@halempa
|
Gördüğü şey bir kabus değildi. "Kaşif?" Dilinden kelimeler iradesi dışında akmıştı. Zihni Kaşif'i Deniz'in kapısının önünde dikilirken algılamakta zorlanıyordu. Kaşif her zamanki nezaketiyle baş sallayarak "İyi akşamlar." dedi. Sırma'nın bedeni bir anda görünmeyen bir kısıtlayıcıdan kurtulurcasına açıldı ve öne doğru hızlı bir adım atarak "Niye geldin?" diye fısıldadı. Fısıltısındaki şiddet bağırmak istediğini ama bunu yapamayacağı bir ortamda olduğunu belli ediyordu. "Bu meseleyi halletmeye geldim." "Ne? Kafayı mı yedin? Hemen geri dön!" "Daha sonra konuşarak bu rezilliği toparlayamayız Sırma, şimdi sonlandıralım ve kurtulalım bu dertten." "Hayır, hemen git buradan, beni daha fena duruma sokacaksın!" "Ben seni daha fena duruma getirmek için ne yapabilirim ki Allah aşkına! Tanımadığın bir adamın evinde gururunu ayaklar altına almak pahasına rezil oyunlarla kendine yer tutmaya çalışıyorsun. Bundan rezil durum mu var?" Sırma'nın gözlerinde ateş sicimleri parladı. Öfke, irislerini ışıldattı. "Halledeceğim diyorum. Bu kadar." "Neyi halledeceksin?" Sırma'nın öfkeyle çarpılmış yüzüne soğuk bir endişe ifadesi döküldü, hemen ellerini havaya kaldırarak "Bağırma!" diye tısladı. "Kasıtlı olarak kendini belli etmeye çalışıyorsun değil mi? Kaşif, beni mahvetmeye çalıştığının farkında değilsin, burada benim hayallerim var!" "Berbat bir hayal bu. Kendini bir kabusun içine soktuğunu daha öğrenemedin. Çekil önümden. Edebimle bu korkunç durumu bitireyim." "Hayır! Kaşif yalvarırım çık git, ben halledeceğim diyorum lütfen!" Kaşif başını iki yana sallayarak "Senin halletmeni yeterince bekledim." dedi ve kapıdan içeri adım attı. Sırma hemen önüne geçip ev ile arasında et ve öfkeden bir barikat oldu. Gözleri, Kaşif'in ayaklarına diken kurutucu kimyasal misali zehirli bakışlar atıyordu. Kaşif, Sırma’nın saniyeler içinde aklını yitirme noktasına vardığını görüyordu, tereddüt ile bir an kendi de aldığı kararın doğruluğunu sorguladı ama hemen silkelendi. Sırma'yı göğsünden iterek biraz daha öne geçmeye çalıştı. Ama kadının bedeni diriliğin kuvvetiyle doluydu ve onun vahşi hamuruyla birleşince aşılmaz bir duvar oluyordu. Sırma göğsündeki eli hışımla kavrayarak aşağı çekti, Kaşif o an kemiğine vuran bir acı hissetti. Yüzünü buruşturarak elini Sırma'nın pençesinden kurtarmak istedi. Sırma da o an neye sebep olduğunu anlamış olacak ki öfkeli yüzü anında değişti, şaşkınlıkla gözlerini kırpıp Kaşif'in eline baktı ve telaşlı bir iç çekti. "Ah şey, yanlışlıkla oldu!" Diye fısıldadı. Sırma anlık bir afallamayla gevşemişti ve Kaşif de o anı fırsat bilerek sağındaki dar aralıktan sıvıştı. "Kaşif!" Diye hırladı Sırma, kelimeler dişlerinin arasından ezilerek çıkmıştı. "Yapamazsın! Yemin ediyorum seni ölene kadar affetmem, dur!" Daha merdivenin ilk basamağını çıkmıştı ki sırtında bir el belirdi, Sırma onu geriye çekti. "Deniz’e bu kadar yaklaşabilmek için deli gibi uğraştım ben! Gelip de kolayca her şeyi mahvetmene izin veremem!" "Kendini nasıl da kandırmışsın. Öyle kör olmuşsun ki şu rezil rüyan uğruna gerçek hayatını bile terk etmeye hazırsın. Beni bile!" Sırma öfkeyle karşısındaki adamın yakasına asıldı. Dişlerinin arasından nefret anlamı taşımasa da öyle hissettiren kelimeleri tısladı: “O halime yaşamak mı diyorsun sen!” "Hey?" O an Sırma'nın yüzündeki kaslar çaresizlikle kasıldı. Deniz yukarından sesleniyordu ve sesinden bu tarafa yaklaştığı belliydi. Sırma iki canavar arasında sıkışmak üzere ve azap içinde gibiydi. Yüzünden çektiği acı belliydi, Kaşif bunu görmek istemese de farkındaydı. Sırma'yı o halde görünce yakın zamanda söylediği sözler zihninde yankılanmıştı: "Ondan ayrı kalınca hasta oluyorum..." Sözü geçen hastalığın belirtilerini o an canlı bir şekilde Sırma'nın yüzünde görebiliyordu. Ancak bu belirtiler normal değildi; Sırma resmen şok geçiriyor gibiydi. Kaşif, sakin bir sesle "Kendine gel." diye fısıldadı. Sırma zihnini kapatmışçasına dalgındı, onu duymuyordu. Kaşif sağlam eliyle kadının kolunu kavrayıp "Sırma!” diye fısıldadı bir daha. “Toparla kendini, artık ne yapman gerektiğine karar vermek zorundasın!" "Hey, duymuyor musunuz? İki saattir sesleniyorum." Sırma'nın cesede dönüşmüş yüzündeki ilk kıpırtı gözleri oldu: Ağırca hareketlenip yukarı baktı. Yukarıki sahanlıkta sinirli bir adam belirdi, merdivenin başından onları görmek için başını uzatmıştı ki adamın gözleri oltaya takılan balık gibi bir anlık şaşkınlıkla Sırma'ya sabitlendi. "Sırma?" Dedi ve Kaşif'i de görünce kaşlarını çattı. "Neler oluyor?" Kaşif "Biraz tansiyonu düştü sanırım." dedi, istifini bozmadan kolunu Sırma'nın koluna geçirdi ve "Hadi canım, yukarı çıkalım." dedi. Yürümeye başlayınca Sırma da yarı baygın halde peşinden geldi. Yukarıdaki adam şüpheli bakışlar atmaya devam ediyordu "Bir anda ne oldu buna böyle?" dedi. ""Az evvel normaldi." Kaşif, düz bir sesle "Merdivenleri inerken olmuş olmalı." dedi. Sırma'nın yalan söyleme huyu ten ile temas halinde bulaşan bir hastalıktı sanki, Kaşif buraya yalanlarla bahaneler uydurmaya gelmemiş olmasına rağmen o anda uydurup duruyordu. Sırma da fark etmiş olsa gerek, beli belirsiz bir şüpheyle Kaşif'i inceliyordu. Ancak Kaşif'in minik yalanı onda bir umut ışığı yakmış olmalıydı, Sırma beklemediği bir hızla kendini toparlayarak Kaşif'e yığılmış bedenini çekti ve daha kontrollü yürümeye başladı. Kaşif bu çabuk toparlanmanın altında bir art niyet olduğundan şüphelense de en azından Sırma'nın gitgide kötüleşmediğine sevindi. Buraya gelme sebebi zaten Sırma'nın sağlığıydı. Öteki adam hala Sırma'yı süzüyordu, şüpheli bir sesle "Bir sorun olmadığına emin misin, bu hiç iyi durmuyor." dedi. "Bu diye kastettiğin Sırma mı?" Dedi Kaşif, adamın Sırma'ya hitap etme şekli sinirini bozmuştu. "Evet." "Onun adının Sırma olduğunu şimdi öğreniyorsun o zaman." Adam bir an duraksadı ve "Ne alaka?" dedi, Kaşif'in sinirlendiğini de imasını da anlamadığı belliydi. Sırma bir iç çekerek Kaşif'in kolundan sıyrıldı ve "Hayır, o sadece öyle hitap etmekten anlıyor." dedi. Saniyeler içerisinde hızlı bir yaşlanma hastalığı geçirmiş gibi duran yüzünü kaldırıp Kaşif'e baktı, şimdi yüzünde durduk yere bir gülümseme vardı. "Biz de yemek yiyorduk. Fırında makarna var, ben yaptım. Yerisin değil mi?" Kaşif onun bu ani değişiminden şüphelenmişti, ama belli etmedi. "Eh, Sen yaptıysan neden olmasın." Sırma dişlerini göstererek sırıttı ve mutfağa gitmeden önce öteki adama kısa bir bakış attı. Masaya geçtiklerinde “Kabak tatlısı da ister misin?” diye sordu Sırma. Sesi öyle hoş ve yumuşak çıkmıştı ki Kaşif başını kaldırıp şaşkınlıkla bakmıştı. Sırma’nın ses numarasını bilirdi. Çok kez insanları ikna etmek için sesinin ayarını değiştirdiğine şahit olmuştu. O anda iştahı kaçtı. Elini hafifçe sallayarak “Sağ ol canım bu kafi.” dedi. Sırma onun önüne çoktan bir tabak makarna koyumuştu. Öteki adam dalgındı, masadaki herkesten uzak bir noktaya oturmuş ve önündeki şarap bardağını izliyordu. Kaşif yemeye koyulmuştu ki onu sorusuyla durmak zorunda kaldı, ağzındaki parçayı hızla yutarak “Efendim?” dedi. “Adın Kaşif, değil mi?” Dedi adam. “Bu arada, sizli bizli konuşma faslını geçmek istedim yanlış anlama.” Kaşif baş salladı. “Anlıyorum. Evet,” dedi çatalı yemeğe batırırken. “Sırma benden bahsetti sanırım. Memnun oldum.” Kaşlarının altından bir bakış atarak “El sıkışma faslını da geçebiliriz herhalde.” dedi. Deniz, dirseğini masaya koymuş, eliyle çenesinin ağırlığını taşıyor gibi duruyordu. O an gülerken elinin altındaki çenesinin kasıldığını gördü. “Bana uyar. Ben de memnun oldum, adım Deniz bu arada.” Sırma, iki adam arasındaki garip tanışma faslını seyrederken gözleri bir Deniz’e bir Kaşif’e kayıyordu. Gergindi, ağzındaki yemeği çiğneyip duruyordu. Kaşif baş sallayarak “Biliyorum, şunun şurasında komşuyuz. Hem Sırma da senden biraz bahsetmişti.” dedi. “Ne zaman?” Kaşif afallayarak çatalı tabağa bıraktı. Önce Sırma’ya baktı: çilli yeşil gözlerin ardındaki korkuyu gördü. Kaşif adama döndüğünde tüm o gerilimin sebebini çözdü. Adam, Sırma’nın bahsettiği ürkütücü bakışlarla Kaşif’i analiz ediyordu, Sırma’nın yalanlarına ters düşecek bir şey söylemesini bekliyordu olmalıydı. Bu ikisi ne kadar da birbirlerine benziyorlar, diye düşündü, sonra zihin rüzgarı duraksadı ve ama bir o kadar da farklılar, diye ekledi. “Birkaç gün önce sanırım.” Adamın iğneleyici bakışları Sırma’ya döndü. “Öyle mi?” Sırma’nın mimikleri yine Kaşif’i şaşırtıyordu, öylesine sakin ve her şeyden uzak bir yüz ifadesi vardı ki daha az evvel onun şok geçirdiğine inanası gelmiyordu. “Geçen hafta seni sokakta gördükten sonra biraz bahsetmiştim.” Kaşif’in kaşları çatıldı, hisleri doğru çıkmıştı: Sırma onun üzerinden yalanlarını sürdürme peşindeydi. Belki de daha fazlasını yapmanın peşindeydi, belki de Kaşif’i küçük adımlarla kendi yalan oyununun avukatına çevirmek istiyordu. Konuşacaktı ki adam araya girdi: “Kaşif, beyaz şarap içer misin?” Kaşif’in kafası karıştı. Sırma’nın yalan tuzakları içinde sıkışmaktan kaçmaya çalışırken bu beklenmedik teklif karşısında şaşkınlığa uğradı. “Olur. Yalnız tek başıma içmeyi sevmem.” Adam sırıtarak kendi bardağını kaldırdı. “Ben de eşlik edecek birini arıyordum, tek başıma içerken niyeyse bir terslik var gibime geliyor.” O an Sırma'nın önünde de dokunulmamış bir kadeh olduğunu gördü ve masadaki fluluk ortadan kalkmış oldu. Kaşif adamın neyin peşinde olduğunu anlamıştı, bu adam belli ki birini gevşetip çenesini açtırmak istiyordu. Kaşif, Sırma’nın uzattığı kadehi alırken kısa bir an göz göze geldiler. O sırada adam “Beyaz şarabı yemekten önce içmek için kullanıyorum aslında.” diyordu. Kaşif sessizce şarabı yudumlarken bir yandan adamın konuşmasını dinliyor, bir yandan da Sırma’nın gitgide gerginleşen el hareketlerini takip ediyordu. “Ne faydası oluyor?” Adam'ın yüzüne yine çarpık bir gülümseme yayıldı. “Bence yemeğin tadı daha iyi çıkıyor.” “Yemek de güzelse tabi.” Adam bu sefer seslice gülmüştü. Ancak Kaşif bu gülüşün altında başka bir düşüncenin olduğunu biraz sonra anladı. “O konuda yemeği yapana güvenmekten başka çarem yok.” Adamın bakışlarını takip edince şaşkınlıkla Sırma’yı bulmuş oldu. “Hmm.” “Benim yemeklerim söz konusuysa asıl, kişi kendi zevkine güvensin.” Sırma böyle deyince Kaşif’in aklı daha çok karıştı. Adamın tatsız homurtusunun üzerine “Yemekleri sen mi yapıyorsun canım?” dedi. “Daha yeni başladım.” Dedi Sırma, ağzına bir çatal dolusu makarna götürdü. Sırıtarak “Biliyorsun, daha yeni taşındım.” dedi. Adam, kelimeleri neredeyse birbirine katarak hızla “Evet daha hallolmamış bir kahvaltı sorunu da var.” diye ekledi. Sırma ağzına bir çatal daha götürürken gülmekten kendilerini alamamış gibiydi. “Deniz ile bazı konularda çatışmamak için anlaşma yaptık.” Dedi Sırma. “Mutfaktaki işler bana kaldı.” “Anladım.” Bu lafın üstüne adamı gizli bir telaş almış gibiydi. Gözleri Sırma ile Kaşif arasında bir süre gidip geldi. “Bu arada komşuyuz ama hakkında hiçbir şey bilmiyorum Kaşif. Karşıda birinin oturduğunu bile unutmuşum.” Kaşif bu lafın altından ne niyet çıkacağını bekliyordu. “Aslında ben de dışarısıyla pek içli dışlı olmuyorum. Çoğunlukla işle ilgiliyim, doğam da buna sebep oluyor sanırım.” “Ne iş yapıyorsun?” Kaşif sıkıntılı bir iç çekti. “Yazarım.” “Vay be.” Dedi adam, sesinde bir ilgi belirmişti. “Bankacı olmaktan iyi midir ki?” Kaşif bu sefer kederle gülümsedi. “Yazarlık kabiliyeti olmayan biri için dünyanın en kötü mesleği olduğuna eminim, benim için de biraz öyle. Ama bankacılıktan daha iyi midir bilemiyorum.” “Benim meslekten iyi olduğuna eminim. Ben işe giderken ayaklarım geri geri gidiyor, sen ise işini yanında taşıyorsun.” “İşinden şikayet etmeyen yoktur.” Adamın şüpheci gözleri Sırma’ya döndü. “Aaa doğru ya, Sırma sen işsizdin. Öyle bir şeyler demiştin değil mi?” Sırma afalladı. “Evet, hatırladığına şaşırdım.” “E, dün Kaşif ile ilgili bir işten sebep burada durman gerektiğini söylemiştin... Kafam karıştı şimdi.” Sırma’nın masaya koyduğu çatal tiz bir ses çıkardı. O ses havadaki gerilimi hissettiren bir işaret gibi yankılanmıştı. Deniz’in boş söz sallamayan biri olduğu çok açıktı. Cümlelerini Sırma’yı köşeye kıstırmaya yarayan bir siper gibi kullandığını Kaşif anlamıştı. “Ben de bunu konuşmak için gelmiştim.” Her ikisin de kafası bir anda Kaşif’e döndü. Sırma bir şey demek için ağzını açsa da tekrar kapadı, konuşmakta tereddüt etti. Ardından tüm cesaretini toplayarak çenesini kaldırdığında Kaşif ona fırsat vermeden devam etti. “Görünüşe göre burada kalmak için bayağı zahmete girdin Sırma.” Gözlerinin içine baktı ve Sırma'nın yalanını ona doğru yavaşça savurdu: “Bu kadar uğraşmana gerek yoktu. Biliyorsun.” “Senin evden çıkman doğru mu?” diye sordu Sırma. Kaşif bir anda neyden bahsettiğini anlayamayarak durdu. “Anlamadım?” Sırma donuk bir ifadeyle “Uyuzun bulaş riski var diye beni eve almamıştın ama şimdi buradasın. Başkasının evinde bulunmak doğru mu sence? Bir sıkıntı olmaz mı?” dedi. Kaşif neye uğradığını şaşırarak öylece bakakaldı. Deniz de bir o kadar rahatsız olmuşa benziyordu. Gergin bir ifadeyle Sırma’nın oturduğu tarafa doğru seğirtti, alçak sesle “İnsanların özeli böyle ortaya söylenmez, şaşırdın mı sen?” dedi. Kaşif, başta Sırma’nın o anlık bir yalan olsun diye bunu söylediğini sanmıştı. Ancak günler önce Sırma’nın kısaca yaptığı uyarıyı anımsadı ve yapbozun dağınık parçaları birleşti. “Olur da bulaşıcı bir hastalığa kapıldığın gibi bir şey duyarsan...” gibisinden bir şey söylediğini hatırlıyordu, galiba bahsettiği hastalık buydu: uyuz. Sırma, Kaşif’i bastırmak için eski kozlarını öne sürmeye gayret ediyordu. Ve bunu pis yöntemlere başvurmaktan gocunmadan yapıyordu. Sırma, adamı dinlemeksizin devam etti: “Sonradan beni bunun için suçlayacak biri olduğundan soruyorum.” İmalı gözleri adamı işaret ediyordu. Adam ise dişlerini birbirine bastırarak “İpin kopmuş senin.” diye fısıldadı. “Sırma.” Dedi Kaşif. Sırma, dostunun yüz ifadesini gördüğü an bir açıklamaya gerek kalmaksızın anlamış oldu. Kaşif’in yüzüne karanlık bir perde inmişti. Yazmak için odaya çekildiği zaman küçücük bir tık sesinden bile etkilenen Kaşif uyanmıştı. Şimdi Kaşif önünde yazması gereken bir şey olmasa da, aynı ifadeyle Sırma’ya daha fazla ses çıkarmaması gerektiğini ima ediyordu. Sırma dudaklarını birbirine bastırıp başını öne eğerek suskunlaştı. Kaşif’in etrafına yaydığı his öylesine kuvvetliydi ki, bunu ifade edecek kelimeler ancak kor ve bıçak olabilirdi. “Sırma, angarya meseleleri sonra istediğiniz kadar tartışabilirsiniz. Sofra burası, gereksiz saçmaladın.” Adamın sesi ortamdaki gerginliği sezmiş gibi temkinli çıkmıştı. Kaşif’e dönerek “Benim için sıkıntı değil,” dedi, gözleri yalan söylemiyordu ve onun için cidden sıkıntı olmadığı durgun yüz ifadesinden de belliydi. “Belli ki buraya önemli bir şey söylemeye gelmişsin, yoksa öyle bir bulaş durumunda sebepsiz yere gelmeyeceğini düşünüyorum.” Kaşif’in yüzündeki ketumluk bir anda yok oldu, yerini eski yumuşak ifade aldı. Az önce Sırma’yı uyaran kalın sesin aksine daha samimi bir sesle “Evet, iznin olursa bunu bir anlatayım.” dedi. “Sırma’nın ne demek istediğini henüz anlayamadım ama iştah kaçıran mevzularla konuyu uzatmayalım.” Son kelimeyi kullanırken vurgulaması ve o an Sırma’ya attığı bakış diğer adamın gözünden kaçmadı. “Aslında-“ “Haklısın, gereksiz yere iştahımızı kaçırmayalım şimdi. Yemekten sonra konuşalım.” Kaşif sessizce baş salladı ama yanındaki adamın Sırma'ya çevrilen gözlerinde hiç de memnun olmadığını belli eden bir sinir vardı. Adam iç çekerek sandalyesini geri itip sofradan kalktı. Sırma kirpiklerinin altından yeşil dikenlerini anında ona çevirmişti. “Ne oldu?” “İştahım yok. Size afiyet olsun." Adam masadan kalkınca Sırma, Kaşif’e imalı bir bakış attı. Kaşif yemeğin tadını çıkarmaya niyetlenmişti ama belli ki Sırma daha fazla vakit kaybetmek istemiyor ve onu savaşa davet ediyordu. Bu entrika dolu havadan bezdiğinin ifadesi derin bir iç çekti ve çatalını masaya bıraktı. Sırma masadan kalktı ve yüzünde elf ışıltıları saçan bir gülümsemeyle “Masayı toplamama yardım eder misin?” dedi. Sonra da Kaşif’in yanından geçerken fısıldadı: “Konuşalım.” Kaşif’in tepesi bir kez daha attı. Sandalyesini sertçe iterek masadan kalktı. Daha tabağındaki yemeğin yarısı bitmemişti ama kendi de daha fazla uzatmak istemiyordu, artık şu oyuna bir son vermek istiyordu. Sırma çöp kutusuna artıkları dökerken tabağı sessizce yanına koydu. “Pes et Sırma. Bırakalım artık şu oyunu.” Sırma gözlerini işinden ayırmaksızın fısıldadı: “Saçma bir şey yapmadan git buradan, sonra ne konuşmak istiyorsan konuşuruz tamam mı?” Kaşif yüzünü ekşitti. “Senin bu kirli entrikalarına ayak uyduramam ben. İçinde kaostan beslenen bir şeytan olduğunu bilmiyordum. Artık öğrenmiş oldum. Yaşadığın her şey kafi, buraya kadar.” Salona gitmek için birkaç adım atmıştı ki Sırma’nın eli bileğini pençe gibi kaptı. Boğazından yükselen kocaman bir acı nidasını son anda bastırdı ve boğuk bir ses çıkardı. Sırma tam da tutmaması gereken bileği tutmuştu, kolundan omzuna kadar alevli ağrılar saçıldı. Öfkeyle homurdandı ve elini silkeleyerek Sırma’nın pençesinden kurtardı. Acıyla bir an sendeledi ama kararından vazgeçmedi. Mutfaktan çıkarken Sırma arkasından geri dönmesi için hırlıyordu. Nafile, diye düşündü. |
0% |