Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1 | kördüğüm

@halempa

Azap vicdana dönüşüp boğaza kuru bir leke gibi oturunca birileri ağlayabilmek için vicdanını boğmak zorunda kalır. Birileri kendi kötülüğünden utanırken bile ruhunun yalan fısıldadığını duyar. Ve pişmanlıklara ağlamak için aslında onları inkar etmekten başka çare kalmadığı böyle öğrenilir. Loş ışıklı bir ayna önünde belirir, oldun der. "İnsan olmak işte bu."

 

Asuman.

 

Sarı bir buz gibi soğuk üflenmiş saçları ve soluk bir ten ile doğmuştu. Gözleri vücudundaki doğal kontrasla uyumlu yine soluk bir renkti, su yeşili gibi hülyalı ancak tam bir rengi ifade edemeyecek kadar karmaşık irisleri, belirgin kahverengi çillere sahipti. Görüntüsü bir bütüne döküldüğünde alnından kirpiklerine kadar düşen sarı bukleleri ve altında belli belirsiz görünen haşin, çakmak ateşini andıran gözleriyle güzel ama soğuk bir kızdı. Asuman güzeldi ve çocukluğundan beri bu ile methedilmiş ve anılmıştı.

 

Çocuktu, her yıl olduğu gibi annesinin onu erkenden uyandırdığı bir bayram sabahı süssüz, mavi bir elbiseyi zorla giydirildiğini hatırlıyordu. Bedeninden aşağı kalın bir perde gibi inen kumaş kızın soluk tenini aratmaz bir tonda olunca öfkelenmişti, annesi onu durmaksızın teselli etmiş olsa da Asuman hem elbisesinden nefret etmiş hem de sabahın köründe sinirlenmişti. Bayramın ilk günü mutlaka bir sorun olurdu; sorunlar zaten bayramların olmazsa olmazıydı ancak, Asuman o giysinin içinde kendini çok çirkin buluyordu. Yaşayabileceği en sinirbozucu gün olduğuna karar vermişti, o günden daha berbat bir günü olamazdı. Evde huzursuzluk çıkarması yetmemiş gibi evden çıkışı da olaylı olmuştu; annesi kolundan zorla sürükleyerek götürürken Asuman sadece çok çirkin olduğunu ve rezil olacağını haykırıyordu. Ananesi ve dedesinin evlerine gidiyorlardı, bunu annesinden öğrenmemiş olsa da yolu izlerken anlamıştı. Gün, Asuman'ın kendini berbat hissetmesine rağmen sandığı gibi berbat değildi; yaz mevsiminin başı, mayıs ayıydı. Sabahın erken saati sebebiyle gökyüzünde hala şafak ışıklarının pembe haleleri süzülüyordu, kuşlar zarif sesler eşliğinde ötüşüp sokakları çınlatıyor, en sevdiği guguk kuşunun uğultusu sabah çiği düşmüş çimenlerin kokusuyla birlikte kusursuzluk oluşturuyordu. Kolunu tutan annesine dönüp ne zaman dondurma yiyeceğini sorduğunda annesi düz bir yüz ifadesiyle havanın yeterince ısınmadığını söylemişti.

 

Bahçeli yarı ahşap eve vardıklarında Asuman koridorun ortasında tombul ve kömür rengi saçlarıyla bir bebek görmüştü. Onu holde emeklerken yakaladığı o an bir çığlık atarak şirinliğine bayılmış ve hiç düşünmeden saatlerini onunla harcamıştı. Bebeği sevmekten o kadar aklı uçmuştu ki o günkü siniri hemen gitmişti. Bebeğin de onun gibi soluk beyaz bir teni vardı ama aralarındaki fark birbirlerinin tam zıttı saç renkleriydi. Kim olduğunu bilmiyordu, yerde yuvarlanarak oyunlar oynayıp bebeği gülmekten çatlatırken tepesinde dolanan yetişkinleri de tanıyamamıştı. Arada bir Kaşif diye bir isim duyuyordu, tanımadığı bir kadın Asuman'ın kapı kirişinden az çok gördüğü başka bir odadan seslenice Kaşif dediği kişinin bebek olduğunu öğrenmişti. Bebeği incitmemesi için Asuman'ı uyarıyordu. Ancak ayrılık vakti gelince Asuman'ın asabi tavrı yeniden uyanmıştı, tıpkı evinde olduğu gibi bir kriz daha çıkarmıştı. Bebekten ayrılmak istemiyordu; o çok sevimliydi ve Asuman bir kardeş istediğini o gün keşfetmişti. Ancak bebeği kucağından zorla koparıp aldıklarında annesinin karşı konulmaz gücüyle tekrar dışarı sürüklenmişti. Kaşif ile böyle tanışmıştı.

 

Büyüdükçe Asuman'nın güzelliği daha çok ön plana çıkıyordu. Daha orta okuldayken erkeklerin ilgisini çeker olmuş, hatta sınıftaki bir oğlan yanağından pat diye öpünce şiddetli bir sinir krizi geçirmişti. Güzel olarak bilinen Asuman'ın cehennem ateşi gibi harlı bir öfkesi olduğu meydana çıkınca bir daha hiçbir oğlan onu öpmeye tenezzül edememişti. Bu sayede Asuman'ın talihsiz ilk öpücük serüveni kapanmıştı. Ancak lisede yeni bir baş derdi meydandaydı: Bu sefer de kitaplarının arasında sahibi belirsiz mektuplar buluyordu. Her birinin yazısı ayrı ve bir o kadar karmaşık olduğundan, taliplerin sayısı çok olduğu ortadaydı. Asuman adım attığı her yerin gözdesiydi. Ancak Asuman ilgi gördüğü erkekleri bir o kadar umursamamıştı, adeta kendini beğenmenin cesaretiyle başka birilerinin ilgisini gereksiz bulmuş ve sebebini düşünmeye gerek duymamıştı. Henüz erkeklerle ilişki kurmanın utanç verici ve saçma olduğunu sandığı çiğ yaşlardaydı, aşkı yeterince önemsemiyor ve getirilerinin ağır yüklerini bilmiyordu.

 

Yirmi bir yaşındayken lise mezuniyetinden beri üniversiteye gitmemiş, daha doğrusu tercih etmemiş, keyfine amade yaşayan genç bir kadındı. Sorumsuz ve bir o kadar hayata karşı boş hissediyordu. Bildiği bir şey varsa o da sadece arkadaşlarıyla gezip tozmanın hayattaki yaşanabilecek en keyifli aktiviteydi, sabah akşam para için çalışmaya ya da üniversitede kitaplara gömülmeye ne gerek vardı? Hayatını yaşıyordu ve kendine göre gayet yeterliydi. Ancak sandığı gibi sürekli aynı güzergahta ilerlemeyen bir hayatın içinde olduğunu acı çekerek öğrenecekti; Annesi kalp krizi geçirmişti. Onu önceki gece huzurla yattığı yatağında soluk ve soğuk bir benizle bulmuşlardı. Asuman göğsünde bir ateş koptuğunu ilk kez hissetmişti, nefes almanın bile ne kadar acı verici bir bedel olduğunu o gün öğretmişti.

 

Böyle bir acıyı daha önce görmemişti, daha doğrusu kendi yaşamadığı için etrafında fark etmemişti. Sırtında dünyanın ikiyüzlü bir katil olduğu gerçeğiyle belirmiş bir kambur ve hiç fark etmediği acımasızlığın ağırlığı vardı. Cenazeye kadar sürekli fenalık geçirmişti, o yılların adetiyle cenaze serüvenini evin tek kızı olarak idame etmesi lazımken aksine teyzelerine ayakbağı olmuştu. Annesi gömülürken o yine yatağında ağlamış ve onu son kez görme fırsatını kaçırmıştı. Definden sora dayısının uzun uğraşları sonucu mezarlığa vardığında babasını bir çuval yığını gibi topraktan kubbenin yanına çöktüğünü görmüştü. Pişmanlık ile tanışması da işte bu kısa andı. En çok ayakta durması gereken zamanda acı çeken tek kişi kendiymiş gibi insanlara yük olmuştu. Annesinin üzerine acımasızca yığılmış toprağa bakınca yeni bir sinir krizi geçirmemek için kendini tutmuştu; ancak ağlamaktan gözleri acıyor, boğazı bağıramadığı için ağrıyordu. Metaneti gitgide acizane bir yüke dönüşürken ayağa kalkmak istediği sıra kolundan bir el yakalamıştı. Bilmediği elin peşinden bilmediği bir noktaya kadar sürüklendikten sonra "İyi misin?" diye bir ses duymuştu. Çocuksu ve erkek olduğunu ifade edemeyecek kadar toy ses Asuman'ın kuruluktan yanan gözlerini yukarı kaldırmasına sebep olmuştu. Soluk mermer yüzünü şefkatli bakışlarla yumuşatan bir yüzdü bu. Kim olduğunu hiç bilmiyordu, çocuk adını söyleyip tanıttığında da asla hatırlamamıştı. O gün Kaşif bir pet şişe getirip Asuman'ın yüzünü yıkamasına yardım ettikten sonra yanından ayrılmamıştı. Asuman ise eve vardığına çocuğa kuru bir teşekkür edip yüzüne bile bakmadan kapıyı kapatmıştı.

 

Aradan zaman geçerken Asuman hayatın yeni yüzüyle tanışmanın travmasını yaşıyordu ve Kaşif'i yine unutmuştu. Umursamadığı bu çocuk ömrünün bir döneminde acıları için en şefkatli dayanak olacaktı.

 

Kaşif bir gün küçücük kucağında geniş bir börek tepsisi ve soluk yüzünde çiçek gibi bir gülümsemeyle evinin kapısında belirdiğinde Asuman gözlerini şaşkınlıkla kırpmıştı. Tanımadığı, bacağı boyundaki çocuk ona yüz yıllık hasmı gibi sevecenlikle bakıyordu. Ya da hayır; resmen gözlerinin içine dalıp da çıkamamış bir köpek yavrusu gibi şefkat için dileniyordu. Asuman mahcup bir sesle kim olduğunu sormak zorunda kalmıştı, çünkü çocuğun konuşmayı unutmuş bir hali vardı. Çocuk saman alevi gibi ansızın parlayan bir sesle "Börek getirdim!" diyince Asuman kendini tutamayıp gülmüştü. O an fark etmemiş olsa da uzun zamandır gülmüyordu ve bu çocuk börekten daha iyi bir hediye getirmişti. Asuman onu kibarca evine davet etmiş, içindeki bu mutluluk kırıntısını eken çocuğu kuru bir teşekkürle yollamak istememişti, içten içe belki de onun sevimliliğinden küçük bir mutluluk koparıyordu ve erkenden giderse bu nimetten kopacağından korkmuştu. Mutfaktaki yuvarlak masayada birlikte börek yerken sığ olsa da tatlı bir sohbet oluşturmuşlardı. Asuman bu emsalsiz huzur anahtarından etkilenmişti, çocuğun garip neşesinden keyif almıştı. Yediği yemekler diline saman gibi geliyordu, her gün aynıydı ancak hiç beklemediği etkiyi bu bodur ve hafif tombul çocuk sağlamıştı.

 

Kaşif börekleri ağzına gömüyor, yediğinden daha iştahlı bir biçimde okulundan, hayatından bahsediyordu. Hatta bir ara Asuman'ı mezarlıkta gördüğü günü de söylemişti. Asuman yüzünde buruk ama en azından önceki günlerin aksine nefes aldıran bir gülümsemeyle onu dinliyordu, çocuğun getirdiği börekleri yarısına kadar yediğini umursamamıştı bile. Karşılığında duyduğu hafif mutluluk çok daha fazlaydı. Sonrasında Kaşif evden çıkarken yüzü birden asılmış ve Asuman'a kaçamak bakışlar atmıştı, Asuman ne olduğun sorduğunda Kaşif ara sıra yanına gelmesinde bir mahsur var mıdır diye sormuştu. Şaşırmıştı, nedenini sormaktan kendini alamayınca Kaşif, Düzce'ye yeni taşındığını ve okulda hiç tanıdığı olmadığını, diğer kuzenlerinin de onunla ilgilenmediğini söylemişti. Asuman bildik bir ifadeyle gülümsemişti, teyzelerinin oğulları burnundan kıl aldırmaz egolu tipler oldukları için anlayabiliyordu. Ayrıca hepsi Asuman ile benzer yaşlardaydı, muhtemelen çocuğun durmak bilmez çenesini sinir bozucu bulmuşlardı. Asuman bu yalnız çocuğun tatlı buhranına eşlik etmekte bir sorun görmemişti, Kaşif'i yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yolcu ettiğinde öyle düşünüyordu.

 

Halbuki bilmiyordu ki Kaşif yalan söylüyordu.

 

Kaşif'in yalanı pek seven, okulda ortalığı karıştıran, yerinde durmaz ve ele avuca sığmaz bir çocuktu. Aslında bunu bütün akrabaları biliyordu, ancak Asuman burnu havada anne tarafıyla bir araya gelmekten pek hoşlanmadığı için bundan haberi yoktu. Birlikte vakit geçirdikçe bunu kendi fark etmişti. Kaşif'in babası, Asuman'ın anne tarafından kuzeniydi; Düzce'ye yeni gelmemişlerdi ve aslında bir yıldır oradalardı. Ancak Kaşif ilgi bağımlısı bir çocuktu. Bu yüzden en büyük oyuncağı yalanlardı. Her konuda ilgi çekmek için yalan söyleyebilirdi ve bu yönü en absürt yalanları söylerken bile çekinmemesinden belliydi. Asuman ise onun mitomanlığını sevimli ve çocuksu bir huy olarak görmüştü, Kaşif'in onu güldürmek için içi hava dolu balonumsu hikayelerini dinlemek hoşuna gidiyordu. O çocuk Asuman'ın küçük, sevimli palyaçosuydu. Dikkatini çeken bir diğer şey, Kaşif Asuman'ı ne zaman güldürse Asuman saf bir sevecenlikle çocuğun yanağından öperdi ve bir süre sonra Kaşif'in öpücük için sürekli teşvik etmeye başladığını fark etmişti. Kaşif aynı zamanda yılışıktı da.

 

Ama sebebi ne olursa olsun Asuman bu çocuk sayesinde acısını bir nebze unutuyordu. Çünkü annesinin ölümü ardından göğsünde anlamlandıramadığı garip bir ağırlık kalmıştı; sebebini bilmiyordu, bu ağırlığın göğsünden hiç çıkmayacağından korkuyordu. Sanki hastalanmıştı ancak bunu gören tek kişi kendiydi. Kaşif bulabildiği tek çareydi.

 

Aradan iki yıl geçmiş ve Asuman'ın hayatında küçük kıpırdanmalar başlamıştı, göğsündeki ağrı gündüzleri yataktan sürünerek çıkmasına sebep oluyorsa da öğlene doğru toparlıyordu. Ve tanıştığı bir kişi bu katranlı yapışkan laneti daha hızlı unutmasını sağlamıştı.

 

Mehmet ile tanıştığı gün ona aşık olmuştu, sebebini düşünmeye gerek bile duymamıştı çünkü onda istediği her şey vardı. Sıradan bir karşılaşmaydı, Asuman o zamanki yakın arkadaşlarıyla üç işsiz olmanın boşluğuyla kitapçıya girmişlerdi. Mehmet'i çıkarken görmüştü. Önünden geçen kişiyi göremeyecek kadar acelesi olduğu halinden belliydi.

 

Asuman'ın onda gördüğü ilk şey kocaman ve gür kirpikli gözlerdi. Ve keskin hatlı yüz kemiklerine rağmen ifadesi çok kibardı, en sinirli haliyle bile beyefendi görünüşünü bozmayan biri olduğu belliydi. Okuduğu genç kız romanlarında, izlediği filmlerin konseptinde mutlaka olan ve mutlaka her kızın ilk tercihi erkek tipi önünde duruyordu. Asuman'ı görmeden gitmek üzereydi. Asuman bir anda paniklemiş ve yanından geçerken adamın omzuna dirsek atmıştı. Kızların şaşkınlıktan balığa dömüş gözleri üzerine çevriliken kitapçıdaki birkaç kişi de Asuman'ın abartılı çığlığından ürkmüştü. Adam saflaşmış ve hemen özür dilemişti, Asuman acı duymamış olsa da o an omzunu tutuyordu. Aralarındaki ilk etkileşimin durduk yere bozuntuya dönmemesi için o da özür dileyerek hemen bir bahane savurmuştu.

 

"Önüme bakmıyordum, pardon."

 

Adam Asuman'ın yüzünü gördüğü an dalgınlaşmış, bir kaç saniye Asuman'ın güzel yüzünde beklemekten kendini alamamıştı. Sesi bir anda yumuşayarak "Sorun değil, ben de bakmıyordum." demişti. Böyle tanışmışlardı.

 

Asuman daha sonra kitapçıdan eli boş çıkarken kasiyere adamın her zaman gelip gelmediğini sormuştu, tahmin ettiği üzere adam buraya hep geliyordu.

Kızlardan biri kaşlarını çatıp "Ne yapıyorsun sen?" diye sorarken Asuman o sıra kasiyerde kalem ve kağıt alıp özür cümlesinin altına "perşembe günü" yazıyordu. Hangi perşembe günü olursa olsun, o gelene kadar her perşembe günü kitapçıya gelecekti.

 

Bir süre sonra sabrı tükenecek gibi olsa da en azından kitap okuma alışkanlığı kazanmıştı. Asuman kitap okumaktan pek hoşlanmazdı, babasının söylediğine göre zekası kitap okumaya uymuyordu. Ancak oradaki çalışandan aldığı tavsiyeler sayesinde hoşuna giden konular bulmuş ve günleri ancak öyle tamamlayabilmişti. Akşam onda kitapçı dükkanı kapayana kadar okuyor ve bekliyordu. Dördüncü perşembeye kadar bu böyle sürmüştü. O gün kitapçıyı yüzünde farklı bir gülümsemeyle görmüştü, aniden göğsünü yükselten bir heyecanla ne olduğunu sorunca önceki gün adamın uğradığını ve mesajı aldığını duymuştu. Akşam gelecekti.

 

Asuman akşama kadar kelimeleri defalarca kez okumuş ve bir sayfa bile bitirememişti, göğsündeki ağrıyı yerinden oynatan kalbi heyecandan deli gibi atıyordu. Akşam gökten boşalırcasına yoğun bir yağmur vardı, Asuman ara sıra kitaptan ayrılıp camlı kapıya bakıyor ve bu yağmurda kimsenin dışarı çıkmayacağını düşünüp gittikçe hayal kırıklığına düşüyordu. Bir süre sonra kapının süsleri şıkırdamış ve birinin ayak sesi gelmişti. Asuman kapıya en iyi bakan masada doğrudan karşıda oturuyordu, onu hemen görmüş ve kalkmıştı. Adam da kitapçıya sormasına gerek kalmadan onu görmüştü, yine güzel yüzüne bakınca bir anlığına tutulup kalmıştı. Elindeki deri çantayı kapının arkasına öylece bırakmış ve Asuman'ın yanına gitmişti, elini uzatıp sıktıktan sonra Asuman adını ilk kez duymuştu. Onu etkilemek için çabalamasına gerek olmadığını gözlerini yakından görünce anlamıştı, adam tutulmuştu. Bir yıl geçmeden evlenmeye karar vermiştiler, hazırlıkları yapmakla uğraşırken bir gün sevincini Kaşif ile paylaşmak için ona söylemişti. Kaşif'in ağzı kuş yuvası gibi açık kalmıştı. Beklediği etkinin aksine çocuk hiç sevinmemiş, aksine surat asmış ve hatta Asuman'a küsmüştü. Asuman böyle bir tepkiyi hiç beklememişti, ancak çocuk aklı olmalıydı. Tahmin edilmez bir şeydi.

 

Asuman Mehmet ile tanıştıktan sonra eski haline dönmüştü, eskiden olduğu gibi hayatı hızlı yaşıyor ve bu hızın verdiği rehavetle bir kere yaptığını bir daha düşünmüyordu. Bu gafletle, evlendikten henüz iki ay sonra hamile kalmıştı. Arkadaşları çok erken davrandığı için ona kızıyordu ancak Asuman'a göre sorun değildi. Mehmet bile Asuman'ın bu hızlı hamileliğinden bir nebze huzursuzdu ancak karısını üzmemek için sesli dile getirmemişti. Durumdan rahatsız olmayan tek kişi Asuman'dı, hatta Kaşif gibi neşeli bir çocuğu olacağını umarak bir süredir göğsünde sinsi sini dolanan kara bulutları da görmezden gelmişti. Kaşif ise nadiren Asuman'ı görmeye geliyordu, Asuman bunu da normal karşılamıştı çünkü artık evli bir kadındı ve çocuğun, kocasından çekinmiş olabileceğini düşünmüştü.

 

Daha sonra Asuman Kaşif'in İstanbul'da yatılı bir liseyi tercih edip gittiğini öğrenmişti. Ve uzun yıllar boyu Kaşif'i görmemiş, bir kez olsun kızını en zor zamanıda yanında bulunmuş vefalı dostuna gösterememişti.

 

Asuman değişimi hiçbir türlü durduramamıştı. Kızını doğduktan sonra bir süre anne olmanın güzel tadını sürerken eski sağlığına kavuşmuştu. Ancak ikinci patlama, hiçbir sebep yokken, aniden ve sarsıcı bir şekilde geldi.

 

Bir sabah uyandığında ruhu paramparçaydı, yaşayan bir ölü kadar ağır hissediyordu ve bu dünyada kimsenin tarif edemeyeceği farklı bir ağırlıktı. Asuman bile bu şeyin gerçek bir ağırlık olduğunu söyleyemezdi, ama göğsünden parmak uçlarına kadar enerjisini parçalamış bu uğursuz şey yüzünden hayatı kilitlenmişti. Bu krizi atlatamayacağı o gün belli olmuştu. Başını yastıktan kaldıramadan saatlerce ağlıyordu. Kızının ihtiyaçlarıyla uğraşmak dışında hayattan kopmuştu, onları bile yapmasının sebebi zorunluluktu. Yıkılmış bir anneydi, içindeki ağrı yetmezmiş gibi kızına korkunç görünmesi ve onu üzmesi canını yakıyordu. En kahreden de buydu.

 

Pişmanlıktan kendini yiyordu. Eğer erkenden çocuk yapmış olmasaydı, bunun yerine doktora gidip tedavi olsaydı kızına bu korkuyu yaşatmış olmazdı, ancak kendini düşüncelerle paralaması bir değişiklik yaratmıyordu. Erken yaşta Türkan'ı kreşe göndermek zorunda kaldı, doktor doktor dolanıp hızla bu durumdan kurtulacağı bir yol aradı. Ancak majör depresyon tanısı duymaktan gına gelmişti, gittiği bütün doktorlar aynı tanıyı koyuyordu ve buna rağmen hiçbir ilaç etki göstermiyordu. Geceleri perişan halde uyanıyordu, kocası bir o kadar çaresizdi. Daha iyi bir tedavi için Amerika'da bile denemişlerdi, ancak orada da aynı tanıyla işe yaramayan ilaçlar verilmişti. Dipsiz kuyuya düştüğü en berbat günlerin ardından bazen yeni bir ilacın etkisiyle kendini toparlıyordu, Türkan'ın okula başladığı yıl şükürler olsun bir ilaç sonunda işe yaradı. Göğsündeki lanetli kara bulutlar tamamen yok olmamıştı ancak en azından annelik görevini yerine getirebildiği için hayata şükrediyordu. Kızının yüzündeki buruk sevinci düzeltmek için kendini adadı ve hayatını evladı üzerine inşa etti. Bir daha hamile kalmamaya yemin etti, kocasına kızının hayatını perişan ettiği için kendini suçlu bulduğunu söyledi ve bir çocuk daha yapmamak üzere anlaştılar.

 

Mehmet de elinden geldiğince Asuman'ın mutlu olması için uğraşıyordu, o Asuman'ın ilk gördüğü gün düşündüğü gibi nezaket dolu bir beyfendiydi. Asuman ise hem kocasına yük olduğu hem kızının psikolojisini mahvettiği için kendine karşı öfkeliydi. İçinde kendini sonsuza dek affetmeyecek bir nefret vardı. Göğsündeki lanet kara bulutlardan da, aciz olan kendinden de nefret ediyordu. Kadim bildiği arkadaşlarına derdini anlatmak istiyor ancak onlar bile Asuman'a boş boş bakıyordu, bir çıkış noktası bulmalıydı ve kimseye kendini inandıramadığı için öyle çaresizdi ki ancak yalnız başına kaldığında ağlayabiliyordu. Kalp hastalığı, kanser gibi bilindik bir hastalık değildi ki, hastalık olduğuna inanan tek kişi kendiydi ve bu yüzden insanların ona farklı baktığını sezip onlardan uzaklaşmıştı.

 

Kullandığı son ilaç sayesinde ayakta durabiliyordu. Yaşamasının tek sebebi ise kızına duyduğu borçluluktu.

 

Kaşif'in Düzce'ye döndüğünü duyduğunda içinde cılız bir umut kıvılcımı yanmıştı, neredeyse unuttuğu çocuğu tekrar göreceği için içinin rahatlayacağını hiç tahmin etmezdi ancak Kaşif'i görmeye bir ilaç kadar çok ihtiyacı vardı.

 

Kaşif Asuman'ın bu hastalığa düştüğü ilk zamanlarında ilacı olmuştu ve Asuman bir umut onunla konuşup içindeki sıkıntıyı kusmak istiyordu. Belki o anlardı, belki çare bile olabilirdi. Asuman çok çaresizdi ve vereme yakalanmış bir ortaçağ insanı gibi hurafelerden duyduğu meçhul bir ağaca bez bağlamak için ona gitmişti.

 

Kaşif on dokuz yaşında, tanınması imkansız düzeyde değişmişti. Asuman çocukluğunu hatırladığı oğlanı böylesine değişmiş halde görünce bir an uzaklaşma ihtiyacı duymuştu. Ancak Kaşif'in sıkıntılı bakışları onu görüp, eski halini anımsatan bir ışıltıyla parıldayınca oğlan onu kollarını açarak karşılamıştı. Oğlanın yüzündeki o kısacık nostaljik ışığı görmek yeterli olmuştu. Sadece bir iki saat içinde, yüksek doz ilaçla bile göremediği yaşam hazzını Kaşif sayesinde geri kazanmıştı. O gün parkta dev çamların altında otururlarken Asuman yeniden kahkaha atabilmişti. Ve sürekli Kaşif'in dönüşüne müteşekkir olduğunu söylemişti. Kaşif de Asuman'a buğulu, anlamını çözmesi imkansız gözlerle bakıyor ama kadın o belirsiz ışığı yakaladığı an silinip gidiyordu. Ve beklenmedik şekilde Asuman bir sarhoş kadar yumuşamıştı, o akşam ne olup da o kadar mutlu olduğunu hiç bilmiyordu. Adeta yıllardır içinde sıkışıp kalan mutluluk dışarı taşıyordu, hiç olmadığı kadar mutluydu. Kızını okuldan almayı unutmuştu, hatta öyle ki Kaşif'e bir kızı olduğunu söylememişti. Bekar bir kız olduğu ve Kaşif ile boş konulardan konuşup gülüştükleri o eski günlerin sanrılı balonu içine hapsolmuşlardı, ancak ne eskideydiler ne de o balon sonsuza dek şişecekti.

 

Hava kararmış ve sonbaharın akşam ayazı başlamıştı, Asuman fark etmeden Kaşif'in omzuna doğru bükülmüştü, üşüyordu. Kaşif kolunu ona dolamış, hayran gözlerle izliyordu.

 

"Tanrıçalar kadar güzelsin."

 

Asuman alkolik olmadığı halde alkoliklere özgü bir vurdumduymazlıkla kıkırdadı. "Sen de hala bacağım kadarsın, hiç uzamamışsın."

 

"Dalga geçme aynı boydayız, sen de kısasın."

 

Gülüşmüşlerdi. Kaşif öne eğilip Asuman'ı öpene kadar sadece saf bir mutluluk vardı. Kaşif dudaklarını çektiğinde Asuman'ın yüzündeki gülümseme solmuş, bakışlarına bir değişiklik gelmişti. "Sen beni seviyor musun?"

 

"Hep."

 

"Hep mi?"

 

Kaşif sessizce baş salladı. "Hep sevdim."

 

Asuman bir süre sessizce ağaçları izledi. Çam dalları sonbahar rüzgarında savruluyordu, yeşil dikenlerin taze kokusu bedenini sarıp büyülüyordu. "Eve gitmek istemiyorum."

 

Kaşif şaşkınlıkla kaşlarını büzdü. "Öyle mi?"

 

Asuman baş salladı. "Oraya gidersem yine kötü olacağım sanki. İçimdeki bu huzurun bitmesini istemiyorum." Gözünden iri bir göz yaşı devrildi. Ve o an Kaşif çenesinden tutup Asuman'ı kendine çevirdi, kör bir istekle kadını öptü. Uzunca. Kendinden geçerek.

 

Kaşif ömrü boyu bu anın gelmesini beklemişçesine Asuman'ı öpüyordu; Asuman ise sadece şaşkındı, ancak niyeyese bu öpücüğe şaşırmak dışında hiçbir duygu yaşamadı. Bitmezmiş gibi süren öpüşme bir anda kesildi ve Kaşif soluklanmadan Asuman'ın gözlerinin içine kararlılıkla baktı. Asuman'ın elini tuttu, ağacın dibinden kaldırdı ve onu parktan çıkardı. Hızlı adımlarla izbe bir yol boyu gidip duvarlarından bakımsızlık akan bir otele vardılar. Kadın hiçbir şey düşünmemişti, yaptığı şeyde bir ağırlık ya da anlam bulmuyordu. Hamile kalmanın sorumluluğunu tahmin etmeksizin Mehmetle defalarca seviştiği gibi Kaşif'in ardından bir otel odasına düşünmeksizin girdi, Kaşif elini bırakıp ona döndüğünde bu sefer elleri Asuman'ın giysilerine uzandı, onu soydu.

 

Asuman bunda da bir anlam bulmadı. Farkında değildi ama Kaşif ile konuşmanın keyfi gibi birbirlerine daha da yaklaşırlarsa daha çok iyileşeceğine dair uğursuz bir fısıltı beynini bulandırmıştı. Çok saçma ve rezil bir fikirdi. Ancak tabi ki yine bilmiyordu.

 

Kaşif kadının beyaz tenini nazik öpücüklerle ıslatmayı bırakmadan ellerini kadının beline götürdü, onu kibarca yatağa yatırdı. Canlı yeşil gözlerini Asuman'ın soluk yeşil gözlerinden ayırmaksızın gömleğinin iliklerini çözdü, aklını kör etmiş kadının karşısında soyundu. Ellerini Asuman'ın başının iki yanına koydu ve tanrıçalarla eş tuttuğu o çıplak bedene yaslandı. Hareketleri temkinliydi, onu incitmeye dayanamazdı.

 

Kaşif Asuman'ın yüzündeki bir perçemi okşarken, o gözlerini üstündeki adamın anlam veremeyeceği kadar yoğun gözlerinden ayıramıyordu. Ve merakla bekliyordu: Kaşif bu sefer ona nasıl daha iyi hissettirecekti?

 

Gözlerini kapattı, dudaklarının üstünde bir aşığın öpücükleri belirdi, ağzını araladı, kendinden geçmiş bir erkek dilini ağzının içinde gezdirmeye başladı. Sadece bu hareketin neye sebep olduğunu bilmiyordu, onu her daim kibar biri olarak bilirdi, ancak Kaşif hırçın bir iştahla dilini Asuman'ın boğazına gömdü, kolları kadının ince belini demir halat gibi sardı, Asuman'ı kendine saklamak istediğini belli eden bir güçle onun soluk beyaz tenini kendi bedenine yapıştırdı. Asuman biraz acı, biraz korku hissetti. Ama hiçbir ses çıkarmadı. Parmaklarını erkeğin kömür karası saçlarında gezdirdi, onu keşfetmeye başladı. İnce uzun parmaklarını erkeğin sırtında gezdirdi, omuzlarına ve köprücükkemiklerine dokundu. Kaşif dudaklarından ayrılıp boynunu emmeye başladığında bir iç geçirdi, yatağın tepesindeki kavlamış eski duvara kendini görmeyi düşleyerek baktı: O an neydi ve nasıl görünüyordu? Sonra üstündeki zevk ve sabırsızlıkla boğuşan erkeğe baktı. Belini yukarı kaldırdı, bacaklarını hafifçe araladı. Bunu kendinin tamamlamasına fırsatı kalmadı, Kaşif sabır ipini koparmış olmalıydı ki bir anda Asumanın dizlerine ellerini koydu ve kadının bacaklarını tek harekette açtı. Sonraki harekette tek beden oldular. Asuman kesif bir iç çekti, Kaşif perişan bir iştahla kadının gözlerinin içine baktı. Elleri bir daha onun güzel yüzüne değerken titriyordu. Kasıklarının ağırlığını aşağı verdi, karnını asumanın yumuşak karnına yasladı, göğsünü aşağı indirmeden önce Asuman'ın göğüslerini avuçladı. Ellerini avcu büyüklüğündeki göğüslerden ayırmaksızın sürtünmeye başladı. Derin soluklar, zevk yüzünden iç çekişler. Birbirlerine sürtündükçe Asuman'ın acısı yükseliyordu, Kaşif kadının göğüslerini daha çok sıkıyordu. Asuman karşılığında tırnaklarını onun sırtına geçirdi.

 

Terleri birbirine karıştı. Asuman artık gözlerini kapamıştı. Onu ezerken zevke boğan adamın inlemeleri kendi inleyişlerine karıştı. Kaşif perişan bir sesle "Asuman." dedi.

 

Asuman'ın kapalı gözünden bir damla yaş aktı.

 

Kaşif soluk sarı saçları koklayıp öptü. "Asuman."

 

Asuman başını onun olduğu tarafın tersine çevirdi, yüzünü saklamak istedi.

 

Kaşif ince beyaz boynu öptü. Kahroldu. "Her şey sen varsın diye..."

 

Kaşif'in kalender dokunuşları tenini kavuruyordu, öte yandan tam tersi bir acımasızlıkla penisini Asuman'ın içine bastırıyordu. Ama acımasızlık daha da yükseldi. Zevk dayanılmaz bir hal aldı. Asuman tırnaklarının o ete bastırarak aşağı çekti, Kaşif onu kaybetmeden yaşamayı isteyerek ellerini Asuman'ın yanaklarına koyup küçük ve güzel yüzünü avuçladı. Kadın kendinden nefret ederek sevişti, erkek kadından aşkını gizleyemeyerek.

 

Kaşif'in iniltilerini perişandı, genç adam seks yaparken ara sıra Asuman'ın üzerinde doğrulup onun zevkten kasılan yüzünü izledi ve bu an sonsuza dek sürsün istedi. Bazen de hızlanıp kendinden geçti. Asuman ise aklını kapattı, sadece vajinasındaki delirten sürtünmenin hazzını sürerek inledi. Kaşif'i daha fazlası için kudurttu. Ancak Kaşif ona aşıktı ve Asuman'ı sevdiği gibi onunla sevişiyordu. Kaşif uzun uzun sürüp hiç bitmemesini istedi, Asuman'a asılırken bazen taşma noktasına gelip hemen geri çekildi ve çaresizce sakinleşmeyi bekledi. Asuman ise genç adamın kendiyle olan kavgasından habersizdi, hemen doruğa ulaşıp yay gibi gerilerek kasılmak istedi. Ancak Kaşif buna izin vermedi.

 

Sonunda Asuman belini yukarı doğru gerdi ve Kaşif'i çaresiz bıraktı. Yatakta hızla yana devrildiler, Asuman Kaşif'in üstüne çıktı. Vajinası bir daha penisi içeri aldı, ancak bu sefer her şeyiyle onu kendine hapsetti.

 

Kaşif kontrolünü kaybetti. Ve birbirlerini zorlayarak, deli gibi sürtünerek, kasıklarını birbirlerine bastırarak tepeye çıktılar.

 

Asuman kasılırken dili tutuldu ve zevk esnasında Kaşif'i içine kıstırdı. Kaşif onu kendine çekip sarıldı ve yüzünü Asuman'ın boynuna gömüp boğuk bir sesle bağırdı.

 

Eziyet çekiyor gibiydiler ama zevk içinde titrediler, Kaşif perişan halde inlerken Asuman'a sarıldı, boşalmadan önce son kez onu altına almak istedi, yatakta yine hızla döndüler. Boşalırken son kez "Asuman." diye fısıldadı. Zor bir zevkti. Yer sarsılıp çatlıyordu sanki. Ama bir kez olsun Asuman'ın azalarak yavaşlayan kasılmalarını hissetmekten kendini ayrımak istemedi. Kollarını Asuman'ın beline sarıp onun tenini içine çekti, çocukluğundan beri güzelliğin efendisi olduğuna inandığı kadına sahip oldu. Cenneti yaşadığına inandı.

 

Asuman kasıldıktan sonra vicdan azabının mide bulandırıcı kokusu yavaş yavaş burnuna gelmeye başladı. Ancak farkındalık tam tersiydi: bedenine öyle hızlı çarptı ki kadın şok geçirdi. Kımıldayamıyordu. Kaşif'i hemen üzerinden atıp oradan kaçmak istedi, ama lanet bulaşmış gibiydi; bedeni hareket etmiyordu. Ağlamak istiyordu ama o an kendini ağlamayı bile haketmeyecek kadar utanç dolu hissetti. Krizin yaklaştığını hissediyordu, ellerini Kaşif'in omuzlarına bastırıp "Kalk." dedi. Kaşif Asuman'ı ezdiğini sanıp uysallıkla üzerinden çekildi ama Asuman'ın derdini bilmiyordu. Asuman yataktan fırlayıp giyinmeye başladı, gerçek anlamda midesi bulanıyordu. Bu kutu şeklindeki cehennemden kaçması lazımdı. Kaşif yatakta doğrulup alçak bir sesle ne olduğunu sordu, Asuman o an yüzündeki korkunç ifadeyle dönüp ona baktı.

 

O an Kaşif'in yüreği bir daha toparlanmamak üzere parçalandı.

 

"Eğer birine söylersen intihar ederim."

 

Kaşif'in tehtide ihtiyacı kalmamıştı, Asuman'ın yüzündeki ifadeyi görmek yetmiş ve hayatının anlamı gördüğü kadının acımasızlığı karşısında asıl kendisi intihar etmek istemişti.

 

Asuman giyindikten sonra bir daha Kaşif'in yüzüne bakmadı, kapıdan çıkarken son kez "Yalvarırım kimseye söyleme." diye fısıldadı ve hızla otelden ayrıldı.

 

Eve döndüğünde gerçek vicdan azabını Mehmet yaşatmıştı, Türkan'ı okuldan ne halde aldığını bağıra bağıra Asuman'ın yüzüne haykırdı. Asuman Türkan'ın yaşadığı korkuyu tahmin edebiliyordu, tek bir söz söyleyemedi ama asıl sorun başkaydı. Mehmet'in yüzüne bakamadı. Türkan'ı görmek için odasına çıkacakken Mehmet onu kolundan tutup duvara sıkıştırmıştı. Ne yaptığını sormuş, Asuman yine yüzüne bakamamış, konuşamamıştı. Aralarındaki gerilim o geceden sonra son bulmamıştı. Hatta bazı geceler Asuman yataktan kalkıp Türkan'ın odasına gider olmuştu. Huzurla uyuabildiği tek yer kızının yatağı yanındaki küçük kanepe olmuştu. Mehmet bir gariplik olduğundan hemen şüphelenmişti, öte yandan Asuman'ın açıklama bile yapmaması Mehmet'in aklındaki senaroyları daha da koyulaştırmıştı.

 

O olaydan sonra Asuman Kaşif'i bir daha görmedi, şükürler olsun ki hamile de kalmadı. Ve bir daha Mehmet ile sevişmedi.

 

Kızına yaşattığı bütün acıların bedelini ödemek zorundaydı. Türkan ergenliğe girince içinde büyüdüğü yuvasının kaosu kızın kişiliğine yansımıştı. Asuman çaresizce kızını kontrol etmeye çalışıyordu, şaka gibi bir ironi yaşıyordu çünkü kendi ipe sapa gelmez duygusallığı yüzünden kızını bu hale getirmişti ve sanki sebep kendi değilmiş gibi kızını dize getirmeye uğraşıyordu.

 

Türkan annesiyle iletişim kuramıyordu, Asuman tek bir basit söz söylediğinde bile Türkan'ın tahammülü yoktu. Aniden öfkeleniyor ve aralarında bir kavga başlıyordu. Asuman da bu dönemde gittikçe agresifleşmişti, göğsündeki kara bulutlar bilindiği gibiydi ancak aynı zamanda sinir hasıl olmuştu. Kızının en çetrefilli döneminde Asuman'ın başına gelebilecek en kötü talihsizlikti bu. Türkan haklı olarak sağlıksız psikolojisi yüzünden annesine öfkeliydi, öte yandan annesi sebebi belli olmayan garip hastalığı yüzünden tahammülsüzleşmişti. Bir arada ateş ve barut gibiydiler, ancak her kavganın sonu da yeni bir kavgayla bitiyordu; Asuman histerikleşip ağlıyor ve kızından özürler diliyordu, kendisinin haksız olduğunu bildiğini, ona bunu yapmaması için yalvarıyordu. Türkan ise annesinin acizliklerini görmeye tahammül edemiyordu ve onu her seferinde beceriksizlikle suçluyordu. Ve ikinci kavga bu yüzden daha garipti; Türkan annesinin ağlamasından daha büyük bir öfke duyuyordu. Yıllarca annesinin vasat hali yüzünden asıl kendisinin çaresiz kaldığına inanıyordu.

 

Sonrasında bedel çok ağır olmuştu.

Loading...
0%