Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18 | şüphe

@halempa

Başındaki ağrı onu uykusundan uyandırmıştı. Elini yüzüne götürüp ovuşturdu. Kafası bomboştu. Önce ne olduğunu hatırlayamadı. Odadaki sessizlik ve her zamanki gibi yalnız olması normal geliyordu. Uyku sersemliği geçmeye başladığında, olanları hatırladı. Gece, bir ara zil sesiyle uyanmış ve yabancı bir kadını boktan bir sebepten ötürü evine almak zorunda kalmıştı. Kadının salonda uyuduğunu hatırlayınca tüm rahatı kaçtı. Kolunu kaldırıp saatine baktı ve sabahın beşi olduğunu gördü. İki saat sonra işe gitmesi gerekiyordu, en sevmediği şey başına gelmiş, zamanından evvel uyanmıştı. "Off..." Yüzünü ovaladı. "Bok gibi hissediyorum..."

Çoktan uykusu kaçmıştı. Ağrıdan başını yastıkta tutamıyordu. Bir kadına, bir şansına söverek homurdana homurdana yataktan çıktı. Kalkınca üzerinde bir ağırlık hissetti. Bedeninde bir gariplik vardı, hem başı ağrıyor hem daha yeni uyandığı halde halsiz hissediyordu. Ömründe ilk defa başına gelen bu garipliği anlayamamıştı. O ne hastalığı ne ağrısı olan insanlardandı, bedeninin aciz düşmesine alışık değildi.

Sendeleyerek odadan çıktı. Öyle susuz kalmıştı ki dili damağı kupkuruydu, boğazında bir ateş vardı. Bulanık gördüğünü fark etti, bacaklarındaki enerji sanki her adımında köreliyordu. Ensesinden kafa derisine doğru bir karıncalanma hissetti ve duvara tutunmak için elini uzattı, ama duvardan çoktan uzaklaştığını görememişti. Bir saatin yüksek sesini duydu, tik tak sesleri her yerden geliyordu. Yönünü, görüşünü kaybetti ve önünde derin, karanlık bir kuyu belirmişçesine düştüğünü hissetti...

Sırma ise gecenin son demlerinde yine tehlikeli kelimelerle, ateşle oynar gibi oynamaktaydı.

"Görmedin sanırım, bayağıdır seni izliyorum." Yalanlarını sınırlayabilecek bir güç yoktu.

Adamın çabuk tavırları göze batıyordu, elini saçlarına öyle bir hızla daldırmıştı ki sanki kendisi yavaş görüyormuş gibi geldi. Adam, yine çabukluğuna uygun bir şekilde kendi kendine mırıldanıp sağa sola bakındı. "Bayağıdır mı?"

Sırma bu anlamsız soruyu sorduğuna şaşırdı, yoksa adam düşündüğünden daha yakın zamanda mı oraya gelmişti?

Karanlıkta pek belli olmasa da, adamın bir kaşını kaldırmış halde baktığını hissetti. "O kadar olduğunu sanmıyorum, daha yeni geldim."

Sırma tüm soğukkanlılığıyla bezgin bir iç çekti. "Lafın gelişi dedim."

Adam çenesini kaldırıp "Ha." diye bir ses çıkardı.

Bir sessizlik oldu.

Adam yine panik atak geçiriyormuş gibi görünen çabuk tavırlarıyla bir arkasına bir Sırma'ya dönüp "Ha sen bir şey sormuştun değil mi, pardon." dedi.

Sırma imalı bir gülüşle "Haa, öyle." dedi.

Adam'ın loş karanlıkta bir dudak kenarının yukarı seğirdiğini gördü, şafak söküyordu. "Burada benim arkadaşım oturuyor, bi uğrayayım dedim."

"Neden?"

"Neden mi? Hahaha! Sana ne bundan?"

"Birisine uğramak için bayağı geç bir vakit de, ondan sordum." Lafı çeviriyordu.

Adam da bunun farkındaydı. "Sen bayağı iyi laf çeviriyorsun ha." Dedi.

"Sadece fikrimi söyledim."

"Yoo, bence öyle." Çenesi kalktı, Sırma'ya kısık gözlerle bakıyordu. "Laftan lafa atlıyorsun resmen." dedi. "Ayrıca bakıyorum sen de bayağı geç vakitte sigara içiyorsun."

Sırma omuz silkip "Gece iştahı napalım." dedi.

"Haa evet. O bende de oluyor, geceleri çok tetiklenip sigara için kalkarım." Bir kez daha etrafına bakıp "Eee, sen bu sokakta mı yaşıyorsun?" diye sordu.

"Bana diyorsun ama maaşallah sen daha çok laftan lafa atlıyorsun ."

"Maşallah mı?" Şaşırmışa benziyordu. "İyi tamam, söyleme. Darılmadık."

Gergin mi yoksa patavatsız mıydı anlayamıyordu, adamın tavırlarında alışılmadık bir huy vardı. Hareketleri çabuktu bir kere. Ama Sırma'yı asıl rahatsız eden şey onu sinsi sinsi izleyen bakışlarıydı.

Fakat şimdi Sırma için gerilme anıydı. Başta ne söylemesi gerektiğine karar veremedi, sonra başıyla Deniz'in evini işaret edip "Orada." dedi.

Adam'ın kaşları bir çift yay gibi yukarı eğrildi. "Ya?" Gözleri hızla solundaki ev ile Sırma arasında gidip geldi ve şüpheli bakışlarını Sırma'ya sabitledi. "Ne zamandır?"

Sırma bu noktadan sonra sevgili oldukları ya da uzun süredir beraber yaşadıklarına dair yalan söyleyemeyeceğini sezdi. Yine de tüm gerçeği söylememeyi uygun gördü ve "Yanlış anladın sanırım, ben bu akşam geldim." dedi. "Yolum düştü."

"Sevgilin filan mı?"

"Hayır, tanışıyoruz." Deniz'in sevgilisi var mıydı ki?

Adam bayağı uzun bir "Hmm" yaptıktan sonra "Yanında kalıyorum diyince ben de sevgilin filan sandım, pardon." dedi.

"Kalıyorum demedim, bir günlüğüne misafirim o kadar."

"Yanlış anlamışım. Döneceksin yani."

"Öyle." Sırma bir soruya daha mağruz kalmadan topu adama çevirdi. "Deniz'in arkadaşısın demek?"

"Öyle," dedi adam. Karanlıkta pek belli olmasa da yüzünde rahat bir gülümseme oluşmuştu. Gözü Sırma'nın elindeki sigaraya takılmıştı. "Bu arada, sigaran bayağıdır kendi kendine yanıyor farkında mısın?"

Sırma gerildi, adam'ın mizacında tilkilik olduğu bariz ortadaydı. Gözleriyle adeta Sırma'yı tarıyor, besbelli onu sorguluyordu. Sırma bu muhabbeti daha fazla sürdürmenin aleyhine olacağını hissetti, sigaranın beklemekten kromlaşmış tadına rağmen son bir nefes çekip yere attı. İzmariti ayağıyla ezip söndürdü ve Deniz'in evine doğru yürümeye başladı. "Evet, ucuz marka bir şey almışım, tadı çok keskin çıktı." Dedi. Kapıya vardığında adamın yine homurdandığını duydu, bu adamın ağzından sürekli bir ha, hı sesleri çıkıyordu. Kurnazdı ve garipti de.

"Geliyor musun?" Sesinde belli belirsiz bir sitem olduğunu anlamak mümkündü.

Adam elleri ceplerinde, başını öne eğmiş ve kaşlarının altından yine o şeytani bakışlarla süzüyordu. "Kapı açık yani?" dedi.

Sırma'nın gözleri kısılmıştı, içten içe kesinlikle adam onu olmadığı bir sıfatla suçluyordu, söylemese bile gözleri bunu Sırma'nın yüzüne bağırıyordu.

"Evet. Bir sıkıntı mı var?"

Adam birden bire eski vurdumduymazlığına bürünerek "Yoo." dedi. Yüz ifadesinin duygudan duyguya bu kadar akışkan geçtiğini görmek Sırma'yı ürpertiyordu. Işımaya yüz tutmuş günde adamın betona vuran ve gitgide kararan gölgesi sanki büyüdükçe büyüyor, Sırma'nın bedeni onun karşısında ufalanıyordu.

İşte o an adamın gözlerinin belirgin görüntüsüyle tanıştı. İnce kızıl kaşlarının altından bakışlarıyla delip geçen safir ışıltılı mavi gözler gerçek olamayacak kadar parlaktı. Duysa varlığına inanılmayacak cinstendi, Sırma ömründe böylesine canlı ve parlak tonda, böylesine ürkütücü bir göz rengi görmemişti. Saçlarındaki şarap kırmızısı renk ve gözlerindeki inanılmaz mavilik, onu insan dışı bir varlık gibi gösteriyordu. Hangi insanın vücudunda bu tür egzotik renkler bir arada bulunabilirdi ve bu nasıl oluyordu?

"Neyse," Adam'ın belirgin hızlı tavırları şimdi tam tersi bir yavaşlığa bürünmüş, hareketleri birden bire ağırlaşmıştı; yüzüne bir gülümseme yayıldı ve başını ağır ağır kaldırarak "Vazgeçtim ben." dedi.

"Anlamadım, eve girmeyecek misin şimdi?"

"Yok, rahatsızlık veririm, boşuna gerginlik olur filan. Bizim huysuz şimdi habersiz geldin diye tantana yapar bir de."

"Rahatsızlıktan kastın nedir bilmiyorum ama Deniz'in arkadaşısın madem, ne der se-" Az kalsın "Sen daha iyi bilirsin." diyecekti. Zaten karşısında ona şüpheli gözüyle bakan biri vardı ve Deniz'i hiç tanımıyormuş gibi konuşursa adamın kendini haklı görecek bir kozu olurdu. Sırma ahmaklığın sınırından dönmüştü ve bir şey belli etmemeye çalışarak tepkisiz görünmeye çalıştı. Boğazı kurumuştu, yutkundu. "Sen nasıl istersen yani. Keyfin bilir."

"Baştan beri içeri girmeyi düşünmüyordum zaten."

Sırma'nın çenesinde bir kas seğirdi, dişlerinin arasından "İçeri girmek için beklediğini sanıyordum." dedi.

"Yoo ben öylesine bekliyordum aslında."

"Öylesine bekliyor muydun?" Bu adam ya onunla oynuyordu ya da patavatsızdı. İki türlü de Sırma'ya boşuna yalanlar söyletip dakikalarca kapıda bekletmişti. En başta hiçbir şey söylemeden sadece sigarasını içip sallana sallana içeri girmeliydi.

"Hmm, öylesine." dedi adam. Sesinde boğazının gerisinden gelen uğursuz bir tınlama vardı.

"İyi o zaman. Benim içeri girmem lazım."

"Dur, bekle bi."

Kapıyı örtüyordu ki yine ona dönmek zorunda kaldı. Şimdi güneş ışığı tümden üzerine vururken görünüşündeki detayları görmek mümkündü. Sırma, adamın upuzun, cılız vücudundaki belirgin kemikleri, elmacık kemiklerinden omuzlarındaki çıkıntıya kadar görebiliyordu. Cildinin kireci andıran hastalıklı bir rengi vardı. Şarap kırmızısı saçların minicik bir boşluk bile bırakmadığı kafasında safir mavisi gözler ve bu yetmezmiş gibi onu hayalete benzeten kireç rengi teni ürkütücü bir bütünlük içerisindeydi. Hastalıklı ve uğursuz, diye düşündü. Görüntüsü tam olarak bu kelimelere uygundu.

"Ne oldu?"

"O kadar konuştuk, adını söylemedin."

Dişlerini birbirine bastırırken bir anlamı var mı, diye düşündü. "Sırma." Dedi düz bir sesle.

Adam yine artniyet yayan o gülümsemeyle bakmaya devam ediyordu.

"Ee?" Dedi Sırma.

"Benimkisini sormadın."

Sırma abartılı bir iç çekti. "Söylesene işte ne bekliyorsun?"

Adam tenkit edercesine dilini şaklattı. "Hiç kibar değilsin Sırma, insan bir nezaket gösterir."

Nezaket bir yana dursun, asıl sövmediği için kendisiyle gurur duyuyordu.

Son kez "Adın ne?" dedi. Yine lafı dolandırmaya kalkarsa bu sefer kapıyı vurup gidecekti. Sabahın körü ne idü belirsiz bir çatlakla uğraştığı için kendine hayıflandı.

"Yalım."

Sırma'nın yüz ifadesi bir anda donuklaşmıştı. Sinirden yukarı gerilmiş dudakları eğildi ve düz bir çizgi halini aldı, gözlerine durgunluk indi.

"Ne oldu, bir garip oldun?" Diye sordu adam.

"Adın tam sana göreymiş."

"Oo, iltifat da alıyoruz."

Sırma kısa bir an gözlerini yumup omuz silkti ve içeri girmek için geriye yürüdü. "İltifat etmedim. Sadece uyduğunu düşünüyorum. Her neyse ben içeri giriyorum."

"Tanıştığımıza memnun oldum Sırma." Dedi Yalım.

"Ben de." Dedi ama sesinde hiç memnuniyet yoktu. "İyi günler." Dedi ve kapıyı itti.

"Sana da... Görüşürüz."

"Görüşmesek iyi olur." Diye mırıldandı ancak sadece kendi duyabildi. Merdivenleri çıkarken umursamamaya çalışsa da zihninin bir tarafı Yalım'ın öylesine "Görüşürüz." demediğini söylüyordu. Adamın sözleri bir yana kendisi anormaldi zaten. İçten içe Yalım'ın niye bir daha karşılaşma ihtimalleri olduğunu bilmeksizin bunu söylediğini merak etti.

İçine kurt düşmüştü. Kadınlık hisleri sağlam biriydi, bir gariplik sezmişti. Ancak tüylerini ürperten bu adamla mümkünse bir daha karşılaşmaktan kaçınmak gerektiğini biliyor, ne bunu gidip sormak ne de bir daha yüzünü görmek istemiyordu.

Uykusuz kaldığını fark etti. Öfleyerek yüzünü ovuşturdu. Gözlerini kapatırken önünde Kaşif'in son kez gördüğü endişeli yüz ifadesi belirdi. Büyük ihtimalle dakikalardır diğer tarafta onu bekliyordu. Yazmaya başlamışsa muhtemelen küçük odaya çekilmişti ve sokakta Sırma'nın Yalım ile olan konuşmasını duymamış olabilirdi. Sırma zaten onun yazdığı zaman sağırlaştığını biliyordu. Ama yine de Kaşif'in bir gözü dışarıda beklediğinden emindi.

Ne yapacağına karar veremedi.

Kaşif'in yanından ayrılırken zar zor edindiği kararlılığı çoktan kaybetmişti, yine Deniz'in evindeydi ve yine göğsüne o tanıdık his çökmüştü: Deniz'i ilk gördüğü günki o kör kütük bağlanma hissi.

Bacaklarına, bileklerine görünmez engeller dolanıyordu ve ne zaman Deniz'e yaklaşsa iradesi çöküyordu. Deniz'in varlığından haberdar olmak bile zehirli bir sarmaşık gibiydi, Sırma yine ondan ayrılmanın zorluğunu hissediyordu. Yaklaşan hastalığın korkusu, olacakları bilen bir kahin gibi uzaktan sesleniyordu.

Bacaklarını zorla ileri itercesine kendini yukarı sürükledi. Sadece çantasını alıp sessizce çıkıp gidecekti. O kadar. Yapması gereken en doğru şey buydu.

Sahanlığa çıktığında gözleri ilk an yerde uzanan bedene çarptı.

Sırma onu gördüğü an her şey değişti.

"De..."

Boğazının gerisinden ciğerlerinin diplerine kadar patlayan eşsiz bir his ruhunu kavurdu. Yoktan varolan korkunç bir şiddet ile bedeni sarsıldı. Zaman bir an kesilip sonra tekrar var olmuştu sanki, çünkü ne olduğunu hatırlamadan bir anda kendini Deniz'in yanında buldu. Titreyen elleriyle başını kavradı ve dizlerinin üzerine aldı, gözleri kocaman açılmış bir şekilde kafasında bir yara arıyordu fakat bir yandan ona dokunmaya korkuyor bir yandan da elini üzerinden çekememesine sebep olan sebepsiz bir kuvvet hissediyordu. Bedeni yine beynine uymaksızın içgüdüleriyle hareket etmeye başlamıştı. "Deniz?" Dedi önce, belki onu ürkütmekten korktuğu için sesi ürkek çıkmıştı. Belki canı yanıyordu ve Sırma bağırırsa daha da yanar gibi geliyordu. Sonra duymadığını fark etti ve Sırma'nın içinde yine bir şey patladı. Derinlerde bir acı, etini yakan varlıksız bir ateş gibi yükseliyordu.

"Deniz!" Diye bağırdı. Gözleri bulandı, onu görmesine engel olan yaşlara öfkelendi. Dehşet ve öfke içerisinde dişlerini birbirine bastırıyordu, niye böyle olmuştu? Deniz neden bayılmıştı?

"Deniz, uyan! Beni duyuyor musun? Bir tepki ver!"

Yüzünün rengi solmuş, dudakları kurumaktan çatlamış, gözleri ne açık ne kapalı vaziyette, ölü gibiydi. Sırma titreyen elleriyle onu yere bırakıp ayağa kalktı. Pencereye koştu, Yalım'ı çağırmak üzere dışarı baktı ama sokağı görünce vücudu kaskatı kesildi.

"YALIM! YALIIIIM!" Daha bir dakika bile geçmemiş olmalıydı ama Yalım ortada yoktu. Sokak bir dakikada terk etmek için fazla uzundu ve Yalım sanki buharlaşmıştı. Sırma delirmişçesine etrafa bakınıyordu ama Yalım'ı bulamadı. Elini pencere pervazına vurararak "Kahretsin!" diye bağırdı. "Uğursuz şeytan!"

Çantasını bıraktığı odaya koştu, içindeki kozmetik ürünü ve çamaşır hengamesinde telefonunu bulmaya çalışırken ellerinin titremesi süreyi uzatıyordu. Küfürler ederek zar zor telefonuna ulaştı. Deniz'in yanına gidip başını tekrar dizinin üstüne koydu ve hemen haritaya girip evin konumuna baktı. Elbette bu semti tanıyordu, biliyordu ama durduk yere bilmesi gereken tüm bilgi aklından uçmuştu! Sokağın ismi, numaralar, adres, hiçbir şey aklına gelmez oldu.

Sürekli Deniz'e sesleniyor, kafasında kanayan bir yer bulmak için bir eliyle yokluyordu. Telefonu omzuyla kulağı arasına kıstırıp Deniz'in kafatasını kolaçan etti. En büyük korkusu kafatasını kırmış olabileceğiydi ama neden bayıldığını bir türlü bulamıyordu. Zihni donmuştu sanki, bir insan neden bayılırdı?

Kalp krizi...

"Deniz yalvarırım bir şey de..." Ağlamak üzereydi, boğazından istemsiz bir hıçkırık yükseldi.

"112 Acil servis?"

Sırma hıçkırıkları arasında derin bir nefes alarak "Alo?" diye bağırdı. Ancak ne diyeceğini bilmiyordu, korkudan kelimeler boğazına tıkanmıştı, konuşamadı.

"Beni duyuyor musunuz?"

"Şey... Ben... N-ne diyeceğim?.."

"Sakin olun ve tane tane konuşun. Sorunu söyleyin, size yardımcı olacağım."

"Bayılmış! Ben onu yerde buldum, öylece yatıyordu, ne yapacağım? Ya kalp krizi geçiriyorsa?"

"Boynundan nabzını kontrol edebilir misiniz?"

"Nabız..." Titreyen parmaklarıyla Deniz'in boynunu kolaçan etti, bir süre parmaklarının altında hissedebileceği bir hareketlilik bulma umuduyla boynunun her noktasına dokundu. Ancak hiçbir şey hissedemeyince paniği arşa çıktı. "Yok... damarını bulamıyorum ya da atmıyor!"

"Tamam, sakin olun. Ben size tarif edeyim tekrar bakın olur mu? Söylediğim noktadan parmağınızla kontrol ederken bir de başınızı hastanın ağzına eğip kulağınızla nefes aldığını kontrol etmenizi isteyeceğim."

"Ne yapacağım dediniz?"

Görevlinin tarif ettiği her şeyi tek tek yaptı, nabzının attığını, düzenli soluk aldığını öğrendikten sonra içi bir nebze rahatladı. Ardından adresi verdi, görevli ona Deniz'in bedenini kolaçan edip travma olup olmadığını bulmasını söyledi. Elinin tersiyle salya sümük olmuş yüzünü silip Deniz'in üzerine eğilmek üzere doğruldu ve o sıra telefon omzundan kayıp yere düştü. Telefon büyük bir gürültüyle yere çakıldı ve Sırma panik içersinde bir iç çekti. Telefonu almak için eğildi, o sıra Deniz'in bedeninin belli belirsiz kımıldadığını gördü. Hemen telefonu kulağına götürdü. "Şey, yanlışlıkla oldu, telefonum düştü... de."

Deniz gözlerini açmış ona bakıyordu.

Sırma sevinç dolu bir çığlıkla "Deniz!" diye bağırdı.

"Uyandı mı?" Dedi hattın gerisindeki ses.

"Evet, evet! Uyandı! Deniz, beni duyuyor musun?"

Deniz, gördüklerinden bir şey anlamadığı belli halde gözlerini kısmış, Sırma'yı seyrediyordu. Bir şey demek için çabaladı ama yüzü acıyla gerildi ve inleyerek elini başının altına götürdü. "Aah... kafam..."

"Konuşuyor," dedi Sırma. "Hatta elini kafasına götürdü."

"Ona neresinin ağrıdığını sorar mısınız?"

"Deniz, nerenin ağrıdığını söyleyebilir misin?"

Deniz gözlerini yummuş, acı içinde başının arkasını tutarken "Başım." dedi.

"Başka ağrıyan yerin var mı? Omzun filan?"

"Başım ağrıyor...fena..."

"Başka ağrıyan bir yerin var mı?" Diye sormak zorunda kaldı yine.

Deniz acı içerisinde yüzünü buruşturmuştu, küçük hareketlerle başını iki yana salladı, acıdan başını bile oynatmakta zorlandığı belli oluyordu.

"Sadece başı ağrıyormuş."

Görevli, arama boyunca hiç bozmadığı sakin sesiyle açıklama yapmaktaydı: "Tamam hanımefendi, adresi verdiniz zaten şimdi ambulans geliyor. Hastaya hareket etmemesi gerektiğini söyleyin..."

"Deniz hareket etme."

"...ambulans gelene kadar hastayı sabit tutmaya çalışın, eğer yine bilinci bozulursa aynı şekilde solunum ve nabzını kontrol etmeye devam edin." Diye tamamladı görevli.

"Tamam, eğer kötü olursa arayacağım değil mi?"

"Ne oluyor ya..." Deniz yeni uyanmış huysuz bir yaşlı adam gibi sızlanıyordu.

"O zamana kadar ambulans gelir merak etmeyin, eğer gelmemiş olursa yine arayın."

"Tamam, teşekkür ederim."

"Hey... Sen ne yapıyorsun?"

Görevli "Geçmiş olsun." dedikten sonra Sırma tüm gerginliğini püsküren bir rahatlamayla nefes verdi. Telefonu kapatıp yere koydu ve gözlerini açmış, tüm canlılığıyla ona bakan Deniz'e gülümsedi.

"Endişelenme Deniz, ambulans çağırdım."

Deniz'in gözleri kocaman açıldı. "Ne yaptım ded...ıhhh..."

Sırma anaç bir içgüdüyle hemen Deniz'in kafasını giden eli tutup göğsüne indirdi.

"Hareket etme, bir süre kımıldamaman gerek. Hem canın yanıyor, konuşursan daha da kötü olursun. Ben her şeyi hallettim."

"Ya! Ne diyorsun sen be? Dır dır dır iki saattir bir şeyler saçmalıyorsun bir bok anlamıyorum!"

Sırma'nın şaşkınlıktan çenesi düşmüştü, daha şimdi yerdeki adam acıdan zar zor konuşurken ne olduğunu anlamadan bir anda öfkelenmişti; Deniz resmen bağırıyordu.

"Bayılmışsın Deniz, kafanı yere vurmuşsun. Seni yerde yatarken buldum, ambulans çağırmak zorunda kaldım."

Deniz biraz daha sakinleşmiş duruyordu, sessizleşmişti ama şaşkın gözlerle etrafına bakmaya çalışıyordu. Yine kafasını oynatmaya kalkıştı ve Sırma iki eliyle başını tutup sabitledi. "Hareket etme. Görevli, ambulans gelene kadar hareket etmesin dedi."

Deniz hışımla Sırma'nın ellerini kafasından çekip itti ve "Ne yapıyorsun be!" diye bağırdı.

"Sakin olur musun?" Deniz'in bir anda niye bu kadar sinirlendiğini anlayamıyordu. Onu ilk gördüğü günden beri öfkesine ilk kez şahit oluyordu ve şaşkınlığına engel olamadı.

"Şu ellerini bir çek üstümden! Nedir vatoz gibi sürekli yapışıp duruyorsun?!"

"Sadece hareket etme diye dokunmuştum, yanlış anladın."

Ama Deniz hareket edebileceği kadar etmişti zaten. Omuzlarının üstünde doğrulmaya çalışınca Sırma'nın gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi oldu. "Ne yapıyorsun, kalkma!" Deniz'in omuzlarını aşağı bastırdı ve kalkamasın diye bacağını karnının üstüne attı. Yarı yarıya Deniz'in gövdesinin üstüne çıkmıştı. "Hareket etmemen lazım dedim duymuyor musun?!"

"Ya manyak mısın sen çekil üstümden! KİMSİN SEN?!"

Sırma'nın zihnine o an kor gibi bir şüphe düştü. "Ne?" Deniz'in ona doğru bakan bomboş bakışlarını fark etti ve ne olduğunu anladı. "Deniz beni hatırlamıyor musun?"

"Ne hatırlaması, seni tanımıyorum bile!"

"A..." Ne diyeceğini bilemedi. Deniz hafızasını kaybetmiş olmalıydı. "Deniz, sen şimdi hiçbir şey hatırlamıyor musun?"

Deniz bir an Sırma'nın altında tepinmeyi kesti ve etrafına bakındı. Saf bir kafa karışıklığıyla evi inceliyordu ama yüzünde hala kaslarını buruş buruş gösteren o öfke ve bir nebze acı vardı. "Burası benim evim." Diye mırıldandı. Sonra öfke kıvılcımları saçan gözleri Sırma'ya döndü. Sırma'nın teni öfke dolu bakışların altında soğuk bir acı ile ürperdi. Korkuyu hissetti, Deniz'e bu kadar yakın olduğu için ilk defa endişelendi.

Bir anda güçlü bir çift el kollarını kordan kelepçeler gibi kavradı ve sarsıldığını hissetti, gözlerini yumup açtığında kendini sırt üstü yerde buldu ve boğazının gerisinden istemsiz bir ses yükseldi. Acı içerisinde gözlerini sımsıkı yummuştu ve sırtındaki batıcı ağrı azalınca gözlerini açtı. Deniz, dizlerinin üstünde doğrulmuş, kara alevlere benzeyen irisleri Sırma'ya tiksintiyle bakıyordu. Sırma alçalmayı ve utancı hissetti. Fakat boyuneğmez huya sahip ruhunun gerisinde haksızlığa uğramaktan doğan minik bir öfke kırıntısı vardı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Diye bağırdı.

"Asıl sen burada ne yapıyorsun?" Deniz'in sesi boğazın gerisinde geniz yakıcı paslı bir tad bırakıyordu. Sırma'yı eve aldığında sıkıntı ve kafa karışıklığını göstermemeye tenezzül edecek kadar alçak gönüllü, edepli davranmış adamın yerinde şimdi bir zebani vardı. Ona dokunduğu an yakacakmış gibi bir öfkeyle doluydu.

"Benim evimde ne işin var?"

Sırma endişeli bir iç çekti. "Deniz yanlış anladın sen."

Deniz'in gözleri kısılmıştı. "Adımı da biliyorsun?"

"Evet, çünkü tanışıyoruz. Asor'da komşuyduk hani, Muğla'da?"

Deniz'in hala bir şey anlamamış olduğu belliydi, devam etti: "Dün akşam Düzce'ye geldiğimde cüzdanımı kaybettim, içinde kimliğim de vardı. Otele gidemediğim için sende kalmak zorunda kaldım."

"Ben öyle bir şey hatırlamıyorum."

"Kafanı çarptın çünkü!"

"Evimi hatırlıyorum da seni nasıl hatırlamıyor muşum ha?" Kükreyen sesi duvarları titretti.

"Bilmiyorum!"

"Sen bir şey yapmış olmayasın?"

"Ne!" Bu sefer Sırma'nın tiz sesi duvarları çınlattı. İçinde peyda olan bir öfkeyle yığıldığı yerden doğrulup Deniz gibi dizlerinin üstüne kalktı. "Bana psikopat mı diyorsun? Saçmalama Deniz, az evvel ambulans çağırdım ben!"

"Yemezler. Ömrüm boyunca bir kez bayılmış değilim ben! Burnum bile akmaz, şimdi mi olacağı tuttu? Ambulans çağırmış! Çağırsan ne fark eder, ben baygınken çoktan yapacağını yapmışsındır bile!"

"Asıl sen saçmalamayı kes! Nereye gidiyorsun?"

Deniz ayağa kalkmış, gitmek için bir iki adım atmıştı ki acı içinde yüzünü buruşturup elini başına götürdü. Sırma hemen yerden kalkıp onu tutmak için uzandı. "Sana hareket etmemen lazım demiştim!" Tekrar bayılacağından korkarak kollarını uzatmıştı ki Deniz'in dehşet saçan gözleri ona döndü. Gözleri adeta bana dokunursan seni parçalarım, diyordu. Sırma, tedirginlikle geriye sinmek zorunda kaldı. "İyi misin?"

"Kafama vurdun değil mi?"

"Niye öyle bir şey yapayım söylesene?"

"Hırsız olduğun için yaparsın."

Sırma bunca hakaret karşısında soğukkanlılığını azar azar kaybediyordu. Ya uğradığı hakaretlerin acısını püskürecekti ya da iyice ezikleşip haksız yere suçlanmasına rağmen kendini Deniz'e affettirmeye çalışacaktı. İki türlü de içine sinmiyordu. Artık ne yapacağını bilmiyordu. Kaşif'i hatırladı. Oysa ki yapması gereken en doğru şeyi o defalarca kez söylemişti. Sırma eşyalarını almak üzere dönmüş ve tekrar kalma gafletine düşüp bu korkunç hatanın içinde sonunda damgalanmıştı. Kendi aptallığının bedeli olarak hırsızlıkla suçlanıyordu. Hem kendine hem Deniz'e kızdı.

"Sen insanlara böyle davrandığın için mi bu kadar yalnızsın?"

Deniz kaskatı kesildi, cevabını bilmediği bir soruya mağruz kalmışçasına sessizleşmişti.

Uzaktan gelen bir ambulans sesi duyuldu.

Günün ilk ışıkları evin yıpranık, tozlu döşemesine vuruyordu. Deniz ile Sırma'nın gölgeleri yan yana yerde uzanmaktaydı. Havada uçuşan altuni tozlar iki beden arasında dalgalanıyordu ve onlar, sanki hareket etmeyen cansız kayalarmış gibi tozlar tarafından hiç yadırganmıyordu.

"Ambulans geldi," Dedi Sırma. Deniz hiçbir tepki vermiyordu. Sırma onun ambulansla muhattap olmaya hiç niyetli olmadığını anladı ve gidip kapıyı açmaya karar verdi. "Ben kapıyı açayım."

Deniz'in hareketsiz bedeninin yanından geçerken zil çaldı. Sırma aşağı inip kapıyı açtı ve görevlilere onun yukarıda olduğunu söyledi.

Deniz hastaneye gitmeme konusunda diretti. Sırma'nın söylediği sözden sonra havada bir gerginlik asılı kalmıştı. Görevliler de bunu sezinliyormuş gibi sessizdi, garip bir şekilde azami ölçüde ses çıkarıyorlardı. Deniz'i hastaneye gitmeye ikna edemeseler de birkaç muayene yaptılar. Kadın bir personel beyaz eldivenleriyle Deniz'in kafatasını yoklarken bir adam da Deniz'e sorular sorup bir deftere kaydediyordu. Sırma tüm bunları salonun girişinde duvara yaslanmış halde seyretti. Hiçbir şey söylemeden Deniz'i izlerken, onun da çatılmış kaşlarının altından kaçamak bakışlar attığını gördü. Kaçma ihtimali olan bir suçluyu göz hapsinde tutan görevli gibi diken üstünde duruyordu. Sonra görevliler evden çıktı, ambulansın sireni son bir kez çalıp uzaklaştı.

Sırma ne yapacağına daha karar verememişken aynı yerde dikiliyordu. İçinde sessiz bir öfke vardı.

Deniz odasına gitmişti. Aşağı yukarı yirmi dakika sonra çıktığında üstünde onu ilk gördüğü güne benzer buruşuk iş kıyafetleri vardı. Kıyafetlerinin buruşukluğunda şüphe uyandırıcı bir özenmişlik vardı sanki, kıravatı bile Sırma'nın ömründe gördüğü en şekli bozuk kravattı. Deniz ceketini sırtına geçirirken öfke saçan gözlerini Sırma'ya dikti. Sırma gerildi, omuzlarını dikleştirip doğruldu ve bir suçlu gibi gözlerini kaçırmak yerine kendinden emin bir ifadeyle ona baktı.

"Git evimden."

Görüntüde iki kelimeden ibaret basit bir cümleydi ama Sırma'nın üzerinde öylesine acı verici bir etki uyandırdı ki içten içe parçalandı. Zihninde hayallerden ibaret görüntüler vardı, hepsi de camdandı. Hepsinin gece gördüğü rüyada olduğu gibi gözlerinin önünden uzun bir parşomenin parçaları halinde yine sırayla kırılarak geçtiklerini gördü. Görünmeyen cam parçaları bedeninin içindeki çaresiz ruhunu kıstırmış, kanatıyordu.

"Seni polise şikayet etmeyeceğim, o yüzden fırsatın varken git."

Yüzünde acı bir ifade oluştu. "Gitmezsem diye beni polise şikayet etmekle mi tehtit ediyorsun?" İçinde öyle kavurucu bir acı vardı ki sesi hastalıktan ölmek üzere olan birisinin son anlarını anımsatıyordu. "Madem ben hırsızım, yap hadi. Koşullarla uğraşıp niye bekliyorsun?"

Deniz'in öfkesi sanki eskisinden daha azdı, daha metanetli duruyordu ama gözlerinin gerisinde hala tehlikenin soluk izleri vardı.

Sırma'nın gözleri Deniz'in odasına kaydı. Alaycı bir homurtu çıkardı. "Ah tabi, bir şey bulamadın. Sanırım bir şeyini çalmamışım, sen de boş yere polise gitmek istemiyorsun."

Deniz hiçbir şey söylemedi.

"Sana telefon numaramı vereyim. Bir anda ortadan kaybolursam numaramdan beni buldurup hapse tıktırırsın. Ha, kimliğim de kayıp bu arada. Kayıp bürosuna belki biri teslim eder, polis beni oradan daha kolay bulabilir, bilmiyorum."

Deniz'in kafası karıştığı belliydi, Sırma'nın ona söylediği pekçok yalan gibi kimliğini kaybettiğini de unutmuş olmalıydı. Gerçi az evvelki didişme esnasında söylemişti ama sarsıntıdan Deniz onu da unutmuş olabilirdi.

Sırma'nın sahte gülümsemesi yüzünden silindi, ciddileşti. "Dün geceyi neden hatırlamadığını bilmiyorum Deniz. Ama ben buraya zaten çaresiz olduğum için geldim. Arkadaşım Muğla'dan gelip beni alana kadar gidebileceğim bir yer yok. Düzce'de senden ve şu karşıki evde oturan Kaşif'ten başka tanıdığım kimse yok. Şu an beni evden atmamanı istemekten başka çarem de yok. Polise şikayet edersen emin ol benim için sorun değil, en azından nezarete atarlar ama sırf şikayet ettin diye de herkesi nezarette geceletmiyorlar işte. Yüzüme vura vura bana hırsız diyen birinden barınak dilenmek iğrenç bir şey ama dışarıda tecavüze uğramaktan da korkuyorum! Ne yapayım?!" Gözleri yaşarmıştı, ağlıyordu.

Ellerini yüzüne götürüp kısa bir an, ağlamaktan çarpılmış suratını saklamaya çalıştı. Deniz sessizliğini sürdürerek onu izliyordu.

"Keşke gelmeseydim... Saçma olduğunu başından beri biliyordum..." Hıçkırdı. "Kahretsin ya." Diye tısladı. Gözyaşlarından nefret ediyordu. Ağlamayı başından beri düşünmemişti, kendini daha fazla alçaltmayacağını sanmıştı. Ancak bir yandan bu dramın lehine koz olmasını umut etti. Hırsız damgası yiyip alçalmasına karşı tek umudu bu sümük dramasının Deniz'in içindeki şefkat tohumlarını uyandırması ve bir nebze olsun olumlu bir his oluşturmasıydı. Sırma ömrü boyunca pekçok yalan düzeni kurmuştu, oyuncaktan yalanları vardı; bazısı çok kıymetli, bazısı da inanılmaz klişeydi. Sırma'nın en nadir kullandığı yalanları işte bu klişe olanlardı, en azından herkesin, güçlü olan karşısında koz olarak kullanıp yıprattığı ve önemini kaybetmesine sebep olduğu klişeleri yetersiz ve alçaltıcı bulurdu.

Şu an ise doğallığından gelen bir kaynak ile o klişeyi lehine kullanıyordu. Sadece Deniz'i yumuşatmak için değil, biraz da istediği için bunu yapıyordu.

Erkekler ağlayan kadınlara dayanamazdı.

Her gün öyle değildi elbet ama bu gün belki işe yarardı.

"Şu arkadaşın,"

Hıçkırıkların düzene dönüştüğü durgun sessizlikte Deniz'in pes sesi yırtıcı bir bıçak kadar zıt çıkmıştı.

"Ne zaman gelecek?"

"Sabah olunca arayıp soracaktım." Yarım yamalak sırtını dönmüş halde yüzündeki sıvıları silmeye çalıştı.

"İstanbul'da mı?"

"Sanırım... bilmiyorum, en son Muğla'daydı ama iş için gitmiş olmalıydı."

"İyi. En azından gelmesi Muğla'dan daha kolay bir yer."

"Sorun değil, uçakla gelir."

"Benim kastettiğim o değildi."

Sırma soru soran bakışlar attı.

"İstanbul'dan erken uçak bulmak daha kolay." Diye açıkladı Deniz.

Sırma onaylayan bir homurtu çıkardı.

"Adın ne?"

"Sırma."

"Soyadın?"

"Akçalı." Sırma birden bire soyadını sorma gereğinin altındaki niyeti merak etse de suskunluğunu korudu. İçten içe polisle bir ilgisi olduğunu düşündü.

Öylece dikilmeye devam ediyordu ki Deniz yanından geçip merdivene yöneldi. "Erkenden gitmenin bir yolunu bul, benden müsamaha bekleme." Dedi ve merdivenlerden inmeye başladı.

Sırma merdivenlerden inen ayak seslerini ve kapının açılıp kapanma sesini duydu. Sokaktan belli belirsiz adım sesleri geliyordu ve bir süre sonra duyulmaz oldu.

Loading...
0%