@halempa
|
Deniz'in sesi giderek uzaklaşıyordu, bunun için kendini güvende hissedip sevinmesi gerekirdi ama berbat aşk tercihinin eseri olsa gerek, korkunç bir acı içerisindeydi. Deniz'den uzaklaştıkça gözyaşları gözlerini boğuyordu. Artık sadece yorulduğu için değil ağlamak bir işkenceye dönüştüğü için de nefes nefeseydi. Yavaşlaması gerektiği aklına çok zor geldi, bu gidişle yoldaki bir dal parçasına takılıp düşecekti, zaten önündeki yolu ormandan zor ayırt ediyordu. Patika kıyındaki bir ağacı gözüne kestirip yavaşladı. Gri mi beyaz mı hangi renk olması gerektiğine tam karar verememiş gibi duran bir gürgendi bu, gövdesine elini koyarak nefeslendi. Kısa sürede sandığından fazlasıyla çok yol koşmuştu, neticede bir yıldan uzun süredir koşu yapmamıştı, ciğerleri aniden hızlanmaya alışık değildi. Ama en azından Deniz'den hızlıydı. Önceki gün koşarken nefesi tıkandığında kendini hamlamış sanmıştı ama canını kurtarmak söz konusu olunca bedeni eski marifetlerini hatırlamış olsa gerek kaşla göz arasında Deniz'den kurtulmayı başarmıştı. Yüzünü acı içinde buruşturarak öne büküldü. Aniden koşmak zorunda kalmanın acısı şimdi çıkıyordu. Oksijensiz kalmış kaslarına takviye yetiştirmek için haddinden fazla çalışan ciğerleri yakıcı oksijen yüzünden yanıyordu. Gerçek anlamda acıyan bir bedeni vardı, ama nankör ruhu elindeki acı yetmezmiş gibi yaşadığı hayal kırıklığının derdindeydi. Az önce ucundan yırttığı travmanın ve haksızlıkların yanında aşk acısı şımarık bir çocuk gibi duruyordu, ancak içini en çok yıpratan oydu işte. Nankör ve kendine düşkün bir histi o, öylesine baskındı ki Sırma'ya diğer bütün acıları unutturabilirdi, dövülmenin ucundan döndüğünü unutturabilirdi, Deniz'den gördüğü bütün hakaretleri de. Ancak şükürler olsun ki Sırma unutmuyordu, belki de farkında olmadan yaşadıklarını sineye çekemeyecek kadar dolmuştu. Hıçkırıkları, ormanın gri beyaz direklerinde yankılandı. Kuşlar ormanda hiç rastlamadıkları bir ses duymuş gibi onun kesik kesik nefeslerini dinliyordu. Belki de sandığından çok daha yalnızdı, bir de üstüne arkasından koşarak gelen bir zebaniyle başı dertte olunca masum canlılar etrafından tamamen çekilmiş olmalıydı. Gözlerini arkasındaki boş yola çevirdi. Bu kadar basitti işte, Deniz ile arasındaki her şeyin tanımı o bomboş ve uzun patikaydı. Deniz'de ona karşı sevgi namına hiçbir şey yoktu, haftalardır Sırma'ya sadece katlanıyordu. Sürekli dişlerini sıkmak zorunda olan bir iblisti sadece, tek bir kelimeye bile tahammül edemeyen bir iblis. Sırma ise aptal bir melek gibi inatla ona sevgiyi öğretmeye çalışmıştı. Deniz yine durduk yere delirmişti, tam olarak neye sinirlendiğinin ve bu hale gelecek kadar çıldırmasının sebebini bilmiyordu. Kafasında sorular birbirini dövüyor, her soru bir diğerini suçluyordu: neden o? Niye ona aşık oldum ki? Ne özelliği vardı? Sadece yoldan geçen bir erkek için kendimi nasıl bu duruma sokabildim? Neden hak etmeyecek kadar aşağılık olduğu halde hala... Uzaklardan gelen korkunç sesi duydu. Deniz çıldırmıştı, her yerde bağırarak onu arıyordu. "Sırmaaa!" Sesin giderek yaklaştığını fark etti, nefesini son bir kez düzene koyup doğruldu ve tekrar koşmaya başladı. Şimdilik içgüdüleri ona kaçmasını söylüyordu ancak işin sonu nereye varacaktı? Minübüsçüyü bulup, Deniz ormandan çıkana kadar onu ikna eder ve Deniz'i köyde bırakıp gidebilirdi. Deniz'in parası yoktu, ama bir şekilde insanlara kendini acındırarak dönmenin yolunu bulabilirdi. Peki Sırma nereye kadar kaçacaktı? Başından beri böyle bir adamla aynı evde yaşamanın tehlikelerini görmesine rağmen Sırma inatla görmezden gelmişti. Ve şimdi kabak elinde patlamıştı, Sırma da fare gibi saklanacak delik arıyordu. Deniz'in yanında daha fazla duramazdı, adamın içindeki canavar sonunda zincirini koparmış ve yanına yaklaşılması imkansız bir hale gelmişti. Rabia'ya gitmek zorundaydı. Kendi yalanının tuzağına düşmüş yalancı çoban gibi hissetti. Dün gece Deniz'e, eski evine gideceğini söylerken istemsiz bir umutla belki buna gerek kalmaz ve her şey yoluna girer diye düşünmüştü. Ancak umutları tamamen yanmış ve geriye bir kül bile kalmamıştı, şimdi kesinlikle gitmek zorundaydı. Başka çare yoktu, eski evine dönecekti. Terkedilmiş ağaçlık arazide ettiği intikam yeminlerinin ve Raziye teyzenin evinde kurduğu uzun vadeli planların Sırma'yı dövmekten çekinmez bir canavar karşısında hiçbir önemi yoktu. Canının derdi, aşktan delirmekten daha önemliydi. Yeterince aptallık yapmıştı, yeterince beklemişti, umutlanmış, Deniz'e hizmet bile etmişti. Sonuç ortadaydı ve daha fazla bu adamdan sevgi bekleyerek ne bulmayı umabilirdi? "Sırma buraya gel aşağılık kadın!" Acı içinde gözlerini yumarak ormanı inleten seslere direndi. Daha hızlı koştu. Patikada dümdüz ilerledikten sonra köye vardı, hız kesmeden minübüsün olduğu evin önünde, minübüsçüyü kapı dibindeki bir banka oturmuş sigara içerken buldu. Yaşlı adam koşa koşa ormandan çıkan kadını görünce telaşla ayağa fırladı. "Tövbeler olsun, kurt mu geliyor?!" Sırma ev önüne vardığında cevap verebilmek için bir an ellerini dizlerine koyup soluklanmak zorunda kaldı. Soru garipti, belki de çıktığı ormanda gerçekten bir kurt sorunu vardı. Ancak bunu düşünecek vakit bulamadan minübüsçüyü işletmesi gerekiyordu. "Amca, beni hemen şehre götürebilir misin? Çok acil bir işim var." Minübüsçü Sırma'nın arkasından ormana bakarak "Senin yanında Deniz yok muydu?" diye sordu. Sırma'nın burnuna aksilik kokusu geldi, bu iş kolay olmayacak gibi duruyordu. "Onun acelesi yok, benim şehre gitmem lazım hemen, işim var." Elini göğsündeki çantaya daldırdı ve "Ne kadar istersen veririm yeter ki götür beni." dedi. "Dur kızım Allah Allah..." Minübüsçü anlık bir telaşa kapılmıştı ama çabuk sakinleşti, gözlerini kırpıştırıp bir an Sırma'yı süzdü ve "Sen ne yaptın şimdi, oğlanı ormanda bırakıp mı geldin?" diye sordu. "O geliyor, sıkıntı değil." Minübüsçü Sırma'ya sıkıntılı bir bakış attı. "Söyle bakayım asıl derdin ne?" Sırma'nın elindeki para öylece kalakaldı. Sinirine hakim olmaya çalıştı, bozuntuya vermemeliydi. Numaradan sakin bir sesle "Amca ne diyorsun anlamıyorum." dedi. Minübüsçü uzun uzun inceledi ve birden gidip banka oturdu. Sırma onun gevşekliğini ağzı açık izlerken o bir ayağını dizinin üstüne atıp ellerini önünde birleştirerek banka yayıldı. "Bir bekleyelim bakalım, şu Deniz oğlum da gelsin. Madem o kadar geciktin, biraz daha geciksen ne olur öyle değil mi?" "Ne?" Diye ciyakladı Sırma. "Amca dalga mı geçiyorsun Allah aşkına yetişmem lazım diyorum!" Yanına gidip kolundan tuttu ve çekiştirmeye başladı. "Lütfen amca ne olur ya! Bak biterim, yanarım! İşim gider!" Minübüsçü şaşkınlıktan gözlerini pörtleterek "Yahu dur çekiştirme!" diye aksilendi. Bir yandan kolunu Sırma'dan kurtarmaya çalışarak "Cinlendin mi tövbesağfirullah! Acelen ne? Gideceğiz işte biraz bekle!" diye bağırdı. Sırma topuklarının üstünde zıplayarak "Olmaz!" dedi. "Senin yüzünden işimden olamam ben! Kalk lütfen kalk!" "Hay seni doğurana emi! Kolumu çıkartacaksın çekme şunu!" Eğer minübüsçüye Deniz ile ormanda olanları anlatırsa bu Sırma adına zamanın aleyhine işlemesi demek olurdu, olabildiğince hızlı bir yol ile onu ikna edip yola koyulmalıydı. Ancak minübüsçü Sırma'nın halini zerre umursar görünmüyordu. Ne kadar vakti kaldığını görmek için ormana baktı, patikanın bu tarafından görünen kısmında henüz tehlike yoktu. Sinirini içine saklayıp dişini sıkmaktan başka yol yoktu, aniden bankın yanına çöküp yüzünü ellerinin arasına aldı ve yakınarak ağlamaya başladı. "İşimden olacağım diyorum ne vicdansız insansın sen! Allah'sız adam!" Dini propaganda belki işe yarardı diye bunu da kullanmaktan çekinmemişti. Sırma bir yandan ağlarken bir yandan da tepkisini ölçmek için parmaklarının arasından izliyordu; minübüsçü ayağını bacağının üstünden indirerek doğruldu. Rahatsız hissettiği halinden belli oluyordu, yüzü iyice kızarırken etrafına sanki onları izleyen biri var mı diye kaçamak bakışlar attı. Sonunda "Yahu ben ne bileyim Deniz'in başına bir şey gelmediğini? Koskoca orman! Koşarken hiç arkana baktın mı bu adama ne oldu diye?" Sırma şaşkınlık içerisinde kaldı, "Ne demek istiyorsun?" diye sordu ancak minübüsçünün neyi kast ettiğini anlamıştı. Sıkıntı yine Sırma'nın güvenilmez birisi olmasıydı. Deniz'in kendisi hakkındaki tutumunu anımsadı, yoksa Deniz gelmeden önce bu adama kendisiyle ilgili bir şey mi söylemişti? Yoksa... Yoksa ne ki? Sırma hakkında ne anlatabilirdi ki? Hayır, hiçbir getirisi olmayan bir fikir bu, diye düşündü. Deniz'in dertlerini ulu orta yerde açmak bir yana dursun kapalı kutu misali ketum biri olduğunu biliyordu. "Yahu canım! Ormanda başına bir şey gelmiştir belki..." Ama minübüsçünün Sırma'ya karşı su götürmez bir tavrı olduğu kesindi. Sırma hiddetle ayağa kalkarak "Sen beni mi suçluyorsun?" diye cırladı. Bütün oyunculuk kabiliyetini yüzüne serdi, bunu minibüsçüyü kendi yönüne çekmek için yapıyor olsa da özünde iftiraya uğradığı için kırgındı. Sadece her zamanki huyuyla olayı kendi lehine abartacaktı. "Katil miyim ben amca, Deniz'e bir şey yaptığımı mı söylemek istiyorsun?" "Tövbe! Ben öyle bir şey demek istemedim! Biraz daha bekleyip öyle gidelim diyorum, hem o zamana Deniz de gelir. Acele işe şeytan karışır bak, işimiz iş olur sonra." Minübüsçü beklediğinden çetin ceviz çıktmıştı ve karşısında itina ile o şiddet düşkününün savunulması Sırma'nın zoruna gitmişti. Az evvel Deniz'den dayak yememek için kaçtığını söylemesi gerekiyor muydu, bilmiyordu. Söylerse minübüsçünün sorularının ardı da gelecekti. Öte yandan, zaman konuşmak için yeterli değildi. Bu işi Deniz ile arasındaki mevzuya bulaştırmadan en çabuk, en temiz haliyle halletmekten başka aklına bir çare gelmiyordu. "Ya sen ne vicdansız birisin! Ben burada canım derdindeyim, sen bana suç atıyorsun!" Artık bu yalanı sürdürmenin bir faydası var mıydı bilmiyordu... Minübüsçü başını geriye atarak cık sesi çıkardı. "Git Deniz'i getir. Leman bana emanet etti onu. Orası sıkıntılı yer, bilmeyen insan çabuk kaybolur." Sezgisi doğru çıkmıştı, minübüsçü Sırma'nın halinden şüphelendiğinden değil, Deniz'i kayırdığından inat ediyordu. Yaşadığı psikolojik kırılma yetmezmiş gibi bir de yüzüne yüzüne ona saldıran adamın savunulması zoruna gitti. Aklını yitirmek üzereydi, Deniz yaklaşıyordu ama Sırma inatçı bir duvara toslamıştı. Yalanın artık hiçbir işlevi kalmamıştı. Üstelik bu adam gidip onu getirmezse yola çıkmayacağını söylüyordu. Minübüsçünün Deniz'e olan bakış açısı ortadaydı, eğer Deniz çığrından çıkmış haliyle gelip Sırma'yı minübüsçünün önünde rezil ederse bu sefer hiç gidemeyebilirdi. Doğru ya, Deniz Sırma'yı göstererek dövüldüğünü söylese minübüsçünün gözündeki imajı kanıtlanmış olacaktı. Çaresizdi. Minübüsçü, Deniz'i bu kadar kayırırken onu ikna edemezdi. Üstelik Deniz geldikten sonra her şey daha rezil bir vaziyet alacaktı. O buradayken sağlıklı bir şekilde şehre nasıl varabileceğini tahmin edemiyordu. Ormana bakıp "Tamam, gidip onu bulurum." dedi. Aradından öfkeli gözlerini minübüsçüye çevirerek "Alacağın olsun." dedi. "Yardım etsen günaha girersin değil mi?" Minübüsçü kaşlarını çatarak "O ne biçim söz öyle!" dedi. Ancak Sırma daha fazla dinlemeden koşmaya başladı, minübüsçü arkasından şaşkınlıkla homurdanıyordu. Herkes aleyhine işlemeye and içmiş gibiydi, hiçbir işini tırnaklarıyla sökmeden halledemiyordu zaten. Önündeki yola korkarak bakıyordu, ancak bu işi hızla halletmek için koşmaktan başka çaresi olmadığını bilerek hızlandı. Ormanın içerisinde ağzından köpükler saçarak kendisini arayan bir canavar dolanıyor olmalıydı. Açıkçası, yapacağı şeyin büyük bir aptallık olduğunu bilmesine rağmen şu an sakinleşip düşünecek vakti yoktu. Deniz'e olan korkusu ve hala içini yontan öfke yüzünden ellerinin titremesini bile durdurabilecek durumda değildi, gerilim bir iğne havuzu gibi vücudunun her noktasına batıyordu. Deniz'i bulup onu sakinleştirmeye çalışacaktı. Söylemesi bile berbat bir fikir olduğunu ortaya koysa da başka çare düşünemiyordu. Minübüsçünün önünde Deniz tarafından linç edilebilirdi ya da daha kötüsü rezil duruma düşürülebilirdi. Başına daha başka sayamadığı olayların gelmesi muhtemeldi, fakat Sırma sakinliğini yitirmiş bir durum içerisinde cebelleşirken aklına düşen tek kurtarıcı fikir Deniz ile uzlaşmaktı. Nasıl bir yol ile bunu başaracağını bilmiyordu, ormana girip Deniz'in sesini duymaya başladığında, yapabilmenin bir yolu var mı ki, diye düşündü. "BURAYA GEEEL!" Deniz'in cinnet haykırışlarını duydukça cesareti kırılarak yavaşladı. Önündeki mesafeden patikada henüz kimse görünmüyordu ancak ötesinden Deniz'in yaklaştığını biliyordu. Öfkeli haykırış bir kez daha sakin doğa havasını yırttı: "SIRMAAA!" Artık ileri değil geriye gitmek istiyordu. Beyni Deniz ile uzlaşma kurulabilmesi için yürümesi gerektiğini söylese de ne kadar mantıklı olursa olsun bedeni yaşklaşan tehlikeyi hissediyordu. Kuruyan genzini temizlemek için yutkundu, Deniz'in karşısına çıkmak zorundaydı. Derin bir nefes alıp ona seslenecekken gözü bir noktaya takıldı, sol tarafında geniş kökleriyle toprağı istila etmiş bir gürgen ağacı vardı. Ağaç, etrafına öyle musallat olmuştu ki birkaç adım ilerisindeki çukur görünmüyordu. Patikaya sarkan ağaç köküne ve yarım metre uzağındaki çukura baktı. Çukurun içinde kucak genişliğinde bir kaya vardı, muhtemelen çukurun mimarlığını yapan da oydu. Zihninde yine hınzır kıvılcımlar çakıyordu; tam da kazara düşüp kafasını çukurdaki bir kayaya yaslayabileceği bir yerdi burası. Yüzünü buruşturdu, berbat bir fikirdi bu. Deniz'in gözü dönmüş haldeyken bu blöfe inanacağını hiç sanmıyordu. "SIRMAAA!" "Kahretsin..." Titreyen elleriyle çantasını karıştırıp sivri bir eşya bulmaya çalıştı. Başka yolu yoktu: minübüsçüye Deniz'i bulmak için geri döneceğini söylemişti, Deniz hala onu arıyordu, Sırma bir şekilde mağdur duruma düşüp hem Deniz'in hiddetinden hem de minübüsçünün aptalca önyargısından kurtulmalıydı. Vücudu deli gibi titriyordu. Takırdayan dişlerinin arasından "Allah kahretsin bunu yaptığıma inanamıyorum..." diye mırıldandı. Yine gözleri dolmuştu, ancak sebebi korku muydu yoksa yine kendine pislik bir herif yüzüden acı çektireceği için olan öfkesi miydi karar veremedi. Kendine değer veren Sırma yine "Ne yapıyorsun sen!" diye ciyaklıyordu. Zihin görselinde kollarını deli gibi sallayarak "Aklını mı kaçırdın!" diye bağırdı. "Hepsi o pislik herif için mi? Neden? Neden!" Hiçbir şey bulamadı; ne mantıklı bir cevap ne de kendini kanatabileceği kesici bir eşya. Tabi ki bulamazdı, çantasına cüzdan dışında hiçbir şey koymadığını kendisi biliyordu! Buna rağmen aptalca bir panikle kendini kesecek bir çakı bulabileceğine inanmıştı. "Off!" Gözlerini kayaya çevirdi, sonra ayağının dibindeki köke baktı. Zihni mantık çerçevesinden çıkmıştı artık, kayaya dönük bir şekilde kökün arkasına adım attı ve birkaç kez kendini ileri fırlatmaya kalktı, her seferinde kayanın keskin hatlarını görerek kendini frenliyordu. Korktu, kendini oraya atamadı. Aptalca bir şeydi bu! Artık ağlıyordu, hıçkırarak kendini kurtarabilecek bir şey bulmayı diledi. Patikanın ilerisinden ayak sesleri geldiğini duydu, görüş mevzisinde görünmüyordu ama kulakları Deniz'in artık burada olduğunu bilerek zonkluyordu. Korkuya yenik düştü ve patikadan çıkıp koşmaya başladı. Sırma, Deniz'i bulmak için ormana girdiğinden beri neredeyse beş dakika olmuştu, minübüsçü önceki sigarasını bitiremeden yere atmak zorunda kaldığı için ikinci sigarasını içiyordu. Ormandan Deniz'in çıktığını gördü, koşarak ona yaklaşıyordu. Kan ter içerisindeydi. Ağzındaki sigarayı daha yeni yakmışken "Hay ağzıma tüküreyim!" diye sitem etti, sigaradan hızlı bir nefes çekip üfleyerek ayağa kalktı ve ona doğru gelen Deniz'e seslendi: "Ne oldu lan? Sizi bana sırayla mı gönderdiler oğlum? Biriniz gidiyor öteki geliyor, ne biçim iş bu be!" Deniz nefes nefese kalmış bir şekilde yanına vardığında "Nerede o?" dedi, sesi soluğunun arasından zar zor çıkıyordu. Halini gören, genç delikanlı değil yaşlı bir herif olduğunu sanardı, alnı ve boynu ter içindeydi. Minübüsçü sigarayı tutan eliyle ormanı gösterdi ve sinirli bir sesle "Az önce seni aramaya gitti!" dedi. Deniz'in soluklanırken ciğeri yanıyormuş gibi buruşturduğu yüzü bir anda dondu, feri kaçmış gözlerini gererek "Ne?" diye bağırdı. "Beni bulmaya mı gitti? Hangi ara?" "Az önce." "Ne demek-" Şaşkınlıktan laf ağzında kalmış gibi bir an durup başını ormana çevirdi ve "Daha ben şimdi gelebildim! O nasıl gelip gidebiliyor?!" diye sordu. "Bir saniye, niye geri döndü peki?" Minübüsçü sigarasından bir nefes çektikten sonra celallenerek bu işin olmayacağını düşündü, sıkıntısını da dumanı da dışarı püskürdükten sonra sakin bir sesle "Seni bulmaya gitti dedim ya." dedi. "Beş dakika oldu gideli. Ama peşinden atlılar kovalıyormuş gibi bir hali vardı, ben de Deniz gelmeden gitmeyiz dedim. Sonra seni bulacağını söyleyip koptu işte." Deniz'in aklı iyice bulanmıştı, Şerif amcanın neyden bahsettiğiyle ilgli hiçbir fikri yoktu. Ancak bir noktaya kafası takıldı. "Ne oldu da Deniz gelmeden gitmeyiz dedin?" Şerif amca bomboş gözlerle bakarak "Şehre gitmek için işte." dedi. Ardından aklına son anda gelmiş gibi onaylayan bir ses çıkararak "Acele bir işi varmış işte, gitmem lazım diye tutturdu. Ben de Deniz gelmeden yola çıkmayız dedim." diye ekledi. Deniz derin bir iç çekti, "Şimdi anladım." Tam da beklediği üzere Sırma onu bırakıp gitmeye kalkmıştı. Şerif amca temkinli olmasa çoktan onu bırakıp gitmiş olabilirlerdi de. "Hakikaten beni bulmak için ormana mı girdi?" Diye sordu. "Öyle oldu." Deniz sert bir sesle "İyi." dedi. "Bırakalım orada kalsın." Şerif amca kaşlarını çatarak "Siz kavga ettiniz değil mi?" diye sordu. Deniz cevap vermedi, heyheyleri tepesindeydi. Boşluğunda Sırma'dan yediği dirseğin acısını çekerek zorla koşmuştu, acıyı hala hissediyordu ve öfkesi dinmemişti. Lanet kadının, arkasından çevirdiği kumpası öğrenince ise öfkesi kine dönmüştü. Bu kadın ormanda açlıktan ölerek gebermeyi hak ediyordu. Şerif amca sigarasından bir nefes çekip ormana baktı. Cebinden sigara paketini çıkarıp Deniz'e bir dal uzattı ve "Gel otur bir dal iç." dedi. Şerif amca yaşlılığın getirisi tecrübeyle zaman içerisinde duyguları demlenmiş biriydi, öfkenin düşünceleri katleden bir yangın olduğunu biliyordu. "Otur bir dinlen. Şöyle etrafındaki yeşilliğin, ağaçların keyfini sür biraz. Sakinleşirsin. Gençken olur böyle şeyler evlat, bir oturup ben neye bu kadar sinirlendim diye düşünmek iyi gelir." Deniz'in yüzünde minik bir değişim oldu, gözlerindeki öfkeli ışık solmuş gibiydi. Şerif amcanın sözlerini duyunca aklına birden niye bu kadar sinirlendiği sorusu geldi. Haklıydı, neye sinirlenip kavga ettiklerini bile unutmuştu. Zihninde sadece o kadına duyduğu saf nefret vardı ve belki de bu yüzden sinirlenip durduğunu fark etti. Ama ormanda kavga etmelerinin sebebini hatırlamıyordu bile. Sigarayı alıp banka oturdu. Şerif amca bir süre ayakta durup ormanı izlerken Deniz de ona ormanı hatırlatmayacak bir tarafa dönüp evin kıyındaki ortancaları izlemeye başladı. Sonbaharın ortası olmasına rağmen top gibi birbirinin üstüne yığılı duran soluk çiçekler arasında hala açanlar vardı. Sigarayı derin derin çekip üfledi, Sırma'nın ona ne söyleyip de sonunda kavga ettiklerini hatırlamaya çalıştı. Kahretsin. Her seferinde böyle oluyordu; o lanet kadın ağzını ne zaman açsa kavga çıkıyordu zaten. Deniz neyden kavga edip durduklarını bir şekilde unutuyor ve umursamıyordu da. Ancak bu sefer işin garibi, Sırma da çığrından çıkmıştı. Deniz onun yüzünü bile görünce cinlerinin tepesine çıktığını kabul ediyordu ama bu gün Sırma'nın eskisi gibi olmadığını fark etti. Ortada bir gariplik mi vardı yoksa Deniz mi görmüyordu? Gerçi, Deniz hala bu deli kadının motivasyon dinamiğini anlamıyordu ya... Neye öfkelendiğini nasıl bilebilirdi ki... Düşünmeye devam ettikçe ayarı fazla kaçırdığını fark etti. Kadın dün akşam onu zor durumda bırakmamış, istediği yemeği en iyi şekilde yapmıştı. Ama Deniz verdiği sözü adam akıllı yerine getirmek yerine resmen kadının gözüne sokmuştu. Ondan nefret etmekten kendini alamıyordu, ama hata yapmıştı. Bunu kabullenmekten nefret ediyordu ama bu sefer Sırma'ya aşırı yüklenmişti. Sigaradan bir nefes daha alıp üflerken memnuniyetsiz bir şekilde kaşlarını çattı, Şerif amcanın kullandığı sigara alışık olduğu kalın sigara gibi değildi; içindeki tütün uyduruk olduğundan kendini bir türlü doymuş hissetmiyordu. Tam Şerif amcaya dönüp uyduruk sigarasından yakınacakken memnuniyetsiz bir ses duydu. Yaşlı minübüsçü gözünü bir kez olsun ormandan ayırmadan kaşlarını çatıyordu, huzursuz bir hali vardı. "Ne oldu Şerif amca?" Şerif amca ormana kilitlenmiş gözleri gibi ürpertici bir sesle "Sis çöktü." dedi. Deniz etrafına anlam verememiş bir bakış atarak "Ne var bunda?" diye sordu. "Biz buna kurt havası deriz." Tek kaşını kaldırarak bunun ne ifade ettiğini düşündü. "Eee? Deyimdir herhalde." Şerif amca başını hayır anlamında salladı. "Yok, sis olunca kurt iner, ondan kurt havası diyoruz." Deniz'in içine ağır ağır bir gerginlik düşüyordu, ne olduğundan tam olarak emin değildi ama bir kez daha etrafına bakındı. Dağcılık, köycülük gibi doğayla alakalı konularda tek bir bilgisi yoktu. Mangal yakmaktan bile anlamazdı. Kafayı hurafelerle bozmuş köylülerin, altında hiçbir anlam taşımayan deyimlerinden biri olduğunu düşündü, çünkü daha önce de Leman ile yürüyüş yaparken sis düştüğü olmuştu. Şimdiki sis kadar kalın olmasa da o zaman hiçbir şey olmamıştı. Şerif amcaya şüpheli bir bakış atıp onun hüsnükuruntusu olduğuna inandı. Sonuçta cidden böyle bir kurt tehlikesi olsaydı bunu en baş Leman bilirdi; Leman tam bir doğa çılgınıydı ve bu zamana kadar yaptıkları kamplarda, sporlarda hiçbir zaman böyle bir şey anlatmamıştı. Şerif amca sıkıntı dolu bir iç çekti ve kendi kendine konuşur gibi bir tavırla "Neyse biraz daha bekleyelim bari." diye mırıldandı. Deniz'e dönüp "Bir kahvemizi iç bakalım Deniz bey." dedi, garip bir şekilde bir anda sesine renk gelmişti. Şerif amca tam sarkastik bir herifti. Deniz hafif bir gülümsemeyle "Abi çok iyi olur." dedi. Şerif abi keyifli bir kahkaha atıp eve gitti, içeride muhtemelen eşi olmalıydı. Deniz pus düşen manzarayı izlemeye devam ederken içeriden gelen atışma seslerini duydu. İnsanlar niye sonlarının böyle olacağını bilerek evleniyorlardı anlam veremedi. Sigara kısalınca son bir nefesin ardından izmariti yerdeki arnavut kaldırıma bastırarak söndürdü. Çöp niyetine atabileceği bir eşya bulmak için etrafta dolandı, o sıra sisin ne kadar kalınlaştığını fark etti. İçinde uğursuz bir his peyda oldu, birkaç dakika önce net bir şekilde önünde duran orman sınırı bile sisin ardında kaybolmuştu, köyün ilerisinde artık beyaz bir belirsizlikten başka hiçbir şey yoktu. Daha önceki gelişlerinde ilerideki dağlarda hep bir sis bulurdu ama sanki o sis bütün köye çökmüş, tepeden inen bir sis çığı gibi her şeyin üzerini kapatmıştı. Evlerin olduğu bölge oraya uzaktı, o yüzden ormanı bembeyaz örtü gibi kapatan sis Deniz'in etrafında yoktu. İçindeki sıkıntıyı atmak için iç çekti, ama kontrol edemediği bir şekilde huzursuzdu. İçinden bir ses sanki Şerif amcanın hurafesinde bir doğruluk payı var diyordu. Bu günün şansına havada, Deniz'in hiç görmediği kalın bir uğursuzluk vardı. Şerif amca elinde iki fincanla evden çıkınca "Sırma gideli ne kadar oldu?" diye sordu. Şerif amca ormana bir bakış atıp kaşlarını çattı, "Valla on beş dakika olmuştur." dedi. "Çok değil ama..." Diye mırıldandı Deniz. Belki de ileriyi görememesinden sebep ona içi daralıyor gibi geliyordu. Hava yüzünden olmalı, gereksiz kafaya takıyorum, diye düşündü. "Gel de Hatice teyzenin köpüklü kahvesine bak." Diye böbürlendi Şerif abi. "Ulan hiçbir yemeği doğru dürüst yapamıyor, bir tek şu kaveyi iyi yapıyor be!" İçeriden huysuz bir bağırma gelince Şerif abi güldü, belli ki Hatice hanım arkasından atılan lafı duymuştu. Deniz ise Şerif abinin bu aşırı umursamaz yükselişine şaşırıyordu, az önce kurtlarla ilgili fitneyi kafasına sokan kişi o olmasına rağmen şimdi hiç umurunda değilcesine keyifliydi. Kahvesini höpürdeten Şerif abinin yanına gitti, bir süre daha bekleyeyim diye düşündü. Farkına varmadan o sıra muhabbete daldılar, kahveler bitti, Deniz Sırma'yı bir an unuttu. Birbiriyle alakasız laflara dalıp giderlerken Deniz'in içindeki uğursuz his de bir anlığına yok oldu. Konuşma esnasında gözleri ormana çökmüş sise takıldı, Sırma'nın hala gelmediğini fark etti. "Sırma galiba sis yüzünden yolu bulamadı." Şerif abi de yüzünü asarak ormana döndü ve "Haklısın, sis iyice koyu olmuş." dedi. "Yolu da bilmiyor." "Eyvah eyvah." Deniz oflayarak banktan kalktı, artık Sırma'nın gelmesini bekleyemezdi. İnsan hakikaten bu sisin içinde yolunu bulamazdı, üstelik Sırma'nın bilmediği patikalara sapıp iyice kaybolmuş olması da ihtimaldi. Ya kendi beceriksizliği yüzünden elini yüzüne bulaştırmıştı ya da Sırma her zamanki baş belalığını yapıyordu; iki türlü de Deniz'in başına yine ve yine kendi sorumluluğu olmayan bir sorun açmıştı. Bir yandan Sırma'yı suçlayıp duruyordu, ama bu sefer kaçmasına kendisi sebep olduğu için sorumlu hissetti. "Yarım saat olmuş mudur?" Diye sordu. Şerif amca kol saatine bakıp baş salladı. "Fazla bile olmuştur." Ayağa kalkıp ormana doğru bir bakış attı. "Jandarmayı aramamız lazım bu siste biz de kayboluruz." Deniz'in yüz ifadesi gittikçe geriliyordu, dudaklarının arasından istemsiz bir küfür çıktı. "Bir bu eksikti." Jandarma gelirse ortalık birbirine karışacaktı, ancak Deniz bu siste ormana dalarsa kaybolacağına emindi. Yine bu kadın yüzünden başına iş açılmıştı, sonunda peşine jandarmayı takacak kadar ortalığı karıştırmayı başarmıştı da. Telefonunu çıkarıp jandarmayı aramaya davrandı. Şerif abi o sıra "Dur, ben karakoldan tanıdığımı arayayım." dedi. Deniz ona şaşkınlıkla bakarken "Daha çabuk hallederiz." dedi. Deniz omuz silkip telefonu cebine attı, Şerif abi jandarma karakolundan ahbap bulduysa demek ki köy ile içli dışlı olacak kadar mazileri olmuştu. O an Şerif abinin anlattığı kurt hikayesini anımsadı ve tüyleri ürperdi. Yok, belki de ben abartıyorum, diye düşündü. Ayakta bomboş dikilmek iyi gelmedi, kendini bir şeyler yapmak zorunda hissediyordu. Şerif abi telefonda harıl harıl konuşurken ormana doğru ilerledi, sis resmen orman ile köy arasındaki yolu yarılayacak kadar ilerlemişti. Baldırlarının etrafında dalgalanarak süzülen sise şaşkın şaşkın baktı. Daha fazla ilerlerse kesin kaybolacaktı. Ağzından bir kez daha istemsiz bir küfür aktı. Ellerini çenesine siper ederek tüm gücüyle bağırdı: "SIRMAAA!" Sessizlik. Sadece arkasından arı sesi gibi gelen Şerif abiyi duyuyordu. Ormanın ölü tepkisizliği karşısında tüyleri iyice diken diken oldu. "SIRMA NEREDESİİN!" Avazı çıktığı kadar bağırmıştı, ama karşısında ölü bir dev vardı sanki; ormandan cılız bir ses bile gelmiyordu. O an ilk defa korku hissetti. Hiç sevmese doğru dürüst tanımasa da kendi yüzünden birinin başına dert gelsin istemiyordu. Jandarma sandığından daha hızlı geldi, yirmi dakika sonra sisin içinden boğuk motor sesi duyunca oturduğu yerden kalkarak beton yola ilerledi. Şerif abi durumu çabucak anlatırken Deniz de aramalara katılmak için bir jandarmayı ikna etti. Ormana mavi feneri olan bir jandarmayla girecekti. Başta ormanda biraz ilerlerlerse Sırma'yı bulabileceklerini düşündü. Ancak yarım saat geçtikten sonra sandığından daha kötü bir durumda olduğunu anladı. Bir tazı gibi kulaklarını duymak için zorluyordu, insanlar her yerde Sırma'nın adını bağırıyordu. Defalarca kez seslense de o tanıdık, ince ses yoktu. "Hey, baksana!" Feneri olmadığı için sisin içinde tek başına arama yapmasına izin verilmemişti, o yüzden jandarmadan fazla uzaklaşmadan etrafı kolaçan etmek zorundaydı. Arkasından gelen sese döndü, jandarma'nın elindeki telsize gözü takıldı. "Bulundu mu?" Dedi hevesle, ama içinden bir ses öyle olmadığını söylüyordu. Jandarma görevlisi başını hayır anlamında sallayarak "Bir ağacın dibinde damlalar halinde kan izi bulunmuş." dedi. Beynine tokmakla vurulmuş gibi bir ağırlık çöktü. "Kan mı?" Jandarma görevlisi "Ormanda başka birini gördün mü hiç?" diye sordu. Deniz önünü göremiyordu, daha doğrusu beyni donmuş gibiydi; önüne bakıyordu ama artık ne gördüğünü düşünmüyordu. Jandarmanın bir şeyler dediğini duyuyordu, ama kulaklarında mırıltıya benzer bir uğultu vardı. "Hey? Ormanda sizden başka biri var mıydı? Duyuyor musun?" Deniz boşluğa dikilmiş duyularını zar zor kopararak jandarmaya döndü. "Yok..." Jandarma memnuniyetsiz bir yüzle telsize dönüp "Ormanda başka kimse yokmuş. Büyük ihtimalle kıza ait." dedi. Sürekli kurt hikayesine kafası takıldığından yanlış düşünüyor olmalıydı; ormanda insana zarar verebileceki bir hayvan olması imkansızdı. Leman ile dolaşırken bir köpeğe bile denk gelmemişlerdi, ormanda kurt olamazdı. Sırma bir yere takılıp düşmüş, ya da başka bir kaza yüzünden zedelenmiş olmalıydı. Aklına sürekli kurt saldırısını getirmekle hata yapıyordu. Jandarmanın yanına giderek "Düşmüş olmalı." dedi. Jandarma telsizden başını kaldırıp ona bakmıştı ki telsizden ses geldi. İkisi de Sırma'nın bulunduğu haberini alarak tarif edilen yere doğru fırladılar. Deniz bir nebze olsun içindeki çığrından kopan pişmanlığa su döken bir umut hissetti, kendi kuruntusuna kulak asmamak için onca çabasına rağmen ister istemez Sırma'yı bir daha asla bulamayacağından korkmuştu. Ancak Sırma bulunmuştu, bir şekilde. Aslında tam olarak aradan kaç saat geçtiğini bilmiyordu. En azından öğlen olup olmadığını anlamak için başını çevirip bakabileceği bir gök bile kalmamıştı, sis yüzünden her yer de gök gibiydi. Ancak umutsuz geçen zaman o kadar yavaş gelmişti ki, Sırma'nın bulunduğu haberini alınca katran kıvamındaki zamanın bir anda su gibi akmaya başladığını hissediyordu. Belki de içine düşen rahatlık yüzünden afallamıştı. Henüz Sırma'nın bulunduğu yere varmadan bu sefer kötü bir haber geldi; Deniz'in tahmini doğru çıkmıştı. Sırma bayırdan yuvarlanıp yere çakılmıştı. Dişlerini sıkarak hırıldadı. Jandarma arkasında kalmıştı, aralarındaki mesafenin açılmaması için defalarca bağırarak Deniz'i yavaşlatmaya çalıştı. Deniz arkasına bakmaksızın "Bayırın yerini biliyorum." dedi. Görevli ona yetişmeye çalışarak "Yeri zaten söylediler. Yavaşla! Yoksa sen de kaybolacaksın!" diye seslendi. Göremediği bir yerden başka sesler geldiğini duydu, yaklaştıkça birilerinin Sırma olduğunu hemen anladığı bir kadın hakkında konuşutuklarını duydu. Sırma oradaydı. Sis öyle kalındı ki sesler olmasa nereye gittiğini asla göremezdi, sadece "İt! çek!" diye bağıran seslere yön olarak güvenebiliyordu. Bir metre mesafe içinde olmayan her şey beyazdı. Birkaç jandarmanın bayır ucundan çarşafla yük taşıdıklarını gördü. Boğazında ani, vurucu bir güç hissetti, kalbi bir anlığına yukarıya fırlayıp yerine dönmüştü sanki. Gözlerini çarşaftan ayırmadan oraya gitti. O sırada Şerif abi bayırın tepesinde durmuş, çarşaftaki insanı görmek için bekliyordu. İçine uzanıp ilk bakan o oldu ve "Evet, bu o." dedi. Deniz başından ve ucundan tutulan çarşafın yanına vardı ve sapsarı saçları ip saçakları gibi her yere uzanmış halde Sırma'yı gördü. Düştüğü için bayılmıştı. |
0% |