@halempa
|
Yaşlı kadının zihninde şüphe ve inkar çığlıkları vardı; bir yandan düşündüğüne inanmak istemiyor ve kendini kuruntu yaptığına ikna etmeye çalışıyordu. Ama bir yandan da tüm bu çabasının boşuna olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu. Bastırmaya çalıştığı öfkeyle avcundaki ilaç barını sıktı, alüminyum barın katlanma ve buruşma sesini dinleyerek salonun büyük camından görünen bahçeyi izliyordu. Ancak derdi ne bahçeyi izlemek ne de bir misafir beklemekti; kendini tutuyordu, adeta hareket ederse patlayacak bir bomba gibi. Asuman'ın hasta ruhunda uğursuz bir fırtınanın yaklaştığı haberi dolanıyordu, kendi ruh halini en iyi bilen kendisiydi ve bu hissin hayra alamet olmadığını köküne kadar iyi biliyordu. Tanıdık gibiydi ancak değildi, belki de daha önce yaşadığı bir hissin çok daha ağır versiyonuydu ve belki Asuman bu ağır hissin altında ezilirken ne olduğunu tam olarak çözememişti. Göğsündeki kömür tozu gibi kara bulutları dağıtmak istercesine derin bir nefes aldı, oturduğu kanepenin yanı başındaki zigon sehpadan telefonunu aldı. Telefonu tutan parmaklarının titrediğini gördü. Başta yanılsama yaşadığını düşünüp gözlerini kırptı ve endişeyle karışık bir dikkatle tekrar parmaklarına baktı, sığ bir bakışta aslında gayet normal denebilirdi ancak dikkatle inceleyince ince uzun parmaklarının belli belirsiz titrediğine emin oldu. Bu sefer de neyden sebep titrediğine endişelenmesi gerekti, "Yine bir adet çıktı başıma." diye mırıldandı. Aklına bunun da hastalıktan kaynaklı olduğunundan başka bir fikir gelmiyordu, çünkü ağır bir dönem geçiriyordu ve titremek de basit bir başka belirti olmalıydı. Kaşif'i aradı ancak duyduğu tek şey telefonun çalma sesi oldu. Kaşif açmıyordu. Artık oturduğu koltukta ileri geri sallanmaya başlamıştı, gitgide ağırlaştığını hissediyordu. Sallanışı normal bir sallanma değildi, birisi sırtına sopayla vursa yine umursamadan sallanmaya devam edecek kadar kendinden geçmişti. Ve bunun yanı sıra sebepsiz bir ağırlık, nefes almak için kalkıp inen göğsüne büyük bir baskı uyguluyordu. Basit bir nefes alıp verme dürtüsünden bile kopabilecek kadar kendinden geçmişti, normal bir insanın asla yapmak istemeyeceği kadar abartılı bir şekilde ileri geri sallanıyordu ve sabahtan beri aç olduğu halde yemek yiyemiyor, susadığı halde su içemiyordu. İçinde bulunduğu acının adı yaşama sancısıydı. Çalmaya devam eden telefon elinden kayıp yere düştü ve Asuman'ın gözünden bir yaş aktı. Niye burnumu soktum ki, akılsızca merakım yüzünden şimdi daha fazla acı çekiyorum, diye düşündü. Yerdeki telefon çalmaya ve Asuman'ın ümidi tükenmeye devam ederken suçlama dozu gittikçe arttı: zaten yeterince zor bir hayatı vardı ve onu iyi yapmak yerine ruhsal dengesini bozma ihtimali çok daha yüksek bir umuda bel bağlaması, böylesine kırılgan bir dönemdeyken yapabileceği en büyük hatası olurdu. Ancak yapmıştı, yaralı ve kusurlu ruhuna verebileceği en büyük hasarı kendi elleriyle vermiş, zihninin daha en başından beri güvenmemesi için yalvarıp yakardığı adama güvenmişti. Ve farkında olmadan ona kendini kaptırmıştı. Geçmişte yaşanan onca nefret dolu olaya rağmen Asuman, hiçbir ilaçta bulamadığı huzuru ve yaşama dirayetini yine Kaşif'in yanında bulmuş ve bundan kopmak istememişti. Yine ve yine, hiçbir açıklama olmaksızın Kaşif'in yanında huzuru bulabilmişti. Bu durumu annesini kaybettikten sonra Kaşif ile tanıştığı döneme benzetmişti, bir yandan zihninin sinsi yönü kendini kandırdığını fısıldasa da yaşlı kadın buna inanmak istemişti. Nitekim hastalığının en ucu belirsiz dönemini geçiriyordu ve artık iyileşmeye dair bir tek umudu kalmamıştı. Ve yine aynı şey olmuştu. Kaşif ile konuşmak ona iyi gelmişti. Neredeyse bir şeylerin yoluna gireceğine dair ümitlenecekti. Neredeyse geçmişe rağmen Kaşif'i affedecekti. Ve neredeyse karanlık çukurunda bir umut ışığı bulduğunu, Kaşif sayesinde düzelmeye başladığını düşünmeye başlamıştı. Yine ve yine çok kısa bir sürede ona bağlanmıştı. Ancak tüm bu nostaljik zaman şeridinin sonunda yine zihninin acımasız tarafı haklı çıkmıştı. Ümitleri bu sefer en vurucu şiddetiyle Asuman'ın sakat ruhuna çarpmış ve yaşlı kadın altından kalkamayacağı zor, dehşet verici bir acıyla karşılaşmıştı. Yıllar önce olduğu gibi bir kez daha Kaşif, Asuman'ın bütün güvenini tepe takla edip gitmişti; ancak bu sefer hiçbir sebep yokken, adeta kim olduğunu hatırlayıp belirsizlik çölüne geri dönen bir kum tanesi gibi ortadan kaybolarak. Telefon sonunda çalmaktan pes edip sustu ve Asuman kendi cılız hıçkırıklarıyla başbaşa kaldı. Zaten kendi hasta haliyle uğraşmaktan tükenmişti ve şimdi ihanetin acısını da yaşıyordu. Ve buna daha fazla dayanmak istememişti; neredeyse beş dakika önce bütün ilaçlarını kucağına toplamış ve kendini ölüme hazırlamıştı. İyileşmeye dair bir umudu kalmamıştı, zaten önceden de yoktu ancak Kaşif'in ahlaksızca bir umursamazlık sergileyerek ona yaşattığı serap yüzünden kısa bir süreliğine olabilirliğine kanmıştı. Hayır, kanmak istemişti. Bu da yetmezmiş gibi, eninde sonunda sırtına saplanmasından şüphe ettiği o hançer daha beterini edip boğazına saplanmıştı: Kaşif onu bir kez daha kandırmıştı, yine ona bir acı bırakmış ve gitmişti. Hasta, iyileşme ihtimali sıfırlanmış ve bir çöp gibi geride bırakılıp terk edilmiş bir kadındı. Kandırılmıştı. Bu yüzden hayatı gözüne her zamankinden bile daha tiksinç geliyordu. Kendini bu acınası halinden temizleyecek tek şeye sarılmak istemişti. İlaçları bir seferde bitirip ölmeyi planlamıştı. Ancak şükürler olsun ki çürük kokan hayatında aklının bir kısmı hala sağlamdı ve ona torununu hatırlatmıştı. Asuman kendi kederinde boğularak pencereden dışarıyı seyrederken aklından sadece torunu için biraz daha yaşamak geçiyordu, berbat hayatında bir süre daha yaşamak için bulduğu tek çözüm, en azından Sırma kendi hayatını kurana kadar direnmekti. En azından Sırma kendini kurtarana kadar, diye söz verdi kendine. İhanet ve kendinden bezmişlik kokan hayatında artık kendi için yaşayacak bir sebebi yoktu... O gün kolejin balosu yapılacaktı. Üç kız, kıyafet seçme curcunalarını son güne bırakmış ve uzun zamandır ilk kez sınav ve okul dışında bir sebepten bir araya gelebilmişlerdi; sömestırdan bu yana neredeyse üç aydır birbirlerinin yüzüne bakamamışlardı. Özellikle de Sırma son yapılan sınava kadar içine çekilen bir kurtçuk gibi kendini testlere boğduğu için o gün kızları ilk defa görmüş gibi hissediyordu. Sırma o gün için "Hazreti Rabia'nın Moda Vaazı" demeyi tercih ederdi, çünkü konu şatafat çılgınlığı olunca bu iş Rabia'nın delirme alanıydı. Sırma'nın elini uzattığı hiçbir elbiseyi beğenmeden elinden alıyor, kızı kabin ile koridordaki ayna arasında mekik dokutuyordu. Sırma sonunda anarşi ateşini yakıp gözüne kestirdiği sarı bir elbiseyi giymişti ve inatla ayna önünde poz vererek Rabia ile atışıyordu. Aynadaki yansımasına adeta kendini pohpohlayarak gülümserken ellerini elbisenin sarı ve gri arası bocalı pullarında gezdirdi ve "En iyisi bu, kabul et." dedi. Rabia ona ayna karşısında direk dansı yapan bir fil görmüş gibi bakıyordu: kaşları dehşetle bükülmüş, ağzı öğürmek ister gibi gergin bir şekilde açılmıştı. "Moda katili." Dedi boğuk bir sesle. Kaşları meydan okur bir tavırla çatılırken arkasına döndü. "Sana kalsa her şey siyah ya da beyaz olmalı! Asıl sen banalsin!" Rabia yüzünü ekşiterek kabin tarafa döndü ve "Begüm şuna bir baksana güzel miymiş?" dedi, sesinden kinaye taşıyordu. Kabinlerin birinden, erzak taşıyan bir sincabın telaşı gibi sesler yükseliyordu. Begüm "Ay... Bir saniye şimdi çıkıyorum!" diyebildi. Sırma kabine şaşkın bir bakış atarak "İki saattir orada ne yapıyor bu kız?" dedi. Begüm nefes nefese bir halde perdeyi önünden çekip dışarı çıktı ve hızlı bir poz vererek elbisesini gösterdi. Kirli toz pembeyi andıran ve bir bakışta oldukça pahalı olduğunu belli eden elbise, Begüm'ün güzelim vücudunu spiral detaylarla zarif bir şekilde sarmalamıştı. O sırada iki kızın da ağzı açık kalmıştı. Rabia gözlerini kırpmadan onu baştan aşağı süzerken "Hayır olamaz, bunu ben bulmalıydım." diye sayıklıyordu; Sırma ise işin para kısmındaydı, ağzını kapatmayı beceremediği esnada "Yine etiketine bakmadan gördüğünü almışsın." dedi. Rabia şoktan erken kalkan oldu, birden bire işaret parmağını Begüm'e çevirdi ve Sırma'ya döndü. "Al işte biraz ders al bu kızdan! Kumral olduğu için böyle ara renkler onda çıtır duruyor anladın mı?" Sırma savunma amaçlı, hemen ellerini elbisesine yapıştırdı. "Benimki de çok yakıştı bir kere, sen göremiyorsun!" Onay almak için Begüm'e döndü ve "Yakışmamış mı?" diye sordu. Begüm onu şoka sokan bir hayal kırıklığıyla baştan aşağı süzdü. "Sırma, şamdan mumuna benzemişsin." Sırma kollarını yanlarına çarparak "Ne alaka?" diye sitem etti. "Sadece biraz soluk duruyorum, ama kırmızı ruj sürünce daha güzel olacak." Rabia yüzünü iyice ekşiterek "Palyaço mu olmak istiyorsun?" dedi. "Bence siz modadan anladığınızı sanıyorsunuz ama şuurunuz gitmiş haberiniz yok." "Ya Sırma renk körü müsün Allah aşkına, hiç güzel gözükmüyorsun!" Begüm destekleyen bir ifadeyle baş salladı. "Bir kere zaten sarı herkese uyan bir renk değil, hele ki beyaz tenlilere." Rabia yanaklarını şişirerek ofladı ve oturduğu puftan kalkarak yanına birkaç elbise aldı. Bunlar Sırma'ya giydirmek için, ya da Sırma'nın fikrine göre Rabia'nın ona dayatmak üzere seçtiği kıyafetlerdi. "Tabi, güzel olunca kendini güzelleştirmek için bir çaban olmuyor o yüzden süslenme becerin sıfır." Koluna asılı elbiselerden birini kaldırdı ve emrivaki bir sesle "Bunu giy." dedi. Sırma önündeki kıyafete hiç de giymeye hevesi olmayan bakışlar atıyordu, ancak görmediği taraftan Begüm'ün şevk dolu iç geçirişini duydu. Kız adeta zevkten dört köşe olmuş bir sesle "Evet Sırma bu sana çok yakışır, kesinlikle denemelisin!" dedi. Sırma bezmiş bir iç çekti, sıratına doğrultulmuş kıyafeti adeta kopararak Rabia'nın elinden aldı ve kabine girdi. Üstündeki elbiseyi değişirken giyeceği şeye bakmamıştı bile, tek derdi Rabia ve Begüm'ü sustumaktı. Ama bu zahmete girdiği için kendini bir an boş kafalı hissetti. Aklından, niye onları ikna etmeye uğraşıyorum ki, öncekinin fiyatı da tasarımı da tam istediğim gibi, diye sızlanıyordu. Elbisenin dar kalem eteğini çekiştirerek kabinden çıtkı ve doğrudan aynanın karşısına geçti, diline çoktan eleştireceği lafları dizmişti ve kızlar daha laf etmeden kendi seçtiğinin çok daha uyduğunu söyleyip heveslerini ağızlarına tıkacaktı. Ancak aynada gördüğü görüntü karşısında dili tutulan ilk kişi kendi oldu. Begüm gözleri ışıldayarak Sırma'nın yanına geçerken "Çok yakışmış!" diye fısıldadı, sesi adeta bir iç geçirmeyi andırıyordu. Rabia'nın burnu havada ifadesi sinsi bir gülümsemeye dönüşmüştü, ama o da beğendiğini göstermekten çekinmiyordu; Çenesini gururla kaldırarak "Bak işte böyle güzel olunur. Şimdi ruja bile ihtiyacın kalmadı." dedi. Sırma doğru söze hiçbir boş laf ile karşılık veremezdi, karşısında gördüğü manzara çok net bir şekilde kazananın kim olduğunu işaret ediyordu. Omuzlarından sarkan geniş yakaya ve belini oturtan pens çizgilerine dokundu, ancak elbisenin asıl güzelliği bu basit tasarımı değildi; Sırma kendini mehtaplı bir gecede denizde sırt üstü yüzen bir hayalet gibi hissediyordu. Saks mavisi kumaş karanlık olurken parlak kalmayı becerebilmişti ve Sırma'nın bembeyaz tenini mistik bir kaliteyle çevreleyerek daha çok ışıldatıyor, adeta teninin hakkını yükseltiyordu. Yüzüne bakamıyordu bile, omuzları ve boynu kalp ucu şeklindeki geniş omuz açıklığında öyle güzel duruyordu ki başka bir güzellik aramaya gerek yoktu. Uzun, ince bacakları dizine inmek üzere kalem etekle örtülmüş, ancak bir bacağı üst kısmından yarı bele kadar ortalama bir yırtmaçla öne serilmişti. Elbise gerçekten muhteşem miydi emin değildi, çünkü eline aldığında onda hiçbir şey görememişti; ancak şimdi kendi üzerinden bakınca, elbisedeki bütün detayların sanki kendi için yapılmış olduğunu düşündü. Mağrur bir tavırla çenesini kaldırsa da çok geçmeden pes edip indirdi. Sonunda çaresizce "Tamam, sen kazandın." dedi. Rabia ukala kahkahalar atarak geriye yürüdü, aralarındaki mesafeden Sırma'ya küçümser bakışlar attı. "Ne oldu? Sarı güzel değil miymiş?" Sırma dik dik ona bakıyordu, "Birazdan etiketine bakacağım, bütçemi aşarsa o zaman seninle görüşürüz." Rabia'nın yüzü hemen bozardı, "Rüyanda görürsün, ben sadece sana alman gerekeni gösterdim o kadar!" "Param yetmeyeceğine göre almam gerekenin kalanını sen ödemek zorunda kalacaksın canım!" "Ay ne abarttın ya! Aynı rengin ucuzundan bulup alırız n'apalım?" Sırma gözlerini kısarak "İki saattir burada boşuna mı süründüm ben?" diye tısladı. O sıra Begüm arkasına geçmiş, etiketi çıkarmaya uğraşıyordu. "Oyarım o gözlerini, benim tuvalet parama göz dikemezsin!" Diye tehtit etti Rabia. "Duyan da koleje senin, Anadolu'ya bizim gittiğimizi sanar! Sırf bir düz lisenin balosu için tuvalet mi alınırmış, biz niye burada saf gibi düz elbise bakıyoruz ha?" "Bana mı sordun elbise alırken? Bir kere, ömrümde bir kez lise balosuna gideceğim. Alacaksam en iyisi olmalı." Begüm etiketi Sırma'nın sırtından çıkarmayı başarınca sırıtarak Sırma'ya döndü. "Sırma üçyüz elli lira, sadece elli lira lazım!" dedi. "Ne? Saçmaladın mı kızım, elbiseye bütün paramı veremem! Daha ayakkabı almam lazım!" Sırma'nın ciyaklamasıyla Begüm'ün ağzı masum bir hayal kırıklığıyla aralandı. "Oho, bunu alırsak bir elli lira da ayakkabı için borçlanacaksın." Dedi Rabia. "İyi de bu çok yakışmıştı! Bence bunun kadar iyi bir şey bulamazdın Sırma, al hadi!" "Begüm niye duymuyorsun, daha ayakkabım yok diyorum. Baloya konverslerimle mi gideyim!" Rabia pufun üzerinden birkaç kıyafet alıp hızla kabine sıvıştı. "Bana bakma! Rüyanda bile olmaz!" "Geçen yazdan beri benden tırtıkladığın paralarla bir kilo dondurma yedin şerefsiz! Ne çabuk unuttun!" Rabia kabin aralığından başını çıkardı. "Şimdi babamdan para dilenecek halde miyim sanıyorsun? Tuvaletin parasını zar zor koparabildim!" Begüm de "Neyse ben üstümü değişeyim," diyip kabine sıvışınca Sırma üstündeki gece şöleni ile başbaşa kaldı. Bir süre aynadaki görüntüsüne çaresiz bakışlar atıp bir karar vermeye çalıştı. Ancak kendi de biliyordu ki, sadece kendi inadıyla boğuşup vakit öldürüyordu. Aslında sadece kızların çıkıp onu bu giysiyi alması için ikna etmesini bekliyordu, kendine kalsa akşama kadar ananesinin harçlığı ve elbise arasında kıyas yapmaya devam edebilirdi. Mantığı paranın öncelikli olduğunu ve parası olduğu sürece ufkunun ermediği seçenekler olabileceğini söylüyordu, ama bir yandan da Rabia'nın fikrine benzer bir şekilde ömründe bir defa olsun imkanına göre değil hevesine göre hareket etmek istiyordu. Sonunda Rabia istediği tuvaleti bulamayacağına ve Sırma ile Begüm de beğendikleri elbiseleri almaya karar kılmıştı; Sırma ile Rabia mağrur savaşçılar gibi buruk bir vaziyette pufa oturmuş konuşurlarken parası bol Begüm hala alacak bir şeyler bakınıyordu. Rabia istediği siyah tuvaleti bir türlü bulamadığından dem vuruyordu, Sırma da onun dertli yakınması esnasında ara sıra borç para verip vermeyeceği konusunda kızı darlamakla meşguldü. "Sırma, sana bir itirafta bulunayım kardeşim: şu an ayakkabımı alacak param bile yok. Her şeyimi o tuvaletin parasını denkleştirmek için feda ettim diyebilirim. Yani... Babamdan alabileceğim bütün harçlık kotamı." "Kaderimiz ortakmış kardeşim, ben de sanırım stiletto parasını denkleştirebilmek için konverslerimi ikinci elciye vereceğim, okula da onlarla giderim artık." Sırma'nın sesi de fazla dramatikti. Rabia nem kapan bir mantar gibi hemen akrabasına uydu ve abartılı bir duygusallıkla "Ah kardeşim ikimizin de kaderi aynıymış!" dedi. "Fakir Sindirella'nın bile baloya gidecek ayakkabısı varmış ama biz ondan bile fakir ve kadersiziz!" İkisi de sanki bir opera gösterisindelerdi, kasıtlı olarak yüksek sesle konuşuyorlardı. Sırma sağ tarafına kısa bir bakış atıp durumu teyit etti ve dramasına devam etti: "Sorma ya, kaybolsak bizi bulacak bi prensimiz de yok, hayır yani ayakkabımız yok ki! Ağlamak istiyorum." Rabia'nın maskesi bir anda donuklaştı ve Sırma'ya saf saf bakarak "Sindirella kayıp mı oluyordu?" diye sordu. Sırma da kararsız kaldı. "İşte prens onu arıyordu ya elinde ayakkabısıyla?.. Kayıp olduğu için değil miydi?" "E kayıpsa bal kabağına dönüşen kim? Ben sanki sindirella bal kabağı olduğu için prens onu bulamıyor diye hatırlıyorum." Sırma yüzünü ekşiterek "O ne ya, çok saçma! Biz çocukken mal gibi bunları mı dinliyorduk?" dedi. Begüm yeni müstakbel giysileriyle yanlarına geldi ve her şeyden habersiz saf bir yüz ifadesiyle "Ne konuşuyorsunuz?" dedi. Sırma anında role büründü ve kaşlarını üzgün bir biçimde büzerken bir yandan da Rabia'ya dirsek attı. "Ne olacak, ayakkabı alamadığımızdan efkarlanıyoruz." dedi. Rabia kısa bir afallamanın ardından Sırma'ya baktı ve gevelemeye başladı. "Ya değil mi... çok... kadersiziz de... bu aralar." Begüm şaşkın bir şekilde saf saf gözlerini kırptı. "Niye üzülüyorsunuz ki? Annemin bir sürü stilettosu var, bir geceliğine ödünç alırsınız." İki kız dakikalardır o anın gelmesini beklemiş gibi bir anda sevinç kapaklarını açtı ve çıldırmışçasına hoplayıp zıplamaya başladılar. Rabia ve Sırma "Yaşasın, avukat ayakkabıları!" gibi nidalar eşliğinde sevinerek birbirlerine sarılırlarken Begüm aklında ancak parlayan ampulün etkisiyle kaşlarını büzdü. "İnanmıyorum size... Yine beni kandırmaya çalışıyordunuz değil mi?" Balo saatine kadar Begüm'ün evindeydiler; Rabia'nın okul balosu mezuniyetten sonra olacaktı ancak o gün Sırma'yı süslemek ve Begüm'ün avukat annesinden bir çift sitiletto alabilmek için oradaydı. İki kız, avukat hanımın topuklu ayakkabı koleksiyonu olarak düzenlenmiş rafları gördüğünde gökten bir meleğin inişini seyredercesine kendilerinden geçmişti. Elit bir aileden faydalanmanın bir diğer yanı da, Sırma'nın baloya dolmuşla gitmek zorunda kalmayacak olamasıydı; akşama doğru Begüm'ün babası onları kendi arabasıyla baloya götürecekti. Kolejin seminer salonunda balo düzenleniyordu, Oğuzhan salonun girişinde Begüm'ün gelmesini bekliyordu. Yanında durmaksızın oflamasına neden olan iki baş belası vardı. Ceyhun ve Halil vızır vızır öten arılar gibi bir türlü susmak bilmiyorlardı. Ceyhun, "Hani baloya gelmiyodun kardeşim?" diye soruyordu, Halil de "Yoo, ben öyle bir şey söylemedim." diyordu. "Yoo, söyledin." "Sen yanlış duymuşsundur kardeşim." "Tamam, niye geldin o zaman?" "Niye mi? Kanka kendi mezuniyet partime gelmek için özel bir sebep mi var?" "Kanka ne bileyim balo filan, bunlar sana ters şeyler, herhalde bir sebebin vardır." Halil gözlerini kısarak "Sen ne için geldin kanka?" diye sordu. Ceyhun alaycı bir gülümsemeyle omuz silkerek "Bizim mezuniyetin balosu kanka niye gelmeyeyim!" dedi. Oğuzhan buz gibi bir sesle araya girdi. "İkiniz de Sırma yüzünden geldiniz lan, susun artık." Ceyhun hemen inkara girişti: kavanozda kıvrılarak yüzen süs balığı gibi hemen "Yok be kanka! Benim öyle bir niyetim yok!" diye kemküm etti. "Tabi," Diye geçiştirdi Oğuzhan. Halil ellerini ceplerine sokup adeta su üstünde yüzen sazan gibi süzülerek Oğuzhan'ın yanına geçti ve "Kanka... Begüm ile Sırma birlikte geleceklerdi değil mi?" dedi. Ceyhun, "Sana ne kanka?" diye sordu. Halil umursamaz gibi görünmeye çalışarak "Yoo, öylesine sordum." dedi. Demir kapının ardında tanıdık, siyah bir audi belirince Oğuzhan sessizce kapıya gitti. Ceyhun ve Halil ise çoktan kokuyu alıp peşine takılmıştı ve şimdiden birbirlerini çelme, dirsek gibi küçük kumpaslarla egale etmeye uğraşıyorlardı. Oğzuhan, Begüm'ün babasının karşısına arkasındaki iki aptal ile çıkacağını düşününce yüzü iyice asıldı. Ancak akşam karanlığı Audi'nin farları önünde bir tek Begüm ile Sırma'yı gördü, Begüm şoför kapısındaki aynaya hızlı bir öpücük yollayıp el salladıktan sonra yüzündeki güzel gülümsemeyle Oğuzhan'a döndü. Oğuzhan, onunla gözgöze geldiği an yüzündeki o bitmek bilmez donukluk, ışığa tutulmuş bir mum gibi eridi ve altından ılık, masumane bir gülümseme çıktı. Sırma kıkırdayarak "Ah zavallım, aklı gitti." dedi. Oğlanın Begüm'e dalıp giden gözleri ona döndü ve başından beri Begüm'ün sağ kolunda olan Sırma'yı o an fark edebildi. Ancak Sırma'ya takılmadı ve tekrar Begüm'e döndü. Aralarında yarım metre mesafe kala elini Begüm'e uzattı ve "Çok güzelsin." diye fısıldadı. Begüm oracıkta penisilin alerjisi geçiren bir çocuk gibi kızardı, dili tutuldu. Kız olduğu yerde kalıp gözlerini bile kırpamaz hale gelince olaya Sırma müdahil oldu. Sinsi bir gülümsemeyle yanındaki kızın omuzlarından tutup Oğuzhan'a itti. "Hadi, hadi! Şimdi tatlı kız olma zamanı değil, süsün boşa gitmesin!" diyip gülüyordu. Oğuzhan, Sırma'ya kısa bir bakış attı ve "Amma boş yaptın." dedi. Sırma dil uzatınca küçümseyen bir ifadeyle yüzünü ekşitti. Ancak kız niyeyse durup Begüm'ün kulağına eğildi ve bir şeyler fısıldadı, Begüm de sersemliğinden kurtularak sırtını dikleştirdi. İki kız birbirlerine anlamını çözmesi imkansız bakışlar attı. Sırma imalı gözlerini ona dikmiş sessizce bakarken Begüm de sessizce baş salladı ve sonra aralarında hiçbir şey olmamış gibi ayrıldılar. Begüm yüzüne düşen bir saç tutamını kulağının gerisine atarak Oğuzhan'a yaklaşınca yine tatl tatlı gülümsedi. Oğuzhan yarı mutlu, yarı kafası karışık bir ifadeyle Begüm'ün gözlerinden bir anlam koparmaya çalışırken "Ne fısıldaştınız öyle?" dedi. Begüm yapmacık bir umursamazlıkla omuz silkti. "Boşver. İçeri geçelim mi?" Açıkçası içinde Sırma'nın olduğu hiçbir durum Oğuzhan'ın ilgisini çekmiyordu, o yüzden bu konuyu hiç yaşanmamış saydı ve keyifle gülümseyerek "Olur." dedi. Sırma kolejin bahçesine girerken çoktan Ceyhun ve Halil'in saldırısına uğramıştı: iki oğlan birbirlerini iterek kızın önünde belirdi ve vakit kaybetmeden ötmeye başladılar. "N'aber Sırma?" "Bayağıdır görüşmüyorduk Sırma nasılsın?" Sırma uzun, beyaz kolunu saçlarının arasından geçirip savurdu ve dümdüz bir ifadeyle oğlanların yanından geçerken "İyi." dedi. Bu kısacık görüntüde bile Oğuzhan, kendi gözünde bir şekle oturttuğu kibirli kızı teyit etmişti. Begüm'ü koluna alıp yavaşça seminer salonuna ilerlerlerken Sırma'ya ters bir bakış attı ve her zamanki Sırma olduğunu düşündü. Yüzünü çevirip, yanındaki toz pembelere sarılmış güzel kıza baktı. Hayran bakışları ona dalıp giderken "Gerçekten çok güzel olmuşsun." dedi. Begüm'ün yüzü yine panik ve utançla çarpılmıştı, tam bir şey diyecekti ki tökezledi. Begüm tiz bir çığlık atarak Oğuzhan'a sarılırken Oğuzhan başta endişeyle onu doğrultmak için çabaladı, sonra da içindeki gerilimi tersine çevirerek istemsizce güldü. "Tamam bir daha söylemeyeceğim." Begüm ile Oğuzhan'ın sessizleşerek derinleşen aşkı herkesin kolayca bulup elde edebileceği bir ilişki değildi, o yüzden o hallerine kim baksa özenebilirdi. Gece boyu aşıklar tablosu gibiydiler ve gören herkesin fikrine göre balonun en güzel çiftiydi, ancak diğer tarafta koşulsuz şartsız herkesin en güzel olduğuna emin olunan Sırma vardı ve o pek mutlu değildi. Ya da Oğuzhan'ın inandığı fikir göz önüne alınacak olursa, Sırma bir türlü kendi kibriyle boğuşmaktan mutlu olamıyordu. Hatta bir ara öyle sinir bozucu bir hal almıştı ki, pistte dans eden Begüm ile Oğuzhan'a sataşmıştı; Oğuzhan çenesini Begüm'ün başının tepesine yaslayıp gözlerini yummuştu, görmek istediği tek kişi zaten kucağındaydı o yüzden sadece onu hissetmekle meşguldü. Bir anda Sırma diplerinde bitmiş ve meymenetsiz gözlerini Oğuzhan'a dikmişti. "Biraz Begüm'ü versene," dedi. Oğuzhan dik dik ona bakarak "Sigara mı istiyorsun dalyarak? Ne biçim istek bu?" diye tersledi. "O sözünü geri al yoksa bütün keyfini boğazına tıkarım." diye tısladı Sırma. "Şu an kaçırıyorsun zaten." Begüm iç geçirerek başını kaldırdı. "Ne oldu Sırma? Ne istiyorsun?" "Ne olacak yine insanların sinirini bozmaya çalışıyor, tek eğlencesi bu çünkü." Dedi Oğuzhan. Sırma ona yüzünü buruşturarak baktıktan sonra donuk bir ifadeyle Begüm'e döndü. "Çisem'in yanındaki herif cidden dansçıymış." dedi. Begüm şaşkınlıkla Oğuzhan'dan ayrılarak "Oha inanmıyorum, sırf hava atmak için dansçı mı getirmiş?" diye fısıldadı. "Lan bize ne Çisem'den, ne yaparsa yapsınlar!" Sırma kısa bir an Oğuzhan'a dönüp "Sus, çok önemli bir şey konuşuyoruz!" diye tısladı. Oğuzhan "Fitneci yılan." dedi. Begüm'ün merakı çabuk geçmiş olsa gerek, omuz silkip tekrar Oğuzhan'a sarıldı. "Oğuz haklı. Çisem yine göze batmaya çalışıyor işte, boşver." Sırma bir anda çirkef tarafını su üstüne çıkardı ve suratındaki bütün kaslar sinirle birbirlerine girdi. "Ha biz de mal mal onu izleyelim!" Oğuzhan'ın siniri tepesine vurmuştu, hala Sırma'nın boş bir kıskançlıktan sebep çemkirdiğini düşünüyordu. Dişlerini sıkarak "Sırma git nerede izleyeceksen izle işte, sal artık bizi!" dedi. "Olmaz, birazdan şarkı hızlanınca piste çıkıp burada yardıracaklar canım. İnek gibi izleyemem. Begüm, biraz Oğuzhan'a mola ver, onlar çıkınca biz de beraber çıkacağız." Begüm bezginlikten ciğerlerindeki bütün nefesi saldı. Oğuzhan da karşısında kafayı sıyırmış bir deli var gibi bakıyordu. "Oha ya, resmen kıskançlık delisi bu kız. Ölür müsün ilgi çekmesen?" Diye birden bağırdı, Begüm gözlerini pörtleterek elini sevgilisinin ağzına kapattı ancak geç kalmıştı. "Oğuzhan sana inanamıyorum, alt tarafı arkadaşımla dans edeceğim! Niye bu kadar kızıyorsun?" dedi Sırma. Bunu açıkçası Oğuzhan'ı ikna etmek için değil, onlara dönmüş şaşkın gözlerin önündeyken kendini masum göstermek için söylemişti. Bir anda kibarlaşan sesinden anlamak mümkündü. Oğuzhan ağzına kapanan eli çekerek Sırma'ya doğru eğildi. "Sen en iyisi git Çisem'le dans et olur mu? İkiniz birbirinize tam uyarsınız." Sırma bir süre ifadesizliğini sürdürse de sonunda dayanamayıp yüzünü başka tarafa çevirerek güldü. "Kanka görüyorsun değil mi öküz sevgilin beni çil suratlı Çisem'e layık görüyor." "Senin de çillerin var gerzek." Dedi düz bir sesle Oğuzhan. Sırma gözlerini kısıp dikkatle Oğuzhan'ın yüzüne baktı ve kısa bir sessizliğin ardından "Hmm, bir saniye o çenendeki sivilce mi?" dedi. "Dur patlatayım şunu, rahat edersin." Oğuzhan ona uzanan eli hızla yakaladı. "Sırma dişlerini söktürtme bana!" Aralarında küçük bir hırgür başlamıştı, Sırma şeytan gibi bir gülümsemeyle inatla Oğuzhan'ın yüzüne uzanmaya çalışıyordu, "Bana çilli dersin ha!" Oğuzhan da korku filmlerini aratmayan tehtitkar gözlerini ona dikmiş, bir yandan öfkesini tutumaya çalışıyor bir yandan da Sırma'yla uğraşıyordu. "Sen sıkıntıdan kaşınıyorsun değil mi? İlla kavga istiyorsun!" Begüm dertli bir iç geçirdi ve iki zıt kutbun arasına girip Sırma'nın uçuşan kollarını yakaladı, "Tamam istediğin olsun, bir dur artık!" dedi. Oğuzhan hemen itiraz etti. "Hayır, benim yanımda kalıyorsun. Sırma, sen de git ne halin varsa gör! Sinirimi bozma!" Begüm Oğuzhan'ı dinlemedi, "Sadece Çisem'ler çıkınca biraz oynayacağız tamam mı? Sonra bizi rahat bırakacaksın." Sırma dudaklarını büktü. "Aşk olsun kanka ben sizi rahatsız mı ediyorum?" Begüm dişlerini sıkarak ona doğru eğildi ve "Evet, bütün keyfimi mahvettin!" diye tısladı. Oğuzhan onun bu sinirli halinden hoşlanmıştı, keyifli bir gülümsemeyle yanındaki kıza bakıyordu. Sırma yapmacık hüznünü hemen düşürdü ve asabi bir tavırla omuz silkip başka tarafa döndü. "İyi! Şarkı bitince tekrar rahatınızı bozmak için gelirim o zaman." Begüm, onun gidişini izlerken bıkkın bir nefes daha verdi. "Kesin bir arıza çıkaracak." "Boşver gitsin. Belki başkasına sataşıp bizi unutur." "Ben en iyisi peşinden gideyim." Oğzuhan inatla Begüm'ü kendine çevirdi. "Bırak, ne hali varsa görsün! Bıktım şu Sırma'nın şımarıklığından." "Sadece on dakika Oğuz, hemen döneceğim. Söz veriyorum." Oğuzhan oflayarak kollarını yanına indirdi. "Şu içindeki iyilik meleği bazen feci sinirimi bozuyor. Yine kandın Sırma'ya." Begüm hemen parmak uçlarında doğrulup oğlanın yanağına bir öpücük kondurdu ve "Söz, sadece on dakika!" diye fısıldayıp yanından sıvıştı. Oğuzhan, sinirli bir hayal kırıklığıyla onun gidişini izledi. Sırma zebanisi yüzünden bir gün daha keyfi kaçmıştı. Tabi ki Sırma mutlu olmak bilmezdi, ya da ruhunda huzursuzluk saçtıkça mutlu olan bir huysuzluk perisi olmalıydı; Sırma gecenin kalanı boyunca yine pek çok kez Begüm ile Oğuzhan'ı darlamış, asla homurdanması durmamıştı. Bir ara Çisem ile kavga etme noktasına dahi gelmişti. Ortalığı birbirine katan bir yarasa gibi herkesi huzursuz etmeyi başarmıştı ve gece tamamlandığında yüzünde en parlak gülümsemeyle etrafa ışık saçan kişi yine o olmuştu. Sırma kıkır kıkır gülerek seminer salonundan ayrılıken Oğuzhan ava odaklanmış kurt gibi gözlerini ona dikmişti, "Bir gün harbiden dişlerini dökeceğim şunun." "Şşt, sadece biraz gergin. Sınavın stresini üstünden atamıyor bu aralar." diye açıklamaya çalışmıştı Begüm. Halbuki Sırma her zamanki Sırma'ydı, okuldaki kimse başka bir halini bilmiyordu. Balo, Sırma'nın son kez ortalarda göründüğü gün olmuştu. Sonrasında haziran ayında yapılacak lisans sınavına kadar kendini eve kapatmıştı. Okulun bitmesine bir iki hafta kala derslerin bomboş geçeceğini bildiği için dördüncü sınıfın başından beri izin günlerini bekletmişti. Neredeyse iki haftalık bir izin hakkı vardı ve Sırma da o hakkı evde ders çalışmak için harcamıştı. O yılın son şansı olduğunu düşünüyordu. Ya da katı bir disiplinle zihnini şartladığı için mezuniyete kalmayı aklından elemişti. Kalan son ayda Rabia ve Begüm dahil kimseyle görüşmemişti, kendini rahmetli dedesinin odasına kapatmıştı ve beynini yorabileceği kadar yormuş, Sırma sınırlarını zorlayabileceği kadar zorlamıştı. O sıra ananesi kendi iç dünyasındaki belirsizlikleriyle uğraşıyor olsa gerek o da kendini odasına kapatmıştı ve günlük yazmakla uğraşıyordu. Evde kafasını rahat rahat kitaplara gömebileceği bir sessizlik olduğu için Sırma ananesinin garip kapanıklığını umursamamıştı. Ama onun kendini bir şey ile meşgul etmesinin iyi olduğunu düşünmüştü. Haziranın ikinci haftası, pazar günü, öğleden sonraydı. Sırma sınavdan çıkmış ve yorgun argın eve giderken parkın kıyındaki bir bankı gözüne kestirip oturmuştu. Yüzünde buruk, ama ne kazanmış ne kaybetmiş, sadece garipsenecek türden bir gülümseme vardı. Sonunda bitti, diye düşünürken ferah, tatlı bir nefes aldı. En azından ananesine verdiği sözü hakkıyla yerine getirdiğine emindi, çok çalışmıştı. Ne olursa olsun böylesine yıpratıcı bir maratona bir daha katlanmak istemiyordu. İçindeki, onu on yıl yaşlanmış gibi hissettiren yıpranmışlık hissi zamanla gider miydi bilmiyordu ancak bu korkuyu unutmayacağına emindi. Bir daha yüzgöz olmak istemediğine de. İlk sınavın sonucu bir süre önce açıklanmıştı, ikinci sınavın sonucu da muhtemelen temmuz ayında açıklanacaktı. Sırma o zamana kadar bir endişe kırıntısı bile hissetmek istemiyordu, kızlarla eski günlerdeki gibi gezip tozmaya başlamıştı. Temmuzun ilk haftası kızlar eskiden olduğu gibi keyifle ama bu sefer sınav stresinin yükünü sırtlarında taşımadan havuzda eğleniyordu. Sırma o kadar uzun süredir genç olduğunu unutmuştu ki, bunu adam akıllı bir tatil yapabildiğinde fark etmişti. Her şey yolunda gözüküyordu. Ya da Sırma en büyük derdinin sonlanmasıyla fazla rehavete kapılmıştı ve göremediği odalarda dönen acı ve kederi fark edemez hale gelmişti. İki ay geçmiş ve yaz bitmişti. Sonbaharın yaklaştığını belli eden soğuk ile sıcak arasında kalmış bir eylül günüydü, o yıl kış erken gelecek gibi duruyordu. Begüm'ün evinin bahçesinde muhteşem bir salıncak vardı; Sırma, Begüm'ün yanında oturmuş, bacaklarını ileri geri sallayarak aylaklık ederken düşüncesiz gözlerle karşısındaki su şamandrasını izliyordu. Birden niyeyse derin bir nefes alma ihtiyacı hissetmiş ve başını salıncağın yumuşacık arkalığına yaslayarak sesli bir iç çekmişti. Begüm meraklı gözlerini elindeki telefondan kaldırıp ona bakmıştı. "Hayırdır?" "Hiiç." "Yine düşünüyorsun değil mi?" Sırma kolunu arkaya yaslayıp başını da üstüne koydu ve bir yandan şamandırayı izlerken "Hmm," diye dalgın bir ses çıkardı. "Kendimi hala liseli gibi hissediyorum, aşamayacağım galiba." Begüm keyifli bir homurtu attı. "Derdine bak, benim hiç öyle bir sıkıntım yok şu an." "Sen başvurunu dondurdun da ondan." Begüm'ün üniversite konusunda gerginliği yoktu, başvurusunu dondurduğu için canı istediği zaman gitmeyi düşünebilirdi. Ancak Sırma iki hafta sonra İstanbul'daki üniversitesine başlayacaktı; Marmara'da diyetisyenlik bölümünü kazanmıştı. "Gidince alışırsın, bu kadar takma. Hatta bence asıl derdin bu olmamalı." Sırma can sıkıntısıyla saçlarını ovaladı, evet Begüm haklıydı; üniversiteyi kazanınca bütün dertlerinin sonlanacağı fikrine kendini o kadar inandırmıştı ki, Sırma gurbette okuyacağı gerçeğinin korkusunu daha yeni hissetmeye başlamıştı. İyi bir üniversiteye kapağı atmış olabilirdi ancak şimdi de içindeki küçük kız tir tir titriyordu, gözünün önünde belirsizliklerle dolu koca bir şehir beliriyor ve Sırma her seferinde yoktan varolan bir kaybolma endişesiyle ürperiyordu. İstanbula hiç gitmemişti ve bundan sebep yeni hayatı gözünde gitgide büyüyüp ürkünçleşiyordu. Orada hiçkimsesi olmayacaktı. Ve hasta ananesinden başka kimsesi de olmadığından yeni hayatındaki bütün zorluklarla yine tek başına uğraşacaktı. Ancak bu sefer tamamen yalnız başına olacaktı. Bütün bu can sıkıcı sorumluluğu hatırladıkça içi şişiyordu, kendini ilk defa üniversiteye hazırlıksız hissediyordu. Büyümenin böyle bir şey olabileceğini hiç tahmin etmemişti: bu şey beklentilerini sunmayan bir belirsizlikten ibaretti sadece. "Kendimi şimdiden yalnız hissediyorum." Dedi, kendini tutmaya çalıştığı halde alt dudağı istemsizce buruldu. Begüm telefonunda hızlıca bir şey yazıp dururken yüzünü ekrandan ayırmadan bir kolunu Sırma'ya uzattı ve yarım yamalak kuru bir sarılmayla "Bu kadar endişelenme, sen halledersin." dedi. Sırma gözlerini yanındaki şuuru kaymış telefon bağımlısına çevirdi. "Yalnız kalacağım diyorum, duymuyor musun Begüm?" Begüm gözlerini kırpmadan ekrandaki mesajlara odaklanmıştı, dalgın bir sesle "Bir saniye bekler misin?" dedi ve tekrar yazmaya koyuldu. Sırma oflayarak ayağını yere vurdu ve salıncağı bir anda sertçe itti. Begüm neredeyse elindeki telefonu düşürecekti, telefonu tutmaya çalışırken küçük bir çığlık attı ve "Sırma ya!" diye sitem etti. "Rabia ile konuşuyorum şurada! Doğum günüyle ilgili!" "Sabahtan beri darlıyor zaten, hediyeleri unutulmasın diye herkesi boğuyordur şimdi!" Begüm kıkırdayarak "Seni de arayıp uyandırdı mı?" dedi. Sırma şamandıraya ters ters bakarak sabahki olanları hatırladı. "Sorma, sabahın köründe o cırtlak sesiyle günaydın şarkısı söyledi. Allahtan hediye almaktan vazgeçerim dedim de sustu, yoksa bütün uykumu kaçırtacaktı." "Bana ne yaptı peki, tahmin et." "Ne olacak geçen yılın hediyesini de istemiştir." Begüm'ün yüzünde onu çocuksu gösterecek kadar saf bir şaşkınlık belirdi. "Sana mı söyledi?" "Evet, geçen yıl hediyesini unuttuğun için ara sıra arkandan bozuk atıyordu, ama sana söylememiştim." "Ya ben bu gün söylemiştir sanıyordum, bütün yıl bunu mu düşünmüş! Doğum günü konusunda bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum!" "Öyledir, her sene bana aynı şeyi yapar, artık sabahları uyandırılmaya alıştım." Ardından Begüm'e dönüp "Peki partide ne giyecek, tahmin et." dedi. Begüm zerre heyecan kımıltısı taşımayan bir yüzle "Tuvaletini." dedi. Sırma kahkaha attı. "Hala ona verdiği bin liranın öcünü çıkarmaya çalışıyor!" "Ah zavallım. Keşke balo için bu kadar para harcamasaydı, şimdi babası da harçlık vermiyor." "Of ya şimdi hatırladım da, günler sandığımdan daha hızlı geçmiş. Sınava çalışırken haftalar geçmek bilmiyordu ama şimdi bu güne nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Sanki dün baloyu yapmışız gibi, sonrası beynimde yok." "Bana da öyle oldu, okul günlerini çok net hatırlıyorum ama lisans sınavından sonrası yok. Bir de havuza gidip durduk... Bundan da başka bir şey hatırlamıyorum." Begüm dertli bir iç çekerek geriye yaslandı ve "Of şimdi geldi." diye mırıldandı. "Hakikaten mezun olduk mu biz? Daha dün okula gidiyordum." Sırma boğazına tıkanan üzücü bir düğüm hissetti, boğuk bir sesle "Ayrılacağız." dedi. "Gitmek istemiyorum." Diye fısıldadı. Begüm hüzünle burnunu çekti. "Biliyor musun hayatımın en güzel üç yılıydı. Sana öyle alıştım ki sanki hep birlikteymişiz gibi geliyor, şimdi ayrılacağımızı düşününce çok garip oluyorum." "Ben de aynı. Öyle alışmışım ki hep birlikteymişiz gibi kafamda kalmış. Hadi başka şehirlerde olsak neyse. Telefonla görüşürdük en azından. Ama sen taa İngiltere'ye gideceksin. Şerefsiz, bir yılcık daha bekleyemez miydin?" "Gitmem lazım biliyorsun... Ama ben de ayrılmak istemiyorum." Küçük ve buruk bir sessizlik oldu. "Yazları geleceksin değil mi?" Diye sordu Sırma. "Akademi dışında gösterilerde filan da olacağım ama, herhalde bütün yılı orada geçiremem. Mutlaka gelirim. Ama bak ben gelince ne olursa olsun Düzce'de olacaksın tamam mı, malca bir sebepten gelmemezlik yapma sakın!" Begüm karşısında yaramazlık yapan bir çocuk varmış gibi parmağını sallıyordu. Sırma cılız bir kahkaha attı ve kolunu Begüm'ün omzuna attı, birbirlerine yavru kediler gibi sarılırlarken "Ya niye bu kadar tatlısın sen, tabi ki geleceğim." dedi. Begüm yüzünü Sırma'nın omzuna gömmüştü, kızın giysisi yüzünden boğuk çıkan bir sesle "Keşke sen de İngiltere'ye gelsen." dedi. "Daha İstanbul'a gitmeye bile hazır değilim, delirdin mi kızım?" "Bari kendine bir telefon al. Ben ekime kadar burada kalacağım, en azından konuşmuş oluruz." Sırma düşünceli bir hmm, yaptı. Bunu zaten bir süredir düşünüyordu ancak ananesinin ona telefon alacak bir birikimi kaldığından endişeliydi, son ayki emekli maaşının büyük bir kısmını Sırma'nın yurduna ödemişti zaten. Sırma muhtemelen İstanbul'a gittikten sonra bir süre daha telefonsuz idare edecekti ve o sürede Begüm İngiltere'ye gitmiş olacaktı. "Ananemin maaşı yurda gitti, birkaç ay telefonsuz takılacağım. Ha, ama yurdun telefonu vardır, oradan konuşabiliriz belki. Bir yolunu buluruz işte." "Telefonun yok, hem de tek başına İstanbul'a gideceksin. Sırma sen orada nasıl barınacaksın? Kaybolursun, ananen sana bir telefon almalı." "Biliyorum. Bir çaresine bakarım diye düşünmekten ben de bir hal oldum artık." Çocuksu bir tecrübesizlik eseri, bir sınavın bütün hayatını kurtaracağını sandığı günler geride kalmıştı, şimdi asıl sınavı Sırma'yı bekliyordu ve bu sefer hiçbir hazırlığı yoktu. Mental düşüklük yaşadığı birçok an olmuştu ancak Sırma bu zamana kadar bir kez olsun ölü annesi ve babası yaşasaydı nasıl bir hayatı olurdu diye düşünmeye gerek duymamıştı. Ananesine duygusal açıdan çok bağlıydı, öyle ki Sırma'ya ebeveynlik görevini yerine getirmekle sorumlu kişi o olması gerekirken roller tersi şekilde işliyordu. Ananesi Sırma'ya yük olan hasta bir kadındı ancak Sırma onu olduğundan farklı şekilde düşünmeye gerek duymamıştı. Ancak şimdi onu korkularından arındıracak, koca bir şehirde küçük bir kız çocuğu gibi kaybolma endişesinden kurtaracak gerçek ve güçlü bir ebeveyne ihtiyacı vardı. Dile getirmese bile içten içe bu ihtiyaçla kavruluyordu. Artık yetişkin rolü yapmanın bir faydası olmadığı noktaya gelmişti. Bu sefer sorumluluklarını iliklerine kadar hissediyordu. "Burs alma hakkın yok mu?" Diye sordu Begüm. Sırma çoktandır şamandıradan akan suya dalıp gitmişti, hiçbir işe yaramayan müstakbel sorunlarını bir kenara attı ve derin bir iç çekti. "Burs kurası üniversite başladıktan sonra yapılıyor, müdür yardımcısı önümüz altı ay içinde bir kura olacaktır sıkı takip et, diye tembihlemişti. O da her yıl yeniden yapılıyor tabi. En azından bu yıl geri dönüşsüz bir burs kapsam süper olur, ananemin azıcık emekli maaşından kullanmak zor geliyor." "Ananen seninle aşırı gurur duyuyordur biliyor musun, bu yaşta her şeyi düşünüyorsun." "Düşünmekten başka çarem var mı ki? Sana biraz laf sokmuş olacağım ama benim el bebek gül bebek bir hayatım yok." "Yok canım, sorun etmiyorum, sen haklısın." Begüm'ün duru sesinde tek bir kinaye ya da alınma yoktu. Sırma birlikte geçirdikleri şu son günlerde belki de fazla duygusallaşmış ve o an gözüne olması gerekenden fazla önemli gelmiş olmalıydı; belki de doğru düşünüyordu, bunu kimse bilemezdi ama o an Begüm'ün, sahip olabileceği en iyi arkadaş olduğunu düşünmüştü. Yanağını, omzuna yaslanmış kahverengi saçlara yasladı ve "Birbirimizi hiç unutmayalım olur mu?" dedi, sesinin o anki fazlasıyla acıklı tonuna kendi bile bir noktada şaşırmıştı; sanki bir an onun adına bir başkası konuşmuş gibi garipseyiverdi. Begüm de garipsemişti, hafif bir şaşkınlıkla "Tamam, ben bile bu kadar abartmıyorum. Film gibi konuşmaya başladın." dedi. Sırma içindeki köpüklenerek şişen hüznü bastırmaya çalıştı. Çocuksu bir edaya büründü ve Begüm'ü omuzlarından tutup salladı, "Söyle balık kafalı, beni unutmayacağına Rabia'nın şopar tuvaleti üzerine yemin et!" dedi. Begüm püskürürcesine yanaklarını şişirerek kahkaha attı ve "Rabia'yı görünce de üstüne elimi tutayım mı peki?" dedi. "Yok, sadece unutursam Rabia'nın şopar elbisesini çingeneler çalsın diye beddua edeceksin." Begüm gülerken "Bunu Rabia duymamalı." dedi. Akşam eve uğramadan direkt Rabia'nın evine geçmişlerdi, Sırma'nın yanında bir telefonu yoktu ve evden çıkmadan önce ananesine sadece doğum gününe gideceğini söyleyip çıkmıştı. Rabia'nın evine vardıklarında daha kapıdan içeri girmeden kız çığlıklarını duyabiliyorlardı, pes ve kalitesiz bir hoparlörden çıktığı anında belli olan bir müzik sesi de o gürültüyü boğuyordu. İçeri girmeye kalmadan ortam Sırma'nın gözünde canlanmıştı bile. "Of yine şu kızları çağırmış. Net emin oldum şu an." Diye sitem etti. Begüm'ün zorlamalarına rağmen Sırma ayaklarını ileri itmeye uğraşıyor ama içeriden gelen baş derdi sesleri duyunca hevesi kaçıyordu. Begüm "Hadi, belki de son kez birlikte doğum günü yapacağız, mızmızlanma." dedi ve Sırma'yı kapıya sürükledi. Rabia daha görünmeden "Hani? Hani?" diye bağıran sesi geldi. Sırma ve Begüm şaşkınlıkla karışık gülerken Rabia mutfak aralığından fırladı ve yüzlerine bile bakmadan kızların ellerindeki paketleri kaptı. Sırma hediyesini kolay kaptırmaya niyetli değildi, paketi kendine çekerken huysuz bir çığlık eşliğinde "Hayvanlık etmesene! Buraya hediyelerin değil biz geldik!" dedi. Ama nafileydi; Rabia pençesini Sırma'nın eline geçirerek paketi kaptı. "İeh! ver şunu! Boşuna mı doğum günü yapıyorum sanıyorsun!" "Hayvanat." Rabia Begüm'ün elindeki paketi de kapıp parçalamaya başlamıştı, kutuların içinden iki ayrı kolye çıkardı ve jet hızında surat asarak "Bu ne lan? İkiniz de kolye mi aldınız?" diye ciyakladı. Sırma kıs kıs gülüyordu, imalı bir sesle üzerine bastıra bastıra "Evet." dedi. Begüm mağdur olduğunu o an öğrenmişti, panik ve şok içerisinde Sırma'ya döndü. "Ya! Sırma çok kötüsün, hani Rabia kolye istiyordu?" diye yakardı. Rabia'nın yılan gözleri anında Sırma'ya döndü. "Allahın cezası seni, koskoca zengin kızını niye pis işlerine alet ettin ha? Günlerdir Begüm'ün alacağı şeyi bekliyordum!" diye haykırdı, sesi içerideki müzik sesini bile bastırmaya yetecek kadar hiddetli çıkmıştı. Elindeki iki kolyeyi havada sallayarak "İnsan adam akıllı pahalı bir şey alır!" dedi. "Madem o kadar paraya ihtiyacın vardı, sana kaç defa dedim, şu üstündeki kostümü ikinci ele sat!" Begüm, yanındakine kısa bir bakış atıp Rabia'ya döndü ve saf bir pişmanlıkla kaşlarını büzdü. "Rabia gerçekten üzgünüm, Sırma kolye almam için ısrar etti." Rabia gözlerini kısarak "Sen bu saflıkla İngiltere'de daha çok kandırılırsın!" dedi. Ardından öfkesinin yoğunluğu artan bir şekilde Sırma'ya döndü. "Sen var ya, bittin kızım. İstanbula gittiğin gün o gardrobunu yağmalayacağım, kendi kıyafetlerini ikinci elciden toplarsın!" "Üstündekinden daha çok para ederler mi diyorsun?" "Hayır güzelim, bit pazarı fiyatına satılır onlar! Benimki ise ikinci el Vakko değeri görür, zaten kime anlatıyorum ki, Allahın belası bir moda sığırı duruyor karşımda!" Begüm, "Rabia bana küsmedin değil mi?" dedi. "Ne küsecek be! Bir kolyeden sebep bizi içerideki kalitesizlere satacaksa oha derim!" Rabia burnunun ucundan küçümseyici bir bakış attı. "Merak etme ben arkadaşlarıma senin gibi eşek şakalarıyla değer biçmiyorum." dedi ve kolyeyi Sırma'ya fırlattı. Sırma yüzüne gelen kolyenin siniriyle küçük bir küfür atmaya engel olamadı, Rabia çoktan pahalı kolyeyi benimsemişti ve Begüm ile nereden aldığı konusunda gereksiz bir sohbete girişirken Sırma'yı arkada bırakmışlardı. Begüm nasıl ki Sırma için en iyi arkadaşsa, Rabia da her zamanki, kabına sığmaz, çılgın kuzeniydi. Akşama doğru evdeki kız terörü ses kesmez bir inatla sürüyordu, Rabia'nın annesi çoktan misafirlerden bıkmış, yakınıyordu. Sırma kadının çenesini susturmak için bir ara mutfaktaki bulaşıkları yıkamaya yardım etmişti, ki zaten kadının eve her misafir geldiğinde uyguladığı tarife buydu. Sırma, Rabia'nın ailesini kendi ailesi gibi iyi biliyordu. Doğum günü kızının odasında yastık savaşı olduğunu duyduğunda ise tası tabağı bırakıp mutfaktan fırlamıştı, pasta çoktan yenmiş, hediyeler Rabia'nın elden parçalayarak kapması suretiyle erkenden açılmıştı. Son olarak kız kavgası yapılıyordu. Begüm ile Rabia nereden geldiğini ikisinin de bilmediği bir fikirle kendilerine hayalet kıyafeti yapıyorlardı, Rabia öylesine kafasına geçirdiği beyaz bir çarşafın üstüne gözlük ve ağız çizmişti ve açıkçası bu fikirle ne yapacaığnı kendi de bilmiyordu. Begüm'ün hayalet kostümü ise boynunda çiçek desenleri olan fazlasıyla kibar bir figürdü, evdeki en yüksek çözünürlüklü kamera onundu ve kızlar iki hayaletle birlikte senaryolu fotoğraflar çekiniyorlardı. Sırma olaya yeterince müdahil olamamanın hıncıyla gizlice Rabia'nın anne babasının odasına girmiş, aklındaki plana uygun farklı bir çarşaf arıyordu. Yatağın karşısındaki bir çekmeceyi eşelemekle meşgulken Rabia'nın annesi odaya girdi ve Sırma panikle elindeki çarşafları fırlatıp bahane üretmeye başladı: "Şey, Feride teyze kapıdan geçerken çekmecenin önünde bir şey gördüm de... Fareydi sanırım?" Rabia'nın annesi onu duymamış gibi duruyordu, yüzünde endişe vardı. "Sırma, amcan bahçede seni bekliyor kızım, bir diyeceği varmış." Sırma başta afallasa da bir şey söylemeden odadan çıktı, koridordan geçerken bir an göz ucuna birbirlerinin üstüne atlayarak saçma sapan fotoğraflar çekinen kızlar takıldı ancak oradan hızla geçti. Bahçeye çıktı ve karşısında az önce gördüğü endişeli ifadenin bir o kadar fazlası bir yüzle karşılaştı, iyice gerildi. "Ercan amca ne oldu?" Rabia'nın babası başıyla arabayı işaret etti. "Yolda konuşuruz, hemen sizin eve gitmemiz lazım" Sırma'nın gerginliği iyice bir hal oldu, karşısındaki adama uyup hemen hareket etmek istiyordu ancak şimdiden gözünde canlanan bir ihtimal yüzünden vücudu kaskatı kesilmişti. Tutuk adımlarla arabaya yöneldi ve Rabia'nın babasıyla birlikte arabaya bindikten sonra titreyen bir sesle "Ananemle ilgili mi?" diye sordu. Rabia'nın babası arabayı çalıştırırken gözlerini önünden ayırmıyordu. "Sizin bahçede bir hengame olmuş herhalde, ne olduğunu ben de bilmiyorum. Tanıdık bir komşu beni arayıp söyledi." Sırma donuklaşan yüzünü ellerine indirdi, şakaklarında bir zonklama başlamıştı. Orada doğmuş olmasa da, doğduğundan beri hep oradaymış gibi benimsediği, sevinç ve hüzün dolu bütün hayatının sembolü olmuş yere vardıklarında genç kız ahşap eve hiç yakışmayan bir manzarayla karşılaştı: çitlerin önünde sanki bahçeye girmek için zor bekler gibi kendilerini öne sarkıtıp bir şeyler görmeye çalışan alakasız birsürü insan vardı ve evin yanına bir ambulans çekilmişti. Sırma hızla arabadan çıkıp kalabalığı yardı. İnsanların arasından "Çekil! Çekil!" diye bağırarak geçiyordu ve etrafındaki umursamazlık yüzünden öfkelenmişti. Çitin ortasındaki kapıya geldiğinde karşısında bir polis buldu ve kız afallayan yüzünü kendisinden neredeyse yarım metre uzun adama dikti. "Siz ne yapıyorsunuz burada?" Diye sormaktan kendini alamadı. Boğazını giderek sıkan bir gerilim hissediyordu. Polis, kalabalığın geçmemesi için göz dağı verir gibi ileriye bakıyordu, gözleri aşağı inip Sırma'yı buldu ve ifadesiz bir sesle "Hanımefendi giremezsiniz." dedi. "Burası benim evim! Çekil şuradan, içeride ananem olmalı!" Sırma gözü dönmüş bir hiddetle polisin yanından sıvışıp içeri girmeye çalıştı, farkında değildi ama ananesinden bahsedince ona bakan gözlerde bir değişiklik olmuştu. Zar zor çitin ötesine geçti ve birden koca bir boşlukla karşılaştı. Konağın girişinde kimse yoktu, bahçenin bu kısmı boştu, ancak gözlerini sağ tarafa çevirdiği zaman güllerin olduğu tarafta birkaç insan gördü. İki ambulans personeli güllerin yanına çökmüştü, üç polis onların önünde birer korkuluk gibi dikilmiş ve bir şeyi seyrediyorlardı. Yerde tanıdık bir beden vardı. Sırma onu gördüğü an içi titredi, sarsıldı, dünyası başına yıkıldı. Asuman güllerin kıyındaydı. Yere uzanmış bedeni hareketsizdi ve Sırma'nın hiçbir zaman şahit olmadığı kadar beyazlamış yüzü, topağın üzerinde yatıyordu. Sanki son kez gül koklamak istemiş gibi oraya uzanmıştı. Ağzında kurumuş köpükler vardı. Gözleri kapalı, yüzü huzurluydu. |
0% |