@hakugu
|
2 ay önce / Haris örgüte katılmadan bir hafta önce
Osman Çelik
"Zamanı geldi. Geriye son kozumuzu kullanmaktan başka çaremiz kalmadı. Devran da öldüğüne göre bu iş çığrından çıkmış demektir. Örgüt kendisi dışında kimse kalmayana dek herkesi yok etmek istiyor. Kendisine çok sadık olanları bile..."
Elimdeki Devran'ın gençlik fotoğrafına bakarken gözümün önünden onca mazi geçip gidiyordu. Bir zamanlar genç olduğumuz ve her şeyin mümkün geldiği vakitler, ne kadar da güzeldi. Yaş aldıkça zorlaştı her şey. Önüne geçebildiğim hatalarım ve telafinin mümkün olduğu o günler. Hepsi silik bir anı gibi kayıt defterinde duruyor ama asılları bir bir yok oluyor. Önümde bekleyen Malik de en az benim kadar tüm geçmişe hakimdi. Yaş alıyor, yaşlanıyor ve hayatın avucumuzdan akan bir kan gibi eriyişine tanık oluyorduk.
"Efendim, bu plan için henüz erken değil mi? Fedai henüz çok genç. Hırsız olarak yeterince tecrübe edinse de onu örgütün içine salarsak bocalayabilir."
"Haris diyecektin herhalde. Fedai için seneler önce bir cenaze töreni yaptık sen de çok iyi biliyorsun ki."
"Özür dilerim efendim. Beni bağışlayın ama onu kendi çocuğumuz gibi seviyoruz. Eğer şimdi örgütün içine salarsanız korkarım ki sağ çıkamayacak. Onu kabullenmezler bile. Hem Devran gibi sadık bir elemanlarını bu hale getirenler Haris'e ne yaparlar?"
"Sadık eleman mı?" Gözlerimi Malik'e kenetleyip hafifçe gülümsedim. "Sadakat mertebe ile ödüllendirilir evlat. Lakin bir haydut bile sadakatin ne olduğunu bilir. Devran kendi dostuna sırtını dönen bir sırtlandı onlar için. Yusuf'u gözünü kırpmadan teslim etti örgüte. Örgütün gözünde Devran sadık bir eleman değildi. Üstünden yarar sağlayacakları ve kullanacakları bir tür paçavraydı o kadar. İliklerini kurutana dek faydalandılar ve neticede yok ettiler."
"Peki ya Haris?"
"Sen örgütün Haris'i kabullenmeyeceğini düşünüyorsun. Bense tam tersini düşünüyorum. Onu çok çabuk kabullenecekler. Üstelik kendilerine bu kadar çok benzeyen onu bizzat sağ kolları gibi benimseyecekler. Şunu sakın unutma, çamura bulanan biri ancak kendi gibi çamura bulanan yanında rahat eder."
Malik'in neden itiraz ettiğini biliyordum. Yusuf'un emanetine sahip çıkmak istiyorlardı ama burada ondan bile daha önemli bir şey mevzuydu. Biri bu örgütü durdurmazsa Fedai gibi daha çok çocuk yok olacaktı. Onları da ancak onlar gibi biri durdurabilirdi. Fedai Haris olana dek ne çektiyse hepsi bu örgütü yok etmek içindi. Bu çocuk o acıları boş yere çekmedi hiç şüphesiz. Sevgimi ve şefkatimi dahası Yusuf'un cennet kuşuna olan hassasiyetimi kalbime gömüp aynı acının on katını ben de çektim. Haris'i kolay yetiştirmedim ve ben de onu o çukurun içine göndermek istemem ama o halde varlığımızın ne amacı kalacak?
"Yine de bunu doğru bulmuyorum efendim beni bağışlayın."
"Malik!"
"Çocuğu yetiştirdiniz büyüttünüz ve şimdi de kurban mı edeceksiniz? Lakin siz Hazreti İbrahim değilsiniz efendim, Haris de İsmail değil. Gönderilen kurban için karşılığında bir koç gelmeyecek. Kurbanınız bunu canı pahasına ödeyecek."
"Söylesene Malik. İbrahim peygamber için bir koç gönderilmeseydi sözünden geri mi dönecekti? Allah'a verdiği oğlunu kurban etmekten imtina mı edecekti? Verilen sözler ne içindir o zaman? Şayet o koç gelmeseydi, İbrahim peygamber İsmail peygamberi kurban etmekten vaz mı geçecekti?"
Malik mahçup bir şekilde ellerini önünde bağlayıp başını hafifçe öne eğdi. Bunun cevabı hayırdı. Söz namustu. Bunu o da çok iyi biliyordu ama herkesin yüreğinde bir yerlerde büyütüp genç adam olan Haris'e baktıklarında bile ufak bir köşede dönüp duran müzik kutusu çalıyordu. Büyükler için ne kadar büyüse de çocuklar çocuktur çünkü. Haris ne kadar büyüse de bizim için hâlâ daha küçük Fedai.
"Cevap vermedin Malik?"
"Hayır efendim, elbette vazgeçmeyecekti. O sözünün eri bir peygamberdi. Koç gelmese de oğlu İsmail'i kurban edecekti."
"Öyleyse biz neden dönelim? İbrahim peygamber oğlu İsmail'i kurban edecekti de bizim peygamberimizin ruhu gelip Allah'a yalvardı. Allah'ım eğer dedem İsmail'i kurban edersen benim dünyaya gelmem mümkün olmaz. İsmail peygamber kurban olmasın diye dua etti de Allah Hazreti Hasan ve Hüseyin karşılığında bir kurban gönderdi. Sen şimdi bana Fedai'yi kurban etme diyorsun lakin ben onun için çok bedel ödedim ve ödeyeceğim. Hem inanıyorum ki Allah'ın çok çeşitli koçları vardır. Eğer planımız düzgün işlerse Fedai için de bir kurbanım var elbette."
"Yine de örgüt bir pislik yuvası. Haris gibi bir çocuk orada ne yapar? Onun için çok endişeleniyorum."
"Haris kim Malik? Gözünde nasıl canlanıyor? Çocukluğundan apayrı olarak o nasıl bir adam?"
Malik yutkunarak bana baktı. Ne demek istediğimi anlamıştı.
"O bir hırsız."
"Dahası?"
"Dahası dolandırıcı ve yalancı."
"Üstelik?"
"Üstelik gerçek bir dâhi."
Dudaklarımda oluşan gülümseme tüm yüzüme yayıldığında rahatça arkama yaslandım. Odamın her bir köşesine dikkatle baktığımda derince bir iç çektim.
"Bir zamanlar burada, sigara dumanları altında, sigara içmeyen iki kişi ve benimle sigara tüttüren bir kişi vardı. Sen genceciktin o zamanlar. Devran benimle tütün sararken ne Yusuf ne Murat ağzına sürmezdi. Yine de ses etmeyip o göz gözü görmeyen duman içinde bizimle muhabbet ederlerdi. Üstünden yirmi seneden fazla geçti ama ben bir kez olsun Yusuf'u unutamadım. O parlak bakışlı çocuğu hiçbir insanda göremedim. Güldüğünde yüzü kızarır, sinirlendiğinde alnındaki damarı belirirdi. Çok insanla hemhal oldum amma Yusuf gibisine denk gelmedim. O üçlü için gençliğimi verdim ve şimdi beni onları kurtarmaktan alıkoymayı mı düşünüyorsun?"
"Aman efendim öyle bir şey düşünmüyorum elbette. Sadece eğer Haris'e bir şey olursa bu malikanedeki herkes çok üzülür. Zavallı sırf bu iş için yetiştirilirken bir gram sevgi yüzü de görmedi. Onun öyle garip gitmesi beni kahrediyor."
"O bilmeyecek. Lakin bu dünyada ondan daha çok sevdiğim hiçkimse yok. O benim için bu malikane ve içindekilerle birlikte sahip olduğum candan bile daha kıymetli."
"Bizim için de öyle hiç şüphesiz."
"Peki Malik. Şimdi Haris'i malikaneye çağır ve onu bu iş için hazırlayalım."
"Emredersiniz efendim."
Malik selam vererek odadan çıktığında ayağa kalktım ve cama doğru yaklaştım. Genişçe avluda işçiler çalışırken bir takvim yaprağı gibi günler ve aylar gözümün önünde geçmişe gidip geldi. Haris'in gençliğinin başları, çocukluğu ve buraya ilk geldiği güne dek sürdü bu gidiş. Yusuf amcasının ona verdiği söz, seni mutlaka gelip alacağım. Belki de alacaktı. Yoksa böyle bir gidişatta olmasının başka bir anlamı olamazdı. Derin bir nefes alıp verdiğimde kapı çalındı iki kere. Malik bir şey unutmuştu herhalde.
"Gel."
Kapı açılıp içeri giren kişi bir süre dursa da ses çıkmayınca yavaşça arkamı döndüm. Daha öncesine buraya adım atmamış ve görmeye de alışık olmadığım bu çehre ile kaşlarım çatılırken yine de kim olduğunu bildiğimi fark ettim. Gelen bu kişi Devran'ın kızı Pelin'den başkası değildi.
"Sen?"
Hiç konuşmadan başıyla selam verdi ve ahşap zemin üstünde yürüyerek masama doğru yaklaştı. Neşe ve sevinç dolu değildi bakışları. Buğulu birer cam gibiydi ve söyleyeceklerinden ziyade söyleyeceklerime odaklanmıştı.
"Efendim ben sizinle Hacer Gazel hakkında konuşmaya geldim."
Bu ismi duymamla kaşlarımın havaya kalkması bir oldu. Hiç beklemediğim birinden hiç beklemediğim bir isimdi. Belimdeki kollarımı çözüp Pelin'e bakmaya devam ederken ne söyleyeceğini çok merak etmiştim.
"Hoş geldin, seni buralarda görmek ne büyük şeref."
"Teşekkür ederim. Eminim babam için de aynı şeyleri söylerdiniz zamanında."
Bir şey demeden onu dinlemeye devam ettim.
"Babamın öldürüldüğünü biliyorsunuzdur. Ve onun geçmişini de. Onu benden daha çok tanıdığınızı biliyorum lakin yine de o benim babamdı ve ben..."
"Devam et lütfen."
"Örgütten ve Yusuf Gazel'den haberim var efendim. Üstelik en kötü olanı da örgütün Hacer Gazel'i öldürmek istemesi. Bunu da biliyorum."
Tüm bunları dinlerken pek de önemli bir şey söylemeyeceğini düşünüp koltuğuma oturdum ve ellerimi birbirine kenetledim.
"Evet. Bunu birçok kişi biliyor."
"Fakat örgüt Haris ile Hacer aşkını bilmiyor."
Hızla gözlerimi Pelin'e kaldırdığımda beynimde şimşekler çakmış gibiydi. Tüm damarlarım birer nabza dönüşmüş kendi başlarına atarken elim ayağım boşaldı ve yığılırcasına koltuğa yayıldım.
"Ne?"
"Evet efendim, doğru duydunuz. Emniyet biliyor, lakin örgüt henüz bilmiyor. Haris muhtemelen kamufle etmeye çalıştı ancak bu er ya da geç ortaya çıkacaktır."
"Ortaya çıkacak olan şey nedir?"
"Onların birbirini sevdiğini bilmiyor musunuz efendim?"
Saniyelerin birbirini takip eden dansı bir an için duraksadığında göz bebeklerim bir balerin gibi dönüp titremeye başladı. Dudaklarım arasından yüz binlerce kelime ve soru dökülebilirdi lakin tek bir ses bile çıkamadı. Boğazıma düğümlenen bir acı biz ne yaparsak yapalım er ya da geç ağını ören kaderin cilvesine boyun eğeceğimizi gösterirken derin bir iç çektim.
Ağır ağır nefes alırken gözlerim kaydı. Hayali bir noktaya dalmıştım ki çatılan kaşlarımla geçmişten gelen bir döngü içinde gibi hissettim. Aşk yüzünden Yusuf Gazel ve Devran Korkmaz ne hale gelmişti. Şimdi yine aynı mı? Yusuf'un kızı, Murat'ın oğlu ve Devran'ın kızı... Aynı üçlü arasında devam eden bu kader henüz tam olarak çözülmemişti anlaşılan.
"Haberiniz yoktu öyle mi?"
"Neyden haberi yokmuş?"
Ben hayali noktama bakmaya devam ederken kapıdan içeri giren Malik dışarıda Çimen'in beklediğini söyledi. Bir de Çimen ile Hacer'i evlendirmeyi düşünmüştüm. O ikisinin arasını yapmayı düşünmüştüm. Fedai ile Hacer'in yıllar sonra da birbirlerini sevecekleri aklımın ucuna bile gelmezdi. Bu duyduğum şey tüm bedenimi felce uğratmıştı lakin çoktan plan yürürlüğe girmişti. Geçmişte Yusuf'u bu imkansız aşk sebebi ile kaybetmişken, üstelik bu bizzat benim kızım yüzünden olurken şimdi Yusuf'un kızını yine aşkından mı ayıracağım?
"Bu bencillik gibi gelebilir ama..."
"Ama?" Başka ne söyleyeceği vardı? Merakla ona baktığımda "Ama ben de Haris'i seviyorum efendim."
Bir kere daha kapattım gözlerimi. İşte şimdi tam olmuştu. Yine aynı senaryo ve yine aynı sahne... Oyuncular ise bir alt nesil ama aynı kandan.
"Ben sizi sadece Hacer Gazel hakkında uyarmak için geldim."
"Hacer'i kurtarma bahanesi ile Haris ile evlenmek mi istiyorsun?"
Pelin aslında söylemek istediği buymuş lakin yine de afallamışça bana baktı. İri kahve gözlerinde büyüyen utançla başını iki yana salladı. "Hayır efendim. Ben öyle değil..."
"Açıkça söyle kızım. Madem her şeyden haberin var bana her şeyi açıkça söyle. Haris ile evlilik düşünüyorsun değil mi? Başka türlü nasıl kurtarabilirsin ki hem onu?"
Bir şey demedi Pelin, zira doğrusu buydu. Böyle bir karar almak benim hakkım değildi ancak Fedai'nin kaderi o henüz bir çocukken Yusuf Gazel tarafından benim ellerime bırakılmıştı. Onu böyle bir yola ittikten sonra aşkını yaşaması için serbest bırakırsam bizzat ateşin içine atmış olurdum. Haris'in Fedai olduğu ortaya çıktığı gün örgüt onu bir gün yaşatmazdı. Dahası Hacer Gazel tek başına bu işi yürütemezdi. Böylesi çaresiz bir yolda ne yapabilirim Allah'ım?
"Bir de efendim size söylemek istediğim başka bir şey var. Belki o zaman tek amacımın Hacer Gazel'i kurtarmak olduğunu daha iyi anlarsınız. Evet Haris'i seviyorum ama asıl amacım Gazel ailesini korumak."
Tüm dikkatimle Pelin'e yönelmiştim ki o hiç beklemediğim başka bir şey daha söyledi. Doğrusu eğer bu şeyi söylemeseydi ben de bu yola girmezdim ama son noktayı koymuş gibiydi. Bundan ötesi yaradanın kararı olacaktı zira bize yürümemiz gereken bir yol açıkça çizilmişti...
🎭
Pelin, Osman Çelik'in odasından çıkınca dışarıda Çimen ile karşılaştı. İkisi de çok eskiden beri tanışıyorlardı ancak pek görüştükleri söylenemezdi. Çimen Pelin'i görünce eğilerek selam verdi. Pelin de gülümseyerek karşılık verdi. Biri Devran'ın diğeri Selma'nın çocuğuydu ve ikisi de anne babasının geçmişte yaptığı yanlışların devamını yaşamak zorunda kalıyorlardı. İkili az sonra hava almak için bahçeye indiklerinde çocukluklarındaki gibi gezinmeye başladılar.
"Dedenle görüşecektin galiba, benimki biraz uzun sürdü," dedi Pelin.
"Meşgul olduğunu söyledi Malik. Daha sonra konuşuruz."
Üzüm bağlarının altında yürürken başlarından yirmi santim daha yukarıda sarkan mor üzümler altında tatlı bir koku içinde yürüyorlardı. Malikanenin her bir köşesinde bekleyen güvenlik görevlileri (mafyalar) onları rahatsız etmezken zaten böyle bir ortamda büyümenin alışkanlığı vardı üzerlerinde.
"Sen de bilmiyordun değil mi?"
"Neyi?"
"Hacer ve Haris'in birbirini sevdiğini."
Çimen aniden durup Pelin'e baktı. Yeşil gözleri şaşkınlıkla sağa sola bakarken bir şey diyemedi.
"Bilmiyormuşsun. Emniyetteki kimse bundan kimselere söz etmemiş demekki. Oysaki Emre ve Onur en başta Hacer'i kabullenememişlerdi bile."
Çimen üzerinden atamadığı şaşkınlıkla yeniden yürümeye başladığında "Emre ve Onur şimdiyse Heyzır için ölümün eşiğindeler. Aaah bazen Heyzır'ı kıskanmadan edemiyorum," dedi Pelin.
Çimen henüz kendine gelememişti ki Pelin durup ona baktı. Yüzündeki bariz şaşkınlık tüm yüzüne yansırken onu az da olsa anlayabiliyordu. Bütün bir hayatı boyunca Hacer Gazel ile birliktelik yaşayacağı sözleri ile büyütülmüştü. Osman Çelik Haris için bir yedek yetiştirmesi için Selma'dan bir erkek torun isterken amacı sadece buydu. Çimen o kadar emindi ki Hacer ile birlikte olacağına şimdi tim dünyası başına yıkılmıştı.
"Yüzünden ne kadar büyük bir şoka girdiğini okuyabiliyorum. Ama endişelenme o ikisi asla birlikte olamayacak."
Çimen'in yeşilleri Selma'nın gözlerine değdiğinde ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu.
"Haris örgüte katılacak Çiçero. Ve amacı da Hacer Gazel'in düşmanı gibi görünmek. Sence o ikisi birlikte olursa böyle bir şey mümkün olabilir mi?"
Çimen'in yeşillerinde umut ışıkları büyüdüğünde başını iki yana salladı.
"Doğrusu bunca yaşanan şeyden sonra o ikisinin mutlu olmasını dilerdim ama ne yazık ki mümkün değil."
"Yazık olacak..." dedi Çimen. "Birbirlerini sevmelerine en baştan müsade edilmemeliydi. Sonları en baştan yazılmışken çok yazık olacak."
Pelin ve Çimen üzüm bağlarının altında konuşmaya devam ederken vakit aldı başını gitti. İkisi de çocukken birlikte büyütülmüştü. Birbirine hem bu kadar uzak hem bu kadar yakın olan bu iki insan da en az Osman Çelik kadar gidişatın bu hale gelmesinden hüzün duyuyordu.
🎭
2 ay önce / Haris örgüte katılmadan bir hafta önce
Haris Çelik
Varlığı ne olduğu belli olmayan bir insan neden hayatta kalmaya devam eder ki? Hepimiz bu dünyaya bir amaç için geldiysek, hepimiz birilerinin yüreğine dokunacaksak, sevmek, sevilmek ve dahası... Bunca insan arasından benim gibi olanı var mıdır acaba?
Önümdeki göle bakarken Gölbaşına adım atalı neredeyse iki saat kadar olmuştu. Konya'dan gitmek ve o şehirden başka bir yerde kafamı dinlemek istemiştim. En yakın Ankara'nın Gölbaşı ilçesiydi. Burada da kendime göl kenarında ıssız bir yer bulmuş boşluğa ve daha doğrusu hiçliğe karışmaya devam ediyordum.
Heyzır'a örgütten olduğumu söyledim. Yusuf Gazel'e onun önünde yüz çevirdim. Benden nefret ediyor olmalı. Osman Çelik'in benim için vereceği bir sonraki planı bekliyorum lakin insan bir noktada durmak istiyor. Bunca mücadele arasında birine sarılmak istiyor. Ölmek ama aslında özgürce yaşamak istiyor. Bunaldım... Öyle çok ağır geliyor ki her şey... Gözlerime dolan nem ve gırtlağıma kadar gelen acı ile yutkunamazken gölden gelen yosun kokusu doluyordu burnuma. Daha çok zırlayan burnumu çekip göz yaşımın akmaması için gökyüzüne baktım. Tek başıma kalıp günden güne eriyorum. Derdim beni kahrediyor ve Haris Çelik olarak zavallı biri gibi hissediyorum. Bir hırsız olduğuma göre babam da bir ayyaş olmalı. Ve annem benim kimden olduğunu bilmeyen bir fah*şe. Böyle rezil bir hayata mecbur kaldığım için gerçekten de iğrenç biri olmalıyım.
Oturduğum bankın sağ ve solunda sazlıklar rüzgar ile hışırtılı sesler çıkarırken hemen yan tarafımda bir ağaç vardı ve ondan dökülen birkaç yaprak üstüme düşüyordu.
Hem bir hiçim hem yalnızım hem de beni...
"Miyavsu! Of ya Miyavsu buraya gel!"
Göle yakın yere indiğim için yukarıdan gelen bu sese bakmak için başımı çevirdim. Genç ve hoş bir kadın yukarıdan aşağıya bağırıyordu. Böyle içsel bir çöküşün ortasında tam zamanında bölmüştü doğrusu. Ne olduğunu anlamam çok uzun sürmedi çünkü beyazlı sarılı bir tekir kedi gelip hemen yanımdaki ağaca çıktı.
"Miyavsu buraya gel! Miyavsu!"
Ayağa kalkıp ağaca baktım kedi neredeyse ağacın en üst tepesine çıkmıştı. Ağaç dikenli olduğu için görünmüyordu neredeyse ama sallanan bir kuyruk gözden kaçamıyordu kolayca.
"Miyavsu!"
"Kediniz burada! Ağaca çıkmış!" dedim gözlerimde biriken yaşı elimin tersiyle silerek.
"Ağaca mı çıkmış? Hay aksi ya nasıl indireceğim ben onu oradan."
Genç kadın aşağı inmek için zorlansa da biraz kayarak biraz otlara tutunarak inmeyi başardı.
"Durun size yardım edeyim," diye elimi uzattım ama "Teşekkür ederim," diyerek elimi tutmadı. Yanıma geldiğinde daha tatlı olduğunu fark ettim. Biraz Heyzır'a benziyordu ama tesettürlüydü. Siyaha bürünmüştü ama çok şık görünüyordu. Siyah blazer ceketinin altın düğmeleri, siyah pileli eteği ve siyah botuyla ilk defa bir kadının böylesine karizma olabileceğini düşündüm.
"Ben seni nasıl indireceğim şimdi aşağı? Gel yanıma eve gideceğiz artık."
"Miyav!"
Kedi sanki onunla konuşuyor gibi hayır demişti.
"Size cevap mı verdi o?"
"Maalesef. Ağaçları çok sever ama aşağı inmeyi beceremez. Kediler de insanlar gibi bir öyle bir böyleler ne yazık ki."
Önden gidip ağaca yaklaşırken arkasından mırıltı ile "Bir öyle bir böyle," diye tekrar ettim. Nedense hoşuma gitmişti.
"Bu ağaca nasıl tırmanabilirim? Dikenli ve de eteğim var. Miyavsu hemen aşağı in yoksa düşürürüm seni!"
Genç kadın ağacı sallamaya başladığında ben de yanlarına gittim. Ağaç sallandıkça kedi daha çok tutunuyordu ağaca.
"İn aşağı!"
"Miyav miyav!"
"İn dedim."
"Miyaaav!"
Baktım böyle olmayacak olaya müdahale etmeye karar verdim.
"Şey isterseniz ben çıkabilirim ağaca."
"Yok nasıl çıkacaksınız? Çok dikenli hem. O iner birazdan. Değil mi Miyavsu?"
"Miyav!"
"Bence hayır dedi," dedim gülümseyerek.
"Bence de," diye beni tasdikledi.
"Başka çare kalmadı." Gömleğimin kollarını katlayıp hazırlık yaparken bana şaşkınca bakıyordu. Çıkamayacağımı düşünüyordu muhtemelen. Ama çıktım. Ağacın dikenlerinden çok korunduğum söylenemezdi ama yine de Miyavsu için ağacın tepesine kadar ilerleyebildim. Kedi o kadar korkaktı ki ona dokunmamla kendisini sahibin kollarına bırakması bir oldu.
"Çok teşekkür ederim!"
Genç kadın koşar adımlarla tırmanırken ben öylece ağaçta kalmıştım. En azından aşağı inmemi bekler diye düşünmüştüm oysaki. Gerçi bu ağaç da epey iyi hissettirmişti. Rüzgarla sallanıyor ben de onunla birlikte sallanıyordum. Öyle bile olsa aşağı inmem gerekiyordu artık. Osman Çelik'e uğramam gerekiyordu.
Yavaşça ve dikkatle aşağı inerken dikenlerden bir yanağımı çizdi. Bileklerimi de çizmişti ama bu sefer daha çok acıttı. Yere ayak basar basmaz elimle yüzümü tutup ince bir çizgi halinde kan geldi. Ben yüzümle uğraşıyordum ki biraz önceki genç kadın yeniden göründü. İlk inişi gibi dikkatle aşağı inerken yanağımı tutmaya devam ediyordum.
"Kusura bakmayın," dedi otlardan tutuna tutuna inerken. "Bizim kedi biraz korkaktır da. Teşekkür edemedim size."
Aşağı inmek için o kadar büyük bir güç sarf ediyordu ki şaşkınlık ve tebessümle onu seyrederken "Oradan da edebilirsiniz, kulaklarım iyi işitir," dedim.
"Olmaz," dedi derin bir nefes alıp tam önüme gelerek. Yorulmuştu. Ağacı gösterip "O ağaca çıkmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilirim. Ama bizim yaramaz da çok korkaktır. Kaçtı mı bir daha bulamazsınız. Kısacası çok teşekkür ederim."
Ellerini birleştirip gülümseyerek bana bakarken gözlerinin içi parıldıyordu.
"İlk defa görüyorum," dedim gülümseyerek.
"Kediyi mi?" diye sordu. "Normal tekir aslında. Sokaktaki sarı beyazlardan biri..."
Daha çok gülümsedim çünkü kediden bahsetmediğimi biliyordu.
"Hayır, kediyi değil. Gözlerinden ışık gelen bir insanı," dedim. O da gülümsedi.
"Ama kötü bir yanı var ki gülünce tamamen kapanıyor. Bak," dedi ve kocaman gülümseyince gözleri birer çizgi halini aldı. Gözleri biraz çekikti ama bence daha çok gülümseyeyim diye bilerek bu kadar çok kapatmıştı.
"Bak böyle önümü bile göremiyorum," dedi elleri ile boşluğu yoklayarak. Beni gülümsetmesi devam ederken tek gözünü çok az açıp bana baktı. "Gülümseyerek karşılığını verdiğime göre sanırım artık gidebilirim. Tekrar teşekkür ederim."
"Rica ederim. Ama ya bu ne olacak?"
Yüzümdeki çiziği göstererek ona baktığımda aslında bir şey beklemiyordum ama hoşuma giden karşılıkları merakla ne diyeceğini beklemeye itti beni.
Yüzüme bakarken yüzü asıldı. Üzülmüştü sanırım.
"Üzülecek kadar değil ya sadece bir çizik," dedim bu sefer ben onu teselli ederek.
"Çok üzgünüm canınız epey yanmış olmalı. Ne istersiniz benden?"
"Bir şey istemem şaka yapıyordum sadece."
"Canınızın yanması karşılığında ne versem de ödemez ama... durun bir dakika."
"Hanımefendi duru..." Ben daha bir şey diyemeden aynı yeri tekrar tırmandı ve gözden kayboldu. Gerçekten bir çukura falan mı düşmüştüm ben öyle çıkıp gidiyor ve gözden kayboluyordu. Çok geçmedi birkaç dakika sonra elinde bir kitapla geri döndü.
"İnmeyin hanımefendi. Durun. Ben. Ah."
Beni yine dinlemeden aşağı inip elindeki kitabın ilk sayfasını açıp diğer elindeki kalemle bana baktı.
"İsminiz neydi imzalayayım. Yazarım da. Hatıra kalsın diye yani."
Beğeni ile gülümseyip gözlerimi kıstım. Böylesi birinin zaten yazar falan olmasını bekliyordum ben de.
"Hımm, yanağı çizilen cesur adam?"
Kalemi elinde daha sıkıca tutup dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi. Sanırım beğenmemişti.
"Tamam tamam. Haris Çelik."
"Tamaam. Haris Çelik'e sevgilerle. Keyifli o-ku-malar dilerim. Evet şimdi oldu. Tarihi de atalım. Tamamdır. Buyurun. Ne zaman karanlıkta kalırsanız ışık olsun size. Ayrıca kitapla alakalı aklınıza takılan sorunuz olur da sorabilirsiniz."
Elime uzatılan kitaba bakarken papatyalarla bezeli siyahın en güzel tonu ile bezeli kapağına baktım. Ölümün korkak fedaisi yazıyordu üstünde. Kalın bir kitaptı ve bir kitap okumayalı da yıllar oluyordu. Hayatımda ilk defa bir yazardan ismime özel imzalı bir kitap hediye alıyordum. Üstelik ağaca çıkan kedisini kurtardım diye. Öylesine tuhaf bir tesadüftü ki gülümseyerek bir kitabın içine bir yazara baktım.
"Hakugu?"
"Evet?"
"Sanırım bu kelimeyi asla unutamam. Yanağımdaki çizik geçse bile."
Kitabı kapatıp elimle yanağıma dokunduğumda gülümsedim. Yazar da gülümsedi.
"Peki o halde ben gideyim."
Yazar gitmek için bilmem kaçıncı kez tırmandığı yeri yeniden tırmanmak için hazırlanırken "A bu arada son bir şey," deyip geri döndü. "Bir dahakine eğer aklınızdakileri dağıtmak isterseniz sadece suya bakmak yerine balık tutmayı da deneyin. Bir okurum önerdi ama ben hiç yapamadım. Belki sizde işe yarar."
"Balık ha? Hayatımda hiç balık da tutmadım aslında."
"Peki o zaman bu sefer gerçekten gidiyorum," dedi ve tırmanarak çıktı. Gözden kaybolduğunda ise gülümseyerek önce kitaba sonra suya sonra yeniden kitaba baktım. Bir an için içinde bulunduğum durumdan tamamen sıyrılmıştım sanki. Bambaşka bir dünyaya gidip gelmiştim ve sanki biri özenle hayatıma dokunmuştu.
"Kitap da bayağı kalınmış. İyi de aklıma bir soru gelirse nasıl soracağım? Nasıl bulacağım ki yazarı?"
Onunla alakalı bir adres istemek için peşinden koştum. Tırmanarak yukarı çıktım ama yoktu. Hızlı adımlara yürüyüş yolunun biraz ilerisine sonra da biraz gerisine gittim yoktu, gitmişti.
"Hakugu. Adı Hakugu. En azından elimde ismi var."
Kitabı sıkıca tutarken etrafıma bakmaya devam ediyordum ama yoktu. Bir anlığına tüm dertlerimi kendisine anlatsam bana çözümler üretecekmiş gibi hissetmiştim oysaki. Elimle yanağımdaki çiziğe dokundum sonra da derin bir nefes alıp kitaba bakmaya devam ettim.
🎭
Malikaneye geldiğimde etrafta pek hiç insan yoktu. Çalışanlar nedense ben gelince sağa sola dağılıyordu. Çocukluğumdan beri konuşacak birini bulamıyordum pek. Hiç arkadaş edinememiştim ve acil işler dışında yanımda duran olmamıştı. Boş koridorda yürürken karşıdan gelen Çimen'i gördüm. Onu ne zaman görsem tüylerim ürperiyordu. İnsan biriyle kıyaslanmaya görsün bir daha asla ona tam manasıyla ısınamıyor. Hele ki Çimen gibi biri Çiçero olduktan sonra ünlendi ve bana sorarsanız çocukluğu da ünlü geçen biriydi. Dedesinin göz bebeği, annesinin kuzusu ve malikanenin bir numaralısıydı. Benim karda kışta çalıştığım vakitlerde o sıcak şöminenin önünde babasının yurt dışından gönderdiği marshmellowları eritir yerdi. Çöpe atmak için kenara koyduğu çubuklarda kalan şeker kalıntılarından bana düşen olursa ben de o gün için bayram ederdim. Her şey bir yana en nefret ettiğim de pamuk şekeriydi...
Bir keresinde pamuk şekeri...
Satıcıyı durduran Heyzır... Ondan irice bir şeker alıp bana gülümseyerek geliyor... Kendinden önce bana veriyor...
Aniden durdum. Ben durunca Çimen de durdu. Pamuk şeker ile olan anım değişmişti. Eskiden pamuk şekeri düşününce hep acı ile içim burkulurdu. Şimdi ise Heyzır bu anıyı değiştirmişti. Elimde tuttuğum kitabı sıktım ve boşluğa dalan gözlerimin nemlenmesine engel olamadım.
"Heyzır..."
Onu gerçekten çok özlemiştim. Hemen şimdi. Tam da şimdi. Bana bu kadar etki ettiğinin farkında bile değildim. Kötü bir anımı değiştirmişti oysaki. Ah Hacer... Çok özür dilerim.
Kalbim sızlayıp gözlerim daha çok ıslandığında Çimen yeniden yürümeye başladı ve tam önümde durdu.
"Bir anda elektrik mi çarptı diye endişelendim ama sanırım iyisin ha?" Eğilip elimdeki kitabı aldı. Her zaman benden izinsiz, bana ait olan şeyleri alıyor. Üstelik o ne isterse ve neyi beğenirse onun oluyor. Benim olsa bile...
"Bu kitap da neyin nesi? Hımm. Ölümün korkak fedaisi mi? İmzalı bi de..."
Gözlerimi onun gözlerine kaldırıp ifadesizce baktım. Sana kim, hangi yazar değer verip de imzalı kitap verdi mi demek istiyordu? Bütün yazarlar toplanıp, bütün imzalı kitaplarını sana verse de bu kitap yazarı tarafından bana verildi işte!
"Kim bu yazar?"
"Bir yazar işte."
Eğilip kitabımı geri aldım ve bana dudaklarını büzerek baktı.
"Kitap okuduğunu bilmiyordum," dedi ellerini ceplerine yerleştirirken. Benimle neden böyle konuşuyor bilmiyorum. Yine bende hoşuna giden bir şey bulmuş olmalı. Neyi istiyor yine?
"Vakit buldukça okurum da bu kitap yazar tarafından hediye edildi, kendim almadım."
"Hadi ya. Nerede bu yazar biz de gidip isteyelim."
"Yazarı boş ver de ne diyeceksin söyle."
"Yer değiştirdiğimiz için bana kızgın mısın diye merak ediyorum sadece. Ben emniyete sen örgüte gideceğiz. Bir süredir onlarla birliktesin ve merak ediyorum senin yerini aldığımda arkadaşların ya da ne bileyim beğendiğin bir kız varsa canın sıkılır mı?"
Gözlerim titreyerek ona baktım. Ne dememi bekliyordu? Hacer'e yaklaşma dememi mi? Sevdiğin kız diye açıkça sorduğuna göre bir şeyler biliyor olmalıydı. Zaten ondan benimle ilgili hiçbir şey kaçmaz.
"Pelin geldi biraz önce. Ama gitti."
Şaşkınca ona baktım. Pelin niye malikaneye geldi ki? Çocukluğumuzdan beri hiç gelmemişti oysaki.
"Bana seninle ilgili bir şeyler söyledi. Ama kız değişmiyor yemin ederim. Hâlâ daha seni seviyor."
"İnsanların sevgilerine saygım sonsuz."
"Sorun da orada işte. Pelin seni sevgili gibi görmek istiyor ama sen onu insan olarak görüyorsun. Merak ediyorum senin sevdiğin kim?"
Derin bir nefes alıp bıkkınlıkla verirken gülümsedi.
"Hırsız polis ha?"
Aniden ona baktım.
"Doğrusu hepimiz Yusuf Gazel'in kahramanlıklarına hayranlık duyarak büyüdük ama sen sadece dışarıda çalışan bir işçiydin. Ne ben ne Pelin ne de bizi aileden biri ona ve kızına bu kadar yaklaşamamışken nasıl olur da Haris Çelik gibi bir hırsız Hacer Gazel gibi birini sevmeye kalkar?"
Dehşetle ona baktım. Heyzır'ı sevdiğimi emniyet dışında kimse bilmiyordu.
"İnsan neden kendi seviyesinde birini beğenmez? Hacer Gazel'in eşi olmak için ben yetiştirildim. Kendimi bildim bileli onun resimleriyle, arkadaşlarıyla, çevresiyle, okuduğu okula, sevdiği şeylere ve lanet meslek arkadaşlarına dek ben bilgilendirildim. Sen kimsin de onun sevgisini almaya çalışıyorsun?"
Kalbim deli gibi atıyordu. Çimen bunları diyorsa Osman Çelik daha fecisini söyleyecekti. Çimen'den gördüğüm aşağılık muamelesi Osman Çelik'inki yanında hiç kalırdı. Pelin mi söylemişti bunu onlara? Söylese bile ben zaten emniyetten ayrıldım. Peki ya Çimen neden bu kadar sinirli?
"Neden bir şey demiyorsun? Çünkü sen de her şeyin farkındasın değil mi?"
"Ne dememi bekliyorsun ki? Sen bildiğin üzere Hacer Gazel'in eşi olarak sen yetiştirildin. Kendimizi bildik bileli bu böyleydi. Ben emniyete hırsız olarak girdim. Sadece bir hırsız."
"Ve böylece Hacer'in kalbini çalmayı kendine uygun gördün öyle mi?"
"Onunla evlenmiş değilim. Ne bu tepki anlam veremiyorum sana."
"Bir erkek olarak gerçekten anlamıyor musun?" Gözünü kısıp beni bir pislikmişim gibi tükürdü sanki. Bu ancak seven bir erkeğin ifadesi olabilirdi. Çimen hep Hacer için bir eş olacakmış gibi büyütülse de ilk kez gözlerinde ona olan sevgisini görmüştüm. Demek sadece bir robot gibi yetişmemişti. Benim gibi değildi gerçi. Sevgiyi tadan birinin sevmesi de epey kolay olsa gerekti. Ben Heyzır'ı sevdiğimi kendime bile itiraf edememiştim. Uzun bir süre ondan kaçmış, onu kendimden uzaklaştırmıştım lakin insan aşk karşısında çaresizdi nihayetinde.
"Her neyse. Bir daha onunla görüşmeyeceğine göre ben de sonunda kendi şansımı deneyebileceğim. Seni uyarıyorum. Bir daha asla Hacer Gazel'le görüşme. Anlıyor musun beni?"
Başımla onaylarken bunu zaten ben de biliyordum. Nasıl görüşebilirim ki? Bitti...
"İyi günler."
Omzuma hafifçe çarpıp giderken olduğum yerde kalakalmıştım. Heyzır'ı bir daha göremeyecektim. Ben istesem de... O istese de...
Elimdeki kitabı istemsizce daha da sıkıyordum. Sanki yazar bilerek vermişti. Bugünün benim için ne kadar zor geçeceğini bilir gibiydi.
Son kez derin bir nefes aldım ve hazır olduğumda Osman Çelik'in odasının kapısını çalıp içeri girdim. Zaten beni bekliyordu. Yanında dura Malik onun söylediklerini yazarken benim gelmem onlar için bir şey değiştirmedi. Bir hayalet gibi geldim ve masasının bir metre yakınında durdum. Elimdeki kitabı önüme getirip iki elimle tutarken beklemeye devam ettim.
"Tüm kaydı aldın mı?"
"Aldım efendim."
"Tamam şimdi git bunun dökümanını çıkarıp herkese dağıt. Kasada eksik çıkarsa da bana haber et."
"Emredersiniz efendim."
İşleri bittiğinde Malik odadan çıktı ve biz ikimiz kaldık. Geldiğimi görmesine rağmen önündeki dosyayı incelemeye devam etti. Öyleydi. Hep bekletirdim. Buna o kadar alışmıştım ki biraz ilgi görsem ona kayıyordum. Heyzır ise biraz değil bana epey ilgi göstermişti. Yine de Pelin de bana aynı sıcak muameleyi yapmasına rağmen kalbim Hacer Gazel'i seçmişti işte...
"Hoş geldin."
Osman Çelik bana kendimi bildim bileli ilk defa hoş geldin diyordu. Gözlerindeki numaralı gözlükleri çıkarıp daha önce görmediğim ilk şefkatli bakışlarla bana bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Bir an için çok eskiden sahip olmak istediğim dedem gibi bakmıştı.
"Ho-hoş buldum efendim."
Koltuğuna rahatça yayıldı ve ellerini önünde birleştirip sallanan sandalyesinde hafif sağa sola geldi gitti. Çimen'in gösterdiği tepkinin daha beterini gösterecek diye beklerken böyle bir muamele doğrusu beni çok şaşırtmıştı. Onu takip ederken dilim tutuluyordu.
"Öncelikle bu zamana kadar üstlendiğin emniyet görevini başarı ile yerine getirdiğin için tebrik ederim seni."
Tebrik mi ediyor beni? Daha önce hiç yapmadığı şekliyle...
"Teşekkür ederim efendim."
"Doğrusu örgüte katılma konusunda senden yana pek bir korkum yok. Yoktu yani."
Gözlerimle yüzünde gezindim.
"Ama son duyduğum şeyden sonra fikrim biraz değişti."
Ne duymuştu? Heyzır'ı sevdiğimi mi? Konuşma şekli değişecek miydi? O da Çimen gibi aşağılamaya mı başlayacaktı? Sıkıntı iç çekip başımı öne eğdim ve kitabın hâlâ elimde durduğunu fark ettim. Doğrusu bu kitap bugün için hayatımı kurtarmıştı. Ne zaman sıkışsam o ve onu bana veren yazarı anımsayıp içim rahatlıyordu.
"Hacer Gazel ile birbirinizi seviyormuşsunuz doğru mu?"
Utançla Osman Çelik'e baktım. İtiraf etmeliyim ki ilk defa utanıyordum. Sevgimden değil ama böyle açığa çıksın istemezdim. Emniyetten ayrıldıktan, Heyzır'a veda ettikten sonra ne bileyim çevremdekilerin bizi kavuşamayan aşıklar gibi düşünüp ah vah etmesini istemezdim. Ama insan bir şeyler kaçamıyor işte.
Bir şey demeden yeniden başımı öne eğdim.
"Cevap vermediğine göre doğru galiba. Hacer Gazel'in seni sevmesine sözüm yok ama sen biliyordun. Çimen'i onun eşi olarak ayarladığımı çocukluğundan beri biliyorsun. Neden böyle bir şey oldu?"
Yine bir şey demedim. Ona tüm çabama rağmen Heyzır'a aşık olduğumu nasıl açıklayabilirim ki? Kalbime hakim olamadığımı yerimi bilemediğimi nasıl söyleyebilirim? Herkes giderken yanımda duran Heyzır'ı sevmekten kendimi alıkoyduğum zamanları anlatsam, ondan kaçtığımı kendimden uzaklaştırdığımı anlatsam ne işe yarar ki? Sonuç itibariyle kalbime sahip olmayı başardı.
"Bu malikane, birini çok seven iki kişinin hiçbir şeyden haberi olmayan masum bir kişinin hayatına mâl olduğuna şahit oldu. Aşk sandığın kadar kişisel değildir bunu unutma. İki kişi arasında kalmadığı gibi sadece iki kişiye de zarar vermez. Aşkın gücü su gibidir. Yumuşak ama keskin. Hafif ama sürekli. Kalbini ele geçirdiğinde kurtulması da imkansızdır. Ulaşamadıkça perçinlenir. Sahip olamadıkça gözünü kör eder."
"Öyle bir şey olmayacak efendim," dedim kitabı daha çok sıkarak.
"Peki ya Hacer Gazel? Senden sonra Çimen'i kabul edebilecek mi?"
"Kendisine örgüte katılacağımı söyledim. Benden nefret edecektir." Osman Çelik gözlerime inanmazca bakarken "Onunla bir daha asla görüşmeyeceğim efendim," diye ekledim.
"Sana güveniyorum Haris. Örgüte gitmenin anlamı ölümdür. Bunu bile bile seni gönderiyorum. Bundan sonraki adımını da Pelin vasıtasıyla bildireceğim."
Pelin mi? Devran Korkmaz'ın kızı Pelin? Neden o? Cevabını merak ederken "Ve," dedi tekrar bana bakarak "sana güveniyorum."
Kaşlarını kaldırarak alnında oluşan yaşlılık çizgileri ile bana baktı. Mecburiyetim yoktu belki de. Osman Çelik gibi biri mafyalığı ile ünlü olsa da kaçabilirdim. Adamlarını işletebilirdim. Bana bunca zaman çektirdiği o acımasız sistemine isyan edebilirdim.
Ama madur insanların onlara bu kaderi hoş gören katillerine karşı istemsiz bir bağı vardır. Onlar tarafından gelecek olan tek bir övgü tüm hayatlarını değiştirebilir. Benimle Osman Çelik arasındaki bağ da oydu işte. Oğlu değildim. Kan bağımız yoktu. Çimen'i daha çok sever sayardı ama soyadını vermişti bana. Kim olduğumu hiçbir zaman söylemedi, en acı olayları yaşattı ve en ağır işlerde çalıştırdı ama bir an olsun yanımdan da ayrılmadı.
Sotckholm sendromu denilen katiline sevgi tam da bu olsa gerekti. Ben... Haris Çelik varlığım ve bütünümle bana verilen bu emirleri yerine getirmeye ant içiyorum. Bu yolda canımı bile kaybetsem bana biçilen yolda bir an olsun durmadan yürüyeceğim. Örgütü yok etmem gerekirse edeceğim. Örgütle yok olmam gerekirse olacağım.
"Peki o halde, belki bir daha görüşemeyiz. Başarılar dilerim."
Bu sahiden de bir veda gibiydi. Başka bir görev yoktu. Son görevim örgütü yok etmekti ve galiba içerlerde bir yerlerde Osman Çelik bana inanmıyordu. Örgüt o kadar güçlüydü ki bu selde bir kütük gibi savrulacağımı düşünüyordu. Sözleri ve gözleri farklı şeyler ifade ederken ben onu tanıyordum oysaki.
Beni ölüme gönderiyordu. Ve bundan son derece emindi.
Gülümsedim. En az onun kadar dolan gözlerimle. Eğilerek selam verdim. Beni bu yaşa getirdiği için. Ve tıpkı onun gibi bir daha geri dönmeyeceğimi varsayarak son kez ona bakıp odadan çıktım.
Ben Haris Çelik...
Bana verilen bu son görev profesyonel olarak yapacağım son iş.
Hayatıma mâl olacak ve belki de bir daha asla eskisi gibi olamayacağım bir dönüm noktası.
Ben kim olduğunu bilmeyen biri.
Ve şimdi varlığımın karşılığını alma vakti...
🎭
Herkese merhaba. Nasılsınız iyi misiniz? Epey vakit oldu ama yine buluştuk 🥲 Ne olursa olsun bu seri bitmeden veda etmek yok tamam mı? Bu serinin son noktasını hep beraber atacağız inşallah.
Bölüme eklenen yeni karakteri beğendiniz mi? 🫠
Örnek aldığım birçok yazar ve insan var. Tümüyle değil ama başarı ve becerileriyle aynı yoldan gitmeye çalıştığım insanlardan biri Tolkien. Biri Hayao Miyazaki. Biri Farajullah Salahshur. Türklerden de epey var ama şimdilik bunları yazayım. Hepsi kendi eserlerine kendilerini de karakter olarak katmıştır. Kimi başka suretlerde kimi bizzat kendi. Profesyonel gibi seride her şeyin karmaşık bir hale geldiği anlarda Haris'e kim yardım edecekti? Olayları kolaylaştırmak ve ona destek olmak için bizzat ben geldim ☺️
Rolüm bu kitap bitene dek. 6. kitapta yokum. Zaten 6. kitap son kitap olacağı için Haris'in bana ihtiyacı kalmayacak. O yüzden bu kitapta onu elimden geldiğince destekleyeceğim.
Ona söylememi istediğiniz cümleler varsa buraya yazabilirsiniz. 🌙
Nasipse bu kitabı düzenli bir şekilde yazıp bitirmek ve final için ilham toplamak istiyorum. Bu seriyi çok seviyorum ve iyi bir yere gelmesini diliyorum.
Bu arada sadece Wattpad değil aynı zamanda Çizgi uygulamasında ve Kitappad'teyim. Bir de kitaplarımı HitReads uygulamasına verdim ki bana maddi manevi destek olmak isterseniz HitReads'ta kitaplarımı okuyabilirsiniz. Aldığınız her elmastan bana da katkı geliyor. Desteklemek isterseniz yani. Şimdilik sadece Why not me ve Elenor'un sihirli ormanı var. Sonra da Mumya gelecek inşallah.
Sizleri seviyorum ve yeni bölüm için hazırlıklara başlıyorum. Keyifli okumalar ve bol bol kucaklaşmalar.
🎭 |
0% |