@halempa
|
Bazı insanlar kompleksleriyle birlikte doğardı. Doğarken bile narsistik yalnızlığını göğsünde zırh gibi taşıyan biri olmak demek, doğduğun günden itibaren sana temas eden herkese kuşku duymak demekti. Sırma'nın kendini bildi bileli iradeli bir zırhı vardı, özel alanına saygı duymayana saygı duymaz hoyratlaşır, ilgi gördüğü zaman kuşkulanır, sevdiğine sevgisini temkinli sunardı. Kendini bildi bileli karakterinin bir parçası olan narsistik yalnızlığı ketumdu; şüpheci kişiliği yüzünden insanlara kendini açıkça ifade etmekten çekinir ve yalanlarıyla asıl arzularını saklardı. Öfkesini yeri geldiğince kullanırdı, bazen ölü bir deniz gibi saklayarak, bazen volkan gibi püskürerek. Duygularını dilediğince kontrollü kullanabilme yetisi en büyük gururuydu; çok sevdiği zırhı daima su yüzeyi gibi şeffaf ve kırılmaz metal kadar sağlamdı. Ancak ne olmuştu? Ya da daha doğrusu, tam olarak ne zaman başlamıştı? Özgüven açlığını göğüs kafesinin diplerinde her daim saklamış o onurlu zırhına ne olmuştu? Neden şimdi çaresizce parçalanıyordu? Yıllarca... Yıllarca özenle bu zırhı bilemiş olan sinsi zekası şimdi titreyen ellerine çaresizce bakıyordu; öfke onu iliklerine kadar sarsıyordu, kendine gelmek için yumruklarını sıkmak zorunda kalıyordu. Ancak ne kadar sıksa da düzelmiyorlardı. Yumruklarını açınca yeniden titremeye başlayan elleri gibi nefesi de kontrolsüzdü. Öfke artık yenilmesi imkansız bir canavara dönüşmüştü. Zırhı nasıl bu hale gelecek kadar yıpranmış olabilirdi? Deniz'i gördüğü ilk günü hatırladı. Belki de o günden beri eskisi gibi değilim, diye düşündü. Sonra aklına geldi, delirmekten korktuğu için Kaşif'in evine sığınmak zorunda kaldığı çaresiz günleri hatırladı. Ya da hastalık beni çürüttü, diye düşündü. Eskiden olsaydı; hayır, eski Sırma olsaydı öfkesini çok güzel kontrol edebilirdi. Ancak şimdi kendini patlamaya hazır bir volkan gibi hissediyordu. Kendi öfkesine yenilmekten korktu, sabah olanlardan sonra bir rezilliğe daha sebep olabilir miydi? Bir kez daha çığrından çıkarsa bu sefer neler olacağını kim bilirdi? Ne kadar da çaresiz ve aciz hissediyordu, ne kadar da aptalca bir sebep yüzünden... Leman. Sırma'yı iliklerine kadar delirten öfkenin kaynağı güzel isimli sıradan kadın. Sıradan kahverengi gözleri, sıradan kahverengi saçları, sıradan buğday teni, sıradan orta boyu ve sıradan yüz ifadesiyle birkaç metre uzaktaki merdiven girişinde durmuş, Sırma'yı süzüyordu. Hangi cüretle? Sırma damarlarını yaka yaka ilerleyen öfkeyi bastırmaya çalışırken zihni, hangi cüretle bana bakıyor, diye çığlık atıyordu. Hangi cüretle Deniz'in yanında? Hangi cüretle ona gülümsüyor? Hangi cüretle dokunuyor... Zihni konuştukça boğazı daralıyordu. Bu öfkenin bir sonu yoktu, tek çare olduğunu düşündü; bu kadından uzaklaşmalıydı. Zihninde anlık bir kıvılcımın eseri ancak en olmadık anda meydana çıkan bir görüntü belirdi; Leman ile Deniz'i tavşanlar gibi birbirlerine sürtünürken düşününce ensesinde bir ateş peyda oldu. Şakaklarında katlanılmaz bir karıncalanma başladı, kendine hakim olmak için dişlerini sıktı, ancak kendini zaten dişlerini sıkarken buldu. Bir kez daha gözlerini o kadına çevirdi ve onu dehşete düşmüş korku dolu gözlerle kendisine bakarken buldu. Kahve çekirdeği gözlerde kendini bir canavar olarak gördü. "Sırma? Yesene kızım?" Raziye teyzenin aniden yükselen tiz sesi, Sırma'nın kafasındaki şişkin bir düşünce balonunu patlattı ve gözlerini sımsıkı yumduğunu fark ederek kendine geldi. Gerçekliğe dönmenin etkisiyle beyni Deniz'in değil Raziye teyzenin evinde olduğunu kademeli bir şekilde idrak etti ve etrafına bakındı. Deniz'in evinin aynısı ahşap tavanı ve kavlamış eski duvarları gördü. Zihni on dakika öncesine hapsolmuştu sanki, öfkesi onu öylesine ele geçirmişti ki gözlerini kapattığı kısacık anda adeta geçmişe dönmüştü. Ama gözlerini açtığında gerçek önündeydi: Raziye teyzenin evinde, bahçeye bakan arka cephedeki küçük bir misafir odasındaydılar. İçeride eski ve kullanılmadığı üstündeki toz kalıbından belli bir koltuk takımı ve pencere kenarına koyulmuş iki sandalye ile zigon bir sehpa vardı. Sırma gerçeklik algısını kıracak kadar düşüncelere dalmış olmalıydı, böyle bir şeyi ilk defa yaşıyordu. Şaşkınlıkla gözlerini ovaladı. "Dalmışım." "Neye dalmışsın?" Raziye teyzenin çocuksu bir merakla sevimlileşen sesi, Sırma'nın gülümsemesine sebep oldu. "Hiç, öylesine." "Öylesine diye bir sebep mi olurmuş yahu? Bir şeye canın sıkkın senin." Derin bir of çekti. Zihnini dolduran görüntülerden ve Raziye teyze'nin sorgulayıcı gözlerinden kaçma isteğiyle pencereye döndü. Sürekli görmekten artık ezbere bildiği bu dar sokak, evlerin görünüşü yüzünden western filmlerindeki tozlu kasabaları anımsatıyordu. Manzaranın cüzi bir kısmından Kaşif'in evini görebiliyordu, kahve renkli alçak evlerden biri de o idi. Küçük ama kendinden beklenmeyecek yaştaki eski evi görünce bir kez daha anılara daldı. "Kızım o kadar yemek yapmışsın biraz yesene!" Diye sitem etti Raziye teyze. Sırma bir kez daha düşünce ağından kopup ürktü ve önündeki sehpaya baktı. Hazırladığı et ve garnitür iki porselen tabağa bölünerek biri kendinin, öteki Raziye teyzenin önüne koyulmuş bir şekilde bekliyordu. Sehpada Raziye teyze'nin ne zaman koyduğunu bilmediği iki bardak çay vardı, belki de kendi çayı çoktan soğumuştu. Soğumuş mu diye merak edip çaydan bir yudum aldı ve daha çayı yutmadan minik bir çığlık attı. Kaynar suyu tükürebileceği müsait bir yer olmadığından çaresizce yutkundu ancak kaynar sıvı boğazını yakarak midesine indi. Gözleri acıyla sulanırken işe yaramaz bir çabayla ağzını yelpazeledi, çayın kaynar olduğu gerçeğiyle acı bir biçimde tanışmış oldu. Raziye teyzenin memnuniyetsizce dilini şaklattığını duyuyordu ama içinin yangısından aklı gitmişti. Daha şimdi melankoliyle başa çıkmaya çalışırken, bir de bedensel bir acıyla cebelleşiyordu. "Akılsız kız. Çayı yeni koydum dedim ya sana!" "Ne zamanmış! Duymadım ki!" Raziye teyze, eski ev hanımı usulünce bir eline çay tabağını almış, içtikçe bardağı tabağa koyuyordu. "Aklın öyle havada olursa duymazsın tabi!" Diye azarladı. "Sâfi düşününce bir halt mı oluyor evladım? Niye o kadar dalıyorsun? Bir sorunun varsa söyle ben de bileyim!" "Bir şey düşünmüyorum ki... Dalmışım." "Sebepsiz yere dalınmaz." Sırma omuz silkip tabaktaki etten bir çatal aldı. "Nasıl? Beğendin mi yemeğimi?" Diyerek konuyu değiştirmeye davrandı. Ama günlük drama dizilerinin sıkı takipçisi Raziye bunu yutmamış gibiydi; gözlerini kısmış, Sırma'yı süzüyordu. "Güzel, eline sağlık." Sırma yutkundu ve peşi sıra bir sessizlik oluşurken eh, bu muhabbet de sanırım bu kadar uzayabildi, diye düşündü. "Ee? Neler yapıyorsun bakayım?" "Sen ne yapıyorsun bakalım onu söyle." "Dedim ya bir şey yok." "Deniz mi darlıyor?" Ensesinden sessiz bir ürperti geçti; yaşanılanlar öyle alevliydi ki Raziye teyze bile fanatik bir roman okuru gibi detaylara ilgi duyuyordu. Ya da trajikomik bir drama demek daha iyiydi. Bu mahalledeki sıradanlık insanları öylesine uyuşturmuştu ki, Sırma'nın yaşadığı maceraların rüzgarı insanları etkisi altına alıyordu. Daha kaç kişinin o evde olanları merak ettiğini bilmiyordu. "O her zaman bozuk atıyor, değişen bir şey yok ki." Dedi ince bir sitemle. Çayından bir yudum daha alacakken duraksadı, pencerenin kıyından görünen eve baktı ve "Raziye teyze," dedi soru niyetli. "Son zamanlarda Kaşif'in evden çıktığını gördün mü?" "Aman ne yapacaksın o insafsız bunağı? Ne hali varsa görsün, isterse gebersin bile." Raziye teyze elini hızla sallayarak "Aman, aman, aman," dedi. "Şu dünyada en beteri hep burnunun ucunda biter ya zaten! Gören de efendi, sessiz bir adam sanırdı! Meğer ne kirli çıkıları varmış bunun." "Öyle de..." Diye geveledi Sırma. Dudaklarını sımsıkı bastırıp bir kez daha o utancı yaşadı. Kaşif'in perişan hali, Raziye teyzeye bardağın hep boş tarafından anlattıkları ve sadece kendinin bildiği asıl gerçekler göğsüne aşağılık bir ağırlık gibi çöktü. Ancak insanın hata yaptığını söylemesi bir garip zorluktu, hatta imkansız gibiydi. Üstelik gerçeği söylemekten kaçınmak için öyle bol bahanesi vardı ki! Ya Raziye teyzenin güvenini kaybederse, ya gidip Deniz'e anlatırsa, ya Kaşif'e anlatırsa... Bunun gibi bir sürü bahane, Raziye teyzenin öyle bir şey yapmayacağını düşünse bile itiraf etmesine engel oldu. Raziye teyzenin ona henüz anlam veremediği bir düşkünlükle bağlı olduğunu biliyordu. Yine de söylemekten çekindi. "Bana en zor zamanlarımda destek oldu diye elimde olmadan acıyorum işte. Bu akşam onu gördüm, çok perişandı... Onu bu kadar çökmüş halde göreceğim aklıma gelmezdi." "Rezillikleri ortaya çıktı diye mi çökmüş? Bak sen!" "Bilmem ki. O hep garip biriydi; bir cellallenir bir uysallaşır, ne yapacağı belli olmazdı hiç. Şimdi onu öyle harap halde görünce... Ne bileyim, içime bir kurt düştü." "Ben bilirim onun gibileri. Kirlisi meydana çıkınca senin gibi mazlum insanlara kendini acındırmaya çalışır. Aman ha uzak dur kızım, bunun gibiler iflah olmaz. Sen affedersin sonra affettiğine pişman olursun. Hem akıllıymışsın da o herifin hırlı olmadığını anlayıp erken dönmüşsün bak. Yoksa başına daha ne dertler gelirdi o arsız herif yüzünden!" Raziye teyzenin Kaşif hakkındaki düşünceleri sandığından daha radikaldi. Onun Kaşif hakında çok fazla bilgiye sahip olmasa da böyle kanlısından konuşur gibi bir hınçla nefret kusmasına Sırma şaşırmıştı. Raziye teyze hararetini bastıran çaymış gibi bardağını çabucak bitirmişti, boş bardağı sehpaya bıraktı ve öğüt verici bir sesle "Bak kızım," dedi. "Bir sıkıntın varsa söyle bana. Ben bilirim, insan öksüz, yetim olunca yabancı elinde aklı şaşıyor. Sıkıntısı olunca fark etmiyor bile, içinin darlığı aklını kör ediyor. Senin de öyledir de fark etmiyorsundur belki." "Korkma teyzeciğim, Deniz evdeyken beni ezemiyor. O da anladı artık. Bir sorun olursa anında yüzüne söylüyorum." "Ee o zaman sorun ne kızım?" Raziye teyze gerçekten kafası karışmış haldeydi. En iyisi Deniz ile konuştuktan sonra karar vereyim, diye düşündü. O zaman zihnindeki bulanıklığın yağ gibi sıyrılarak rahatça su yüzeyine çıkacağını umut ediyordu. Raziye teyzeye kaçamak bir bakış atıp "Aklımda var bir şeyler." dedi sadece. Raziye teyze huysuz bir ifadeyle kaşlarını büzerek "Belli, var." dedi. "Var senin bir derdin." Yeterince vakit geçirdiğine karar verdikten sonra akşamın ilerleyen vakti oradan ayrıldı. Raziye teyze yüzünde küçük bir kuşkuyla onu istemeye istemeye uğurladı, yaşlıydı ama kadındı işte. O da Sırma'nın aklındaki cinleri sezmişti. Eve girerken yüksek ses çıkarmaya özen gösterdi. Geldiğini söyleyerek kendini alçaltmak istemiyordu, o yüzden üst katın sakinleri eve bir devin girdiğini düşünüp rahatsız olabilsinler diye gereken her şeyi yaptı; kapıyı vurarak kapattı, duvarların titreyerek gücünü tarif etmesinden memnun bir tavırla merdivene yöneldi ve basamakları tekmeleye tekmeleye çıktı. Zaten üst katta yiyişen iki tavşanın biri geldiğini duymaktan mutlu olmayacağını iyi biliyordu, o yüzden dilediğince çığrından çıkabilirdi. Gözlerinin önünde birbirlerine mıknatıs gibi yapışmış halde sürtünen Deniz ile Leman canlanıyordu, düşüncesi bile şakaklarında davul sesi gibi vurucu bir etki yaratıyordu ve kazara öyle bir manzaraya kazara şahit olmak istemiyordu. O sebepten Sırma'nın kopuk hallerini kendilerine yöneltilmiş bir mesaj olarak algılayıp o gelmeden toparlansalar iyi olurdu. Kendini ispat etmek zorunda değil, varlığıyla onları rahatsız etmek istiyordu. Birbirine bastırdığı dudakları gibi yumrukları da kaskatıydı. Omuzları gergindi, sırtı tahta gibiydi. Kendi yüz ifadesini tahmin edemiyordu. Sadece endişesinin soğuk bir rüzgar gibi rengini soldurduğunu emindi. Salon girişine ayak basıp temkinli bir tavırla olduğu yerde durduğunda gözü önce Leman'a takıldı. Av ve avcı. O an Leman Sırma'ya döndü ve iki kadının gözleri kilitlendi. Sırma gözlerini ondan ayıramıyordu, istemsiz bir tepkiydi bu. Ancak Leman'ın baktıkça gözlerinin irileşmesi garibine gitti. Bir kez daha ağzı kanlı bir aslan görmüş gibi Sırma'ya bakıyordu. Sırma'nın gözleri, ürkek avın detaylarını takip ederek aşağı kaydı, Leman'ın üzerindeki dar kıyafeti oturtmaya çalışırken donup kalmış elleri dikkatini çekti. Bir şeyler olmuştu, neticede olacağı belliydi. Ama ne kadar kendini bu gerçeğe hazırlasa da öfkeye karşı koyamadı. Kanepenin öteki ucunda kıpırdanma olunca Deniz'i fark etti. Yarı uzanmışken şimdi doğruluyordu, sanki işi yarıda kesilmiş gibi huysuz bir hali vardı. Ama sersemlemiş gözüküyordu. Bakışmalar sürerken birinin bu sessizliğe son vermesi gerektiğini düşünen ilk kişi Leman olsa gerek, hızla toparlandı ve ayağa kalktı. Yere serilmiş ceket ve çanta yığınını kaptı, yığını koltuk altına atarken Deniz'e bir bakış attı ve "Neyse, geç oldu." dedi. "Zaten bu kadar kalmayı düşünmüyordum." Sırma yarım kalmış bir konuşmanın üstüne Leman'ın sözü toparladığını anladı ancak neyden bahsettiğini tahmin edemedi. Deniz omuz silkti. Geceden kalma bir hali vardı, kelimeleri anladığından bile şüphe ettiren bomboş bir ifadesi vardı. Ancak hırıltılı bir sesle "Seninle geleyim mi?" diye sordu. "Geç oldu." "Yok, bu halinle bana sadece yük olabilirsin. Yine azıcık alkolden çarpıldın." Deniz bir kez daha omuz silkti ve kanepeye uzandı, Leman'ın bıraktığı boşluğa bacaklarını uzatırken bir koluyla gözlerini kapattı. "Off... Giderken şu ışığı kapatsana." Dedi yine o hırıltılı sesle. Leman, Sırma'ya doğru tereddütlü bir bakış atarak "Şey... Ona arkadaşın karar verir. Ben gideyim." dedi. Yanından ayrılmadan önce Deniz'i dürtüp "Sonra görüşürüz." diye son bir kez ekledi ve merdiven tarafa yöneldi. Sırma gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Deniz'in şortundaki garip lekeye hipnoz olmuştu, Leman ürkek adımlarla yanından geçerken bile gözlerini bir an olsun o lekeden ayırmadı. Ancak beklemediği bir şey oldu: Leman geçip gitmek yerine Sırma'ya yaklaştı ve tatlı bir sesle "İyi akşamlar Sırma." dedi. Sırma istemsizce kasıldı. Öfke çenesindeki kasları gerdi, tahammül edemeyeceği bir nefret boğazının derinlerinde köpürüyordu. Derken Leman beklenmedik bir hamlede daha bulundu: "Tanıştığımıza memnun oldum. Sen memnun olmasan da." O an içindeki bütün katranı kusmayı düşündü ancak susmaya devam etti. Sadece gitmesini bekliyordu. Dişlerini kamaştıracak kadar gıcık bir fikir olsa da Leman hiç tahmin etmediği biçimde "cana yakın" davranıyordu. Bu ise Sırma'da ters tepki yaratıp dişlerini daha çok sıkmasına sebep oldu. Dondurucu bakışlarını Leman'a çevirdi ve "Ne demek istiyorsun?" diye sordu. Leman, Sırma'nın korkutucu bakışlarıyla doğrudan karşılaşmaktan ürkmüştü, ne yapacağını bilmez halde duraksadı. Yüzünde ürkek bir nezaketten başka duygu yoktu. Sırma'nın artniyete yorabileceği hiçbir şey. "Bu akşam bayağı soğuksun. Bir sorun olmalı öyle değil mi?" Dedi ve bir cevap vermesini bekleyerek Sırma'ya baktı. Sırma'nın sert ifadesi solgunlaşarak belli belirsiz bir şaşkınlığa evrildi. Leman yine havayı okuyarak bir cevap alamayacağını anladı ve "Sanırım sana göre bu sorun benim." diyerek Sırma'yı iyice şaşırttı. Sırma'nın ketum zırhı tuzla buz oldu, çaresizce onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çabalayarak suratını izlemeye devam etti. "Aramızda bir yanlış anlaşılma olsun istemiyorum, lütfen bir sorun varsa söyle olur mu?" Cevap gelmedi, Leman da daha fazla bir beklentide bulunmayarak, samimi bir gülümsemeyle başını eğdi. Bu gülümseme gerçekti, Sırma şaşkınken daha az ürkütücü görünüyor ve karşısında Leman'ın bir nebze güvende hissetmesine sebep oluyordu. Sonuç itibariyle Leman, o tatlı ama düşmanı zıvanadan çıkaran gülümsemesiyle hafifçe baş selamı verdi ve yanından ayrılarak merdivenlerden geçip gitti. Sırma onun gidişini ağzı açık seyretti. Hala şaşkındı. Ancak önyargı kalıplarından birinin yıkıldığını hissediyordu; Leman'ın evi terk ederken çıkardığı son sesi duyarken, sandığımdan daha tehlikeli, diye düşündü. Bir kadına göre bir başka kadını tehlikeli kılan nedenler basitti: güzellik, zerafet, zeka ya da kurnazlık... Ancak belki de bunlardan daha tehlikeli olan şey sezgileri kuvvetli bir başka kadındı. Sırma, Leman'ın hiç de sandığı kadar sıradan olmadığını en ham sezgileriyle idrak etti. Akşamdan kalma Deniz'in yorgunluğu gibi Sırma'nın da bu gerilim ve kaos dolu günde kendi payına düşmüş rahatsızlıkları vardı. Yönünü doğrudan kanepede uyuklayan sarhoşa çevirdi ve baş ucunda durdu. Deniz'in ışıktan rahatsız olmuş gibi yüzüne kapattığı kolunu tutup aşağı çekti ve öfkeli bir ses patladı. Asık mı asık, şeytan görmüş bir yüzle "Ne var be!" diye bağırdı Deniz. Sırma hiç oralı değildi, Deniz'in öfke hezeyanlarına çoktandır alışıktı, o yüzden rahat bir tavırla "Kalk, sana kahve yapacağım." dedi. Deniz uykudan küçülmüş gözlerini ona dikerek "Ne?" diye sordu. "Off... Siktir git, bok gibiyim." Dedi ve bu sefer de yana dönerek yüzünü kanepe sırtına yasladı. Sırma hemen omzundan tutup kendine çevirdi, Deniz'in çenesini tutup bakmaya zorladı. "Konuşacağız, ayılman lazım." Dedi ve ekledi: "Anlamadın mı? Yemek yaparken konuşmuştuk hani." "Bok gibiyim, git başımdan." Deniz bir elinin tersiyle ellerini üzerinden attı ve tekrar yana döndü. Ancak Sırma'nın ağırdan alma niyeti yoktu. Deniz'in hala o eski mütevazı Sırma olduğunu sandığına emindi. Bir bacağını Deniz'in kalçasının üstünden geçirerek üstüne çıktı. Deniz bir kez daha gözlerini iri iri açarak ona döndü ve Sırma'yı kalçasının üstüne oturmuş görünce "Ne oluyor ya?" diye bağırdı. Deniz kanepeye yan pozisyonda uzandığından, Sırma da açıkçası pek rahat değildi, muhtemelen kalçası bir kez hareket etse üstünden düşecekti. Ama umursamadı. Gözlerini hesap soran bir inatla karşısındaki kızarık gözlere dikti ve "Uyumayacaksın, konuşacağız." dedi. Deniz gözlerini kısarak "Ya sen manyak mısın?" diye tısladı. "Ne yapıyorsun üstümde? Kalk oradan yoksa bir kaza olacak! Kendi ellerimden bahsediyorum haberin olsun!" Sırma da onun gibi gözlerini kısarak "Başın ağrıyor değil mi?" dedi. "Olmaz. Yarın bana lazımsın, böyle kütük gibi başın ağrıyarak uyursan sabah bir işime yaramazsın." Deniz kısa bir an duraksayıp gözlerini kırptı. "Ne işi? Neyden bahsediyorsun sen?" Sırma ağırlığını bir tarafa kaydırarak kanepede Deniz'den bulabildiği dar bir alana dizini koydu ve kendini Deniz'in üstünden kaydırıp kurtarmaya çalışırken onu kıçının üstüne oturtmaya çalıştı. "İş işte. Size akşam yemeği hazırlamam karşılığında yarın beni Doğan'a götüreceksin." Dedi. Bir yandan kanepede yer bulabilmek için Deniz'in kalçasını ittiriyordu. Deniz iyice kafası karışmış bir halde "Yemeklerin parasını ödeyeceğim dedim ya?" dedi. Sonra tekrar uykuya yatmak üzere yüzünü kanepeye gömdü. Boğuk bir sesle belli belirsiz "O işi unut, ben ne söz verdiysem onu yaparım." dedi. Sırma Deniz'i kolundan tutup yukarı çekmeye çalıştı ancak Deniz tehlikeli sesler eşliğinde Sırma'yı geri püskürttü. Bir süre Sırma açıklama yapmaya çalışarak ve Deniz huysuz huysuz homurdanarak birbirleriyle cebelleştiler ve en sonunda Deniz patladı: "Ne var be?! Manyak kadın canın dayak mı istiyor senin? Defolsana!" Sırma Deniz'in bileklerinden sımsıkı yakalamış, olağan üstü bir çaba ve inatla çekerken "Kalk!" diye bağırdı. İstediği bir anda oldu ve Deniz kaşla göz arasında yay gibi fırlayarak önünde belirdi. "Eeh! Yeter be, buraya kadar!" Kanına karışmış alkol daha bir cesaretli bağırmasını sağlıyordu. Üstelik yapabileceklerine dur diyecek bir iradesi kalmamıştı. Gözlerinden ateş çıkıyordu, şu an Sırma'yı gerçekten dövebilirdi. Sırma derhal bir bacağını öne atıp Deniz'in karnının önüne koydu ve o an tam da Deniz'in kasıklarının üstünde oturduğunu fark etti. Burnunun ucundaki adamın öfkesini iliklerine kadar hissederken bir yolunu bulup kanepenin ucuna kaymak faydalı olurdu, ancak Deniz onu bileğinden, Sırma'da Deniz'i boyun kökünden yakalamıştı. Çaresizce kilitlenmişlerdi. Sırma bozuntuya vermeden "Yine zıvanadan çıkmadan dur da dinle. Anlatacaklarım var." dedi. Deniz alaycı bir homurtu attı. "Ya senin ne zaman anlatacağın bir şey yok ki? Ama anladım artık," Bileğini hızla çekmesiyle Sırma öne doğru istemsizce büküldü, ikisinin arasındaki bacağı Deniz'in karnına gömüldü ve çok şükür bu şekilde Deniz'in özgürce hareket edemeyeceğini anladı. Bacağı şu anda Sırma'yı Deniz'in hiddetinden koruyan güvenlik kemeriydi. Ancak bir yere kadar sürebilirdi. Deniz yine her zamanki gibi zıvanadan çıkmıştı. Hayır, bu sefer Sırma zıvanadan çıkardığını kabul etti. Sarhoş olduğunu bildiği halde Deniz'i kızdırmıştı. Sadece bir şeylerin erkenden değişmesini istiyordu. Deniz gibi onun da sabrı kalmamıştı artık. Deniz "Sen kavgadan zevk alıyorsun." diye hırladı. "Yok, yok. Sen beni delirtip durmaktan zevk alıyorsun." Sonra kahkaha attı ve "Ben anladım ya!" diye bağırdı. "Bak şimdi her şey anlaşıldı biliyor musun? Sen kendini dövdürtmek istiyorsun değil mi? Vay be meğerse ne kadar basitmiş! Sen sadece dövülmek istiyorsun." Yüzündeki alaycı gülümseme bir anda soğuyup yok oldu ve buz gibi bir sesle "Sonra da bu herif beni dövdü diye polise gidersin, darp raporu aldırırsın filan... Ha? Bu sefer bildim mi?" dedi. "Sen saçmalıyorsun." Dedi Sırma. "Neyi saçma ki? Senin yaptıklarından daha mantıklı fikirler buluyorum ben." Karnına dayalı bacağı işaret ederek "Şu bacağını bir çek de seni taciz edeyim." dedi. "Bence taciz daha iyi para getirir." "Sus be kes artık!" Diye bağırdı Sırma. "Asıl sen şu bitmek bilmez paranoyan yüzünden kavga çıkarıyorsun! Yine saçmalıyorsun tamam mı? Hiçbiri doğru değil! Bir iki güne gidiyorum buradan, sana bunu diyecektim!" Deniz'in hiddeti bir anda solup ağzı açık kaldı. "Ne?" "Evet gidiyorum, hadi bayram et!" Bileğini sıkan hoyrat güç geçmişti, onun yerine Deniz fark etmeksizin Sırma'nın bileğini öylece havada tutuyordu. Sırma gevşeyen gücü fırsat bilip bileğini çekti ve kanepede el verdiğince geriye çekildi. "Gidiyorum. Bu kadar." Deniz hala anlamamıştı. Gözlerini kırpıştırdı ve bu seferkinin de yalan olup olmadığını anlamak için bekledi. "Hadi be. Yine uyduruyorsun." "Niye uyduracakmışım? Sana söylemedim mi, burada zaten kısa bir süre duracağım diye? İşte, gidiyorum." "İyi de sen..." Deniz bir an durdu ve aklındaki bir fikri geri iter gibi çekingenleşti. "Görmeden inanmam." "Neyse ne işte. Gitmeden önce, bana Doğan'ı göstermeni istiyorum. O yüzden kalksan iyi olur, bu halde uyursan yarına uyanamayacaksın." Dedi ve hızla kalkıp mutfağa gitti. Galiba Deniz'in o bakışına santranç tahtasında kendi lehine düşmüş bir taşın sesi diyebilirdi. Şimdi düşünme sırası Deniz'deydi. Ve Sırma henüz bunun bir şüphe olduğuna inansa da, Deniz'in tahmin ettiğinden çok daha fazla konu hakkında düşündüğünü seziyordu. Kahveyi yaptıktan sonra bir kez daha Deniz ile cebelleşmek zorunda kaldı; Deniz'in sandığından daha az kafaya takan biri olduğunu arkasını döndüğünde anladı: bir dakika bile geçmemişken Deniz çoktan sızmıştı. Bir kez daha mızmız homurdanmalarına kulak asmadan kollarından çekiştirerek onu bir şekilde kanepeden kaldırdı. Deniz sermsemlikten sallanıyordu, kıçının üstüne oturmayı başardıktan sonra bir süre boyunca kahveye tanımlanamayan cisim muamelesi yaptı ve bön bön seyretti. Ancak Sırma kahveyi olduğundan fazla katı yapmanın neticesini erken gördü, Deniz kahveyi içitikten sonra sallanmayı kesti. Sersemliği gözle görülür biçimde azaldı ve bir an Sırma'nın haklı olduğunu anlamış gibi bir bakış bile attı. "Başın nasıl?" Diye sordu Sırma. "İyi." Kendine gelme çizgisine varmış görünüyordu, konuşurken alt tondan duyulan o kedi hırıltısı da kaybolmuştu. "Yemeğin karşılığında sadece Doğana gitmek mi istiyorsun?" "Evet. Bir kez." Deniz'in tek kaşı yukarı kalktı, "Bir kez?" diye şüpheyle tekrarladı. Sırma baş sallayarak "Evet, başka hiçbir şey istemiyorum." dedi. "Peki... Bulmak o kadar zor değil gerçi ama senin beceriksizliğindir, çok şaşırmadım." "Sağ ol ya." Diye imalı bir sesle sitem etti. "Tamam. Sadece bir kez götüreceğim, yemeklerin parasını da istemeyeceksin değil mi?" "Anlaştık." Deniz hala şüpheyle bakıyordu ancak "Güzel." demekle yetindi. "Bana uyar. Param cebimde kalacak." Sırma sırıtarak "Ayılmışsın bakıyorum." dedi. Evet, Deniz gerçekten o hışır olmuş ifadeden kurtulmuştu. Evde değilken, Leman ile Deniz'in yapılacak listesinde ne olduğuyla ilgili sadece bir tahminde bulunabiliyordu, belki de en felaket senaryoyu tahmin etmekten ötekileri tahmin edemiyordu. Ancak sadece seks yaptıktan sonra Deniz'in darmadağın olmasına akıl sır erdiremedi. Zihninde bir kez daha düşmanına karşı içgüdüsel bir haset oluştu; Leman seks konusunda da sıradan olmayan bir düşman mıydı? Derhal bu düşünceyi kafasından fırlattı, böyle şeyler düşündükçe öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. "Hmm. Bir kadehte giderim ben." "Bir kadehte mi? Neyden bahsediyorsun?" Deniz'in gözleri masadaki boş şarap şişesini gösterince Sırma'nın aklında bir şimşek çaktı. "Alkol beni çabuk çarpıyor da, onu diyorum. Ama Allah'tan kolay ayılırım, yoksa hiç iflah olacağım yok." Sırma umursamamış görünmeye çalışarak "Ha," dedi. "Demek öyle." Ne kadar gizlemeye çalışsa da içi rahatlamıştı. Kanepeden kalktı, Deniz'in bakışları merakla ona çevrilmişti. "Yatıyorum ben. Sen de yatmadan önce bir duş al derim, ciğerlerin yumuşar." Küçük odaya giderken Deniz de peşi sıra ayağa kalktı. "Baksana," diye seslendi Sırma'ya. Sırma küçük bir şaşkınlıkla dönerek ona baktı. Deniz'in yüzündeki ifadeyi okumak zordu, şaşırtıcı olsa da mesafesiz, ılımlı diyebileceği bir ifadeyle bakıyordu. Sırma o bakışların gerçek olup olmadığını sorguladı, belki de yanlış algılıyordu, belki öyle sanmak istiyordu. "Şu pat diye taşınma olayın ne bilmiyorum ama, umarım yine yanlış bir karar almıyorsundur." Zihnindeki kelimeler, onları tutacak ip yokmuş gibi boşlukta asılı kaldı ve Sırma ne diyeceğini bilemedi. Deniz yine alttan alttan sitem mi yapıyordu emin değildi, ancak şok edici olan asıl şey Sırma için endişelendiğini söylemesiydi. Fikirleri karmakarışık bir hal aldı, ne diyeceğini bilmiyordu. "İyi geceler." Deniz Sırma'nın cevaptan kaçınmasına şaşırmamıştı, yine soğuk gözlerle ama bu sefer belli belirsiz bir merakla Sırma'ya bakmaya devam etti. Sırma, sırtını delip geçen bakışlardan kurtulmak için hızla odaya girdi. Gecenin geri kalanında Deniz'in ne yaptığını bilmiyordu. Sadece odaya girdikten kısa bir süre sonra banyodan sesler geldiğini duydu. Uyuyana kadar gün içinde konuştuğu herkesi, her şeyi zihninden geçirdi. Doktorası için gün içinde aklından geçen her şeyin hesabını yapan doçent için durum neyse Sırma da sanki işi yalanlarıymış gibi o gün söylediği yalanları ve duyduğu hikayeleri tartıyordu. Deniz'i düşündü; sabahki hiddetini, Sırma'nın elini uzattığında yakacağını apaçık belli eden kişisel alanını bir kez daha ortaya koymasını, akşamki uyumlu yaklaşımı ve son anda vurguladığı o garip imalı sözü. Leman'ın beklenmedik temâsını, Sırma'ya karşı gösterdiği beklenmedik ilgisi ve korkuyla bakan gözleri... Ve Kaşif'i... Yüreğini, hakettin, dercesine çürükleştiren o perişan halini... Sırma hepsini darmaduman eden marifetin kendi olduğunu biliyordu. Gecenin karanlığına gömülmüş küçük odada ay ışığı vuruyor, pencereden içeri hayalet eteğinden gümüşi bir kumaş gibi akıyordu. Ay, Sırma'nın yatağına davetsiz bir misafir gibi düşerek karanlık odadaki tek aydınlık nokta olmasını sağlıyor, sanki yatağın içindeki peri güzelliğindeki genç kadını görmek istercesine onu aydınlatıyordu. Sırma güzeldi, bazen doğayı bile kıskandırmayı başarıyordu. Ancak insandı işte, eninde sonunda saman altından iş pişiren fettan bir kadındı. Ya da kendini öyle bir kadına çevirmişti. Önce aşık olduğu adam için ruhunu karartmıştı, şimdi de o adam yüzünden tamamen karanlığa gömüyordu. Önceki sabahın tam tersi bir sabaha uyandı. Parlak bir güneş görmedi; aksine, gece bile ortalarda görünmeyen bulutlar bu sabah güneşi boğuyordu. Düne oranla zıt olan tek şey hava değildi, Sırma güne daha hevessiz uyandı, suratı asıktı, dün giydiği aynı spor takımları bu gün içinden lanetler okuyarak giyiyordu. Şans budur ya, bu gün istediği olacaktı ama en ters gününe denk gelmişti: jimnastik takımlarını giyerken kilodundaki kanı gördü. "Allah kahretsin." Panikle çantalarını altüst etmeye başladı. Eve taşındığı günden beri bir kez olsun ped almak aklına gelmemişti. Sadece acil durumlar için her çantasına koyduğu numune pedlerden bulabileceğini düşünüyordu. Ancak ya önceki sefer harcadıysam korkusuyla elleri takır takır titredi. Eğer onları da tükettiyse iş kötüydü; saat sabahın altısıydı ve açık bir dükkan bulamazdı. Şans eseri, Rabia'nın evinden yakın zamanda getirdiği çantada bir ped buldu. Sevinci tarifsizdi, bir küçük ped için bu kadar sevineceğini düşünmezdi. Hemen takviyesini yaptı ve aksiliklerle başlamış bir günün devamında daha başka ne kötülüklerin başına geleceğini düşünerek mutfağa gitti. Dünki evcimenliğinin yerinde kara rüzgarlar esiyordu; dolapta önüne ne geldiyse çıkarıp sofraya koydu, özensiz bir çay yaptı ve eline başka hiçbir şey sürmeden kendine bir sandalye çekip oturdu. Avuçlarını yanaklarına dayayıp, mahkeme duvarı gibi bir suratla Deniz'in kapısını izlemeye başladı. Çok geçmeden Deniz odadan çıktı, kapıyı kaparken genç adamın yere dikilmiş gözleri sanki Sırma'nın varlığından habersizmiş gibi yukarı kalktı ve birbiriyle buluştular. Günaydın ya da nezaket amaçlı hiçbir tepkide bulunmadan ağır adımlarla mutfağa ilerleyip kendine bir sandalye çekti ve Sırma'nın karşısına oturdu. Kahvaltı yaparken ikisi de konuşmadı, ya konuşmaya gerek olmadığından ya da ikisinin de keyfi olmadığından. Ne yapacaklarını zaten biliyorlardı; Deniz istemeye istemeye Sırma'nın dediğini yapacağından kurban psikolojisi içerisine gömülmüş bir halde surat asıyordu. Sırma da halinden hiç memnun değildi. İkisi de, birinin çıkıp bu eziyete dur demesini dileyecek haldeydi. Bir odadan pat diye birisi çıksın ve durun diye bağırsın istiyorlardı sanki, ama öyle bir şey gerçekleşemezdi. Sırma iştahsızlığına rağmen ağzına yemek tıkarken arada bir pencerelere bakıyordu, şu bulutlar bir yağmur başlatsa fena olmazdı. Ancak o da olmadı. Deniz masadan kalkarak "Gidelim mi?" diye sordu. Sırma sessizce baş sallayarak peşi sıra kalktı. "Çantamı alıp geliyorum." "İyi. Ben dışarıdayım." Sırma baş sallayıp çabuk adımlarla odasına gitti, dünden hazırladığı çantayı kapıp salona çıktığında Deniz'in çoktan aşağı indiğini fark etti. Çantayı koluna atarak aşağı indi ve açık bırakılmış kapıda onu bekleyen Deniz'in yanına gitti. Gözleri bir kez daha doğal bir tesadüf eseri birbirlerini buldu, Deniz'in şimdiden sıkıldığını anlayabiliyordu. Sessizce yola koyuldular. |
0% |