@hakugu
|
Keyifli okumalar dilerim...
2 ay önce Haris'in örgüte katıldığı ilk gün...
Haris Çelik
İnsan hangi pisliğe bastığını birkaç adım attıktan sonra öğrenir. Geçmişte dışkılarla o kadar çok içli dışlı olmuşluğum var ki genelde adım atmama gerek kalmadan ayağımdakinin ne olduğunu hemen anlıyorum. Büyükbaşınki yumuşak bir çamura basmışsın gibi hoş bir his verirken, koyununki daha seyrek dokunuşludur. Tavuk ve güvercinlerinki nispeten daha az olsa da en rahatsız edeni onlarınkidir. Çıkmak bilmez ve temizliği neredeyse günler sürer. Mevzu gerçek dışkı değil aslında. Düşünüp bunu insanlara uyguladığımda bulaştığım bu pisliğin belki bir güvercin belki de bir kumru pisliği olduğunu varsayabilirim. Zira dışarıdan hoş ve alımlı görünse de pisliği uzun, yoğun, pek uğraştırıcı olacak gibi.
Karşımda duran devasa binaya bakarken tıpkı onlar gibi siyah takım elbise giyip beyaz gömleğimin ilk düğmelerini de açık bırakmıştım. Kendilerini böyle mafya gibi mi hissediyorlardı bilmiyorum ama dışarıdan penguene benziyordu hepsi. Hitlerin yaverleri kahverengi gömlekliler diye anılırken, Mussolini'nki kara gömleklilerdi. Herkesin aynı giyinmesinde bir şey var herhalde. Diğer türlü birlik beraberlik sağlanamıyor. Ağzımda çevirdiğim kürdanı en son elime alıp çöpe attım.
"Örgütün arasına katılmak kolay olmasa gerek. Devran komiser Yusuf Gazel'i ispiyonladığı için aralarına girebildi. Peki ya ben? Bana nasıl güven duyacaklar? Katılsam bile aralarında barınmak kolay değil. Eninde sonunda kendileri dışındaki herkesi yok ediyorlar. Öyleyse nasıl aralarına karışacağım? Kim olarak? Zekadan etkilenmez ki bunlar. İyilik ve samimiyet de işlerine gelmez. O zaman? Öyle biri olmalıyım ki ne kendilerine benzesin ne de sıradan birine. İçi dışı bir ama aslında ne yaptığı belirsiz. Son derece kurnaz ama aptal görünen. Bir opsesif lakin sakar ve ahmak. Bir avanak nasıl olunur ki? Beni hem sevmelerini hem de kendilerinden görmelerini nasıl sağlayabilirim?"
Uzun süre kendi kendime soruyor sorup içimden cevaplarımı verdiğimde hazırdım. Binadan içeri girer girmez ayağım kırmızı halıya takılmadı ama takıldı. Hızlı attığım birkaç adım sonunda kendimi girişteki masaya çarparken buldum. Bu o kadar profesyonel bir hataydı ki hiçkimse bunun aykırısını düşünmedi. Herkes bana şaşkınlıkla bakarken gülümseyerek üzerimi düzelttim. Ellerimi iki yana açıp 360 derece dönerek sorun olmadığını belli etmeye çalıştım. Onlar için fevkalede tuhaf olan bu sakarlık daha önce tecrübe etmedikleri bir füturattı.
Ama zaten ne demişler? En güvenli yol, düşmanın hemen yanından geçen yoldur. En dikkat çekmeyen şey, en çok dikkat çeken şeydir. Kimse gözünün önünde olan için evham yapmaz...
Herkes bana bakarken başlarını iki yana sallayıp yeniden işlerine döndüler.
Danışmadaki genç bana bakarken ceketimi düzeltip masaya doğru yaklaştım.
"A merhaba! Ben başkanınız ile görüşecektim?"
Karşımdaki genç adam anlamayarak kaşlarını kaldırdı.
"Başkan?"
"Evet. Buraya yeni katılıyorum ve başkanınız ile görüşeceğim."
"Beyefendi kimsiniz bilmiyorum ancak CEO'muz Adnan Bey ve yardımcıları..."
Gözlerimi kapatıp umrumda olmadığını belli edercesine elimi salladım. "Onlardan biri de olur. Kim varsa görüştür beni onunla. Zamanım kıymetli ve çalacak çok şey var bu dünyada."
"Sizi anlamıyorum. Ben kendimi anlatamıyorum galiba. Onlar ile görüşemezsiniz ancak uzun süreli çalışanlarımız görüşüyor."
"Bana bak!" Ellerimi masaya sert bir şekilde vurduğumda irkilerek geri çekildi. "Ben kimim biliyor musun sen ha!"
Bu biraz anormal gelmişti ve benden çok da etkilenmemişti.
O halde?
Onu etkileyelim...
"Bilmiyorum?"
"Oraya bak!" Sol tarafı işaret ettiğimde o baktı. Ben de elimdeki telefonunu gösterdim.
"Kim olduğumu bilmemen daha iyi zaten. Ama bakalım sen kimmişsin?"
"Bir saniye... O benim telefonum mu?"
"Hımm. Yarım saat önce Serhat diye biri ile konuşulmuş. Hemen sonrasında bu Serhat on kere daha aramış ama açılmamış. Mesajlara bakalım... Upps! Serhat aşkım diye hitap etmiş. Ve Serhat'a tamam Seda geleceğim ben denilmiş. Bu durumda Serhat aslında Seda ama sen hangi Seda ile yaptın bu konuşmayı. Bu durumda Serhat aslında Seda ve o halde gerçek Serhat kim?"
"Hemen telefonumu geri verin yoksa!"
"Yoksa? Elimdeki cüzdanını gösterdim. Karına mı haber verirsin?"
Cüzdandan çıkardığım fotoğrafı ona gösterirken gözleri büyümüştü.
"Sadece beni tanımıyor olduğun için bir kerelik anlaştığını davranacağım. Ben ki ben emniyette görevli hırsızım. Lafı uzatma yoksa aklını alırım. Bana hemen başkanınızı bağla yoksa üstündekileri de çalarım. Görüştür beni hemen onunla! Çabuk!"
Sesimi yükseltip bağırmaya başladığımda güvenlik yanımıza gelip sorunun ne olduğunu sordu.
"Bilmiyorum emniyette çalışan hırsızmış. CEO ile görüşmek istiyor. Görüştürelim."
"Görüştürelim mi? Kafayı mı yedin?"
Güvenlik brifing aldıktan sonra o da beni ikna etmek için çabalama niyetine girdiğinde ortaya gelip kollarımı havaya kaldırdım.
"Bu koca yerde kimse beni duymuyor mu? Alooo! Çalarım lan yedi ceddinizi!"
Avazım çıktığınca bağırınca herkes etrafıma üşüşmeye başladı. Git gide artan kalabalıkla birlikte herkes beni dışarı atmak ya da ne istediğimi çözme konusunda tartışırken bir telefon geldi. Girişteki adam ne konuştu bilmiyorum "Beyfendi sakin olun lütfen. Yukarıdan çağırılıyorsunuz," dedi nihayet.
"Başkanınız mı çağırıyor yoksa daha aşağı biri mi? Başkan olmazsa gitmem. Vaktimi boşa harcama benim. Çalarım bak buradaki her şeyi."
"CEO'muz bizzat görüşecek sakin olun lütfen."
"Yola gelin şöyle. Neyse sen de şunu al," dedim güvenliğe yüzüğünü verirken. Herkes şaşkınlıkla bana bakarken nihayet ikna olmuştum.
"Müsaade ederseniz iki görevli de size eşlik etsin." Girişteki görevli kibarca sorduğuna gözlerimi kapatıp başımla onayladım.
"Olur olur gelsinler, yalnız değerli eşyalarından ben sorumlu değilim ona göre."
Sağımda ve solumda duran iki güvenlikle birlikte asansöre doğru yürüdüm. İçeri girmeden hemen önce yine ayağım takıldı ve kendimi güvenlikten birinin pantolonundan tutunup aşağı çekerken buldum. Adamın pantolonu kemerinden kurtulup dizlerine kadar inerken yine herkes bize bakmıştı. Alelacele pantolonu yukarı çekse de siyah iç çamaşırı herkese meze olmuştu.
"Dikkat etsene be!"
"Sus bak pantolonunu da çalarım. Hırsızım ben. Bağırma bana düştük herhalde."
"Düzgün düşsene. Deli midir nedir."
İki güvenlik benden uzak durarak asansöre bindiğimizde 10. kata bastılar.
"Hiçbir yere dokunma ve dümdüz yürü."
"Düz yürümesini biliyoruz herhalde."
Asansör 10. kata geldiğinde üçümüz birden indik. Benden uzak durmaya çalışarak yürürlerken koridorun sonuna doğru olan devasa kapının önünde durduk.
"Burası toplantı salonu. Her Salı toplantı için toplanırlar dua et bugün de Salı. CEO içeride ancak ona pek yaklaşma başımızı belaya sokma."
"Sus sus çok bilme. Açın kapıyı da içeri girelim."
"Sabrımı zorluyorsun yemin ediyorum."
"Sus bak iç çamaşırını çalarım."
Bana güç uygulamak için heves etseler de o kadar da cesaretleri yoktu. Kimsenin bir hırsızla yüz göz olmak istememesi gayet normal bir durumdu. Üstelik ben, avanak bir hırsızdım. Sağı solu belli olmamak işime geliyor onları ise uzak tutuyordu.
Kapı güvenlik tarafından açılınca içeri girdim. Genişçe salon tamamen doluydu. Yüzden fazla kişi tekli koltuklarında oturup en baştaki üçlü ile toplantılarını gerçekleştiriyorlardı. Ortam tamamen şunu anımsatmıştı, çepeçevre güvercinlerle sarılmış bir salon. Sanki hepsi bugu bugu bugu diye ses çıkarıyor ve etrafa pisledikleri için pisliklerinde boğuluyorlardı. Sorun şu ki güvercin pisliği en nefret ettiğimdir.
İçeri girdiğimde çok da benimle ilgilenmediler. Kendi işlerine devam ettiler. Bana gösterdikleri yere oturduğumda gayet normal şeylerden bahsettiklerini fark ettim. Şirketin gelir giderleri, harcamalar, mali işler... Anladığım kadarıyla hepsi belli bir bölgede sorumluydu ve orası ile ilgili rapor veriyorlardı. Tek tek dinledim ancak kimse ne Devran komiserden ne de Yusuf Gazel'den konu açmamıştı. Heyzır da mevzuları değildi. Belki de danışmanın dediği buydu. CEO ile görüşsem bile aralarına tam dahil olmam için uzun süre geçmesi gerekiyordu. Lakin benim o kadar vaktim yok....
Salondaki herkesin raporunu dinledikten sonra nihayet sıra bana geldi.
"Efendim kendisi emniyette çalışan hırsızmış..."
Kendisine bilgi verilen kişiye baktım. CEO Adnan denilen kişiydi. Yani peşinde olduğum Doktor Adnan Keşan'ın ta kendisi. Daha yaşlı bekliyordum ancak epey genç gösteriyordu. Yaşasaydı Yusuf Gazel de aynı onun gibi olur muydu ki? Yusuf Gazel gencecikken yitip gittiği için bu hale gelene dek dertten tasadan erkenden yaşlandırdı herhalde. Bunlar o kadar genç duruyor ki neredeyse ben bile onların yanında yaşlı kalacağım.
"Demek emniyette çalıştınız? Hırsız olarak nasıl çalıştınız?"
Adnan'ın hemen yanındaki kişi merakla sorduğunda "Ben istemedim ki çalışmayı, zorla çağırdılar beni," dedim. Herkeste bir gülme olunca Adnan bana daha dikkatli baktı.
"Peki şirketimiz için nasıl bir fayda sağlayabilirsiniz?"
"Çalarım."
"Nasıl?"
"Her ne varsa işte çalarım. Ne isterseniz."
Son cümlemden sonra Adnan Keşan katıla katıla kahkaha atmaya başladı. O kadar ki çirkin kahkahası ile ben de kahkaha atmaya başladım. Herkes gülse de ikimizin kahkahası uzunca bir süre devam etti. Herkesin dikkati bir anda bana çevrildiğinde ilgiyi üstümde toplamayı başarmıştım. Nihayet o durduğunda ben de durdum.
"Demek çalarsın ha! Başka? Emniyette nasıl izin verdiler sana?"
"Çalarken izin almadım ki."
Bir kahkaha tufanı daha yaşandığında Adnan Keşan "Sevdim bu çocuğu," dedi.
"Ben de sizi sevdim." Kollarımla kalp işareti yaptığımda bana bakmaya devam ediyorlardı. "Buraya geldim çünkü orada haksızlığa uğruyordum."
"Demek haksızlık," dedi Adnan'ın yanındaki adam. "Nasıl bir haksızlık mesela?"
"Mesela sizin adınız ne?" diye sordum.
"Ben Adli Tıp Uzmanı Melik Kandemir."
"He mesela. Sizin adınız ne o zaman?"
Sorduğum kişi Adnan'ın diğer tarafında oturan kişiydi.
"Ben de Psikolog Fehmi Tanrıverdi."
"Al işte. Gördünüz mü bak, sadece isminizi değil önce kariyerinizi sonra isminizi söylediniz. Onlar da öyleydi. Peki ya ben? Ben ne diyorum Hırsız Haris Çelik. Ondan sonra başlıyor haksızlık."
Bir kahkaha tuhafın daha koptuğunda Adnan Keşan'ın gözünün içinde parlıyordum. Bakışları üstümde yoğunlaşırken ellerimi dizlerimin üstüne koyup derin bir nefes aldım.
"Bi de şey var tabii."
"Ne var?" diye sordu Fehmi.
"Sakarım biraz," dedim baş ve işaret parmağımı çok az aralık kalacak şekilde göstererek. "Emniyette birkaç yeri dağıttıktan sonra kovdular beni."
Herkes gülmekten karnını tutarken omuzlarımı silkeledim.
"Peki bizi nasıl buldun?"
"Eski müdür sayesinde. Devran Korkmaz bilirsiniz. Nalları dikti yakında. Sizinle çalışıyordu onun eşyalarını çalarken öğrendim."
Tam burada Adnan gözlerini hafifçe kısınca dikkatli olmam gerektiğini fark ettim. Devran komiserden çok bilgi vermemeliydim. Hemen konuyu değiştirdim.
"Hacer Gazel'le eş yaptılar beni. Tanırsınız belki, birkaç davayı çözüp meşhur oldu. Görseniz o zamanlar stajyerdi ben de hırsızım zaten. İki avanak kavak gibi dikiliyoruz ortada. Birkaç dava çözdük tabii ama hiç para gelmiyor ki. Ancak durup durup hırsız yakalayıp duruyorlar. Eh aşağıda da parmaklıklar var falan, bir gün sıra bana da gelecek diye korktum yani. Ama tabii tüm bunların dışında kısaca para için geldim yanınıza. Siz para veriyorsunuz değil mi?"
Eğilip ta ileridekilere baktım. Tek tek hepsinin gözünün içine baktığımda herkeste şaşkınlık ancak içten içe de bir gülüş yayıldığında dersine iyi çalışmış bir öğrenci gibi sağa sola bakındım.
"Bu kadar dürüst olman senin gibi bir hırsız için sorun olmaz mı?" Adnan'ın yanındaki Fehmi merakla sorduğunda başımı iki yana salladım. En az dört sallayıştan sonra işaret parmağım ile Fehmi'yi gösterdim.
"Daha önce bir hırsızla konuşmuşluğunuz var mı?"
"Hayır?"
"İşte o yüzden bu tedirginliğiniz. Ama biz hırsızlar para kokusunu aldık mı dünyanın en ahlaklı kesimi oluruz. Yemin ederim. Bir hırsız kolay kolay da yemin etmez. Hatta bana güvenmeniz için tim sorularınızı cevaplamaya hazırım. Sorun hadi."
"Soracağız elbette. Şirketimize önüne geleni almamızı beklemiyorsun değil mi?"
Gözlerimi kapatıp otuz iki dişimi göstererek başımı salladım. "Beklemiyorum elbette. Ama kendime güvenim de tam. İstediğiniz teste tâbi tutun. Gerçi biraz şeyim."
"Ne?"
"Şey işte, dedim ya. Şeyim birazcık." Baş ve işaret parmağımı gösterip göz kırptım. Fehmi kaşlarını kaldırıp beklenti ile bakarken "Sakar sakar. Emniyet sanırım o yüzden gönderdi beni. Ama diğer işlerde iyiyim ha, başarılıydım yani. İnanmıyorsanız Hacer Gazel'e sorun. Ama bir saniye, onunla konuşulmaz şimdi değil mi? En son müdür olma işleri vardı. O zaman Devran diyeceğim ama o da öldü. Tüh ne yapsak ki?"
"Biz kendi denemelerimiz kendimiz yapacağız Haris Bey. Kimseden referans almamıza gerek yok. Ayrıca şu an özel bir toplantı içindeyiz. Önce şu formu doldurup sonra aşağıdaki danışmaya götür. Onlar seni yönlendirirler."
Fehmi elindeki formu bana doğru uzatırken aramızda en az beş metre vardı. Ayağa kalkıp ceketimin düğmelerini ilikledim ve hevesli gülüşlerle ona doğru ikinci adımı atmıştım ki ayağım takılmadı ancak takıldı. Benimle birlikte diğerleri de yerlerinden hoplayıp birkaçı tutmaya çalışsa da dengesiz birkaç adımın sonunda Fehmi'nin ayaklarının ucunda buldum kendimi. Yere boylu boyunca uzanırken Fehmi ve Melik şaşkınlıkla bakıyorlardı. Gülümseyerek başımı kaldırınca Adnan'a baktım. O diğer ikisi gibi şaşkın değildi ancak göz bebeklerinde ben vardım. Onun en az benim kadar tuhaf ve iş gören birine ihtiyacı olduğunu biliyordum. Bu sakarlığım onlar için samimiyet ifade etse de ağır bir test için de kendimi hazırlıyordum.
Yerden kalkıp kağıdı elime aldığımda geri dönüşte cebimden çıkardığım bir saati sol tarafta oturan adama uzattım. "Şey bu sizin sanırım."
Adam şaşkınlıkla bakarken saatini geri aldı.
"Bu da sizin," dedim diğer cebimden çıkardığım kalemi uzatırken.
"Bunu da sizden çal... şey aldım sanırım."
Birkaç kişiden aldığım eşyaları teslim ederken üçlünün gözü üstümdeydi. En çok da Adnan, gizlemeye çalıştığı bıyık altı gülüşü ile beni seyrediyordu. Tüm yeteneğimi sergileyip onlara daha önce görmedikleri bir karakter sunarken Adnan belli etmese de beni çok beğenmişti. İlk baştaki gibi kahkaha atmayışının nedeni gizli bakışlarla beni süzmesi ve nasıl kendine daha yakın bir yerde tutabileceğini tartmasıydı. Henüz tam emin olmasa da gözü beni tutmuştu. Geri dönüp iki elimi de açıp salladım.
"Başka bir şey kalmadı üstümde gerçekten. Şimdi iniyorum aşağı. Aranıza dahil olmak için can atıyorum. Bana da bir sandalye ayırın tamam mı? Gelcem hemen."
Önüme dönüp zıplayarak ayaklarımı birbirine çarptım. Bu bir zafer yürüyüşüydü. Sonra elbette ki ayaklarım birbirine takılmadı ancak takıldı ve kendimi kapıyı açmak için bekleyen görevlinin dizlerine sarılırken buldum.
Toplantı salonu bir kez daha gülüşe esir olurken gösterim bitmişti. Sorun olmadığını belli edercesine arkamı dönüp yavaş adımlarla ortamı terk ettim.
🎭
Salondan çıkıp elimdeki kağıtla aşağı inen merdivenlerden ilerlerken etrafı dikkatle incelemeye devam ediyordum. Alt kata inmiştim ki kapıdaki hengameyi gördüm. Birkaç güvenlik görevlisine rağmen içeri girmeye çalışan Pelin ağlayarak bağırıyordu. Onu öyle çaresiz görünce bir adım bile atamadım.
"Babamın hesabını vereceksiniz! Onu siz öldürdünüz! Geri verin babamı bana!"
"Hanımefendi geri çekilin lütfen. Polisi aramak zorunda kalacağız."
"Arayın polisi! Gelsin polis!"
Polis mi? Heyzır...
Hızlı hızlı basamaklardan inerken elimdeki kağıdı danışmaya bırakıp hemen geleceğimi söyledim. Pelin'in olduğu tarafa hızla yürürken güvenlik çoktan onu itekleyip dışarıya doğru düşürmüştü bile. Güvenlik geri çekildiğinde dışarı çıktım. Pelin yerden kalkıp üzerini düzeltmekle meşgulken uzaktan onu seyrettim. Şirketten epey uzaklaştığında ise peşine düştüm. Önden yavaş adımlarla ilerlerken yavaşça omzuna dokundum. Yavaşça döndü.
"Haris?"
"Selam."
"Senin ne işin var burada?"
Yerde unuttuğu bir kalemi Pelin'e uzatırken şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Burada çalışıyorum." Arkalarda kalan şirketi işaret ettim.
"Burada mı çalışıyorsun? Emniyet ne oldu?"
"Çıktım oradan."
Yüzüme acınası bir şekilde bakarken "İyi misin?" diye sordum. Başını iki yana salladı. Gözleri dolmaya başlayınca alt dudağını ısırdı. "Babam. Babamı öldürdüler."
"Ne? Nasıl?"
"Emniyetle bağlantından dolayı öğrenmişsin sanıyordum."
"Hayır. Haberim yoktu. İlk senden duyuyorum. Çok üzüldüm. Başın sağolsun."
"Teşekkür ederim. Babam da burada çalışıyordu. Ne iş yaptığını bilmiyorum. Birkaç defa buraya geldiğini gördüm. Onu en son gören kişi de Hacer Gazel."
Adını duyunca kalbim sıkıştı. Özlemiştim onu.
Belli etmemeye çalışarak Pelin'e bakarken "Heyzır... O bir şey bulmuş mu?" diye sordum.
"Hayır. Ne konuştuklarını o ve polis arkadaşları biliyor sadece. Ama şu kesin ki babamın ölümünde Hacer Gazel'in de bağlantısı da var."
"Nasıl yani?"
"Şirketin yakınlarında konuşmayalım. İzleniyor olabiliriz."
"Haklısın. Yakınlarda bir kafe var oraya gidelim."
Arkama bakıp son kez kontrol ettiğimde geri dönüşte köşelerdeki kameraları gördüm. Henüz üzerime bir şey yerleştirmeseler de beni takip ediyor olmaları işten bile değildi. Pelin'le birlikte beş dakikalık mesafede olan küçük bir kafeye doğru yürümeye başladık.
Geldiğimiz kafede birer kahve almıştık. Pelin dikkatle yüzüme bakarken ben kahvemden bir yudum aldım.
"Seni orada görmek aklımın ucundan bile geçmezdi biliyor musun?"
'Tahmin ediyorum. Sonuçta emniyet için çalışıyordum."
"Sorun sadece o değil. Bir hırsız da olsan iyi bir insansın. Senin öyle bir şirkette çalışmana anlam veremiyorum."
"Nasıl bir şirketmiş de..." diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
"Gerçekten haberin yok mu?" Pelin bana inanmayarak baktığında yutkunarak bakışlarımı başka yere çevirdim.
"Onun için yapıyorsun değil mi? Onu korumak için... Hayatındaki en büyük yalanı da ona söyledin. Oysaki tam tersi değil mi?"
"Şu an neden bahset..."
"Heyzır'ı hâlâ çok seviyorsun."
Böyle bir şeyi beklemediğim için ağzım açık kalakaldım.
"Konunun bununla ne alakası var?"
"Çok alakası var çünkü bu şirket bir örgüte ait. Ve bu örgüt de Heyzır'ın babası Yusuf Gazel'i öldüren örgüt. Şimdi bana bunlardan da haberim yok diyebilecek misin?"
Pelin'e dikkatle bakarken benden bir açıklama bekliyordu. Derin bir nefes alıp masaya doğru yaklaştım.
"Bak, kendimi bildim bileli hayatı tek kişilik yaşadım. Acılarım, nadiren de olsa mutluluk ve huzurum da bile tek başımaydım. Benim gibi birinden birine bağlılık bekleyebiliyor musun?"
Bana baktı. Bakışları uzun süre gözlerimde dururken cevabının evet olduğu çok açıktı. O bana bakmaya devam ederken yavaşça geri çekildim.
"Her ne için buradasın bilmiyorum ama amaçlarından biri bile Heyzır'ı korumaksa bu mümkün olmaz. Bunlarla mümkün olmaz çünkü sana inanmazlar. Seni defalarca kez test edecekler. Denerken bağlantılı olabileceğin herkesi öldürme girişiminde bile bulunabilirler. Eninde sonunda ona olan hassasiyetin ortaya çıkacak."
"Ona karşı hassas değilim!"
Bağırışımla irkildi ve sadece hafifçe gülümsedi.
"Gözümün önünde başka bir kadın için çabalıyor olman canımı yaksa da sana yardım edeceğim. Bu şirket sadece Yusuf Gazel'i değil aynı zamanda benim babamı da öldürdü. Örgüt ancak bana yaklaşırsan senin tamamen güvenilir olduğunu anlayacaktır. Devran Korkmaz ne de olsa onların işine yaramadığı günlere dek bir köpekleriydi."
"Baban hakkında söylediklerin gözlerimi dolduruyor doğrusu." Yüzümü buruşturduğumda bir kere daha gülümsedi.
"Ben onun öz kızı değilim Haris."
Ne diyeceğimi bilemedim. Bunu hiç beklemiyordum. Devran komiseri birkaç defa bizim malikanede de görmüştüm ancak Osman Çelik'in herkesle iyi bağlantısı vardı. Onun hakkında farklı düşünmemiştim ama şimdi bu nedense beni şüphelendirmişti.
"Babam, beni evlat edinmeden önce evliymiş. Sonra boşanmış. Sonra da evlenmiş ama o evlilikleri de uzun sürmemiş. Annem bildiğim kişi evde durmaz bile pek fazla. Ben onun kızından ziyade öksüz bir çocuktum yıllarca. Ama babam farklıydı. O beni severdi. Fakat onun günlüğünü okurken fark ettim ki sanırım babamla Heyzır'ın babası arasında bir şeyler olmuş. Babam, Yusuf Gazel ve Murat Bircan diye üçlü gruplaşmış. Sonra ne olduysa hem Murat komiser hem de Yusuf Gazel vefat etmiş. İnce ayrıntıları bilmiyorum ama Murat komiserden ziyade Yusuf Gazel'le ilgili bir gönül davası olduğunu tahmin ediyorum."
"Nasıl bir gönül davası?" Kaşlarımı çatarak sorduğumda başını iki yana salladı. "Bilmiyorum. Tek bildiğim, sanırım Yusuf Gazel'in ölümünde babamın da parmağı var."
Bugün, daha önce işitmediğim şeyler işitiyordum. İtiraf etmem gerekirse Devran komiserin Heyzır'a kötü davrandığının farkındaydım ama babası ile ilgili olduğunu hiç düşünmemiştim. Gönül davası derken? Devran komiser evlenil boşandıysa, o halde ilk evlendiği kişi ile mi?
"Babanın ilk eşinin kim olduğunu biliyor musun peki?"
Pelin sıkıntılı bir iç çekişten sonra çantasına yöneldi ve biraz karıştırdıktan sonra bir fotoğraf çıkarıp masaya koydu. Bana doğru uzatırken bile kim olduğunu çözmüştüm ancak yine de emin olmak için fotoğrafı elime alıp baktım.
"Ama bu..."
"Tanıyor musun?"
"Çiçero'nun annesi. Selma."
"Evet Selma. Babamın günlüğü de S harfi ile dolu. Ben tam ayrıntı bilmiyorum ve kim bilir bilmiyorum ama Selma Hanım ile Yusuf Gazel arasında mutlaka bir şey var. Başka türlü bir açıklama getiremiyorum."
"Yusuf komiser ve Selma mı? Onların nasıl bir alakaları olabilir ki? Selma Hanım tanıdığım birinin kızı ancak Yusuf Gazel'le bir bağlantılarının olacağını sanmıyorum."
"Bense bizzat olacağını düşünüyorum." Pelin çantasından yeni bir fotoğraf çıkarıp masaya koyduğunda ona baktım. "Haberin var mı bilmiyorum ama babamın arşivinde şu fotoğrafı buldum. Bu adam, o tanıdığın mı yoksa?"
Fotoğrafı elime alıp incelerken sırası ile Devran komiser, Yusuf komiser, kim olduğunu bilmediğim biri ve Osman Çelik vardı. Bu dörtlüyü daha önce birlikte görmemiştim hiç.
"Babam, Yusuf komiser ve Murat komiser eskiden çok sıkı dostlarmış. Babam bir kez olsun Yusuf Gazel'den ve diğer arkadaşından bahsetmedi ama sence de fotoğrafın arkasındaki bu not çok garip değil mi?"
Önce Pelin'e sonra fotoğrafı çevirip arkasındaki nota baktım.
Bir çift ayakkabı kadar etmeyen Devran Korkmaz. Sevgili dostu Yusuf Gazel, Yusuf'un müptelası mafya Oso ve nahif dostumuz Murat Bircan ile...
"1993 mü? O zamandan beri Devran komiser Yusuf Gazel'i tanıyordu yani?"
Pelin başıyla onayladı. "Tanıyordu ve korkarım ki ölümü hakkında da bilgi sahibiydi. Bunca zaman her şeyden haberi olan biriydi."
"Biricik dostunun kızına neden o kadar kötü davrandı o zaman? Ve Osman Çelik? O nasıl?"
Aklımda oluşan yüzlerce soru ile birlikte bir anda kimlik karmaşasına girmiştim. Osman Çelik Yusuf Gazel ile tanışıyorsa ve ben Osman Çelik tarafından yetiştirildiysem Yusuf Gazel ile de görüşmüş olmam lazım? Peki ya Yusuf Gazel'i tanıyorsam ben aslında kimim? Ne Osman Çelik'in çocuğuyum ne de Çimen'in kardeşiyim? Ben de tıpkı Pelin gibi yetimhaneden getirilen bir kimsesiz çocuk muyum? Ama hayır öyle olsa söylerlerdi. Bir kez olsun yetimhane lafı geçmedi. Üstelik Osman Çelik onca yardımcı çocuk arasından neden sadece beni nüfusuna aldı?"
Tüm soruların cevabını alacağım tek kişi Osman Çelik'ti ancak o da beni örgüte göndermişti. Örgütün beni bir gün öldüreceği çok açıkken o halde onun için o kadar da değerli olmasam gerek. Çimen kendi villasında yaşarken ben bir çapul gibi örgüte yem yapıldım. Bu durumda Haris Çelik tam olarak kim?
Fotoğrafa bakıp bambaşka şeyler düşünürken "Aslında bu olayları biri daha bilebilir," dedi Pelin. Gözlerimi ona kaldırdığımda "Meryem Gazel, dedi. "Hacer'in annesi de olup bitenden haberdardır. Bu yasak aşk ise Meryem Gazel de kocasının durumunu biliyordur. Babam, Yusuf komiser ve Selma Hanım arasında geçen her neyse bence Yusuf Gazel'i ölümüne de o sebep oldu."
"Yasak aşk mı? Yusuf Gazel'in öyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. Bu konuyu araştıracağım ama sen yine de böyle düşünme. Sonuçta eşi onun şehadetinden çok sonra bile onu seviyordu. Siz kadınlar sizi aldatan bir erkeği sevmeye devam edebilir misiniz?"
Pelin gözüme manalı şekilde bakarken sanki onu aldatıyormuşum gibi bir hisle kaplandım. Sorduğum soru yersizdi sanırım. Bakışlarımı yeniden fotoğrafa indirdiğimde "Bir şeyler yapmalıyız o yüzden. Ben örgütten intikam almak istemiştim ama bunun gerçekleşebileceğini hiç sanmıyorum. Babam onların adamı olarak öldü ve benden de pek endişe etmiyorlar."
"Ellerinde babanın aleyhine kullanacaklarını düşündüğün bir şey mi var yoksa?"
"Bilmiyorum. Ama sanırım örgüt babamın onlara olan sadakatinden emin değildi. Yoksa neden öldürsün ki?"
"Örgüt sadakat nedir bilir mi ki? Onlarda iyi insanlarda bulunan özelliklerin hiçbiri yoktur."
"Doğru söylüyorsun ama öyle bile olsalar kendilerine tam bağlılık göstermeyen kişileri daha çabuk ayıklıyorlar. Babama senelerce katlandılar çünkü Yusuf Gazel'in ölümüne sebep olacak bir şey yapmış olmalı. Fakat dostunu bile yarı yolda bırakan birine de tam itimat edememiş olmalılar. O yüzden eğer örgüte katılmak istiyorsan onların güvenini kazanmalısın."
"Onlar kimseye güvenmez Pelin. Eninde sonunda benim de işimi bitireceklerdir."
"Evet ama en azından bu uzun süre olsun. Madem giriyorsun o halde bir işe yarasın Haris. Seni buraya kim gönderiyor bilmiyorum ama senin gibi birini örgüte gönderiyorsa onun da bu şirketten nefret ettiği aşikar."
"Yani şimdi sen bana tam olarak ne diyorsun? Ne yapalım biz?"
"Evlenelim."
O an için tm vücudumda sıcak damlaların süzüldüğünü hissettim. Bir anda kurudu boğazım ve kaşlarım çatılırken başımda tiz bir acı ile buldum kendimi.
"N-ne?" Nihayet bir kelime edebildiğimde olabildiğine ciddiydi.
"Evlenelim Haris. Bunun sana olan hislerimle hiçbir alakası yok. Ben de Yusuf Gazel'in kızını korumak için çabalıyorum. Buna ne kadar inanırsın bilmiyorum ama babamı öldüren bu örgüt Hacer Gazel'i hayatta bırakır mı sanıyorsun? Ona yardım etmek için ondan tamamen uzak görünmek zorundasın. Hemen yanı başından ayrıldıktan sonra sana itimat ederler mi sanıyorsun?"
Sözleri mantıklıydı ancak...
"Ama ben..."
"Sen biliyorum onu seviyorsun."
Bir şey diyemedim. Seviyorum. İnkar edemem. O benim için ilk. Heyzır kendisinin bile bilmediği şekilde kalbimin tek sahibi. Aşka dair ne varsa onda bulduğum nadide bir inci tanesi.
"Onu sevdiğini ben de biliyorum diğer herkes de biliyor. Üstelik eğer aralarına girersen örgüt de bilecek. Anlamıyorsun, aşk hakkında yalan söyleyemezsin. Sen bile yapamazsın bunu."
Canımı sıkan bu konu ile yumruklarımı sıkıp gözlerimi sağa çevirdim. Gördüğüm ya da baktığım bir şey yoktu. Tek istediğim hem doğru hem haklı hem de işitmekten nefret ettiğim bu sözler karşısında ne yapacağımdı.
"Onlar aptal değil bu arada. Seninle evliliğimin gerçek olması gerekecek bu yüzden. Ancak o zaman seninle Heyzır arasında hiçbir bağ olamadığına inanırlar."
Gözlerimi yeniden Pelin'e çevirdiğimde "Bunu nasıl sağlayacağız?" diye sordu.
"Çocuk. Çocuğumuz olması lazım."
Dişlerimi sıkıp sol tarafa baktım. İçimdeki tüm siniri çıkarmak için yumruklarımı da sıkıyordum ancak geçmiyordu.
"Ve o da senden vazgeçecek. Buna da hazırlıklı olmalısın."
Yutkundum. Gözlerimin nemlenmesine anlam veremiyordum.
"Heyzır da seni seviyor ancak çocuktan sonra vazgeçecektir. Aranızdaki tüm bağ koptuktan sonra da ona em büyük yardımları rahatça yapabileceksin. Ayrıca ben..."
"Onun dostu olduğunu nereden bilebilirim?"
Pelin'in sözü yarıda kalırken ciddiyetle ona bakıyordum. Acınası bir tebessümle baktı bana. Gözleri gözlerimde gezinirken onun da gözleri doldu. "Benim kimsem yok Haris. Bu dünyada kimsem yok. Kendimi düşünmeyi ise babamdan sonra bıraktım. Tek isteğim iyi insanların güçlü olması. Ancak o zaman kendimi bir işe yaramış gibi hissederim."
Ağlamamak için daha çok sıktım dişlerimi. Daha çok sıktım yumruklarımı. Dudaklarımı birbirine o kadar bastırdım ki Pelin bile hüzünle bakışlarını önüne eğdirdi. Bunun benim için bu kadar zor olacağını asla düşünmemiştim. Hayatta kimseye bağlanamayan ve en az Pelin kadar hiçbir şeyi olmayan ben, ondan uzaklaşmanın bu kadar yaralayacağını hiç akıl edemedim.
Ona bir kez olsun sevdiğimi net bir şekilde söyleyemedim. Benim için ne kadar değerli olduğunu, kalbimde her saniye büyüdüğünü ifade edemedim. En az diğerleri kadar ona acı vermekten başka bir şey yapamadım.
Sol gözümden bir damla yaş süzülünce hızla elimin tersini götürüp sildim.
Hacer Gazel... Sana nasıl veda edeceğim ben? Her an ve her saniye seni düşünürken nasıl unutacağım?
Sağa sola aşağı yukarı ve her yere bakmama rağmen gözlerim yaşlarını akıtmaya devam edince beklemeden elimle siliyordum.
Kendimi bildiğim bileli yüreğime yerleşen ilk ve tek kişiyi kaybetme acısı ile kıvranırken Pelin'le birlikte oturmaya devam ediyorduk. |
0% |