@hakugu
|
"Peki neden ben? Yani bak Amerika'daki bir adam için üretilmişsin. İnsan biraz daha beklemez mi? Yani ne bileyim o Japon tasarımcıların sana öğretmedi Michail ya da ne bileyim Jordan mordan için üretildin diye. Benim Türk olduğum besbelli."
Her ikimiz de zümrüt yeşili koltuklarıma karşılıklı olarak oturmuştuk. Öylesine dikkatli ve özenli oturmuştu ki, onu gören insan da kendine çeki düzen vermek istiyordu. Dik oturuşu ve bana gösterdiği özen, doğduğumdan beri belki de ilk defa yaşadığım, hissettiğim bir duyguydu.
"Neden siz? Emin değilim," dedi. "Kendimi bu kapının önünde buldum. Daha öncesinde sanırım bilinçsizce yürüyordum. Önüme çıkan ilk kişi olarak yüzünüz algılandı ve size programlandım. Bir çeşit arıza diyebiliriz."
"Şaka gibi," dedim şaşkınlıkla gülerek. "Onca insan dururken beni bulmanız ve zaten ancak bir arıza beni bulurdu zaten. Şansa bak."
"Öyle olmalı. Yine de ben halimden memnunum. Sizden aldığım enerji çok ihtişamlı. Biz yapay zekâların bir kalbi olmasa da karşımızdaki insandan enerji alma özelliğine sahibiz. Bazen negatif enerji aldığımız da oluyor ve bu durumlar hiç hoş değil. Onlar göre şekillenirsek ve programımızı o kötü enerjiye göre ayarlarsak ortaya hiç de hoş olmayan bir durum çıkabilir."
"Pardon da," dedim elimdeki bardağı yere bırakarak. "Biz derken? Siz tam olarak kaç kişisiniz de kendi ırkından bahseden bir insan gibi konuşuyorsun? Tamam Japonlar yapmış olabilir ama sonuçta bir kişi için tasarlanmadın mı sadece? Yoksa milyarderler tıpkı senin gibi birçok robot mu sipariş ediyor?"
Omuzlarını silkeledi.
"Bilmiyorum. Sadece, yüklenen bilgilere göre yapay zekâların da tercih özelliğinin olduğunu biliyorum o kadar. Eğer istemezsek tüm programı uygulamak zorunda da değiliz. Ama bu durum bizi tasarlayan kişinin amacına göre kötü yerlere çekilebilir. Sonuçta kendi ırkından nefret eden birçok insan topluluğu var değil mi?"
Başımı tasdik için sallarken, daha çok alay ediyordum. Şimdi polisi arayıp bu neidüğü belirsiz kişiyi almalarını ve alıp Japonya mı Çinya mı her nereyse oraya göndermelerini isteyecektim. Sonuçta bakanlık bir vatandaş olarak bunu yapmamı söylüyor. Ve ben vatanına bağlı biri olarak kesinlikle ama kesinlikle bu şartların dışına çıkmam. Bunu yapmak için de ayağa kalkmıştım ki "Beni artık gönderemezsiniz," dedi. Olduğum yerde kalakaldım. Ne yapacağımı biliyordu. Doğrusu ilk başlarda iç sesimi tahmin etmesi, hareketlerimi falan öngörmesi güzeldi ama şimdi biraz da olsa korkunç gelmişti. Nasıl onu göndereceğimi anlamış olabilir ki? Belki de sadece bir arkadaşımı arayacaktım yani?
"Neden?" diye sordum. "Aranıyorsun ve sırf bu yüzden ceza almak istemiyorum."
"Anlıyorum fakat artık çok geç."
"Neden geç olsun?"
"Çünkü çoktan programlandım. Artık beni geri alamazlar. Bundan sonra sadece size hizmet edebilirim. Yani eğer Japonya'ya yeniden gidecek olursam muhtemelen hurda olacağım. Beni de diğer Haruki ya da başka robotlar gibi eskilerin arasına ayacaklar. Kim bilir başka bir iş adamı talep edecek de ondan sonra yeniden çalıştırılacağım."
Kaşlarımı kaldırışımın amacı hem şaşkınlık hem de hüzündü. Nedense hurda derken hüzünlü bir sese bürünmüştü. Bir yapay zekâya üzülmek için daha zavallı konumdaydım ama işte insanın vicdanı da el vermiyor. Ne bileyim bazen ben de kendimi çöp olarak görüyorum ve bu hiç iyi bir his değil.
"O halde ne olacak şimdi?" diye sordum. "Yetkililer seni benim evimde bulursa ya beni hapse atarlarsa? Tamam belki o kadar olmaz ama ya küresel çapta bir sorun oluşursa. Belki bilmiyorsundur ama biz ta 2. Abdülhamit döneminden beri Japonya ile iyi ilişkiler içindeyiz."
"Evet biliyorum. Ertuğrul fırkateyn gemisini göndermiştiniz değil mi?"
Dudaklarımı büzüp gözlerimi devridim. Biliyormuş. Eh tabii yapay zekâ deyince ne bekliyordum ki. Adamın beyninde internet arama motoru vardır. Tek bir bakışıyla bütün bilgileri sunabilir.
"Hatta sonra da Turgut Özal zamanında uçak gönderip Japonları kurtarmışsınız. Ayrıca Çam ve Sakura ortak hastaneniz bile var. Sakura ağaçları Japonya'da ünlü ama Türkiye'de de varmış. Hem bir de..."
"Anladık Haruki. Genel kültürün harika. Bizim ülkede herhangi bir sınava girsen fullersin muhtemelen. Şimdi konumuz bu değil zaten. Ne yapacağız diyorum. Madem seni göndermeyeceğim peki devamında ne olacak?"
"Sizinle yaşayacağım," dedi.
"Ne?" İstemsice çığlık attım. "Delirdin herhalde. Nasıl bir erkekle...üstelik yabancı bir erkekle...hayır hayır, üstün zekalı robot ve yabancı bir erkekle aynı evde kalırım?"
"Kapıyı üstüme kitlersiniz."
"Kapıyı kırarsan?"
"Kapıyı çelik kapıyla değiştirelim mi?"
"Delirdin mi? Ben kendime mont alacak para bulamıyorum bir de durduk yere kapıyı mı değiştireceğim? Üstelik oturma odasının kapısının çelik olduğu nerede görülmüş?"
"O zaman dışarıda kalırım."
"Dışarıda mı?"
"Evet," dedi masumca. "Sizin güvende hissetmeniz için elimden geleni yaparım. Bir karton sersem yeter. Gerçi yağmur yağarsa sıkıntı olabilir ama başak bir şey bulurum."
Böyle söyleyince de içim bir tuhaf olmuştu. Gözlerimi ondan kaçırırken başka şeyler düşündüm. Bekle desem beklerdi dışarıda. Ama yağmur yağmaya başlamıştı. Yani normal bir insan bile bu yağmurda hasta olabilecekken, ham maddesi teneke olan bu kişi küflenebilirdi muhtemelen. Aslında kapıyı kilitlemek mantıklıydı. Hem onun hem de kendi kapımı kilitlersem...ah yaptığım bu şey muhtemelen başıma iş açacaktı. Şu hayatta sadece sakin bir şekilde yaşayıp gitmek istiyorum ama asla bu sakinlik beni bulmuyor. Hep bir kargaşa, hep bir kaos. Yani geçmişim de böyle siz bilmiyorsunuz tabii ama ben hep sorun çıkaran biriyimdir. İnsanlarla kolay kolay anlaşamam. Pek arkadaşım yok ve dilimin de kemiği yok. Haksızlık görürsem susmam. Kötü söz duyarsam susmam. Ezilen birini görürsem yine susmam. Doğal olarak da toplum içinde ya barınamam ya da sevilmem. Hepi topu bir arkadaşım var o da beni bırakıp gidecek diye korkuyorum.
"Eee madem kapılar kilitlenecek. O zaman sadece bir gecelik deneme amaçlı her ikimiz de kapımızı kilitleriz. Ya da ben senin üstüne kilitlerim. Sonra kendi kapımı kilitlerim. Bunu yaptığıma pişman olacakmışım gibi hissediyorum ama bu yağmurda da dışarıda bırakmak insanlığa sığmaz. Bu odada uyuyabilirsin değil mi?" diye sordum.
"Ben uyumuyorum," dedi.
"Ne? Ama robot gibi değilsin ki, uyuma programı neden yüklemediler sana? Sonuçta bilgisayarlar bile uyuyor yani. Telefonlar da şarj oluyor. Ne bileyim dinlenmek bütün varlığın ihtiyacı."
Gülümsedi.
"Uyku, şarj için gereklidir. Benim zaten belli bir ömrüm var. O ömür bitince artık yeniden uyandırılamayacağım. O yüzden uyumak ve bunun için vakit harcamak bana zarardan başka bir şey vermez."
"Ömür mü? İnsanoğlu gibi mi?"
"Evet. Aynı sizin gibi öleceğim. Beni özel olarak ürettiler. Tekrar kullanıma açık değilim. Öldüğüm zaman her şey bitmiş olacak. O yüzden diyorum beni gönderirseniz muhtemelen hurda olacağım. Çünkü diğer robotlara kıyasla üstün zekâlı olarak tasarlandığım için yine diğer robotlara göre çok uzun süre vermediler. Veremediler."
"Hadi ya," dedim hüzünle. "Senin de en az benim kadar dramatik bir hayat hikayen varmış Haruki kardeş."
Daha çok gülerken "Eğer mümkünse isminizi öğrenebilir miyim? Bana lazım olabilir," dedi.
Her ne kadar tuhaf da olsa ona güvenmiştim. İçimdeki güven hissi ile ismimi söyleme gereği duydum.
"Hazan. Adım Hazan Katipoğlu."
"Hazan," dedi beni tekrar edercesine." "Arapça bir kelime ve üzüntü anlamına geliyor. Hüzün ve sanki yapraklar dökülürken gibi bir his."
Bunu söylerken hayali bir noktaya bakmıştı. Sanki gözlerine inen bir perdede her şey yazılıydı da onu okuyor gibiydi. İsmimin anlamını söylediğinde yeniden bana döndü ve şefkatli bir ses tonu ile "Sizin gibi iyi kalpli bir insanın ismi Huzur olsaydı keşke. Daima huzurlu olmanızı isterim. İsminizin anlamı gibi hüzünlenmenizi hiç ama hiç istemem." dedi.
Öyle güzel şeyler söylüyordu ki ona öylece hayranlıkla bakmaktan kendimi alamıyordum. İyi kalpli olduğumu nereden ve nasıl anlamıştı hiçbir fikrim yoktu. Belki de bahsettiği şu enerji meselesi buydu. Onun tebessümüne eşlik eden tebessümüm güzel günlerin habercisi gibiydi. |
0% |