Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15 | yalan

@halempa

"...baktım orada kedi gibi döne döne dolanıyor, sorayım dedim derdi ne. Meğer bu Deniz'in hayat sigortası mı ne varmış, ondan gelmiş. Adam da işe gitmiş, soracak kimse bulamamış. Ben orada olmasaydım tabi eli boş dönerdi. Ama çok hanım bir kız, bir kibar konuşuyor bakıp durursun. Çok da cana yakın! Bir iki soru sordu sonra bir kaynaştık, unuttuk, daldık sohbete. Nasıl da sevecen, gerçi ilk görüşte dersin ki züppe bir şeye benziyor ama saf anacım. Kızın aklı saf, içi temiz! Bir yalan at, şıp diye inanır. Valla yalan yok arada bir iki yalan da attım ama baktım inanıyor benim de çenem gevşedi..."

Kadınların havayı yırtan kahkahaları onu dalgın ruh halinden söküp aldı. İkindi vakti akşama dönüyordu. İşten omzuna yüklü bir yorgunlukla ayrılmış, bilinci akıp giden hayatın içinden soyutlanmış halde evin kapısını açmakla uğraşıyordu. Deja vu hissine kapıldı. Cebinden anahtarını çıkarıp kapı kilidine sokarken duraksadı, başını ilerideki yaban arısı gibi vızıldayan kocakarılara çevirdi. Tanıdık, diye düşündü. Sanki daha evvel de birisinin uzaktan yükselen sesiyle dalgınlığından böyle koparılmıştı. Fakat zihni işten tükenmişti. Bu halinden nefret ediyordu. Ama yine de bur durumu boş geçen zamanlarda safi düşünüp vakit öldürmeye tercih ederdi. Bedenini yormadığı zaman zihnindeki düşünceleri durduramıyor ve bu onu delirtiyor ve de en nefret ettiği haline dönüştürüyordu. Bir çıkmazın içerisinde yaşamaktansa hiç düşünmemek daha iyiydi.

Bütün gün aynı sebepleri tekrarlayarak kendini haklı çıkarmaya çalışan inatçı müşterilerle uğraşmıştı ve haliyle konuşan sesler duymaktan bıkmıştı. Hepsi bu. Herhalde bu yüzden, diye düşündü.

İçeri girmeden önce son bir kez dönüp baktı. Kiracısı olduğu evin sahibi kadın hiç görmediği kadar keyifliydi, daha önce görmediği başka bir kadınla hararet içerisinde dedikodu yapıyor, konuştukları şey ne halt ise kollarını havada o yana bu yana savuruyor, neşeli kahkahalar atıyordu.

Eve girince her zamanki yavan sessizlik onu karşıladı. Konuşan seslerin yanı sıra fazla sessizliğe de tahammül edemeyen zihni sinyal veriyordu. Duvarların içine sinmiş sessizliği bastırsın diye odasındaki laptop'u salona götürüp kanepenin yanındaki küçük sehpaya koydu, bir video açtı ve konuşmacının ne anlattığını dinlemeksizin banyoya geçti. Her günki gibi derisine sinen işyeri kokusunu üstünden atarcasına suyu üstüne boca etti. Kasları sıcak suyun dokunuşuyla gevşedi, yıpranmış sinirleri bir nebze yenilendi. Duştan sonra iştahı gelmişti, mutfağa gidip dünden kalma yiyecekleri ısıttı.

Bilgisayarda ne olduğunu umursamadığı sesler hala homurdanmaya devam ediyordu. Yemek yedikten sonra evdeki keyif aldığı tek eşya olan hamağa uzandı. Yaşadığı eve olan ilgisizliğine rağmen hamağın yerine büyük özen gösterip onu bir yıl evvel loş ışıklı evin en çok ışıkla beslendiği köşesine koymuştu. Burayı seviyordu. Sadece bu hamağı ve içinde sallanıp aylaklık yapmayı evde geçirdiği zamana değer görüyordu. Ne evde yaşamaktan ne de işe gitmekten memnundu. Hepsi gözüne aynı olayların farklı versiyonları olarak geliyordu. Boş hayatında minik olmasına rağmen güzel olan tek detay bu hamak ve içinde güneş banyosu yapmaktı. Bereket olsun, yılın bu vakti az çok güneş alan bir cepheye bakan penceresi vardı. Orada uzanmış sallanırken güneşin bayıltan sıcağında mayışır, sakinleşir ve bazen uyurdu. Nokta kadar küçük ama onu iyi hissettiren tek an.

Güneş hamağa vurup, yıpranmış döşemeye gölgesini düşürüyor, beyaz tavana yansıyıp olduğundan daha parlak gösteriyordu. Bir süre boyunca boş gözlerle tavanı seyretti. Yorgunluğa rağmen uykusu gelmedi. Bir bacağını dışarı sarkmış, parmak ucuyla yeri iterken hafifçe sallanıyordu. Hiçbir şey düşünmüyordu. Daha doğrusu şu anki hayatında düşünecek kıymette bir şey yoktu.

Gece, geç bir vakit sessizliği yırtan zilin sesiyle uyandı. Uyku mahmuru gözleri tavandaki yanan ışığa doğrudan mağruz kaldığı gibi kısıldı. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama ışık açıkken uyuyakalmıştı. Hatırlamasa da bir ara kalkıp su içmek için ışığı yakmış olabileceğini düşündü. Ardından duyduğu sesin zil mi yoksa kocakarının kahkahası mı olduğunu düşündü. Zihni hala tam uyanmamıştı, hamakta doğrulup merdivenlere baktı. Kısa bir süre etrafına bakıp sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştı. Boş bir gayrete düştüğüne karar verip duyduğu sesin zilden geldiğini anlayınca hamaktan kalktı ve sersem adımlarla merdivenlere ilerledi. Aşağı inerken saatin kaç olduğunu düşündü.

Demir kapının kilidine uzandı, ağır sürgüyü çekti ve kapıyı açtı.

Kapıyı açtığı an canlı bir mavi içerisinde ışıldayan bir kadınla karşılaştı. Kadının anormal düzeyde parlak kıyafeti yüzünden gözleri kamaştı, ama bu kadar şatafatın evinin önünde olması daha da garibine gitti. Daha da garibi, ne kadar olduğunu tahmin edemediği ve neden olduğunu bilmediği bir süre boyunca öylece bakıştılar. Uyku sersemliğinden sebep belki de, bir kelam etmeksizin kadına aval aval baktı.

"Merhaba Deniz."

Tanımadığı birinin ağzından bu ismi duyunca irkildi. Ya da onu tedirgin eden asıl şey tanımadığı bu kişinin yüz yıldır birbirlerini tanıyorcasına doğal bir samimiyetle hitap etmiş olmasıydı.

"Beni hatırladın mı?" Diye sordu kadın. Sesi hala samimi tondaydı ve de gözlerinde doğal olarak onu tanıması gerektiğini söyleyen bir bakış vardı. Ama adamın onu tanımadığını çok geçmeden anlamışçasına, bir cevap beklemeden elini uzattı. "Sırma ben. Geçen hafta sokakta karşılaşmıştık." Açıklama yapmış olmasına rağmen bunu kendi kendine idrak etmesini bekliyor olsa gerek; dikkatle adama bakıyor, sanki tanımasını bekliyordu.

Keşke kapıyı açmasaydım, diye düşündü o an. Sadece kısa bir problemi halletmek için birinin geldiğini düşünüp hemen yatmaya döneceğini düşünmüştü ama karşısında allak bullak bir durum ile tanımadığı bir kadın belirmişti. Boğazını temizleyip "Üzgünüm, kim olduğunu hatırlamıyorum... Ne için gelmiştin?" diye sordu. Geliş sebebinden daha fazla merak ettiği şey adını nereden öğrendiği olsa da lafı uzatmamak uğruna çabucak meseleyi halledip uykuya dönmek istiyordu.

"Yine hatırlamadın ama ben seni hatırlıyorum." Dedi kadın.

Kadının seni hatırlıyorum, diye bağıran gözleri inatla gözlerinin içine bakıyordu. Ortamda garip bir gerginlik oluştu. Kelimeler kulağında çınlarken bu sözü daha evvel duyduğunu hatırladı. Ardından kadının yüzünde sanki onu o ana kadar tanımasına engel olan gizli bir perde varmış da çekilmiş gibi azar azar hatırladı. Belki de değişik saç renginden ötürü onu tanımakta zorlanmıştı. Çünkü hatırladığı kadarıyla geçen haftaki kadından farklı duruyordu. "Hatırladım." Dedi kısık sesle. "Sen geçen haftaki kızsın." Zoraki nezaketten vazgeçmiş, içindeki şüphe tohumu filizlenmişti. "Adımı nereden biliyorsun?"

"Aslına bakarsan, geçen yıl Asor'da komşuyduk. Aynı apartmandaydık, ama hiç konuşmadığımız için hatırlamaman normal." Parmaklarının boğumlarıyla uğraşırken azalan bir sesle "Sen kimseyle konuşmazdın zaten." dedi.

Adamın çatık kaşları daha da derinleşti. Gözlerini kısmış, dikkatle kadını daha iyi tanıyabileceği bir ipucu arıyordu. "Asor'da komşu muyduk?" Açıkçası inanmakta zorlansa da bunu itiraf etmekten çekindi; Asor'da kaldığı zamanların zihninde hiçbir önemi kalmadığından oradaki anıları bayağı silikleşmişti. Ayrıca kadın haklıydı; sebepsizce içine işlemiş komşu nefreti yüzünden çok kez yaşadığı mevkinin insanlarıyla iletişim kurmaktan kaçınırdı. "Bunu bilmiyordum." Dedi, aklının bir köşesi hala belleğinde kadın ve Asor'a ait ortak bir görüntü bulmaya çalışıyordu. Ve hiçbir şey yoktu, geçen hafta hariç bu kadının yüzünü gördüğü hiçbir anıyı hatırlamıyordu. Ama buna rağmen şüpheye düşmedi, daha doğrusu düşemedi. Simaları hatırlama konusundaki bu yeteneksizliğinden çok çekmişti. "O zamanları pek hatırlamıyorum."

"Sorun değil." Dedi kadın.

Kadının gözlerinde giderek yoğunlaşan bir şey olduğunu farketmişti. Bunun ne olduğunu tam olarak ifade edemiyordu fakat tüylerinin ürpermesine neden olmuştu. Huzursuzlanmıştı, kadının derin bakışlarından kurtulmak istercesine ağırlığını bir kalçasından ötekine vermeye başladı. "Eee..." Kadının şuurunu kaybetmişçesine giderek daha da sessizleşip onu seyretmesinden oluşan rahatsızlık dayanılmaz bir hal aldı. Cırcır böcekleri hariç ortamın yoğunluğu gittikçe sessizleşiyordu. Havadaki donukluğu yırtmak istercesine boğazını temizledi. Fakat kadın hala ısrarla ona bakıyordu. Adam ne olduğunun farkında değildi ve kadının ne derdi olduğunu bir türlü kavrayamıyordu. Utanma özrü olmasaydı dolandırmadan "Kapımı çalıp rahatsız eden sensin, neden hala açıklamada bulunmuyorsun?" diye sorabilirdi ama bunu benliğini kısıtlayan sosyal normlar yüzünden yapamıyordu. Karşısında yabancı bir kadın varken kovarcasına ondan hesap soramıyor, kendini ağırdan alıp beklemek zorunda hissediyordu. Fakat anlaşılan, kadının utanma kabiliyeti kendininki kadar gelişmiş değildi. Sanki o bana değil de ben ona gelmişim gibi açıklama yapmamı bekliyor, diye düşündü.

Trajikomik.

Bu trajikomik saçmalığı daha fazla sürdürmekten yorulup derin bir nefes aldı ama nedense o anda kadın, zihnine gökten bir fikir düşmüş gibi silkelendi. "Özür dilerim, seni de boşuna ayakta bekletip duruyorum." Dedi birden.

Konuşmak üzere hazırlanmış ağzı bir ip gibi iki yana gerildi ve kadının diyeceği şeye dikkat kesildi.

"Gerçekten özür dilerim. Bunu nasıl diyeceğime bir türlü kestiremediğimden şaşırıp seni de ayakta bekletir oldum. Çok haklısın, yani, garipsemekte haklısın."

"Sorun değil." Sorun. Sabırla kadının ağzındaki baklayı çıkarmasını bekliyordu.

Kadın arkasındaki evi göstererek açıklamaya başladı." Şu karşıdaki ev, benim arkadaşıma ait. Adı Kaşif... Onu tanıyorsundur belki, komşusunuz da. Kendisini ziyaret etmek için akşam uçağıyla Muğla'dan gelmiştim ama bir sorun çıktı..."

Kadının Asor'da oturduğunu duyduğunda Muğla'da yaşadığını anlamıştı. Asor, yüksek maaşlı ailelerin oturduğu geniş bir siteydi ve kendi de yazın oraya ancak referans alarak yerleşebilmiş, fazla sürmeden de kiranın maaşına dayadığı yükten dolayı taşınmak zorunda kalmıştı. Yaz ayıydı ve sitenin havuzunda keyif çatabilmek, kısa süreliğine de olsa yerleşik bir tatil yapabilmek için öylesine yüksek bir kira bedelinin altına girmişti. Sonra da kelimenin tam anlamıyla batmış, daha yüksek maaşlı işi olan daha düşük kiralı bu yere taşınmak zorunda kalmıştı. Şimdi hatırlayınca yaptığı şey için pişman değildi. O zamanlar kafa dağıtmaya ihtiyacı vardı, öyle ki ölümden dönmüş birinin ilk nefese ihtiyaç duyması gibi.

"...sonra bana evindeki tüm eşyaların bulaş riski olduğunu söyledi. Doktor ilaçlamanın faydasının olmayacağını söylemiş o yüzden beni içeri almıyor. Alamıyor açıkçası."

"Afedersin, neyden sebep o eve giremiyorsun?"

"Dedim ya, uyuz kapmış."

Uyuz?... Bu karmaşık durumun kendisiyle ne alakası olduğunu çözmeye çalışıyordu. "Yani şimdi oraya giremiyorsun." Dedi karşıki evi işaret ederek.

Kadının ince kaşları yukarı doğru burulmuştu, yüzünde mahcup bir gülümsemeyle "Evet, tam olarak öyle." dedi.

"İstersen sana iyi bir otel önerebilirim, otel yakında değil ama buralarda taksi var. Durağa kadar gitmene yardımcı olurum." Son sözü istemeyerek de olsa söylemek zorunda kalmıştı. Sonuçta kadını durağa postalarsa bu yorucu sorundan kurtulmuş olacaktı.

"Aa, şey..."

Ney? Yine ney? Dirayeti tencerenin dibine varmıştı artık, patlamak üzereydi. "Paran mı yok?"

"Hayır, hayır!" Kadın ani çıkışının ardından kısa bir kahkaha attı. "Yine de düşünceli olduğun için teşekkürler."

Sana para veririm demedim ki, diye düşündü. Yoksa uykudan bir ara demişti de farkında mı değildi...

Kadın denen varlık korkunç bir muazzamlık ürünüdür. Sırma buraya Muğla'dan uçakla gelmemişti ama buraya gelene kadar zihninde bir dantelin işlemesi gibi en ince detayına kadar karşılaşacağı problemleri düşünmüştü. Deniz'in ona sorabileceği her soruyu önceden düşünüp kendi cevaplarını üretmişti. Üretmişti çünkü olmayan bir hikayenin de senaryosunu kendisi yazıyordu. Nitekim şimdilik Deniz, tahmin ettiğinden daha az soruyla onu karşılamıştı ama Sırma hala tetikteydi. Ancak şimdi, planladığı diyaloğun ilk eşiğine ulaşmıştı. Ona göre bu eşik en zor ve en alışılmadık olandı. Sırma eğer bu eşiği atlatabilirse geriye kalan diğer eşikleri de atlatabileceğine inanıyordu. Ve bu anı çok düşünmüştü. Zihinde eskiden kalma ne kadar hazır yalan, ne kadar kurgu hikaye varsa hepsini süzgecinden geçirip elemişti. Deniz'i ikna edebilecek en nadide yalanı arayıp durmuştu. Nitekim bulmuş muydu, bundan kendisi de emin olamıyordu. Denemekten başka çaresi olmadığına karar verip çözümü bu ana bırakmıştı.

"Geldiğimden beri çantamı kurcalıyorum da..." Dili zorla dönüyormuş olsa gerek "Cüzdanımı... bulamıyorum." diye kekeledi Sırma.

Cırcır böceklerinin şarkı söylediği durgun gecede birbirlerini seyrettiler. Adamın burnuna şimdi baş derdi kokular geliyordu. Ve kadının gözleri nemlenirken bundan daha da emin oldu. "Pasaportum, nüfus cüzdanım, ehliyetim... Hepsi içindeydi. Galiba bir yerde düşürdüm."

Kahretsin...

"Mahsuru yoksa..."

Keşke kapıyı hiç açmasaydım, diye düşündü.

"Bu gece burada kalabilir miyim? Şu an senden başka tanıdık kimsem yok."

Loading...
0%