@hakugu
|
Dikkat!!! Bu bölümde 1964'de Rumlar tarafından Kıbrıs'ta işkence edilerek şehit edilen yüzbaşı Cengiz Topel'in otopsi raporu kullanılmıştır. Rahatsız olacaklar ya da 15 yaşından küçük okurların o kısmı atlaması tavsiye olunur. İşkence bölümü 🍀 emojisi ile belirtilecektir.
CENGİZ TOPEL
Aziz şehitlerimizin anısına...
Devran Korkmaz
Rüzgarın estiği, çiçeklerin solduğu mevsim gelince... Hâlâ daha yanımda oturuyormuşsun gibi hissediyorum. Eylül'ün huzur veren esintisi yükseldiğinde, bir kayısı ağacının dallarında birbirimize çekirdek attığımızı düşlüyorum. Kuşlar kadar özgür olduğumuz veyahut yüreğimizin delice ateşle yandığı o vakitleri özlüyorum. Hâlâ daha bir çift potin gördüğümde içim sana gidiyor. Bir çift potin nasıl sıcacık hissettirir ki insana? Yüreğimi deliveren sıcak kalbini özlüyorum hâlâ. Senden sonra kimse benzemedi sana. Ve kimse olamadı senin gibi. Meğer bir tane varmış senden ve bir kere geliyormuşsun dünyaya. Sen varken daha anlamlıydı her şey. Tadı tuzu vardı her yemeğin. Lakin işte bir tane varmış senden. Ömründe bir kere çiçek açan kiraz ağaçları gibi... Tek bir kez kanat çırpan kelebekler gibi... Uzaklardan esip gelen ılık lodos gibi... Senden sonra olmadı hiçbir şey eskisi gibi. Ne ben ne de dünya. Seneler geçse de Yusuf Gazel'in o dağlar kadar ihtişamlı olan varlığı hâlâ daha zihinlerde. Benim içinse bir çift potinin verdiği sıcaklık kadar yüreğimde. Hayır aslında çok daha büyük ve çok daha derin. Kardeşim, dostum, derttaşım, yoldaşım...
Ellerimi pantolonumun ön ceplerine koyup camdan dışarıyı seyrederken ceketimin etekleri havaya kalkmıştı. Yukarıdan seyrettiğim caddedeki her şey karınca gibiydi. Karınca gibi hareket eden araçlar, oradan oraya giden insanlar ve onların yuvaları olan binalar. Merak ediyorum doğrusu, karıncalar arasında da var mıdır böyle kaos? Onlara da yetmiyor mudur dünya? Bize yetmediği gibi. Sığamadığımız gibi hiçbir yere.
Cama yansıyan görüntüm gururlu ve pek tabii elinden her iş gelen bir adamı andırıyordu. Böyle bir duruş benim gibi beceriksiz biri için fazla karakter istese de büründüğüm kılıfı terk edemem. Ruhumu sattıktan sonra bedenimi de ona uydurmak zorundayım. İçi çürük, dışı ham bir meyve gibi dimdik durmak zorundayım. Dışarıdan gelen darbelere karşı en azından dik durmam lazım. Her an çöken iç dünyama ayak uydurursam, kendi cenazemi kaldırmam gerekir. Fakat benim ölümüm artık beş para etmez bir değerde. Sadece ölsem, sadece bu dünya üzerinden varlığım silinse bile pek bir paha etmez.
Ben ve benim gibiler, ölüsü bile bin kat değerli olanlara hizmet etmekle şerefleniriz ancak. Dünyaya geliş amacımız budur. Asil gibi davranmaya çalışsak da bir yerde kabulleniyor insan. Bir basamak olduğunu. Hem de üstüne nefretle basılıp geçilen bir basamak. Öyle bile olsa kendimi bir nebze olsun değerli hissediyorum. Benden bin kat daha değerli kişilere ulaşılan, nefret edilse dahi köprü görevi gören bir basamak olduğum için gururluyum. O azıcık gurur da olmasa kendi ellerimle sonumu getirmek için hevesli olurdum, bilakis.
Derin bir nefes akıp cama bakmaya fakat aslında zihnimdekileri seyretmeye başladığımda hafifçe tebessüm ettim.
Ve nihayet Fedai'nin örgüte katılma zamanı geldi. En başından beri Osman Çelik'in tek amacı buydu işte. O, Fedai'yi tıpkı kendileri gibi yalan ve profesyonel bir makina yapıp, şimdi de onu aralarına saldı. Fedai, Haris olana dek ne çektiyse bundan sonra yüz mislini çekecek. Bu hikayede hiç kimse için rahat bir yaşam olmayacak. Lakin korkarım ki en ağır rol Haris'e ait olacak. Çünkü o hem asil hem de basamak güruhunda. Ne olduğunu, nereye ait olduğunu bilmeden yürümek zorunda. Kimselerin onun yanına yaklaşma ihtimali olmayan, mıknatıs gibi belayı kendine çeken, kendi zehri ile hem etrafını hem de benliğini zehirleyen hilkat garibesi bir şey olacak.
Haris'i düşünürken bundan bir sene önce Osman Çelik'in bana dediği şeyler geldi aklıma. Hâlâ daha dün gibi zihnimin bir köşesinde cılız da olsa çınlamaya devam ediyor.
"Onu emniyete alacağız Devran. Sonra da Hacer Gazel'le yakınlaşmasını sağlayacağız. Örgüte katılmadan önce birbirlerini tanımak zorundalar. Ancak o zaman örgüte girdikten sonra işimizi görebilir. Davaları çözmesine izin ver, ona yardım et ve aman ha onu koru."
Kuşkuyla kıstığım gözlerimle iç çekip dışarıyı seyretmeye devam ederken emniyette son günlerim olduğunu hissediyordum. Artık bir sonraki adıma geçilecek ve Hacer Gazel'in her şeyi devralması gerekecekti. Bunun için onca insan feda edilmiş daha bi o kadarı da heba edilecekti. Bitmeyecek, durmayacak. Osman Çelik Yusuf Gazel'in intikamını almadan asla durmayacak. Bu uğurda kendi bile ölecek olsa asla ama aşka duramayacaktı.
"Yapamam efendim," demiştim o gün de ona. "Bir hırsızı nasıl emniyete alabilirim? O bir hırsız, polislerin içinde işi ne? Şayet böyle bir şey yaparsam, örgüt benden şüphelenir. Onların arasındaki konumumu siz de biliyorsunuz. Sığıntı gibiyim ve sadece Yusuf için bilgi toplamak adına yanlarındayım. Beni asla aralarına almayacaklar. Hep bir alt kademede olacağım. Yusuf'la arkadaş olduğumuzu biliyorlar. Şayet Fedai'ye emniyete alacak olursam işler zora girer. Orada kalmam güçleşir."
"Senin orada olmanın tek amacı Fedai'yi Haris yapmaktı zaten Devran. Şu saatten sonra Yusuf'un naaşının nerede olduğunu öğrenmenden başka Yusuf hakkında öğrenebileceğin bir şey kalmadı. Bu çocuk bizim son umudumuz. Yusuf Gazel'in intikamını almak için sadece ona güvenebiliriz. Bunun için gerekirse öl ama Haris'i emniyete al."
Tüm bu konuşmadan sonra tebessüm ettim kendi kendime. Emniyete geleceği ilk günü hatırlıyorum Fedai'nin. Malikanede Çimen için doğum günü partisi veriliyordu. Haris ise davet edilmemişti, her zamanki gibi. Terk ettiği hukuk fakültesinden gelen davet mektuplarını yakmakla meşguldü yine. Öylesine zeki ve başarılı bir öğrenciydi ki fakülte onun gibi bir öğrenciyi kaybetmek istemiyordu. O ise adalete olan inancını yitirmiş üniversitenin üsünü bile duymak istemiyordu. Osman Çelik hep yaptığı gibi bir gözü Haris'in üstünde onunla ilgilenmiyormuş gibi Çimen'in doğum gününde eğleniyordu. Onun bir sonraki adımının ne olacağını büyük bir merakla bekliyor atacağı adımları önceden tahmin edip onu ölesiye koruyordu.
Fedai'nin Haris olduğu ilk zamanlar, onun hem en zeki hem de en tehlikeli olduğu zamanlardı. Bir seri katil tarafından eğitilmiş, bir hırsızla yoldaş olmuş, yalan söyleyen bir kadınla aylarca birlikte yaşamıştı. El çabukluğuyla çalmayı, göz açıp kapayıncaya dek ortadan yok olmayı, normale dair ne varsa hepsinin üstüne çıkmayı başarmıştı. Yer yer Osman Çelik tarafından imtihana tâbi tutuluyor ve her defasında geçiyordu. Tıpkı örgütten biri gibi insanlığa dair ne varsa hepsini yerle bir edecek kalpsiz ve ruhsuz birine dönüşüyordu. Hepimiz öyle biliyorduk. Osman Çelik düşündü ki, sevgi görmezse, sevemez de. Şefkat almazsa acımaz da. Dostu olmazsa kimseye muhtaç olmaz da.
Kim olduğunu bilmeyen, oradan oraya savrulan zavallı bir çocuktu Haris. Ona her baktığımda Yusuf'u görüyordum. Bu yüzden de onu korumak için elimden geleni yapmaya karar verdim. Sadece Yusuf için değil, sadece Murat'ın oğlu olduğu için değil, sadece Osman Çelik'e söz verdiğim için değil. Aynı zamanda Haris için de. Ona acıdığım için değil sadece, sevdiğim için de. Gözümün önünde büyüyen bu çocuğa gözüm gibi bakma isteğim olduğu için de...
Emniyete ilk geleceği gün onu tavsiye eden müfettişi Osman Çelik göndermişti aslında. En başından onu alacağımız kesin olsa da bu konuda isteksiz davranmış, diğer polisleri alıştırmıştım. Ve hatta bir üst seviyeye çıkıp ayyuka çıkarmış ve iyice birbirine giren Serçe parmağı devasında onu almaya mecbur göstermiştim, Ona yakın olmayıp, onu aşağılayarak, ondan uzak durup onu dışlayarak arka planda onu emniyette barındırmıştım. Ben olduğum sürece Haris emniyette emin ellerdeydi. Örgütün kulağına giden hırsız ve zeki çocuk ikilemi onların da ağzını sulandırırken günbegün ağır ağır işlenmişti kader ağları.
Çözdüğü her davada kendisine daha çok güvenirken Hacer'e de bir o kadar yaklaşmıştı. Aralarındaki bağ güçlendikçe örgüte bilgi veriyor onların dikkatini çekmesini ve aralarına almaları için yol yapıyordum. Nihayetinde onlardan biri olması için Osman Çelik ile birlikte el ele verip tüm zemini hazırladık. Haris, doğru ve yanlışı seçebildiği zamana geldiğinde de onu serbest bıraktık.
Tüm bu yaptıklarım gözümün önünden bir film şeridi gibi geçerken telefonuma bir mesaj geldi.
Toplantı saati 14.30'dan 20.25'e alınmıştır.
Toplamda yirmi senedir yüzlerce kez toplantıya katılmıştım. Ve örgüt sadece iki kere toplantı saatini değiştirmişti. Biri, Yusuf Gazel'in mezarı açıldığı gün. Diğeri de Hacer Gazel'in polis olduğu gün. Her ikisinde de bu işlerde görevli olan kişiyi bir daha görememiştik. Örgüt ne yapıp edip o iki insanı yok etmişti. Ne ailesinden ne de onlara dair hiçbir bilgiye rastlamamıştık. Kamuoyu Yusuf'un naaşından şüphelendiği için, mezarı ile görevli Tevfik Uslu, Hacer'in çocukluğundan itibaren onu gözeten ve ilerlemesini engellemek için her yolu denemekle görevli olan Zeki Leman aramızda az da olsa muhabbet dönen insanlardı.
Şimdi...
Şu mesajı görünce...
Bana verilen her emirde 2025'in örgütün yılı olacağı hatırlatılırken ve ben de bu yıl için görevlendirilmiş gibiyken...
Acınası bir tebessümle gülümsediğimde ölümün soğuk nidası enseme dokunmuştu. Bir şeyler olacaktı. Bir şeyler olacaktı ve bu sefer baş rol bendim.
Telefonu cebime koyup hızlı adımlarla odama gittim ve her ihtimale karşı kalemliğimin içinde olan ses kaydedici kalemimi alıp cebime koydum.
Evet, ben buyum. Ölüsü bile bin kat daha değerli insanlara ulaşmak için nefret edilerek üstüne basılan bir basamaktan fazlası değilim...
🔰🔰🔰
Derin bir nefes alıp ellerimi bağladığımda aylık rapor için hazırladığım dosyayı daha sıkı tuttum. Toplantı salonunun kapısının önünde beklerken tuhaf atmosfer devam ediyordu. Hiç bu kadar bekletilmemiştim. Örgütün liderleri benim emniyet ve Hacer Gazel hakkında sunacağım güncellemeleri can kulağıyla dinlerlerdi her defasında. Lakin bu sefer...
Güvenlik için bekleyen iki adam kulaklıklarına gelen emri dinlerken bakışlarını gizlice bana çevirdiler. Onlara doğru bakmasam da bir şeyler olacağını seziyordum. Alt kata inen merdivenden çıkan üç kişi yanıma gelip durduklarında kendi aralarında başka şeyler konuşsalar da hal ve hareketlerinden ne kadar gergin oldukları belliydi. Bir şeyler oluyordu ama ne?
Onların hissiyatı bana geçtiğinde ben de yutkundum ve nihayet açılan kapıdan içeri girdiğimde toplantının çoktan başladığını gördüm. Yıllardır bensiz başlamayan toplantı ne hikmetse başlamıştı ve herkes beni görünce susup bana baktı. Üçlü en baş köşede rahatça otururken diğer herkes beni görmesi ile aynı tuhaflıkla bakışlarını kaçırıp oturuşlarını düzelttiler. Mutlaka ama mutlaka bugünün mevzusunda benim de adım geçmişti. Böylesine bir şey tesadüf olamazdı.
Arkamdaki üç adam sanki beni beklermiş gibi içeri girmezken daha fazla beklemedim ve içeri girdim. Bana ayrılan sandalyeye oturduğumda ellerimi, dizlerimin üstüne koyduğum dosyanın üstüne yerleştirdim.
"Hoş geldin Devran. Her şey yolundadır umarım."
Örgütün kurucu üyelerinden Melik pek konuşmazdı. Onun giriştiği laftan da hayır gelmezdi. Bunca yıldır hepi topu üç kez konuşmuşuzdur kendisi ile. İlk ikisinde feci bir dayak yemiştim. Yanlış dosya teslimi yaptığım için. Tabii onlara göre yanlış dosyaydı, işin iç yüzünde yaptığım ajanlık vardı.
"Her şey istediğiniz gibi ilerliyor efendim. Elimdeki dosya..."
"İstediğiniz? Senin isteğin değil yani öyle mi?"
Onlara doğru uzatacağım dosyayı geri çekip yeniden dizlerimin üstüne koydum.
"Ah, hayır efendim. Elbette benim de isteğim. Örgütümüzün isteği olarak tam istediğimiz gibi ilerliyor her şey."
Dilini ağzının içinde gezdirirken bakışları pek de samimi değildi. Bunu öyle iyi biliyordum ki. Hatta ve hatta buradaki herkes bildiği için salonun tamamı gerginlikle doluydu. Solunan havanın yarısı sıkıntısı diğer yarısı da acaba başıma bir şey gelir mi endişesi ile doluydu.
"Meriç komiserin örgütü araştırdığını biliyor muydun?"
Fehmi sordu bu sefer. Bu üçlü içindeki en çok konuşan kişiydi. Lakin onun soruları daha çetrefilli olurdu. Her toplantıda Adnan ortaya, Melik soluna, Fehmi de sağına otururdu. Adnan genelde konuşan kişilerin yüzüne bakmakla yetinir, soracağı bir soru varsa Fehmi'ye fısıldardı. Bu seferki toplantı o kadar gergindi ki Adnan kimsenin yüzüne bile bakmıyordu. Onun, eli ile kapattığı yüzü hafif yere eğik başı yüreğimi amansız bir endişeye sürüklese de korkum kendim için değildi aslen. Haris ile ilgili planımız yeni yürürlüğe girmişti. En azından o alışana dek yanında kalmayı yeğlerdim. Beni örgütten kovarlarsa onun işi daha da zor olurdu.
"Kendisi ile arşivde karşılaştık. Nasıl öğrendi bilmiyorum ancak benim aradığım belgelerin yakınlarındaydı."
"Öğrenmesi işten bile değil, uzun zamandır seni takip ediyor." Fehmi kaşlarını kaldırıp sanki bana aptal ayağına yatma dercesine baktı. Fakat gerçekten farkında değildim ben, yine de şu saatten sonra bana inanmazlardı. En iyisi susmaktı.
"Hacer Gazel'in emniyet müdürü olması için başvuruda bulundun mu?"
Melik'in sorusu ile irkildim. Gözlerim şaşkınla sonuna kadar açıldığında ne diyeceğimi bilemedim. Boğazıma saplanan ince bir şiş gittikçe derine giriyor ve beni nefessiz bırakıyordu sanki. Bunu gizlice yapmıştım oysaki. Kimselere haber vermeden. Hiçbir tandığa söyleden. Şimdi nasıl?
Ben gergince yutkunup itiraz etmeyince salondaki herkes göz ucuyla da olsa bana baktı. Kendi ellerimle mezarımı kazdığım hissini yayıyorlardı etrafa.
"İstifa mı edecektin yani? Hacer Gazel emniyet müdürü olacağına göre?"
Yeni gelen soruya bir cevabım yoktu. Ve ardı arkası kesilmedi cevapsız sorularımın.
"Turhan Gazel'in artık ilaçlarımızı kullanmadığı teşhis edildi, haberin var mı?"
"Peki ya, Memati Şekerci olayında Hacer Gazel nasıl çözebildi davayı?"
"Cihanşah neden Hacer Gazel'e saldırmıyor?"
"Onun için ayarladığımız ekibin hiçbiri ona tek bir zarar vermedi. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?"
Vakti zamanında Memati, Cihanşah ve Yağız'ın Bumerang ekibine dahil edilmesinin yegane nedeni Hacer Gazel'in önünü kesmekti. Geçmişi psikolojik cinayetle mahvolan Memati, aslen serseri bir takımın üyesi olan Cihanşah, temizlik takıntısının altında en büyük pislik yatan Yağız üçü de Heyzır'ın şanını yerle bir etmek için güya İstanbul'dan özenle seçilmişlerdi. Evet özenle seçilmişlerdi ancak İstanbul değil örgüt bizzat kendi ayarlamıştı. Fakat bu üçü değil Heyzır'ın ayağını kaydırmak onun ününe daha da ün katmışlardı. Şimdi onlara asıl bunun nedeninin Haris olduğunu söylesem onu ifşa etmiş olacaktım. Gerçi hırsız çocuktan haberleri vardı, bilmiyor numarası yapsam daha çok zarar görürdü ancak şu an dikkatlerini çeken şey, benim Hacer'e olan yardımımdı.
"Seneler önce," dedi Melik ayağa kalkıp arka cebinden çıkardığı şırıngaya bir fiske atarak. "oğlan katliamı düzenlendi. Amaç, asi ve insanlığa karşı büyük suçlar işleyen Yusuf Gazel'in hatasını yüzüne vurmaktı. Sizce de Yusuf oldukça kötü niyetli biri değil miydi?"
Tüm salonda evet sesi yankılandı.
"Bütün oğlanların listesi vardı elimizde. O dönemin emniyet müdürünün oğlu, Yusuf Gazel'e yardım eden öğretmen ve doktorların oğlu, polis arkadaşlarının oğlu ve bizzat en yakın arkadaşının oğlu Fedai Bircan..."
Hayatımda ilk defa tüm tüy köklerimi hissettim. Başımdaki saçlardan itibaren kollarım ve bacaklarım dahil içten gelen bir ürpermeyle tüm tüylerim dikenleştiğinde gözlerimde sönen ışıkla Melik'e bakıyordum. Verdiğim tepki onu memnun etmişti. Fedai konusunda tedirgin olduğumu yakalamıştı. İstediğini almıştı.
Arkama kadar gelip şırıngalı elini bir omzuma yerleştirdi ve kulağıma doğru eğilerek "Şimdi bize tam olarak ne b*k yemeye çalıştığını anlatıyorsun, dökül!" diye bağırdığında şırınga omzuma saplandı.
Tüm bu cinayetlerde geride iz bırakmadan iş yapılıyorsa bu adli tıpçı Melik Kandemir sayesindeydi. İnsafsız ve acımasız bir pislik olarak hangi damar ne işe yarar, insanın hangi siniri onu ne hale getirir, neresinde ne enjekte edilirse ne olur gibi her insafsız sorunun cevabı ondaydı. Tam omzumun üstündeki damara ne verdiyse gözlerim ve ağzım dışında hiçbir yerimi hareket ettiremiyordum.
Melik bana yaklaşıp hareket ettiremediğim iki kolumu da kaldırıp bir iki defa salladı ve sertçe attı.
"Böyle tıpkı bir kuklayı andırıyorsun. Yoksa gerçekten bir kukla olduğun için mi?"
Kulağıma her fısıldadığında midem daha çok bulanıyordu. Melik durmadı ve "Konuş!" diye bağırıp tam ağzımın üstüne bir yumruk attığında "Melik!" diye seslendi Adnan. Tüm salon onun sesini duyduğunda bir kat daha gerilmişti ki Melik de en az bizim kadar korku ile aniden durdu.
"Ağzının üstüne vurursan nasıl konuşsun? Hiç akıl yok mu sende?"
"Affedersin."
Saçımdan tutup arkaya doğru çeken Melik "Şimdi nasıl?" diye sorduğunda Adnan bıkkınlıkla nefes alıp ayağa kalktı. O kalkınca herkes kalktı. Ellerini pantolonun ön ceplerine koydu ve bende olan gözlerini bir saniye olsun ayırmadan yavaş adımlarla yürümeye başladı. Tam önümde durduğunda arkaya çekilen başımdan zor da olsa ona bakıyordum.
"Yirmi iki sene," dedi şefkatle. Böylesi bir şefkat ancak Adnan'dan gelirdi. Yumuşak tonlama, acıyormuş ya da şefkatliymiş gibi bir bakış lakin en derininde öldürücü bir şehre sahip sinsilik.
"Tam yirmi iki sene bize hizmet ettin Devran. Senin gibi birinden şüphe etmemiz hiç kolay olmadı, dahası seni kaybetmek bizi de çok üzer."
Dudaklarımdan süzülen kan çeneme inerken o da dudaklarını büzdü ve sağ elini cebinden çıkarıp işaret parmağının tersi ile çenemden başlayıp dudaklarıma kadar gelerek kanı sildi. Sonra da ağzına götürerek tadına baktı. Kanın tadını damağında bir süre aldıktan sonra "Kokuşmuşsun," diye mırıldandı. "Oysaki bize taze kan lazım."
Sözleri herkesten çok zehirli ve mide bulandırıcıydı.
"Ben diğerleri gibi sana onlarca soru sormayacağım endişelenme. Tek bir sorum var. Şayet cevaplarsan çok memnun olurum." Sevecenmiş gibi bir tebessümle gözlerini kapatıp açtığında yutkundum. Hiçbir şey sormamasını dilerdim.
"Söyle bana sevgili dostum," dedi saçlarımı okşarken. "Osman Çelik kim biliyor musun?"
Dönüp kaldığım anlarda ölmeyi yeğlerdim. Bir kere daha aynı kaderi yaşıyordum. Sır gibi sakladığım bu şey nasıl?
"Cevap?"
Hayır desem daha kötü olacaktı, evet desem ondan daha kötü. Cevap vermeden beklerken "O halde Fedai Bircan için yapılan yalancı cenazeden de haberin vardır," dedi.
Kalbim amansız bir korku ile sarıldığında her şeyin bittiğini düşündüm. Senelerdir yaptığımız her şey çöp olmuştu. Haris'i biliyorlardı. Fedai'yi biliyorlardı.
"Bizi kandırdın. Bize çalışırken aynı anda Yusuf Gazel'e de çalıştın. Ona olan düşmanlığının önündeydi dostluğun. Hiçbir zaman bize ait olmadın."
Ben sessizce dururken "Çiçero denilen veledin Fedai olduğu kesinleşti. Gidin bunu tüm birimlere haber edin," dedi Melik.
Bu sefer hareketlerime dikkat ettim ve tüm sevincimi içimde yaşadım. Evet bir şeyleri çözmüşlerdi ancak her şeyi değil. Fedai'yi Çiçero sanıyorlardı. Haris'ten haberleri yoktu hala.
Allah'ım sana şükürler olsun. Binlerce kes şükürler olsun sana.
"Ne sandın? Biz Yusuf Gazel'i didik didik araştırırken onun geçmişte bağlantısı olan mafya bozuntusunu ve nerden çıktığı belli olmayan güya boşanmış ve hiç çocuğun olmamış kızının bir çocuğu olmasını bilemeyeceğimizi mi? Sen Selma ile boşandığında ona dokunmamıştın bile. Ve Selma bir daha kimse ile evlenmedi. Çimen denilen çocuk Murat'ın oğlu değil mi?"
Çenemden tutan Adnan yukarı kaldırdığında gözlerimdeki bakışın hiçbir şey ifade etmemesi için elimden geleni yapıyordum.
"Gözlerinde hiçbir ifade barındırmamak için elinden geleni yapıyorsun. Sandığından daha çok tanıyoruz seni. Ve sandığından daha az kurnazsın. İncecik bu ipte ikili olarak yürüyebileceğini mi sandın? Ne yapalım, Pelin'i de seninle mi gönderelim yoksa tek mi gitmek istersin?"
Bu örgütte birine git denildiğinde kimse nereye gittiğini bilmezdi. Fakat o giden kişi her nereye gidiyorsa da asla geri dönmezdi. Hepimiz için en ürpertici kelimelerdendir gitmek. Geri dönmeyeceğimizi bile bile gönderiliriz çoğu defa.
"O-onun bi su-suçu yok."
Ağzımdan sızan kan ve tükürüğe hakim olamadan söylediğim cümle Adnan'ın yüzünü buruşturmasına neden olmuştu. Yine de dudaklarını büzüp ifadesini topladı ve geri çekilerek yürümeye başladı. Yüzlerce sandalyenin etrafına çevrelendiği boşlukta yürürken kime yaklaşacak olsa kalbi duracak gibi oluyordu. Korktuklarından değil. Bu korku bile sayılmazdı. Onun rüzgarı bile kendilerine isabet etsin istemiyorlardı. Bir kere bulaştıkları bu örgüt belasında mümkün mertebe bu üçlüye ama en çok Adnan'a yakın olmak istemiyorlardı.
"Gerçi," dedi Adnan üçüncü adımını attığında. "yirmi senedir ısırmadan havladın bize ve her defasında yardımın dokundu. Gider ayak Murat'ın oğlunu da ispiyonladığına göre bir kez daha bize hizmet etmiş oluyorsun. Öyle olsun," dedi işaret parmağını uzaktan bana sallayarak gülerken. "Pelin'i senden ayrı tutacağız. Hadi yine iyisin."
Bu bir lütuf değildi ama en azından kızımı kurtarmıştım.
"Evvet toplantı bitmiştir hanımlar!"
Fehmi'nin bozuk ruhsal konuşması ile herkes ayaklanırken Adnan pencere tarafına gidip çoktan içkisini yudumlamaya başlamıştı bile. Üçlü birleşip son kararı verdiklerinde iki tane ızbandut gibi adam yanıma geldi ve kollarıma girerek kaldırdılar. Onların yardımı ile ayağa kalktığımda birisi omzumdaki iğneyi çıkardı. İğne çıksa bile hareket yetimi kazanamıyordum. Hala daha yüzüm dışımda hiçbir yerimi hareket ettiremiyordum.
"Gidiyoruz efendim."
Yanımdaki adamlardan biri üçlüye seslendiğinde Melik hemen arkasını döndü. Bana doğru yaklaşıp hafif eğildi.
"Emeklerinin karşılığı olarak sana acısız bir ölüm hediye ediyoruz. Bizim de kendimize göre vicdanımız var görüyorsun ya. Sana enjekte ettiğim asit kendi buluşum ve genelde tüm ameliyatlarda kullanıyorum. Acı çekmeden tüm uzuvlarını yavaşça eritecek. Öyle hızlı yayılıyor ki bir saate kalmadan organlarını kusmaya başlarsın. Ama sana yemin ederim ki zerre acı duymayacaksın."
Dudaklarımı açıp iki çift laf etmek istedim ancak ölümümü hızlandırmaktan öteye geçmeyecek bu şeyi yapmadım ve gözlerimi açıp kapatarak kabullendim. Osman Çelik'e haber vermeliydim. Ama hayır onu çağırırsam işler daha çok karışırdı. Sessizce ölürsem de...
Adamlar beni sürükleyerek toplantı odasından çıkardılar ve birlikte asansöre geldik. En alt kata indiğimizde adamlardan birinin telefonu çaldı.
"Araç arıza yaptıysa yenisi ile değiştir ahmak. Kesin emir aldık Devran Korkmaz'ın ölümünden önce mutlaka şehir hastanesine yakın ormanda olması gerekiyor. Kaç saat dedin? Mal mısın lan, en fazla on dakika sana, acele et."
Telefon kapandığında diğeri "Ne diyor?" diye sordu.
"Araç arıza yapmış, on dakikaya gelecek."
"Biz ne yapacağız o zaman?"
"Şimdi dışarıda beklerken görmesinler, depoya inelim orada bekleyelim."
Adamlarla birlikte en alt kata oradan da depoya indiğimizde beni kolilerle dolu bir alana iteklediler. Yatarcasına düştüğümde yüzüm ceketimin cebinde duran kaleme yakındı. Ağzıma alıp ısırdığımda ses kaydedici kalem çalışmaya başladı. Her ne olursa olsun örgüte gelirken bu kalemle gelirdim. Bu sefer çalıştırmak için fırsat bulamamıştım ancak bundan sonrası için de lazım olabilirdi.
"Bu leş ortamda ne işimiz var be? Küf kokuyor her yer."
"Eski dosyaların atıldığı bölüm burası, ondan öyle. Şuna bak, 1994 diyor. Ben daha doğmamışım lan!"
1994 mü? Gözlerimi kutuya çevirdiğimde Yusuf Gazel yazdığını gördüm. Örgütün en eski belgeleri...
"Şu bahsedilen adam değil mi? Deli saçması fikirleri yüzünden öldürülen polis hani?"
"Öldürüldü deme lan, duyarlarsa ağzına sı*arlar."
"He he sus tamam. İki bakalım ne varmış dosyasında?"
Koliyi açtılar, içindekileri hunharca karıştırdılar. Şimdi hareket edip o dosyalara bakmak için nelerimi vermezdim. Yine de umutla bekliyordum işe yarar bir şeyler bulmak için.
Ben kurbanlık koyun gibi beklemeye onlar da ellerine aldıkları her şeyi okumaya başladılar.
"Şuna bak lan, gerçek otopsi raporu yazıyor."
"Gerçek mi? Yalanı da mı var?"
"Bilmiyorum oku bi."
Onlar hevesle okumaya başladıklarında pür dikkat dinliyordum.
🍀
"Sol gözünün tarafından tahrip edilmiş ve her iki kolunun pazusunun matkapla delinmiş."
Hızlı hızlı ve derinden nefes almaya başladığımda kursağımda biriken her ne ise gözlerimden yaş olarak döküldü.
"Edep yerleri ezilmiş, kafatasının sol tarafına bir beton çivisi çakılmış."
Dişlerimi sıkıp tüm gücümle ağlarken aldığım nefesin yoğunluğu adamların dikkatini çekmiş olacak ki okuyan dönüp bana baktığında "Şuna bak, ağlıyor," dedi. Diğeri de bana baktığında gülerek birbirlerine baktılar sonra bana doğru çömelip "Ne oldu lan, arkadaşın mıydı? O yüzden mi sen de aynı sona mahkum edildin? Yoksa sadece acıdın mı?" diye sordu.
"Bence arkadaşıydı. Aynı senelerde polislermiş."
"Ooo o zaman daha eğlenceli. Dur bak devamını da dinle," dedi ve okumaya devam etti. "Sol ayağı da kırılmış. Bunlar yetmezmiş gibi, boğazından göbeğine kadar göğsü yarılmış ve çuval diker gibi de yeniden dikilmiş."
Ağlayışım daha da yoğunlaştığında kahkaha atmaya başladılar. Hakim olamadığım ağzımdan kan ve salyalarım süzülürken onların daha da hoşuna gidiyordu.
"İç organlarını da çalmışlar lan, akciğeri ve kalbi de noksanmış. Yemişler adamı resmen."
Ben ağladıkça onlar gülüyordu. Kahkahaları umrumda değildi ama şayet hareket edebilseydim her ikisinin de iki kaşının ortasına birer kurşun dizerdim.
"Aha, şuna bak. Mezar değişimi. Ne yapmışlar ulan bu adama?"
Sayfaları çevirdikçe gözlerim hunharca akıyordu.
"Üçüncü mezar değişimi ve yok oluş."
"En son nereye gömmüşler baksana bi."
Ağlayışım aniden durup onları dinlerken beni fark ettiler. Her ikisi birden bana baktıklarında gözlerimi açtım.
"Seni sinsi! Bi de dinliyorsun ha! Öleceksin lan mal herif!"
Elinde kağıtları tutan askeri çizmesi ile iki kere yüzümle birlikte kafama tekme attığında beynimden kaynar su boşaldı sanki. Ağzım sonuna kadar açıkken nefes alamıyordum. Her şey bulanıklaşmaya başladığında gözlerim kapandı.
Hacer Gazel
Haris'ten ayrıldıktan sonra tek başıma sokaklarda yürürken tüm duygularım alınmış gibiydi. Hissizlikten biten geceyi ve yeniden doğan güneşin oluşturduğu şafağı bile fark edemiyordum. Yeni yeni aydınlanan hava iyice kararan dünyamı aydınlatmaya yetmeyecekti elbette.
Gelen çağrı
Telefonum defalarca kez çalmıştı. İlk üçü Emre, diğer üçü Onur tarafındandı. Birkaç defa Gamze ve sırası ile üçü düzenli olarak aramaya devam etmişlerdi. Cevap vermediğim için iyice meraklanmış olmalılardı. Bu sefer en azından birine ne durumda olduğumu haber vermek istedim. Cebimdeki telefonu alıp bir an önce açmak için hazırlanırken Devran komiser yazısını görünce durdum. Devran komiser beni kırk yılda bir arardı. Onda da ya azar işitirdim ya da kötü bir haber verirdi. Şimdi polis bile değilken neden arıyordu ki?
Düşünce ile kaşlarımı çatıp arama ekranına bakarken üçüncü kez çalıyordu. Bu saatte ve neden bu kadar çok? Tedirgince telefonu açıp kulağıma götürdüm ve sadece bekledim.
"Alo..."
Sesi öylesine boğuk geliyordu ki. Hemen cevap verdim.
"Komiserim?"
"Heyzır..."
Konuşması o kadar cılızdı ki ne diyeceğimi bilemedim.
"Şehir hastanesinin yakınındaki ormandayım. Çok vaktim yok, yanıma gel kızım."
Kızım...
Annem dışında ilk kez bir büyüğüm, erkek biri bana kızım diyordu. Bir an için baba sevgisi ile titredi kalbim. Bunu Devran'dan duymak bile sinirimi bozmadı. Bilakis göğsüm hoş bir hareketle nefes almama yardım etti.
"Hemen geliyorum."
"Çok çabuk, çok. Çabuk."
Konuşması devam edecekti belki de ancak birden kesildi ve hızla yeniden aradığımda başka bir ses yükseldi.
"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor..."
Bana yakındı orman. Tek yapmam gereken bir taksiye atlamak ve doğruca adresi vermekti. Koşarak ana yola geçtiğimde taksilerden birini durdurup adresi verdim. Ne kıyafetim ne ruh halim bu gidişe uygun değildi belki de ama umursamadım ve taksiciye daha hızlı olmasını söyledim sadece.
Taksinin rüzgar ve yola kafa tutan hızıyla şehir hastanesinin yanındaki ormana geldiğimde ücreti ödeyip koşarak ilerlemeye başladım. Ormana girdiğim andan itibaren bağırıyordum.
"Devran komiserim! Ben geldim! Devran komiserim!"
Bir süre sağ tarafa, daha sonra sol tarafa en son da kendi etrafımda dönercesine bakındım ancak hiçbir yerde yoktu.
"Devran komiserim! Komiserim!"
Daha sonra yerdeki kan izlerini fark ettim. Kurumuş çam kozalaklarının üstünde tazece duran kan üstü pıhtılaşsa da hala daha sıcaktı. Bayağı bir arbede olmuştu ancak biri fena halde darp edilmişti.
Ben etrafıma bakınırken "Hacer," dedi biri. Boğuk çıkan sesi duymam bir mucizeyken beş altı adım ufakta ağaca yaslı şekilde duran et yığınına dönmüş Devran komiseri gördüm. Elimdeki çanta yere düşerken koşmaya başladım.
"Komiserim! He-hemen ambulansı arayacağım. Durun, nefes alın."
Telefonu çıkarıp bi yandan aramaya çalışırken diğer yandan boğazının büyük bir bölümü kesilen yeri tutuyordum. Parmaklarımın arasından sızan sıcak kan durmak bilmezken renksiz dudaklarını araladı. Bir şey diyecekti ama diyemedi. Güçlükle kaldırdığı sol eli ile telefonlu elime dokundu ve başını iki yana salladı. Bir yandan onun bir yandan benim gözlerimden yaşlar boşalırken "Al şunu," dedi. Önüne ne olduğunu anlamadım sonra cebinde takılı olan kalemi işaret ettiğini anladım.
Aldığım kalemi cebime koyarken "Gözlerin babana benziyor," dedi. Yutkundu. Nefes almaya çalıştı. "Babana selamını söyleyeceğim, şayet benimle konuşmak isterse."
Titreyen çenemden yaşlarım boşalırken kendimi sıkıyordum. Kasılan bedenim, tanıdığım ve bildiğim bir insanın bu hale gelmesine dayanamazken gözümde bir dağ gibi olan insanların yıkılışını görmek bana çok ağır geliyordu.
"Emniyet müdürü ol Hacer. Her şeyin başına geç ve babanın intikamını al kızım. Ben..." ağlamaya başladığında boğazından daha çok kan sızdı. Bedeni sarsılırken gözlerini kapattı.
"Ben babandan dileyemedim ama şu an kızı karşımda. Ne olur affet beni. Affet beni yavrum. Pişmanım. Çok pişmanım."
Ne olduğunu anlayamasam da içim acıdığı için ağlıyordum.
"Komiserim... İyi olacaksınız, iyi olacaksınız."
Son kez kaldırdı sağ elini. Gözlerimin hizasına getirip dokunmak istedi. Parmakları gözlerime ulaşamadan yere düştü kolu. Kapandı gözleri ve çekildi canı tamamen.
"Komiserim! Komiserim!"
Onu ne kadar sarssam da cevap alamadım bir türlü. Kollarımın arasında son nefesini veren Devran Korkmaz ilk defa ona karşı kalbimi sızlatırken yapayalnız bir başımıza güneşin gökyüzüne yükselişine şahit oluyorduk.
Bu bölümü yazmak pek kolay olmadı, çünkü hem Cengiz Topel'in otopsisini araştırmak hem Devran'a Severus enerjisi vermek beni aynı anda hüzne sürükleyip bir yandan da zorladı. Bazı karakterler var onlara üzülmeden edemiyorum ama sevemiyordum da. Bence siz de biliyorsunuz. Mesela ÖKF Semih. Mesela Cevap 1871 Serivan. Mesela Milyonda bir Yeşim. Bu karakterler ölümleri ile işe yarasalar da canlıyken çok can yaktıkları için ne hissedeceğimi bilemiyorum onlara karşı. Yine de rahatsız edici bir hüzün sarıyor yüreğimi.
Devran, Selma'nın tuhaf hastalıklı aşkının cezasını ömrü boyunca çekti. Böyle bir son? Bilemiyorum. Yazar benim ama kendi sonunu kendi yazdırdı. Dilerim Yusuf onu affetmiştir.
Şimdi ne olacak peki?
Ses kaydedicide neler var sizce?
Yusuf Gazel'e ulaşabilecek miyiz sonunda?
Emniyette işler karışacak gibi.
Haris ne durumda?
Tüm bu şeylerin altından Hacer sağ salim çıkabilecek mi?
Doğrusunu söylemek gerekirse kurgu ilerledikçe yazmak da zor oluyor. İnce ince düşünüyorum. Her şeyi birbirine bağlamak ve mantıklı bir açıklama yapmak beni yavaşlatıyor.
Bir önceki bölümden sonra çok zaman geçti bunun için üzgünüm. İnşallah daha hızlı yazacağım ancak siz de lütfen teşvik edici yorumlarınızı eksik etmeyin.
Serimiz 6 kitap oldu bu arada biliyorsunuz. 6. Kitap için isim arıyorum.
Bir sonraki bölüm Anıl grubu ile bizim ekibin birleşimini konu edinecek bakalım orada işler nasıl ve bizim ekiple nasıl tanışacaklar?
Ondan sonra da zaten final bölümü gelecek ve nasipse 4. Kitaba veda edeceğiz.
Bu kitap diğer üçüne göre daha boğucu muydu neydi? İşler daha bi çirkinleşti. Anıl ekibi ile sanki ilk kitaptan beri tanışıyoruz ama bu kitapta geldiler aslında.
Neysem çok uzattım.
Sizden bir isteğim var. Biraz zor ama yine de rica ediyorum.
İlk kitaptan başlayarak maktuller dahil tüm karakterlerin isim ve soy ismini yazacak bir babayiğit anayiğit çıkar mı acaba?
Cast gibi bir video hazırlamak istiyorum ama yardıma ihtiyacım var.
Ama o kadar çok ki gözümde büyüyor.
🥹
Evet dostlarım yeni bölümde görüşmek üzere. Bu seri dizi olsa ne güzel olur ama dimi? İnşallah o da olur.
Sevgilerimle, Haku ❤️ |
0% |