@hakugu
|
Keyifli okumalar dilerim.
Sınır yok çünkü depremzede okurlarım bölümlerin kendilerinin kafalarını dağıttığını biraz olsun rahatladıklarını söyledi. Kitaplarım işe yaradığı için mutluyum bu yüzden diğer bölümleri de elimden geldiğince hızlı yazacağım.
Tekrardan başımız sağolsun. Sizleri çok seviyoruz. ❤️
İnstagram hakugu
Haris Çelik 💎
Belki bir gün, benim için de Keşke o olsaydı şimdi derler. Belki bir gün birileri de beni özler. Belki birilerine ait olurum bir gün. O birileri de bana ait olur. Sahip olmak ve sahiplenilmeyi isteyen biri var mıdır benden başka? Aidiyet duygusu bitmek bilmeyen susuzluk gibi içimde. Birilerine ait olsam her şey geçecek gibi. İyi birileri ama. Böyle, benim gibi değil. Yusuf Gazel gibi mesela. O bir kahraman. Onun gibi olmak isterdim. Adım keşke Yusuf olsaydı. Şayet Yusuf Gazel'in akrabası olsaydım başım dik yürürdüm, omuzlarımı kaldırır ve adımlarımı sert atardım. Net olurdum, geriye dönüp bakma isteğim çok olmazdı, her şeye ihtimal vermez ve az da olsa acaba demezdim. Kaybetme korkusu yüzünden benliğimden vazgeçmez ve kendime bile yalan söylemekten vazgeçerdim.
Kalabalık sokakta tek başıma yürürken akıntıya karşı ilerleyen koca bir kütük gibiydim. Kimse bana çarpmıyor, dahası yaklaşmıyordu bile. Onlar da mı biliyor benim ne kadar öteki olduğumu? Onlar da mı hissediyor?
Adımlarım yavaşladığında hemen köşedeki pamuk şekerciyi gördüm. Gürültü ile çalışan makine bir sokak dolusu insanın sesinden pek duyulmasa da ona ilgi duyan herkesin gözü kulağı oradaydı. Köşedeki kaldırımda oturan iki küçük kız, yoldan annesinin elini tutarak geçen oğlan çocuğu, babasının kucağındaki çocuk, o çocuk bu çocuk ve şu çocuk...bir de ben. Eşek kadar adam olmama rağmen bir çocuk gibi ben de ne zaman pamuk şeker görsem durup bakarım. Önce eski alışkanlık olarak birilerinin bana almasını beklerim, isterim yani, sonra kimsenin benim için bunu yapmayacağını anladığımda gider kendim alırım. Ama mutlaka pamuk şeker gördüğümde gider yerim.
"Amca bir pamuk şeker alayım."
Yaşlı adam uzattığım parayı alırken benim için bir kaşık toz şekerini makineye döktü. Makine yeniden gürültü çıkararak dönmeye başladığında mavi ve hoş kokulu pamuk şekerim oluşmaya başladı. Bulut gibi iç açıcı, pamuk gibi yumuşak, bal gibi tatlı ve bende olmayan bütün güzel özelliklere sahip bir şeydi. Ona sahip olmanın mutluluğunu diğer birçok şeyde yaşayamıyorum. Bir pamuk şekere sahip olmak da bu dünyada en çok önemsediğim şeylerden biri.
"Al oğlum."
Uzatılan pamuk şekerin tahta çubuğundan tutup aldım. Gülümseyerek amcaya baktığında kendimi beş yaşında gibi hissediyordum. O da bana gülümsedi, o da beni beş yaşında gibi mi görüyor bilmiyorum ki. Elimde tuttuğum pamuk şeker ile yolda yürürken tüm çocuklar bana bakmaya başlamıştı. Takım elbiseli bir adamın pamuk şeker yemesi tuhaflarına gidiyor olmalıydı. Hoş yetişkinler de bakıyor ama umrumda değil. Emniyetten ayrıldıktan sonra kıravatımı çıkarıp beyaz gömleğimin üst düğmelerinden üçünü açmıştım. Bunaltı geliyordu. Sol elim pantolonumun cebinde sağ elimde de pamuk şeker vardı. Kocaman bir ısırık aldığımda yanımdan geçen küçük bir kız çocuğu gülerek baktı bana. Ben de ona güldüm ve yemeye devam ettim. Pamuk şekerden yeni bir ısırık aldığımda gözümün önüne kısa kısa kesitler geldi.
"Dede, pamuk şeker istiyorum!"
"Tamam oğlum, sen yemeğini ye getiririm sana. Hem aç karna yersen dişlerin çürür. Şimdi şu tabağını bitir ben de sana kocaman bir tane alayım."
"Ben de istiyorum."
"Git getir o halde. Burada herkes kendi yiyeceğini kendi getirir. Git bul ve getir. Ancak o zaman yiyebilirsin. Bir şeyleri almak için hak etmek gerek. Hak etmediğin bir şeyi mi istiyorsun?"
Pamuk şekerden daha büyük bir parça ısırdığımda gözlerim doldu. Cebimden çıkardığım elimle yüzüme vururcasına yaşları kuruladım. Çocukken ağladım yeterince artık ağlamayacağım. Kaç yaşındayım lan. Tadı çok güzel olan bu meret neden her defasında boğazımı yakıyor hiç anlamıyorum. Şeker mi bana gelmiyor ben mi tatlıdan uzağım. Dünyadaki tüm acılar bana musallat olmuş sanki.
"Çiçero. Sıra onda."
Biliyordum. Bir gün Çimen'in yine benim yerimi alacağını biliyordum. Kendim için bir şey yapmaya kalksam gelip alıyordu. Ben her zaman ortalığı toparlamak, pislikleri temizlemekle görevliydim. O ise en iyi yerlere gelmeye layıktı. İstenmeyen çocuk her daim bendim. O ailenin çocuğu bile değildim. Madem bu kadar nefret edilesiydim niye evlat edinmişlerdi ki? Niye almışlardı beni yanlarına? Bıraksalardı da tek başıma çürümeye devam etseydim. Böyle içten içe göçmekten iyi olurdu. Sanki çocukluğumdan beri içimde fareler biriktirmiştim de her gece ve günde beni kemirip duruyorlardı.
Bitirdiğim pamuk şeker çubuğunu çöpe attığımda iki elimi de cebime koyup yürümeye devam ettim. Peki şimdi ne olacak? Örgüte katılmam daha fazla yalan ve rol yapmak demek. Örgüte katılmam kesin ölüm demek. Zaten oradan kurtarmadılar mı beni? Şimdi neden itiyorlar? Tamam işte yine başa döndük. Hırsız olarak da olsa birkaç arkadaş edinmiştim ve Heyzır... Hüzünle tüm nefesimi dışarı verdiğimde bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım. Bir şey olsa da işler yeniden düzene girse. Bir şey olsa. En ufak bir şey.
Öylece yürürken telefonum çaldı. İsteksizce çıkarıp baktım Osman Çelik arıyordu. Hızla açtım.
"Buyrun efendim?"
"Lan sen neredesin? Çabuk malikaneye gel."
Ses tonundaki bu tınıdan nefret ediyordum. Ne zaman kötü bir şey olsa aynen böyle delirirdi. Çok kötü bir şey olmalı ki direkt kendi arıyordu. Normalde adamları ulaşırdı bana ama şimdi durum her neyse o bile delirmişti anlaşılan.
"Hemen geliyorum."
Telefonu cebime koyup geldiğim yolu koşarak geri gittim. Ana yolda bir taksiye bindiğimde yol çabucak bitti ve malikanede indim. Herkes avluda toplanmış beklerken Osman Çelik ortalarında volta atıyordu. Böyle volta atarak dönmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Kesin felaket bir şey olmuştu.
"Buyurun efendim?"
"Neredesin lan it herif?"
"Emrettiğiniz gibi emniyetten ayrılmıştım."
"Şimdi mi? İşler b*ka sardığında mı?"
Ellerimi önümde bağlayıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Selma anne de ağlamıştı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. O zaman kesin Çimen'e bir şey oldu.
"Çiçero'nun başı belada. Biliyordum böyle bir şey olacağını. Örgüt onu ortaya atacağımızı anlamış olmalı. Komplo kurmuşlar."
Bana doğru uzatılan not kağıdına baktım. Çiçero'nun el yazısıydı ve sadece bana komplo kurdular yazıyordu. Kaşlarımı çatıp Osman Çelik'e baktım.
"Sadece, villasının önünden bir kadın cesedi çıkarılacaktı. Basit bir davaydı. Nereden çıktı bu kadar olay? İçinden çıkılmaz bir hal almış. Git ve hemen çıkar onu oradan."
Gerginlikle yutkunup başımla selam verdim. Elimdeki kağıtla yeniden taksiye binerken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. En son anlaşmaya göre Çiçero'nun emniyete giriş yapması için bir dava oluşturulmuştu. Ölü bir kadın cesedi gölete atılacak ve Hacer'in davayı çözmesi beklenip ikisi tanışacaktı. Bu kadar basit bir davaydı. Ne olmuş olabilirki başka? Örgüt nasıl katıldı yine?
"Biraz daha hızlı lütfen."
Taksi son gaz ilerlerken tırnaklarımı yemeye başlamıştım. Aslında...yani en derinlerimde, içimde, çok çok içimde birileri bırak diyordu. Çözme davayı falan. Kalsın orada ve çıkmasın yeniden. Osman Çelik de sana mecbur kalsın. Seninle ilgilensin. Emniyete devam et.
O ses o kadar cılızdı ki bir kelimesi anlaşılsa diğeri anlaşılmıyordu. Hislerim de bunu dile getirmeyecek kadar donuktu. Üstelik Çelik ailesine minnet borçluydum. Asla ama asla sözlerinden çıkamam. Bu benim onurumu yerle bir eder. Var olma amacımı yok eder.
Taksiden inip emniyete koşarak girdim. Koridoru koşarak çıktım ofise girdiğimde Devran ve Meriç dosyalardan başını kaldırıp bana baktılar.
"Ne var?"
Etrafa baktım ama Heyzır yoktu. Devran'ın bıkkınlıkla sorduğu soruya cevap vermedim ve kapıyı kapatıp çıktım. Koşarak alt kata kafeteryaya indim. Polislerin ve görevlilerin doldurduğu masaların yanından rüzgar gibi geçerken hiçbiri Heyzır değildi. Onur Emre de yoktu. Kafeteryadan çıkıp en alt kata indim. Morgun kapısının önü, diğer odalar da boştu.
"Gamze?"
Gamze'nin odasına doğru koşacakken karşıdan gelen Pelin'i gördüm. O da morg katına mı inmişti burada ne işi vardı? Görüşmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki başta tanıyamadım ama onun beni görür görmez tanıması ve ürpermesi tanımama neden oldu. Başımla selam verip yanından ayrılmayı planlıyordum. Söyleyeceğim bir şey yoktu. Duymak istediğim de. Merdivenlere doğru yönelmiştim ki "Nasılsın?" diye sordu. Kaybedecek vaktim yoktu ama yine de vicdan azabı hissettiğim için durdum. Ümit verip terk etmiştim. Umursamaz olduğum sanılsa da insanları önemsiyorum.
"İyi. Sen?"
"Hacer Gazel'le evlencek misin?"
İşitmeyi beklediğim en son soru bile değildi. Asla tahmin etmezdim ve aklımın ucundan bile geçmezdi. Kendim bile düşünmezken onun merak ettiği şey buydu.
"Nereden çıktı şimdi bu?"
Ciddiyetle sorduğumda bana doğru bir adım atıp elinde tuttuğu dosyayı göğsüne yapıştırdı. Eskiden saçları daha uzun ve açık renkliydi. Şimdi koyu kahve ve kısaydı. Giyim tarzı da değişmiş nereden baksan beş yaş yaşlanmıştı.
"Gece gündüz demeden düşündüğüm tek soru buyken nereden çıkmış olabilir?"
Kaşlarımı çatıp ben de ona doğru bir adım attım.
"Bunu söylemekteki cüretini açıklayabilir misin?"
"Cüret mi? Cüret ha? Sen kalbimi çalıp sonra beni yüz üstü bırakmanın cüretini açıklayabilecek misin?" Hayal kırıklığı ile bir nefes verdi. "Hep pratik yaptım. Senden intikam alacağıma dair planlar yaptım. Ya da beni özleyip kıvranarak ağlayacağım vakitleri hayal ettim. Çünkü beni kandırdın," dedi işaret parmağı ile boşluğa vurgu yaparak. "Sen, benimle tanıştığında da, çok öncesinde de Hacer Gazel'i seviyordun. Onunla tanışmadığında bile, sadece resimlerine baktığında bile, adı geçtiğinde bile, onu seviyordun."
Çatılan kaşlarım yavaşça gevşerken ağzım ne diyeceğimi bilemediğim için çok az açılmıştı.
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Bundan bahsediyorum."
Bana uzattığı dosyaya göz ucumla bakıp "Bu da ne?" diye sordum.
"Hah. Uzattığım bir dosyaya bile bakmıyorsun ama onun peşinden cehenneme bile gidersin değil mi?"
Bıkkınlıkla nefes verdim.
"Bak, seninle sonra konuşuruz tamam mı? Şimdi acilen yapmam gereken bir şey var."
"Sen babamın eski eşi Selma Çelik'in oğlusun değil mi?"
Geri dönüyordum mi aniden durdum. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bunu kimse bilmiyordu. Hayır daha doğrusu kimse öğrenmemeliydi. O nasıl?
"Babam ve o kadın eskiden evliymiş. Sen de o kadının oğlusun. Babamın nefret ettiği kadının oğluna mı aşık oldum şimdi ben?"
Tüm vücudum kasılmıştı. Damarlarım üst üste geçmiş gibi gerildim bir an için. Yavaşça arkamı döndüğümde Pelin'in gözlerinden yaşlar boşalıyordu.
"Ben ne yaptım sana ha? Devran Kormaz'ın kızı olmam mı beni suçlu yaptı? Sırf annen babamı sevmedi diye mi yaptın sen bunu bana?"
Dudaklarımı ıslatıp daha makul olmaya çalıştım.
"Haklısın. Kalbini kırdım. Düşüncesizlik ettim ama madem beni tanıyorsun bunu neden yaptığımı da anlamış olmalısın. Anla beni Pelin, ben bu dünyada kimseye bağlı kalamam. Kimseyi sevemem ve kimse de beni sevmemeli."
"Yalancı..."
Fısıltı ile söylemişti ama duymuştum.
"Onu seviyorsun. Hatta o kadar çok seviyorsun ki sen bile bilmiyorsun. Bunu fark etmesen de dışarıdan biri kolaylıkla anlayabilir. Söylesene Hacer Gazel olmasaydı beni de öyle sever miydin? Yoksa yine yalan mı söylerdin ben kimseyi sevemem diye?"
"Gitmem lazım."
Bir kere daha merdivenlere yöneliyordum ki kolumdan tuttu.
"Ben seni hala unutmadım. Eğer, bir şans daha verirsen hiç düşünmeden dilediğin yere gelirim. Hala seni seviyorum. Kim olduğunu ve ne yaptığını önemsemeden seviyorum."
Çenem gerilmişti. Hafifçe elimi kolundaki elime götürdüm ve nazikçe aşağı doğru indirdim.
"Yanlış anladığın bazı şeyler var. Ben kimseye ait değilim ve kimse de bana ait değil. Bu, ben hayatta olduğum sürece böyle sürecek."
İnanamazca bana baktı.
"Olsun. Sen yine de aklında tut. Ben, seni unutamadım."
Bir şey diyemedim. Ne dersem diyeyim aynı şeyi söylemeye devam edecekti ve onun fikrini değiştiremeyeceğimi de bariz bir şekilde anlatmıştı. Bakışlarımı yere indirdim.
"Kendine iyi bak."
"Sen de," dedi ve başka bir şey demeden öylece bekledi. Merdivenlere yöneldiğimde kendimi kötü hissediyordum. Merdivenleri bir kez daha koşarak çıkıp üç kat birden ilerleyip Gamze'nin odasının olduğu kata geldim. Odasının kapısına vurmadan hızla girdim içeri. Bir hışımla etrafı kontrol ettiğimde koltuğun köşesinde başını kollarının üstüne koymuş hüngür hüngür ağlıyordu.
"Gamze?"
Sesimi duyunca hızla başını kaldırıp bana baktı.
"Haris!"
İlk defa beni gördüğünde gözleri parlamış ve çok mutlu olmuştu. Onu öyle görünce tuttuğum kapı kolunu bırakıp bir adım içeri girdim. Gamze ağlayışı devam ederken yerinden kalkıp bana yürüdü ve sıkıca sarıldı.
"Seni gördüğüme o kadar sevindim ki anlatamam Haris. Hoş geldin, hoş geldin."
İçli içli ağlarken ben de ona sarıldım ve elimle sırtına hafif hafif vurup sakinleştirmeye çalıştım.
"Sakin ol. Ne oldu sana böyle?"
"Her şey birbirine girdi Haris. Eksik otopsi yaptığım için her şey birbirine girdi."
"Anlat bana her şeyi."
Geri çekilip ellerimi Gamze'nin omuzlarına koydum ve yüzüne baktığımda o da geri çekilip gözlerini kurulayarak dudaklarını ıslattı.
"Çiçero davasını biliyorsun değil mi?"
"Biraz," dedim kaşlarımı çatarak. "Göletinde kadın cesedi bulunan şarkıcı değil mi?"
"Evet. İşte o kadın cesedini çıkarıp otopsisini yaptım. Her şey normaldi. Yani evet ceset uzun süredir oradaydı ve dava karmaşık bir haldeydi ama kimliğini çıkarmıştım. Öyle sanıyordum. Ama sonra..."
Yeniden ağlamaya başladığında omzunu sıktım. "Şşt tamam. Devam et."
"Yüz nakli olmuş kadın."
"Ne?" Şaşkınlıkla yüzümü ekşittiğimde ne diyeceğimi bilememiştim. Osman Çelik örgüt devreye girdi derken bunu mu demek istemişti. Böyle bir şey nasıl olur?
"Bilmiyorum nasıl oldu. Kim yaptı?"
Kafam allak bullak olmuştu benim de. Tek bildiğim Çiçero ile Heyzır'ı tanıştırmak için göletine bir ceset bırakıp davayı çözdükten sonra işlerin yoluna girmesiydi. Bu plan için bir cinayet işlenmemişti. Çiçero için intihar eden takıntılı bir hayranından sonra ceset üzerinden böyle bir plan yapılmıştı. Lakin bu, Osman Çelik'in yaptığı planın ötesinde bir şeydi. Olay hiç de basit değildi. Birilerinin plana müdahil olduğu kesindi. Çiçero direkt söylemeyeceğine göre örgütle bağlantısı olan biri Çiçero'ya komplo mu kurdu yani?
"Şimdi, yüz nakli yaptıran kadın Çiçero'nun hayranı değil doğru mu anladım?" Olayı toparladığımda Gamze başıyla onayladı. "Evet."
"Ceset başka birinin ama yüzü o kadına yani hayrana ait?"
"Evet."
"Peki ceset ve beden ne zaman bütünleşmişler? Yani nakil ne zaman yapılmış?"
"Derilerin birbirine uyum sağladığı vakti tahminen hesapladığımda yüze ait kadın hala hayattayken bu işlem yapılmış. Çünkü beyin ölümü gerçekleşse de yüz nakillerinde uyum süreci bir hayli uzundur. Ama bu insan hala hayattayken yüzü alınıp o kişiye nakil edilmiş."
Gözlerimi bayılırcasına kapatıp yutkundum.
"Peki ya beden? Onun kime ait olduğunu nasıl bulacağız?"
"Ait olduğu kişiden ziyade otopsiye göre suyun altında o kadar uzun zamandır var ki aslında o resimlerde görülen kadının da yine bu ceset olduğunu düşünüyorum. Yani bu hayran, gerçek bir hayran değil Haris. Tıpkı planlı işleyecek bir suikastın canlı bombası gibi bir şey."
"Öyle bile olsa kimliğine ulaşamaz mıyız?"
"Ulaşabiliriz tabii ama önce DNA testlerini derinleşmek lazım. Tabii bir de cenin var."
"Cenin mi?"
"Kadın hamileymiş Haris."
"Ne diyorsun? Bir anne adayı nasıl böyle pis bir işe kalkışır?"
"Maalesef. Heyzır da onun babasını buldu en son."
"Heyzır babasını mı buldu? Nerede? Nasıl?"
"Emin değilim. Sadece o adamın da yüz nakli yaptırdığını söyledi. İki saat önce kadar ona DNA'ların uyuştuğunu söyledim. O da Onur ve Emre ile birlikte acele ile çıktılar."
"Bi saniye bi saniye," dedim aklımı kaçırmamak adına derin bir nefes alıp iki elimi de açarak. "Şimdi, bu kadın Çiçero'nun hayranının yüzüne sahip ama aslında o değil. Ve ceninin babası da aslında olduğu kişi değil. Bu durumda," dedim dehşetle gözlerimi açarak. "Aslında avları da Çiçero değil. Böyle bir davanın olacağını biliyorlardı ama asıl hedefleri Çiçero değildi."
Gamze gerginlikle yutkunduğunda gözlerini daha çok açtı. "Ne? Ne demek istiyorsun?"
"Komplo Çiçero'ya kurulmadı," dedim yerinden çıkmak için delice atan kalbimi sakinleştirmeye çalışırken. "Heyzır...aslında onun peşindeler."
Bir pire gibi zıplayıp Gamze'nin ofisinden koşarak ayrıldığımda o da peşimden koşuyordu.
Yo, hayır. Örgütün müdahale etmesinde anlamalıydım. Mutlaka bir şeyler olduğunu sezmeliydim. Onlar ne Çiçero'yu ne de davayı önemsiyorlar. Onlar sadece Hacer Gazel'i öldürmenin peşindeler. Hayır. Hayır!
Koridorda koşarken önce Meriç'e sonra da Devran'a çarptım. Şaşkınlıkla bana ve Gamze'ye bakarlarken ne olduysa Meriç de peşimize takıldı.
"Ne oldu? Bir şey mi buldun?"
Deli gibi koşarken benimle aynı hızda koşmak için çaba gösteriyordu.
"Heyzır. Hayatı tehlikede."
Olduğu yerde durmasını beklerdim. Geri durmasını beklerdim. Davayı çözmek için geri adım atmasını beklerdim. Sonuçta Heyzır'dı tehlikede olan. Ve en son hepimizin önünde ona neler dediğini herkes duymuştu. Ama durmadı. O da bizimle birlikte koşmaya devam etti. Sonra alt katta Yağız katıldı. En son emniyet binasından dört kişi ayrıldığımızda polis aracının sireni ve ışıkları son seviye alarm veriyordu. Gecenin karanlığında asfalt yol uzayıp giderken mavi ve kırmızın haşin tonu tüm şehre yayılıyordu. Laci gökyüzünde birer gümüş düğme gibi parlayan yıldızlar bile bize ışık tutuyor herkes yol açıyor ve bir an önce ulaşmamız gereken yere ulaşmamız için çabalıyorlardı sanki.
Meriç Onur'a, Gamze Emre'ye ben de Heyzır'ı arıyordum ama üçü de açmıyordu telefonlarını. Heyzır bugün defalarca beni aramıştı ama telefonum kapalı olduğu için görememiştim. Açtığımda da aramalara bakmamıştım. Çok çabuk bırakmıştım onu. Bir anda emri uygulayıp geri çekilmiştim.
"Neden neden neden!"
Telefonu defalarca dizime vurduğumda canımın yandığını bile hissetmiyordum. Ona bir şey olursa kendimi asla affetmem asla. Asla. Hemen gitmemeliydim. Yalnız bırakmamalıydım. Çiçero onu korumasına alana dek terk etmemeliydim. Dava basit bile olsa Heyzır çözene dek ona yardım etmeliydim. Görmek istemedim çünkü. Çimen'in Heyzır'ın gözünün içine baka baka gülüşünü görmek istemedim. Günden günde ona daha çok yakınlaşmasına tanık olmak istemedim. Bir an önce bu işlenceden kurtulmak istedim.
Yine de...
Boğuluyormuşçasına bir nefes aldım.
Yine de durmalıydım. Onun güvende olduğunu gördüğümden emin olmalıydım. Ah Haris, aptal!
"Emre mesaj atmış," dedi Gamze, düşüncelerimden sıyrılıp hızla ona baktım. "Havaalanındalarmış."
"Sadece o kadar mı yazmış?"
"Evet."
İçim içimi yiyordu. Hayatımda ilk defa bu kadar çaresiz hissediyorum. Bu, istenmeyen biri olmaktan çok daha kötü bir şey.
"Heyzır her yerde seni aradı. Neredeydin?"
Yağız arkadan seslendiğinde gözlerimi kapatıp kaşlarımı çattım. O kadar çok kaşlarımı çatmaya başlamıştım ki başım ağrıyordu. Heyzır...onun başına bir şey gelirse ne yaparım? Polis olsa bile örgüt devreye girdi mi işin şakası kalmaz. Onlar basit plan yapmaz direkt can alır.
Araç havaalanının girişinde durduğunda hepimiz kapıları kırarcasına açtık ve delice koşmaya başladık. Güvenlikle Meriç ilgilendi ve rozetini göstererek geçmemizi sağladı. Bir müddet koştuktan sonra çığlık sesi duyduk. Çok ilerlememize gerek yoktu. Havalanının ortalarında Emre, Heyzır ve Onur ortalarında aldığı adama silahlarını doğrultmuştu. Ancak adam da rehine olarak aldığı küçük erkek çocuğunun başına silah dayamıştı.
Meriç hemen plan yapmak için Gamze ve Yağız'ı yanına aldığında başımı tavana kaldırdım. Devasa bir avize tam Heyzır ve adamın üstüne doğru sallanıyordu. Avizeye giden metal kirişler ve onları tutan metalik kolonların birleştiği duvarlar. Duvarların sonu üçüncü katta yürüyen merdivenlerin orada bitiyordu. Oraya çıkmak için de...
"Gamze sen Emre'yi yanımıza çağır. Yağız sen de güvenliğin yanına git ve Haris...Haris nerede?"
Etraflarında dönüp beni ararlarken ben ikinci kata çıkmıştım bile. Yürüyen merdivenlerin hızını beklemeden üçer beşer çakarak üçüncü kata geldiğimde oradan da asma tavana giden metal kirişe tutundum. Herkes bana bakarken susmaları için işaret parmağımı dudaklarımın üstüne kapattım ve halk da beni dinleyip kendi kendilerini susturmaya başladı. Birlikte iş birliği yaparken kollarımla tutup önce ayaklarımı sallandırdım. Sonra ayaklarımı ve bacaklarımı da yukarı çektim. Tıpkı bir maymun gibi yavaş yavaş ilerlerken aşağıdaki hengâme devam ediyordu. Asıla asıla tavanın ortasına gelmiştim. Şimdi avizenin metal kısmına tutunup yaşların olduğu yere kadar inmekti. Yavaşça avizeye yaklaşırken aşağıdaki insanlar tıpkı bir karınca kadar görünüyorlardı. Bu kadar bir yükseklikte şayet düşecek olursam yerdeki sert zemin anında beni tuz buz yapardı. Son derece dikkatle avizenin metal çubuğuna tutundum. İlk başta hissetmesem de yavaşça yanmaya başladı ellerim. Hafif elektrik kaçağı da vardı sanırım. İçimden başlayan bir kıpırtının parmak uçlarımdan geldiğini anlasam da bırakamazdım. Ellerim git gide yanarken hala çok yüksekte olduğumu biliyordum. Avizenin taşlarını çok hareket ettirmeden aşağı doğru kayarken yanan ellerimin acısı dikkatimi dağıtıyordu.
"Silahın hemen yere bırak! Bu son uyarımızdır!"
"Siz beni serbest bırakırsanız ben de çocuğu bırakırım. Kanada'ya gideceğim uçağımı kaçırırsam şayet bu çocuğu ölü bilin!"
"Kapa lan çeneni şerefsiz!"
Onur ve adam kavga ederken Heyzır silahını sıkıca tutup gözlerini yavaşça yukarı kaldırdı. O bir Gazel! Gözünden hiçbir şey kaçmayacağını insan olduğum kadar emindim. Beni avizenin üstünde gördüğünde gözleri parladı ama istifini bozmamaya çalıştı. Sonra sırası ile Emre ve Onur da fark etti. Ben avizeye doğru kayarken taşlar daha çok sallandı. En sonki sallanışta bir taş yerinden çıkıp aşağı düştü ama neyseki aynı anda bağıran Onur'un sesinden dolayı adam bunu fark etmedi.
İşaret parmağımla Onur'u gösterdiğimde o bir adım geri gitti be adam bulduğu boşlukla Onur'dan tarafa doğru bir adım attığında Emre'ye işaret ettim. O da bir adım geri gittiğinde adamın sa gitmesini bekliyordum ama o yerinden kıpırdamadığı gibi bir de bağırdı.
"Siz beni aptal mı sanıyorsunuz lan!"
Asam çocuğu sertçe itekleyip silahını çekip avizeye doğru bir el ateş attığında sadece rol yaptığını anladım. O da beni fark etmişti.
"Haris! Hayır!"
Heyzır adama doğru koşarken ellerimi bıraktım ve olduğum gibi adamın üstüne düştüm. İki metre kadar bir yükseklikten üstüne düşsem de adam kendini çabuk toparladı. İkimiz arasında bir boğuş başladığında güç, silahı tutan adamın elindeydi. Daha akıllıca ve dakikayla saldırı yapmaya çalışıyordum. Boğulma esnasında silahı alamayınca ondan kurutup ayağa kalktım. O davalar kaybetmeyip ayağa kalktığında elindeki silahı etrafa savurdu.
"Açılın lan! Yaklaşmayın bana yoksa tararım hepinizi!"
Sağa sola öylesine ateş açtığında yine bir uğultu aldı tüm her yeri. Dehşetle izleyen insanlar yaralanan insanları görünce daha çok korkmuştu. Emre, Onur ve Heyzır etraftaki insanları sakinleştirmek ve uzaklaştırmak için çabalarken adamla ikimiz düelloya başladık. Önce silahı kullanmak için bir hamle yaptı ama hızla ceketimi çıkarıp kıvrak bir hareketle eline ve koluna vurup silahı düşürdüm. Bu tıpkı kovboyların ellerindeki urganla boğa yakalamasına benziyordu. Yeterince hız ve sertlikte bir ceket bile keskin bir samuray kılıcının yerini tutabilir. Silahın onun yanına yakın yere düşmesi talihsizce olsa da ikimiz de aynı anda koştuk ve benim ayağım silaha daha çabuk uzandığı için silahı uzak bir yere tekmeledim. Silah döne döne insanların olduğu tarafa savrulduğunda yine de bitmemişti.
Adam cebinden keskin bir bıçak çıkardığında yeniden geri çekildim. Bizimkiler de hamle yapmak için yer arıyorlardı ancak adam o kadar hızlıydı ki kıvrak bir çekirge gibi sürekli hamle yapıyor ve kimseye fırsat vermiyordu. Birkaç defa bana doğru hamle yaptı ancak benim elimde bir şey yoktu. Ceketim de bir metre kadar uzaktayken önce koluna sonra dirseğine iki tekme attım. Fakat o yine de yüzüme ve bacağıma bıçak darbesi atmayı başardı. Devam edersem daha çok yaralanacaktım.
"Haris kaç!"
Emir Meriç'ten geliyordu. Etrafı çevriliydi adamın ve artık silahı da olmadığına göre er ya da geç yakalanacaktı. Benim yapacağım bir şey kalmadığında emre uyup kaçmak için hamle yapacaktım ki adam peşime düştü. Tahmin ettiğim gibi amacı sadece Kanada'ya kaçmak değildi. Gözü Heyzır'daydı ancak onu da pençelerine kıstırcağı en uygun vakti bekliyordu.
"Haris!"
Adamın peşime düştüğünü gören Heyzır da benden tarafa koşmaya başladı.
"Gelme! Gelme Heyzır!"
Heyzır'a gelme dememe rağmen adamın peşinden geldi ve adam bana koşmaktan vazgeçip bıçağını hemen arkasından gelen gelen Heyzır'a sapladı.
"Yooo!"
Her şey bir anda olmuştu. Gözlerimin önünde Heyzır yere çökerken adam da bizimkilerin ateşiyle yere serildi.
Meriç'e doğru koşmaktan vazgeçip Heyzır'a doğru yönelişken mermerin kayganlığından yere düştüm. Kalkıp yeniden koşmaya başladığımda Heyzır yere serilmişti bile. Yerde kayarcasına ona doğru ilerlerken diğerleri de geliyordu ama yavaşlamıştı her şey. Ne zaman canımdan can gitse yavaşlardı zaman. Ona ulaşmak için, onu o kaostan geçip almak için tüm gücümle ona doğru koştum.
Bilmem ki sen de yoruldun mu Hacer bu durumdan? Kaçıp kurtulmak ister miydin tıpkı benim gibi? İster miydin sapsade bir hayat yaşamayı? Sakin, sıradan ve can sıkıcı da olsa kulağa hoş gelen.
Sahi bahar gelse ya Hacer... Sen ve ben yeni çiçek açmış ağaçların altından geçerken o mis kokuları içimize çeksek. Yaz gelse Hacer. En leziz meyveleri sana yedirirken kendim de cömert güneşin ışıkları ile sıcacık olsam. Isınmak bilmeyen buz gibi kalbimi eritsem.
Kış gelse sonra, tertemiz karın beyazlığında kaybolsak. Eylül gelse. Kuru yapacaklar üstünde yürüsek ama yine de inansak yeniden doğacağına her şeyin. Ben senin elini tutsam sen benimkini. Bırakmasak hiç.
Ona ulaştığımda hemen başını dizlerimin üstüne aldım, kollarımla sardım bedenini. Karnından kan akarken bana bakıyordu. Birkaç saniye sonra da titremeye başladı. Elinde değildi ve o güzel yüzü avucumda bir kül gibi titrerken dayanamadım.
"Heyzır, iyi olacaksın güzelim korkma tamam mı?"
Saçlarını özenle gözlerinin önünden çektim. Yanağını okşadım ama gözlerime hakim olamıyordum. Onlar beni dinlemeden akıttılar yaşlarını. Başım sağa sola sallanırken bunun bir kabus olmasını istiyordum. Böyle bir şeyin hiç yaşanmamış olmasını ve mümkünse sadece şaka olmasını istiyordum. Neden? Neden kollarımda böyle olmak zorundasın? Neden?
"Bugün seni defalarca aradım. Söyle bana sana biri bir şey mi dedi?"
Gözlerimden akan yaşlar çeneme süzülürken Heyzır zar zor konuşuyordu. İçimden başlayan yoğun bir ağlama hissi tüm bedenimi sardığında kendimi sıktığım için titremeye başladım. Bıçaklanmıştı, kanaması vardı ama o yine de beni düşünüyordu. Kalbimi düşünüyordu. Benim gerçek kalbimin kendi olduğundan habersiz. Paramparçaydı şu an kalbim. Öyle dağılmıştı ki bir daha toparlanmaz diye korkuyordum. Ölesiye korkuyordum.
"Doğruyu söyle bana. Biri bir şey mi söyledi?"
"Kimse bana bir şey demedi güzelim. Yorma kendini."
"Sana kim ne dediyse," dedi gözlerini güçlükle açmaya çalışarak. "Söyle onlara, hepsi işe yaramazın teki. Üzmesinler seni. Senin zekana yetişemedikleri için, seni kıskandıkları için üzüyorlar seni. Sen..." yutkundu. "hepsine bin basarsın." Baş parmağını kaldırıp bana en iyisi olduğumu ifade etmeye çalışırken hıçkırarak ağlamaya başladım.
Alt dudağımı ısırsam da kendimi tutamıyordum, daha çok ağladım ve gözlerimin buğusu onu görmeme engel olamayınca gözlerimi koluma sildim hızlıca. Çenem titriyor, göz yaşlarım hunharca akıyor, bedenim geriliyor ve ateşim çıkıyordu. Alev topuna dönmüştüm sanki de cayır cayır yanıyordum. Söylediği her şey çok kıymetliydi. Her kelimesi çok değerliydi benim için ama nasıl da bir bıçak gibi delip deşiyordu yüreğimi. Bunca istenilmeyen yaşamımdan sonra, bunca ötelenen, iteklenilen hayatımdan sonra onun bu değerli sözleri. Kendisi bu haldeyken bile düşünmesi. Beni düşünmesi...
"Yorma kendini Heyzır. Konuşma lütfen."
Etrafa baktım çaresizce. "Ambulans çağırın! Doktor yok mu! Niye kimse gelmiyor!"
Derin bir nefes aldı ve gözlerini uzunca süre kapattı, bayılacaktı sanırım.
"Hacer kapatma gözlerini Hacer! Aç gözlerini güzelim."
Başı yavaşça yana kayarken son cümlelerini de mırıldandı.
"Söyle onlara, sen çok değerlisin. Sen bir mücevhersin. Mücevhersin..."
Hacer kollarımda bayıldığında hayatımda ilk defa aklımı kaçıracağımı sandım. İlk defa kalbimin nerede olduğunu hissettim. Hiç bitmeyecek bir derde kapıldığını hissettim. Ve hayatımda ilk defa ait hissettim. Ben...ilk defa kendimden başka biri için ölmek istedim. Pelin haklıydı o halde. Ben farkında değildim ama diğerleri görebiliyordu demek ki. Ben çoktan Hacer'e ait olmuştum. Kalbim çoktan, bütünüyle onu sahiplenmişti zaten.
🔰
Fiyuuv! Ne bölümdü ama!
Evet dostlarım, bölümü nasıl buldunuz? İtiraf edeyim aksiyonunu sevdim ama Pelin falan ortaya çıktı ya pek hoşuma gitmedi. (;
Geçelim sorulara.
✨Haris ve Heyzır hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce engelleri aşabilecekler mi?
✨Pelin geldi ve hem Selma Çelik'ten hem de Osman Çelik'ten haberdar. Sizce bu başımıza bir iş açar mı?
✨Sırf Haris'in çocukluğunu anlatan bir bölüm var. Bundan iki bölüm sonra okuyacağız nasipse. Yine de önden tahmin ediyor musunuz neler yaşadığını?
✨Haris'in çocukluğundan sonra ilk kitaplarda neden öyle davrandığını da çok daha iyi anlayacağız. Her şeyin bir sebebi vardı. Yine de Heyzır onun kalbini kazanmak için elinden geleni yaptı.
✨Haris hala daha sevgi konusunda tereddüt ediyor. Buna kendini layık görmüyor gibi. Bu nasıl düzelecek?
✨Osman Çelik'in Çimen Çelik'i devreye sokmasını nasıl buluyorsunuz? Ve Haris örgüte katılacak?
✨Hacer, Osman, Selma, Meryem, Devran karşılaşmasını merak ediyor musunuz? Geçmiş ve gelecek birbirine girecek.
✨Ve sanırım artık Yusuf Gazel'in naaşını bulup ona ulu bir tören yapmanın vakti geldi. Bunun için birkaç bölüm var ama o bölümü yazarken amcamı hayal edeceğim. Ona yapılamayan ve içimizde ukde kalan töreni yazacağım. Hazır olun. Güzel bir sahne olacak (;
Son olarak genel olarak seri hakkındaki görüşlerinizi alayım. Hani kitaplar uzadıkça sıkar ya öyle oluyor mu? Yoksa devam etsin mi istiyorsunuz? Öyle ya da böyle 5 kitap olacak ama yine de bilmek isterim.
Hepsi ve daha fazlası yeni bölümlerde.
Sevgilerimle
Haku
🤍 |
0% |