@halempa
|
Dış kapının kolunu çekip, demir kapıyı ardından gürültülü bir sesle kapadıktan sonra gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. Daha önce bedeninin şahit olmadığı cinsten taşkın bir öfke bütün hücrelerinini boğuyordu. Derin nefesler almaya ve sakinleşmeye gayret ettikçe daha da öfkelendiğini fark etti. İpin ucu görünmüyordu, belli ki burada sakinleşemeyecekti. Gözlerini açtığında önünde beliren eski eve yöneldi, adımları onu zihnindeki fikre inanarak emin bir şekilde Kaşif'in evine götürüyordu. Kapıya vardığında yalnızca kısa bir an tereddütle eli titredi; Kaşif eskiden, evine istediği gibi girip çıkabilsin diye kapıyı daima açık bırakacağını söylemişti ama şimdi fikrini değiştirmiş olma ihtimali çok yüksekti. Sırma, ben olsaydım öyle yapardım düşüncesiyle dolmuştu, ancak eli gevşek kapıya değip birkaç santim açılmasına sebep olunca şaşırdı. Bir hayalet kadar sessiz ve cansız adımlarla içeri girip üst kata çıktı. Onu kanepede buldu; yine zor bir yazıyla uğraşıyor olsa gerek Kaşif dağınık bir iş içerisindeydi. Tepesinden fırlayan gür saçları öyle bir hal olmuştu ki Sırma ona uzaktan bakınca yabani bir hayvana benzetmişti. Öte yandan yüzü yorgun ve uykusuz gözüküyordu, Kaşif'in yüz derisi birkaç günde daha çok aşağı sarkmış gibiyidi. Hal ve tavırları çok agresifti; kağıtları birbirine karıyordu ama hiçbir şekilden memnun kalmıyordu sanki. Önce kendi elleriyle düzene koyduğu kağıt ve dosya yığınlarını aklına yeni bir fikir gelmiş gibi tekrar karıştırmaya, kurcalamaya başlıyor, kalemi eline aldığında anormal bir hızla karalıyor, sonra bir nebze sakinleşmiş görününce gözleri dalgınlaşıp tüm bu karmaşaya sanki kendi sebep olmamış gibi zıt bir sakinlikle yeniden düzenlemeye başlıyordu. Tüm bunları Sırma'nın onu izlediğinden habersizce yapıyordu. Kısacık zaman diliminde Sırma, Kaşif'in tüm ruh hallerine şahit olmuştu. Feci durumda, diye düşündü; tahminini bile aşan bir manzaraydı bu. Kaşif'i hiç bu kadar dalgın, hiç bu kadar sarkastik, hiç bu kadar dağınık görmemişti. Yazmanın onun için ne büyük bir sancı süreci olduğunu gerek kendi gözleriyle görerek gerek Kaşif'in uyarılarıyla kavramış biriydi. Ama o zamanlar Kaşif'in davranışları böyle şekilsiz değildi; heyheylenip durmasına, öfke püskürmesine rağmen Kaşif tutarlı olmayı bilirdi. Yazacağı zaman sadece yazan, okuyacağı zaman sadece okuyan, kahve içerken sadece o anı yaşayan ve iç dünyası demli biriydi o. Şimdi ise Sırma'nın tanıdığı Kaşif ne okuyabiliyor, ne yazabiliyordu. Sadece vakit öldürüyordu. Elleri durmadan hareket ediyor olsa da neticede hiçbir icraat yoktu, sonuç yoktu. Şu anki Kaşif kahve bile içse, ona kahve içmek denmezdi. Sırma, eserini izliyordu; Kaşif'in mahvolmasının sebebi kendisiydi. Bir şey söylemeye hakkı yoktu. Ancak kabullenemeyecek kadar kendinden utanmıştı ve önündeki sonuçtan kaçmak istedi. Orada daha fazla duramadı. Balkona geçmek için sessizce ilerlemeye başladı. O sıra Kaşif hareketliliği fark etti ve arkasına döndü. Soluk yeşil gözler üzerine sabitlendiğinde Sırma tanıdık birinin ölü gözlerini görmüş gibi dondu kaldı. Bacakları yere kök salmışçasına hareketsiz kesildi. Kaşif ise Sırma'yı henüz algılamaya başlamış gibiydi, Sırma'nın varlığını geç fark edercesine yavaşça gözleri ışıklandı ve soğuk ifadesi soluk bir şaşkınlığa dönüştü. "Ne işin var burada?" Bir anda Kaşif'in sesini duymak Sırma'ya garip geldi, çünkü bir daha asla konuşmayacak gibi bir hali vardı. Kaşif öylesine donuktu ki sanki o ses duvardan gelmişti, tezattı. Sırma yüzüne ne şaşkınlık ne acı yansıttı, içindeki acı kervanına rağmen yeminli ifadesizliğini bozmadı. "Kitabımı almayı unutmuşum." Dedi. En az Kaşif kadar donuk konuşmuştu, hala dirayetini koruyor olması yüreğini cesaretlendirdi. "Alıp gideceğim sadece. Merak etme bir daha gelmem." Kaşif'in gözlerinde birkaç duygu aynı anda belirip kayboldu. Söylemek istediği dağ kadar sitem bir anda gözlerinde çakmıştı sanki, ancak sonra acıklı bir ifadeyle gözlerini yumup önüne döndü ve sırtını kamburlaştırarak sessizliğe büründü. Bedeni "Ne yaparsan yap!" der gibi kendi kabuğuna çekilmişti. Kaşif'in bir daha konuşmaya niyeti olmadığını Sırma bu sayede anlamıştı, kendi de bu tepkiye sessizlikle karşılık verdi ve usulca balkona gitti. Arka bahçeye bakan küçük balkonda çıktı ve kitabını küçük masanın üstünde, çiğ damlalarını emip durmaktan kapağı kabarmış halde buldu. Bıraktığı gibiydi. Elini damla izleriyle beneklenmiş, kabarmış karton kapakta gezdirdi. Bu kitabı son okuduğunda zihni Deniz'in varlığı ile boğuşuyordu. O günden beri doğru dürüst bir yağmur yağmamıştı ve bunu kitabı sapasağlam görünce anlamıştı. Eğer gerçek bir sağanak olsaydı kitabı şişinmiş bir tavuk gibi bulabilirdi, ama şu anki halinde sadece akşam çiği yüzünden kapağı kabarmıştı. Ekim bitmek üzereydi, ama henüz gerçek bir yağmur yağmamıştı. Balkondan elinde buruşuk kitapla çıkıp hızla salona geçti. Çıkmadan önce istemsizce son kez salona baktı ve Kaşif de farkında olmadan bir tesadüf eseri o an başını çevirdi. Sırma yüz yüze gelmekten korktu, hemen önüne döndü. Acele adımlarla merdivenleri inerken bilmiyordu ama Kaşif aslında ona bakmıyordu. Yaşlı adamın yüzü o kitabın kapaığını görünce acıyla buruşmuş ve feri gitmiş bir şekilde önüne dönmüştü. Sırma, Kaşif'in evinden çıkarken sadece merdivene koyduğu tabağı almak için duraksadı ve sonra ardına bakmadan Raziye teyzenin evine yöneldi. Deniz, belirli bir günün bulanık ses ve görüntü birikintisinde ilgisini çeken, ama bir türlü hatırlayamadığı bir cümleye takılmış, onu bulmaya çalışıyordu. O günle ilgili en iyi hatırladığı şey, uykudan yeni uyanmış gözlerine batan güneş ışığıydı. Betondan kırılarak üzerine doğru akan güneş ışınlarının resmen gözlerine battığını hatırlıyordu. O sebepten kaldırımları balmumuna benzetmişti. Günün ortasında benzersiz ve kavurucu bir ışık vardı. Güneşin omuz başlarını yaktığını, hemen oradan ayrılma arzusunu hararetlendirdiğini hatırladı. Bir yandan önündeki gevezenin derdini anlamaya çalışıyor, bir yandan da gözlerine çarpan kör edici ışıktan sebep sinirini bastırıyordu. O sakin, ancak kendine has düzensizliğiyle ilgisini çeken kısa anı hatırlarken hareketler zihninde yavaşlıyordu: Sırma'nın hareket eden dudaklarını izledi, ama cümleyi mantık kalıbına sokan herhangi bir şekil bulamadı. Kadının garip bir şey söylediğini hatırlıyordu; birbirlerini ezelden hatırladıkları gibisinden bir şey. O gün neyi kastettiğini anlamamış, anlamadığından sebep de umursamamıştı ama bu gün az çok bir yorumda bulunabiliyordu; Deniz'in zihnindeki şüphe bulutları çekilmiş ve sonunda gerçeği görmüştü. "Hani... ömründe hiç görmediğin birini rüyanda görüp de o kişiyle sonradan karşılaşmak ya da deja vu hissi gibi düşünebilirsin bunu." Diyen o kadife ses zihninin gizli boşluklarında oksimoron diyebileceği birbirine zıt hisler uyandırarak yankılandı. Koyu kırmızı şarabı bir dikleyişte kadehten boğazına yollarken, kader olduğunu düşünmüş, diye düşündü. Büyük bir yutkunmayla boş kadehi masaya bıraktı. Başını kanepeye yaslarken Leman da meraklı gözlerle onu izliyordu. Leman kestane rengi buklelerin kanepeye yayılırkenki görüntüsünden gözlerini ayırıp Deniz'e baktı. Bu adam birkaç dakika önce kapıda karşılarken, masayı kurarken romantik bir canlılıkla parıldıyor, gülüyordu; şimdi ise kısacık sürede yaşlanıp çökmüş gibi duruyordu. Dudakları soluk, ince bir çizgiydi ve gözleri başka bir anın içine hapsolmuş, ışığını kaybetmiş gibiydi. "İlk günden her şey ortadaydı, sadece ben anlamadım." Dedi Deniz, kuru bir sesle. Çok şükür sonunda, diye düşündü Leman. Sırma'nın o uğursuz aurası evi terk ettiğinden bu yana Deniz ancak konuşabilmişti. Leman'nın sabırsızlığı sınıra yaklaşmışken bu iyi olmuştu. "Bizi kaderin bir araya getirdiğini sanmış olmalı, direk söyleyemese de sürekli bunu ima etmişti. O zaman pek ilgimi çekmemişti tabi. Ama şu an ne demek istediğini iyice anlayabiliyorum. ilk görüşte aşk derler ya hani, ben onu hiç anlamam. O yüzden fark edemedim. Sadece saçmaladığını düşünmüştüm ama şimdi bakınca ilk görüşte aşk da bana göre saçma zaten. Yine de bağdaştırabilmem lazımdı, tam da Sırma'ya uyan bir delilik çünkü. Eve geldiği akşam da yine tanıştığımızı diretti, bu sefer belkiler üzerinden yürümeyip ilk bakışta kesin gözüken bir yalan uydurmuş. O kadar yalanı sırf benim yanımda kalabilmek için günlerce düşünmüş olmalı, delice, akıl almaz bir gözü dönmüşlük. Ama yine bana özel bir durum olduğunu anlamadım, o an gerçekten düzmece hikayesine kanıp eve almış olabilirim ama sonraki günler de benimle ilgisi olmadığını düşündüm. Yalanına inandırıcılık katmak için ne varsa hepsini önceden planlamış, Asor'da tatil yaptığıma kadar gerekli gereksiz, hakkımda tahmin edemediğim kadar bilgi edinmiş. Neredeyse inanıyordum, kafamın bir ucunda şüpheli biri olduğuna dair fikrim kalmasa bitmiş olabilirdi de! Ama şimdi az çok Raziye ile arkamdan iş pişirdiğini anlayabiliyorum, Sırma evi kiraladığı zaman Raziye'ye gerçeği anlatabilecek kadar güven beslemiş. Muhtemelen baharatlı istihbaratı da mahalle güzeli Raziye'den almıştı. İşe bak ya, ben daha mutfaktaki çöpü dışarıya çıkarmak için bile tembellik yaparken şu kızın yaptıklarına bak. Mahallede dedikodu kurdu gibi dolanıp hakkımda bilgi toplamış olmalı, hem de bütün bunları tanımadık yabancı bir erkek olmama rağmen benimle aynı evde kalmak için yapıyor. Ama yine de bunların hepsi delilik ile açıklanabilecek şeyler değil. Eksik bir motivasyon vardı ve ben gittim... aptal gibi bağnaz bir fikre düşüp onu dolandırıcı sanmakta inat ettim. At gözlüğü takmış gibi hep aynı şeyi düşündüm!" "... Kaşif ile birbirlerine girdikleri gün onu apaçık evden kovdum, pişkin gibi bön bön suratıma baksa neyse, ama sürükleyip kapı dışarı etsem bile ayrılmayacağını söyledi. İnat sandım, huyudur diye düşündüm. Aslına bakarsan sırf beni delirtmek için bu kadar ileri gittiğini düşünüyordum. Ama niye sebepsiz yere inat etsin ki? Delilik için bile fazlasıyla boş çaba!" Leman kanepeye attığı koluna yanağını dayamış dinlerken "Bir sebebi olmalıydı." dedi. Deniz başını salladı. Söylemek istediği şey her neyse bir an zorlanırcasına derin bir nefes aldı, dudaklarını birbirine kenetlemiş, zihnindeki karmaşayı bastırmaya çalışıyor gibi görünüyordu. "Sabah... kavga ettik. Doğan'a koşu yapmak için gidip durduğumuzu öğrenmiş, peşimizden gelmek istedi. Öfkem kalktı, nasıl o hale geldiğimizi hatırlamıyorum bile. Arkadaşın olmak istiyorum dedi, donup kaldım. Ama tam o an her şey zihnimde parlar gibi oldu." Leman kanepede doğrulup "Ne?" diye bağırdı. "Şaka mı bu?" "Daha şaka olanını söyleyeyim, o sırada ümüğünü sıkmış gebertmenin eşiğindeydim. Sence kavga esnasında bunu söylemesi normal mi?" "Dur bir saniye, belli ki senden korkmuş. Başına bir sıkıntı gelmesin diye ortamı yumuşatmak istemiş olmalı. Bu çok saçma... Gerçi öyle bir şey söylemesi de saçma ama... Bak, bana kalırsa o anlık sığ bir düşünce bu. Yanlış anlamışsın bence. Ayrıca beni sırf bu yüzden mi çağırdın? Gerçekten mi?" Dedi ve güldü Leman. "Değil!" Dedi Deniz, dişlerinin arasından hırlamıştı. "Ayağımı çürük zemine basar mıyım ben? Emin olmak için..." Leman gözlerini kısarak "Sevgilin olduğumu mu söyledin?" diye sordu. Deniz gergin dudaklarında beliren minik bir gülümsemeyle karşılık verince Leman'nın zihnindeki yapboz parçaları da tamamlanmış oldu. "Bak ya! Kapıda bir şeyler çevirdiğini sezmiştim!" "Evet, küçük bir numara sergilemek zorunda kaldım." "Niye bu kadar abarttın? Sırma'nın mitomanlığı sana mı bulaştı?" Deniz burnundan soludu ve "Ne demek istediğimi anladıktan sonra sen de hak vereceksin." dedi. Bir anda yüzünde soluk bir öfkenin kıpırtısı belirdi. "Senden hoşlandığımı söylediğimde..." Leman alaycı bir homurtu çıkararak gözlerini devirdi. "...bana ölü görmüş gibi baktı." Dedi Deniz. Leman'ın alaycı ifadesi bir kış günü soğuktan kanatları donan serçe gibi hareketsiz kaldı. Gözleri bir o kadar kıpırtısız, Deniz'e bakakaldı. "Baygınlık geçirdi." "Ne?" Deniz omuz silkip "Daha fazla kanıta gerek var mı sence?" dedi. Leman cevap veremedi, açıkçası cevap vermesi gereken doğru kişinin kendisi olup olmadığını sorguluyordu. Ovanın ortasında uçuruma rastlamış bir koyun kadar şaşkındı; olağan bir akşam yemeği için geldiği şu noktada gözlerinden dehşet saçan bir kadın ile Deniz'in entrika dolu küçük oyununu bulmuştu. Gerçekten de sinir bozucu bir uçurumdu doğrusu. Önündeki güzel kokular saçarak onu lezzetli keşfe davet eden masaya baktı, ne akşam yemeği ama, diye düşündü. Deniz de Sırma da ikili minik bir oyunun içinde birbirlerine pusular kuran vezirlere benziyordu, Leman kendini bu entrikalı oyunda ağma bir piyon gibi hissetti. Nostaljik bir histi bu, daha önce yaşadığını bilirdi. Ancak yine de içindeki değerli bazı noktaları zedeliyordu. Deniz'in onu fikrini sormadan dahil etmesini sindirememişken bir de yorum yapması bekleniyordu. Ne diyebilirdi ki? Deniz her zamanki gibi Deniz'di işte. Kalçalarının ağırlığıyla ezilmekten uyuşmuş bacaklarını aşağı sarkıtıp masadaki şaraba uzandı ve kadehini doldurdu. "Ee? Bir şey söylesene, haklı değil miyim?" Leman'ın cevap verecek iştahı yoktu; konuşmak yerine kadehi ağzına dikledi, bir cevap vermek istemiyordu. Kafası karışmıştı ve neyin doğru olduğundan emin değildi. Kendinden çok uzak diyebileceği bir mevzuyu burnunun dibinde bulmuştu ancak alabildiği tek koku yalanların kokusuydu. "Bilmiyorum. Madem Sırma'nın sana aşık olduğu için şoka girdiğine inanıyorsun, niye bunu doğrudan ona söylemedin?" Et pişirmeyi öğretirken kızarık gözlerini tavaya dikmiş, hiçbir şey düşünmeksizin işine odaklanmış haldeki Sırma'yı düşündü Deniz. Omzu omzuna değerken dalgın yüzü, Deniz'in ona baktığını fark edince çekinerek saçlarının içine saklanmıştı. Deniz o an merak ettiği her şeyi sormak istese de bunu yapmamıştı. Belki de en uygun andı, ama ne olduğunu anlamadığı biçimde içinde bir çekince peyda olmuştu. "Aklımda son bir plan daha var. Tamamen emin olmadan bunu yapmak istemiyorum. Ayrıca Sırma kinci biri, ona bir koz verirsen geri dönüşü olmaz. O küçük ama dişi kafası hiçbir şeyi unutmuyor." Leman çatal bıçağı alıp eti dilimliyordu, buruk ancak alaycı kıpırtılar barındıran bir gülümsemeyle homurdandı. "Her zamanki sen her zamanki gibisin." Dedi. Deniz komik bir bakış atarak "Ha?" diye bir ses çıkardı. "Ne demek şimdi bu?" "Saçma bir mesele için bile kılı kırk yarıyorsun." Dedi Leman. Sulu bir et dilimini çiğnemeye başladı. "Hiçbir şey çıkmayınca zamanını boşa harcadığın için kendine kızacaksın." "Sen inanmıyor musun?" "Bilmiyorum." "Ne demek bilmiyorum, derdin ne peki? Leman seni buraya fikir sormak için de çağırdım, bana stres at diye değil!" Emrivaki ses. Etin ne kadar güzel olduğunu düşünerek iştahla yemeğine devam edebileceğini düşünüyordu ki o eski zamanların tanıdık sesini duyunca çenesi kasıldı. Eti son bir kez sertçe çiğnerken yanlışlıkla dilinin kenarını ısırdı ve acı içinde yüzünü buruşturdu. Acıyı geçiştirmek için şaraptan bir yudum aldı ancak işe yarar mı bilmeden bilinçsizce elinin ilk uzandığı nesneye sarılmıştı. Isırmanın hiddeti hala dilindeydi, o diline söylemek için yıllardır beklediği yüzlerce söz birikiyordu. Ama Leman biliyordu ki ucuna kadar gelip yine geri döneceklerdi. Ağırbaşlılığı baskın geldi ve düz bir sesle "Yesene, etin soğuyor." dedi. Cümleler dilinin ucundan geriye döndü. Deniz'in alışık olduğu Leman'a yakışır bir hareketti bu. "Leman?" Dedi Deniz, sesindeki baskın uyarıcı ton Leman'ın yemeğini bırakıp ona bakması gerektiğini söylüyordu. Leman düz ifadesini bozmaksızın ona döndü, Deniz memnuniyetsiz gözlerle Leman'nı kendinden şüphe ettirecek kadar sert bakıyordu. "Sen kasap mısın?" Dedi yine o insanı azarlanan bir çocuk gibi hissettiren tonla. "Derdin et mi?" Deniz böyle zamanlarda kusursuz bir ilgi beklerdi. Aslında her zaman tahammülsüz biriydi, iş için ya da herhangi normal bir günde tahammülsüzlüğünü bastırırdı ancak Deniz'in asıl yüzü çok farklıydı. Deniz gerçek öfkeyi içinde taşıyan insanlardandı, sinsi bir özenle onu saklamayı bilir ama asla yok edemezdi. Leman belki de koca dünyada Deniz'in bu tip bir insan olduğunu bilen tek kişiydi. İşte bu yüzden aralarında her zaman yazısız bir hiyerarşi vardı; bu düzende Leman daima alttan alan kambur seyis, Deniz de efendiydi. Birlikte hayatta kalmayı başardıkları dönemde Leman, alttan alan taraf olmayı ve Deniz'in bencil öfkesini okşayarak saman altından sitem etmeyi öğrenmişti. "Ne söylememi bekliyorsun? Bilmiyorum diyorum, sana duymak istediğini söylersem bir anlamı olmayacak." "Ya sen kadın değil misin, istesen Sırma gibi düşünemez misin? Metod kullanmayı dene, bilmiyorsan bir fikir bul. Bir kadın fikrine ihtiyacım var!" "Peki, bir düşüneyim! Saplantılarım yüzünden platonik hisler beslediğim herifin evine dadandım. Of, Allah aşkına ben böyle bir kadının zihnini nasıl tahmin edebileyim? Ki böyle bir şey varsa yani! Bunlar düşün düşün bir sonuca varmaz fikirler, neden şu güzelim etleri soğumadan yemiyoruz?" "Sana attığı bakışa ne diyorsun?" Ete saplanmış çatal genç kadının dudaklarına varırken durdu. Leman, bir an o yakıcı yosun gözleri hatırladı ve kanına kadar dondu; şahsi bir tepki olduğunu bas bas bağırarak üzerine akan karanlık hisleri anımsadı. Sırma'nın mutfak masasının arkasında dikilmiş, kesilecek hayvanın önüne gelmesini hırslı arzularla bekleyen bir kasap gibi ellerini önünde birleştirmiş bir şekilde ona bakışını hatırladı. Unutmak mümkün değildi. Elindeki çatalı bırakıp oturduğu yerde doğruldu. Yemeklere sanki yemek yiyici kendisi değil de onlarmış gibi iğrenerek baktı. "Doğru... Baksana, bu kadın yemeklere zehir katmış olmasın?" Dedi. Anlık bir fikirle söylemişti, ancak yosun gözler zihnine musallat oluyor, mantığını kırıp manipüle enden bir özelliği varmış gibi adeta bulandırıyordu. Fikrin de giderek gerçekçi hissettirmesi cabasıydı. "Şimdi düşündüm de, bu kadın niye bize yemek yapmak istedi ki? Besbelli delinin teki, eve konmak için bizi zehirlemeye kalkmış olabilir!" "Yavaş ol, o kadar da mal değiliz. Ben günlerce Sırma'nın pişirdiklerini yedim, iki hafta boyu. Ayrıca bu yemekleri hazırlarken yanındaydım, çoğunlukla yanından ayrılmadım. Sen yanlış noktaya takılıyorsun." Leman endişeli gözlerini ona çevirerek "Ya ne o zaman?" dedi. "Belki işkillendirmemek için şimdiye kadar şirinlik yapıyordu? Belki şimdi bizi zehirleyecek! Arkanı döndüğün bir an siyanür katmadığına emin olabilir misin?" Deniz sakinliğini hiç bozmadan "Bir tabak da Raziye'ye götürdü, hatırlasana." dedi. "Niye bilmiyorum ama Raziye'yle pek bir canım cicimler, ona kıyamaz." Dedi ve densizce gülmeye başladı. "Hani bu kızın derdi eve konmaktı? Başta sen demiştin. O zaman Raziye'yi de zehirleyebilir, evin asıl sahibi o. Kökten kurtulur!" "Niye?" Dedi Deniz, sesi sakinliğinden arınmasa da bir nebze sabırdan yoksundu. "Ben de bunu sorup duruyorum, niye bu harabeye konmak istesin? Şu duvarlara, delik çatıya bak! Ben bu evde kalırken yağmur yağmasın diye dua ediyorum be. Bir sağanak başlasa delikli sünger gibi su dolar burası. Sırma böyle bir eve beleşten konmak için aptalca bir suikaste niye girişsin? Ya da bana neden katlansın? Demek ki anlamsız bir fikirdi bu!" "Siyanür gibi tespiti zor bir zehir kullanmış olabilir. Ayrıca deli olduğu fikri değişmiyor!" "Deli olduğunu ben de biliyorum. Ama bazı şeyleri tahmin etmekte benden daha iyi. Öngörüsü sağlam biri, başına ne geleceğini az çok tahmin eder. Ki bu iki evde olağandışı bir ölüm olduğunda en baş kendinin sorgulanacağını da bilir. Eve giriş hikayesi polisi şüpheye düşürecek kadar kötü çünkü." Deniz yine gülmeye başladı, inanılır gibi değildi; resmen kendi muhtemel ölümünün üzerinden yolunu bulup, bir şekilde Sırma'ya komik bir kulp takmayı beceriyor ve kendini güldürebiliyordu. Gevşeklik ya da sinirden asabı bozulmuş olsun, yine de mizah anlayışı sıkıntılıydı. Ancak Leman'nın sinirleri tepesine çıktı, sap yutmuş gibi gergin bir vaziyette Deniz'e bakakalırken "Ne gülüyorsun ya?" diye sitem etti. "Canım anlattıklarını idrak edebiliyor musun? Bunun neresi komik?" Deniz umursamaz bir tavırla elini sallayarak "Aman be," dedi. "Asıl ben senin idrakından endişeleniyorum. Resmen korkak tavuk oldun. Neyse ye. Merak etme. Yemekler gerçekten çok sağlıklı, tükürüğümün lezzetini alabilirsin." Dedi ve tekrar gülmeye başladı. "Dalga geçme!" "Şarap?" "Koy." Deniz şaşırtıcı bir şekilde keyiflenmişti, bir süre kısa vadeli ve gündemden konularla kafa dağıtarak yemek yediler. Ana yemek bittikten sonra Leman midesi şişmiş bir şekilde tatlıya düşünceli bakışlar atıyordu. Deniz ise az önce et yediğini unutmuşçasına bir rahatlıkla tatlıyı bitiriyordu. Hali gayet keyifliydi. Ağzının doluluğuna aldırmadan "Kabak çok güzel." diye homurdandı, ancak sesi kelimeler halinde değil gerçekten homurtu gibi çıkmıştı. Doğru, diye düşündü Leman. Her şey özenle hazırlanmış ve lezzetliydi. Ancak yemeklerin güzelliği, Sırma'nın bakışları ve niyetiyle çok zıttı. "Sence neden bu kadın bize yemek yaptı?" Deniz ballı bademli kabak tatlısının dibini sıyırırken "Bilmiyorum." dedi. "Benim de anlayamadığım bu oldu işte... Bilmiyorum. Hiçbir fikir kuramadım. Randevu tezgahını kurup ilişkimiz olduğunu söyleyince aldığım tepki uyuyordu ama akşama doğru bilmediğim bir sebepten teklifimi kabul etti. Yemek yapmaya çok iştahlı duruyordu, ben de ses çıkarmadım." Leman gözlerini kısarak "Bu mu yani? İştahı çok hoşuna gitti diye oluruna mı bıraktın?" dedi. Deniz omuz silkti, unisex tişörtünün bol yakası o silktikçe tek omuzuna doğru kayıp duruyordu, artık omzundaki kasları gösterecek noktaya kadar inmişti. "Fikrin varsa sen söyle. Sence niye yapmış olabilir?" "Gözüne girmek için olabilir mi?" Deniz boş tabağı masaya bırakıp geriye yaslandı ve bacak bacak üstüne atarken kanepeye yayıldı. Keyfinden ödün vermemesine rağmen elindeki şarabı dökmemek için küçük bir özen gösteriyordu; şarabın renginin tişörte uymayacağını düşünmüştü belli ki. "Düşüne düşüne bunu mu buldun?" Diye iğneleyici bir sesle sordu. "Leman senden beklediğim performans bu değildi." "Canım ben deliye mi benziyorum? Tabi ki onun gibi düşünemem, şu an kim bilir kadının aklından neler geçiyor! Mutfaktayken bana nasıl baktığını bilmiyorsun, evden kaçmadığıma şükret." "Değil mi? Sana ne fena bakıyordu." Deniz kadehi tutan eliyle masayı işaret etti. "Ama sana yemek hazırlarken hiç öyle değildi, beni bile şaşırttı. Etin hazı kaçmasın diye şu boşalttığın tabağın başında arkeolojik çalışma yürütüyordu. Deli ama özverili işte." "Sen dalganı geç, yarına ucube olarak uyanabiliriz." Diye hırladı Leman. Deniz yine gevşekçe güldü. "Rahat ol ölmeyiz. Ama madem şüphelerin var, bari tahtalı köye gitmeden önce en sevdiğimiz yüz şey filan yaparız." "Senin kafanda bir tek seks vardır." "Doğru, ondan daha güzel bir şey yok ki." "Şaraba o kadar ağırlığını verdin ki şimdi senin sorman gereken soruları ben soruyorum farkında mısın? Şu gevşekliği kes biraz." "Bir şişe şaraptan sarhoş olmam." Leman, Deniz'e bayık bir bakış atarak sessizce ciddi misin? imasında bulundu. "Sen bir kadehte sarhoş olursun." dedi. Deniz'in elinde savsak hareketlerle salladığı bardağa uzanıp masaya koydu, Deniz buğulu gözlerini kırpıştırarak kendine geldi ve Leman'a ters ters baktı. "Ne yapıyorsun?" "Dinle." Dedi Leman. "Sırma'nın bize yemek yapması normal değil. Hiçbir kadın platonik olsun olmasın, aşık olduğu erkek için başka bir kadınla yiyeceğini bile isteye o yemeği yapmaz. Sırma'nın aşık olduğunu sanmıyorum." Deniz'in gür kaşları karmaşık bir ifadeyle büzüldü, başını geriye yaslayıp uyuklarken bir süre sessizce düşündü. "Belki haklısındır, gözüme girmek için şirinlik yapıyordur." Leman'ın yüzünde karmaşık bir ifade oluştu. "Ne demek yani? Hani yemeğe zehir kattığına inanmıyordun?" Deniz elini hafifçe savurarak "Öyle değil." dedi. Sarhoşluğu artık hareketlerine yansır olmuştu, kendi fark etmese de şarabın içindeki meret çoktan kanına tesir edip onu kaymak kıvamına getirmişti. "Haniii... Vardır ya hani şuuu... Filmlerdeki çarpık aşk üçgeninde karşı tarafı diskalifiye etmek için uğraşan kadınlar oluyor. Bazısı zıvanadan çıkıp diğer kadını parça pinçik ediyor filan..." Leman istemsizce güldü. 'Çarpık aşk üçgeni'nin doğrusunu tartışmayı isterdi ancak şu an terimleri tartışacak durumda değillerdi. "Ne demek istiyorsun?" Deniz yumduğu gözlerinin üstündeki kaşları hafifçe çatarak elini kaldırdı, anlatmaya çalıştığı şey her ne ise parmakları hararetli bir biçimde tarif etmeye çalışıyordu. "İki tip kadın var ya işte! Hani sen bilirsin, off Leman sen anlarsın dediğim hiçbir şeyi anlamadın bu akşam. Ne garipsin! İki tip kadın! Biri rakibini kesip doğruyor, öteki de erkeğin gözüne girmek için uğraşıyor. O ikinci tip kadın işte. Erkeğin zayıf noktalarına çalışıp tuzağına çeker sonra dangalak herif o kadının kusursuz olduğunu sanarak kanar filan." Deniz tam da kendinden beklendiği üzere konu aşk olunca anlatmayı beceremiyordu; ne romantik film izler ne de aşktan konuşmayı severdi. Böyle şeylerden bahsetmeye tenezzül bile etmezdi. Ancak şu an, hayatı boyu edebiyattan hiç anlamamış bir matematik öğretmeninin çabasıyla beceriksizce uğraşıyordu. Leman bu eziyete bir son vermek için Deniz'in imdat çağrısına cevap vermeye karar verdi. "Anladım, şu pembe saçlı psikopat kızın olduğu filmden bahsediyorsun." Deniz'in anlatmak istediği, daha doğrusu anlatamadığı hikayeyi tanımıştı; hatırlamadığı kadar uzak bir zaman olsa da, Leman bir keresinde ona zorla romantik konulu film izletmişti. Gerilim ve polisiye yönleri de sağlam olduğundan Deniz'in seveceğine inanmış, tüm ısrarları sonucu filmi zorla da olsa izletmeyi başarmıştı. Minik bir memnuniyet kıpırtısı hissetti, o kadar yıl geçmiş olmasına rağmen Deniz beğenmediği bir türün içeriğini hala hatırlıyordu. "Bakıyorum, unutmamışsın." Dedi, sesinde hınzır bir ima vardı. "Pembe saçlı kadın; Rosalina sürekli Enric'in etrafındaki insanlara zarar veriyordu, kıskanç ve saplantılı olduğu için etrafındaki herkesi rakip sandı. Öteki kadın; Melena tam tersi yumuşak başlı, uyumluydu. Enric egosunu ve güven arzusunu en çok tatmin eden kadının güzelliğine inandı ve Melena'nın odasına gitti." Sonra da pembe saçlı Rosalina ikisini de öldürdü, diye düşündü. Şimdilik bu ayrıntıyı söylemeye gerek duymadı, ancak içinden bir ses Sırma'nın hem vahşi Rosalina hem uysal Melena olduğunu fısıldıyordu. Yıllar önce filmin sonu tartışmalı bitmişti. Deniz çok saçma olduğunu düşünmüş, Leman ise sığ bir bakış açısıyla bakmaktan vazgeçerse ne olduğunu anlayabileceğine ikna etmeye çalışmıştı; ancak şimdi Sırma'nın hangi kadın olduğunu tartışma vakti gelmiş gibi duruyordu. "Sırma şirin değil." Dedi Deniz. Sesinde yine asabiyet vardı. "Rol yapıyor, bariz ortada işte." Leman elini yanağına yaslamış düşünürken başını salladı. Cesaret edip söyleyemedi ancak, gözleriyle insana ölüm hissini tattıran o kadının katıksız masum olabileceğine inanmıyordu. "Ama neden rol yaptığını bilmiyorsun?" Deniz sıkıntılı bir iç çekti, derisini kızartıp kendi isteğiyle kanser riskini arttırmak uğruna şezlongda güneş banyosu yapan bir turist gibi kanepede uzanırken yüzündeki huzurlu ifade bir kez daha huzursuzlukla bozuldu. "Yine bir şeyin peşinde. Allah'ım ya... Şu rahatsızı başıma musallat edecek ne yaptığımı bilmiyorum." Leman kanepenin desenlerine dalmış seyrederken gözlerini yukarı çevirdi, Deniz'e anlamlı bakışlar atarken "ilk görüşte aşk" fikrinin gerçek olup olmadığını merak etti. "Evet, senin ilk defa böyle konulara kafa yorduğunu görüyorum. Birazcık eğlenceli ama yine de normal bir durum değil." Deniz alaycı bir homurtu attı. "Uzaktan benim can çekişmemi izlemek eğlenceli yani? Hain yosma." Leman güldü, normalde aklı başında bir kadının alttan alacağı bir şaka değildi bu. Ama kendisi, Deniz'in dengesiz konuşma tarzına alışıktı. "Senin kara kara aşk mevzusu düşündüğüne inanamıyorum." "Saçmalık... İhtiyacım olmayan bir şeye niye kafa yorayım ki?" "Hmm?" Deniz yüzünde hiçbir ifade belirtmeksizin sessizliğe gömüldü. Leman'ın içine kurt düştü, yoksa Deniz de mi bir şeyin peşindeydi? Elini saçlarına daldırarak "Off..." diye inledi Deniz, can sıkıntısı ve içine birikip durmaktan, onu boğma noktasına gelen dertlerle boğuşmaktan yorgun düşmüştü. "Mart'a kadar burada kalabilirim diye umuyordum, buradaki müdürle iyi anlaşıyorduk. İki hafta daha sabredeceğim ama ne olur ne olmaz. Şimdiden iş bulmam lazım. O deli yüzünden gül gibi maaşı bırakıp gidersem işe bak..." "Belli olmaz." Dedi Leman. "Ama yine de iş bulman senin lehinedir. Bir sürü cv hazırlamıştın, başka bir yerden teklif gelmedi mi?" "Gelenlerle konuştum, çoğunlukla İstabnul'dan, ama orada da kira maaşı eritiyor. Benim para biriktirmem lazım." "Hala o mesele mi..." Derken Leman soru sorar gibiydi ama meselenin ne olduğunu biliyordu. Deniz sadece baş salladı. Leman'a döndü ve "Seks?" diye sordu. Leman başını kanepeye yaslayarak bezgin bir iç çekti. |
0% |