Nereye gidiyorsun!" diye bağırdı Emre.

 

"Gamze bir şey görmüş! Göletin arka tarafına!"

 

"Tamam! Dikkatli ol! Bir şey olursa ara!"

 

Bunu diyen Emre'ydi. Sabahları birbirimize girsek de Onur ve Emre beni korumaya ant içmiş gibilerdi. Ben Gamze ile göletin arka tarafına yürürken Onur ve Emre göletin içine dalış yapan dalgıçlarla görüşüyor, Meriç villaya doğru yürüyor, Cihanşah da yerdeki izleri kontrol ediyordu. Herkes bir yere dağıldığına gri gökyüzü renkleri daha da emmeye başladı. Göz gözü görmezken inceleme devam ediyordu. Tüm bu yağış ve rüzgarın ip uçlarını yok etmesinden iyice korkmaya başlamıştım. Bir an önce inceleme yapıp notlarımızı almalıydık.

 

"Şuraya bak! Bu bir kaya ve iple bağlı! Bunu göletten çıkardılar! Dahası şu araç lastiğini görüyor musun? O da göletten çıktı!"

 

Kaşlarımı çatarak Gamze'nin gösterdiği şeylere baktım. Bu gölet eline geçirdikleri çöpü atamayacak kadar şahsi görünüyordu. İnsanlar genelde kimsenin göremeyeceğini sandığı yerleri kirletmeye meyillidir. Ama burası Çiçero'nun villasının hemen önü.

 

"Kızın ayağına kaya bağlanıp mı atılmış gölete? Onu mu demeye çalışıyorsun?"

 

"Evet! Ama bu lastik ne alaka anlamadım!"

 

"Birileri çöp olarak atmamıştır bence! Çiçero'nun olsa gerek! Önceden gölete düşmüş olabilir!"

 

Gamze başını iki yana salladığında savrulan kapüşonunu tutmak için elini başının üstüne koydu. Bana katılmıyordu.

 

"Sanmam! Çiçero'nun böyle lastiği olan bir aracı yokmuş! Araştırdık! Ne şimdi ne de geçmişte!"

 

Kayaya bakmak için eğilip etrafına sarılı ıslak ipten bir tutam aldım ve cebime koydum. Lastiğin de fotoğrafını çekip gölete yaklaştım. Olabildiğine derindi ve dalgıçlar hiçbir şey bulamamıştı ama insanın aklına bambaşka şeyler geliyordu. Çiçero evde olmasa bile yardımcılar ve hizmetçiler vardı. Onların gözü önünde nasıl gelip de cesedi buraya atabilirlerdi ki?

 

Derin bir nefes alıp ayağa kalktığımda "Hadi villaya gidelim!" diye bağırdım. Gamze beni duyunca önden gitmeye başladı ben de onu takibe başladım.

 

Çiçero'nun villası geniş bir araziye kurulmuştu. Gölet evden çeyrek kilometre uzakta ama ormanlık alana yakındı. Çiçero satın alırken bu ormanı da satın almıştı ama devlet ağaçların kesilmesine müsaade etmiyordu. Villa da en az üç katlıydı ama devasa görünüyordu. Ayrıyeten havuzu ve küçük bahçeleri vardı ama burası yani bu arazi korku filmleri çekmek için gayet müsaitti. Belki Çiçero bilerek satın almıştı. İnsana tuhaf bir his veriyor ve iç karartan cümleler yazmak için ilham veriyordu.

 

Gökyüzünün renginden dolayı her şeyin rengi bir iki ton solduğunda villaya giriş yaptık. Hizmetçiler ve yardımcılar hazır beklerken şömine başında ısınan Onur ve Emre beni görünce "Heyzır gel de ısın," dediler. Yani Onur dedi Emre de oturmam için yer açtı. Onlara doğru yürürken villanın içini inceledik. Dördümüz aşağıdakiler Cihanşah ve Meriç üst katta Yağız ise hala dışarıda adli tıpçılarla birlikteydi.

 

"Bir şeyler buldunuz mu?" diye sordum.

 

"Evet. Şuna bak," dedi Onur elindeki kağıdı göstererek.

 

"Dalgıçlar bulmuş. Çoğu yazısı silinmiş ama hem kağıt hem de mürekkep suya dayanaklı olsa gerek sapa sağlam duruyor."

 

"Hangi kağıt suya dayanıklı olur ki?" diye sordum şaşkınca. Onur omuzlarını silkelediğinde yazıyı okumaya başladım.

 

"O gece saat beşe kadar seni bekledik. Lanet olsun ben bir şey değilim ama kız arkadaşım senin için ölüyor. Ona kaç defa önce ben gelirim dedim ama ısrarla seni görmek istiyor. Bu nasıl bir his biliyor musun dostum? Tam bir pisliksin ve kafan da bi milyon b*k çukuru ile dolu."

 

Yüzümü ekşiterek bizimkilere baktım. Onlar da şaşkınca bakıyordu.

 

"Bu kime yazılmış?"

 

"Çiçero'ya," dedi Emre. "Yani sonunda öyle yazıyor."

 

Okumaya devam ettim.

 

"Kapa çeneni, konuşmaya çalışıyorum. Bagajdaki kız arkadaşım ve onunla senin yanına geldik. Bir kez imza vermeni istedim ama sen gidip bizi polise şikayet ettin. Şimdi, sonsuza dek senin yanında kalacağız. Kötü bir haberim var senin bundan hiç ama hiç haberin olmayacak."

 

"Bi saniye bi saniye," dedi Gamze. "Kız arkadaşım bagajda derken? Bu size de bir yerden tanıdık gelmiyor mu?"

 

"Eminem'in Stan parçası!"

 

Hem Emre hem Onur aynı anda söylediğinde endişe ile onlara baktım.

 

"Rapçi Eminem var ya. Neydi? Hani bi hayranı vardı kardeşi ile birlikte onu beklemişler ama Eminem onları görmemiş. Mektup göndermişler okumamış yani bilmeden yapmış. Sonra adam kız ardaşını bagaja koyarak öldürüyordu."

 

Emre'ye bakarken alt dudağımı ısırıyordum. Tam o anda içeri Yağız ve adli tıpçılar girdi.

 

"Lastiğin hangi araca ait olduğu tespit edildi. Volkswagen Suv'larından biri. Henüz aracın kendisini direkt tespit edemedik ama her nasılsa araç yok ama lastiği göletin içinde."

 

Hep birlikte Yağız'a bakarken Meriç ve Cihanşah merdivenlerden aşağı iniyorlardı.

 

"Bir de..." dedi Yağız nasıl söyleyeceğini bilemezken.

 

"Bir de?" Meriç kaşlarını çatarak sorduğunda yutkundum. Söyleyeceği şey her neyse şimdiden germişti beni. Bir an önce söyleyip bitirse diye düşünürken "Cenin mi buldunuz yoksa?" diye sordu Onur. Hep birlikte bu sefer ona baktık.

"Şayet bir cenin bulduysanız asla şaşırmam çünkü o şarkıdaki kadın da hamileydi."

 

Emre de olumlu anlamda başını salladığında Yağız "Evet, bir cenin bulundu," diye tasdikledi.

 

Elimde kağıtla ikisi arasında kaldığımda ne diyeceğimi bilemiyordum. Dava gittikçe korkunç bir hal alıyordu. Öyleyse bu, sıradan bir cinayet değildi. Planlı ve özenli işlenmiş ilmek ilmek dizilmiş dehşet senaryolarından biriydi.

 

"O halde vakit kaybetmeyelim. Gamze sen ceninle birlikte merkeze dön ve otopsisini yap. Ölüm nedeni boğulmaysa tahminler doğrudur. Sonra da mümkünse DNA'sına bak."

 

Gamze Meriç'in emrini dinleyerek gitmek için hazırlanırken bana dönüp "Görüşürüz," dedi ve Yağız da el salladığında birlikte ayrıldılar.

 

Geriye beşimiz kaldığımızda Meriç ve Cihanşah da yanımıza geldi. Şömine ateşi hepimizi ısıtırken "Bu işi Çiçero'nun yapma ihtimali de var," dedi Cihanşah.

 

Hepimiz ona baktığımızda ellerini şöminedeki ateşe doğru tuttu.

 

"Yukarıda Eminem'in neredeyse tüm albümleri vardı. Yani sonuç olarak o da bir şarkıcı. İlham alması yadsınamaz bir gerçek."

 

"Ama bu çok riskli," dedim. "O zaten çok ünlü. Herkesin gözü onun üstünde. Böyle bir şey direkt fark edilir."

 

"Ona katılıyorum," dedi Meriç bana bakmadan. "Bu kadar göz önüne olan birinin villasının hemen önündeki gölette cinayet işlemesi kadar absürt bir şey olamaz. Henüz cinayeti işleyip işlemediğinden emin değilim ama bence de, bu çok riskli."

 

Meriç'in bana katılması beni mutlu etse de belli etmedim. Bundan sonra en az onun kadar soğuk olacaktım. Madem bu işi ilk o başlatmıştı devamını getirmek de bana düşerdi.

 

🔰

 

Çiçero'nun ifadesini almak için yeniden emniyete dönmüştük. Meriç ve Cihanşah önde, Emre ve Onur onun arkasında sonra ben ve benim arkamda Yağız yürüyorduk. Kendimi davaya kaptırsam da bir an için yüreğim acıdı. Bunu nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama sevdiğin bir insandan acil bir haber alma ihtiyacı gibi bir şeydi. Ya da onu görme, sesini duyma her neyse bu öyle bir sancıydı işte.

 

Ben durunca arkamdaki Yağız da durdu.

 

"Ne oldu Heyzır?"

 

Adımı duyunca Emre ve Onur da durdu.

 

"Ben..."

 

Ne diyeceğimi bilemedim bir an için. İçimde bir huzursuzluk var ve onu çözmem gerekiyor mu? Olmaz.

 

"Lavaboya gidip geleceğim."

 

"Acele et. Çiçero'yu sen de dinle."

Onur seslendiğinde Emre asker selamı verip önden yürüdüler. Yağız da gülümseyerek onlara katıldığında tek başıma kaldım.

 

Annemi düşündüm. O değildi. Turhan'ı düşündüm o da değildi. Bu hayatta gerçekten sevdiğim... etrafımda dönen bir şey beni 360 derece izledi sanki ve aslında ben kendi etrafımda döndüm. Gözlerimi kapattığımda Haris'in gülüşü geldi. Dudaklarım onun gülüşü ile kıvrılırken yutkundum. Orada mutluydum. Gözlerimi kapattığım yerde.

 

Göz kapaklarım yeniden açıldığında telefonumu çıkarıp onu aradım. Fakat telefonu kapalıydı. Akşam olmuştu ve ne beni aramıştı ne de telefonunu açmıştı. Mesaj atsam? Hayır, küçük bir çocuk gibi davranmış olurum. Mutlaka önemli bir işi vardır. Böyle habersizce çekip gitmek ona göre değildir. Telefonumu yeniden arka cebime koyduğumda elimi alnıma götürüp dudaklarımı ıslattım.

 

"Sıra Çiçero'da demek ne demek? Haris asla boş şeyler yazmaz. Davadan mı bahsetti? Öyle bile olsa geride bir şeyler bırakmayı da sevmez ki o."

 

Gerginlikle dudaklarımı büzüp sırtımı duvara yasladım. Ondan haber alabileceğim kimse de yok ki. Yakını ya da akrabası. Arkadaşı ya da dostu. Duvarın soğukluğu sırtımı üşütürken başımı yukarı kaldırdım.

 

"Neredesin? Ne yapıyorsun şu an?"

 

Tavanı seyrettiğim birkaç dakika içinde de hiçbir gelişme olmadı. Haris öyle pat diye ortaya çıkacak biri de değildi ki. En iyisi beklemekti.

 

Derince bir iç çektim ve sorgu odasına inen merdivenlere doğru yürümeye başladım.

 

Aşağı indiğimde bizimkiler sorguya başlamıştı bile. İlk sorgulayan Meriç ve Onur'du. Cam bölmenin arkasında onları seyrederken kaşlarımı çatıp kollarımı önümde bağladım. Kaloriferler yansa da içerisi soğuktu. Sorgu odası daha soğuk olsa gerek hem bizimkilerin hem Çiçero'nun ağzından duman çıkıyordu.

 

"Gölette bulunan lastik sana ait değil. Ama o kaya ve ipe ne diyeceksin?"

 

"İnanın hiçbir fikrim yok. Ben gölete neredeyse hiç uğramam bile. Ayda yılda bir çevresinde gezinirim o kadar. Hatta villamda bile son zamanlarda kalamıyordum. Menajerime sorabilirsiniz yeni albüm için Konya dışındaydım uzun süre."

 

"O halde cenin için de söyleyeceğin bir şeyin yoktur?"

 

Onur'dan sonra sıra Meriç'e gelmişti ve Çiçero bu soru ile ne diyeceğini bilemedi. Doğrusu ben olsam ben de diyecek bir şey bulamazdım.

 

"Ne? Cenin mi? Neden bahsediyorsunuz?"

 

"Bilmem, evinin önü olduğu için bize sen anlatırsın dedik." Meriç kollarını bağlayıp arkasına yaslandığında Çiçero kaşlarını çatıp düşünmeye başladı.

 

"Bu olay gittikçe saçma sapan bir hal aldı. Bunu yapan her kimse midesiz ve vasıfsız biri. Müsaadenizle avukatımla görüşmek istiyorum artık. Daha önce de başıma böyle şeyler gelmişti ama hiçbirinde bu kadar midem bulanmadı."

 

Meriç diliyle alt dudağının içinde gezinirken Çiçero'ya pek inanıyor gibi değildi. Onur ise düşünceli şekilde bakıyordu. Çiçero'dan kayda değer bir şey çıkmayacağı belliydi. Sabırsızca onları seyrederken yerimde duramıyordum.

 

"Sıra bize ne zaman gelecek?"

 

Cihanşah bana baktığında "Emre ile gireceksiniz ve..." sonra kolundaki saate baktı. "Sizinki başlamak üzere." Bu şu an duyduğum en güzel cümleydi. Evet ben de pek bir sonuç alacağımı düşünmüyordum ama sormam gereken sorular vardı.

 

Cihanşah'ın dediği gibi Meriç ve Onur kalktığında yanımıza geldiler. İkisi de elleri boş döndükleri için hayal kırıklığına uğramış görünüyorlardı.

 

"Valla abi ben bir şey anlamadım." Onur elindeki dosyayı masaya attığında Meriç de en az onun kadar umutsuzdu. İkilemde kalmışlardı. Bir tarafta işlenmiş iğrenç bir cinayet ve tek sorumlu olacak kişi, diğer tarafta değil cinayeti işlemek yanından bile geçemeyecek kadar masum biri.

 

"Deliller direkt adamı gösteriyor ama konuşunca da masum gibi geliyor. Hatta direkt bir delil de yok işin kötüsü. Yani sırf evinin önündeki gölette bu cinayet işlendi diye katil o mu?"

 

"Sırf onun için değil ama mutlaka kıyısından köşesinden bulaşma ihtimali var."

 

"Ya yoksa?"

 

Hepimizin Çiçero hakkında iyi şeyler düşündüğüne emindim. Bunca yıldan sonra az da olsa katili tanıyan zihinlerimiz oluyordu. Çiçero bir şekilde yapmışsa bile bunu olağan ve insanüstü bir psikoloji ile saklaması gerekirdi. Onur ve Meriç'in konuşmalarına dikkat kesilip bir Onur'a bir Meriç'e bakarken en son Meriç "İşte o zaman işimiz ziyadesiyle b*tan demektir. Öyle bir dava nasıl açığa çıkarılır ki?"

 

"Tam ihtiyaç zamanında Haris nerede şimdi?" Onur beklenti ile bana baktığında omuzlarımı silkeledim. "Telefonuna ulaşılamıyor."

 

"Hadi Heyzır. Vakti kaybetmeyin." Cihanşah bizi yönlendirdiğinde Emre ile hazırlanıp içeri girdik. Sandalyeye oturduğumda Emre'nin de oturmasını bekledim. Çiçero ellerindeki kelepçelerle masanın bir noktasına dalmış duruyordu. Bana olan aşırı ilgisinden sonra bu donukluğu dikkatimi çekmişti doğrusu. Onun da en az bizim kadar ne yapacağını bilemeyecek oluşu işleri bir kat daha zorlaştırıyordu.

 

Elime aldığım kalemi çevirip masaya iki kere vurdum. İkinci tık sesinden sonra bana baktı. Bu sefer ciddiydi ve gözlerinde endişe vardı.

 

"Bize söyleyeceğin herhangi bir ayrıntı sana yardım etmemizi kolaylaştırır Çimen Bey. Böyle, sadece, ben yapmadım demekle bu iş kapanmaz. Beni anlıyorsun değil mi?"

 

"Ama ben yapmadım. Yapmadığım bir şey hakkında başka ne diyebilirim? Nasıl ayrıntıya girebilirim? Tek bildiğim şey benim yapmadığım."

 

Dudaklarımı toplayıp başımla onayladım.

 

"Bak, seni anlıyorum. Fakat biz ikinci grubuz ve seni sorgulayacak çok fazla kişi de kalmadı. Sandığın gibi bu çok da iyi bir şey değil," dedim yüzümü buruşturarak. "Seni sorgulayacak polis bitti mi ceza hükmün netleşir. Çünkü bizler şu an senden gelecek bir ip ucu ile masum olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Gerçekten bize yardım etmeyecek misin?"

 

Kelepçeli ellerini masanın üstüne koyup öne doğru eğildi.

 

"Ben ünlü bir şarkıcıyım Heyzır komiserim. Benim gibi ünlülerin göletine cenin depolamak gibi hevesleri yoktur."

 

"Bu yeterli bir cevap değil Çiçero. İyi bir insan olduğunuzu söylemeniz iyi insan olduğunuz anlamına gelmiyor. Daha fazla anlatın. O hayranınızı ve size düşman olan kişileri anlatın."

 

"Çok fazla düşmanım var. Hangisinden başlayayım ki? Ama hiçbiri bu kadar iğrençleşemez diye düşünüyorum. Hayranıma gelince. İnanın birkaç defa görmemin dışında herhangi bir bağımız yok. Hayranlarımla yakın ilişki kurmam hiçbir zaman."

 

"Hiçbir bağınız olmadığına emin misiniz?" diye sorup masaya mektubu koydum. Gözleri yıpranmış kağıda indiğinde tanımış bir ifade ile gözleri aydınlandı.

 

"Ne o? Tanıdık mı geldi?"

 

"Evet. Eski menajerimin mektubu. Çöpe atması için yeni menajerime vermiştim ama bu, nasıl siz?"

 

Çiçero şaşkınlık ve dahası korku ile bakarken dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim.

 

"Bu da gölette bulundu diğerleri gibi. Konduramıyor olabilirsiniz ama şu an ortada felaket bir durum var. Ve aklanmanız da neredeyse imkansız."

 

İlk defa yıkılırcasına ahladı. Kelepçeli de olsa sağ elini başına üstüne koyup ani bir hareketle yeniden masanın üstüne koydu.

 

"Lütfen. Size yalvarıyorum lütfen. Avukatımla görüşmeme izin verin. Avukatımla görüşemeyeceksem bari aileme haber vereyim. Dedem tansiyon hastası ve direkt ben arayıp söylemezsem medyada gördüğü haberlerden sonra kalp krizi geçirebilir."

 

Masanın üstündeki kağıdı katlanma yerlerinden yeniden katlarken "Üzgünüm," dedim. "gözaltında kimseyle görüşmenize müsaade edilmeyecek. Takdir ederseniz ki, mide bulandırıcı bir cinayet."

Mide bulandırıcı tamamlamasının üstüne bastırıp yüzümü ekşittiğimde bu hoşuna gitmedi. Hayal kırıklığı ile çöktü omuzları. Yutkundu. Gergindi. Dahası gözlerindeki boşluk git gide büyüyordu.

 

"Ama isterseniz bir not iletebiliriz."

 

Önce bunu pek sağlıklı bulmadı ama sonra çaresizce kabullendi. Önüne küçük bir parça kağıt bir de kalem koyduğumda bir cümle yazdı sadece. Elime alıp okudum.

 

"Bir komploya uğradım."

 

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım.

 

"Bu yeterli olacak mı? Seni bu kadar çabuk anlayacak biri var mı?"

 

"Evet," dedi tüm ciddiyetiyle. "Lütfen bunu dedeme ulaştırın. Emniyettekilere ismini verirseniz çabucak bulurlar."

 

"İsmi neymiş dedenin?"

 

Merakla sormuştum çünkü hem emniyettekilerin bileceği hem de tek bir cümle ile işleri yoluna koyacak olan bir dedeye ben de sahip olmak isterdim.

 

"Osman," dedi gözlerime bakarak. "Dedemin adı Osman Çelik."

 

Başımla onayladım ve notu emniyettekilere vermesi için Emre'ye uzattım.

 

"Peki madem. İşimiz bitti, kalkalım." Benden sonra Emre de kalktığında sorgu odasından çıktık. İkimiz koridorda yürümeye başladığımızda

"Bence adam masum," dedi Emre elindeki kağıdı sallayarak.

 

"Biliyorum."

 

"Biliyor musun? Onu suçluyor gibiydin," dedi Emre anlamlandıramayarak.

 

"Çünkü suçladım. Sinir kat sayısını ölçmek istedim. Bence de bu işi yapamayacak kadar temiz. Tek istediğim gerçekten bizim sandığımız gibi masum olup olmadığıydı. Katiller Emre, maktullerinin kesin öldüğünden emin olmak için defalarca kez suç mahalline gider. Makul hakkında sorular sorar ya da konuyu bir şekilde ona getirir ki gerçekten öldüğünü anlasın. Ama Çiçero maktul hakkında tek bir soru sormadı. Yani söylediği her şey doğru. Katil psikolojisi yok onda. Yine de onun için bir şeyler yapabilir miyiz bilemiyorum."

 

"Heyzır'ımız profesyonel bir polis olma yolunda yürümüyor koşuyor."

 

Gülümsemedim.

 

"Koşmuyorum," dedim derin bir nefes alarak. "Uçmam gerek."

 

Emre de ciddileşti başı ile onayladı. İkimiz birlikte diğerlerinin olduğu yere geldiğimizde Devran komiser de gelmişti. Hep birlikte istişare ediyorlardı. İçeri girdiğimize hepsi bize baktı sonra yeniden işlerine döneceklerdi ki "Bu davayı çözmemiz karşılığında ne vereceksiniz?" diye sordum. Benim ani sorum ilk önce Onur tarafından sonra Yağız, Cihanşah, Meriç ve en son Devran komiser tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Daha sonra Devran tiksinç bir alayla ayağa kalkıp bana doğru bir adım attı.

 

"Ne zamandan beri bir polis işini yaparken karşılık bekliyor?" Aynı zamanda kaşlarını da çattığı için diyaloğun hoş bir şekilde ilerlemeyeceği besbelliydi.

 

"Bunu ben de destekliyorum lakin şu an hiçbirimiz polis sayılmayız." Bakışlarım Emre ve Onur'a kaydında Meriç "Heyzır yeter," dedi ancak Devran eli ile onu durdurdu.

 

"Ne demek istiyorsun söyle?"

 

"Karşılık olarak bize bir şey ver diyorum."

 

Alayla güldü Devran ve elindeki dosyayı sertçe masaya attı.

 

"Bana bak!"

 

"Siniriniz de agresif tavırlarınız da şu an beni hiç ürkütmüyor. Size söz veriyorum ki bu davayı çözeceğim. Fakat karşılığında iki şey isterim."

 

Herkes dut yemiş bülbül gibi bana bakıyordu. "Birincisi hemen şimdi Hamza amcayı serbest bırakacaksanız ve adını aklayıp asıl katilleri medyaya sunacaksınız. İkincisi..."

 

"İkincisi?" Devran ellerini iki yanına koymuş beni dinliyordu. Her an üstüme atlayacak bir kartal vahşiliği vardı.

 

"İkincisi de Emre ve Onur'u yeniden mesleğe çağıracaksınız."

 

"Heyzır hayır."

 

"Ne alakası var şimdi Heyzır?"

 

Emre ve Onur ikisi aynı anda itiraz etse de ciddiydim. Bir milim kaçırmadığım gözlerimle ateş püsküren Devran'a bakarken ikimiz arasında gelip giden bir ateş topu vardı sanki. Etrafımızdakiler sırası ile bize bakarken "Kabul," dedi Devran hiç beklemediğim bir şekilde.

 

"Ama komiserim..." Meriç yine araya girmişti.

 

"Karışma sen. Madem kendi kaşındı buyursun bakalım. Fakat sen de şunu çok iyi bil eğer başarısız olursan..." işaret parmağını yüzümde sallayabildiği kadar salladı. "Ne o ikisini bir daha emniyete alırım ne de seni. Nereye giderseniz gidin peşinizi bırakmayacak bir lanet gibi yakanıza yapıştırırım bu beceriksizliğinizi."

 

Dişlerimi sıktım. Çenem gerildi ama geri adım atmadım.

 

"Kabul."

 

Ortamın gerginliği ile iki oda arasındaki cam çatlamamak için direniyordu adeta. Fakat istediğimi elde ettim yine de. Hiç çekmeden oradan ayrıldık. Onur ve Emre ile Hamza amcayı dışarı çıkardık. Ekipler asıl suçlu olan ağanın cesedini ve oğlunu sorgu için getirdiklerinde bizler emniyetten çıkmıştık bile.

 

Tamam artık, madem işler böyle yürüyor ben de artık böyle olacağım. Bunca zamanki ürkek Heyzır artık bir buhar olup uçacak...

 

"Bu gece bizde kal Hamza amca, yarın köyüne götürürüz biz seni."

 

"Olmaz kızım, Hatce'nin güllerini sulamam lazım. Çok yük oluyorum ama beni köyüme götürverin n'olur."

 

"Ne yükü amca. Hadi gidelim."

 

"Biz de geliyoruz."

 

Cihanşah, yanında Yağız gördündüklerinde gülümsedim. Onlar da bana bakıp gülümsüyorlardı. İçim sevinçle dolarken yanımıza geldiler. Hep birlikte yürüdük koridoru. Polis aracına binip Hamza amcanın köyüne kadar gittik. Evi tepede olduğu için tırmanması zor olur diye araba ile çıktık. Hamza amca nihayet evine ulaştığında gözü yaşlı seyretti tüm her yeri. Anılar ve hatıralar bir bir gözünün önüne gelirken ellerimizi önümüzde bağlayıp saygı ile bekledik onu. Evin bahçesi çok geniş değildi ama neredeyse her renkten gül vardı. Evin sol cephesi uçuruma ve aslında o uçurumun sonundaki çukura inşa edilen köye bakıyordu. Hatice teyzenin özledikçe köye bakması için Hamza amcanın özenle burayı seçtiği besbelliydi. İşte bir insan bir diğerini ancak bu kadar çok sevebilirdi. Böylesi saf ve temiz bir aşkı öyle çok kıskandım ki. Bir zerre güzel olaylar olmasa da ikisinin de içinin huzur dolu olduğundan emindim. Birbirilerine baktıkça mutlu olduklarına eminim.

 

"Gelin de size gül çayı ikram edeyim."

 

Hiçbirimiz itiraz etmeden kabul ettiğimizde derme çatma evine girip birer köşeye oturduk. Hamza amca sırtında taşımak zorunda olduğu kamburu ve yavaş yürüyüşüne rağmen kurutulmuş gül yaprakları ile çay demledi bize. Tadı konusunda endişeliydim, daha önce hiç gül çayı da içmemiştim ama tek yudum aldığımda tadı damağımda kaldı. Kokusu ve tadı birbirine bu kadar uyumlu daha başka bir şey içmemiştim hayatımda. Bir fincanı çabucak bitirdiğimde Hamza amca sanki beni takip ediyormuş gibi hemen ikincisini doldurdu.

 

Yanan soba ve gül kokan oda içinde hepimiz bir masumun daha kurtuluşu için sevinirken "Biz Hatçe ile birbirimizi çok sevdik," dedi Hamza amca. Hemen sobanın önündeki mindere oturduktan sonra. Hepimiz ona odaklandık ve gülümseyerek baktık.

 

"Bu köyde o zamanlar ağalar söz sahibiydi. Gerçi para her zaman işe yarar insanoğlu için ama işler çok zordu. Reçberlik yapıp başlık parasını biriktiremediğim için vermediler Hatçe'yi bana. On altı yaşındaydı Hatçe onu Mahmut'la nişanladılar ben de unutmak için zorladım kendimi. Amma o gece Hatçe eli kanlı geldi evime. Rüstem ağanın kendisine saldırdığını onun da bileğini kestiğini söyledi. Çok korkmuştum emme Hatçe'yi bi daha vermedim onlara. Gittik evlendik. Önceleri her şey çok güzeldi. Ne zamanki Hatçe annesini özlemeye başladı iş değişti. Anası hiç görmek istemedi onu. Bir kere bile göstermedi yüzünü. Gösterseydi hiçbir şey böyle olmazdı ama kızlarını evlatlıktan atmışlardı sankim. Eve para getirecekken gidip benim gibi bir fakir ile evlenmişti ya. İşte ondan senelerce göstermedi yüzünü. Ve bi gün Hatçe evde kaynamış çayı üçüncü defa kaynattığında anladım aklının gittiğini. Hiç canı yanmadan kaynar suyun için patatesleri alırdı. Eli yanar su toplardı ama onun aklı başında olmadığı için farkında olmazdı. Köyde gördüğü tüm insanlar onu daha da fena ederdi. Su almak için çeşmeye gittiğinde onu hakir görürlerdi. Mecburlardı bir yerde. Ağanın yanında olamazlarsa onlar da ekmek yok. Hatçe o zamanlar ne yaparsa üç kere yapmaya başladı. Söylediği şeyleri de üç kere tekrarlıyordu. Sonra daha çok tekrarladı. Hatçe'm ana hasretine dayanamamıştı besbelli. Ondan sonra köylüler görüp de onu kırarlar deye hem Hatçe'yi hem anamı alıp bu tepede ev yaptım. Burada çok mutluydu Hatçe ve oldu olası gülleri de pek severdi. Gül bahçesine çevirdim burayı ve ne zaman gül koklasa sankim aklı başına gelirdi. Bazı anıları hatırlardı. Ben de hep kendinde olsun diye saçlarına taze güller takardım. Kuruduğunda değiştirir yenisini takardım. Emme bu sefer yenileyemeden gitti Hatçe."

 

Hepimiz elimizde soğuyan gül çaylarından bir yudum daha alamadan öylece beklerken iç çektim. Tüm bunları Meriç ya da Devran duysa biraz içleri yumuşar mıydı ki? Yoksa yine devam ederler miydi kapkara zihniyetlerine.

 

Sonra bir ara Hamza amca güllere bakmak için dışarı çıktı. Toplayıp Hatice teyzenin mezarına götürecekmiş. Bizler de içeride Çiçero hakkında konuşuyorduk. Fakat vakit geçip Hamza amca gelmeyince Emre ona bakmak için dışarı çıktı. İşte o zaman oldu olan.

 

"Haceer!"

 

Emre ilk defa adımı söylüyordu. Hemen fırladım yerimden ve diğerleri de takip etti beni. Anlamıştım aslında kötü bir şey olduğunu. İnsan anlar...

 

Emre hemen önünde bir buket güle sarılarak yerde yatan Hamza amcanın yanı başında duruyordu.

Ve hemen anladım durumu.

 

"Yooo!"

 

Yarım yamalak giydiğim ayakkabılarla koşarken diğerleri de peşimden koşuyordu. Rüzgar Hamza amcanın birkaç tel saçını hareketlendirirken sıkıca tutup kucağına bastırdığı gül yapraklarının arasından geçip gidiyordu. Eğilip hızla nabzına baktım. Hiçbir kıpırtı yoktu.

 

"Hayır, ölemezsin. Şimdi değil. Daha katilleri açıklamadık. Tüm köye senin masum olduğunu söyleyemedik. Hayır şimdi değil."

 

Emre ve Yağız göz yaşları içinde bakarken Cihanşah yukarı bakarak göz yaşlarını durdurmaya çalıştı. Onur ise alt dudağını ısırarak bunun bir kabus olmasını umuyordu.

 

Geç mi kalmıştık? Oysa koşmaktan ziyade uçmayı dilemiştim. Yine de geçmiş mi kalmıştım?

 

Ellerimle Hamza amcanın açık olan gözlerini kapattım. Bilmem ki neden açıktı o gözler? Kimi bekledi ya da kimi gördü? Mis kokulu güllerinle nurlar içinde yat koca yürekli adam.

 

Dünyanın en kara günlerinden birini yaşarken sertçe çöktüm dizlerimin üstünde. Birkaç damla yaş gözlerimden süzülürken rüzgar saçlarımın arasında geçip gidiyordu. Ve güneş usulca batıyor, güller mis kokusu ile savruluyor, Hamza amcanın ruhu da o çok sevdiği Hatçe'sine kavuşmak için yavaşça süzülüyordu.

 

Daha ne kadar kaybedeceğim değer verdiğim insanları?

Ne zamana kadar sürecek bu katliam?

Ne zaman ne zaman koruyacağım onları?

 

Gözlerimden süzülen yaşlar çeneme oradan da Hamza amcanın cansız bedenine düşerken yumruklarımı sıktım. Dişlerim de elimde olmadan birbirine kenetlenmişti.

 

Yemin ediyorum bu son olacak!

Bir kişiyi daha kaybetmeyeceğim! Artık susmayacağım. Korkmayacağım. Geri durmayacağım! Tek bir adım geri atmayacağım!

 

Babam için! Annem için! Turhan ve diğer tüm masumlar için bundan sonra asla eski Heyzır olmayacağım!

 

Yemin ediyorum Allah'ım! Yemin ediyorum!

 

 

🔰

 

 

Öncelikle ülkemizde meydana gelen deprem felaketinden etkilenen tüm herkese bir kere daha geçmiş olsun, şehitlerimizin de ruhu şad olsun demek istiyorum.

 

Dün ailemle konuşurken (Konya'da deprem oldu) aslında biz, Türk insanı olarak depremi göz ardı ediyoruz ama bu sözde bir şey değil. Çok duygusal olduğumuz için korktuğumuz ve kaçındığımız bir şeyin hiç olmaması için yokmuş gibi davranıyoruz.

 

Misal, denizci olan biri bir şekilde denize düşeceğini bildiği için yüzme öğrenir. Çünkü geminin batma ihtimalini her zaman aklında tutar. Ama biz deprem ülkesinde yaşamamıza rağmen buna sürekli gözü kulağı kapalı yaşıyoruz. Su üstüne yürürken inatla yüzmeyi öğrenmiyoruz.

 

En kötü örnek, erkek kardeşim inşaat mühendisi. Onların statik projeleri var ve program gerekli demiri onlara sunuyor daha azı yapıldığında (müteahhit paradan kısmak için demirin azaltılmasını istiyor genelde) proje tamamlanmamış oluyor. Mühendisler çoğu defa projeyi sağlam sunsalar bile uygulama esnasında kimse dikkat etmiyor. Zemin etüdü yapılıyor (binanın yapılacağı zeminin incelenmesi) yine de sahil kenarında dairem olsun diye göz ardı ediliyor. İnşaat mühendislerinin çoğu diplomayı para ile kiralıyor. Yani eczanede gördüm bu işi ama en azından doktorun yazdığı ilaç belli. Tekniker onu okuyup veriyor. İnşaat mühendisi peki? Yapı denetimlerden hiç söz etmiyorum bile. Kardeşimin bir de yapı denetimi var ama ne kadar nereye kadar denetliyor herkes? Ben kaç defa kardeşimin müteahhit ve ustalarla kavga ettiğine şahit oldum. Para için insanlar mühendisi dinlemiyor bile. Gelgelelim belediyelere. Kent bakım görevlilerine. Daha üst makamlara. Demek istediğim suç sadece müteahhit ve mühendiste değil. Herkeste. Sende bende onda ve sesi çıkmayıp göz yuman herkeste. Evet kadere iman ediyoruz ama tedbir de şarttır. Sen o kadar oku inşaat mühendisi ol yaptığın proje hiçe sayılsın ve daha az demir koyan mühendisin projesi tercih edilsin.

 

Kanayan yara bir değil ama bunun son olmasını diliyorum. İnşaAllah bir daha böyle bir şey yaşamayız. Ve bence şu deprem haritasının da güncellenmesi gerek. Konya niye sallanıyor Konyaaa!

 

Evet kitaba geçelim.

 

✨Çiçero'nun dedesi Osman Çelik mi? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

✨Sizce katil kim? Nasıl bir şeyin ortasına düştük?

 

✨Hamza amcanın ölümüne üzüldünüz mü? Ben ilk burayı yazarken daha 2. kitaptaydık ve ağladığımı hatırlıyorum.

 

✨Sanırım Hacer bir değişime giriyor. Siz bunu nasıl buluyorsunuz?

 

✨Haris yine ortalarda yok? Özlediniz ve merak ettiniz mi? Cidden tam bir sır küpü.

 

Evet dostlarım yeni bölüm inşaAllah çok yakın zamanda. Yeni bölümde çok çok önemli şeyler okuyacaksınız. Yazmak için şimdiden heyecanlıyım.

 

Sevgilerimle...

 

Haku 🪐

Loading...
0%