@halempa
|
Anılar zihninde canlandı. Sırma, Kaşif'i ilk gördüğü günü hatırlarken pişmanlık da bir yandan boğazını gizli gizli boğuyordu. Banka oturmuştu ve dizlerinin üstüne serilmiş kitabı okurken başka hiçbir şey düşünmüyordu. Ruhu uzun zamandır belki de ilk defa bu kadar berraktı. Gereksiz hiçbir korku zihnini meşgul etmiyordu, çünkü huzurluydu. O anın güzelliğini tadabiliyordu. Ancak bu dinginliğin ürkerek hızla onu terk etmesinden öyle korkuyordu ki, sakinleşmeye gerekenden çok daha fazla özen gösteriyordu. Çam ağaçları misafirperverdi, onu derdini iyi bilen şefkatli dostlar gibi hoş kokularla sarmalıyorlardı. Başını kaldırıp baksa ağaçların yeşil dikenlerini ve aralarına saçılmış kozalakları görebilirdi, kozalaklar kokusunu alamayacağı kadar yukarıdaydı ancak Sırma onların kokusunu alıyordu sanki. Etrafında taptaze bir koku vardı, genzini öyle bir açıyordu ki oksijenin ciherlerine fazla geldiğinden korkabilirdi. Dudağında minik bir tebessümle derin bir nefes alırken omuzları inip kalktı. Önünde defalarca kez okunmuş bir kitap vardı, gözlerini tanıdık paragraflara çevirirken üstündeki kozalak kırıntılarını umursamadı. Etraftaki hareketliliği fark etmiyordu. Onun gibi banklara oturan, canı sıkıldıkça kalkıp dolaşan insanlar vardı ama o an Sırma'nın gözünde sadece göz ucuna yansıyan bulanık gölgelerdi. Gölgelerden birinin ona doğru geldiğini görse de umursamadı. Neticede park yolunun kıyındaki bankta oturuyordu, yoldan geçen herhangi biri olduğunu düşündü. Ama silüet iyice yaklaştı ve Sırma o an içinde uykusundanuyanmak üzere homurdanan bir kıpırtı hissetti. Yalnızlık sayesinde kendini huzurlu hissediyordu ve bu konfor bozulursa yine aynı huzurla kitap okumaya devam edebilir miydi bilmiyordu. Belki her kimse o kişi birkaç sayfa sonra kalkıp giderdi. Ya da içindeki kıyıda köşede saklandığını ve herhangi bir rahatsızlıkta tekrar coşacağını iyi bildiği o his tamamen uyanırsa kendi gitmek zorunda kalırdı. Bulanık silüet yanına oturunca gözlerini sayfadan ayırmadan okumaya devam etti, umursamaz görünmeye çalışıyordu. Ancak şakaklarındaki gerilim çoktan başlamıştı. Orayı terk etmek istiyordu. Rahatsızlığın emareleri kendini başta böyle belli ederdi. Silüetin yana doğru eğilerek kitabının kapağına baktığını fark edince şaşırdı, bu hoşuna gitmemişti. "Thegonia?" Kulaklarına dolan tok ses üzerine başını kaldırdı. Yanındaki adam elli yaşını aşkın görünümüyle saçları bozlaşmış, ilk bakışta fazlasıyla kilolu ve ondan daha kısa duran biriydi. Adamın yüzünü gördüğü an içindeki anksiyeteyi içine taş atılmış duru bir göl gibi bocalatan bir şey hissetti, ama ne olduğunu anlayamadan o his çakıp söndü. Kaşları mahmur bir ifadeyle hafifçe çatılırken şaşkınlığını gizleyemedi. "Evet." El çabukluğuyla kitabı kısa bir an açıp kaparken "Hesiedos," dedi. Böyle bir açıklamada bulunma isteği olmamasına rağmen niye zahmete girdiğini kendisi de bilmiyordu. "Tabi ki, hesiedos'tan başka bunu yazmış kimse yok. Yani, benim bildiğim kadarıyla öyle." Çekinceyle "Okudunuz galiba?" diye sordu. Adam gözlerini yavaşça örterek onayladı. Ardından kitabı işaret etti. "Çok kez de okunmuş olmalı." Sırma kendini tutamayarak gülünce adam da güldü. Sırma, yanaklarında bir sıcaklık hissediyordu. Uzun zaman önce kaybettiği bir alışkanlığı yavaş yavaş hatırladığını fark etti, moral gibi bir şeydi bu. Ama içinde bulunduğu hastalıklı ruh haline göre yine de moral denemeyecek kadar yetersiz bir tepkiydi bu. "En sevdiklerimden." Adam keyifli bir homurtu çıkardı. Anlamadığı bir sebepten ötürü keyiflenmiş olmalıydı, az evvele nazaran daha rahat bir şekilde banka yaslandı. "Böyle bir kitabı defalarca kez okumuş birisi bana göre zevklidir." Sırma soru işaretiyle dolu bakışlar attı. Ancak başka sorun vardı ki bu adamın yüzüne baktıkça bir şeyler hatırlıyordu. Hala zihninde tam olarak bütünleştiremediği bir şey. "Rahatsız etmiyorumdur umarım." "Demek istediğinizi pek anlayamadım aslında." Dedi Sırma. Adam'ın yüzüne fazlasıyla samimi ve onu şaşırtacak kadar sıcakkanlı bir gülümseme yayılırken "Bunda anlaşılamayacak ne var?" dedi. "Mitolojiye ilgi duyan birinin boş laf ettiğini görmedim hiç. Zevkliden kastım buydu." "Sanmıyorum, bence biraz abartılı." Adamın sözleri hava dolu övgü balonlarına benziyordu ve bu Sırma'yı işkillendirmişti. Bir an parkta lolita avına çıkmış andropoz canavarlarından birisine tosladığını düşündü. Sonuçta parklar oyun oynayan çocuklardan çok, art niyetli kocamış adamların işine yarıyordu. "Boş laf gevelediğime inandığının ama bunu direk söyleyemeyecek kadar nazik tavırlı olduğunun kanıtı." Sırma bu sefer kafası karışık olmasının yanı sıra şaşkınlık içerisindeydi. Adamın sözleri gittikçe garip bir hal alıyordu. Ve Sırma'nın ürpertisi çoğalıyordu. "Sana yazar olduğumu söylesem gözündeki tüm şeklim tamamlanır değil mi?" Sırma kendini tutamayarak güldü. "Hmm.. Sanırım öyle." Adam anlam dolu bakışlar atıyordu. "Umarım palavra attığımı düşünmemişsindir, gerçekten yazarım ve gerçekten mitoloji okurum." Yine yazar olduğunu söylemişti. Ve yine Sırma'nın içindeki o tanıdık ama bir o kadar belirsiz his uyanmıştı. Adamı izleyen gözleri dalgınlaşırken zihninin tozlu köşesinde bir kıvılcım tanesi parladı ve Sırma bölük pörçük bir görüntü hatırladı. Yazar... "Ne zamandır yazıyorsunuz?" Adam cevap vermeden önce kısa bir an sessizce baktı. "Yirmi yıl oldu sanırım." Sırma'nın kaşları havalandı. "O kadar zamanda en az bir kitabınız yayınlanmış olmalı." "Evet, şu an iki tane mevcut." Sırma'nın yüzünde hınzır bir ifade oluşurken "İsimleri ne peki?" diye sordu. "Okumasam da mutlaka bir yerden isimlerini duyduğuma eminim. Çok kitapçı dolaşırım." Ve bu adamın ismini bilmek istiyordu. Bu adam ona bir şeyler hatırlatıyordu ancak Sırma bütünü elde etmesini sağlayacak o kayıp kilidi bulamıyordu. "Sarhoş Ruhlar Güncesi', romandır. Bir diğeri de araştırma üzerine, 'Soylar İçinde Aile Huyları ve Tepki'." "İlk kitabı sanırım biliyorum..." O ismi duymasıyla olduğu yerde çakılıp kalması bir olmuştu. O an anı sayfasının üzerinde gezinen sis buharlaşmış ve bütün geçmiş önüne serilmişti. Ananesinin günlüğünde uzunca bahsettiği kitabı anlatan sayfa işte orada duruyordu. "Adınız ne sorabilir miyim?" Diye sordu, boğazının gerisinde onu kelimeleri yutmaya zorlayan bir direnç peyda olmuştu. "Kaşif Demirci. Okudunuz herhalde? Öyle görünüyorsunuz da." O gün kaderin garip huyları Sırma'yı eksik kalmış bir hikayenin kayıp parçasıyla karşılaştırmıştı...
Sırma, ananesinin ölümünün ardından yaşadığı trajediyi anlatırken usulca ninniler söyleyen yaşlı bir kadın kadar sakindi; nitekim şu anki soytarı enkazına benzeyen ruh haline teslim olmadığı, yıllar yıllar evvel çok daha hayat dolu günler geçiren küçük Sırma iken, başucunda ninniler okuyan ananesine benziyordu. Ancak kadifemsi sesine rağmen Sırma'nın sözleri bir ninniden değil de kabusun içinden fırlamış gibiydi. Deniz merdivenleri çıkarken onun garip tonlu, sakin diyebileceği ama tüylerinin ürpermesine sebep olan mırıltısını duyuyordu. Salonun girişine geldiğinde duyduğu mırıltının sandığından daha yüksek perdede ve kasıtlı olarak tüm duvarlara erişmesini istercesine sesli olduğunu fark etti. "...Seninle ilgili bildiğim tek şey o günlükte yazanlardı. Seni sevdiğini biliyorum, muhtemelen sen şimdi öğreniyorsun... Ya da biliyordun ama görmezden gelmiştin. Her neyse... Sana gereğinden fazla yaptığı onlarca yardıma, verdiği paralara sesini çıkarmadın, başını sallayıp öylece kabul ettin." "Gözünle görmediğin bir şeyi anlatma hakkını kendinde nasıl bulabiliyorsun?" Deniz, sesini duyduğu an başını çevirip bakmasa Kaşif'in orada olduğunun fark etmeyebilirdi. Koskoca adamın salonun ortasında nasıl da kendini hissettirmeden kıpırdamaksızın durduğuna şaşırdı. Sebebi halinden belliydi, Kaşif'in boynu öylesine öne eğilmişti ki yüzü görünmüyordu, kolları iki ölü et parçası gibi yanında asılı duruyordu, sırtı kambur, görüntüsü tümüyle yıkık bir binaya benziyordu. "Hepsi günlükte yazıyordu. O sayfaları kaç kez defalarca kez okudum bilemezsin, ben bile sayamam. Seni sevdiğini her seferinde söylüyordu, ama gün geçtikçe senin yüzünden kendinden nefret etti işte. Sonunda öyle bir hale gelmişti ki sadece ne kadar pişman olduğunu yazıp durmuş. Daha anlaman için ne söyleyeyim Kaşif? Senin yüzünden ruhu ölüyordu! Sonunda kendi canına kıydı! Benim..." O an Sırma'nın metanetli sesinde bir kırılma olmuş ve sesi titremişti, Sırma yutkundu ve konuşmak için kendini toparlamak zorunda kaldı. Bu hali Deniz'in ilgisini çekmişti; rol mü oynuyordu yoksa gerçek miydi? "Benim üniversiteyi kazanmamı beklemiş... Anla işte." Deniz'in yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi. Kaşif'i bilmiyordu ama o anladı. Sırma'nın ananesinin öldürüldüğü ifadesi yanlıştı, artık bu konuda emindi. Bahsi geçen kadın apaçık intihar etmişti ve bunun için de torununun kendini sağlam bir karaya vurmasını beklemişti. Kadın muhtemelen torununun sınavı kazanmasını beklemiş sonra da görevini tamamlamış olmanın huzuruyla canına kıymıştı. Fena can sıkıyor, diye düşünmeden edemedi. Başkalarının hayatına istemeden bulaşmış olmaktan hala nefret ediyor ve evinde yalnız kalabilip, bohem huzurunda boğulduğu günlere dönemek istiyordu ancak kulaklarının içine sızan hikaye istemeden kalbine dokunmuştu. Duyduğu şeyler her neladar kendi hayatıyla ilgisi olmayan, olmaması da gereken şeyler olsa da hikayenin acısına karşı kendini savunmasız hissetti. "Ananeme böyle bir şeyi neden yaptığını düşünüp o evde kendimi kemirmiştim, Adamın biri geliyor, hasta annanemin intihar etmesine sebep oluyor ve kimseye hiçbir açıklama yapmadan öylece sonsuza dek kayboluyor. Ananem senin yüzünden tükendi ama sen ona bir açıklama bile yapmadan çekip gittin. Günlüğünde yazmış... 'Veda bile etmedi, rüzgar gibi kayboldu.' diye." Kaşif'in çenesi hafifçe hareketlendi ve bir an Sırma'ya baktı. "Bir gün senin iyi biri olduğundan başka bir gün ise onu kandırıp gittiğinden bahsetmiş. Hala kendini hatalı bulmaya gayret ediyormuş, yine de kendini yanlış anladığına inandırmaya çalışmış. O kadar acı çekmiş ki! Onun daha evvel ne sebepten acı çektiğini bilmiyor muydun Kaşif? Nasıl umarsızca bunu yapabildin? Tek yaşam sevinci sen olmuşsun ama sen de aynı ölüm gibi onu yalnız bırakıp gittin! Onca acının ardından senin de terk edip gitmene dayanamadı işte, son dayanağı da ortadan kaybolunca yıkılmış! Ben ananemin ruhunun öldüğünü bile bilmiyordum, sana anlattığı acıların bile farkında olamayacak kadar toydum. O ölene kadar anlayamadım! Sen olmasaydın, onu yıkıp geçmeseydin belki canına kıymayacaktı! NEDEN GİTTİN?" Sırma'nın bağırışı duvarlarda yankılandı, sonunda bağırmıştı işte. Sesi bu sefer gerçeklik akıyordu. Tamamen gerçekçiydi. "Sen neden geldin peki?" "Konuyu dağıtmaya niyetliysen çok da umudunu yükseltme. Gerçeği ertelemeyeceğim artık, söyleyeyim sebebini: sana bunları sormak istedim. Ananemi yıllarca kandıran adamı tanımak istedim, günlüklerinde gözü kör olmuş bir hayranlıkla anlattığı adamın nasıl biri olduğunu kendi gözlerimle görmek istedim. Yıllarca bunu düşündüm çünkü! Ve sen resmen benim ayağıma geldin! Neden geldiğini bilmek istedim, bana neden kendini ananemle hiç geçmişi olmayan öylesine yabancı biriymiş gibi tanıttığını anlamak istedim, neyin peşinde olduğunu öğrenmek istedim, bunlar işte! Sen de benim kadar açık olabiliyorsan anlat hadi." Kaşif sessizliğini koruyordu. Deniz kendi gibi düşünecek olsa buna asla cevap vermezdi diye tahmin etti. Açıkçası içinde bulunduğu karmaşa ve birbiriyle alakasız duran onlarca hikayenin birbirine geçmesi yüzünden artık zihni koca bir karmaşa yumağına dönüşmüştü. Başı ağrıyordu. Ama bir yandan da sanki film izliyormuş gibi gördüklerini yorumluyordu. Belki de bütün bu sirk düzenine alışmaya başlamıştı, ama bundan rahatsızdı. "Rahatsızlık verdiğim birinin evinde bunları konuşamam." "O zaman evinde anlat." "İkna olup buradan ayrılacak mısın?" "Tabi ki hayır, ben artık burada yaşıyorum. Bir süre sonra buradan da ayrılacağım." Bunu duymasıyla Deniz'in içinde kısa süreli bir ferahlık oluştu, ancak nafile olduğunu biliyordu. Sebebi tamamen bu kadına güvenmemesiydi. "O zaman öğrenme." Kaşif'in sesi o an beklenmedik düzeyde öfkeliydi. "Bu saçmalığı sürdürdüğün sürece sana anlatacak hiçbir şeyim yok." Diye tısladı. "Ya ananenin evine dön ya da-" "Senin garip tavırların beni çoktandır ürkütüyor Kaşif, artık mümkün değil. Ananemin evine de dönmeyeceğim. Ben kendi yolumu çizdim." "Garip tavırlarım mı?" Deniz de zihninde bu soruyu soruyordu. Sırma yoksa Raziye'nin laf arasında bahsettiği öfke krizinden mi bahsediyordu? "Bana ananeme yaptığından pek farklı davranmayacağın kesin. Yine hiçbir şey açıklamadan gidersin belki de." Sırma duymamış gibiydi, görünüşe göre önceki yarım bıraktığı hikayeye dönmeye hevesliydi. "Emin ol seni bu halde görseydi daha çok kahrolurdu. Hangimiz şu an onun canını daha çok yakabiliriz bir düşün bakalım." Bu sözün ardından Deniz'in gözleri vakit kaybetmeden son birkaç gündür en büyük düşmanı olan kadına döndü, Kaşif'in 'bu halinden' kastı tam olarak neydi bilmek istiyordu. Sırma'nın yüz ifadesi beklediği üzere sarsılmıştı ama buruşmuş alt çenesi hala inat etmekte kararlı olduğunu belli ediyordu. "Benim halim gayet iyi." Sözler dudaklarının arasından zorlama bir çabayla çıkmıştı, içten içe öyle düşünmediği ortadaydı. "Beni ananemin üzerinden suçlamaya kalkma sakın. Senin yediğin haltların yükü hafiflemeyecek. Kaçamayacaksın." "Daha fazla senin saçmalıklarını dinlemeyeceğim, yeter artık." Dedi Kaşif, çıkmak için merdivenlere doğru ilerledi. "Tahammül gösterdikçe daha da kendini alçaltıyorsun." "Sen sadece kaçıyorsun." Diye seslendi Sırma. Kaşif, Deniz'in yanından geçerken sert bir duvara toslamış gibi durdu ve aniden ona döndü. "Bir daha evime girme, artık istediğin kadar sokaklarda kendini süründürebilirsin tamam mı!" Bu rahatsız edici düzeyde sert noktalamanın ardından Kaşif evi terk etmiş, kapı gürültüyle çarpılmış ve iki beden ne yapacaklarını bilmez halde başbaşa kalmıştı. Deniz şimdi başındaki tam manasıyla ona yüklenmiş bela ile ne yapacağını düşünüyordu. Evinde durmaya bile tahammül edemiyordu şu an, onu rahatsız eden cismin varlığından kaçıp rahatça nefes alabileceği huzurlu, gerçek bir eve kaçmak istiyordu. Kendi evi artık imkansızdı. Büyük düşman karşısında öylece dikiliyordu, şoka girmiş olmalıydı. Kıpırdamıyordu, ellerini iki yanında yumruk yapmış ve ağlamamak için kendini sıkıyordu. Deniz ise onun inadına sert numarası yaptığını biliyordu ve bu inadı izlemeye katlanamıyordu. Dudakları aralanıp tam da "Sen tam bir baş belasıymışsın." demek üzereyken mahallede bir gürültü koptu. Sesler bir anda yükselerek ikisini de kokruttu ve aynı anda pencerelere dönüp baktılar. Deniz kaşlarını çatarak "Ne oluyor ya?" dedi ve hızla sesin geldiği yere yöneldi. Mesafenin aleyhine olmasına rağmen merakı onun Sırma'dan evvel pencerelere ulaşmasını sağladı. Başını pencereden uzattığında Kaşif'in kudurmuşçasına etrafa bağırdığını gördü. Adam kafasını kaldırmış, bulunduğu seviye ve boyunun alçaklığına rağmen bütün mahalleye meydan okuyordu. Deniz'in evi ile kendi evi arasındaki mesafenin ortasına geçmiş ve tombul kollarını sallayarak kükrüyordu. Deniz'in ağzı açık kaldı. Ancak adamın hararetine hayran oldu. Sebebi görünüşündeki zayıflıklara rağmen tepki vermekten çekinmeyen cesareti olmalıydı, gerçekten de Kaşif boyuna posuna ters kaçan kocaman bir öfke canavarını içinde saklıyordu. Deniz şu an sirkte alevlerin içinden geçen bir fili izleyen seyirci gibi keyifli ve zevzekti. Kaşif "Utanmaz, arlanmaz dedikoducular!" diye bağırdıktan sonra "Ayı mı oynuyor da seyrediyorsunuz?" diyince Deniz'in dudağı istemsizce seğirdi. Hala sinirli ve kin doluydu ancak ironik bir sebeple etrafındaki insanların öfkesi arttıkça kavgalar, bağırışmalar komik gelmeye başlamıştı. "Ne gülüyorsun?" Arkasından gelen titrek sesi duyunca içindeki belli belirsiz keyif soldu ve öfkesi geri döndü. "Güldüğümü nereden çıkardın?" diye sordu buz gibi bir sesle. "Öyle görünüyordun." Deniz burnundan soluyarak tekrar pencereye döndü. Kaşif'in öfkesi iyice zıvanadan çıkmıştı Ve bu gidişle ona müdahale etmesi gerekecekmiş gibi duruyordu. "İyi ki mahalleyle ilgilenmiyormuş..." diye mırıldandı pervazdan ayrılırken. Kaşif bu azıcık ilgilenmiş hali ile her gün bir kapıyı baltalardı. Adamın içindeki cinnet getirmeye meyilli manyağı görmüştü çünkü. Raziye'nin lafı bir daha kulağında çınladı, bu adam hakikaten tekinsizdi. "Polis çağırsam mı?" Diye sordu Sırma. Deniz şaşırmıştı. "Ondan o kadar korkuyor musun?" Diye sordu. Sırma omuz silkti. "İçime kötü bir his doğdu sadece. Mahalleden birisi müdahale ederse toplu kavga çıkabilir." Deniz yan bir bakış atarken "Olabilir." dedi. "Abartmaya gerek yok ya. Kimse bu saatten sonra kavga çıkaracak değildir." Boğazını darlayan kravatı çekiştirerek kanepeye yayıldı. Gömleğin yakasını iyice açarken Sırma'nın o sıra pencereden dışarı baktığını gördü. "O kadar korkuyorsun madem, evinde nasıl onca zaman kalabildin?" diye sordu. Sırma'nın yüzü şeytan görmüş gibi ekşidi ve cevap vermeden küçük odaya gitti. Şimdi yalnız kalmıştı ancak kendini hiç memnun hissetmiyordu. Hala yeterince yalnız değildi çünkü. Derin bir nefes vererek başını geriye yaslarken bu rezil gecenin sona ermesini umut etti. Ama Kaşif denen adamın hararetinin dinmesi beklediğinden uzun sürdü, sokaktaki hırgür beş dakika sonra ancak kesildi. Sonunda sessizlik dönmüştü. Yatağına gidip uyumak istiyordu, ancak kendi evine yabancılamıştı. Tüm bunların sebebi ortadaydı ve parmakla işaret etmeye gerek yoktu. Stresten alnı şakakları zonkluyordu artık, bir fırsatını bulsa da Sırma'dan kurtulsam diye düşünüyordu. Burnundan acı bir soluk vererek öne seğirdi. Dirseklerini dizlerine koyup ağrıdan sımsıkı kapanmış gözlerini açtı ve ayaklarının arasındaki yıpranmış döşemeyi izledi. "Sikeyim..." Diye mırıldandı. Küfrü öylesine ortaya atmıştı çünkü suçlu olsun olmasın artık herkese öfkeliydi. Başından beri kandırıldığını ispatlamıştı. Evet, Sırma'nın ona tamamen yalan söylediğini bunu bizzat kendisinden duyarak öğrenmişti. Bir zafer sevinci duymalıydı ama şu an eskisinden bile çok öfkeliydi... Beklemediği kadar yıkık hissediyordu. Sırma'nın onu dün akşam partallarla bir nebze ikna ettiği an bile şu an olduğundan daha memnun sayılabilirdi. Hiç memnun değildi. Artık onu kovamaz, mobbing ile bezdirip kaçmasına sebep olamazdı. Son ihtimal hala bir belki taşıyordu ama Deniz şu durumda bir nebze çabalamak bile istemiyordu. Kendine yeni bir ev bulmanın vakti geldiği zaman burnuna değen buruk kokuyu aldı; galiba taşınma vakti gelmişti. Belki de Düzce'deki işlerini beklediğinden erken bitirip ayrılma zamanı gelmişti. Akdeniz'e ya da önceden cv'sini yolladığı diğer şehirlere gidebilirdi. Düşüncesi bile sinirlerini tepetakla etse de şu an Samsun'a bile geri dönecek kadar gitmeye hevesliydi. Tabi ki de oraya geri dönmezdi, hiçbir zaman, ne şekilde ya da hangi sebep olursa olsun... Sadece Sırma'nın olmadığı bir yere gitmek ve bu kolektif skandallardan paçasını kurtarıp bir daha yüzgöz olmamak istiyordu. Cebinden telefonunu çıkarıp ekrandaki saate baktı. Eve geleli bir saat geçtiğini görünce tüm bunların bir saat içinde gerçekleşmiş olmasına hayret etti. Leman'a atamadığı mesajı tekrar yollamak için niyetlenmişti ancak mesaj kutusundaki yeni bildirimi görünce kaşları çatıldı. Sen cevap atmayınca evine geldim Bir problem vardı sanırım Geri döndüm Geç uyuyacağım istediğin zaman beni ara Deniz mutlaka haberdar et olur mu İstediğin yerden öptüm Son mesajın üstüne keyifli bir homurtuyla güldü. Heyheyleri tepesindeydi ama Leman hala eski formunun hakkını verircesine onu yumuşatabiliyordu. Çok düşünmedi, istediği neyse yapmaya karar verdi. Neredesin? Diye yazdı. Bir dakika geçmeden cevap geldi: Evdeyim. Annemlerin yanında. Buluşalım, yazdı ve altına konum attı. Kanepede yanına uzanmış ceketi kapıp hızla kalktı. Tam salondan çıkıyordu ki küçük odadan çıkan Sırma'yı görüp afalladı. Sırma'nın yüzü salya sümük haldeydi ve derisi domates gibi kızarmıştı. Daha içeri gireli on dakika bile olmamıştı ama çoktan ağlamaktan kendini perişan ettiğini Deniz anladı. Onun ağlama kriziyle ilgili soru soracak keyfi yoktu o yüzden görmezden gelip yoluna devam etti. "Nereye?" Diye cılız, ağlamaktan çatallaşmış bir ses duydu. Deniz'in tepesi yine atma sınırına geldi. İnatçı bir kevaşe olması yetmezmiş gibi bir de sorguya çekiyor, diye düşündü. Cevap verirse muhtemelen yeni bir kavga çıkacaktı ve şu an hiç vakit kaybetmek istemiyordu, en önemlisi kafa rahatlığıyla şu evden kurtulup Leman'nın yanına sakin halde ulaşmak istiyordu. Hızla merdivenleri inerken cırtlak ses hala peşinden geliyordu. "Deniz? Ne oldu, nereye gidiyorsun?" Kapıyı açıp çıkarken kendini tutamayıp "Cehennemin dibine." diye mırıldandı. Kafe adı altında cin partileri yapan küçük mekanı biliyordu. Siyah brandalarla ön bahçesi bir odaya çevrilmiş küçük yapı uzaktan bakınca siyah bir kutuya benziyordu. Tepesindeki beyaz tabela inci gibi parlıyor, kocaman harflerle kafe yazıyordu ama herhalde o yazı önünden geçen insanları birkaç saniyeliğine kandırmak içindi. İnsan içeri girmediği sürece biraların ve reyhan gibi boğaz yakan alkol şişelerinin havada uçuştuğunu bilemezdi. Leman'ı orada buldu. Siyah brandaların kapı şeklinde bölünmüş orta kısmında onu bekliyordu. Yine daracık, deri bir kısa etek giymişti. Leman'ın deri kıyafet takıntısı vardı, kışın bile olsa o derileri üstünden eksik etmez, vücudunun oval hatlarını en güzel haliyle göstermekten çekinmezdi. Deniz gülümseyerek yaklaşırken bu seferki yırtılmasa iyi olur, diye düşündü. Kolu vakit kaybetmeden Leman'ın belini kavrayıp kendine çekti ve ağzına yapıştı. Leman, Deniz'in sabırsızlığı karşısında hem şaşkın hem gülüyordu. Dudaklarını ondan zorla ayırabildiğinde "Sana da merhaba." dedi. "Seni özledim." Dedi Deniz. "Ben de seni özledim ama aynı şekilde değil." Deniz gülünce "İki medeni insan gibi tokalaşıp konuşuruz diye bekliyordum." diye sitem etti Leman. "Yaparız." Leman'nın tek kaşı havaya kalktı. "Yaparız da ne? Sen buraya ne için geldin?" "Of Leman." Diye sesli bir şekilde sitem etti Deniz. "Canım sıkkın yorma beni." "Tamam, anlat. İçeri girip bir şeyler içelim konuşalım." "Sonra." Dedi Deniz. Leman'nın bileğinden tutup siyah brandayı çekerek içeri girdi. Leman peşinden sürüklenirken "Ama ya!" dedi. "Hayvanlık yapıyorsun." "Leman hakaret etmesen iyi olur, bu gün yeterince saçmalık yaşadım. Harbiden çok sinirliyim." Leman belli belirsiz bir şeyler mızmızlandı ama sonra susup peşinden gitti. Brandalarla örtülü ön bahçeden geçip binaya girdiler ve bit yuvasına benzeyen masalar ve insanlarla dolu karmaşık iç mekanda zikzaklar çizerek arka tarafa yöneldiler. Deniz, Leman'ı tuvaletlerin olduğu küçük koridora soktu ve oradan da görünmeyecek kadar küçük başka bir koridora girdiler. Neredeyse yarım metre boyundaki daracık koridorun sonunda tamamıyla kapıdan ibaret bir bitiş noktası vardı. Deniz kapıyı açarak Leman'ı odaya soktu. Temizlik eşyaları ve katlanmış portatif masalar, sandalyeler ve diğer ıvır zıvırlar yüünden oda o kadar doluydu ki iki bedene hareket edecek kadar özgürlüğü bile kısıtlı miktarda sağlıyordu. Leman "Sen burayı biliyor muydun?" diye fısıldadı, sesi kısık olsa da o dar alanda yankılanıyordu. Deniz "Şşt," yapıp kapıyı üzerlerine örttü ve karanlığa gömüldüler. Koridordan gelen azıcık loş ışığın da gitmesiyle mat bir karanlık oluştu. Kalp atışları duyuyordu sanki, ya Leman çok heyecanlıydı ya da kendisi hala kendinin farkında olamayacak kadar öfkeliydi. Karanlığın içerisindeki boşluğu yarma çabasıyla elini uzatıp Leman'ı aradı, eli iki kadının göğüs arasını bulunca yaklaştı. Diğer eliyle Leman'ın belini kavrayınca Leman da belini yılan gibi kıvırarak karnını ona sürttü. Deniz başını öne eğdi, dudakları Lemanın önce alnını buldu, sonra Leman da biraz çaba gösterdi ve dudakları birbirini buldu. Deniz iştahla Leman'ın ağzından içeri dilini sokarken eli belinden kalçasına kaydı, Leman inledi ve biraz daha kıpırdandı. Psişik kadınsı hisleri Deniz'den daha kolay bir şekilde istediğini bulmasını sağlıyordu; Deniz bunu nasıl yapabildiğini bilmiyordu ama kadının eli çoktan istediğini bulmuştu. Deniz Leman'ın ağzının içinde hırladı. Leman seks yapmaya ondan daha az niyetli gibi duruyordu ama Deniz'den hızlı davranmıştı. Deniz dilini geri çekip dudaklarını ayırdı ve bir eli yukarı kayıp Leman'ın boynunu kavrarken "Hiç isteksiz durmuyorsun." diye fısıldadı. Leman'ın boynunu sıkarak onu geriye yaslarken kadın boğuk bir inleme çıkardı ama sebebinin bizzat kendisi olduğunu biliyordu; Leman arsızca Deniz'le uğraşıyordu. Dakikalar sonra ikisi de istediklerini aldıklarında nefes nefese ve hareketsiz haldeydiler. Sakin ve yorgunlardı. Deniz boşaldıktan sonra fark ettiği bir şeyle kendine şaşırmıştı, en son ne zaman boşaldığını ya da seks yaptığını hatırlamıyordu ve son seferin üzerinden sandığından çok vakit geçtiğini o an anlamıştı. Aklı başına geldiğinde, aslında hatırlamadığını değil de hatırlamadığı kadar uzun zamandır seks yapmadığını fark etmişti. Belki de Leman gelmese bir süre sonra seks yapmayı bile unutacak kadar o monotonluk sürecekti. Ancak aylarca neden seks arzusu duyamadığını sorgulayarak o anın keyfini bozmak istememişti. Leman'ın terleyince daha sert gelen parfümünün kokusunu içine çekerek yorgun kaslarındaki gevşemeyi dinlemiş ve gerisini umursamamıştı. Bütün düşünce ve soruları bir köşeye atmış, hatta günlerdir başını ağrıtan sorunu bile unutmuştu. Kin, pişmanlık ve acı tarafından ruhu paramparça edilmekte olan bir kadın o gece delirmişçesine çığlıklar atarak uzaktaki bir evde kendini parçalamıştı. O sırada iki yorgun beden bir küçük odada kısa ve keyifli cennetlerinin tadını çıkarıyordu. Karanlıkta bölük pörçük sohbetler açıp kapamışlardı. Yorgunluktan sersemlemiş bir şekilde birbirlerinin göğüslerinde dinlendikten sonra bir şeyler içmek için dışarı çıkmışlardı. Gecenin kalanında da iki normal arkadaş gibi dertleşmişlerdi. Onların arkadaş olduklarına inanamayacak tek kişi tezgahın ardından ters ters bakan baristaydı ama o kadarcık tersliği de umursamamışlardı. Deniz sigara ve içkiyle ağzını doldururken yavaşça hikayesini anlatıyordu. Leman ise parmaklarındaki sigarayı unutmuşçasına elini çenesine dayamış bir şekilde her şeyi dinlemişti. Sırma'nın ise artık dertleşebileceği kimsesi yoktu. |
0% |