Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27 | acınası

@halempa

"Leman'ı akşam yemeğine çağırdım, randevu gibi bir şey olmasını istiyorum. Restorana gitmeyi düşündüm ama ne yalan söyleyeyim sen bayağı iyi yemek yapıyorsun, el lezzetin çok iyi. Yapsan çok daha iyi olur açıkçası. Masa, düzen filan onlarla ben uğraşırım, sen sadece yemekleri yap ve ben de sana Doğan'a nasıl gidildiğini söyleyeyim."

Deniz, Sırma'dan yanıt gelmesini bekledi ancak kadın bomboş suratına bakıp durmaktan başka bir şey yapmıyordu. Basitçe açıkladığını düşünüyordu, bunda anlaşılmayacak ne vardı ki? "Hey? Dinliyor musun sen? Kusura bakma ama hayat böyle, benim de bir geçmişim var. Sen gelmeseydin bahsettiğim kişi Düzce'ye geldiğinde bir süre yanımda kalacaktı. Ama sayende olaylar böyle gelişti tamam mı? En azından kızı bir sefer evimde ağırlayabileyim. Yakında tekrar gidecek, hiç çağırmazsam ayıp olur." Kadının hala boş boş ona baktığını görünce öfkesi kalktı. "Duymuyor musun?" Diye bağırdı.

Sırma ürkerek gözlerini kırpıştırdı, sanki krom rengi bir balonun içinde hapsolmuşken Deniz'in bağırışı balonu bir iğne gibi patlatmış ve karanlık izolasyondan kurtulmuştu.

Beyni yanıyordu.

"Bir saniye, ben anlamadım."

"Baştan tekrar anlatmamı ister misin mal hazretleri? Tam olarak neyi anlamadın?"

"Sen... sen..."

"Evet, hoşlandığım biri var uzatma işte."

Sırma suratına tokat yemiş gibi sarsıldı. Genzi kurudu, başını öne eğip yutkundu.

Korkunç bir his. Neydi bu böyle? İçinde binbir çeşit duygular yanıyordu, öyle çoktu ki o an tam olarak hangi hissi yaşadığının farkında değildi; öfke, nefret, korku, şok, dehşet... Deliriyordu belki de. Ancak bundan daha kötü olan bir şey varsa o da Deniz'in karşısında kriz geçiriyor olduğuydu. Ruhu duyduğu korkunç gerçeği kaldıramamanın etkisiyle bin parçaya ayrılmıştı ve her parçası bir yere kaçıyordu. Kadın ayak üstünde dağılmak üzereydi, yapabildiği sadece tek bir şey vardı ve o da kendini toparlamak için sessizce beklemekti. Halinden Deniz'in haberdar olmaması için elinden geleni yapıyordu ama kafasındaki karıncalanma bayılmak üzere olduğunun sinyalini vermekteydi. Ellerine baktı, kararıyorlardı...

Gözlerini sımsıkı yumup tekrar baktı. Ama kendini toparlamış hissedemedi.

"Sırma?" Deniz'in sesi bir anda çok yakınından gelmişti. Başını kaldırıp sağına baktığında Deniz'i burnunun dibinde çoktan kolundan tutmuş ona bakarken buldu. Adamın gözlerinde ilk defa öfke dışında bir duygu vardı, endişeyle bakıyordu.

Kafasındaki karıncalanmanın şiddetine rağmen kaşlarını çatarak kendini geri çekti. Kolunu Deniz'in elinden çekerek "Ne yapıyorsun sen?" diye mırıldandı. Kasıtlı olarak öfkeli görünmeye çalışıyordu ancak öyle acizdi ki sesi bile zor çıkmıştı; sinek zırıltısına benzer sesini duyunca ne kadar güçsüzleştiğine şaşırdı.

"Tamam otur şu sandalyeye, iyi görünmüyorsun." Dedi Deniz. Endişeli gibi duruyordu ama yine sinirlenmişti. Zaten bu adam Sırma'nın ağzından ne zaman bir kelime çıksa sinirleniyordu.

"Yok bir şey." Dedi. Elini alnına götürerek saçını geriye attı, kendini toparlamaya çalıştı. "Ne saçmalıyorsun? İyiyim."

"Sen var ya hastasın biliyorsun değil mi? Baygınlık geçirirken bile yalan söylemeye devam ediyorsun, full tavukluğa devam. Bence senin beyninde bir problem var, insanların evlerine dalıp ucuz yalanlar atmak ve baygınlık geçirmek belirtileri olmalı."

"Keşke sen de ne kadar aynı şeyleri söyleyip durduğunu görebilsen."

Deniz'in iğneleyici bakışları donuklaştı. "Karşımdakinin anladığını düşünsem bu kadar tekrar etmek zorunda kalmazdım." Dedi, sesi buz gibi soğuktu.

Aralarında yine kavgaya meyilli bir hava olmuştu ancak Sırma alnından soğuk terler akıtıyordu. Deniz bunu farkedip bezgin bir iç çekti ve gözlerini kaçırdı. "Ne dediğimi anladın mı? Sen yemek, ben masa. Bu kadar, sonra Doğan'a yolculuk, by by."

"Hayır."

Bıçak gibi keskin bir sessizlik oldu. Deniz'in ifadesi donuklaştı ve dudakları ince bir çizgi halini aldı. Gözlerinde farklı bir soğukluk vardı, hem şaşkın hem öfkeli gibi duruyordu. Ancak garip bir şekilde sessizleşti, önceki gibi öfke püskürmedi.

Sırma bir kez olsun gözlerini kırpmadı, yüzü kaskatıydı. "Ben vazgeçtim." Dedi, sesi ürperticiydi. Bir iki adım gerileyip Deniz'den uzaklaştı. "Kendim bulurum." Bu sefer sesi daha kısık çıkmıştı. Konuşmakta gittikçe zorlanıyordu, başındaki karıncalanma çoğalıyordu. Bayılmadan oradan çıkmalıydı. Hemen, hemen Deniz'in gözünün önünde olmayan bir yere kaçmalıydı. Bu kadarına katlanacak gücü yoktu.

Hızla yanından geçip merdivenlere gitti. Deniz'in onu ağzı açık bir şekilde izlediğini görebiliyordu ama bir kez olsun başını yerden kaldırmadı. Şu an onun şaşkınlık ve kafa karışıklığıyla bulanmış gözleri tarafından sınanmak istemiyordu. Ancak tam merdivenlerden inerken Deniz'in "Emin misin?" dediğini duydu. Sırma duvara çarparcasına olduğu yerde kaldı.

"Ne oldu birden? Az önce yakama yapışıp oraya gitmek için kendini yırtıyordun. Niye fikrin değişti?"

Cevap vermedi, hızla merdivenleri indi ve o cehennem yuvasından dışarı fırladı. Koşmaya başladı.

Saat kaçtı? Yedi olmuş muydu? Tam olarak ne kadar zamandır kavga edip vakit öldürmüşlerdi ve kuşlar niye bu kadar az ötüyordu...

Hıçkırıklar yükseldi. Derin soluklar arasında hıçkırmaya başladı. Gözleri doldu. Ağlamaya başladı. Bir yere varmak istiyordu, hemen kendine ait bir yer bulmalıydı. Ancak dayanamıyordu, hıçkırıklar bir taraftan, koşu yüzünden ciğerlerinin nefessiz kalması bir taraftan doğru dürüst sesli bir şekilde ağlamasına engel oluyordu.

Farkında olmadan merkezden iyice uzak izbe bir yere varmıştı. İleride bir tarla ve onun ardında birkaç kavak ağacı vardı. Düşünmeden tarlanın etrafını çevreleyen dinekli tellere koştu, ağaçlara varması lazımdı. Buranın neresi olduğunu bilmiyordu, daha önce hiç görmediğine emindi. Ama o ağaçlara ihtiyacı vardı. Uzun bacakları tellerin üstünden bir zıplayışta atlamasına yetti, toprak zeminde koşmaya başlayınca tökezledi. Birkaç kez tekrar tekrar ayağı çarpık zemine bastı ve dengesi bozuldu, yine de durmaksızın koşmaya devam etti. Tarla bir futbol sahasından daha büyüktü. Tekrar dikenli telleri aştı ve ağaçların arasına daldı. Nefes nefese haldeyken birinin gövdesine vardı ve dibine çöktü.

Acınası. Ciğerlerinin yanmasına rağmen can çekişerek nefes almaya çalıştı, gözlerinden oluk oluk yaşlar aktı. Boğazından ses çıkabilecek kadar rahat nefes alır hale geldiğinde acı içinde bağırdı. Feryat ederken gözyaşları durmaksızın göğsündeki yıpranmış ince kumaşı yıkadı.

Korktuğu başına gelmişti. On gün boyunca o kadınla birlikteydi. Deniz on gün boyunca o kadınlaydı. Her zamankinden daha dağınık kıyafetler, karışık saçlar...

Gözlerinin önünde bir anda her şeyin açıklaması olan detaylar belirince tırnaklarını saçlarına gömdü. "Allah kahretsin!" Soğuk çimleri yumrukladı. "Kahretsin!" Defalarca kere yumrukladı, çevresinde dik durabilen tek bir çim saçağı kalmayana kadar vuruyordu. Yaşları artık toprağa akıyordu, çığlıkları diğer başka sesleri bastıracak kadar yüksekti. Derin bir nefes alıp başını geriye attı ve "Allah belanızı versin!" diye haykırdı.

Saatlerce ağlamaya devam etti, bir süre sonra yorulup sessizleşti ve yalnızca çimlere düşen gözyaşı tanelerini seyretti. Ara sıra içindeki o tarifi imkansız duygu yeniden hiddetleniyor ve o zaman tekrar haykırmak istiyordu, ancak ağlamaktan öyle yorulmuştu ki artık bağıracak gücü kalmamıştı. Henüz içinde haykırılmayı bekleyen dağ kadar bir öfke vardı, ama artık sadece inleyecek gücü vardı.

Yorgun düşüp sessizleşti. Başını ağacın gövdesine yaslamış, sessizce gökyüzünü seyrediyordu. Buraya vardığında güneş yeryüzünü altın gibi parlatıyordu, şimdi ise gökyüzü bulutluydu. Hava bir anda depresyona girmişti, bulutlar öyle sık duruyordu ki Sırma atmosferin gerçek rengini gri sanabilirdi.

Zihninde sorgu durmuyordu. O kadın kimdi, ne zamandan beri Deniz ile tanışıyordu, Deniz ne zaman ona aşık olmuştu, gerçekten aşık mıydı, geceleri geç gelmesinin asıl sebebi...

Deniz'in yaka paça dağılmış halini tekrar hatırlayınca acı içinde gözlerini yumarak hırladı. On gün boyunca koca bir aptallığı özene bözene kendi elleriyle inşaa ettiğini şimdi fark ediyordu. Sırma her gün saf gibi yemek pişirip Deniz'in gözüne girerim diye uğraşırken Deniz Leman'la sevişiyordu! Günlerce aptal bir ezik gibi kendini kanıtlamaya uğraşmıştı ve sonuç bu rezillikti.

Midesi bulandı.

Leman denen o kadından da, Deniz'den de nefret ediyordu. Ama tüm bu aptallıklara sebep olan, bu hale düşmesine sebep olan kendinden daha çok nefret ediyordu. O kadar aptaldı ki kendinden tiksiniyordu.

Dişlerini birbirine bastırarak öne doğru büküldü, alnında ıslak çimlerin soğukluğunu hissetti. Saçlarının bir kısmı topuzundan fırlayıp yere serilmişti. Tırnaklarını toprağa geçirip çimleri yoldu. "Aşağılık herif..." Dişlerinin arasından çıkan sesler öfke krizi geçiren bir porsuğu andırıyordu.

Sabrının son damlasını kurutmuştu, artık kalbinde intikam ateşinden başka bir şey hissetmiyordu. Daha birkaç saat öncesine kadar orada Deniz'e olan aşkı vardı, şimdi ise kalbinde bulantı, tiksinti ve nefret gibi cilim kokan hislerden baika hiçbir şey bulunmuyordu.

"Geberteceğim seni..." Diye hırladı.

Küçük, beyazımsı pulları olan bir yılan sessizce önünden geçti. Öyle sessiz ve zarifti ki Sırma öfkesinde boğularak kafasını toprağa bastırırken onu fark etmedi.

Yıllar diyebileceği kadar uzun süren cehennem gibi iki haftanın sonunda Deniz, evinde ilk defa yalnızdı. Yalnız kalmanın meğerse ne kadar müthiş bir his olduğunu ancak anlayabiliyordu, aylarca bu nimetin kıymetini bilmeden ot gibi yaşadığı için kendine vurabilirdi. Ama bu değerli anın tadını sürmek için geciktirmemek lazımdı, üstündeki kıyafetleri değiştirip yerine tişört ve şort giydi. Vücudu rahat ev kıyafetlerinin içinde gevşerken omuzlarını esneterek salona geçti.

Sabah ışıkları pencereden içeri dalıp hamağa vuruyordu. Hamakta güneş banyosu etmeyi de özlemişti, beyaz filenin üstüne uzanmışken sıcak ışık kaslarını gevşetiyordu. Hava mis gibiydi, ne soğuk ne de güneşten bayılacağı kadar sıcaktı. Şimdilik huzurunu bozan hiçbir şey yok gibiydi, akşam Leman ile buluşacaktı ve şimdi evde yalnızdı. Kafasını ütüleyen uğrusuz hiçbir ses ya da düşünce yoktu.

Ancak günün harika görünmesine rağmen o kadın eninde sonunda geri dönecekti ve bunun yanı sıra Deniz'in aklını kurcalayan önemli bir problem daha vardı.

Hayır, kurcalayan diyemezdi; artık emindi.

Leman ile konuşmadan kesin karar vermemeye ve şimdilik evde yalnız kalabilmişken bunu düşünerek kafasını ağırtmamaya karar verdi.

İkindi vakti gelişi güzel yayılmış, sallanarak keyfini sürüyordu. Bir ara pencereden dışarı baktı. Öğlene doğru gökyüzünde bulutlar belirmişti ve hava hala kapalıydı. Henüz akşam olmamasına rağmen karanlık basmıştı.

Leman'ı arayıp akşam yemeğiyle ilgili bir açıklama yapması gerekiyordu ama hala ona haber vermemişti. Sabah evde yemenin müthiş bir fikir olduğunu düşünerek onu çağırmış, sonra da potansiyel aşçı planı bozup kaçmıştı. Şimdi restorana gitmeleri gerekecekti ve Deniz ondan da pek emin değildi. Para harcama düşüncesi bütün hevesini kaçırdığından artık bir randevuya gerek var mı diye sorguluyordu. Ellerini başının arkasına atarak hamakta gerinirken Leman nasıl olsa haberdar edilmemeyi dert etmez diye düşündü ve her zamanki umursamazlığıyla akşam halletmeye karar verdi. Leman, Deniz'in gevşeklik seviyesine bağışıklık geliştirecek kadar uzun zamandır arkadaşıydı nasıl olsa.

Demir kapının açılma sesini duyunca hemen ekranı kapattı. Merdivenlerden adım sesleri geldiğini duyunca içinden hafif dozlu bir küfür etti ve bu günlük refahın sona erdiğini anladı.

Sırma salona girdiği an ilk iş ışığı yaktı. Bir selam ya da bakış bile atmadan, Deniz'i yok sayarak direk mutfağa ilerledi. Deniz aslında gözlerini bilgisayar ekranına dikip görmezden gelmeye karar vermişti. Öyle düşünmüştü. Ancak Sırma'nın mutfağa girdiğini fark edince anında baykuş gibi dönüp baktı; Sırma çoktan mutfağın ışığını yakmış, dolaptan erzak çıkarıp yemek yapmaya koyulmuştu. Başta surat asıp bu da ne, diye düşündü ancak Sırma'nın yüzündeki beton ifadeyi görünce bir gariplik olduğunu anladı. Sanki her zamanki Sırma'dan farklı gözüküyordu. Kendi haline bırakmak en iyisi diye düşünerek önüne döndü. Nasıl olsa kendinin de konuşmaya hevesi yoktu.

Ancak meraktan yerinde fazla duramadı. Mutfaktan çitileme sesleri yükselirken sinsi sinsi omzundan geriye baktı. Sırma'nın lavaboda patatesleri çitilediğini gördü. Sonunda dayanamayıp hamakta doğruldu ve "Ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Dediğin şeyi."

"Anlamadım?"

Sırma, ocaktaki tencereye patatesleri koyarken "Randevu için özel yemek istemiştin değil mi?" diye sordu.

"Evet. Ama sen vazgeçmiştin." dedi. Bir garip duruyor, diye düşündü. Sırma şimdi de masaya geçmiş, kabak doğruyordu. Çeyrek bir kabağı yarıp kabuğunu soymaya başlamıştı.

Deniz sabahki kavgayı hatırladı ve "Aaa, tabi orayı bulamadın değil mi?" diye sordu. "Doğan'a nasıl gidildiğini bulmaya çalıştın ama beceremedin."

Kadının ürpertici düzeyde soğuk, küçük gözleri üzerine çevrildi. "Evet."

Deniz doğru tahmin ettiğini düşünmüştü. Ancak kadının bakışlarındaki gariplik tüylerini ürpertti.

Çenesi ağırca öne eğildi ve Sırma'yı izledi. Gün boyu kafa dinleme imkanı bulmuştu, gerginliği azalmış hissediyordu ve ilk defa Sırma'ya karşı bir öfke hissetmedi. Ama Sırma bu gün Deniz'in tam tersiydi; vücudundan adeta tehtitkar bir hava yayılıyordu. Deniz'in ona bakınca aklına gelen kelimeler soğuk ve ürpertiydi. Ancak öfkeli diyemiyordu, öte yandan Sırma'nın görünüşü canı sıkkın demek için de fazla gergindi.

Kucağındaki laptobu hamağa bırakıp ayağa kalktı. Uzaktan ne olup bittiğini göremediği için iyice meraklanmıştı, kollarını göğsünde birleştirerek mutfağa gitti.

Kalçasını mutfak sınırındaki kolona yaslayıp, Sırma'nın dilimlenmiş kabakları cam bir tepsiye koymasını izledi. Sırma tepsiyi fırına götürürken de gözleriyle sessizce takip etti.

Ardından Sırma, buz dolabından et çıkardı ve masaya döndü. Deniz, Sırma'nın eti dilimlemesini izlerken ilk defa sessizliğini bozup "O eti kaça aldın?" diye sordu. Sırma mutfaktaki yemeklere el koyduğu günden beri dolaba kendi cebinden hiçbir erzak almamıştı. Sebebi her sabah kalktığında dolabı ağzına kadar dolu bulup erzak almaya gerek duymamış olmasıydı. Deniz bu güne kadar karışmasına hiç gerek kalmadan Sırma'nın takdire şayan yemeklerdiyle doymuş, hatta kısacık sürede kilo almıştı. Mutfakta durumun ne olduğunu umursamaksızın keyfini sürmüştü ancak büyük ihtimalle yarından itibaren durum böyle olmayacaktı. Aslında bu akşam bile olmasını beklemiyordu.

Sırma eti taktirde şayan bir yetenekle dilimlerken "Parasını mı vereceksin?" dedi.

"Dolaptaki bütün erzak senin. Eğer sabah kabul etseydin kendi erzağımı almaya gidecektim ama sen reddedince fikir değiştirdim."

"Akşamı flörtünle hiçbir şey yemeden geçirmeyi düşünüyordun yani."

Deniz ete hipnoz olmuş gözlerini Sırma'nın yüzüne çevirdi. Sabah flörtü olduğunu söylediğinde aldığı tepkiyle Sırma'nın şimdiki hali bayağı farklı duruyordu, üstelik yine aklına hain bir fikir gelmiş gibi fazlasıyla durgundu. "Restorana götürmeyi düşünüyordum."

Sırma bir dilim daha kesti. "Restoranda ne kadar ödeyecektin sence?"

Deniz omuz silkti. "Muğla'dan geldiğimden beri dışarıda yemek yeme fırsatım olmadı. Buradaki fiyatları hiç bilmiyorum. Ama..." Kafadan bir tahmin yürütüp "En az yedi yüz kesin." dedi.

Sırma "Hmm." Diye bir ses çıkardıktan sonra dolaba gidip üç kutu farklı baharat getirdi ve etlerin üstüne serpti. "Para meselesini sonra konuşabiliriz, canını sıkma." dedi ve ocağın başına geçti, et tahtasını yakınına koyup bir tava çıkardı.

"Birisi canımı sıkmamamı söylerse o işte kesin canımı sıkacak bir durum vardır. Yoksa et yedi yüz liradan daha mı pahalı?"

Sırma tavaya sıvı yağ gezdiriyordu, "Deniz biz ne zaman konuşmaya başlasak kavga ediyoruz." dedi. Elini tavanın üzerine uzattı ve bir süre bekledi. Yağın ısınmasını hissetmeye çalışıyor gibiydi. "Yine kavgaya başlamayalım diye bunu sonra halledelim istiyorum anladın mı? Arkadaş... Flörtün geldiğinde bağırışma sesi değil güzel bir karşılama bekleyeceğine eminim. O yüzden şimdilik konuşmayalım."

"Senden vaaz istemedim, sadece fiyat soruyorum o kadar. Kullandığın erzakların parasını vereceğim."

"Tamam o zaman, işime karışma da şurada yemekleri bir yapayım. Fiyatlarını sonra konuşuruz." Sırma etleri yağa sermeye başladığı an patlama sesleri yükseldi, o sıra bir iki yağ kurşunu koluna kadar gelince Deniz hızla mutfaktan dışarı kaçtı. "Oha, ne biçim et pişiriyorsun?"

Sırma hızla buz dolabına gidip sebzeliğinden yeşil soğan çıkardı ve tekrar ocağa gitti, bayağı meşguldü. Ama gerçekten yemekten anladığı belli oluyordu. Deniz ağzı açık bir şekilde Sırma'nın etleri çevirip başka malzemeleri hızla ayarlamasını seyrederken onun işinin ehli biri olduğundan yeterince emin olmuştu. Sırma normal hayatta insanı hasta ediyordu ama yaptığı yemekler iyileştirmeye yetecek kadar iyi olabilirdi.

Etler bir süre kızardıktan sonra Sırma'nın yeşil soğanları yağa bırakıp üzerine kızgın yağ atmasını ve sonra ölmüş soğanları tavadan alıp iki tabağa koymasını izledi. Yeşil soğan yüzünden miydi bilmiyordu ama bir anda lezzetli kokular yükseldi. Deniz'in iştahı daha yemekler olmadan artmıştı, bu işi Sırma'ya bıraktığı için içinin rahatlayacağını düşünse inanamazdı.

Memnun bir tavırla "Neyse sen devam et, sonra konuşuruz." dedi. Sırma o sıra mayonez ve yoğurtu çırparken ilginç bir bakış attı.

Deniz de kendi işine koyuldu, evin arka tarafındaki küçük odaya gitti ve oradan kısa bacaklı geniş ahşap masayı aldı. Masayı kanepenin önüne götürüp koyduğunda manzarayı şöyle bir süzdü ve emin bir şekilde başını salladı. "Tamam benden bu kadar." Gerekli her şeyi hazırladığını düşünüyordu. Üstünü değiştimesine gerek yoktu, rahat olması onun için yeterliydi. Masa da masaydı işte, yemek yiyebilecekleri kadar iyi. Yeterince hazırlık yaptığını düşünüyordu.

Sırma masada yine acayip bir malzemeyle uğraşırken "Bu kadar mı?" dedi. Deniz o sıra Sırma'nın elinde ezdiği yeşil püreye dikkatle bakıp kaşlarını çattı ve "Evet, gayet yeterli." dedi. "Sen yemek yaptığına emin misin?" Ne olduğunu anlamak için başını iyice yukarı kaldırıp kuşbakışı algılamaya çalıştı ancak beyninde o renk bir yiyeceğin tanımı yoktu. Merakla yanına gidip Sırma'nın önündeki şeye eğildi ve "Ne bu?" dedi.

Sırma bezgin bir iç çekerek püreyi sıkmayı bıraktı. "Avakado püresi."

Deniz'in yüzündeki merak anında eridi ve yerini hayal kırıklığı aldı, kendini zorla bamya yediği çocukluğuna dönmüş gibi hissetti. "Ne? Yine mi pahalı bir şey? Kızım sen beni batıracak mısın ya, doğru dürüst sebzeler kullansana? Zaten sebze meyveden nefret ediyorum bir de bunun parasını mı ödeyeceğim?"

Sırma ters bir bakış atarak "Randevu yemeği olmasını sen istemiştin." dedi. "Özel yemek dediğin böyle olur." Lavaboda bir kap dolusu meyve sebzeyi yıkamaya başladı. Sanki yemek yarışmasına katılmışçasına hararetli bir hızla eli kolu bir saniye durmaksızın yeni bir yemekteydi.

"Demez olaydım. Yine beni zarara uğratmayı başardın, bravo." Deniz tabaktaki yeşil püreye ters ters baktı. Parmağını bandırıp tadını test etti ve anında dili dışarı sarktı. "Bu ne be? Berbat! Bunu hiçbir şeye koyma yemekleri ziyan eder."

"O et için."

"Saçmalama çöpe at bunu, güzelim eti ziyan edeceksin."

Sırma uçak hızıyla salatalıkları doğrarken "İşime karışmayı keser misin?" diye sitem etti. "Ayrıca senin işin yok mu?"

Deniz avakado'dan bir parmak daha aldı. "Yok. Harika bir masa kurdum, bütün ambiyans ayarlandı."

O an Sırma'nın sebzeleri anormal biçimde hararetli kestiğini fark etti; bıçak tahtaya öyle hızlı iniyordu ki evde ağaçkakan senfonisi gibi bir ses yankılanıyordu. Daha da garibi, Sırma'nın yüzü hiç meyve keser gibi değildi; yüzündeki o ifadeyi görünce Deniz'in zihnindeki fikir tekrar canlandı. Genzini temizleyip bu zamansız düşüncelerden kurtuldu ve Sırma'nın yanına gitti. Ellerini beline koyarak "Ben de bir şeyler yapayım mı?" diye sordu. Sırma gibi bıçak dansı seviyesinde mutfak bilgisi olmasa da en azından temizleme ya da pişirmede yardımcı olabilirdi. Sırma öfke püsküren gözlerini doğrama tahtasından ayırmaksının "Etleri mühürleyip sonra da mantolar mısın?" diye sordu.

"Hmm, tabi." O ne ki, diye düşündü.

Ocakta ürkütücü sesler çıkararak pişen etlerin başına geçti ve bir an ne yapması gerektiğini düşünerek izledi. Sırma'nın söylediği teknikler her neyse Deniz temizlik ya da pişirmeyle alakası olduğunu sanmıyordu. Etlerin altı yanıyor olmalıydı, tavanın sapından şöyle bir tutup ileri geri salladı. "Eee... O dediğin nasıl yapılıyor?"

Sırma kesme tahtasında canavarımsı bir dikkatle bıçak şöleni yapıyordu. Öyle senkronize olmuştu ki başını tahtadan kaldırmaya bile tenezzül etmeden yanına geldi ve tavanın sapını elinden aldı. "Bak," Sırma tahta bir spatula aldı ve bir et dilimini ters çevirip üstüne bastırdı, birkaç defa alt üst ederek aynı şeyi tekrarladıktan sonra kızarttığı etlerin üstüne yağ serpti. "Diğerlerini de aynen böyle yap. Bu arada..." Yeşil bir soğanı temizleyip yanına döndü ve elindekini yavaşça yağa bıraktı. "Etler orta ayar olmuş, işini bitirdikten biraz sonra alabilirsin."

Kısacık zaman içince Deniz'e yapması gereken her şeyi göstermişti.

"Hmm. Tamam." O an omuzları birbirlerine değecek kadar yakınlardı ve Deniz, Sırma'nın gözlerindeki kızarıklıkları görmüştü.

Sırma spatulayı teslim ettikten sonra hemen kesme tahtasına döndü.

Ocakta bir yandan patatesler ve nişastalı suları fokurduyor, bir yandan etler çevirilmek için çığlık atıyordu. Deniz etlerle baş başa kalınca Sırma'nın gösterdiği şekilde yaptı ve bir iki dakika sonra tavanın altını kapattı. "Bunları nereye koyayım?"

Sırma arkasını dönmeksizin "Orada küçük bir tahta var ona koyar mısın?" dedi. Deniz tahtayı görüp onaylayan bir ses çıkardı. Masada Sırma'nın yanına geldi ve etleri tahtaya koydu. Sırma çoktan angarya yemekleri hazırlamıştı: Ortada salata, her biri farklı renkte üç çeşit sos ve kare bir kapta yeşil püre vardı. Büyük ihtimalle yeşil püre o lanet olası avokadoydu.

"Sosyete zehri. Şuna bak renginde meymenet yok."

Sırma hız kesmeden ocaktaki patatesleri süzüp bir çatalla ezerek parçaladı. Ardından içine birkaç malzeme koyduktan sonra kaşıkla düzleştirdi ve ortaya güneş renginde patates püresi çıktı.

"Patates püresini hangi ara yaptın..." Diye istemsizce mırıldandı Deniz. Sırma'nın mutfakta bu kadar hızlı olacağını beklemiyordu.

"Chedar'lı patates püresi, umarım seviyorsundur."

Deniz'in yüzünde yine acınası bir ifade oluştu. "Al işte, patatesin içine bile yüz liralık peynir koymuşsun. Kaşarın nesi vardı!"

"Yiyince anlarsın."

"Kıçıma geçen kazık yüzünden yiyemeyeceğim bu gidişle."

"Mızmızlanmayı bırakıp bana oradan iki tabak verir misin? Geniş olmalılar."

Oflayarak lavabonun üstündeki dolaba uzandı ve içinden iki tabak alıp Sırma'ya uzattı. Sırma gözünü kırpmaksızın büyük bir dikkatle tuval boyar gibi tabakları süsledi. Püreleri tabaklara öyle güzel yaydı ki şimdiden lüks restoran tabağına benziyorlardı. Bu kadar incelik tesadüf olmamalıydı.

"Bir şey soracağım." Dedi Deniz, Sırma pişmiş etleri tekrar dilimliyordu. Zaten dilimlenmiş hallerinin böyle olduğunu sanmıştı ancak tekrar dilimlenip tabaklara özenlice konunca ortaya şahane bir görüntü çıktı. Sırma son olarak kızarmış yeşil soğanları koymuş ve tabakları tamamlamıştı. Deniz ıslık çalmadan edemedi, tabaklar hakikaten müthiş olmuştu.

"Sor."

"Ayrıldığın işin aşçılık mıydı?"

Sırma düz bir sesle "Komi." dedi. "Arkadaşın ne zaman gelecek? Pardon... flörtün. Ona göre bunların üstünü kapatmam gerekebilir, yoksa etler kararacak."

Deniz salon duvarındaki saate bir bakış attı, çoktan beş kırk beş olmuştu. " On beş dakikaya burada olur."

Sırma dişlerinin arasından memnuniyetsiz bir cık sesi çıkardı. "En iyisi kapatayım." Hemen arkasındaki dolaptan iki tabak daha aldı ve hazırlanmış tabakların üstlerine örttü. "Umarım püreler etleri sulandırmadan gelir. Yoksa bütün güzelliği kaçar."

Deniz'in şaşkın gözleri yine kocaman açılarak ona çevrildi; Sırma'ya neler olmuştu böyle? Aşırı rahat diyebilirdi, öyle ki restoranda müşteri ağırlayan bir şef kadar özgüven doluydu. Sabah baygınlık geçiren Sırma gitmiş, yerine Leman'ın gelmesini hevesle bekleyen aşçı Sırma gelmişti.

"Aaa kabakları unuttum!"

"Kabak da mı yaptın?" Diye hayretle sordu.

Sırma ona kısa bir bakış atıp fırına yöneldi "Evde daha hızlı tatlı yapabileceğim bir şey yoktu." dedi. Fırının kapağını açıp bir el beziyle cam tepsiyi çıkardı ve hızla masaya getirdi. Deniz, arkasından gidip fırını kapatırken gözleri soru işaretleriyle dolu bir şekilde kabağa bakıyordu. "Fırında kabak mı?"

"Fırında kabak değil bu." Sırma eline bir çatal alıp kabak dilimlerini ezmeye başladı.

"Oha, ne yapıyorsun? Kabakları bari püreleme!"

"İşime karışma." Dedi Sırma. Deniz yanına gelip baktığında tepside sadece kabak değil kızarmış badem de olduğunu gördü. Bu sefer hiçbir sitem edecek iştahı kalmamıştı, sadece bademin fiyatının ne kadar olduğunu düşünüyordu. Cam tepsinin içinde şekli bozulmuş kabaklar ve bademler hala pişmenin etkisiyle cızırdıyordu. Sırma kabağı ve bademleri iyice birbirine yedirince oval, küçük bir kase ve iki tane orta boy tabak alıp masaya koydu. Deniz merakla ne yapacağını bekliyordu. Sırma önce kaseyi suyla ıslattı ve içine kabak püresini sıkıştırarak doldurdu. Ters çevirip tabağa yerleştirdi, kaseyi kaldırdığında ortaya turuncu bir tepecik çıktı. Aynı şekilde diğer tabağa da uyguladı. Ardından buz dolabından bal alıp kabak tepeciklerinin üzerine serptiğinde Deniz ona dik dik bakıyordu.

Sırma masanın üstünde doğruldu ve Deniz'e fikrini soran bir bakış attı. "Aklıma gelen en kısa tatlı buydu, daha incelikli bir şeye fırsatım olmadı kusura bakma. Bununla idare edeceksiniz."

Deniz gözlerini tabaklardan alamıyordu. "Deli misin kızım? Kabak bu yenmez mi?"

Sırma omuz silkip "Beğendiysen güzel o zaman." dedi.

"Her şey tamam, bu kadarını bile beklemiyordum zaten." Gözlerini yemeklerden ayırıp Sırma'ya döndü. "Bu arada... Nerede komilik yaptın, merak ettim."

"Shereeton."

"Shereeton mu? Şu otel olan mı?"

"Evet."

"Neredeki Shereeton peki?"

Sırma tam cevap veriyordu ki demir kapının zili çaldı. Saat tam yedi olmuştu. Deniz, Leman'ın geldiğini düşünerek pencereye döndü ve "Geldi galiba." dedi. Mutfaktan çıkıp pencereye gitti, açık pencereden aşağı sarkınca gülümsedi ve "Hey, kibritçi kız gelmiş." diye seslendi.

Leman demir kapının önünde kucağında siyah bir poşetle kapının açılmasını bekliyordu, kuşbakışı görünen başı yukarı çevrildi ve zeytin rengi gözleri Deniz'i buldu. Çarpık bir gülümsemeyle "Çok komik!" dedi. "Kapıyı açmayı düşünmüyor musun? Yoksa pencereye mi tırmanmalıyım?"

"Tırman ya, beni oraya kadar yorma şimdi."

Leman kucağındaki poşeti gösterdi. "O zaman şarabını kendin alırsın canım, benim hiç tırmanacak halim yok." dedi. Deniz alaycı bir gülümsemeyle pencereden ayrıldı, vakit kaybetmeden aşağı indi. Leman'ı kapıda dudağına yumularak karşıladı. "Hoşgeldin canım."

Leman şaşkın bir sesle "Canım?" diye sordu. Yine derilerini giymiş, sımsıkı sarılı bir sushi'ye benziyordu.

"Hadi gel. Efsane yemekler var, inanamayacaksın."

"Hmm..." Leman havadaki kokuyu yeni fark etmiş gibi burnunu yukarı kaldırdı ve "Aa, cidden güzel bir şey kokuyor." dedi. Deniz hınzır bir gülümsemeyle koluna girip onu yukarı çıkardı. Merdivenlerin başına vardığında Leman'ın omuzlarından ceketini sıyırdı ve elindeki poşeti de aldı. Leman bir kaşını havaya kaldırarak "Hayırdır?" diye sordu.

"Centilmenlik yapıyorum."

"Şortla mı?"

Kıkır kıkır gülmeye başladılar. "Sana da yaranılmıyor." Diye yakındı Deniz.

Leman meraklı bakışlarla Deniz'i süzüyordu. "Bu gün sende bir gariplik var, hadi bakalım." Diye mırıldandı. Başını kanepenin olduğu yere çevirdi, masayı görünce kaşlarını çatarak "Ee? Yemek nerede?" diye sordu, sesinde umduğunu bulamamış olmanın esameleri vardı. Leman masada olması gereken yemeklerin nerede olduğunu merak ederek etrafa bakınırken Sırma'yı gördü ve bir an şaşırdı.

Sırma ellerini önünde birleştirmiş, mutfaktaki masanın arkasında duruyordu. Yüzü donuk ve hiçbir ifade sunmaksızın dimdik Leman'a bakmaktaydı. Bakışları delip geçiciydi, ama öfke ya da tahmin edilebilecek hiçbir duyguyla parıldamıyordu; aksine parıltısızdı, ölü gibiydi. Leman onu görünce yüzündeki gülümseme yavaşça soldu ve dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bir gerginlik hissetti. Ona doğrultulmuş zehirli dikenler varmış gibi teni ürperiyordu. O bakıştan hoşlanmamıştı. Başını hafifçe sallayarak "Merhaba." dedi.

Sırma gözlerini bir kez kırptı ve "Merhaba." dedi. Leman buz gibi bir ses duymayı beklemişti ama aksine birkaç metre öteden gelen ses oldukça yumuşaktı. Hiç beklemediği şekilde o kadının sesinden etkilenmişti Leman, çok kadife bir tonu vardı.

"Leman, bu Sırma." dedi Deniz. "Bahsettiğim ev arkadaşım."

Ev arkadaşım lafını duyunca Sırma'nın ürpertici bakışları bir anda Deniz'e döndü, Leman istemsizce o bakışların tepkisi karşısında ürperdi, yeşil dikenleri andıran bakışlar ürkütücü olması yetmezmiş gibi insanüstü bir hıza da sahipti. Henüz emin değildi ancak Leman bu kadında açıklayamadığı bir fenomeni varmış gibi hissediyordu. Deniz'in ondan bu kadar rahatsız olmasının sebebini şimdi anlıyordu. "Evet, anladım." Dedi, ürpertisini belli etmemek için gülümseyerek. "Memnun oldum Sırma, ben de Leman." Dedi. Normalde yanına gidip el sıkışmayı düşünüyordu ama kadının öldürücü aurasına yaklaşmak istemedi. Uzaktan bir selamın kaba göründüğünü biliyordu ama Leman o kadına yaklaşmaya korkmuştu.

Sırma tekrar başını salladı, ürkütücü gözlerini Deniz'e çevirip "Geri kalanını sen halledersin." dedi.

Deniz elindeki ceket ve poşeti kanepeye koyuyordu, "Tamam, biliyorum." Dedi.

Leman da kanepeye gidip oturdu. Gözleri sürekli Sırma'ya kaçamak bakışlar atıp duruyordu, şimdiden anladığı kadarıyla Sırma burada bulunmaya devam ettiği sürece rahat edemeyecekti. Bacak bacak üstüne attı ve Deniz'in tabak, bardak ve çatalları önündeki masaya taşımasını izledi. Önüne koyulan tabağı görünce bir kaşı havaya kalktı, kokusu bir yana yemekler cidden güzel görünüyordu. Bunlar ürkünç kadının el marifeti olmalı diye düşündü, çünkü Deniz'in ölüp dirilse bile böyle yemekler yapamayacağını iyi biliyordu. Leman mutfak ile masa arasında gidip gelen kadına kaçamak bir bakış atarken "Mest oldum sanırım." diye mırıldandı. Deniz o sıra masaya eğilmiş, bardaklara şarap döküyordu. Leman'ı duyunca dudaklarında sinsi bir gülümseme oluştu.

Leman masadaki yemekleri hayranlıkla izlemeye dalmışken masanın yanına bir gölge düştüğünü gördü ve başını kaldırdı. Sırma'yı kanepeye yakın bir yerde dururken buldu. Sırma'nın elinde masaya koyulmuş geniş tabaklardan bir tane vardı, ancak Leman o tabağın kendi masaları için olmadığını hissetmişti. Sezgileri karşısındaki kadının o mesajı verdiğini anlayabiliyordu. Tekrar gözgöze geldiler, Leman bir kere daha kadının gözlerindeki yeşil kıvılcımlara benzer garipliği gördü ama Sırma bir anda gözlerini kaçırdı.

"Deniz ben bu akşam Raziye teyzedeyim, orada kalacağım."

Deniz masayı düzene koyarken aniden tetiklenmiş gibi doğrulmuştu, yüzünde duyduğundan memnun olmamış bir ifade vardı. "Niye Raziye'ye gidiyorsun ki?"

Sırma donuk bakışlar atıyordu. "Merak etme, yine hain planlar yapmıyorum." dedi. Leman istemsizce bir ses çıkardı, elini ağzına kapatır gibi yaparak genzini temizledi ve "Pardon." dedi. İkisi de gözlerini dikmiş ona bakıyordu, ortamda durduk yere garip bir gerilim daha oluştu. Deniz gözlerini Sırma'ya çevirdi ve "Öyle bir şey düşünmedim, sadece sebebini sordum." dedi.

İmalı bir sesle "Ev arkadaşı kuralı, anlarsın ya?" dedi Sırma. Deniz anlamamış bakışlar atıyordu, Leman ise ne olduğunu yavaş yavaş öğrenmeye başlamıştı.

Deniz bir iç çekti ve "Tamam, ne yaparsan yap." diyerek elini salladı. "Gece orada kalmana gerek yok ama," Leman'a dönerek "Biz belki yemekten sonra dışarı çıkarız." dedi, Leman ne olduğunu hala tam olarak anlamasa da başını sallayıp Sırma'ya döndü ve "Aa, evet. Ben zaten pek kalmayacağım." diye onayladı. Artık Deniz'in ne derdi olduğunu ve kapıda onu karşılarken niye abartılı bir biçimde cana yakın davrandığını anlamıştı Leman. Öyle bir şey yok, diye bağırmak istemesine rağmen sessizliğini korudu.

Deniz'e sormayı beklediği tonla soru vardı, ne olduğu belli olmayan bir durumun içinde niye bu tanıdık role sokulduğunu öğrenmek istiyordu.

"Peki, siz öyle diyorsanız." Dedi Sırma, niyeyse yüzündeki o donukluk gevşemiş gibiydi. Leman hararetle başını salladı, açıkçası kadının kafasında daha fazla soru işareti kalmadan hemen gitmesini istiyordu. Daha birkaç dakikada bu kadından ürkmüştü.

"İyi akşamlar o zaman." Dedi Sırma, zehirli gözlerini son kez Leman'a çevirdi ve bir baş selamı vererek merdivenlere yöneldi. Leman kocaman açılmış gözlerini bir saniye ayırmaksızın onun merdivenlerden inip kaybolmasını seyretti, demir kapıdan açılıp kapanma sesi geldiğinde saniyelerdir ciğerlerinde bekleyen nefesi salıverdi. "Aman Allah'ım..." Diye fısıldadı, elini göğsüne koymuştu.

Deniz yanına oturarak eline bir kadeh aldı ve "Ne oldu, seni çok mu korkuttu?" diye sordu. Leman'ın pörtlemiş gözleri ona çevrildi. "Deniz, nasıl bir dişi formu bu?" diye ciyakladı. "Ödümü kopardı! Üzerime atlayıp beni parçalayacak gibiydi. Herkese böyle mi bakıyor?"

"Değil mi? Ama öyle değil işte. Herkese değil bir tek sana öyle bakıyor." Dedi Deniz.

Leman'ın kaşları anında çatıldı, şüpheli bir sesle "Niye?" diye sordu. "Hakkımda kötü bir şey mi söyledin yoksa?"

"Hmm. Sayılır."

"Deniz ne saçmalıyorsun Allah aşkına? Doğru dürüst söylesene."

Sırma gittikten sonra Deniz'in bakışları düşünceli bir hal almıştı, Leman'a bir kadeh şarap uzattı ve dalgın dalgın yemekleri seyretmeye başladı.

"Deniz?" Leman merakla başını eğerek Deniz'den bir cevap bekledi, Deniz'in az önceki romantik tavırları da keyfi de solup gitmişti.

"Leman, ben bu kızın niye evime yerleştiğini buldum."

"Buldun mu?"

Deniz elindeki şarabı yavaşça çalkalarken baş salladı.

Leman kafa karışıklığıyla alnını kırıştırırken etrafına bakındı. Deniz'in ona son söylediklerini hatırladı. "Karşı evdeki adamdan kaçmak için senin yanına gelmemiş miydi bu kız?" dedi. "En son öyle olduğunu anlatmıştı hani?"

"Değil." Dedi Deniz, sesinde bir nebze asabiyet vardı. "O tam bir palavraydı, başından beri gerçek olduğuna inanmadım zaten."

"O zaman neymiş?"

Deniz yorgun gözükmesine sebep olan bir iç çekerek başını geriye attı. "Aşık. Bana."

Loading...
0%