Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@hakugu

 

 

Pijamalarımı çıkarıp rahat bir şeyler giydim ve elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı topladım. Odamın kapısı her ihtimale karşı kilitliydi ancak bundan sonra da aksi bir durum olmadı. Yatağımı toparladım, odamı havalandırdım ve nihayet mutfağa geçtim. Saat yedi buçuğa geliyordu ve hafta içi genelde bundan biraz sonra kahvaltı yapıyor olurdum. Haruki olduğu için biraz daha erken yapmam benim için sorun olmayacaktı. Mutfağa geçip çayı koydum, kahvaltılık için zeytin, peynir, tereyağı ve çilek reçeli çıkardım. Bir de komuşumun yapıp verdiği elma reçeli vardı ki ondan da bir kase alıp masaya koydum. Küçük ve eski bir çaydanlıkta bir miktar su kaynatıp iki tane rafadan yumurta yaptım. Bir şey yemediğini düşündüğüm halde bilinçaltım onu bir misafir olarak kabul ettiği için her şeyi ikişer hazırlıyordum.

 

Aslında küçükken yani şöyle bi on beş yaşımdan sonra falan kahvaltı hazırlamak ya da evin işinin tamamen üstüme yıkılacak olması gibi tuhaf bir korkum vardı. Yetimhanede her ne kadar aile kavramını göremesek de yemekler aşçılar tarafından yapılıyordu. Programımız vardı ve hep topluyduk. Tek başımıza kaldığımız zamanlar o kadar azdı ki insanın kendi kendine üzülecek vakti bile kalmıyordu. Ama on sekiz yaşımızdan sonra kendi başımıza bırakıldığımızda evime çıktım ve korktuğum başıma geldi. Ancak korktuğum kadar kötü de olmamıştı. Meğer insan kendi başına geldiğinde kolay bir şekilde idare edebiliyormuş. Yani kahvaltı hazırlamak, istediği yemekleri yapmak, ne bileyim televizyon karşısında bir şeyler atıştırmak da en az topluluk içinde olmak kadar huzur veriyordu bana.

 

Devler yetimlere yetimhaneden çıktıktan sonra kamuda istihdam sağlıyor aslında. Bir süre devlette de çalıştım lakin sonrasında işler ters gitti ve kendimi yeniden özelde çalışırken buldum. Şu an için işimden memnunum. Ağır olsa da. İnsan sevdiği işi yapınca çok yorulmuyor diyeceğim de ben yine de çok yoruluyorum. Yorgunluk deyince de aklıma yine eski aşçılarımızdan Azime teyze geliyor. Sırtındaki kambura ve geç yaşına rağmen bizim yemeğimizi yapardı. Genelde erkenden yetimhaneye gelip kahvaltımızı hazırlar sonra da bizim gelmemizi beklerdi. Nazımızın geçtiği nadir insanlardan biriydi çünkü ne öğretmenler ne de başka insanlar bizim gibi kimsesizlerin nazını boş vakit ya da şımarıklık olarak görür. Onlara göre biz bir şey istememeli ne verilirse büyük bir minnetle teşekkür etmeliydik.

 

Hiç unutmuyorum bir sabah kahvaltıda patates kızartmıştı. O dönem patates kızartması bizim için epey lükstü. O kadar kişiye kimse bu kadar çok patatesi kızartmak istemiyordu. Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama toplu alanlarda denetimler bittiğinde ve herkes evine çekildiğinde işler değişir. O kibar öğretmenler bir anda bağırmaya başlar. Serbest olan program sıkılaştırılır ve daha katı kurallar getirilir. Kendim için konuşmak gerekirse bu beni eskiden üzüyordu ama öyle arkadaşlarım vardı ki biraz yumuşak davranılsa okuldan kaçmaya çalışıyordu. Sonuçta topluluğu idare etmek de zordur. Bir miktar patatesi kızartırken aklıma gelen bu anı yüzümü hafif ve acınası bir tebessümle doldurmaya yetmişti. İnsanın anıları da güleç bir ifade bırakmalı. Yoksa böyle içi acıyor istemsizce.

 

Kahvaltı masası hazır olduğunda oturma odasına gittim. Kapıyı bu sefer tıklayarak girdim içeri. Haruki hâlâ olduğu yerde duruyordu. Bu sefer ellerine değil başını sol tarafa çevirmiş pencereden dışarıyı seyrediyordu. Evimin yatak odası arka tarafa bakıyordu ve orada sadece bir elma ağacı vardı. Oturan odası ise ön tarafa bakıyordu ve burada sarmaşıkla kaplı bir duvar, ikindi sefaları dediğim tam da ikindi vakti akşama evrilirken gün mavi mavi ve pembe pembe açan bir çiçek vardı. En köşede kocaman meyve veren şeker pare kayısı ağacı, biraz sağ tarafında ise demirle tutturulmuş bir üzüm bağı vardı. Ev sahibim sağolsun bahçede ne var ne yok almam için bana izin vermişti. Bunlar sadece ağaçlardı zaten. Bir de ektikleri ve diktikleri vardı. Domatesten, marula, soğana ve hatta havuca kadar her şeyi ekiyordu. Çoğu zaman sebze meyve almak zorunda da kalmıyordum. Haruki de sanırım bu güzellikleri seyretmek için odaklanmıştı ama kahvaltı vaktiydi.

 

"Bölüyorum ama masayı hazırladım, gelmek ister misin?"

 

Başını bana çevirip yavaşça ayağa kalktı. Gülümseyerek başıyla onayladı. "Tabii siz rahatsız olmayacaksanız gelirim."

 

"Ay yok rahatsız olmuyorum. Hatta sen burada tek oturunca daha çok rahatsız oluyorum. Gel bari yemesen de yanımda otur."

 

Ben önden o da arkamdan geçtik mutfağa. Hazır kahvaltı masasına parlak gözlerle bakarken "Çok bir şey hazırlayamadım ama," dedim araya girdi.

 

"Bence çok güzel olmuş. Bu kadar erken saatte ve kısa vakitte bayağı güzel hazırlamışsınız."

 

Övüyordu ama sadece gülümsemekle yetindim. Dedim ya daha önce de biri bana iyi bir şeyler söyleyince kendimi iyi hissetmiyorum diye. Alışkanlık ne yaparsınız.

 

Kendime bir bardak çay doldurdum ve onun bardağını da doldurup doldurmamakta tereddüt ettim. Doğrusu robot bile olsa bizde misafirperverlik başkadır. O bardak ve tabak boş kalmayacak hatta tıka basa yedirilecek ama şimdi ne yapayım ben? Baktım benim çay bardağıma dikkatle bakıyor bir şeyler söylemek zorunda hissettim kendimi.

 

"Biz su gibi çay da içeriz aynı zamanda. Belki sizin oralarda pek içilmiyordur. Ama bizimkisi kültür olmuş artık."

 

"Evet," dedi gülümseyerek.

"Türklerin çok siyah çay içtiği dokümanlarımda kayıtlı."

 

Elimdeki çay bardağını incelerken gülümsemesi devam ediyordu. Onun beni böylece incelemesi yudumlarımı boğazıma dizse de itiraz etmiyordum. Bakışları o kadar nahifti ki insanın kalbini kırası gelmiyordu. Hoş eğer bir kalbi varsa yani.

 

"Evet, biz Türkler çok çay içeriz. Genellikle kahvaltıda, bunaltıda, üşüdüğümüzde kısacası herhalde çay içeriz. Sen de denemek ister misin?"

 

Başını tasdik için salladı.

"Çok isterim."

 

Şaşkınlıkla ona baktım.

"İçebilecek misin peki?"

 

"İçerim."

 

"Hani yemek falan yemiyordun. Yağ içmiyordun? Beni mi kandırıyordun yoksa?"

 

"Acıkmıyorum ama istersem yer ve içerim. Bu şekilde tasarlandım."

 

Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında boş bardağa açık bir çay doldurdum. Acaba çay içince boşaltımı nasıl oluyordu ki? Uyumuyorun dedi ve lavabo konusu nasıl işliyor ki? Japonlar bunun için de bir şeyler düşünmüşlerdir herhalde. Gözlerim yavaşça bel altına kaydığında normal bir erkek gibi olduğunu düşündüğüm için bakmaktan vazgeçtim. Aman neyse bir şekilde boşaltıyordur herhalde. Ben böyle içimden düşünüyordum ki beni duyarcasına cevap verdi.

 

"Boşaltım yapmıyoruz. Eklenen gıdalar içimizde öğütülüyor ve enerjiye dönüştürülüyor. Tıpkı insanoğlu gibi iç organlarımız var. Et ve kemikten olmasa da DNA'larımız bayağı benziyor. Ama dışarıya normal bir boşaltım gerçekleşemiyoruz. Yalnız organlarımızın tamamı insan gibi."

 

Son cümleyi biraz bastırarak mı söylemişti yoksa ben mi öyle algılamıştım. Öksürerek başka tarafa baktım.

 

"Ee neyse canım. Artık içinde mi öğütürsün yoksa dışarı mı çıkarırsın sen karar verirsin ona. Sonuçta üstün zekâlısın değil mi?"

 

Gülümseyerek baktığında "Aslında terlemek de mümkün bizim için. Lakin bazen sıvı akışı sisteme zarar verebiliyor. Özellikle nem ve küf olayları meydana geldiğinde," demişti ki araya girdim.

 

"Ve küflenince de yağlanıyorsunuz değil mi? Aha da yakaladım seni. Hani yağlanmıyorsunuz? Küfleniyormuşsunuz işte? Küfü nasıl çözeceksin tabii ki yağ ile. Bir de bana içmiyoruz falan dedin."

 

"Ha yok öyle bir küf değil bu. Bilişim sistemlerinde tıkanıklık yani. Nasıl ifade edeyim virüs bulaşmış gibi düşünün."

 

Onu dikkatle dinledikten sonra çayı büyük bir zevkle içişini izledim. Bir yudum alınca yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu. Parlak gözleri gülümseyince ne de tatlı kısılıyordu öyle. Bana kalırsa bu yapay zekâyı tasarlayanlar Japon kadınlardı. Başka türlü bu kadar yakışıklı bir erkek tasarlayamazdı erkekler. Şahsen ben erkek olsam kıskanırdım. Bakan bir daha bakıyor. İkinci defa bakan uzun süre bakıyordu. Robot olmasa ne de harika bir iş olacakmış da işte. Neyse robotun yakışıklısı denk geldiği için ona da şükür.

 

"Baksana Haruki," dedim dirseklerimi masaya yaslayarak.

"Üzgünüm ama benimle yaşayamazsın."

 

Yüzündeki gülümseme bir anda yok oldu. Bir anda hüzünlendi. Böyle aniden söylediğim için ben de iyi hissetmemiştim ama bunun başka bir şekli yoktu açıkça söylemek zorundaydım. Ayrıca vakit geçtikçe buradan gitmesini istemem de zorlaşabilirdi. En iyisi baştan çözüm bulmaktı.

Loading...
0%