Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30 | orman

@halempa

Önceki gün Deniz, Sırma'nın tüm gün köy yolunu bulmaya çalıştığını sanıyordu ama gerçek öyle değildi; Sırma yıllar önce defalarca kez o yolu bulmayı denemiş ama başaramamıştı. Bir kere daha denemenin işe yaramayacağını biliyordu. Sırma Deniz'in sandığı gibi bir gün geçirmemişti, üstelik ağlama krizi geçirerek ona lanetler okuduğundan bile habersiz olduğuna emindi. Deniz'in köy yolunu nasıl bulduğuna ilişkin sadece bir tahmin yürütebiliyordu o da şans eseri ulaştığıydı. Ancak oraya nasıl bir tesadüf eseri yolunun düştüğünü tahmin edemedi.

Doğan, eskiden kara yolundan gidildiğinde ancak yarım saatte varılabilen uzak bir çiftlikti. Alçak dağlarla çevrili sık ve dar bir bölge içerisinde, şehirden oldukça uzak ve ıssız bir yer olduğu için orada başka bir yapı yoktu. Çiftliğe en yakın denebilecek sosyal yapı, bölgenin ötesindeki kasabaydı. Karayolu, kasabaya varıldığında son bulur, kalan yol insan gücüyle açılmış dar patikadan devam ederdi. Patika, bir insan için geniş büyüklükte sayılabilirdi ancak arabayla gitmek için dar bir yoldu. Ancak çiftlik özünde bir balık restoranıydı, adı şehirde bilinirdi, o yüzden haftasonları tatil için gelen arabalar yüzünden patika daima düz olurdu. Sırma yıllar önce ananesinin küçük Clio'suyla Doğan'a gidebiliyordu. Ancak karayolu kaldırıldıktan sonra geriye kalan hendek ve çukur yığını yüzünden Doğan'a ulaşım yapılamaz oldu. Kasabanın başka bir yol bulup şehire nasıl bağlandığını bilmiyordu, oraya varmayı defalarca denemiş ancak başaramamıştı. En sonunda restoranın sahibini şehir merkezinde başka bir restoran kurmuşken bulmuş ve çiftliğe ne yaptığını sorduğunda yaşlı adamdan orayı kapattığını öğrenmişti. Söylediğine göre eski karayolu kapatılmıştı, kasaba daha kısa bir yol açılması için çiftliğin ters güzergahındaki başka bir yola bağlanmıştı. Çiftliğin sahibi artık oraya müşteri gelmeyeceğini düşünüp kapatma kararını böyle almıştı. Doğan kapatılmıştı ama ismi hala duruyordu, Sırma belki patikaya ulaşabilirim umuduyla, restoran sahibinden yeni yolun tarifini alıp yola koyulmuştu. Fakat patikayı bulamamıştı; sanki bir lanet onu sürekli yanlış yollara saptırıp her seferinde başka bir yola çıkmasına sebep olmuştu. Sonunda restoranın sahibi de dalga geçtiğini sanıp sinirlenmiş, sonuncu sefer Sırma yolu sormak için gittiğinde kızı kovmuştu.

Artık oraya ulaşılabilecek bir yol kalmadığına inanmıştı. Doğan'a muhtemelen bir daha insan ayağı basmayacağını sanıp pes etmişti.

Orada bıraktığıyla birlikte Doğan'a bir daha asla ulaşamayacağını düşünmüştü.

Deniz ona ne tür bir iyilik yaptığından habersizdi. Öte yandan bu yaptığına Sırma'nın kendisi de iyilik diyemezdi, hatta böyle bir tabiri aklından bile geçirmemişti. Doğan'a ulaşmak istemesinin tek sebebi kendi ruhunda boğulan korkusu ve şüphesiydi. Yıllar önce Doğan'a ulaşmakta inat etmesinin sebebi de buydu işte. Bir insan hareket eden tekinsiz bir gölgeden nasıl korkarsa Sırma da orada gömülmüş olan sırdan öylesine korkuyordu. Sırrın yerinden kalkıp bir yere gidebileceği yoktu, tıpkı duvara gölgesi vuran bir ağaç dalının rüzgarda sallanmaktan başka bir derdi olmadığı gibi. Ama insan da olsa hayvan da olsa, gözü gören her canlı o hareketli gölgeden gözünü ayırmak istemezdi, Sırma da böyle bir güdüyle bataklıktaki sırdan gözünü ayırmak istemiyordu işte.

Aradan onca zaman geçmiş, yaşadıklarını eskisi kadar net hatırlamaz olmuş, hatta o kara günü unutacak kadar içinde sindirmişti. Ama buna rağmen korkusu hala yenilmez bir güdüydü.

Deniz'in yüzünde şimdiden ölümcül derecede sıkılmış bir ifade vardı. Sırma da ondan farksız değildi. Doğan'ı bir kez daha görebileceğini düşününce içindeki bütün duyguların kontrolsüzce coşmasından korkmuştu ancak hormonları onu bu gün dumura uğratmıştı. Hissettiği tek şey kan ve hassaslaşmış duyuları yüzünden iyice gerilmiş sinirleriydi. İkisi de birbiriyle yarışan asık mı asık yüzlerle sessizce yürüyordu. Sırma bir süre sonra terminal yolunda olduklarını anlayarak başını kaldırıp etrafa bakındı. Evet cidden de terminal girişi birkaç metre ötedeydi, Deniz'e kaçamak bir bakış atıp ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştı. Yoksa Sırma'yı postalamayı mı planlıyordu?

Hayır bu saçma bir fikirdi. Deniz'in bunu derinden arzuladığını biliyordu evet; ama böyle bir niyetin gereksiz aksiyondan başka bir şeye sebep olamayacağını ikisi de biliyordu. Deniz artık Sırma'nın inadıyla uğraşamayacağını anlamış olmalıydı. Aslında bu saçma fikri çürütmekle vakit harcaması bile yeterince saçmaydı, Deniz'e ne olduğunu sorması gerekiyordu. "Deniz?" Diye seslendi. Deniz donuk yüzünü ona çevirince "Niye terminaldeyiz?" diye sordu.

"Birazdan anlayacaksın."

Tek kaşını kaldırarak sessiz bir bakış attı, ancak daha fazla sorgulamaya gerek görmedi. Çoktan terminale varmışlardı. Girişteki kalın beton kemerin altından geçerken otobüs sesleri kulaklarını doldurdu, hatta nefret ettiği nostaljik otobüs yolculuğu kokusu bile burnuna gelmişti. Yüzünü ekşiterek bu mekanı bir kez daha hiç sevmediğini anımsadı. Kollarını memnuniyetsizce göğsünde bağladı ve gözlerini önünde yürüyen topuklara sabitledi.

Otobüslerin çubuk kraker gibi dizildiği sahanın en dip ucunda birkaç minübüsün olduğu yere gittiler, Sırma hala ne olduğunu anlamamış haldeyken Deniz minübüslerden birine bindi. Ne olduğunu anlamaz halde bön bön bakıyordu, Deniz oturduğu koltuktan "Hadi gel." dedi.

"Bu minübüs Doğan'a mı gidiyor?" Diye sordu.

Deniz bezgin bir iç çekti ve gözlerini bayarak "Evet, anlamadın mı?" diye sordu.

"Aa şey... Garipmiş."

"Nesi garip kızım?"

Sırma sesin geldiği yöne dönünce arabanın ön tarafındaki göbekli adamı gördü. İlk bakışta tarla işçisini anımsatan yanık bir teni vardı, üstündeki çizgili mavi gömleğe bir kez bakınca şöför olduğunu anlamak zor değildi. Şöförlerin gizli kanunu mavi çizgili gömleğin klasik belirtisiydi bu. "Yok amca, alınma lütfen. Ben başka şey için garip dedim."

Şöför amca alınmamıştı, yüzünde geniş ve rahat bir gülümseme vardı. "Sen beni tanımadın mı bakayım?"

"Pardon?" Sesi şaşkınlıktan istemsizce yükselmişti.

Amca şen bir kahkaha attı, ellerini beline koyup "Şaka yahu şaka!" dedi, sesi neredeyse bağırdığına inanılır seviyede gürdü.

Deniz minübüsün içinden seslendi: "Bakma sen ona. O herkese aynı şakayı yapıyor."

Sırma'nın yanakları istemsizce kızardı, bilmediği bir iş içinde olduğunu düşünürken bir de şakacı bir amcanın gazabına uğrayınca iyice eli ayağı şaşırdı. Amcanın kahkahaları sürerken yüzü pancara dönmüş halde arabaya bindi ve Deniz'in yanındaki koltuğa sindi.

Amca hala gülüyordu.

"Ya amca ne var bu kadar gülünecek?" Diye patladı sonunda.

Amca kıs kıs gülerek arabanın arka tarafına ilerledi ve gözden kayboldu. Sırma hala yolcu minibüsüyle Doğan'a nasıl gideceklerinin şaşkınlığı içerisindeydi ancak bu gün hormonları sinir davuluna vurma konusunda ustaydı, sabırsızlığını saklayamıyordu.

Deniz'in kirpik altından kendini kestiğini fark edince "Ne?" diye patladı.

Deniz cevap vermeden önce bir süre daha incelemeye devam etti, "Bu gün bir asabilik var sende." dedi, sesinden sıkılmışlık akıyordu ancak hafif bir ima da vardı.

"Saçmalama, aynıyım."

"Hmm." Dedi, yine alttan alttan Sırma'yı keserek.

Deniz'in bakışları üzerine dikilmişken gerginliği iyice körükleniyordu, bu gün mümkünse ondan olabildiğince uzak kalmayı isterdi. Ancak en çok istediği olay yine kaderinin berbat cilvesi sonucu en sevmediği gününe denk gelmişti. Deniz'in yanında rahat oturamıyordu. Bacaklarının arasındaki vıcıklığı hissederken kendini berbat hissediyordu. Normalde kanaması bu kadar erken başlamazdı, hatta ilk gün neredeyse doğru dürüst kan bile akıtmazdı. Ancak aksilik bu ya, Sırma'nın en olmadık gününde regli bile terslik yapıyordu.

"Leman gelmeyecek mi?"

Deniz tek kaşını şüpheyle kaldırarak "Leman'ı niye sordun ki?" diye sordu.

Sırma yüzünü ona çevirdi. "Siz birlikte spor yapıyorsunuz ya?"

Deniz'in yüzünde bir kas kımıldamıyordu, sanki santanç tahtasında karşı tarafın vezirini izliyor gibi, temkinli bir hali vardı. Derken birdenbire umursamaz bir tavırla elini savurup pencere tarafa döndü. "Amaan, zaten hafta içi hayvan gibi çalışıyorum bir de hafta sonu yorulmayayım. Gelmese de olur."

Sırma'nın şaşkınlıktan çenesi düştü. "Ne? Hiçbir şey anlamadım."

Deniz gözlerini kısarak ona döndü. "Ha doğru ya, sen oraya hala fingirdeşmek için gittiğimizi sanıyorsun değil mi?"

"Dalga geçmeyi keser misin? Tabi ki öyle bir şey düşünmüyorum. Bana partnerinin Leman olduğunu söyleyen sendin. Yalnız mı spor yapacaksın?"

"Hayır, yapmayacağım. Bir hafta sonum var, artık dinlenmek istiyorum."

Sırma hala ne istediğini anlayamayarak "E spor?" diye sordu.

"Yapmayacağım."

"Doğan'a sırf beni götürmek için mi gidiyoruz yani?"

"Evet."

"Sen salaksın."

Deniz'in gözleri bir anda çakmak gibi yanarak ona çevrildi ve "Ne diyorsun lan sen?" diye hırladı.

"Böyle spor mu olur? Herkes bir şekilde iş yapıyor zaten, asıl senin sağlığın için spor yapman lazım; süt tozu yutmuş fitness'çılar gibi görün diye değil."

"Off... Başladın yine ya! Sana ne benim sağlığımdan? Doğan'a gitmek istedin, götürüyorum işte yeter! Kendi derdine bak!"

Sırma yüzünü ekşiterek "Ya o zaman niye spora başladın ki?" diye sordu. "Leman istedi diye mi?"

Deniz yanaklarını şişirerek oflarken koltukta aşağı kaydı. "Allah aşkına hayatıma bir karışma, neyse ne! Seni ilgilendirmez!"

Sırma homurdanarak kollarını göğsünde bağladı ve yüzünü başka tarafa çevirdi.

Asabi tavrı, Deniz'in ilgisini üstüne çekmesine sebep oldu. Sırma fark etmese de bu gün farklı görünüyordu ve bu Deniz'in gözünden kaçmadı. Deniz sebebini merak ediyordu ama sorgulamaktan vazgeçti. Sonuçta Sırma birkaç güne evinden postalanıyordu, artık hakkında hiçbir şey bilmesine gerek kalmayacaktı. Tek sorun, Sırma'nın bu sefer de yalan söylemiş olma ihtimaliydi ve bunun yanı sıra Deniz kendince aptalca bir düşüncenin içine düşüp düşmediğini öğrenmek istiyordu. Dün Leman'a anlattığı şeyler zihnini kurcalıyordu, ama Sırma'nın deliliği öylesine hareketlerine yansıyordu ki, insan hakkında kesin bir yargıya varamıyordu. Dün Sırma'nın aşık olduğuna emindi, ancak Sırma çok geçmeden aksini düşündüren davranışlar sergilemeye başlamıştı. Hala bu konuda karar veremiyordu, birkaç kez sormayı denediği anda aptalca bir fikre kapıldığını düşünüp vazgeçmişti. Her seferinde bir sonraki sefer kesinlikle soracağım diyerek erteliyordu. Ama bir türlü o noktaya gelememişti. Ne kadar garipti.

Deniz gözlerini yumup, araba kalkana kadar uyumayı tercih etti, Sırma ise yavaş yavaş koltuklara dolan insanları izledi. Minübüs dolduğunda, garip şakasının ardından bir anda ortadan kaybolmuş şakacı şoför direksiyonun başında belirdi ve ön aynadan Sırma'ya komik bir bakış attı. Sırma istemsizce gülüp yüzünü Deniz'in yaslandığı pencere tarafa çevirdi. Yol boyu gittikleri güzargahı izledi, hızla geçip giden kayalıkları, dağları, ovaları izlerken ona tanıdık gelen bir görüntü bulmaya çalıştı. Sonradan bu yolun bambaşka bir güzergahta olduğunu anlayıp pes etti ve nesnelerin geçip gitmesini izledi. Deniz çoktan uyumuştu, Sırma onu ilk defa uyurken görüyordu. Farkında olmadan ilgisi pencere dışındaki hızlı manzaradan kayıp Deniz'e kilitlendi ve onu izlerken nostaljik bir his uzaklardaki evinden kalkıp damarlarına indi, sıcacık bir şarap gibi içini ısıtmaya başladı. Deniz'e sadece bakmak bile kanına sıcak yoğun bir sıvı karışır gibi hissetmesine sebep oluyordu. Kendine engel olamadı ve eli Deniz'in yüzündeki güzel bir bukleye uzandı. Sanki yavru bir kedinin kürkünü okşar gibi bukleyi okşadı. Zaman akıp giderken, Sırma kendi küçücük cennetinde Deniz'i seyrederek donmuştu. Vaktin geçip, minübüsün ilerlediğini unutarak sadece Deniz ile kaldı. Hiçbir şeyi umursamıyordu. Bu kadar güzel bir anı yalnızca Deniz'in uyanması bozabilirdi.

Minübüs durup hırıltılı bir el freni sesi duyunca Sırma gözlerini kırparak etrafına bakındı. Pencereden dışarıya bakmak için hafifçe eğilince yine tanımadık bir görüntüyle karşılaştı. Minübüsçü "Son durak." diye seslendi, bütün yolcular inmeye başlamıştı. Sırma Deniz'i dürterek uyandırmaya çalıştı. "Deniz kalk."

Neyse ki Deniz beklediğinden kolay uyandı, bu sefer insan içinde onu çekiştirerek uyandırmak zorunda olmadığı için kendini şanslı hissediyordu. Deniz yüzünü ovalayarak koltukta doğrulurken "Geldik galiba." dedi Sırma. "Ama ben burayı bilmiyorum, neredeyiz?"

Deniz burnundan bir nefes verip etrafına bakındı ve hiçbir şey demeden başını salladı. Eliyle Sırma'ya inmesini işaret etti, Sırma'nın sessizce dediğini yapmaktan başka çaresi yoktu. Bu yola onu Deniz soktuysa çaresini de o bulacaktı.

Minübüsten inince kollarını göğsünde birleştirerek saf saf etrafa bakındı. Doğan'a onlarca sefer etmiş olmasına rağmen güzergah içinde böyle bir yere hiç rastlamamıştı, hala farklı bir rotada olabileceklerini düşünüp kendini ikna etmeye çabalıyordu. Gözünü kiremit çatılı evlere dikerek "Ne yapıyoruz?" diye sordu. Deniz yine ses çıkarmadan eliyle gelmesini işaret etti. Minübüsten inen diğer yolcular evlerin olduğu tarafa doğru dağılmışlardı, ancak Deniz tam tersi yoldaki bir köprüye yönelmişti. Köprü, köyün sınırı gibi duran geniş bir derenin üstünde duruyordu.

Köprüden geçerken merakla aşağıda gürül gürül akan yeşil suya baktı, anılarında hiçbir ipucu yoktu. İlerleyip hala tanıdık bir cisim bulamadıkça Sırma'nın sinirleri daha çok gerildi. On dakika boyunca köye ait beton yolda ilerliyorlardı. Deniz beton yolun çaprazındaki bir patikaya doğru giderken Sırma'nın o patikayı görmesiyle içinde minik bir sevinç kırıntısı peyda oldu. Patika Sırma'nın bildiği çiftlik yolu değildi elbet ama onunla bir şekilde çiftliğin kendi patikasına varabileceklerini düşünüyordu. Deniz patikaya girdikten sonra bir an durup Sırma'ya döndü ve "Al sana spor." dedi. Sırma kaşlarını büzdü, ne demeye çalıştığını anlamak için Deniz'e baktı.

"Buradan iki saatlik yol boyu yürüyeceğiz, ondan sonra Doğan çıkıyor. Ondan sonra da senin tutturduğun dağ yolu zaten biliyorsun. Bu yola katlanırsan iki saat sonunda dilediğin kadar koşabilirsin."

"Demek bu yüzden burayı tanımıyorum." Dedi Sırma. "Doğan'a bayağı uzak yani?"

Deniz başını sallayıp yürümeye devam etti. Artık Sırma'nın onu itinayla takip etmesine gerek yoktu, o yüzden hızlı birkaç adımla yanına gitti ve "Peki sen bu güzergahı nereden buldun?" diye sordu.

"Burası Leman'ın köyü."

Taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Doğru ya, Deniz'in spor merakı da Leman geldikten sonra başlamıştı. Buraya Deniz'i Leman getirmişti. Çam ağaçlarının içerisinde yürürlerken, omzunun üstünden giderek uzaklaştıkları küçük köye baktı. Muhtemelen orada yaşayan insanlar hariç kimsenin bilmediği küçük bir köydü, minübüsçü de köyden olmalıydı, minübüsünü kiremit evlerden birinin önüne çekip yine kaybolmuştu. Deniz'e döndü ve "Peki geri nasıl döneceğiz?" diye sordu.

"Cüzdanını yanına aldıysan sıkıntı yok."

"Ha parayla yani? İyi de onca insan neden sabahın köründe yola çıkarıyor ki..."

"Onlar köylü, erken kalkmaya alışıklardır."

Sırma omuz silkerek "Belki." dedi. "Böyle bir yolla geleceğimizi düşünmemiştim, hatta taksi tutacağımızı sanıp yanıma cüzdan aldım, yoksa taşımam."

Deniz uyandığından beri süren boş ifadesini bir an olsun bozmadan "İyi yapmışsın, yoksa köyde kalırdık." dedi. Sırma sebebini sormaya gerek duymadı. Keyifsiz bir homurdanmayla "Evet yol parasını bana ödetmek için yanına para almadın değil mi?" diye iğneledi.

"Güzel tahmin."

"Niye tahmin edebildim ki." Diye fısıltılı bir sesle sitem etti. "Peki sen niye geliyorsun? Yolu gösterdikten sonra geri dönerdin ya... Aa pardon, tabi ki yanına para almadın!"

Dalga geçmesi bir yana, Deniz'in gerekirse Sırma'dan haraç keserek parasını karşılayabileceğine emindi. Deniz, arabadan inmeye gerek bile duymadan bu işi halledebilirdi. Sadece minübüsçüye, paramı bu kadın ödeyecek diyip geri dönebilirdi, aslında Sırma'ya sadece yolun geri kalanını tarif edip de gidebilirdi ancak Deniz şüpheli bir sadakatle ona eşlik etmeye devam ediyordu.

"Senin hafızanı güçlü sanıyordum. Meğer bayağı balıkmışsın."

"Ne?"

"Dün demedin mi, yemek karşılığında beni Doğan'a götüreceksin diye? Burası Doğan mı?" Son sözü söylerken resmen bağırmıştı, sesi çam ağaçlarındaki kuşların bile ürkmesine sebep olmuştu.

"Evet söyledim. Ama benden bayağı nefret ettiğin için-"

"Ben sözümü tutarım."

Aralarında sessizlik oluştu, Sırma dudakları şaşkınlıkla aralanmış bir şekilde Deniz'e bakıyordu. Deniz ise yanında yürüyen kadının varlığını umursamadan inatla önüne bakıyordu.

"Öyleyse teşekkür ederim." Sırma'nın sesi alçak ve zarifti, mutluluğu sesine yansımıştı.

"Teşekküre gerek yok, sözümü tutuyorum." Dedi Deniz, onun ise aksine yavan ve duygusuz bir sesi vardı. Uyandığından beri mutsuzdu, sabah olduğundan daha da mutsuz.

Kısa bir sessizliğin ardından Sırma "Söz için değil sadakatin için." dedi. Deniz neye yorarsa yorsun umurunda değildi, eğer vahşi köpek gibi bir kişiliği olmasaydı Sırma ona hislerini açıkça itiraf etmekten korkmazdı. Ancak ona ne kadar sevgiyle yaklaşsa Deniz o kadar öfkeyle karşılık veriyordu, ister istemez artık karşısındaki öfke canavarını elinden kaçar korkusuyla titreyerek sever hale gelmişti. Bazen normal bir söz söylese bile Deniz'in karşısında oldukça cesur bir söz söylemiş gibi geliyordu.

Deniz durup ona döndü, uyandığından beri gözlerinde ilk defa bir duygu vardı; ancak Sırma ne olduğunu çözemedi. Deniz öyle bir bakıyordu ki başta olağan alışkanlıkla yine öfkelendiğini sandı, ancak içinde merak ve hatta şaşkınlığın da belirtileri olduğunu fark etti, bu seferki her neyse düşündüğü gibi değildi. Tereddütle birkaç adım gerileyip "Ne oldu?" diye sordu.

Deniz önce gözlerini kırpıştırıp çenesini önüne eğdi, sonra iç çekti, başka bir yöne dönüp izlemeye başladı.

"Sen iyi misin?" Diye sordu Sırma, böyle anlarda endişesi iyice artıyordu. Deniz zaten normalde de duygularını yansıtma yeteneğinden yoksun biriydi ama Sırma, onun ikilemde kaldığı bir ana hiç alışık olmadığından ne peşinde olduğunu kestiremiyordu.

"Ne zaman gideceksin?"

Gergin kasları gevşeyerek çöktü, demek Deniz'in derdi buydu. "Dedim ya, birkaç güne. Çok sürmez, fazla eşyam yok zaten. Sadece arkadaşımın gelip beni almasını bekleyeceğim o kadar." Şimdilik bunlar kendi kafasında kurduğu planlardı, bir nevi buna da yalan denebilirdi. Ancak bu sefer gerçekten de gidecekti. Rabia ile son konuşmasında onu beklemesini söylemişti, gelip beni al dese şaşırmayacağını biliyordu.

"Başka bir şehre mi gidiyorsun?"

"Yok, sadece eski evimden eşyalarımı getirecek. Ben onunla..." Raziye teyzeye söylediği yalana sadık kalmaya çalışarak devam etti: "Tartışıp evden ayrıldıktan sonra, çoğu eşyamı yanıma almamıştım." Ardından bir yalan daha ekledi: "Ne zamandır al artık şunları diye beni darlıyor."

Deniz gözlerini kısarak sinsi bir bakış attı ve "Eşyalarını ona mı taşıttıracaksın yani?" diye sordu.

Sırma renk vermedi, alaycı bir homurtu atarak "Şimdiye kadar benim çamaşır makinamı kullandı. Biraz elini işin altına atsın." dedi. Deniz'in yüzündeki şüphenin biraz erimesinden cesaret alarak "Neyse ne." diye geçiştirdi. "Aslında bunları bilmene gerek yoktu. Yine kafanı gereksiz bilgilerle doldurdum değil mi?" Deniz'e göre Sırma'yla ilgili her bilgi gereksizdi sonuçta.

Ancak garip bir şekilde Deniz hala ikna olmamış, hatta bir nebze merakta kalmış gibi çenesini öne eğmiş bir halde toprağı izliyordu. "Yoo... merakımdan sordum zaten."

"Hmm." Kollarını göğsünde birleştirdi ve ağırlığını bir kalçasına vererek Deniz'i beklemeye başladı. Kesinlikle bilmediği bir sorun vardı, Deniz'in ipucu niteliğinde bir şey söylemesi için deliriyordu.

Gideceğini söylediğinden beri Deniz bir kez olsun beklenen tepkiyi vermemişti. Havalara uçup seviniyor olması lazımdı, ancak bir sebepten hala durgundu. Hayır, çelişkiliydi. Deniz'in aklı karışıktı. Merak edip sorarsa yine aksiliği tutabilirdi, ancak görmezden gelip söylemesini beklemek de mucizelere inanmak olurdu. Deniz'i soru yağmuruna tutmamak için alt dudağını ısırıyordu, içindeki meraklı çocuğun zıvanadan çıkmış çığlıklarını şimdilik görmezden geldi. O sıra havadaki bulutlar dikkatini çekti, başını geriye atıp tepesindeki gri tavana kaşlarını çattı ve bunun iyiye işaret olmadığını düşündü. Bulutların yoğunluğu toprağı ıslatmak için göz dağı veriyordu ancak yine de tek bir damla yoktu. Yüzünü Deniz'e çevirip "Artık yürüsek mi?" diye sordu.

Deniz'in yüzünde bir tepki yoktu, sadece iç çekerek başını kaldırdı ve yürümeye başladı. Yürürlerken Sırma bir yandan Deniz'i bir yandan havayı kontrol ediyordu. Küçük bir yağmur damlası düşerse geri dönecekti, altındaki ped dışında başka hiçbir tavkiye imkanı yokken şu an aldığı risk yeterince çılgınlıktı. Sadece Doğan'ı görmek için böylesine riskli bir havada yürüyüş yapıyordu. Gözleri bir yukarı bir çevreye dönüp dururken "Önümüzde sadece bu patika mı var?" diye sordu. "Yani demek istediğim, çatallanma filan yok değil mi?"

Deniz cık sesi çıkarıp "Birkaç yerde başka patikalara da ayrılıyor." dedi. "O yüzden peşinden gelmem lazım ya."

"Ha. Baştan söyleseydin anlardım." Diye mırıldandı. Eğer bu noktada geri dönerse bir dahaki sefere hangi patikanın doğru yol olduğunu anlamak için tek başına uğraşmak zorunda kalacaktı. Kollarını iyice birbirine dolayarak sıkıntılı bir nefes verdi.

Deniz ona doğru kısa bir bakış attı. "Üşüyorum deme sakın."

"Üşümüyorum."

"İyi. İkimiz de mal gibi bu kıyafetleri giydiğimize göre ısınmak için penguenler gibi birbirimize dolanmaktan başka yolumuz yok, haberin olsun."

Sırma kıkırdayarak "İyi, o zaman ÜŞÜYORUM." dedi.

Deniz de gülümsemesine engel olamadı. "Siktir deli."

"Niye bu kadar küfürlü konuşuyorsun sorabilir miyim?"

"Seni daha iyi kendimden uzak tutabilmek için."

Sırma'nın yüzünde şeytani bir gülümseme oldu, bir kaşını kaldırarak "Ah öyle mi?" dedi.

"Sakın yapma yoksa seni burada bırakıp kaçarım." Diye uyardı Deniz. Sırma kıkırdadı. "Tamam haklısın, çok klişe."

"Hayır bok gibi."

İstemsizce güldü, Deniz'in küfürü tabi ki de komik değildi, komik olan o bir anda utangaçlaşan haliydi. Ama ne yazık ki utangaç tavrı geldiği gibi geçti, kim bilir Sırma o yüzü bir daha ne zaman görebilecekti. "Gerçekten küfürlerine bir çözüm bulmalısın."

"Küfürlerimin tek sorunu onu patronun yüzüne kullanamamam."

Sırma yine gülümseyerek "Bence bir gün ağzından kaçırırsan asıl sorun olacak." dedi.

"Onlar bana kurban olsunlar." Dedi Deniz.

"Peki sana kurban olmalarını sağlayacak bir özelliğin var mı?" Diye imalı bir sesle sordu Sırma.

"Mesela deli kadınları evime çekebiliyorum."

Bir anda kollarını aşağı düşürüp olduğu yerde durdu. Deniz yine yapmıştı yapacağını, Sırma'nın o güzel gülümsemesi solup gitmişti.

Deniz birkaç adım sonra ancak durdu, aslında hiç de durmaya niyeti yokmuş gibi Sırma'ya burnunun ucundan bir bakış atmış ve sonra durmuştu. "Tamam boşver, nasıl olsa gideceksin."

"Sen beni çocuk mu sanıyorsun?" Diye bağırdı Sırma. "Karşında istediğin zaman hakaret edip sonra hiçbir şey olmamış gibi davranabileceğin bir çocuk mu var?"

Deniz bu sefer ürktü, yüzündeki çivi kadar sağlam görünen üstten ifade bile yok olmuştu, şaşkın bir şekilde Sırma'yı süzdü. "Ne oldu be? Ne bağırıyorsun manyak?"

Ne olduğunu bilmiyordu ama kendinden geçtiğini, kendini Deniz'in burnunun ucunda bulmasıyla fark etti. Eli havadaydı, Deniz'in uzun kemikli parmakları bileğini demir pençeler gibi kavramıştı. Deniz gözlerini kocaman açmış, yine bir cehennem zebanisi gibi bakıyordu. "Kendine gel." Diye tısladı. Sırma kaskatıydı, yüzündeki donukluğu çözemiyordu, titrediğini fark etti. Belki de sinirlerinin ne çok yıprandığını o an kavrıyordu. Elini sertçe çekerek ondan kurtulmaya çalıştı ancak Deniz bırakmadı. "Çek elini." Dedi Sırma, sesi titremişti.

Deniz ondan daha öfkeli olmasına rağmen sakin bir sesle "Saçma bir hareket yapma." dedi.

Sırma bir kez daha elini çekiştirerek "Bırak!" diye bağırdı. Tiz sesi ormanda acı bir feryat gibi yankılandı.

Deniz elini çekti ve Sırma hızla gerileyerek ondan uzaklaştı. Acıyan bileğini göğsüne çekip ovaladı. Tehlike sezmiş bir kedi gibi sırtı diken dikendi, ancak onun hissettiği kendi öfkesinin tehlikesiydi sadece. Vücudu sakinleşmesi için uyarı veriyordu, öfke hiç ona göre bir tavır olmamalıydı. Hele ki Deniz'in karşısındayken.

Yakınındaki ağacın dibine çöktü. Kendine gelmek için adeta sessizce kendine yalvarıyordu. Zihninin bir yanı aşırı tepki verdiği için onu eleştirirken diğer yanı ama bu çok fazla, diye feryat ediyordu. Gerçekten de bu çok fazlaydı: hakaret etmekten başka hiçbir yönünü görmediği pislik bir adama aşık olmak.

Yüzünü önüne eğmişti, Deniz'in yaklaşan ayak seslerini duydu. Önünde durduğunu az çok görüyordu ama başını kaldırıp bakmadı. Deniz eğilerek yüzüne bakmaya çalıştı. "Hey? Senin neyin var? Durduk yere patlıyorsun bu gün!"

Durduk yere mi, diye çığlık attı zihni. Evine girdiğinden beri mağruz kaldığı bütün hakaretlerin ona göre sinirlenmek için bir sebep olup olmadığını haykırmak istiyordu. Ancak karşısındaki adam laf söz duymadan sadece saldırıyordu. Sırma yine ve yine duyduğu hakaretleri içine çekmekten başka bir şey yapamayacaktı, ama dolmuştu. Hem de öylesine dolmuştu ki öfkesi bedenini çatlatmak üzereydi. Bir yandan nasıl bu pislik herife katlanıp duruyorum, diye kendine kızıyordu, aslında artık Deniz'e kızdığından daha fazla kendine kızıyordu. Ancak daha kötüsü, Deniz'in bunların hiçbirinin farkında olmamasıydı. Deniz Sırma'ya işkence ediyor ama bunun acısını çeken de bilen de sadece Sırma oluyordu. Kendinden nefret etti. Deniz'den nefret etti. Ona aşık olduğu güne öfke doluydu.

Derin bir nefes alıp başını yukarı kaldırdı ve gitmesi gereken yola baktı. Önünde upuzun, ucu görünmeyen bir patika vardı sadece. Hızla ayağa kalkıp "Buradan nerelere gideceğimi tarif et." dedi.

Deniz, Sırma'nın peşi sıra doğrulurken "Anlamadım?" diye sordu. Sırma ateş saçan gözlerini ona çevirip "Bana yolu tarif et, tek başıma gideceğim." dedi.

Deniz başını yana yatırarak "İmkansız." dedi. "Kaybolursun."

"Seninle yürümek istemiyorum."

Deniz'in bir kaşı havaya kalktı. "Niyeymiş o?"

Sırma "Narsistsin sen." diye tısladı.

Deniz'in yüzü donup kaldı. Yana yatırdığı başını yavaşça doğrultarak "Neymişim?" dedi. Ama sesi daha çok bir tilki hırıltısı gibiydi.

"Sağır olmadığına göre duymuşsundur. Bulut çöktü, zaten yağmur yağacak. Sadece Doğan'ı bulup geri döneceğim."

Deniz'in yüzü öyle bir hal almıştı ki, beyni dış dünyaya kapanmışçasına kelimeleri duymuyor gibi gözüküyordu. Gözleri Sırma'nın gözlerine bakıyor gibi değil beyninin içinden delip geçiyor gibi yırtıcıydı, dudakları gerilmiş bir ipe dönmüştü. Kıpırdamıyordu. "Sen narsist nedir biliyor musun?" Dedi sonunda, sesi tüyler ürperticiydi. Evet, yine kızmıştı ama bu sefer hiçbir haline benzemiyordu.

Sırma gözlerini kısarak "Ne dediğimi dinlemiyor musun sen?" diye sordu. Deniz'in öfkesine öfkeyle karşılık verecek hali yoktu, öfkesi zaten kabuğunu çatlatmak üzereydi. Şu an mantıklı tek fikri bu haldeyken Deniz'den uzaklaşması gerektiğiydi. Ancak Deniz hiç oralı durmuyordu. Adım adım yaklaştı ve meydan okurcasına dimdik bir duruşla Sırma'nın önünde durdu. "Sen fazla oldun ha." Diye hırladı.

Sırma şok içerisindeydi. "Ne diyorsun ya sen?"

Kendini bir anda çenesini kavrayan parmakların arasına hapsolmuş halde buldu. Deniz onu çenesinden tutup geriye fırlatırcasına ağaca yasladı ve "Sen kimsin ya?" diye kükredi. "Kim oluyorsun da bana teşhis koyuyorsun!" Kükreyişi Sırma'nın yaslandığı ağacın gövdesine kadar her yeri titretiyordu. Sırma ıkınarak çenesini ezen parmakları sökmeye çalıştı. Canı acıyordu, hem de çok. Deniz'in nefesini teninde hissedince acıyla kapanmış gözlerini açtı ve aşık olduğunu sandığı canavarı burnunun ucunda buldu. "Sana hayatıma maydonoz olma demedim mi? Hakkımda bir bok biliyormuş gibi konuşamayacağını hala anlayamıyor musun? İlla o küçük beynine sokayım mı!"

Aşk, nefret, öfke, şiddet, uysallık... Deniz'e körü körüne bağlandığı doğaüstü olaydan sonra mantığının ters düz olacak kadar sarsıldığını kabul ediyordu. Başına Deniz yüzünden ne gelirse gelsin her seferinde sineye çekmişti. Ancak yine de zarar ile yarar arasındaki farkı ayırt edecek kadar özsaygısı vardı. Deniz yüzünden mantığını çürütüp bir kenara atmış ve bir umutla ona müsamaha göstermeye devam ediyor olabilirdi ama bu sebepten benliğini kaybedecek değildi. Sırma ne olursa olsun kendinin de bir değer ifade ettiğini, geçmişten özüne saygılı bir insan olarak biliyordu. Bazı şeyleri kaybetmemişti.

Shereeton'da çalışmak için sertifika eğitimi aldığı yıllarda başta işe komi olarak girebileceğini düşünmemişti. Rabia ona gelip Shereeton'da birlikte işe başlamalarını teklif ettiğinde Sırma'nın aşçılık eğitimi olmadığından, kısa yoldan bir güvenlik sertifikası alarak otelde iş kapabileceğini düşünmüştü. Ancak üç aylık sertifika eğitimi aldıktan sonra otele cv bırakmaya gittiğinde oradaki resepsiyon amiri, otelin kendi güvenlik eğitimlerince işe aldığını söylemişti. Sırma bunu öğrenene kadar eğitimler çoktan bitmiş ve bir şansı kalmamıştı. En kötüsü de sırf bu yüzden Rabia'nın peşinden bilmediği bir şehre kadar kadar gelmişti ve cebi boştu. Resepsiyon amiri onu aşçılara götürüp herhangi bir alanda kendini test ettirebileceğini söylediğinde, yapabilecek başka bir şeyi yoktu. Sertifikası boşa çıkmıştı anca Sırma o eğitimlerde öğrendiği hiçbir bilgiyi boşuna görmemişti, o bilgilerin gücünü sırtında cesurca taşımayı her zaman bilmişti. Bir gün eğitimler sırasında yanındaki bir erkek, sırf Sırma'nın dikkatini çekmek için ona erkeklerin sakal bölgelerinin daha hassas olduğunu söylemişti. Hele yeni çıkmaya başlayınca bir tırnak darbesiyle gözlerinin bile yaşarabileceğini.

Tırnaklarını Deniz'in kulak kıkırdağından çene dibine kadar boylu boyunca, Deniz'in etini yırtarcasına geçirdi. Deniz acı bir sesle bir elini kulağına götürdü ancak o sıra hala Sırma'nın çenesini bırakmamıştı. Yine de Sırma'nın öne eğilebilme fırsatı doğmuştu. Sol dirseğini bükmeden bunu yapamazdı ve yapacağı hareket için biraz esnekliğe ihtiyacı vardı. Deniz'in acıyla gözlerini yumduğu kısacık anda sağ elini sol eline kilitledi ve gücünü tümüyle sol tarafına vererek Deniz'in boşluğuna dirseğini geçirdi. İkisi de dengelerini kaybederek başka taraflara dağıldılar. Sırma dengesini sağlamaya çalışırken panikle arkasına bakıp Deniz'in hala ayakta mı olduğunu görmeye çalıştı. Deniz dizlerinin üstüne düşmüş, sağ boşluğunu tutuyordu. Muhtemelen dalağına vurmuştu.

Sırma bir eliyle yerden destek aldı, titreyerek bacaklarının üstünde doğruldu. Deli gibi titriyordu ve arkasını dönmüş haldeki Deniz'den gözlerini ayıramadı. Deniz inleyerek yerden kalkınca ise daha şiddettli titremeye başladı, hızla nefes alıp veriyordu. Yanaklarındaki sıcaklığı fark edince ağladığını anladı. Ama ağlıyor değil de panik atak geçiriyor gibi hissettiğini söylese daha doğru olurdu. Deniz yüzünü ona çevirip baktığında, iri yaşlar çıldırmışçasına çenesinden aşağı yuvarlandı. Karşısında zebani gibi bir şey vardı, Deniz'i hiçbir zaman böyle bakarken görmemişti. Geri geri yürümeye başladı.

İçindeki bu korku Deniz'in öfkesine mi yoksa kendi öfkesine mi karşıydı?

Deniz zorla nefes alarak doğrulurken tükürür gibi kesif bir kahkaha attı, ancak sesi nefes esnasında soluk ve hırıltılı çıkmıştı. "Ne ağlıyorsun? Burada acı çeken benim be." Konuşmakta zorlanıyordu ancak garip bir şekilde gülümsemeye devam ediyordu. Zebani gözlerini Sırma'ya dikerek kıs kıs gülmeye başladı. Sırma birkaç adım daha geriledi.

"Benden mi korktun?" Elini az önce darbe almış boşluğuna bastırarak acı içinde fısıldadı: "Sen hakikaten manyaksın... Resmen böbreğimi ezdin şimdi de geçmiş karşımda ağlıyorsun... Allah'ın cezası kadın... Seni bana şeytan mı yolladı..." Sesi giderek yükseliyordu, iyice doğrulup kendine gelmeye başladığında Sırma'ya doğru yürüdü. Gözlerini Sırma'nın gözlerinden ayırmadan "Benden ne istiyorsun bir türlü anlayamıyorum." dedi.

O bir adım ileri atarken Sırma bir adım geriliyordu.

Deniz başını iki yana sallayarak "Bıktım artık." dedi ve öne atıldı. Sırma hızla arkasını dönüp koşmaya başladı, Deniz arkasından deli gibi kükrüyordu. Tek güvencesi bacaklarıydı, Deniz'in asla onun kadar hızlı koşamayacağına emindi. Deniz muhtemelen onun gibi engebeli yollarda koşmaya alışık da değildi. Yetişemezdi.

Sadece nefesini kontrol ederek koşmaya devam etmeliydi.

Nefesi kulaklarını boğuyordu, ama Deniz'in kudurmuşçasına bağıran sesi her yerde yankılanıyordu. Sürekli kaçma! Kaçma! diye seslenip ardından bir küfür söylüyordu. Sırma onun sesini duydukça daha da hızlanmak istedi. Yaşlardan bulanıklaşan gözlerini yumarak ıkındı, ağlıyordu. Keşke böyle bir gün yaşayacağını bilseydi ve Deniz'e asla yaklaşmasaydı.

"SIRMAAAAA!"

Loading...
0%