Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1 | kördüğüm

@halempa

Azap vicdana dönüşüp boğaza kuru bir leke gibi oturunca birileri ağlayabilmek için vicdanını boğmak zorunda kalır. Birileri kendi kötülüğünden utanırken bile ruhunun yalan fısıldadığını duyar. Ve pişmanlıklara ağlamak için aslında onları inkar etmekten başka çare kalmadığı böyle öğrenilir. Loş ışıklı bir ayna önünde belirir, oldun der. "İnsan olmak işte bu."

Asuman.

Soluk, küçük ve güzel bir kızdı Asuman. Sarı bir buz gibi ışıldayan saçları ve soluk bir teni vardı. Gözleri vücudundaki doğal kontrasla uyumlu yine soluk bir renkti. Su yeşiliyle hülyalanan irislerinde belirgin kahverengi çiller vardı. Alnından kirpiklerine kadar sarı bukleler düşer ve sevimli gözükür, ama buklelerin altındaki haşin, çakmak ateşi bakışları ürkütürdü. Boyu yüzünden çocukken bile minyonluğuyla bilinirdi. Ama güzelliği bedeninin tam tersiydi, Asuman her yıl olduğundan daha da da güzelleşirdi.

Çocuktu, bir bayram sabahıydı. Her bayram olduğu gibi o sabah da annesi onu zorla uyandırmıştı. Süssüz, mavi bir elbiseyi zorla giydirildiğini hatırlıyordu. Bedeninden aşağı kalın bir perde gibi inen kumaşı görünce hemen öfkelenmişti, elbise adeta soluk tenini aratmaz bir tondaydı ve o sabah çocuk aklıyla böylesine bir sebep yüzünden evi birbirine katmıştı. Bayramın ilk günü mutlaka bir sorun olurdu; sorunlar zaten bayramların olmazsa olmazıydı ancak, Asuman o giysinin içinde kendini çok çirkin bulmuştu. Yaşayabileceği en sinir bozucu gün olduğuna karar vermişti, o günden daha berbat bir günü olamazdı. Evde huzursuzluk çıkarması yetmemiş gibi evden çıkışı da olaylı olmuştu; annesi kolundan zorla sürükleyerek götürürken o bayram sabahı Asuman sadece rezil olacağını haykırıyordu.

Ananesi ve dedesinin evlerine gidiyorlardı, bunu annesinden öğrenmemiş olsa da yolu izlerken anlamıştı. Gün, Asuman'ın kendini berbat hissetmesine rağmen sandığı gibi berbat değildi; yaz mevsiminin başı, mayıs ayıydı. Sabahın erken saati sebebiyle gökyüzünde hala şafak ışıklarının pembe haleleri süzülüyordu, kuşlar zarif sesler eşliğinde ötüşüp sokakları çınlatıyor, en sevdiği guguk kuşunun uğultusu sabah çiği düşmüş çimenlerin kokusuyla birlikte kusursuzluk oluşturuyordu. Kolunu tutan annesine dönüp ne zaman dondurma yiyeceğini sorduğunda annesi düz bir yüz ifadesiyle havanın yeterince ısınmadığını söylemişti.

Bahçeli yarı ahşap eve vardıklarında Asuman koridorun ortasında tombul ve kömür rengi saçlarıyla bir bebek görmüştü. Onu holde emeklerken yakaladığı o an şirinliğine bayılmıştı ve bir süre sonra ne kendi halini düşünür ne de öfkesini hatırlar olmuştu; Bebeği sevmekten o kadar aklı uçmuştu ki o günkü siniri hemen gitmişti.

Bebeğin de onun gibi soluk beyaz bir teni vardı ama aralarındaki fark birbirlerinin tam zıttı saç renkleriydi. Kim olduğunu bilmiyordu, yerde yuvarlanarak oyunlar oynayıp bebeği gülmekten çatlatırken tepesinde dolanan yetişkinleri de tanıyamamıştı. Arada bir Kaşif diye bir isim duyuyor, tanımadığı bir kadın bebeği incitmemesi için Asuman'ı uyarıyordu. Ancak ayrılık vakti gelince Asuman'ın asabi tavrı yeniden uyanmıştı, tıpkı evinde olduğu gibi bir kriz daha çıkarınca bir de misafir evini karıştırmıştı. Bebekten ayrılmak istemiyordu; o çok sevimliydi ve Asuman bir kardeş istediğini o gün keşfetmişti. Ancak bebek kucağından zorla koparılıp alınmış ve Asuman annesinin karşı konulmaz gücüyle tekrar dışarı sürüklenmişti. Kaşif ile böyle tanışmıştı.

Büyüdükçe Asuman'nın güzelliği daha çok ön plana çıkıyordu. Daha orta okuldayken erkeklerin ilgisini çeker olmuş, hatta sınıftaki bir oğlan yanağından pat diye öpünce şiddetli bir sinir krizi geçirmişti. Güzel olarak bilinen Asuman'ın cehennem ateşi gibi harlı bir öfkesi olduğu da böyle meydana çıkmıştı. Kaotik ilk öpücüğün ardından o öfke krizi bir daha hiçkimsenin unutamayacağı şekilde akıllara kazınmıştı. Bir daha hiçbir oğlan Asuman'ı öpmeye tenezzül edememişti.

Ancak lisede yeni bir baş derdi meydandaydı: Asuman bu sefer de kitaplarının arasında mektuplar buluyordu. Mektupların sahibi belirsiz, her birinin yazısı da ayrı ayrıydı. Yazılar ve sözler bir o kadar karmaşık olduğundan, taliplerin sayısı çok olduğu ortadaydı. Asuman adım attığı her yerin gözdesiydi. Ancak küçük bir kızken öfkeden delirmesine sebep olan boğucu ilgiye Asuman bu sefer de umursamazlıkla karşılık vermişti. Adeta kendini beğenmenin cesaretiyle başka birilerinin ilgisini gereksiz bulmuş ve sebebini düşünmeye gerek duymamıştı. Hiçbir şeyi tecrübe etmek için acelesi olmadığından aklı havadaydı ancak yine de tek sebep bu değildi; Asuman henüz erkeklerle ilişki kurmanın utanç verici ve saçma olduğunu sandığı çiğ yaşlardaydı, aşkı yeterince önemsemiyor ve getirilerinin ağır yüklerini bilmiyordu.

Yirmi bir yaşındayken lise mezuniyetinden beri üniversiteye gitmemiş, daha doğrusu tercih etmemiş, keyfine amade yaşayan genç bir kadındı. Çocukluktan gençliğe, ondan da yetişkiliğin sınırına atlamıştı ama Asuman hala umursamazdı. Sorumsuz ve bir o kadar hayata karşı boş hissediyordu. Arkadaşlarıyla gezip tozmanın keyfini sürüyor, sabah akşam para için çalışmaya ya da üniversitede kitaplara gömülmeye ne gerek var diyordu. Kendini sürekli aynı güzergahta ilerlemeyen bir hayatın içinde sanıyordu ancak tam da o sıralar hiç beklemediği bir şey olmuştu. Asuman hayatın beklentisiz tokatıyla çok hızlı tanışmıştı: Annesi kalp krizi geçirmişti. Bir sabah onu huzurla yattığı yatağında soluk ve soğuk bir benizle bulmuşlardı. Asuman göğsünde bir ateş koptuğunu hissetmişti, nefes almanın bile ne kadar acı verici bir bedel olduğunu o gün öğretmişti.

Böyle bir acıyı daha önce görmemişti, daha doğrusu kendi yaşamadığı için etrafında hiç fark etmemişti. Sırtında bir kambur belirmişti, dünyanın ikiyüzlü bir katil olduğu gerçeğiyle sarsılmıştı. Cenazeye kadar sürekli fenalaşmış, zorlu günü hiçbir türlü idame edememiş ve tanıdığı herkese ayakbağı olmuştu. Annesi gömülürken o yine yatağında ağlamış ve merhumu son kez görme fırsatını da böylece kaçırmıştı. Definden sora dayısının uzun uğraşları sonucu mezarlığa vardığında hala dirseklerinden tutan ellere yüklenerek yürüyordu. Ama babasını topraktan kubbenin önünde bir çuval gibi yığılmış halde görünce o zaman kendini düşünmekten baika hiçbir şey yapmadığını anlamıştı. Pişmanlık ile tanışması da işte bu kısa andı. En çok ayakta durması gereken zamanda acı çeken tek kişi kendiymiş gibi insanlara yük olduğunu ancak anlamıştı.

Ancak mezarlıktaki görüntünün ona yaşattığı tek şey pişmanlık değildi; Annesinin üzerine acımasızca yığılmış toprağa bakınca göğsüne yeni bir sinir krizinin tohumu çakılmıştı. Metaneti gitgide acizane bir yüke dönüşürken ayağa kalkmak istediği sıra kolundan bir el yakalamıştı. Bilmediği elin peşinden bilmediği bir noktaya kadar sürüklendikten sonra "İyi misin?" diye bir ses duymuştu. Çocuksu ve erkek olduğunu ifade edemeyecek kadar toy ses Asuman'ın kuruluktan yanan gözlerini yukarı kaldırmasına sebep olmuştu. Soluk mermer yüzünü şefkatli bakışlarla yumuşatan bir yüzdü bu. Kim olduğunu hiç bilmiyordu, çocuk adını söyleyip tanıttığında da asla hatırlamamıştı. O gün Kaşif bir pet şişe getirip Asuman'ın yüzünü yıkamasına yardım ettikten sonra yanından ayrılmamıştı. Asuman ise eve vardığına çocuğa kuru bir teşekkür edip yüzüne bile bakmadan kapıyı kapatmıştı.

Aradan zaman geçerken Asuman hayatın yeni yüzüyle tanışmanın travmasını yaşıyordu ve Kaşif'i yine unutmuştu. Ancak umursamadığı bu çocuk ömrünün bir döneminde acıları için en şefkatli dayanak olacaktı ve Asuman bunu henüz bilmiyordu.

Kaşif bir gün küçücük kucağında geniş bir börek tepsisi ve soluk yüzünde çiçek gibi bir gülümsemeyle evinin kapısında belirmişti, Asuman gözlerini şaşkınlıkla kırpmıştı. Daha da garibine giden şey ise çocuğun ona yüz yıllık hasmı gibi sevecenlikle bakmasıydı. Çocuğun gözlerinde resmen gözlerinin içine dalıp da çıkamamış gibi bir çaresizlik vardı. Asuman mahcup bir sesle kim olduğunu sormak zorunda kalmıştı, çünkü çocuğun konuşmayı unutmuş bir hali vardı. Çocuk saman alevi gibi ansızın parlayan bir sesle "Börek getirdim!" diyince Asuman kendini tutamayıp gülmüştü. O an fark etmemiş olsa da uzun zamandır gülmüyordu ve bu çocuk börekten daha iyi bir hediye getirmişti. Asuman onu kibarca evine davet etmiş, içindeki bu mutluluk kırıntısını eken çocuğu kuru bir teşekkürle yollamak istememişti, içten içe belki de onun sevimliliğinden küçük bir mutluluk koparıyordu ve erkenden giderse bu nimetten kopacağından korkmuştu. Mutfaktaki yuvarlak masayada birlikte börek yerken sığ olsa da tatlı bir sohbet oluşturmuşlardı. Asuman bu emsalsiz huzur anahtarından etkilenmişti, çocuğun garip neşesinden keyif almıştı. Yediği yemekler diline saman gibi geliyordu, her gün aynıydı ancak o gün hiç beklemediği etkiyi bodur ve hafif tombul bir çocuk sağlamıştı.

Kaşif börekleri ağzına gömüyor, yediğinden daha iştahlı bir biçimde okulundan, hayatından bahsediyordu. Hatta bir ara Asuman'ı mezarlıkta gördüğü günü de söylemişti. Asuman yüzünde buruk ama en azından önceki günlerin aksine nefes aldıran bir gülümsemeyle onu dinliyordu, çocuğun getirdiği börekleri yarısına kadar yediğini umursamamıştı bile. Karşılığında duyduğu hafif mutluluk çok daha fazlaydı. Sonrasında Kaşif evden çıkarken yüzü birden asılmış ve Asuman'a kaçamak bakışlar atmıştı, Asuman ne olduğun sorduğunda Kaşif ara sıra yanına gelmesinde bir mahsur var mıdır diye sormuştu. Şaşırmıştı, nedenini sormaktan kendini alamayınca Kaşif, Düzce'ye yeni taşındığını ve okulda hiç tanıdığı olmadığını, diğer kuzenlerinin de onunla ilgilenmediğini söylemişti. Asuman bildik bir ifadeyle gülümsemişti, teyzelerinin oğulları burnundan kıl aldırmaz egolu tipler oldukları için anlayabiliyordu. Ayrıca hepsi Asuman ile benzer yaşlardaydı, muhtemelen çocuğun durmak bilmez çenesini sinir bozucu bulmuşlardı. Asuman bu yalnız çocuğun tatlı buhranına eşlik etmekte bir sorun görmemişti, Kaşif'i yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yolcu ettiğinde öyle düşünüyordu.

Halbuki bilmiyordu ki Kaşif yalan söylüyordu.

Kaşif'in yalanı pek seven, okulda ortalığı karıştıran, yerinde durmaz ve ele avuca sığmaz bir çocuk olduğundan haberi yoktu. Aslında bunu bütün akrabaları biliyordu, ancak Asuman burnu havada anne tarafıyla bir araya gelmekten pek hoşlanmadığı için geç öğrenmişti. Birlikte vakit geçirdikçe bunu kendi fark etmişti. Kaşif'in babası, Asuman'ın anne tarafından kuzeniydi; Düzce'ye yeni gelmemişlerdi ve aslında bir yıldır oradalardı. Ancak Kaşif ilgi bağımlısı bir çocuktu. Bu yüzden en büyük oyuncağı yalanlardı. Her konuda ilgi çekmek için yalan söyleyebilirdi ve bu yönü en absürt yalanları söylerken bile çekinmemesinden belliydi. Asuman ise onun mitomanlığını sevimli ve çocuksu bir huy olarak görmüştü, Kaşif'in için içi hava dolu balonumsu hikayelerini dinlemek hoşuna gidiyordu. Çocuk onun gözünde sadece küçük, sevimli bir palyaçoydu. Ancak yine de Kaşif'e masum bir palyaço demek yetersizdi. Kaşif onu ne zaman güldürse Asuman saf bir sevecenlikle çocuğun yanağından öperdi. Bir süre sonra Asuman, çocuğun öpücük için sürekli teşvik etmeye başladığını fark etmişti ve onun çocuksu kurnazlığını da böyle keşfetmişti. Kaşif aynı zamanda yılışıktı da.

Ama sebebi ne olursa olsun Asuman bu çocuk sayesinde acısını bir nebze unutuyordu. Çünkü annesinin ölümü ardından göğsünde anlamlandıramadığı garip bir ağırlık kalmıştı; sebebini bilmiyordu, bu ağırlığın göğsünden hiç çıkmayacağından korkuyordu. Sanki hastalanmıştı ancak bunu gören tek kişi kendiydi. O günlerde bulabildiği tek çare de Kaşif'ti.

Aradan iki yıl geçmiş ve Asuman'ın hayatında küçük kıpırdanmalar başlamıştı, göğsündeki ağrı gündüzleri yataktan sürünerek çıkmasına sebep oluyorsa da öğlene doğru toparlıyordu. Günleri bu şekilde geçirmeye alışmıştı. Ancak sonradan tanıştığı bir kişi bu katranlı yapışkan laneti bir süreliğine unutmasını sağlamıştı.

Mehmet ile tanıştığı gün ona aşık olmuştu, sebebini düşünmeye gerek bile duymamıştı çünkü onda istediği her şey vardı. Sıradan bir karşılaşmaydı, Asuman o zamanki yakın arkadaşlarıyla üç işsiz olmanın boşluğuyla kitapçıya girmişlerdi. O sırada tezgahtan biri ayrılıyordu, önünden geçen kişiyi göremeyecek kadar acelesi olduğu halinden belliydi.

Asuman'ın onda gördüğü ilk şey kocaman ve gür kirpikli gözlerdi. Ve keskin hatlı yüz kemiklerine rağmen ifadesi çok kibardı, en sinirli haliyle bile beyefendi görünüşünü bozmayan biri olduğu belliydi. Okuduğu genç kız romanlarında, izlediği filmlerin konseptinde mutlaka olan ve mutlaka her kızın ilk tercihi erkek tipi önünde duruyordu. Asuman'ı görmeden gitmek üzereydi. Asuman bir anda paniklemiş ve yanından geçerken adamın omzuna dirsek atmıştı. Kızların şaşkınlıktan balığa dömüş gözleri üzerine çevriliken kitapçıdaki birkaç kişi de Asuman'ın abartılı çığlığından ürkmüştü. Adam saflaşmış ve hemen özür dilemişti, Asuman acı duymamış olsa da o an omzunu tutuyordu. Aralarındaki ilk etkileşimin durduk yere bozuntuya dönmemesi için o da özür dileyerek hemen bir bahane savurmuştu.

"Önüme bakmıyordum, pardon." Demişti adam. Asuman'ı gördüğü an dalgınlaşmış, bir kaç saniye onun güzel yüzünde beklemekten kendini alamamıştı.

"Sorun değil, ben de bakmıyordum." demişti Asuman, sesi kendini bile şaşırtacak kadar nazik çıkmıştı. Mehmet ile böyle tanışmışlardı.

Daha sonra kitapçıdan eli boş çıkarken kasiyere adamın her zaman gelip gelmediğini sormuştu, tahmin ettiği üzere adam buraya hep geliyordu. Kızlardan biri kaşlarını çatıp "Ne yapıyorsun sen?" diye sorarken Asuman o sıra kasiyer masasına dirseklerini yaslamış, küçük bir kağıda özür cümlesi yazıyordu. Altına "perşembe günü" diye eklemişti, bir mazeret ya da açıklama belirtmeden. Aklında net bir fikir yoktu, ancak bir kere daha o adamı görmek için sabırsızlanıyordu. Hangi perşembe günü olursa olsun, o gelene kadar her perşembe günü kitapçıya gelmeye kararlıydı.

Bir süre sonra heveslerini söndüren bir beklentisizlik yaşamıştı, her perşembe kitapçıya gitmiş ama adamı bir kez olsun görememişti. Sabrı tükmeye doğru gidiyordu. Ama en azından süreç içinde kitap okuma alışkanlığı kazanmıştı. Asuman kitap okumaktan pek hoşlanmazdı, babası ona sürekli kitap okumaya uygun bir zekası olmadığını söylerdi ve kendi kanısı da benzerdi. Neyse ki oradaki çalışandan aldığı tavsiyeler sayesinde hoşuna giden birkaç konu bulmuştu, günleri ancak öyle tamamlayabilmişti. Her perşembe bu şekilde geçmişti, kitapçı akşam onda kapanana kadar her gün okumuş ve beklemişti.

Dördüncü perşembeye kadar bu böyle sürmüştü. O gün kitapçıyı yüzünde farklı bir gülümsemeyle görmüştü, aniden göğsünü yükselten bir heyecanla ne olduğunu sorunca önceki gün adamın uğradığını ve mesajı aldığını duymuştu. Akşam gelecekti.

Asuman akşama kadar kelimeleri defalarca kez okumuş ve bir sayfa bile bitirememişti, göğsündeki ağrıyı yerinden oynatan kalbi heyecandan deli gibiydi. Akşama doğru gökten boşalırcasına yoğun bir yağmur başlamıştı. Asuman ara sıra kitaptan ayrılıp camlı kapıya bakmış ve bu yağmurda kimsenin dışarı çıkmayacağını düşünüp gittikçe hayal kırıklığına uğramıştı. Bir süre sonra kapının süsleri şıkırdamış ve birinin ayak sesi gelmişti. Asuman kapıya en iyi bakan masada doğrudan karşıda oturuyordu, onu hemen görmüş ve kalkmıştı. Adam da kitapçıya sormasına gerek kalmadan onu görmüştü, yine güzel yüzüne bakınca bir anlığına tutulup kalmıştı. Elindeki deri çantayı kapının arkasına öylece bırakmış ve Asuman'ın yanına gitmişti, elini uzatıp sıktıktan sonra Asuman adını ilk kez duymuştu. Onu etkilemek için çabalamasına gerek olmadığını gözlerini yakından görünce anlamıştı, adam tutulmuştu. Ve sonrasında bir yıl geçmeden evlenmeye karar vermişlerdi.

Hazırlıkları yapmakla uğraşırken bir gün sevincini Kaşif ile paylaşmıştı. Kaşif'in ağzı kuş yuvası gibi açılmış, beklediği etkinin aksine çocuk hiç sevinmemiş, hatta surat asmıştı. En beklemediği ise Kaşif'in ona küsmesi olmuştu. Asuman böyle bir tepkiyi hiç beklememişti, ancak çocuk aklı olmalıydı. Tahmin edilmez bir şeydi.

Mehmet ile tanıştıktan sonra Asuman göğsündeki kara bulutlardan kurtulmuş gibiydi, resmen annesinin ölümünden önceki haline dönmüştü. Eskiden olduğu gibi hayatı hızlı yaşıyor ve bu hızın verdiği rehavetle bir kere yaptığını bir daha düşünmüyordu. Bu gafletle, evlendikten henüz iki ay sonra hamile kalmıştı. Arkadaşları çok erken davrandığı için ona kızmıştı. Mehmet bile bu hızlı hamilelikten bir nebze ürkmüştü. Ancak karısını üzmemek için bunu hiçbir zaman dile getirmemişti. Durumdan rahatsız olmayan tek kişi Asuman'dı, hatta Kaşif gibi neşeli bir çocuğu olacağını umduğundan hevesliydi.

Kaşif ise nadiren Asuman'ı görmeye geliyordu, Asuman bunu da normal karşılamıştı çünkü artık evli bir kadındı ve çocuğun, kocasından çekinmiş olabileceğini düşünmüştü.

Daha sonra Asuman Kaşif'in İstanbul'da yatılı bir liseyi tercih edip gittiğini öğrenmişti. Ve uzun yıllar boyu Kaşif'i görmemiş, bir kez olsun kızını en zor zamanıda yanında bulunmuş vefalı dostuna gösterememişti.

Her şeyin yolunda gittiğini sanıyordu ama hayatın belli ki başka planları vardı. Asuman değişimi hiçbir türlü durduramamıştı.

Kızını doğduktan sonra bir süre anne olmanın güzel tadını sürüyordu. Ancak ikinci patlama, hiçbir sebep yokken, aniden ve sarsıcı bir şekilde geldi.

Bir sabah uyandığında ruhu paramparçaydı, yaşayan bir ölü kadar ağır hissediyordu. Göğsünde tarifsiz bir yük vardı, bu dünyada kimsenin tarif edemeyeceği farklı bir sıkıntı veriyordu. Asuman bile bu şeyin gerçek bir acı olduğunu söyleyemezdi, ama göğsünden parmak uçlarına kadar enerjisini parçalayan bu uğursuz şey yüzünden hayatı kilitlenmişti. Bu seferki krizi atlatamayacağını o gün anlamıştı. Başını yastıktan kaldıramadan saatlerce ağlıyordu. Kızının ihtiyaçlarıyla uğraşmak dışında hayattan kopmuştu. Yıkılmış bir anneydi, içindeki ağrı yetmezmiş gibi düzeni de darmadağın olmuştu. Kızına korkunç görünüyordu ve onu üzmesi canını yakıyordu. En kahreden de buydu.

Pişmanlıktan kendini yiyordu. Eğer erkenden çocuk yapmış olmasaydı, bunun yerine doktora gidip tedavi olsaydı kızına bu korkuyu yaşatmış olmazdı, ancak kendini düşüncelerle paralaması bir değişiklik yaratmıyordu. Erken yaşta Türkan'ı kreşe göndermek zorunda kaldı, doktor doktor dolanıp hızla bu durumdan kurtulacağı bir yol aradı. Ancak majör depresyon tanısı duymaktan gına gelmişti, gittiği bütün doktorlar aynı tanıyı koyuyordu ve buna rağmen hiçbir ilaç etki göstermiyordu. Geceleri perişan halde uyanıyordu, günler o tarifsiz hastalık ile yoğruluyordu. Asuman kısa sürede bakıma muhtaç bir kadın haline gelmiişti ve kocası da bir o kadar çaresizdi. Mehmet ona çare olacak her yolu aramıştı, öyle ki daha iyi bir tedavi için Amerika'da bile denemişlerdi. Ancak orada da aynı tanıyla işe yaramayan ilaçlar verilmişti.

Dipsiz kuyuya düştüğü en berbat günlerin ardından bazen yeni bir ilacın etkisiyle kendini toparlıyordu, Türkan'ın okula başladığı yıl şükürler olsun bir ilaç sonunda işe yaramıştı. Göğsündeki lanetli kara bulutlar tamamen yok olmamıştı ancak en azından annelik görevini yerine getirebildiği için hayata şükrediyordu. Elde ettiği bu azıcık imkanı değerlendirmekten başka çaresi yoktu, artık durumunu kabullenmiş ve kızının yüzündeki buruk sevinci düzeltmek için kendini adamıştı. Asuman'ın hayatı o günlerden itibaren evladı üzerine inşa edilmişti. Ancak artık aklını başına almıştı, bir daha hamile kalmamaya yemin etmişti. Kocasına kızının hayatını perişan ettiği için kendini suçlu bulduğunu söylemiş ve bir çocuk daha yapmamak üzere anlaşmışlardı.

Mehmet de elinden geldiğince Asuman'ın mutlu olması için uğraşmıştı. Asuman onu ilk gördüğü gün yanılmadığını en çok bu zor günlerinde anlamıştı: O Asuman'ın ilk gördüğü gün düşündüğü gibi nezaket dolu bir beyfendiydi. Ancak Asuman eşine duyduğu hisleri kendine karşı türetemiyordu. İçinde kendini sonsuza dek affetmeyecek bir nefret vardı. Göğsündeki lanet kara bulutlardan da, aciz olan kendinden de nefret ediyordu. Tek sorunu bu da değildi: Kadim bildiği arkadaşlarına derdini anlatmak istiyor ancak onlar bile Asuman'a boş boş bakıyordu. Kalp hastalığı, kanser gibi bilindik bir hastalık değildi yaşadığı, nitekim hastalık olduğuna inanan tek kişi de kendiydi. Ve bu yüzden insanların ona farklı baktığını sezip onlardan uzaklaşmıştı.

Kullandığı son ilaç sayesinde ayakta durabiliyordu. Yaşamasının tek sebebi ise kızına duyduğu borçluluktu.

Kaşif'in Düzce'ye döndüğünü duyduğunda içinde cılız bir umut kıvılcımı yanmıştı. Neredeyse unuttuğu çocuğu tekrar göreceği için içinin rahatlayacağını hiç tahmin etmezdi ancak Kaşif'i görmeye bir ilaç kadar çok ihtiyacı vardı.

Asuman bir umut onunla konuşup içindeki sıkıntıyı kusmak istiyordu. Belki o anlardı, belki çare bile olabilirdi. Asuman çok çaresizdi ve mantığı hurafeli bir ağaca bez bağlayan yaşlı bir kadın gibiydi.

Kaşif on dokuz yaşında, tanınması imkansız düzeyde değişmişti. Asuman çocukluğunu hatırladığı oğlanı böylesine değişmiş halde görünce bir an uzaklaşma ihtiyacı duymuştu. Ancak Kaşif'in sıkıntılı bakışları onu görüp, eski halini anımsatan bir ışıltıyla parıldayınca çekincesi gitmişti. Oğlanın yüzündeki o kısacık nostaljik ışığı görmek yeterli olmuştu. Sadece bir iki saat içinde, yüksek doz ilaçla bile göremediği yaşam hazzını Kaşif sayesinde geri kazanmıştı. O gün parkta dev çamların altında otururlarken Asuman yeniden kahkaha atabilmişti. Ve sürekli Kaşif'in dönüşüne müteşekkir olduğunu söylemişti. Kaşif de Asuman'a buğulu, anlamını çözmesi imkansız gözlerle bakıyor ama kadın o belirsiz ışığı yakaladığı an silinip gidiyordu. Ve beklenmedik şekilde Asuman bir sarhoş kadar yumuşamıştı, o akşam ne olup da o kadar mutlu olduğunu hiç bilmiyordu. Adeta yıllardır içinde sıkışıp kalan mutluluk dışarı taşıyordu, yine eskisi gibi hayatla doluydu. Yine eskisi gibi aklı havada Asuman olmuştu. Öyle ki içinde bulunduğu hayatın tüm sorumluluklarını bir anda unutacak kadar. Kızını okuldan almayı unutmuştu, hatta Kaşif'e bir kızı olduğunu söylemeyi bile. Bekar bir kız olduğu ve Kaşif ile boş konulardan konuşup gülüştükleri o eski günlerin sanrılı balonu içine hapsolmuşlardı, ancak ne eskideydiler ne de o balon sonsuza dek şişecekti.

Hava kararmış ve sonbaharın akşam ayazı başlamıştı, Asuman fark etmeden Kaşif'in omzuna doğru bükülmüştü, üşüyordu. Kaşif kolunu ona dolamış, hayran gözlerle izliyordu.

"Tanrıçalar kadar güzelsin." Demişti Kaşif. Birden bire. Sessizlikte hiç olmadık bir şiiri hatırlamış gibi bir hevesle.

Asuman alkolik olmadığı halde alkoliklere özgü bir vurdumduymazlıkla kıkırdamıştı. "Sen de hala bacağım kadarsın, hiç uzamamışsın."

"Dalga geçme aynı boydayız, sen de kısasın."

Gülüşmüşlerdi. Kaşif öne eğilip Asuman'ı öpene kadar sadece saf bir mutluluk vardı. Kaşif dudaklarını çektiğinde Asuman'ın yüzündeki gülümseme solmuş, bakışlarına bir değişiklik gelmişti. "Sen beni seviyor musun?"

"Hep."

"Hep mi?"

Kaşif sessizce baş salladı. "Hep sevdim."

Asuman bir süre sessizce ağaçları izledi. Çam dalları sonbahar rüzgarında savruluyordu, yeşil dikenlerin taze kokusu bedenini sarıp büyülüyordu. "Eve gitmek istemiyorum." Dedi Asuman.

Kaşif şaşkınlıkla kaşlarını büzdü. "Öyle mi?"

Asuman baş salladı. "Oraya gidersem yine kötü olacağım sanki. İçimdeki bu huzurun bitmesini istemiyorum." Gözünden iri bir yaş devrildi. Ve o an Kaşif çenesinden tutup Asuman'ı kendine çevirdi, kör bir istekle kadını öptü. Uzunca. Kendinden geçerek.

Kaşif ömrü boyu bu anın gelmesini beklemişçesine Asuman'ı öpüyordu; Asuman ise sadece şaşkındı, ancak niyeyese bu öpücüğe şaşırmak dışında hiçbir duygu yaşamadı. Bitmezmiş gibi süren öpüşme bir anda kesildi ve Kaşif soluklanmadan Asuman'ın gözlerinin içine kararlılıkla baktı. Asuman'ın elini tuttu, ağacın dibinden kaldırdı ve onu parktan çıkardı. Hızlı adımlarla izbe bir yol boyu gidip duvarlarından bakımsızlık akan bir otele vardılar. Kadın hiçbir şey düşünmemişti, yaptığı şeyde bir ağırlık ya da anlam bulmuyordu. Hamile kalmanın sorumluluğunu tahmin etmeksizin Mehmetle defalarca seviştiği gibi Kaşif'in ardından bir otel odasına düşünmeksizin girdi, Kaşif elini bırakıp ona döndüğünde bu sefer elleri Asuman'ın giysilerine uzandı, onu soydu.

Asuman bunda da bir anlam bulmadı. Farkında değildi ama Kaşif ile konuşmanın keyfi gibi birbirlerine daha da yaklaşırlarsa daha çok iyileşeceğine dair uğursuz bir fısıltı beynini bulandırmıştı. Çok saçma ve rezil bir fikirdi. Ancak tabi ki yine bilmiyordu.

Kaşif kadının beyaz tenini nazik öpücüklerle ıslatmayı bırakmadan ellerini kadının beline götürdü, onu kibarca yatağa yatırdı. Canlı yeşil gözlerini Asuman'ın soluk yeşil gözlerinden ayırmaksızın gömleğinin iliklerini çözdü, aklını kör etmiş kadının karşısında soyundu. Ellerini Asuman'ın başının iki yanına koydu ve tanrıçalarla eş tuttuğu o çıplak bedene yaslandı. Hareketleri temkinliydi, onu incitmeye dayanamazdı.

Kaşif Asuman'ın yüzündeki bir perçemi okşarken bakışları Asuman'ı düşündürecek kadar yoğundu. Asuman merakla bekliyordu: Kaşif bu sefer ona nasıl daha iyi hissettirecekti?

Gözlerini kapattı, dudaklarının üstünde bir aşığın öpücükleri belirdi, ağzını araladı, kendinden geçmiş bir erkek dilini ağzının içinde gezdirmeye başladı. Sadece bu hareketin neye sebep olduğunu bilmiyordu, onu her daim kibar biri olarak bilirdi, ancak Kaşif hırçın bir iştahla dilini Asuman'ın boğazına gömdü, kolları kadının ince belini demir halat gibi sardı, Asuman'ı kendine saklamak istediğini belli eden bir güçle onun soluk beyaz tenini kendi bedenine yapıştırdı. Asuman biraz acı, biraz korku hissetti. Ama hiçbir ses çıkarmadı. Parmaklarını erkeğin kömür karası saçlarında gezdirdi, onu keşfetmeye başladı. İnce uzun parmaklarını erkeğin sırtında gezdirdi, omuzlarına ve köprücükkemiklerine dokundu. Kaşif dudaklarından ayrılıp boynunu emmeye başladığında bir iç geçirdi, yatağın tepesindeki kavlamış eski duvara kendini görmeyi düşleyerek baktı: O an neydi ve nasıl görünüyordu? Sonra üstündeki zevk ve sabırsızlıkla boğuşan erkeğe baktı. Belini yukarı kaldırdı, bacaklarını hafifçe araladı. Bunu kendinin tamamlamasına fırsatı kalmadı, Kaşif sabır ipini koparmış olmalıydı ki bir anda Asumanın dizlerine ellerini koydu ve kadının bacaklarını tek harekette açtı. Sonraki harekette tek beden oldular. Asuman kesif bir iç çekti, Kaşif perişan bir iştahla kadının gözlerinin içine baktı. Elleri bir daha onun güzel yüzüne değerken titriyordu. Kasıklarının ağırlığını aşağı verdi, karnını Asuman'ın yumuşak karnına yasladı, göğsünü aşağı indirmeden önce Asuman'ın göğüslerini avuçladı. Sonra Kaşif ellerini avcu büyüklüğündeki göğüslerden ayırmaksızın sürtünmeye başladı. Derin soluklar, zevk yüzünden iç çekişler. Birbirlerine sürtündükçe Asuman'ın acısı yükseliyordu, Kaşif kadının göğüslerini daha çok sıkıyordu. Asuman karşılığında tırnaklarını onun sırtına geçirdi.

Terleri birbirine karıştı. Asuman artık gözlerini kapamıştı. Onu ezen, zevke boğan adamın inlemeleri kendi inleyişlerine karıştı. Kaşif perişan bir sesle "Asuman." dedi.

Asuman'ın kapalı gözünden bir damla yaş aktı.

Kaşif soluk sarı saçları koklayıp öptü. "Asuman."

Asuman başını onun olduğu tarafın tersine çevirdi, yüzünü saklamak istedi.

Kaşif ince beyaz boynu öptü. Kahroldu. "Seni unutamadım."

Kaşif'in kalender dokunuşları tenini kavuruyordu, öte yandan tam tersi bir acımasızlıkla penisini Asuman'ın içine bastırıyordu. Ama acımasızlık daha da yükseldi. Zevk dayanılmaz bir hal aldı. Asuman tırnaklarının o ete bastırarak aşağı çekti, Kaşif onu kaybetmeden yaşamayı isteyerek ellerini Asuman'ın yanaklarına koyup küçük ve güzel yüzünü avuçladı. Kadın kendinden nefret ederek sevişti, erkek kadından aşkını gizleyemeyerek.

Kaşif'in iniltilerini perişandı, seks yaparken ara sıra Asuman'ın üzerinde doğrulup onun zevkten kasılan yüzünü izledi ve bu an sonsuza dek sürsün istedi. Bazen de hızlanıp kendinden geçti. Asuman ise aklını kapattı, sadece vajinasındaki delirten sürtünmenin hazzını sürerek inledi. Kaşif'i daha fazlası için kudurttu. Ancak Kaşif ona aşıktı ve Asuman'ı sevdiği gibi onunla sevişiyordu. Kaşif uzun uzun sürüp hiç bitmemesini istedi, Asuman'a asılırken bazen taşma noktasına gelip hemen geri çekildi ve çaresizce sakinleşmeyi bekledi. Asuman ise onun kendiyle olan kavgasından habersizdi, hemen doruğa ulaşıp yay gibi gerilerek kasılmak istedi. Ancak Kaşif buna izin vermedi.

Sonunda Asuman belini yukarı doğru gerdi ve Kaşif'i çaresiz bıraktı. Yatakta hızla yana devrildiler, Asuman Kaşif'in üstüne çıktı. Vajinası bir daha penisi içeri aldı, ancak bu sefer her şeyiyle onu kendine hapsetti.

Kaşif kontrolünü kaybetti. Ve birbirlerini zorlayarak, deli gibi sürtünerek, kasıklarını birbirlerine bastırarak tepeye çıktılar.

Asuman kasılırken dili tutuldu ve zevk esnasında Kaşif'i içine kıstırdı. Kaşif onu kendine çekip sarıldı ve yüzünü Asuman'ın boynuna gömüp boğuk bir sesle bağırdı.

Eziyet çekiyor gibiydiler ama zevk içinde titrediler, Kaşif perişan halde inlerken Asuman'a sarıldı, boşalmadan önce son kez onu altına almak istedi, yatakta yine hızla döndüler. Boşalırken son kez "Asuman." diye fısıldadı. Zor bir zevkti. Yer sarsılıp çatlıyordu sanki. Ama Kaşif bir kez olsun Asuman'ın azalarak yavaşlayan kasılmalarını hissetmekten kendini ayrımak istemedi. Kollarını Asuman'ın beline sarıp onun tenini içine çekti, çocukluğundan beri güzelliğin efendisi olduğuna inandığı kadına o gün erkek olarak sahip oldu. Cenneti yaşadığına inandı.

Asuman kasıldıktan sonra vicdan azabının mide bulandırıcı kokusu yavaş yavaş burnuna gelmeye başladı. Ancak farkındalık tam tersiydi: bedenine öyle hızlı çarptı ki kadın şok geçirdi. Başta kımıldayamadı. Hareketsizdi ama Kaşif'i hemen üzerinden atıp oradan kaçmak istedi. Ağlamak istedi ama o an kendini ağlamayı bile haketmeyecek kadar utanç dolu hissetti. Krizin yaklaştığını hissedince ellerini Kaşif'in omuzlarına bastırıp "Kalk." dedi. Kaşif Asuman'ı ezdiğini sanıp uysallıkla üzerinden çekildi ama Asuman'ın derdinden o an habersizdi. Asuman yataktan fırlayıp giyinmeye başladı, gerçek anlamda midesi bulanıyordu. Bu kutu şeklindeki cehennemden kaçması lazımdı. Kaşif yatakta doğrulup alçak bir sesle ne olduğunu sordu, Asuman o an yüzündeki korkunç ifadeyle dönüp ona baktı.

O an Kaşif'in yüreği bir daha toparlanmamak üzere parçalandı.

"Eğer birine söylersen intihar ederim." Dedi Asuman.

Kaşif'in tehtide ihtiyacı kalmamıştı, Asuman'ın yüzündeki ifadeyi görmek yetmiş ve hayatının anlamı gördüğü kadının acımasızlığı karşısında asıl kendisi intihar etmek istemişti.

Asuman giyindikten sonra bir daha Kaşif'in yüzüne bakmadı, kapıdan çıkarken son kez "Yalvarırım kimseye söyleme." diye fısıldadı ve hızla otelden ayrıldı.

Eve döndüğünde gerçek vicdan azabını Mehmet yaşatmıştı, Türkan'ı okuldan ne halde aldığını bağıra bağıra Asuman'ın yüzüne haykırmıştı. Asuman tek bir söz söyleyememişti ama asıl sorun başkaydı: Mehmet'in yüzüne bakamamıştı. Türkan'ı görmek için odasına çıkacakken Mehmet onu kolundan tutup duvara sıkıştırmıştı. Ne yaptığını sormuş, Asuman yine yüzüne bakamamış, konuşamamıştı. Aralarındaki gerilim o geceden sonra son bulmamıştı. Hatta bazı geceler Asuman yataktan kalkıp Türkan'ın odasına gider olmuştu. Huzurla uyuabildiği tek yer kızının yatağı yanındaki küçük kanepe olmuştu. Mehmet bir gariplik olduğundan hemen şüphelenmişti, öte yandan Asuman'ın açıklama bile yapmaması Mehmet'in aklındaki senaroyları daha da koyulaştırmıştı.

O olaydan sonra Asuman Kaşif'i bir daha görmemişti, şükürler olsun ki hamile de kalmamıştı. Ancak bir daha Mehmet ile sevişmemişti.

Kızı ergenliğe girdiğinde Asuman yaşadığı ve yaşattığı acıların asıl o zaman bedel ödetmeyi beklediğini anlamıştı. Türkan ergenliğe girince içinde büyüdüğü yuvasının kaosu kızın kişiliğine yansımıştı. Asuman çaresizce kızını kontrol etmeye çalışmıştı, ama nafileydi. Hayatı şimdi de şaka gibi bir ironiydi. Çünkü kendi ipe sapa gelmez duygusallığı yüzünden kızını bu hale getirmişti ve sanki sebep kendi değilmiş gibi şimdi de kızını dize getirmeye uğraşıyordu.

Ama durum ciddiydi. Asuman hiç tahmin edemeyeceği kadar ciddi bir durumda olduklarını yine zamanla anlamak zorunda kalmıştı. Türkan annesiyle iletişim kuramıyordu, Asuman tek bir basit söz söylediğinde bile Türkan'ın tahammülü yoktu. Hiçbir sebep yokken kız aniden öfkeleniyor ve aralarında bir kavga başlıyordu. Asuman da bu dönemde gittikçe agresifleşmişti, göğsündeki kara bulutlar bilindiği gibiydi ancak aynı zamanda sinir hasıl olmuştu. Kızının en çetrefilli döneminde Asuman'ın başına gelebilecek en kötü talihsizlikti bu. Türkan haklı olarak sağlıksız psikolojisi yüzünden annesine öfkeliydi, öte yandan annesi de sebebi belli olmayan garip hastalığı yüzünden tahammülsüzleşmişti. Bir arada ateş ve barut gibiydiler, ancak her kavganın sonu da yine bir kavgaydı; Asuman histerikleşip ağlıyor ve kızından özürler diliyordu, kendisinin haksız olduğunu bildiğini, ona bunu yapmaması için yalvarıyordu. Türkan ise annesinin acizliklerini görmeye tahammül edemiyordu ve onu her seferinde beceriksizlikle suçluyordu. Ve ikinci kavga bu yüzden daha garipti; Türkan annesinin ağlamasından daha büyük bir öfke duyuyordu. Onun sebebi yıllarca iyileşememiş annesiydi ve Türkan'a göre asıl çaresiz kendiydi. Ailelerinde sadece sorunlar vardı. Ve öfke.

İçinde sorun ve öfkeden başka hiçbir şey kalmamış olan bu aile şimdiden perişandı. Ama sonrasında ödenecek olan bedel çok daha ağırdı.

Loading...
0%