Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25 | kırık

@halempa

Ucu hırpalamaktan kızarmış incecik parmakları titreyerek kırık camı tutmaya çalışıyordu. Çarpık şekilli camın kırık turkuvaz kenarında kan lekesi vardı. Gözlerine güzel bir suratın can yakıcı görüntüsü vuruyordu. Önüne düşen yıpranmış saç telleri yüzündeki alelade bölgelere bulaşmış kan lekelerine yapışmıştı. İri, gereğinden fazla kırmızı dudakları titriyor gibi görünüyordu, ama parmakları yüzünden aynada öyle gördüğünü sanmış olabilirdi. Gözlerinin altı yüzündeki kızıl temaya uygun şekilde bir o kadar kızarıktı. Üstündeki kahverengi çillere yeşilimsi bir zemin olmuş küçük gözleri sulu bir bataklığa benziyordu.

Burnundan gelen sümüğü silmek için bileğinin tersini sürttü. Tam olarak neresinin kanadığını bilmiyordu. Ne ara bu hale gelmişti onu da bilmiyordı.

Zihninde yaşamına dair kısa bir an kopmuştu sanki; Deniz gittikten sonra ne olduğunu hatırlamaksızın kendini bu halde bulmuştu. Çatık kaşlarının altından ıslak gözlerini kırpıştırarak etrafına bakındı. İçinden, ona yalnızlığını hatırlatan iğrenç duvarlara lanet etti ama o duvarlar yine tüm donukluğu ve cansızlıklarıyla etrafında öylece duruyorlardı. Sırma yalnızdı.

Camı olduğu yere bırakıp sürünmeye başladı. Yerde başka cam parçaları olabileceğini umursamadı.

Yer yatağının üstüne dağılmış eşyaların arasında ananesinin fotoğrafını buldu. Sırma'ya doğru gülümseyerek bakmaktaydı. Ananesi o fotoğrafta öyle canlı bakıyordu ki Sırma'nın etrafındaki duvarlardan çok daha fazla gerçek olmayı hakediyordu.

Ama o ölmüştü... Çoktan ölmüştü...

"Özür dilerim..." Dedi. Sesi değişik çıkmıştı, ağlayıp çığlık atmaktan yırtılmış gibiydi.

"Böyle olsun istememiştim... Böyle olsun istememiştim..."

Hıçkırıkları duvarlarda yankılandı. Defalarca aynı şeyleri söyleyip, dakikalarca fotoğraftaki ölüye yalvardı. Delirmişçesine bir hiddetle içindeki pişmanlık onu kavuruyor, vicdanını hafifletecek bir af bulabilmek için acınası halde yalvarmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Aşık olmanın bedeli bu muydu? Yoksa her şeyi açgözlülüğünden mi kaybetmiş, sevdiğini sandığı adamı kazanmak uğruna istemeden mi kendini iyice mahvetmişti?

Ananesinin ona bıraktığı tüm anılara ve duygulara ihanet etmişti, bunu biliyordu. Kaşif'i kaybetmişti, belki de hayatı boyunca edinebildiği tek gerçek dostunu.

"Böyle olsun istememiştim..." Çarşaf ve yastık karmaşasının içine bir sürüngen gibi yavaşça girdi. Durmaksızın o cümleyi sayıklıyordu. Fotoğrafı kokusunu içine çekmek istercesine yüzüne kapadı. Uykuya dalmak üzereyken son kez "Böyle olsun istememiştim..." diye mırıldandı ve yüzündeki acı ifade gevşeyerek soldu.

 

Bundan bir süre öncesiydi, Sırma o günü hatırlamaya çalıştığında aradan tam olarak ne kadar gün geçmişti kestiremiyordu. Zihni zaten sisliydi, uzun zamandır sağlıklı düşünemiyor, odaklanamıyordu. Belki de bu yüzden zaman kavramını kaybetmişti. Hatta belki de bu yüzden kontrolümü tamamen kaybettim, diye düşündü.

Bütün bu karmaşa başlamadan önce Kaşif ile parkta buluştuğu son gündü.

Dalgın bir şekilde ağaçları izliyordu. Gözlerinde kızarıklıklar ve ovalamaktan oluşmuş izler vardı, göz kapaklarına yine hatırlamadığı bir krizden sonra ağlamanın ağırlığı çökmüştü. Kızarık ve temas etmekten incelmiş göz çevreleri öyle hassastı ki birkaç saniye bile kırpmadan önünü göremiyordu.

Kış mevsiminin başından beri Kaşif ile parkta buluşup konuşuyorlardı. O zamandan bu yana ağaçların yaprakları iyice yeşermiş, gürleşmiş, solmuş ve sonunda yaz bitmişti. Artık çam ağaçları dışındaki her şey sonbaharda yaprak dökmeye hazırlanıyordu.

Sırma da tüm bu zaman boyunca tıpkı doğa gibi değişip durmuştu; ancak onunkisi öylesine düzensiz bir değişimdi ki, bir gün mutluyken öbür gün kriz geçiriyordu. Dayanma sınırının sonuna gelmişti ve artık yaklaşan felaketi hissediyor, delireceği günün gelmesinden korkuyordu.

"... Sonra yine başladı. Durduk yere, biliyorsun." Başını iki yana salladı ve "Zaten her seferinde bu oluyor. Dinleye dinleye sen de ezberledin." dedi.

Kaşif sakin bir sesle "Devam et." dedi.

"Niye? Aynı şeyler işte. Her seferinde oluyor."

"Anlat Sırma. İçinde biriktirmenden daha iyidir."

"Anlatınca da bir şey değişmiyor."

Kaşif derin bir nefes alıp bankta kıpırdandı. "Pekala, ben tahmin yürüteyim." Bankın sırtlığına kolunu yasladı ve çenesini eline koyarak Sırma'yı incelemeye başladı. Uzun ve sessiz bir göz analizinin ardından "Bu sefer çok ağlamışsın." dedi. "Kendine de eziyet etmişsin. Göz çevrelerinde bir sürü deformasyon var."

"Deformasyon ne?"

"Hasar ya da şekil bozukluğu diyebiliriz. Ayrıca... Cildin de çok soluk duruyor. Yine yemek yemedin mi?"

"Hatırlamıyorum."

Kaşif sıkıntılı bir iç çekti. Sırma bu tanıdık tepkiyi alınca yüzünde ancak Kaşif'in anlayabileceği hınzır bir gülümseme oluştu, omuz silkti.

"Bekle beni."

Kaşif banktan kalkıp park yolunda çıkışa doğru gitti. Sırma onun birazdan güzel kokulu dönerle döneceğini biliyordu. Yanında acılı şalgam da istemeliydi ama Kaşif kendi tahmin ederse çok daha mutlu olurdu. Son zamanlardaki küçük oyunu buydu, içinde çocuksu kırıntıları hareketlendiriyordu... En azından kısacık bir an da olsa...

Kaşif elinde bir çift döner ve şalgamla dönünce Sırma'nın yüzünde güller açtı, o kısacık anda zayıf ve hastalıklı cildine renk gelmişti, bahar gibi yeşermişti. Kucak isteyen küçük bir kız çocuğu gibi ellerini ona uzattı. Kaşif'in suratı asık olsa da onu sevinçli görünce yüzündeki sertlik biraz kırıldı, dudağı hafifçe yukarı kıvrılırken döner ile şalgamı uzattı.

Bir süre konuşmadılar, birlikte sessizce oturup yediler. Gerçi Sırma için yemek tabiri doğru olabilseydi. Kaşif, Sırma'daki garipliği görünce bir süre sonra derin bir huzursuzlukla onu izlemeye başlamıştı.

"Sırma?"

Sırma ağzının kıyından fırlayan soğan parçası ve gözlerindeki soru işaretleriyle ona döndü, ağzından "Hm?" gibi bir ses çıkmıştı.

Kaşif'in kaşları çatıldı. "Yiyemiyor musun?"

Sırma yutkunarak "Yiyorum." dedi.

Kaşif dikkatle onu izliyordu, gözüne çarpan garipliği anında söyledi: "Zor yutuyorsun."

Sırma'nın yüzünde oluşan kahredici ifade bu tahmini doğru çıkarmaya yetti. Kadının kısa bir anlığına yaşadığı mutluluk eriyip yerini tekrar o hastalıklı, çökük ifade aldı. "Ö-öyle mi?" Kekelemişti, kafası karışık gibi duruyordu.

Kaşif'in ciddiyeti kritiğe evriliyordu, aklını kemiren korkunun gerçeğe dönüşme ihtimali ona hiç olmadığı kadar yakın gelmişti. "Sırma bu durum gözüme hiç iyi gelmiyor. Yeme problemi ciddi bir sorundur. Bir doktora görünmelisin."

"Hayır."

"Sana tek başıma yardımcı olamam."

Sırma'nın gözleri kısıldı. "Senden hiçbir zaman yardım istemedim ki. Aksine beni umursamamanı defalarca dedim. Ben sadece birlikte kitap, film gibi şeyler konuşalım istedim ama konuyu bana getirip duruyorsun!" Tekrar dönerine yumuldu, bu sefer Kaşif'e kendini kanıtlamak istercesine büyük bir parça alıp çiğnemeye başladı. Ağzı dolu ve şişikken yüzündeki kızgınlık daha bir belli oluyordu.

"Konuşurken de düzelmediğini söyledin. İçini dökünce en azından bir nebze rahatlamış olman gerekir ama aksine gittikçe kötüleştiğini söylüyorsun. Bir de üstüne kendini açlıkla hasta ediyorsun. Böyle devam edemezsin Sırma, bir uzmana görünmelisin."

Sırma, aniden öne doğru zıpladı ve bir öğürme sesi geldi. Elini ağzına götürüp kendini tutmaya çalıştı ancak burnundan garip bir ses gelince bu sefer bankın arkasındaki çimlere dönüp ağzındakileri çıkardı. Kaşif o esnada endişeyle Sırma'ya seslenerek omuzlarına uzanmıştı, Sırma dinlemeksizin öğürme problemiyle uğraşıyordu. Ve sonunda o büyük lokma acı bir intikamla dışarı çıktı, yutamamıştı.

"Sen gerçekten yutamıyorsun!"

"Sus artık!" Sırma'nın gözlerinden yaşlar geliyordu. Elini bulaşmış ağzına örttü ve kucağındaki yiyecekleri devirerek banktan kalktı. Parkın ortasındaki çeşmeye koşuyordu. Kaşif alnında endişeli kırışıklarla yerdeki hazin görüntülü yiyeceklere baktı. Az önce Sırma'nın mutlu olma sebebiydiler, şimdiyse nefretle yere fırlatılmışlardı. Yerdeki ısırılmış döner ve yarısı dökülmüş şişeyi alıp çöpe attıktan sonra Sırma'nın yanına gitti. Sırtını ovalayıp hıçkırıklarının dinmesini bekleyene kadar yanında durdu. Sırma sonuna kadar açılmış çeşmeye avuçlarını sokup yüzüne su çarparken durmaksızın hıçkırıyordu. Ama ağlama sesi gelmiyordu. Sinirden olmalı, diye düşündü Kaşif.

Sırma bir süre açık çeşmenin önünde hıçkırık krizinin geçmesini bekleyerek ellerini yüzüne kapattı. Sakinleşmeye başlayınca Kaşif elini kolunun altına koyup onu ayağa kaldırmak istedi. "Hadi, yürüyelim. İyi gelecek."

Sırma ellerini kızarmış yüzünden çekip ayağa kalktı ve sessizce yaşlı adamın koluna girip yürümeye başladı. Yüzünü gökyüzünden hiç ayırmıyordu, neredeyse yürüdüğü yola bakmıyordu. Kaşif de bir görme engelliye destek olurcasına onu yoldaki engellerden uzaklaştırarak götürmekteydi.

İnsanların çoğu iş ya da okullarda mahsur olduğu için parkta Sırma ve Kaşif dışında hiçkimse yoktu. Onlar da konuşmak yerine dinlemeyi tercih ettikleri için kuşlardan başka konuşan kimse yoktu. Havada sadece huzur ve sessizlik vardı. Ancak Sırma'nın huzuru yoktu.

"Bir ay sonra göç edip gidecekler." Dedi Sırma. "Geçen yıl olduğu gibi..." Diyerek sesi azaldı. "Parkta yine yalnız kalacağım. Gerçi bu yıl sen varsın."

"Kuşlar gidince yalnız olduğunu mu sanıyordun?"

"Onlar konuşuyordu. Yoksa diğer hayvanları ben de biliyorum."

"Diğer hayvanların konuştuğunu hiç duymadın mı?"

Sırma kaşlarını büzerek ona baktı. "Hiç konuşan karınca görmedim."

Kaşif alayla homurdandı. "Kuş kadar sesi cırtlak değil diye resmen diğer hayvanları görmezden gelmişsin. Böcekler herkesten hatta her şeyden daha çok konuşur emin ol. Sıçanlar da, fareler de, sincaplar da... Ağaçlar hatta otlar da."

"Ben onların sesini duyamıyorum. Kulaklarımı dolduran bir ses olmayınca pek anlamı olmuyor."

"Kendinden kaçmak istediğin için."

Sırma gözlerini yumup tekrar göğe baktı.

Kaşif'in yüz ifadesi değişti, ciddileşti. "Çözüm bulman lazım. Bu halden kurtulmak için ne yapmayı düşünüyorsun?"

"Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum. İlaçla psikoloji düzelmez, doktorlar beni başka türlü nasıl düzeltecek? Sadece zamana inanıyorum."

"Bedeninin tek başına halledemediği bir sorun varsa onu doktorlar halleder. Ama sen bekleyerek gün geçtikçe kendini kötüye sokuyorsun. Söylesene yeme problemini zaman halledebilir mi?"

Sırma cevap vermedi.

Kaşif Sırma'nın önünde durdu, o zaman Sırma da durup ona bakmak zorunda kaldı.

"Aylardır bir zerre iyileştiğini görmedim. Tedavi almalısın. Lütfen doktora git, yapamıyorsan ben yardım edeyim."

Sırma'nın yüzünde tek kas kımıldamıyordu. Ne olumlu ne olumsuz hiçbir cevabı olmadığı boş bakışlarından belliydi.

"Hastaneye yatmaya ne dersin? Gerçi doktora gözüksen de seni bu haldeyken ilaçla eve yollayacağını sanmıyorum."

"Hayır."

Kaşif sinirlenmişti, istemeden sesi bir anda yükselerek "Eğer sorun paraysa masrafları ben ödeyeceğim Sırma, lütfen inat etme!" diye bağırdı.

"Benim param var!"

"Nerede?" Diye bağırdı sinirle.

"Akılsız değilim! Bankada önceki işimden ayırdığım birikmiş param var! Hala yarı bile olmadı!"

"Umarım yalan söylemiyorsundur."

"Ne oldu birden bire? Ah tabi... Az evvel sana döner aldırdım diye yiyecek alacak param yok sandın değil mi! Parasızlıktan sebep yiyecek alamadığımı mı sandın? Evde bir hafta aç durup senin bana döner almanı bekliyorum mu sandın?"

"Öyle bir şey düşünmedim." Bir ucu yalan bir ucu doğruydu. Yine de Sırma'nın dediklerinin hepsini düşünmemişti.

"Parasız değilim ben! Aptal bir gurur yüzünden senden olmadık bir şey saklamıyorum!"

"Tamam Sırma sakin ol!" Bir anda aklına düşen fikirle elleri havada donup kaldı ve gözleri kısıldı. Tehtitkar bir sesle "Sırmaaa," dedi. "Yine konuyu saptırmaya çalışıyorsun değil mi?"

Sırma kollarını birbirine dolayıp yüzünü başka tarafa çevirdi. Dudaklarının arasından "Asıl sen yanlış anlıyorsun." dedi.

Kaşif'in fikri değişmemişti. Ancak üstelemedi. "Sana acımıyorum, bir çözüm sunmaya çalışıyorum Sırma. Biz arkadaşız. Arkadaşımı sağlıklı görmek, onunla sağlıklı bir şekilde muhabbet edebilmek istiyorum, hepsi bu."

Sırma'nın inatçı yüzünde bir yumuşama oldu. Uzaklardaki ağaçları izlemeyi sürdürerek "Ediyoruz ya?" dedi.

"Bir gün açlıktan bayılırsan ya da dikkatsizliğin yüzünden başına bir kaza gelirse ulaşamayacağım kadar geç olmasından korkuyorum. Geri alamayacağın bir kaza olmadan iyileşmelisin."

Sırma uzun bir süre uzakları izledi. Yüzünde pişmanlık ve endişe vardı. "İyileşmek istiyorum."

"O zaman hastaneye gidelim. Hatta şimdi."

"Oraya katlanamam. Duramam. Berbat bir yer! O iğrenç... Ne o... Garip bir kokusu var işte! Beni daha çok kusturur!"

"İyi olabileceğin tek yer orası." Diye dişlerinin arasından tısladı Kaşif. Sabrı tükeniyordu. "Varsa sen söyle? Düzenli yemek yiyebileceğin, temiz ve ilaç tedavisi görebileceğin daha iyi bir yer yok Sırma."

"Bana yardım etmek istiyor musun?"

Kaşif duraksadı, anlamamış bir tavırla kaşlarını çatarak "Ne biçim soru bu? Hala sana yardım etmek için uğraştığımı anlayamadın mı?" diye sordu.

Sırma'nın gözleri fıldır fıldır dönüyor, sanki bulması gereken önemli bir şeyi arıyorcasına havayı tarıyordu. Kaşif bu hali tanıyordu, gördüğü an ne olduğunu anladı: Sırma'nın aklında yine uçuk fikirler cirit atıyordu.

"Sana geleyim."

Kaşif bezgin bir nefes vererek "Bu muydu?" dedi. "Hastaneye gidip iyileşmek varken benim rutubet kazanımda çürümek mi istersin?"

"Hiç de öyle değil."

"Yanımda olmanı istemediğimi sakın düşünme ama ben sana gerçekten yardım edemem Sırma. Neredeyse yarım yıldır burada görüşüp konuşuyoruz, burası her yerden çok daha güzel, havadar ve sakin... Benim evde ise ciğer dolusu rutubet, pislik ve karmaşa var. Orada da sana konuşmaktan başka bir şey sunamayacağıma göre hiçbir faydası olmayacak."

"Olduğum yerden uzaklaşırsam belki fikrim değişebilir."

Kaşif ilgiyle dinlemeye devam etti.

"Orada boğuluyorum. Eve gittiğim zaman köşeme saklanıp durmaktan, uyumaktan başka bir şey yapmamaktan, kimseyle konuşamamaktan sebep boğuluyorum. O sessizlik beynime dolup beni tıkıyor sanki... Aklı başında bir şey düşünemediğimi biliyorum. Bu yüzden yanına gelmek istiyorum, o lanet gibi duvarlardan kurtulamazsam böyle yerimde saymaya devam edeceğim biliyorum!"

Kaşif bunu istemese de içindeki tereddüte rağmen "Peki fikrinin değişmesine yardımcı olacak mı?" diye sordu.

Sırma göğsünde bağladığı kollarını iyice sımsıkı doladı. "Bence olabilir. Kendimi ikna etmeye uğraşıyorum görüyorsun. İyileşmek istemiyorum değil; kendimden başka ses olmayan bir yerde kalınca yaşamak için bir sebep bulamıyorum. İğrenç, yalnız duvarların arasında benliğimi kaybedip..." Gözleri doldu, üst dudağı titredi ve dişlerinin arasına bastırarak kendini kontrol etmeye çalıştı. "Ölesim geliyor!"

Bir hıçkırık sesi. Sırma yine ağlamadan hıçkırmaya başlamıştı; ancak garip bir şekilde bu sefer hıçkırığın neyden kaynaklı olduğunu belli edercesine bir şey oldu. Sırma yüzünü acı içinde buruşturarak elini ağzına götürdü. Hüzün ya da herhangi duygusal sebepten kaynaklı bir belirti değildi bu; Sırma durduk yere hıçkırıyordu sadece. Ve bu tepki sanki kusmak gibiydi; hıçkırırken ne kadar kötü hissettiği yüzündeki acı ifadeden belli oluyordu.

"Hastanede de yalnız kalacağım." Diye hırladı Sırma, beyaz duvarlı steril kokular sinmiş yerden bahsederken tiksinti doluydu. "Daha fazla yalnız kalmak istemiyorum. En azından nefes alabileceğim küçük bir zaman dilimine ihtiyacım var. O cesareti içimde hissedene kadar yanımda yalnız hissetmeyeceğim biri olsun. Belki öyle olabilir Kaşif, belki kendimi toparlarsam doktorun karşısında rehabilitasyon işkencesi çekme gücü bulabilirim."

"Peki bu yeme problemini ne yapacağız? İkna olana kadar daha da kötüleşebilirsin."

"Yük olmayacağım, senden bana özel yemekler hazırlamanı filan beklemiyorum."

"Derdim yemek hazırlamak değil; sadece yemek yiyememenden endişeliyim." Görünüşe göre Sırma yine fazlasıyla alıngandı.

"Uzun zamandır böyle idare ediyorum nasıl olsa. Kısa bir süre daha devam edebilirim öyle değil mi?"

Kaşif iç çekti. "İyi bir ev arkadaşı olamayacağımı baştan söyleyeyim. Yeme düzenim yok, sabah - akşam yemeği gibi adetlere uyan biri de değilim. Temizlikten anlamam, evi kıyamet götürüyor desem yeridir. Her parçası eski, güve ve toz dolu bir yer. Yani şu anki kaldığın evden çok daha zorlanırsın haberin olsun."

"Yalnız kalmak dışında hiçbir şey umrumda değil." Dedi Sırma, sesi öylesine çaresiz ve cılızdı ki acıyı derinden hissettiriyordu. Gerçek ve netti.

Kaşif de çaresiz ve bir o kadar kararsızdı. "Sana... ne sunabilirim bilmiyorum."

Sırma'nın gözlerinde keder dolanıyordu. "Sen bana sandığından daha çok yardım ediyorsun."

Sırma'nın uçuk arzuları ve Kaşif'in kararsızlıkları sonucu fikirleri ittifak oldu ve birkaç gün sonra genç kadın yanına sadece bir çanta dolusu eşyasını alarak ikamet ettiği evden ayrıldı.

Kaşif'in evine taşındıktan sonra zaman içersinde Sırma'daki değişim kendini göstermeye başladı. İlk günler sessiz ve durgundu. Kaşif kitap okurken ona eşlik ediyor, Kaşif yazmak için odasına çekildiği zaman bazen sesini çıkarmadan onun dönmesini bekliyor bazen de kendince başka uğraşlar bulup oyalanıyordu. Kaşif ise beklediğinin aksine iyi bir etki almıştı; Sırma'nın yanında olmasından rahatsız değil, her zaman olduğu kadar rahattı.

Sırma azar azar dışavurum gösterdikçe aralarındaki uyumlu sessizliğin yerini başka aktiviteler aldı. Eski kartlar meydana çıktı ve akşamları kart oyunlarıyla eğlendiler. Derken keyifleri katlandı.

İkisi de beklemedikleri kadar mutluydular. Birbirlerine beklemedikleri bir etkide bulunmuş olmaktan memnundular. Sırma neredeyse "hastalıklı" halinden kurtulmuştu; gülüyordu, hatta dans ediyordu. Bir sabah Kaşif onun dikenlikli arka bahçeye çıkıp sessizce dans ettiğini görünce mest oldu. Sebebi Sırma'nın bale geçmişinden kaynaklı güzel becerisi değildi; yüzündeki gülümseme genç kadının ölmüş güzelliğini mezarından uyandırmıştı, etrafına bu zamana kadar Kaşif'in hiç bilmediği muazzam bir enerji yayıyordu. O gün Kaşif'in aciz arka bahçesindeki dikenlerin arasında güzelliği ve ihtişamıyla dans eden bir peri vardı.

O gün Sırma'nın değişebileceğine dair umutlanmıştı, iyileşmeye başladığına inanmıştı. Belki de hastaneye yatmasına bile gerek kalmadan tedavi görebilirdi...

Sırma ise başlarda ne için orada olduğunu bilmiyordu. Kaşif'e neden sığındığını, tam olarak ne istediği için onun yanında kaldığını... Zihni sisliydi. Normal bir insan gibi amaç ya da sebepleri hatırlamıyordu. Sadece yaşıyordu.

Kara bir karmaşa yumağı düşüncelerini boğuyor, mantıklı karar verebilme yetisini öldürüyorhatta Sırma'yı yavaş yavaş insanlıktan çıkarıyordu. Sırma bu karmaşadan çok korkuyordu.

Gün geçtikçe rutubet ve toz yuvası o eve daha çok ısındı ve bir süre sonra aldığı kararda kesinlikle haklı olduğuna inandı. Kaşif'in yanında yalnız olmak iyiydi.

Sırma'nın ruh hali iyileştikçe alışkanlıklar da değişti.

Birlikte eğlendiler, bol bol kahkaha atıp tembellik yaptılar. Ve günler, gelecekte ne olduğunu umursamaksızın böylece akıp gitti.

Görünüşe rağmen duygular hoştu. Görüntüye rağmen. Sırma her aynaya baktığında bunu düşünüyordu. Düşünse saçma bulacağı bir durumdaydı ve bir gün yaşlı bir adamla aynı evde durmaktan keyif alacağını söyleseler inanmazdı.

Ancak iyileştiğini hissediyordu.

 

Kaşif, mermerle çevrelenmiş bir mezarın kıyında acı ve kederle oturmaktaydı.

Dizlerini dirseklerine koymuş, kambur bir sırtla ve kederin ağırlaştırdığı kemikleriyle çöküp kaldığı yerde başını kaldırıp ona baktı. "Torununun içindeki canavarı görmüş müydün...." Dedi mezar taşına doğru. Rüzgarda hışırdayan kuru yaprakların ve yaklaşan kışa aldırmaksızın öten kuşların sesleri arasında kendi sesi fazlasıyla cılızdı: "İçinden canavar çıktı ve beni yedi desem sen ne yapardın acaba..."

Elinin altındaki mermeri sıktı. Boğazından cılız bir ses yükseldi, ağlama hissini bastırmak istercesine hıçkırığını yuttu ancak gözyaşları çoktan akıyordu. Kaşif hüznünü yanındaki ölü ile usulca paylaşırken rüzgar sesleri çoğaldı, yere serilmiş sarı yapraklar daireler çizip oraya buraya savrularak uzaklaştı.

Günler geçti, Kaşif mezarlığa uğradığı günden sonra evden dışarı çıkmadı, öteki evde ne olduğuyla ilgilenmedi. Sırma ile bir bağı kalmadığına inanıp onunla konuşmayı kesti.

Deniz de Sırma'ya konuşmadı.

Sabah kahvaltı etmek için mutfağa geliyor ve hiçbir şey söylemeden evden çıkıyordu. Sırma onunla konuşmak için akşamı bekliyor ancak Deniz gece geç vakitlere kadar eve gelmiyordu. Deniz, kavga ve karmaşayla dolu o malum akşamın ardından eve hep gece yarısından sonra geliyordu, üstü başı her zamankinden daha dağınık, saçları her zamankinden daha karışık oluyordu. Bazen Sırma'nın onu görmeye bile fırsatı olmuyor, genç kadın Deniz'i görme sevincine varamadan hamakta uyuyakalıyordu. Ancak görebildiği geceler de Deniz konuşmasına fırsat vermiyor, Sırma'yla konuşmamak için bütün agresifliğini sergiliyordu. Bazen Sırma basit bir selam verdiği an terslemeye başlıyor bazen de hiçbir cevap vermeden huysuzca homurdanarak odasına çekiliyordu. Böyle geçen ilk sürecin ardından Sırma konuşmamanın daha iyi olacağını anladı. Ve yumuşak başlı olmaya karar verdi; artık Deniz'i gördüğü zaman soru yağmuruna tutmuyor, hatta Deniz'in geleceği vakti kestimeye çalışıp akşam yemeğini ona göre ayarlamaya çalışıyordu. Ancak hiçbirinde gerekli vakti ayarlayamıyor ve Deniz her seferinde soğuk, hazı kaçmış yemeklerle çakışıyordu. Buna rağmen Sırma'nın çabası neticesiz kalmadı. Çünkü ancak o zaman Deniz kaçmıyor, en azından sofrada beklemekten soğumuş yemekleri hiçbir tepki vermeden yerken onu seyredebilme fırsatı oluyordu. Kovalamacayı andıran günün sonunda Deniz yine sinirle odasına çekiliyor ve Sırma yine nefret ettiği duvarlarla başbaşa kalıyordu. Günler Sırma'nın Deniz'i görebilme hevesi ve Deniz'in kaçış serüveniyle böylece geçip gitti.

On gün oldu.

Loading...
0%