@halempa
|
Rutubet.
Boğuyordu, terletiyordu, nefes alınır gibi değildi...
Dizlerini karnına çekmişti, başını öne eğmişti, kollarını etrafında çember edip dolamıştı. Gözleri karanlığa rağmen daha çok siyahlık arzulamıştı, kapalıydılar. Ev suskundu, duvarlar soğuktu, hava zifiri karanlıktı ve halbuki gündüzdü. Perdeler çekiliydi, bütün odalar güneşten uzaklaştırılmıştı. Petekler yanmıyordu, kız soğuğu hissediyor ama ilgilenmiyordu. Kendi nefes alıp verişini dinliyordu, duyduğu tek sesin bu olmasını bile dilemezdi; saf bir izolasyona ihtiyacı vardı.
Ancak bir türlü kendinden kaçamıyordu.
Uzaktan sinirlerini yıpratan rahatsız edici sesler geliyordu: biri kapıya vurup vurup duruyordu, Sırma o birini aslında tanıyordu. Her kapı vuruluşunun peşine "Sırma içeride misin?" diyen ses tiz, nazik ama endişeliydi, Sırma o sesi duydukça daha çok sinirleniyordu. Kapı vuruluyor, duvarların ötesinden yükselen o boğuk ses "Sırma? İçeride misin? Bilerek cevap vermiyorsan lütfen yapma bunu!" diyordu.
"Kapıyı aç lütfen!"
Sırtıdaki kaslar yelken halatları gibi gerim gerim geriliyordu, tırnakları avuçlarına batıyor ve yumruklarını daha çok sıkıyordu. Bu eziyetin çabucak bitmesini istiyordu. O sesin derhal kesilmesi lazımdı.
"Sırma yapma lütfen! Yarın gideceğim, son kez görüşelim! Sen benim en iyi arkadaşımsın, niye böyle davranıyorsun? Hadi dışarı çık..."
Elleri aniden kulaklarına kapandı ve dişleri alt dudağını ısırdı. Çığlık atmak üzereyken kendini durdurdu, dayanmak için kendini zorladı. Yumulu gözlerini iyice sıktı, kulaklarını kapamak için tırnaklarını etine gömene dek bastırdı, dirseklerini önüne kapayıp bedenini öne eğdi; görüntüsü ölmek üzere can çekişen bir kurtçuk gibiydi.
Dışarıdan homurdanmalar geldi, önce boğuk kalın bir ses konuştu sonra tiz bir ses itiraz etti. O ses bir kez daha inatla kapıya vururken bağırmaya başladı, Sırma'ya yine aynı yalvaran sözleri ulaştırmaya çalıştı. Ne kadar sürdüğünü bilmiyordu ancak, son kez "Yarın yine geleceğim Sırma! Bu son şansım olacak, bak son kez geleceğim!" dedikten sonra dışarıdaki sesler kesildi.
Ellerini kulaklarından indirirken derin bir nefes aldı ve tepesinden aşağı bir titreme dalgası indi.
Kader'in son söylediğinden korkmuştu, bir canavardan korkabildiği kadar şiddetle. Sonraki gün sabah erkenden yola çıktı ve günlerdir arabasının ön camında güneşlenen telefonuyla birlikte bir kez daha Doğan'ın yolunu tuttu. O günü yürüyerek geçirdi ve bu sefer telefonunu cebinde taşıdı. İronik biçimde, çalacağını bilidiği halde bu sefer telefonu yanına almak istemişti. Ve gün boyu telefon çalıp durdu. Çağrı sesini adeta sevdiği bir müziği dinler gibi dinleyerek yürüyüp durdu. Ancak bir kez olsun telefonu cebinden çıkarmadı.
Göle gittiğinde onu ilk gördüğü haliyle bulmuştu: buz gibi cansız gözleri karşısındaki baloncuklar çıkaran gölün yüzeyinde ve çevresinde dolaşıp bir farklılık bulmaya çalışmıştı. Ancak göl gamsız bir ot kadar umursamazdı: sanki içinde bir ceset yokmuş gibi sakin sakin baloncuklar çıkarmaya devam ediyor ve tek bir değişiklik belirtisi sunmuyordu.
Gamsızlığı sayesinde Sırma'nın en vefalı sır perdesi o göl, o bataklık olmuştu.
Karanlık, ormana erken gelirdi; uzun ağaçların tepesinden artık bir ışık huzmesi geçmeyecek kadar güneş çökünce ormana da loş bir akşam görüntüsü inerdi. Sırma dizlerini bükmüş, kollarını da etrafına sarmış bir şekilde yerde çömelmişken cansız gözlerle karşısındaki yeşil baloncukların patlamasını izliyordu. Gölü görmekte zorlanacak kadar hava kararınca yerden kalktı ve patikaya ilerledi. Ayakları dalga dalga inip çıkan orman toprağından düzleşmiş patika yoluna geçince durdu ve cansız gözleri sebepsizce önündeki uzun, karanlık yola baktı. Burada yırtıcı bir hayvana yakalanıp öldürülebilirdi, ya da koşarken düşüp ormana yuvarlanabilirdi; ama bunların hiçbirini düşünmüyordu. Kendini artık tanıyamıyordu, kısa zamanda bambaşka birine dönüşmüş olmalıydı, çünkü zihnindeki ürkütücü uğultu ona yabancı geliyordu.
Öne doğru geniş bir adım atarken derin bir nefes aldı ve zihnindeki o yabancı ucubeyi geride bırakma umuduyla koşmaya başladı.
Ormandan ayrılınca tahmin ettiği gibi havanın hala kararmamış olduğunu görmüştü, hala ikidi vaktiydi ve gökyüzü açıktı. Eve dönüşte akşam olmak üzereydi, soğuk gökyüzünde ayaz bir yana koyu bulutlar ve görünmeyen güneşin son ışıkları vardı.
Arabayı konağın bahçesindeki orta yola park etmek için çitleri geri çekmişti ve konağın önü savunmasız bir şekilde sokağa doğru açık duruyordu. Sırma arabayı bahçeye sokarken karşısında Begüm'ü buldu. Begüm ahşap antrenin basamağında oturmuş, gergin bir yüz ifadesiyle arabaya bakıyordu. Sırma arabayı durdurup inince o da yavaşça kalktı ve ellerini çaresizce önünde birleştirip Sırma'nın vereceği tepkiyi bekledi. Sırma arabanın önüne geçtiğinde "Ne yapıyorsun burada?" dedi.
Begüm karşılaştığı ürkütücü ses yüzünden önce ürperdi ancak o soğukluğun sebebini az çok tahmin edebildiği için yüzünde bir hüzün oluşması çok sürmedi. "Seni defalarca aradım, telefonun da açılmayınca başına bir şey geldi sandım."
Sırma yüzünde bir kas bile kıpırdamadan bakışarını sürdürüyordu. "Polisi filan aramadın değil mi? Ortalığı karıştırmamışsındır inşallah."
Begüm şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Yoo... Aklıma bile gelmedi doğrusu. Ercan amcayı aradım sadece, ormana gitmiş olabileceğini söyledi." Çenesini aşağı indirdi ve buğulanan gözlerini yere dikerek kırılgan bir sesle "Aslında seni görmek için bekledim." dedi.
"Gördün işte, merakın geçmiştir. Git evine artık geç oldu."
Begüm adeta omzuna iğne vurulmuş gibi bir yüz ifadesiyle ıslak gözlerini Sırma'ya çevirdi. "Sırma ben yarın gidiyorum. Bir yıl dönemeyeceğim."
Sırma'nın yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu, kuru bir sesle "Tamam git." dedi.
Begüm öne doğru bir adım atarken "Bize çok kızgınsın biliyorum, o yüzden böyle davranıyorsun değil mi?" dedi. "Tamam, ne desen haklısın bak. Kızarsın tabi, seni yalnız bıraktık." Çenesini kaldırıp umutla baktı, gözlerindeki hüzünlü ıslaklık sanki içeriden gelen bir ışıkla daha çok parıldamıştı. Begüm tertemiz bir gülümsemeyle "Sırma, sen benim en iyi arkadaşımsın." dedi. "Tek gerçek arkadaşımsın. Böyle vedalaşmayalım, dile kolay bir yıl buluşamayacağız."
Sırma donuk gözlerini önüne dikmiş, çenesini aşağı eğmişti. Gerçekliği sorgulanacak türden olağan dışı gibi dursa da, sanki yüzüne bir karanlık inmişti. Begüm orada ne olduğundan emin olamıyordu, Sırma'nın ne düşündüğünden de. "Bir şey demeyecek misin?"
Sırma burnundan uzun bir nefes alıp gözlerini yumdu ve açtığında "Begüm," dedi. Tonlaması çok farklıydı, basit bir kelimeden ibaret duruyordu ancak kelime Sırma'nın ağzıdan öyle bir çıkmıştı ki Begüm ağır bir azar işiteceği hissine kapıldı. Halbuki karşısındaki ödünü koparan biri olmamalıydı, o yıllardır tanıdığı Sırma'ydı. Ama niye bu kadar değişik gözüküyordu?
"Biz arkadaş falan değiliz."
Önce bomoş bir ifadeyle Sırma'nın devam etmesini bekledi; Begüm ne duyduğunu biliyordu ancak Sırma'nın yanlış anlaşılmaya müsait konuştuğunu ve bunun farkında olmadığına inandı. Başka bir şey söyleyerek bu yanlış anlayışı kapatmasını bekliyordu. Saf bir niyetti. Çünkü asla inanabileceği bir şey değildi. Ancak Sırma'nın hiçbir şey dememesi üzerine şaşkınlıkla kirpiklerini kırparak "Ne demek arkadaş değiliz?" dedi. Bu sefer sesinde yaklaşan bir duygu dalgasının hışırtısı vardı.
"Değiliz işte bu kadar basit. Lisede takılıyorduk sadece, ama şimdi sen İngiltere'ye gideceksin, orada yaşayacaksın. Her neyse işte, ikimizin de farklı hayatları var artık. Eski liseli çocuklar değiliz."
"Niye bu kadar kırıcısın?" Diye bağırdı Begüm. "Zor zamanlar geçirdiğini biliyorum ama niye bu kadar kırıcısın? Senin için her şey kötü olmak zorunda mı sanıyorsun?" Sırma'nın asla böyle bir şey düşünmeyeceğine emindi, onun bilerek kendinden uzaklaştırmaya çalıştığını düşünüyordu. Ve bu tuzağa düşmeyecekti. Hızla Sırma'nın yanına gitti ve akşam karanlığında iyice belirsizleşen tanıdık yüze inatla gözlerini dikti. "Bir anda her şey olup bitmiş gibi davranıyorsun, çok saçma! Ama sen de farkındasın, biliyorum! Öfkeni benden çıkaracaksın sadece, sonra kendini yalnızlığa boğacaksın!"
Sırma cansız gözlerini kısarak "Bir şey yapmaya çalıştığım yok, sana gerçeği söylüyorum." dedi.
"Yalan söylüyorsun!" Dedi Begüm, ısrarla her harfin üzerine vurgulamıştı. "Daha bir ay önce bana söz verdirmiştin hani? Asla birbirimizi unutmayacağız diye? Bu da mı gerçek değil?"
Sırma'nın fersiz gözlerinde bir canlanma oldu, acıydı bu. Hatırlamaktan hoşlanılmamış bir anıyla karşılaşmanın tepkisiydi. "Saftım. Hayat hep böyle devam edecek sanıyordum da ondan. Ama bak öyle devam etmiyor."
"Biz hala arkadaşız Sırma, ne olursa olsun! Daha önce de zor zamanlar atlatmıştın öyle değil mi? Ama birlikte atlattık." Sırma'nın koluna uzandı ve "Bunu da birlikte atlatacağız işte, sen sadece hıncını kendinden çıkarmaya çalışıyorsun." dedi.
Sırma ona uzanan kola tiksinti dolu bir bakış atıp geriye çekildi, "Süslü lafların bir işe yaramıyor ama!" diye bağırdı. "Anlasana artık, defol git başımdan! Arkadaş filan değiliz, senin yanımda olman da bir bok fayda etmeyecek! Gittiğin zaman başka bir hayatın olacak. Sırf zorunluluktan, bana acıdığın için arayıp halimi hatrımı sormanı istemiyorum tamam mı?"
Begüm'ün boğazından birkaç hıçkırık yükseldi. "Benim sana ne zararım dokunuyor?"
"Çünkü yapmacık! Gereksiz! Beni bu durumdan hiçbiriniz kurtaramaz, hayatım çoktan mahvoldu tamam mı? Vıcık vıcık pohpohlamalarınız da bir işime yaramayacak! Siz dilediğinizce yaşayabileceksiniz ama benim yaşayacak bir hayatım kalmadı! En azından o rahatınızı gözüme sokmanızı istemiyorum! Bu yüzden hiçbirinizi görmek istemiyorum!"
Begüm gözünden bir damla yaş akarken ona inanamamış bakışlar atarak geriye gitti. "Bu kadar kolaydı yani öyle mi? Senin gözünde bir kalemde silip atılacak insandım? Hayır, bu dediklerinin hiçbir anlamı yok..." İki yanından sarkan elleri yumuruk vaziyeti aldı, yüzü acı ve pişmanlıkla çarpıldı. Dişlerinin arasından adeta tıslayarak "Her şey bitti mi senin için?" dedi.
Sırma gözlerini bile kırpmadan "Evet." dedi. "Sen beklentiye kapıldığın için hatalısın, bende suç bulma."
"Ne dediğinin farkında mısın sen?" Diye bağırdı Begüm. "Annemin bile bilmediği sırları sana açtım! İlk aşkımı, her şeyimi! Niye peki? Çünkü senin güvenilir biri olduğunu düşünüyordum, en iyi arkadaşımdın. Hep öyle olacaktık çünkü öyleydik işte! Hayatımın en önemli şeylerini sana açmıştım ben ya... beni en iyi sen anlamıştın!" Begüm'ün ıslak gözleri daha yoğun bir acıyla Sırma'yı buldu. "Beni kandırdın mı yani? Umrunda bile değil miydim?" Sonunda var gücüyle "Her şey zaman geçirmek için miydi yani?" diye bağırdı.
Sırma'nın yüzü acı ve tiksintiden gücünü alan bir hoyratlıkla kasıldı, "Evet bunları hatırlamasam benim için daha iyi!" diye haykırdı. "Senin hayatın kusursuz çünkü! Zırva çöpü dertlerini o günlerde bile dinlerken kendi hayatımla kıyaslayıp nefret etmemek için kendimi zor tutuyordum biliyor musun? Bundan sonra da ancak böyle olabilir! Senin o müthiş, pahalı hayatını daha fazla dinlemek, görmek istemiyorum!"
"Beni kendinle kıyaslamana gerek yok ki Sırma herkesin hayatı aynı olmuyor!"
Sırma öne doğru sert bir adım atıp "Sen ne anlarsın!" diye bağırdı. "Söylediğin kadar kolay olduğunu sanan bir salaksın sen! Benim ömrüm boyu bir pisliğin içinde acı çeke çeke debelendiğimi hiçbir zaman anlayamayacaksın!"
Begüm geriye doğru ürkek bir adım atarken "Anlamama izin ver sadece!" diye bağırdı.
Sırma yumruklarını iki yanında savurdu, "İstemiyorum anlasana!" diye var gücüyle bağırdı. "Sahte hoşnutluklar istemiyorum! Bana iyimser olma artık anlayamazsın! Sadece hayatımdan defol!"
"Yapma bunu!" Begüm bağırmak istese de son anda vücudu acı dolu bir titremeyle sarsılmış ve kız perişan haldeki yüzünü ellerine kapatırken adeta inlemişti. "Niye?" Diye inledi bir kez daha. Ardından cılız ve hıçkırıklarla frenlenen kesik bir yalvarış başladı: "Sen böyle biri değildin... Annem gibiydin sen, ondan başka beni bir tek sen anlıyordun... Niye? Böyle olmak zorunda değil ki, yapma bunu! Seni kaybetmek istemiyorum, bin defa bile söylerim bunu! Sen benim tek arkadaşımsın Sırma..."
Sırma bu noktadan sonra istese de Begüm'ü yollayamayacağını biliyordu; Begüm ağlamaya başladığı zaman tüm mantığını kaybediyor ve sağırlaşıyordu. Çaresizce kaşlarını çatmış olmasına rağmen ona artık git diyen acımasız gözlerle bakıyordu. Ancak Begüm bunu görebilecek halde değildi; ellerini yüzüne kapamıştı, kırılan kalbinin hıncını yüzünden çıkarmak ister gibi inatla ellerini yüzüne bastırıyordu. Sırma kendinin de çaresiz kaldığını düşünmeye başladığı noktada hiç beklemediği bir şey oldu ve bir silüet yanından hızla geçti. Sırma bir anlık korkuyla gözlerini irileştirerek o yabancının kim olduğunu görmeye çalışırken karşısında tanıdık, ama bu sefer donuk yüz ifadesinde öfkenin de bulunduğu Oğuzhan'ı gördü. Oğuzhan hızla Begüm'ün yanına gidip kolunun altına girdi. Sırma şaşkınlıkla "Senin ne işin var burada?" dedi. Oğuzhan'ın burayı bilmediğine emindi, bir tek Begüm ona konağın yolunu tarif etmiş olabilirdi ancak onun bunu niye yaptığını merak etti.
Oğuzhan kirpiklerinin altından ters bir bakış atarak "Dün ikimiz de buradaydık." dedi. "Onu niye ağlattın?"
Sırma'nın yüzü ifadesizleşti ve gözlerini yeren indirdi. Geriye bir tek Begüm'ün anlamsızlaşan inlemeleri ve hıçkırıkları kaldı. Oğuzhan her zamanki gibi kimseye göstermediği kibar tarafını Begüm'e sunuyordu, yavaşça kolundan çekerken "Gidelim Begüm. Böyle olacağı belliydi." dedi.
İkisi birbirlerine sarılarak sanki güç buluyordu, ama onları izlerken Sırma tam tersine daha da güçsüz hissetti. Onların güzel ve kusursuz hayatına kilometrelerce uzak bir hayatı vardı ve tam da olduğu gibi, o an da onlardan olabildiğince uzaklaşmayı istedi.
Begüm, Oğuzhan'a sokularak hıçkırıklarını durdurmaya çalıştı ve Sırma'nın yanından hiçbir şey demeden geçip gitti. Sırma yine gözlerini yerden kaldırmadı. Oğuzhan hem Sırma'ya olan sinirinin iyice yükselmesi hem de tek zayıf noktası olan Begüm'ün kalbine dokunan hali yüzünden ikilemdeydi, Sırma'ya son kez bakarken burbundan öfkeyle soludu. Begüm'e bunun yapılacağını eninde sonunda bilen tek kişi oydu ve Begüm perişan olmuşken bundan keyif alamıyordu. Ancak o an garibine giden ve hiç tahmin etmediği bir şeye şahit olmuştu: Begüm'ü kendine yaslayarak bahçeden çıkıyordu. Konaktan uzaklaşırlarken son kez, bahçenin içinde amaçsızca dikilen karaltıyı gördü. Sırma'nın silüeti bir anda, sanki bacaklarına felç inmiş gibi aşağı çöktü, vücudu dizlerinin üstüne yığıldı.
Sanki kendini taşımaktan yorulmuş bir peri bacası gibi çökercesine.
Günler de göl gibi umursamaz ve trajedilere bir tepki sunmaz haldeydi. İnsanların hayatları mahvoluyor ve bazısı ölüyor, bazısı daha mutlu oluyor, bazısı da her şeyini kaybederken o günler hiçbir şey olmamış gibi aynı tempoda sürüp gidiyordu; zaman tırpanını tüm bu acıya karşı bomboş ve tepkisizce sürmeye devam ediyordu.
Elde ettiği yalnızlığın içinde boğuluyordu, ancak o günlerde Sırma'ya şahitlik eden bir başkası da vardı; varlığından haberi olmadığı biri.
Yalım, kızı tahmin ettiği üzere konakta bulmuştu; o geceden sonra konağın önüne gittiği ilk günden kızı bahçede görmüş ve emin olmuştu. Kızın haber vermeden arabayı yıkıntı sokağına bırakıp gitmesi ve verdiği numaranın çağırlarını bir kez olsun açmaması üzerine göğsünde bir boşlukla çaresiz kaldığını sanmış olsa da sonunda onu bulmuştu. Yüzünü ilk kez gün ışığında görüyordu, gece vakti loş ışıktaki belli belirsiz görüntüsünün aksine bu hali muhteşemdi. Gündüzleri siyah yeleli bir peri gibi bahçede dolaşıp duruyordu, hatta bir seferinde konağın sağ tarafındaki gül hendeğine eğilip kaşlarını çatmış ve diken saçaklarının arasından beyaz bir yılan derisi çıkarmıştı. Kız elindeki kuru deri şeridine ters ters bakarak bir süre düşünmüş, sonra onu toprağa bırakıp konağın arkasına yürümüştü. Yalım artık emindi: onu bir daha görmeden geçireceği bir gün bile olsun istemiyordu.
Ancak Yalım'ın ileriye dönük sarhoş hayallerini sekteye uğratan bir gün olmuştu, görünüşe göre güzel kız sonsuza dek her gün o konaktan çıkıp ikindiden sonra da bahçede dolanıp Yalım'a bir iki saatin güzelliğini sunmayacaktı.
Aradan yedi ay geçmişti, Sırma birbirlerine ayna tutan sancı şeridi günlerinden herhangi birindeydi ve ananesinin odasındaydı. Zaman can sıkıntısını öyle yontmuştu ki ölülerin odasına girmeme fikrinden bile vazgeçirmişti, artık günlerini ananesinin dolu defterlerini ağır bir roman okur gibi gerçekler yüzüne çarparak okuyordu.
Yaz mevsimiydi ve hava geç kararıyordu, henüz ikindi olmasına rağmen gökteki kalın bulutlar odaya yeterli gün ışığı yansıtmıyordu. Sırma karanlığa alışmış gözlerle ve sessizliğe hipnoz olmuş bir şekilde kucağındaki bir günlüğü okumaktaydı. Zil çaldı. Uzun zamandır duymadığı ürkütücü bir sesti bu, o yüzden vücudu şiddetle gerildi. Açık kapıdan koridorun ilerisindeki dış kapıya tereddütlü bir bakış attı, ardından o kalın ahşabın ardındaki zorlukla yüzleşemeyeceğini düşünüp pes edercesine çenesini aşağı indirdi ve yalnızlığına uygun tek dostu sayfalara geri döndü. Ancak dışarıdaki her kimse zile defalarca vurup duruyordu. Ses öyle bir hal almıştı ki artık zil durmaksızın duvarlarda yankılanıyordu. Sırma ifadesiz suratında belli belirsiz bir gerilimle kucağındaki günlüğü kapattı ve bir kenara fırlattı. Sonunda siniri tepesine çıkmıştı. Yumruklarını sıkarak dış kapıya yöneldi ve kapıyı bir çarşaf gibi savururcasına açtı. Karşısında ne bulacağını pek düşünmemişti, her ne olursa olsun rahatsız edici bir şey olduğu kesindi. Ancak tanıdık bir yüzle karşılaşmayı ummamıştı. Rabia çekingen bir gülümsemeyle karşısında duruyordu.
Hem de beklemediği bir teklifle.
Rabia ona olayları uzun uzun anlatırken en sonunda "Babam bu işi küçük amcasının ayarladığını söyledi." dedi. Sırma o an bomboş bir ifadeyle Rabia'nın ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu, "Ee?" dedi. Rabia kanepede heyecanla kıpırdanıp Sırma'ya yaklaştı ve sanki saklı tutulması gereken bir sırdan bahseder gibi abartılı bir çabayla fısıldadı. "Bak böyle yerlere aslında referansın olmadan giremezsin, bu işi o adam ayarlamış olmalı. Hele benim gibi daha ilk senesinde biri için Shereeton'da çalışmak hayal bir şey! Adamın bize sağladığı fırsat çok büyük Sırma! Girelim bu işe!"
Sırma önce şaşkınlıkla kaşlarını büktü, ardından yine ifadesizleşti. "Sahi sen daha aşçı bile sayılmazsın, orada ne iş yapabileceksin ki?"
Rabia oflayarak yüzüne düşen bir perçemi geriye attı. "Ya komilik filan yaparım en azından, ne olursa tamam bana! Koskoca Shereeton kızım! Orada garsonluk yapsam bile iki yıllık stajımdan daha gösterişli!" dedi. Rabia tercihini tıpkı Sırma gibi İstanbul'a yapmıştı ve orada gastronomi okuyordu. Bahsettiği konu onun için fazlasıyla veli nimet konumunda olsa da Sırma hala içinde bir kıpırtı hissedemiyordu; söz konusu iş mevzusuna kendinin bulaştırılma sebebiyle ilgili bir fikri dahi yoktu. "İyi de benim mevzuyla alakam ne? Benim bir işim yok ki, orada ne yapabilirim?"
Rabia çantasından bir broşür çıkarıp Sırma'ya uzattı. "Bak bunlar personel oryantasyonuyla ilgili, detaylı bir çok şey yazıyor." Sırma'nın önüne tutuşturduğu broşürde bir anda Rabia'nın ojeli tırağı belirdi ve devam etti. "Bir sürü bölümden işçi alacaklarmış bu yıl. Şu restoran güvenliği yazan kısıma da üç eleman alınacakmış." İri zeytuni gözlerini Sırma'ya geri çevirdiğinde ışıldayan bir merak vardı. "Alımlar yapılana kadar bir iki aylık bir kursa gidersin, güvenlik sertifikası alırsın ha?"
Sırma önündeki kağıdı itip bıkkın bir nefes verdi. "Torpille işe girsem bile çok duracağımı sanmıyorum. Pat diye durduk yere önüme bir şey çıkardın Rabia. Yapabileceğimi sanmıyorum."
"Ha buldun da buluşturdun yani?" Diye sitem etti Rabia, tepkisi öylesine gösterişliydi ki oturduğu yerden kendini geri savurmuştu resmen. "Ömründe kaç kere böyle prestijli bir otele girebileceğini sanıyorsun acaba? Hem tatil gibi bir yerde olacaksın hem de para kazanacaksın bunun düşünmelik bir şeyi yok."
"Adam benim de işe girmemi sağlar mı ki?"
"Babama iki kişilik bir imkan tanıyacağını söylemiş işte kızım!"
Oturduğu kanepede kararsızca başını geriye yasladı ve tavanı izledi. "Yok... Sen zaten yaz bitince İstanbul'a geri döneceksin, taa Samsun'larda bir başıma kalamam."
"Ohoo! Kızım! Sen beni hiç dinlememişsin ya! Kaydımı aldırdım dedim ya sana? Artık Samsun'da okuyacağım. Sırf bu iş için ben nelerle uğraşıyorum, sen gelmiş yapamam filan diyorsun!"
Sırma şaşkınlıkla ona dönüp "Otelde part time mi çalışacaksın yani?" dedi.
"Yani... O kısmına bakacağız işte. İşe bir gireyim de, gerekirse dönemlerde işten ayrılabilirim ama kesinlikle bu fırsatı kaçırmak istemiyorum yani. Stajda da kesinlikle yine babamın küçük amcasından referans istettireceğim, kolay yoldan Shereeton'da stajımı da yapmış olurum diye düşündüm. Bak Sırma birlikte ev tutarız, üstelik aynı yerde çalışacağız. Çok güzel değil mi kızım? Ben artık üç yıl Samsun'dayım, sen de benimle kalırsın işte!"
Rabia böyle söyleyince Sırma'nın gözündeki önyargı tükenme noktasına gelmişti. Sonunda onun da aklına yatmıştı. Duvarlarına bakmaktan bıktığı evde gözlerini gezdirirken bu bir fırsat olmalı, diye düşündü. Belki de ummadığı bir yoldan hayatını düzeltme imkanı bulmuş olabilirdi. Ve emin olduğu bir şey vardı ki, geçmişin pençesinde yaşamak hastalıklıydı; geçmişini düzeltemiyordu, kendini sonsuza dek hayattan izole etse bile. Sırma artık geçmişinden kaçabileceği bir yol istiyordu. Bu fırsat belki de aradığı umut ışığı olmuştu. Zihninden bu kez, bu kez olacak, diye geçirirken Rabia'ya döndü ve sonuda silik bir gülümsemeyle "Tamam." dedi.
Hayatıyla ilgili belki de ilklerin başlangıcı o radikal kararı atmıştı.
Rabia'nın Sırma ile ilgili fark ettiği bir şey vardı ki, Sırma kesinlikle eskisi gibi değildi. Bunu ananesinin ölümünden sonra yalnız geçirdiği onca süreye bağlamak istiyordu, ama yeterli değildi sanki... Sırma'nın psikolojisinin tahmin edilmez bir değişim geçirdiğini düşünebilirdi ancak içinden bir ses sebebin tam olarak bu da olmadığını söylüyordu. Samsun'da ortak bir ev kiralamışlardı, ilk önce yaz ayında işe birlikte gidip geliyor ve neredeyse günün her saati birlikte oluyorlardı. Bu sayede oryantasyonu da kolay sağlamışlardı, Sırma bile güvenlik görevlisi olmak için gittiği yerde hiç bilmediği, elinin alışık olmadığı bir meslekte çalışmaya başlamış ve hemen alışmıştı. Ancak bir sorun vardı: Sırma konuşmuyordu. Rabia git gide onun bir başkasına dönüştüğünü düşünür olmuştu.
Bir yıl sonra Sırma'ya üniversiteden uyarı mail'i gelmişti, kayıt dondurma süresi sonlanmak üzereydi. Kaydını yaptırali tam iki dönem geçmişti ve Sırma'nın artık üniversiteye geri dönmesi lazımdı. Kararsızlığını gözlerinden görmek mümkündü, Sırma'ya kalsa hiç üniversiteye gitmelik bir hevesi yoktu. Ancak gitmeye karar vermişti, Rabia en azından onun yavaş yavaş hayata döndüğüne seviniyordu.
Sırma İstanbul'a gittikten sonra Rabia'nın onu bir daha görebilmesi için hiç ummadığı kadar uzun bir süre geçmesi gerekmişti. İçindeki ses haksız değildi, Sırma'nın bambaşka birine dönüştüğü konusunda yanılmamıştı. Sırma gerçekten de bir yabancı gibi davranıyordu ve bunu Sırma'yla yüzyüze hiç konuşmamış olsa da, Begüm'e yaptığı muameleden biliyordu. Lisedeki arkadaşlar üç parçaya ayrılıp uzaklaşmışlardı; Rabia Samsun'da, Begüm İngiltere'de, Sırma İstanbul'daydı.
Galiba geçmiş, geçmişte kalmıştı. Artık geçmişin trajedisini usulca içinde yaşayan küskün eski dostlar olarak hayatlarını sürdüreceklerdi. |
0% |