@halempa
|
"Ne demişim, sen hatırlıyor musun peki?" Hakikaten ruh hastası, diye düşündü adam. Kadın en ufak tehlikede bile oku kendinden dışa çevirip geldiği yöne doğrultmaya çalışıyordu. Ve bunu öyle doğal yapıyordu ki adam kendini yanlış hissediyordu. Böyle birine gerçeği kabul ettirmeye çalışmanın ne anlamı var, diye düşündü. Şizofrendi belki, zihninde kurduğu fikirlerin gerçek, gerçek olanların ise yalan olduğunu sanıyor olabilirdi. Adam onun kesinlikle bir kişilik problemi olduğuna emindi. Sakin bir çizgide ilerlemenin doğru olduğunu hatırladı ve istifini bozmadan "Sorabildiğime göre elbet hatırlıyorum. Ama sen şüpheye düştün gibi." dedi. Kadının yüzünde tereddüde düştüğünü belli edecek hiçbir ifade yoktu. Buna karşın gereğinden fazla donuk olması sorun olduğunu belli ediyordu. "Neden şüpheye düşeyim ki? Şimdi de balık hafızalı olduğumu mu düşünüyorsun?" Çok basit sorular gibi görünse de Deniz bu soruların içindeki küçük yön oklarını iyi görüyordu: kadının temkinli ve minik sözcüklerle konuyu yavaşça kaydırmaya çalışıtığını anlamıştı. "Hayır, sadece şüphelendiğini sandım. Bana öyle gelmiş o zaman. Sanırım geçen hafta da böyle olmuştu." Kadının bir kaşı kalktı. "Üstü kapalı laflar kullanmayı iyi biliyorsun." Kontrolünü korusa da belli belirsiz gülümsedi. "Anlamadıysan daha açık konuşayım o zaman." Kadının yüz ifadesi bir anda gevşedi, kulakları duyduğuna şüphe ettiren kadife bir sesle "Lütfen." dedi. "Benimle ilgili bir sıkıntı duyuyorsan kendini kısıtlama. İstediğin kadar açık konuşabilirsin." "Beni tanıdığını sandığını söylemiştin diye hatırlıyorum." "Yanlış hatırlamışsın, seni bir yerden hatırladığımı söylemiştim." "Aynı şey." Kadın, gözlerini kısarak "Değil," dedi. "Birini tanıdığını sanmakla bir yerden hatırladığını söylemek aynı şey değil. O zaman da seni tanıdığımı söylemiştim ve sen yine inkar etmiştin." İnkar etmiştin. Sanki gerçekte olan bir durumdan bahsediyordu ve adam gerçeği inkar eden yalancının ta kendisiydi. Ancak gerçeğin ne olduğunu kendi iyi biliyordu. "Çok garip değil mi? Israrla birbirimizi tanıdığımızı söylüyorsun ama ben seni sadece geçen haftadan beri hatırlıyorum." "Tanıdığını hiç söylemedim Deniz. Asor'da beni görmemiş olabileceğini zaten biliyordum, o yüzden sana zorla inandırmaya çalışmadım. Hatırlamamakta haklı olabilirsin, ayrıca doğru söylüyorsun. Seni hep uzaktan görürdüm ama geçen haftaya kadar sen beni hiç görmemiştin. Olay bu işte." "Nerede oturuyordun? Hangi blokta, hangi dairede?" Kadın, yorgun bir görüntüyü andırarak gözlerini yumdu, açtığında turkuaz bir berraklık tümüyle görüntüsüne enerji katmış ve şimdiye kadar olduğundan daha dinç gösteriyordu. "B blok, dokuzuncu daire. Beşinci katta." Kadın, ne diyeceğini sezmiş gibi birden irkilerek "Sakın senin nerede oturduğunu sorma, bilmiyorum tabi ki de!" diye ekledi. "O kadarını bilirsen zıvanadan çıkarım zaten." diye mırıldandı. "Zıvanadan çıkmana gerek yok, ben sapık değilim." Kanepede doğruldu, dizlerine düşmüş kağıdı alıp bir kenara koyarken ayakları yere indi. Dirseklerini dizlerine yerleştirdi, ellerini önünde birleştirip düşünmeye başladı. Gözleri boşluğa dalarken "Hala orada mı yaşıyorsun?" diye sordu. Sırma, görünmez tuzağın etrafını çevrelediğini hissetmişti. Yavaşlayıp, birkaç saniye bu soruyu düşünmek güvenli olurdu. Deniz'in aptal biri olmadığını yüzüne hakaretler çarparken öğrenmişti; hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyen, sorgulamaksızın güvenli bulmayan temkinli biri olduğunu bu sabah görmüştü; bu adamın kelimeleri öylesine kullanmadığını, basit soruların altından Sırma'yı kontrol ettiğini ve ipuçları kolayca yakaladığını biliyordu. Onu ilk gördüğünde dağınıklığı ve vurdumduymaz görüntüsüyle dikkatini çekmiş salaş adam ile bu gün tanımış olduğu kurnaz, temkinli adam arasında çok fark vardı. Neyse ki Sırma o gün de, şimdi olduğu kadar temkinli davranmış ve sızıntı vermeksizin basit ama geniş kapsamlı cümleler ile bu günün lehine kullanabileceği yalanlar söylemişti. Deniz'in yanlış anladığını neredeyse yutturmuştu, ancak önündeki kurnaz adam hala onu masum görünüşlü basit soruların içindeki tuzaklarla avlamaya çalışıyordu. Sırma neyse ki bu sorunun geleceği bir gün olacağını önceden tahmin etmişti. Bu eve adımını atmadan önce kendine doğrultulacak tüm soruları kafası kızışıp ağrıyana kadar ayrıntısıyla düşünmüş, tartmıştı. Doğru cevabın ne olduğuna, daha doğrusu Deniz'i ikna edebilecek cevabın ne olabileceğine günler öncesinden karar vermişti. Deniz, Asor'da gerçekten yaşamıştı ve oradaki tanıdık birini arayıp Sırma'nın oturduğu bir daire olup olmadığını sorgulatabilirdi. Bu ihtimali es geçmemeliydi. Sırma risk almaktansa kesin bir cevapla bu konunun üzerini bir daha açılmamak üzerek kapatmalıydı. Mümkünse Asor meselesi açılmamak üzere. Derin bir nefes alıp verdi. "Sana her şeyi olduğu gibi anlatsam daha iyi olmaz mı?" "Ben de onu istiyorum, anlat işte." Sırma gözlerini yumup alnını ovaladı. "Ne kadar uykusuz olduğumu unutmuşum, uzun cümleler kurmak bile zor geliyor." Yumuşak, alçalmış sesinde yorgunluğun izi vardı. Adam ise dişlerini birbirine bastırıyor ve hırlamamak için kendini zor tutuyordu. Kinayeli kelimeler boğazına tıkanıyordu, hadi ya, az evvel hiç uykun yoktu, demek için can atıyordu. Ancak ağır başlı olmalı, zaten bunca zamandır neden uzadığını bilmediği konu hakkındaki gerçeği öğrenebilmek için iradeli davranmalıydı. Sırma bir kolunu beline dolamış, öteki kolunun dirseğini de ona yaslamış halde alnını ovalarken birden kollarını indirdi ve " Kahve içsem iyi olur." dedi. "Birlikte içerken konuşmaya ne dersin? Hem sen de yorgunsundur, zihnimiz ayıkken daha rahat bir şekilde bu meseleyi konuşabiliriz. Yoksa bu gidişle yorgunluktan yine tartışmaya başlayacağız." Adam son sözdeki kinayeyi fark etmişti, yine de görmezden gelerek başını usulca iki yana salladı. Giderek alttan alan tarafın kendisi olduğunu hissediyordu ve bu rahatsız ediciydi. "Sigara içeceğim, sen kendine yap." Kadın sinir bozucu bir uysallıkla başını sallayıp mutfağa gitti. Bir süre hiçbir şey yapmadan ellerini seyredip düşündü. Atladığı bir şey olmalıydı. Zihni, ofiste 'kağıtları ateşe verdi' şakası yapıldığı günlerden bile daha aktif ve canlıydı. Kadının, eli alışmış bir tavırla mutfakta kahve yapmasını izlerken cebinden sigara kutusunu çıkarıp bir dal aldı. Sigarayı dudaklarının arasına kıstırdı ve çakmağı bulmak için ceplerini karıştırarak ayağa kalktı. Sol eli pantolonun cebindeki küçük metal parçasını bulunca ve çakmağı çıkarıp sigarayı yaktı. Ve bir anda acı duman yüzünden genzi yandı. Mutfağın dört duvarından biri yıllar evvel bilinmeyen sahibi tarafından yıkılıp salona bağlanmış ve uzun dikdörtgen bir masa tam sınırına koyularak açık tarafın çoğunluğunu ahşap bir sınır olarak kapatmıştı. Yılların biriktirdiği tüm kusurlar ile vernikli boyası solmuş masaya gitti ve bir sandalye çekti. Otururken acı dumanı üfledi. Dirseklerini masaya koymuş, ağzının kenarından acı dumanlar çıkarken kadının şüpheli düzeyde evcimen hareketlerini seyrediyordu. Bu gün eve yerleşmiş biri için fazla rahat tavırlıydı. Aklına Raziye'nin dedikleri geldi; kadının gün boyu evde ne yapmış olabileceğini merak etmişti. Aslında dolabının tam takır olduğunu hatırlayıp gün boyu bu boş evde ne yemiş olabileceğini düşünüyordu. "Sen bu gün bir şey yedin mi?" Kadın'ın kaynamış suyu kupaya dökerken saçlarının arasından gülümsediğini gördü. Sırma kupaya bir çay kaşığı atıp eline aldı ve dolaba yöneldi. Kapağı açmak için döndüğü sıra yüzündeki keyifli ifadeyle Deniz'e baktı. "Tavuklu bulgur pilavı sever misin?" "Oha. Bir de yemek mi yaptın?" Kadının yüzü bir anlığına asıldı. "Burası artık benim de evim. Tabi ki istediğim yemeği yaparım." "Benim erzağımı çalıp bir de yemek mi yaptın?" Pat diye sormuştu ancak kadının aslında hiçbir şey çalamayacağını, evde o yemeği yapabilmek için tek bulgur tanesi bile olmadığını biliyordu. Ancak bu içgüdüsel bir tepkiydi, adam elinde olmadan değil de içindeki nefreti kusarcasına söylemişti. Kadın donup kalmıştı. Yüzündeki kasların kaskatı kesildiğini oturduğu yerden görebiliyordu. Onur, gurur gibi ahlaki temeller gerektiren özellikler bu kadında var mıydı bilmese de içinde zerre pişmanlık duymadı. Kadın, dolabın kapısını öyle sert itti ki ayaklarının altındaki zemin titredi. Deniz, bir zamanlar muhteşem bir dolandırıcılık örneği teşkil ederek ucuza kaptığı dolaptan çıkan o acıklı sesin duvarlara vuruşunu dinlerken kaşları çatıldı, ölüm bakışları atıyordu. "Bir daha bana hırsız muamelesi yaparsan..." Kadının sinirle tutuşmuş yüzünde bir anda buz kesmiş bir ifade oluştu ve aniden suskunlaştı. Belli ki ağzından kendi aleyhine dönecek tehditler çıkacaktı. "Evet?" Kadının gözlerinde öfke bombaları patlıyordu. İyice çenesi sıkılmıştı, ağzından kazara bir laf çıkmasın diye üstün bir çabayla kendini tutuyordu ama adam bunu çok kolay anlayabilirrdi, insanları bir kitap gibi okumayı iyi bilirdi. "Ne?" dedi. Bağırmak istiyordu ama o da kendini tutuyordu. Buna rağmen inatla sesini alt tonda, sakin denebilecek düzeyde tutmaya devam etti. "Hadi? Devam et. Ne yapacakmışsın duymak istiyorum." Dedi usulca. Kadın sağlam bir iç çekerek sinirini nefes halinde dışarı atmaya çalıştı. Adam gözlerini pür dikkat açmış, kırpmaksızın o öfkenin dışarı taşmasını ve kadının kontrolünü kaybetmesini bekliyordu. Birden kadının başı öne eğildi ve duyulması neredeyse imkansız bir sesle "Özür dilerim." dedi. Deniz'in ağzı açık kaldı, öylece bakarken kadın sessizce masaya geldi. Dudaklarını birbirine bastırarak bir sandalye çekti ve masaya oturdu. Kahveyi hazırladığından beri elinde duran kupayı önüne koydu ve ellerini etrafında birleştirerek suskunlaştı. Adam bu tepkiyi beklememişti, öte yandan Sırma bir savaş kaybettiğini hissediyordu... Kahretsin, diye düşündü Sırma. İçinden kendine lanetler yağdırıyor, olduğu yerde kendine eziyet etmek istiyordu. Kafasındaki sesler bunu nasıl yaparsın sen, diye bağırıyordu. Onca zaman ince bir örgü gibi ördüğü dinginliğini kepazeye çevirmişti. Şu tavrı sergiledikten sonra artık ne söylese Deniz'in ona doğrulttuğu nefret namlusunu söndüremezdi. Derin bir sessizlik iki beden arasına hayalet eteğinden bir perde gibi indi. Bin denizin boğucu yoğunluğu altında ezilircesine bu görünmez duvarın varlığı onu nefessiz bırakıyordu. Akşam serinliği. Duvarları kıskandıran cansızlık. Ve Deniz'in katran akıtan kirli nefretten ibaret bakışları. Sırma varlığının tüm zerresinde kendinin buraya ait olmayan bir fazlalık olduğunu hissediyordu. Bu hissi gün içinde ikinci yaşayışıydı; yine olmuştu. Yine aynı şey. Harabe bir evde daha önce hiç tecrübe etmediği, orayı güzel kılan, görüntüde hiçbir somut parça olmadığı halde Sırma'yı daha ilk adımını atınca buraya ait hissettiren gizemli bir aidiyet hissetmişti; ancak gün içinde öyle bir an oluyordu ki bu his tam tersine bir hal alıp onu varlığının her zerresiyle reddeden, kusarak dışarı itmeye çalışan bir nefret mezarına dönüşüyordu. Sırma, bu nefret mezarına dönüşmüş yerde var olmanın suçluluğunu ikinci kez, tenini ürperten kesif bir soğukluk ile hissetti. Bir gün içinde iki kez bunu yaşamış olmasına rağmen, ömründe hiç yaşamadığı inanması güç bir fenomeni gibiydi. Sebebinin Deniz olduğunu düşünmek istiyordu; o ve Sırma'ya karşı hiç bitmeyecek olan kör nefreti. Ancak tam olarak öyle de değildi. Sırma gerçekten bu yerin ondan bir anda nefret etmeye başladığını ve duvarların tenini dışarı ittirdiği bir baskı hissediyordu. Havada görmese de varlığını yalnız kendi bildiği kara dumanlar vardı. Sırma belki de yıllar önce yalnızlığını fark ettiği küçük anlarda içinde yaşadığı garip hissi, şimdi gerçek bir odaya dönüşmüş haliyle burada yaşıyordu. Gözlerini kahve bardağının etrafında birleştirdiği ellerinden ayırmadan "Ne olduğunu anlamadım, bir anda sinirim kalktı." dedi. Zihni sanki ölüm anına denk gelmiş ve ondan kurtulmak uğruna sınırlarını zorlayan bir hız ile çalışıyordu; delice bir hırsla bu rezilliğin üstesinden gelecek mantıklı yolu bulmaya çalıştı. "Uykusuz olunca huysuzlaşıyorum, lafı tersinden anlayıp bazen kavga çıkarabiliyorum. Sen öyle birden çaldın deyince... ben de..." "Yanlış anlaşılma olmadı, çaldın dedim. Aynen anladığın gibi." Sırma'nın öne eğilmiş başının altından bakışları yükseldi. "Niye bunu yapıyorsun?" Sesi yine ipeksi bir hal almıştı. "Aramızdaki gerilimi sürdürerek hiçbir yere varamayız. Sana karşı elimden geldiğince anlayışlı olmaya çalışıp burada sınırlarımı zorluyorum ama sen hala hakaret etme peşindesin." Deniz sigarasından bir nefes çekmek için duraksadı, tekrar konuşmak için sigarayı uzaklaştırırken duman parçalanarak dağıldı. "Sadece gerçeği söylüyorum." "Yaptığın tek şey hakaret ederek beni bastırmaya çalışmak." Deniz bir nefes daha çekmek için sigarayı ağzına götürdü. Durduk yere sigaranın sonunu getireceği tutmuştu. Derken bu sefer kasıtlı bir adilik yaptı: omuzları öne eğilirken Deniz de bir anda Sırma'ya yaklaşmıştı. Konuşmak için ağzını açtığı an koca bir duman yığını Sırma'nın yüzüne aktı. "Evimi çaldın, daha ne olsun. Öylece susup rahatımı bozmana izin mi vereyim?" "Lafına dikkat et. Ben bu eve sormadan, izin almadan kafama göre dalmadım. Sana insan gibi açıklamamı yapıp yardım istedim ve sen de içeri aldın o kadar. Unuttun mu bunu?' Deniz soruyu görmezden gelerek "Evet, sırf insanlığım tuttu diye acıyıp evime aldığım kişi sonra ne olduysa bu ahırdan bozma kutuyu rahat bulup benden habersiz yarısına çöreklenmeye karar vermiş!" diye nutuk attı. Sakin ve pes tonlu başlayan sesi giderek yükselmiş ve son sözü neredeyse duvarlarda yankılanmıştı. Gergin bir sessizlik çöktü. Başta hiçbirinin konuşası gelmedi, birkaç saniye Deniz'in yankı gibi duvarlara sinmiş keskin noktalamasının etkisi havaya sinerken gözleriyle tartışmaya devam ediyorlardı. "Çöreklenmek..." Diye tekrar etti kadın. Sesinde belli belirsiz bir öfke vardı. "Çalmak, hakaret etmek... Biz aynı şeyleri zıt kelimelerle ifade ediyoruz. Hakaret etmeye gerçeği söylemek diyorsun, ev kiralamaya da çalmak diyorsun." "Hala gerçeği anlatmaktan kaçmak için boş cümlelerle konuyu değiştiriyorsun." "Aramızdaki bu saçma yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalışıyorum." Adam gözlerini kısarak yakın bir süredir dikkatini çeken anormalliği söyledi: "Niye sürekli alttan alıyorsun?" Sırma bir anda ellerini masaya koydu ve eskimiş ahşaptan çıkan tok ses iki yetişkinin arasındaki sinsice büyüyen gerginlik bulutunu patlatır gibi bir etki yarattı. "Öğlen Raziye ablayla belediyeye gitmeden önce alışveriş yapmıştık. Dolapta tavuk budu, bakliyat ve sebze var. Ben aldım." Kadın'ın ben aldım deyişi havada asılı kalmıştı sanki. Adam tahmin ettiği şeyi duymasına rağmen, onun kendini ispat etme çabasını öylece seyretti. "Kendi paramla, kendi erzağımla yemek yaptım. Hepsi bu." Yemek meselesi üzerine tartışacak bir söz kalmadığını kesin bir dille ifade etmiş oldu. "Ama mutfak senin değil, ikimizin." 'Çaldın' lafından doğan gerilim henüz kapanmışken aralarına çakılarak düşen yeni bir sorunla başa dönüldü. "Evde bir mutfak olduğuna göre ortak kullanmak zorundayız. Ha bu arada," "Tamam, bu konu sıktı artık." Adam ağzındaki sigarayı hızla çekip üflemişti, huysuzluğu hareketlerine vurmaya başlamıştı. "O kadarını tahmin edebiliyorum herhalde. Daha fazla uzatma, asıl konuya geçelim." "Ne bilmek istiyorsun sen söyle." Adam sinirini zorla muhafaza ederek "Her şeyi olduğu gibi anlatacağım dedin, anlat işte." Diye tısladı. Kadın bir süre öylece baktı, sonra kahvesinden bir yudum alıp masaya koydu. Kafasında yeni planların cirit attığı öyle belli oluyordu ki. Daha ne kadar dayanacaktı, sinirini ne zamana kadar muhafaza edebilirdi bilmiyordu. Ömründe ilk defa bir yabancıya karşı bu denli öfke doluydu. Ama kadının konuşması için son bir sabırla kendini tuttu. "Açık konuşayım, ben de seni tanımıyorum." Ani değişimin etkisiyle rahat bir nefes verdi. Sonunda, diye düşündü. Başından beri bu kadının onu tanımadığını biliyordu, sırf evine bilmediği bir sebepten ötürü girebilmek için tanıyor numarası yaptığını kabul etmeye başlamıştı. Donuk bir ifadeyle devam etti kadın: "Rabia diye çok yakın bir arkadaşım var, yazın sürekli Deniz diye birisinden bahsedip başımın etini yedi." Adamın yüzündeki rahatlamış ifade hızla çürüyerek eski haline döndü. "Rabia?" Kadın omuz silkti. "İkiniz tanışıyor musunuz bilmiyorum ama senden bayağı bahsederdi." "Dur, bir dur. Rabia kim, o nereden çıktı şimdi? Beni nereden tanıdığını anlat demiştim yine saçma sapan bir şeyler demeye başladın!" "Sabredersen anlatacağım işte, dinle." Adam derin bir iç çekerek sigarayı ağzına götürdü. "Bir de Rabia çıktı amk*(sansür .d)." Kadın tiksinç bir çöp görmüş gibi yüzünü buruşturarak "Ağzın çok bozuk." diye mırıldandı. Umursamadı, gözlerini lavabonun fayanslarından ayırmadan dumanı sertçe dışarı üfledi. Kadın lafı toparlamak istercesine "Ee," diye geveledi. "Biraz şeydi... Galiba o sıra senden hoşlanıyordu. Bir gün havuz kenarında otururken seni gösterdi, hatta havuza sürekli yüzmeye geliyormuşsun, seni öyle gördüğünü söyledi." "Bu Rabia denen kız da mı Asor'da yaşıyordu?" "Evet." "Ölümcül bir hastalığa filan mı yakalandı?" "Yoo, ne alaka?" "Diyorum ki ölmeden önce son dileği benimle tanışmaktı da yatalak oldu diye bu görevi sen mi üstlenmeye karar verdin? Hayır yani, durduk yere mevzuya yine tanımadığım birisi dahil oldu ve bu olayla ne alakası var anlayamıyorum!" "Dur bir saniye." Kadın aniden gülmeye başladı. Durmak için elini ağzına götürdü ama kahkahasını bastıramadı. Dalga geçilen kendisi olduğu halde utanmadan kahkaha atmasını adam ters ters seyretti. "Şaka mı bu? Sinir bozucuydu ama niyeyse komik geldi." Hala gülüyordu. "Anlaşıldı, dalağın gevşek senin. Yine doğru dürüst bir şey öğrenemeyeceğim." Kadın gülmekten kızarmış yanaklarını soğutmak istercesine ellerini bastırdı, kendini tutmaya çalıştığı belli oluyordu. Çünkü bir yandan sinirlendiği belliydi. En azından hakaret edildiği zaman gülmeyi kesmesi normal bir davranıştı. "Galiba yavaş yavaş senin hakaretli konuşma tarzına alışıyorum. İletişim kurma yolun bu herhalde." Gülümsemesi solmuş, yüzü soğuklaşmıştı. Kahvesinden bir yudum daha alırken memnuniyetsiz ifadesini görmek adama iyi geldi. Belki küfür yağdırarak seni evden kovmayı başarabilirim, diye düşündü. "Öyle bir şey olmadı tabi ki, yanlış anladın. Yazın seni birkaç kez havuzda görmüştüm. Hakkındaki bildiğim şeyleri de Rabia'dan öğrenmiştim. Demek istediğim, ben de seni tanımıyorum ama en azından Asor'da kalabildiysen bayağı güvenilir birisindir diye düşündüm. Oraya girebilmek için güvenilir referans istiyorlar, burnu kalkık eski ünlüler aralarına her girmek isteyeni kabul etmiyorlar." Duyduğu şeylere bir türlü inanası gelmiyordu. Çünkü kadın doğruyu söylüyordu. Şu ana kadar anlattığı şeylerin, adamın gözlerinin önünde Asor'a dair hatırladığı anıların bir nebzesiyle bile uyumsuzluğu yoktu. Sinirleri daha çok bozulmuştu. Bu kadının yalan söylüyor olması lazımdı ama söylediği her şey gerçekti. Zihni bir yandan durmaksızın olasılıkları kurcalıyordu; araştırmış olmalıydı, ya da başka birisinden duymuş olabilirdi. O noktada aklına bir soru geldi, dalgın gözlerini diktiği yerden kaldırıp ona çevirerek soruyordu ki durdu. Kuruntu mu yapıyorum, diye düşündü. Olayın saçma düzeyde normal yaşamdan uzak olması hariç ortada gerçek dışı bir açıklama göremiyordu. Kendini yenilmiş hissetti. İtiraz edecek materyal bulmakta zorlanıyordu şimdi. "Kız nasıl biriydi? Görüntüsünü tanıyorumdur ya da anlatırsan hatırlayabilirim." "Kısa boylu, normal kahverengi saçlı, kahverengi gözlü bir kız. Nasıl ayırt edebilirim ki... Görüntüsü gayet normal biri." Adam artık dişlerini gıcırdatıyordu. Memlekette o fenotipe sahip milyon tane kız var zaten, diye düşündü. Kadın ya kasıtlı olarak kötü tarif etmişti ya da gerçekten doğru söylüyordu. Gerçekten... Bu kadının ayak üstü yalan doğuran biri olduğuna öyle inanmak istiyordu ki gerçeği anlatma ihtimaline katlanamıyordu. Yoksa kafasında çok mu abartmıştı? Sabahki olay yüzünden agresifti belki. Zihninde ona mide bulantısı hissi veren ihtimaller çoğalıyordu; kadın belki de başından beri gerçeği anlatmak için uğraşıyordu. Fakat bu düşünce tahmin ettiği üzere midesini kaldırmaktan başka bir işe yaramadı. Rahatlaması lazımken daha kötü hissetti. Sigarasının acı kısmını damağında hissetti, izmariti fark etmeden kısalmıştı bile. Dumanı üflerken izmariti atmak için ayağa kalktı, başını iki yana sallayarak "Hatırlamadım." dedi. "Bana tanıştığınızı söylememişti zaten." Lavabo mermerine izmariti bastırıp musluğu açtı, külün akmasını seyrederken dalgındı. Kadının kelimeleri, batınca uyuşturan dikenler gibiydi; adam battığını hissediyor ama bir tepki veremeden uyuşuyordu. Niye bir kadın tanımadığı bir erkek hakkında bu kadar çok şey hatırlamak isterdi ki, diye düşünüyordu. Amacı ne olabilirdi? Aradan aylar geçmişti; daha kendi dün yediği yemeği hatırlamazken bu kadının hiç tanımadığı, öylesine olması gereken biri hakkında bunca şeyi hatırlaması garibine gidiyordu. Ancak başka bir açık yakalayamıyordu. Yalnızca kadının bu kadar detaylı hatırlamasını ve düşüncelerini rahatça dile getirişini garip bulabiliyordu o kadar. "Ben orada bir yıl kaldım, geçen ay da Kaşif nereye gideceğime karar verene kadar yanında kalabileceğimi söyleyince oradan pılımı toplayıp Düzce'ye geldim." Kaşif'ten bahsetmeye başlayınca yüzü ön taraftaki pencerelere dönmüştü, anlatırken dalgınlaştı. "Daha nereye taşınacağıma karar veremedim, Muğla'da beni bağlayan bir şey yoktu zaten. Geçen hafta seninle karşılaştıktan sonra tekrar Muğla'ya gitmiştim. Neyse, çok uzattım. Kısacası sonra nasıl oldu bilmiyorum ama dün geldiğimde Kaşif beni içeri almadı. Uyuz kapmış, doktor evdeki her şeyin bulaş riski var demiş. Başıma bir sürü terslik geldi, bir de üstüne cüzdanımı kaybettim, kafayı yememe az kalmıştı. Sonra seni hatırladım." "Kaşif senin neyin oluyor?" "Arkadaşım." Kaşif denen adamı hiç görmemişti, nasıl bir görünüşü vardı bilmiyordu. Ancak kadın arkadaşım dediği adamın evinde keyfine göre kaldığını öyle rahat anlatıyordu ki sanırsın kardeşinden bahsediyordu. "Onun da mı evine çökmüştün?" "Çökmekten kastın yine kalmak. Değil mi?" Ona, ters ters bakarak "Sen ne tür bir manyaksın ya?" diye sordu. "Kadınsın sen, nasıl bu kadar rahatça tanımadığın adamların evlerinde kalıyorsun?" Sözü imalı bir sesle dişlerinin arasından tıslamıştı. Başından beri sorunun açıklamalarda olmadığını artık anlamıştı; bu kadın yalan söylemiyordu, aksine çılgınlık yapıyordu! Öylesine uçuk eylemleri vardı ki anlattığı zaman yalan gibi duruyordu ve adam tüm bu zaman boyunca algılayamadığından yanlış anlamıştı. Kadın ise neye şaşırdığını anlamaya çalışır gibi bozulmuş bir ifadeyle ona bakıyordu. "Kusura bakma ama o durum seni ilgilendirmez, Kaşif ile ilgili sana açıklama yapmak zorunda değilim. O güvenilir bir arkadaşım, sadece bunu söyleyebilirim." Adam başını iki yana sallayıp duruyordu. "Yok ben anlamıyorum." Dedi. Bu sefer cidden patlama noktasına gelmişti. Aklına gelen soru kanında yakıcı bir ateş gibi parladı: Kadın açıkça söylemekten çekindiği bir iş mi yapıyordu? Yüz ifadesi bir anda acınası, sıkıntılı bir hal aldı. Düşündüğü olasılığı kendisi yadırgamıyordu, onun için seks işçisi olmanın bankacı olmaktan bir farkı yoktu; hatta daha çok kıymeti olabilirdi. Bankada her gün insanları fark ettirmeden dolandırıp hayatlarını kararttıklarını bizzat görüyordu, o yüzden fahişeler bile gözüne kendinden daha namuslu gelebilirdi. Ama Düzce'deydiler; kızıl sokakta değil. Bir kadına, hatta seks işçisine normalde fahişe demenin sonu kavga oluyordu. Kadına zaten yeterince doluydu, ancak hala içinde insani bir şeyler vardı ve bir kadının yüzüne bakarak sen orospu musun, diye soramıyordu. Birden kadının sakin bir sesle "Sana her şeyi olduğu gibi anlattım. Hala sorun ne?" dediğini duydu ve kendine geldi. Fark etmeden kendini fazla kaptırmıştı. Sıkıntıyla elini saçlarına götürdü. Sıradan hayatına bu ekstrem yaratığın nasıl düştüğünü anlamak istiyordu. "Raziye'ye işim var, kalmam lazım demişsin." Kadın sakince başını salladı. "Evet, zaten bu yüzden Muğla'dan döndüm. Yani taşınacağım elbet ama Düzce'de kalma niyetim yok, Kaşif ile ilgili bir mesele yüzünden döndüm." Uyarı niteliğinde bakışlar atarak abartılı bir sesle "Özel bir mesele." dedi. Stresten patlamasına rağmen baş salladı. "Başkasının derdinden bana ne." Diye homurdandı. Ellerini lavabo mermerine dayayıp geriye yaslandı. Kadın da ona bakmak için sandalyede geriye döndü ve bacak bacak üstüne attı. İlginç bir belgesel izler gibi elini yüzüne dayamış, onu seyrediyordu. "Sana korkunç gelmiyor mu bu yaptığın?" Kadın anlamadığını belli eden bir sesle "Neyi?" diye sordu. "Bir kadın olarak hiç tanımadığın erkeklerin evlerinde kalmayı diyorum. Türkiye burası, Avrupa değil ki." "Böyle peş peşe anlatınca sanki sürekli tanımadığım erkeklerin evinde kalmak için yer değiştiriyormuşum gibi geldi değil mi? Fuckbuddy gibi." Şaşkınlığını yüzünden saklayamadı. Kadın her seferinde onu şoka sokmayı bir şekilde başarıyordu. Şimdi de onun aklını okumaya başlamıştı. Dikene dönüşmüş yosunları andıran keskin gözlerle bakışırken aklının okunması fikri saçma gelmedi. Bir hafta evvel aniden sokak ortasında karşısına çıkan beklenmedik güzellikteki kadının görünüşü o günden bu güne ikinci kez dikkatini çekmişti. Varlığından soluksuz sıkıntı duymakla meşgulken neredeyse unutuverdiği güzel görüntü şimdi yeşil mi kahverengi mi olduğuna tam karar vermemiş karışık renkteki gözlerini kendisine dikmiş halde tüm cazibesiyle önüne seriliyordu. Adam, kadının henüz görmeye başladığı güzelliğini keşfederken gözlerinin sandığı turkuaz rengi bile olmadığını yeni fark etmekteydi. Daha fecisi bedeniydi. Adam, fahişe olduğundan şüphelenmekte bir nebze haklılık payı olduğunu, asıl kendine haksızlık ettiğini yeni fark ediyordu. Kadının bedeni ateşten bir parçaydı; onun yerinde olsa bir seferliğine bile neden olmasın diye düşünürdü. Niye böylesine müthiş bir bedeni sırf aşık oldu diye tek bir adama saklamak zorunda kalsındı ki? Saflık olurdu. Kendi olsaydı biraz gideri olan, iyi de para veren bir uçkuru düşüğü tüm mal varlığını üzerine yaptıracak hale getirtebilirdi. Sırf fahişe olup bedenini ucuz fiyata elalemin altında eskitmeye gerek de yoktu; nafaka evliliği diye bir şey vardı sonuçta. En mantıklısının nafaka evliliği olduğuna karar verdi. Ne düşünüyorum lan ben? Bir anda içindeki tüm sinir deposu gülme eşliğinde dışarı boşaldı. Kendi haline gülüyordu. Birkaç aydır cinsel durumunun anormal olduğundan şüpheleniyordu ama şimdi net olarak anlamıştı. Evinde beleşten bir Victoria's Secret modeli dururken bundan tahrik olup kadını tavlamanın peşine düşmek yerine kadının yerinde olsa seksten ne kadar para kaldırabileceğini düşünüyordu. Acınası haldeydi ama niyeyse buna üzülemedi. Bilmediği bir sebepten ötürü zaten aylardır ereksiyon olmuyordu ama fikirlerinin bile bu denli moruğa bağlamış olması trajikomikti. "Komik mi geldi?" Kadın hala son sözünü düşündüğünü sanıp üzerine alınmıştı. Ve gülümsüyordu. Adama göre seks konuşmakla ilgili hiçbir sıkıntı olmasa da kadının kendi cinsiyetine tabu olarak işlenmiş bir konuyu bu kadar rahat kaldırıyor olması garibine gitti. Ancak yine de rahat olmasına, ergen kız havalarına girip kasıntılık etmemesine saygı duydu. "Sinirim bozuldu bir an." Dedi, eliyle yüzünü ovalayıp bir yandan kendine gelmeye uğraşıyordu. Sabahın köründen beri durmaksızın bilinci açıktı ve haliyle yorgunluk direnci azalmıştı. "Hala saçma geliyor. Ne olduğun umurumda değil, alınma ama istersen fahişe ol, sorun değil. Ama bu ahır kutusunu pat diye gelen biriyle paylaşacağıma inanmak zor." Kadının yüzü hafifçe gerildi, fahişe lafına takılmamaya çalıştığı belliydi. "Doğru, normal ev düzenine benzemiyor. Ev de normal değil zaten." Gerginlikle kıkırdadı. Sonra yine eski haline döndü. "Deniz, rahatını bozmayacağım merak etme. Eskisi gibi yaşamaya devam edeceksin. Düzce benim için sadece bir aylık, geçici bir mekan. Sonra eski yerime döneceğim... Beni hatırlamayacaksın bile." Ve tekrar gülümserken gözlerinin içine baktı. "Kendi adına konuş. Ben hayatımda ilk defa tanımadığım biriyle aynı evi paylaşıyorum. Bir daha da olmaz zaten bu anı bana yeter de artar." "Sen öyle gülünce söylemeyi unuttum. Ben de tanımadığım insanların evinde kalmaya alışık değilim; Kaşif'ten sonra sen ikincisin. Bundan sonra da ihtiyacım kalmasın diye elimden geleni yapacağım çünkü hakaretlerin ömrümün kalanı boyu birinin evinde kalmamam için yeterli geldi." Şüpheyle "Bunu şimdi söylemen ilginç." diye mırıldadı. Bir sessizlik oluşurken ikisi de karşı taraf açıklama yapsın diye bekledi. Adam pes etti ve kolaya kaçtı, bakışlarını ilk ayıran o oldu ve açık pencereleri seyretmeye başladı. "Fuckbuddy değilsin yani." Soru olmasa da sesinde soru emaresi vardı. "Kelime kullanımın gibi cümlelerden anlama biçimin de garipmiş. Değilim. Sırf arkadaşıma güvendim, onun evinde kaldım diye hemen seks yapmıyoruz, ya da genç kadınım diye anlamsız beklentiye girmiyoruz." Boğuk bir sesle "Sen de normal kadınların aksine bu konularda fazla rahatsın." dedi. "Kötü bir şey olduğunu mu ima ediyorsun?" Yorgunluktan bulanıklaşan gözlerini yumarak önüne döndü. "Fazla marjinalsin diye düşünüyorum. Bana sorun değil ama buralarda sorun olarak görüldüğünü bil." "Her yerde sorun, bir tek burada değil. Ama bunun sebebi sadece benim kadın olmam. Yani bu dediklerimi sen anlatsan anormal gelmez öyle değil mi? Erkekler her zaman her şeyi yapabilir. Kadınlar... her şeyi değil." Zoraki bir gülümseme eşliğinde tamamlamıştı kadın. "Seksizm tartışacak havamda değilim." "Doğru. Bu gün yeterince yorucuydu." Homurdandı ama bu konuda daha fazla sormak istediği bir şey kalmamıştı. Sıkılmıştı. Belli ki kadın anlattığından fazlasını veremezdi, ki kendi de daha fazla açıklamaya gerek olmadığına karar vermişti. Güvenmiyordu. Kadının ağzından çıkan hiçbir lafa güvenemiyordu ve ne kadar açıklama yaparsa yapsın tam olarak kabullenmeyecekti de. Kendinden başka kimseye güvenmeyen, pislik herifin teki olmasının yanı sıra bir meseleyi kafaya koydu mu çözüp, kendi gözleriyle gerçeği görmediği sürece inanmazdı, şimdi de böyle olacağı belliydi. Aklına gelen fikri düşünürken baş ağrısı da peşinden geldi. Şimdilik ne yapabileceğine karar vermiş olup, kalanını sonra halletmeye karar verdi. "Son uyarı: huysuz biriyimdir. Haberin olsun. Senin için kolay olmayacak." Kadının gözleri ne dediğini iyi bilen bir sakinlikle bakıyordu. "Öyle görünüyor. Taşınmayla ilgili bir sorun kaldı mı?" "Yok. Ama dost olacağımızı düşünme. Mümkün olduğunca benden uzak dur." "İyi geçinelim benim için yeterli." Gözlerini kadına çevirip uyarı bakışları attı." Sadece. Birbirimize karışmadan yaşayalım." Kadının yüzündeki sakinlik mum gibi eridi ve dudakları ince bir çizgi halini aldı. Daha fazla konuşmak istemiyordu. Midesinde yavaştan başlayan ekşimeyi hissediyordu, buzdolabına gidip kapağını açtı. Dolapta tanıdık bir cisim ararken kaşları döküldü. "Al işte! Daha ilk dakikadan sorun çıktı bile. Çorbam nerede?" "İnsanlığımın verdiği yetkiye dayanarak lavabodan aşağı akıttım. Kötü kokuyordu. Ondan içmemişsindir umarım." "Kötü de koksa bana sorman lazımdı. Unutma dolap benim. Burada benim kurallarım ağır basar." Kadın güldüğünü belli eden bir sesle "İçindekiler de benim. Karşı koyabilecek sadece çürük bir çorba vardı ve diskalifiye oldu." dedi. "Espri kabiliyetin iyi, seninle iyi anlaşacağız." Dolaptaki en cazip kutuyu alırken ona döndü. Kadın ne olduğunu sezmişti, kaşlarını çatmış, fıldır fıldır dönen gözleri onun neyi aldığını görmeye çalışıyordu. Adam dolabın kapağını örtünce görebildi. Plastik saklama kabının kapağını açarken "Küçük bir ekleme daha yapıyorum, eğer benim işime karışırsan karşılığında tazminat alırım. Bu pilav benim." Dedi. Kadının ağzı şaşkınlıktan bir o şekli aldı. "Ben o çorbayı sen ölme diye attım, pilavıma çöreklenemezsin." "Sana benim sağlığımı düşün diye bir görev verilmedi, yapmasaydın." "O çürümüş çorbayı benim güzelim pilavımla bir mi tutuyorsun?" "Tazminat, tazminattır." Kadın donuk bakışlar atıyordu. "O zaman pilavı da çürüdükten sonra al." Omuz silkti. "Ben emeğe bakarım hanımefendi, malzemenin durumuna değil." Bir kaşık alıp masaya oturdu. O sıra kadın da kalkıp dolaplara yönelmişti. "Ne yapıyorsun?" "Hepsini tek başına yemeyeceksin herhalde." "Bana ne be! Git kendine yeni yemek yap, bunun hepsi benim hakkım." Kadın elinde kaşık ve genişçe bir servis tabağı ile gelince kutuyu hemen önünde muhafaza etti. Kadın ters bakışlar atarak "Onu ben yaptım!" dedi. "Dolap da benim ama." Kadın kaşığı masaya bırakıp sinirle bacağına vurdu. "Senin yüzünden gidip kendime ayrı dolap mı alacağım? Biraz paylaşsan ölür müsün?" "Eve taşınırken düşünseydin." "Sen kaşındın, kendi yemeklerini kendin yaparsın o zaman." "Başka nasıl olacaktı ki? Mutfak aynı diye her zıkkımı paylaşmak zorunda mıyım?" "Ne yani şimdi ocakla fırını da mı kullanamayacağım?" "Tabi doğru ya. Mutfaktaki tüm eşyalar bana ait, kaşık, çatal, bıçak, fırın, ocak... Ne varsa." Kadının evden koşarak kaçması ve bir daha dönmemesi için hala yeni yollar denemekteydi. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle kadına nispet eder gibi gülüyordu. Kadın içindeki siniri kaşla göz arasında buza çevirmişti sanki; yine suskunlaşarak boşluğa dalmıştı. Sanki onun görmeyeceği bir şeye odaklanmış düşünüyordu. "O zaman Raziye ablanın mutfağını kullanacağım. Ülser konusunda sana başarılar dilerim, o çorba gibi yemekler yapmaya devam edersen benden önce taşınacaksın." Kadın sırıtarak "Acil servise." dedi. "Kendini düşün. Ben senden iyi kendimi bakarım." Diye huysuzlandı. "Sen asıl kendi işini zorlaştırdın." "Fazla muhattap olmayalım derken işte bunu kastetmiştim. Ben yıllardır böyle yaşıyorum." "Off..." Kadın şakaklarını ovalayıp ağırlığını bir kalçasına verdi, muhtemelen içine düştüğü survivor batağına lanet yağdırıyordu. Homurdanarak topuklarının üstünde dönüp salona yöneldi. Duyulması zor bir sesle kendi kendine mırıldanıyordu ancak adam umursamayacak kadar pilava dalmıştı. Pilav hakikaten çok güzeldi. Deniz her kaşıkta kusur arayarak tatmasına rağmen gerçekten lezzetli bulmuştu. Bir dolu kaşığı daha ağzına gömerken en son ne zaman doğru dürüst bir ev yemeği yemişim, diye düşünüyordu. O sıra aklına bir fikir geldi. Kadının yemek paylaşma fikri fena değildi ama daha iyisine sahip olabilirdi. "Hey, bir dursana." Kadın ona dönmek üzere durdu. İstemeyerek de olsa önündeki kutuyu birazcık ileri iterek imalı bir bakış attı. "Anlaşma yapalım." Dedi. "Sen benim mutfağı kullan, ben de... bana yemek yapmana izin vereyim." Kadın alaycı bir homurtunun ardından kahkaha attı. Adam o an kahkahasının ne kadar ince ve yumuşak olduğuna şaşırmıştı. "Senin şu bozuk kelime kullanımına bir çözüm bulman lazım." Dedi kadın. "İstediğimden sana yemek yapma derdinde değilim, sadece uyumlu olup mutfağı paylaşırsak birlikte geçinebiliriz diye düşündüm." Adam tek kaşını kaldırarak ona baktı. "Hem dolabımı kullanmana izin vereceğim hem de sana yemek mi yapacağım? Olmaz. Sen yemek yap, ben de mutfağımı paylaşayım, anlaşma bu." "Bayağı pintisin sen." "Orta doğu gibi olmayan ülkelerde o dediğine haklarını korumak deniyor." Kadın gülümsüyordu. "Bence pintilik ile senin dediğin farklı şeyler. Pilavımı beğendin değil mi?" "Yaşam standardıma göre." "Dayanamayacağını biliyordum. Benim yemeklerim senin dolabından üç tane alır, emin ol." Masaya dönüp kutuyu adamın önünden çekti. "Anlaştık. Zaten o çorbayı gördükten sonra senin yemeklerinden yemem, bundan sonra benim hazırlamam çok daha iyi." Yemeği az evvel getirdiği geniş tabağa komple döktü ve karşısına oturdu. "Dua et yorgunum yoksa sana semaver bile yaktırırdım." "Beni bankadaki dolandırılmaktan beyni çürümüş müşterin sanma derim." "Tehdit mi ediyorsun?" "Çok stresli birisin. Sadece şunu yiyip kavga etmeden dağılalım olur mu?" Yine adamın işe yaramayan kışkırtması ve kadının alttan alarak konuyu kapatmasının ardından iki yabancıya uygun bir sessizlik eşliğinde usulca yemeklerini yediler. Kadın masadan erken kalktı, hamağa gidiyordu. Adam tabağın dibini sıyırdıktan sonra her şeyi masada öylece bıraktı, madem mutfak kadının kontrolünde olacaktı kirlilerden de o sorumluydu. Odasına gitmeden önce ceketini almak üzere kanepeye gitti, kadını hamakta yatarken görünce kaşları yine çatıldı. Bunun olacağını biliyordu, ne bekliyordu ki? Evde başka yatak yoktu, ama sorumlu olması gereken kendi değildi ve kadın döşemelerde uyumak zorunda kalsa bile umurunda olmazdı. Aksine erkenden evini terk etsin diye fırsat buldukça mızmızlık yapmaya hazırdı. Kadın hamağa uzanmış, çoktan gözlerini yummuştu. Adam onun da kendisi gibi yorgunluktan yüzünün çöktüğünü gördü. Gözlerinin altındaki çürük meyve posası gibi halkalara rağmen kadın hala sinir bozucu bir mucize eseri güzelliğini korumaya devam ediyordu. "Kendine yatak al. Hamakta daha fazla uyumana izin vermem." Kadın uykulu gözlerini açıp ona baktı, garip renkli gözlerinde uyku buğusu vardı. "O işi hallettim, yarın yatağım gelecek." dedi. "Baza filan aldın mı?" Parasını bu çürük evde kalmaya inat ettiği için hunharca harcayabilmesine inanamıyordu. Bu kadın ya çok parası olan bir aptaldı ya da sadece aptal. Kadın esnedi. "Niye baza alayım ki, yatak yeter. Oradaki küçük odaya götürür, yere sererim." Bir yandan konuşmaya devam ederken yumuk gözlerinin üstündeki kaşları çatıldı. "İyi ki battaniye, yastık almışım. Sen kesin beni soğukta bırakırdın." Hayır, düşündüğü kadar akılsız değildi. Ama yine de parasını boşa harcıyordu. "Öyle yapmalıydın zaten. Ebeveynin yok burada." "Nezaketin için minnettarım." "Teveccühünüz hanımefendi." Kadın gülümsedi. "Ben işyerindeki müşterin değilim." Ceketini omzuna atarak odasına yöneldi. Kapıyı açıp odaya girmeden önce son bir kez dönüp baktı. "Bu arada," Kulpu tutan eli ona dönüp altındaki hamağı işaret etti. "Hamak için bu gece ve dün gecenin ücreti olarak yarın güzel bir kahvaltı hazırlamalısın haberin olsun." Kadının uyku mahmurluğuyla meleğimsi bir hal almış yüzü bir anda gözlerini açmasıyla zebaniye dönüştü. "Ne? Ya sen daha ne kadar-" "İyi geceler hanımefendi!" Kapıyı hızla örterek odasına girdi. Kadının ne dediğini duysa da umursamadı bile. Elbette emir almaktan hoşlanmayacaktı, kendi de olsa aynen bu şekilde arkasından bağırırdı. Hatta daha fenasını yapardı. Ancak o kar etmek zorundaydı, başka türlü yaşamak iğrenç geliyordu. Üstünü çıkarıp yatağa girerken kadının son bir kez "Pislik!" diye bağırdığını duydu. "Sonunda gerçek bir karşılık verebildi." Diye mırıldandı. Kadın sonunda sinirini dışa vurup gerçek bir tepki vermişti ve buna sevineceğini hiç tahmin etmezdi. Çünkü kadının sürekli alttan alıp durması garibine gidiyordu. Bu tavrı içine kurt düşürüp iyice kabullenmesini zorlaştırıyordu. Çok yorgundu. Yarın başına ne geleceğini düşünecek hali kalmamıştı. Bu akşam kadını evden kovamazsa sinirden uykusunun kaçacağını düşünmüştü. Oysa ki beklemediği kadar gevşemişti. Bedenindeki tüm kaslar yumuşadı. Sırtını iyice gerip, evindeki belki de tek pahalı parça olan yatak takımının içinde keyifle homurdandı. Niye bu kadar rahatladığını hiç bilmiyordu. |
0% |