Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32 | çöküş

@halempa

Herhangi biri için bu yaptıklarının açıklanabilir hiçbir sebebi olamazdı; ancak Sırma her seferinde aşırıya yeltenerek kendi sınırlarını aşan bir uyumsuzluk abidesiydi. Bazen hisleri uğruna yaptıklarının normal olup olmadığını olduğunu sorgulardı. Deniz'in evine dadanması gibi. Ya da şimdi yaptığı gibi...

Etrafındaki sesleri dinleyerek uygun zamanda gözlerini açmak için bekliyordu. Yaman bir kedi gibi kulaklarını dikmiş ve her sesi dikkatle diniyordu. Uyanık olduğundan kimsenin haberi yoktu. Dakikalardır bu numarayı bozmamak için özen göstermişti ve artık uyuyor numarası yapmak onun için yeni bir alışkanlık olmuştu.

Konuşan yabancı seslerin hemşireler olduğunu tahmin etti, arabadan indirildiği andan itibaren sesin yankılanmaya başladığı bir ortama girmişti ve o yankılar sayesinde hastaneye getirildiğini anlamıştı. Sadece duvarlarda temiz bir yankı hissi veren o tekrarlı gürültü de değildi, etrafında başka anlam veremediği bir sürü ses cirit atıyordu. Birisi bir kabloyu çekiyordu, uzaktan hastanelerin olmazsa olmaz tanıdık monitör sesi geliyordu, cihazlar senkronizasyonu bozulmuş koro gibi ciyaklıyor, sesin ulaşmadığı yer kalmıyordu. Sırma yalnız kalabileceği bir an bulmak için usulca bekliyordu. Arabadayken ara sıra Deniz'in kısık sesini duymuştu ve hala yanında olduğundan şüpheleniyordu. Onunla göz göze gelmekten korktuğu için gözlerini açmıyordu. Ormandan çıkmıştı ve artık yalnız değildi ancak, Deniz'in varlığı onu hala korkuyordu.

Sedyeye yatırılıp bilmediği, daha doğrusu gözleri kapalı olduğundan ne olduğunu göremediği bir yere doğru apar topar götürüldü.

Sedyede yalnız başına bırakıldığına emin olduktan sonra kulaklarını dikip Deniz'in sesini bulmaya çalıştı. Ama duymadı, sanki Deniz onu bırakıp gitmişti. Yine de temkinli olmaktan kendini koparamıyordu, gözlerini açtığı an bir çift öfke küpüne dönmüş gözle karşılaşma fikri cesaretini kırıyordu.

Ayak ucundan kulak tırmalayıcı bir perde sesi geldi, birisi onun olduğu yerin önünü kapatmış olmalıydı. Sırma yalnız bırakıldığına kanaat getirdi ve yavaşça gözlerini araladı. Karşısında bomboş bir tavan vardı, uç köşesinden fil dişi renkte bir perde sarkıyordu.

Acile getirilmiş olmalıydı.

Alaycı bir homurtu atma isteğine karşı kendini tuttu. İşte hayatının bütün dengesizliğini açıklayabilecek en açık duruma düşmüştü; gasp ettiği eve girdiği ilk gecenin sabahında binbir yakarışla Deniz'i getirtmek için uğraştığı, hatta ambulans çağırdığı acile şimdi kendisi getirilmişti. Hem de Deniz tarafından. Onca uğraşın ardından bu kadar aciz bir durumun içine düşeceğini bilse yine de Deniz'in evine girmekten vazgeçer miydi karar veremedi. Kendini biliyordu, Sırma 'bir şekilde olacağına varır' inadı yüzünden Deniz'e musallat olmaktan vazgeçmeyeceğini tahmin edebiliyordu. İnadını kendi kendine sökemezdi.

Ancak şimdiki hali ananesinin evinde aynaya bakarken gördüğü surattan daha mı iyiydi? Tabi ki daha kötüydü. Kendini düşebileceği en beter duruma sokmayı başarmıştı; hastalıklı hissetmek ya da delirmekten korkmak için bir sebebi kalmamıştı bile, şu an olabileceği en berbat durumdaydı. Alnındaki gerilimi hissetmesiyle elini başına götürüp ofladı. İradesinin kum gibi dağıldığını hissetti, artık talihsizlikleri olumlu karşılayacak bir dirayeti kalmamıştı. Tükenmişti, daha fazla gücü kalmamıştı ve zaten önündeki yol da bitmişti.

Boş tavanı ifadesiz bakışlarla izlerken Deniz ile devam edebileceğim bir yol kalmadı, diye düşündü. Yol tükenmişti, ya da ikisi birlikte yolu parçalamışlardı. Sırma kendini hem suçlu hem suçsuz hissetti; o eve girdiği için pişmandı, Deniz'e karşılıksız sunduğu bütün fedakarlıklar için pişmandı, hem de kendinden nefret edecek kadar.

Kendinden nefret edecek haldeydi cidden. Ama yine de bütün suçun kendinde olmadığını biliyordu; ne o hakaretlerin ne de bu gün Deniz'den gördüğü muamelelerin suçlusu kendi değildi, bundan kesinlikle emindi. Deniz bir azmandı, duyguları yontulmamış ham öfkeden ibaretti ve Sırma'ya beslediği salt nefreti yüzünden tehlikeli biriydi. İşte bu yüzden Sırma'nın bir de şanssızlığı var diyebilirdi; kaderi onu yine insanlar yüzünden yoruyordu. Talihi son ve en vurucu adiliğini yoktan varolmuş bir aşk ile göstermiş, Deniz tecrübe ettiği en yorucu insanlardan biri olmuştu. Daha kötüsü bu seferki hatasını aşk ile tecrübe etmişti, mantığını kör eden salt duygular yüzünden hiç yapmadığı fedakarlıklarla kendini harcamıştı. Sonuç olarak dövülmekten kaçarken korkudan ne yapacağını bilmez bir hale düşmüş, yanından geçtiği bir yamaca başka çaresinin kalmadığına inanarak kendini atmış ve jandarma ona ulaşana kadar baygın numarası yapmak zorunda kalmıştı.

Pislik ve toprak içerisinde bir hastane sedyesinde yatıyordu. Hayatının ilk aşk deneyiminin sermayesi işte buydu.

İç çekerek sedyede doğruldu, içinden daha fazlasını yaşamak istemiyorum, diye geçirirken gözlerini yumdu. Doğrulma esnasında dar kumaşın bacaklarına sürtünmesiyle bir ıslaklık hissetti. Hızla gözlerini açıp önündeki çarşafa baktı. Olamaz, diye düşündü. Eli gerilmiş bir ip gibi tutuk bir şekilde çarşafa uzandı. Açması lazımdı ancak eli zor gidiyordu.

Perde sert bir sesle yarıya kadar açıldı ve Sırma endişeli gözlerini içeri giren doktora çevirdi. Doktor, yüzüne bile bakmadan deske gitti ve önüne bir defter koyup karalamaya başladı. "Eee.... Sırma Akçalı?"

Sırma konuşacak hali olmadığından sadece homurdanarak baş salladı, şu an asıl derdi sağ kalçasından baldırına kadar hissettiği yapışkan ıslaklıktı. Aklının bir köşesi çakışan şimşek bulutları gibi sorular yağdırıyordu, sedyede hiçbir sorunu yokmuş gibi oturuyordu ama şu an büyük bir tehlike barındırıyor olabilirdi.

Doktor homurdanarak başını sallayıp yazmaya devam etti, Sırma'nın gözleri bir an perdenin gerisindeki yoğun iş seslerine ve belli belirsiz önünden geçen gölgelere takıldı; orada Deniz de var mıydı? Yoksa Sırma'yı bu haliyle görmüş müydü?

Dişlerini birbirine bastırıp elini baldırının arkasına götürdü, üstünde çarşaf olmasına rağmen ıslaklığın doğal neticesi o serinliği hissetmek mümkündü.

Adet kanının sızdığından başka birinin de haberi olup olmadığını merak etti. Aslında jandarmanın onu bayıldığını sandıkları için buraya getirdiğini biliyordu, ama bacağındaki kanı fark etmemek için de ayrı çaba lazımdı. Yoksa bacağındaki kanı şu ana kadar fark etmeyen tek kişi Sırma mıydı? Bu zamana kadar nasıl fark edemediğine inanamıyordu.

Doktor deftere abartılı bir imza çekti ve göğüs cebinden farklı bir kalem çıkarıp yanına yaklaştı. Doktor kalemi yüzüne doğru uzatıp bir ışık yakmaya kalkınca Sırma panikle geriye çekildi. "Şey ben..."

Doktorun donuk gözleri şaşkınlıkla canlandı. Sonunda gerçek manada yüzüne bakıyordu, ışık saçan kalemi kapatıp "Evet, buyrun? Sorun nedir?" diye sordu. Sırma'nın yanakları bir anda ateş bastı, tırnaklarını üzerindeki çarşafa gömdü ama cevap vermek yerine gözlerini kaçırdı. "Şey... Benim adetim var..." Utanmadan anlamlı cümle kuramıyordu, derdini anlatabilmek için bir daha dilini zorladı: "Regl kanım bacağıma akmış... Bayağı..." Bir türlü söyleyemiyordu, ömründe bu seviyede bir utanç yaşamadığı için utangaç tarafı doğal olarak tepki gösteriyordu. Sesi titreyerek "Kirliyim şu an." diyebildi. "D-dokunmasanız?" Dudaklarını ipince bir ip gibi gerip kirpiklerinin altından kaçamak bir bakış attı, doktor yine buz gibi bir ifadeyle onu izliyordu.

Ancak hafifçe baş salladı, doktor yüzü gibi donuk bir sesle "Kanama şikayetiyle buraya getirilmişsiniz." dedi.

Dünya bir kez daha başına yıkılırken önünde onu izleyen bir doktor olduğunu umursamadan ellerini yüzüne kapadı, öyle hızlı yapmıştı ki sanki iki eliyle kendine tokat atmış gibi bir ses çıktı. Elinin kuvvetini bilmemesinden gözleri acıyordu ama şu an o acıyı umursamayacak kadar büyük bir derdi vardı. Kendisi hariç herkes bacağındaki kanı biliyordu! Sorun sadece bacağında kalmıyordu da, Sırma'nın arkasında da kan olmalıydı, onu da görmüşlerdi. "Hayır, hayır, hayır!" Diye cılız, boğuk bir çığlık attı. Herkes biliyordu, tanımadığı adamlar, hastanedekiler, Deniz! Öyle bir gün geçiriyordu ki bir travmanın acısını yaşamaya izni yokmuş gibi hemen başkası geliyordu, ne biçim bir şanstı bu!

"Bacağınızda kırık olabileceğinden şüpheleniyorduk, birazdan röntgen için sizi yollayacaktım."

"Hayır hiçbir şeyim yok..." Diye inledi Sırma.

"Pekala ama yine de sizi muayene edip tetkik etmemiz gerek."

Sırma'nın numarası yüzünden doktor onun bayıldığını sanıyordu, ancak gerçeği söylemekten çekindi. Belki de yalanlarına doğrularından daha çok güvenecek kadar kendini kaptırmıştı. Öte yandan Deniz'in hala buralarda bir yerlerde olduğunu bilirken Sırma'nın korkus tetikleniyordu, ona yine yakalanmaktan endişe etmesine sebep oluyordu. İçinden bir ses, artık gerçekleri itiraf edemeyecek kadar kendi yalanlarına alıştığını söylüyordu.

"Ben iyiyim, hiçbir yerim acımıyor. Sadece regl kanım sızmış."

"Hmm." Doktorun homurdanmasından sonra kısa bir sessizlik oldu, Sırma ellerini yüzünden çekip derin bir nefes aldı. Daha başına ne gelebileceğini merak etmese iyi olurdu, yaşanabilecek en berbat anıyı yaşıyordu zaten. Ve bu da yetmezmiş gibi doktor sessizliğini, Sırma'yı muayene etmesi gerektiğini söyleyerek bozdu. Sırma kısık sesle ciyaklayarak doktoru bu fikirden soğutmaya çalıştı, ama karşısındaki balık suratlı adam görev inadıyla her bahaneyi reddetti. Küçük çatışmanın sonunda doktor yapmacık nezaketiyle Sırma'yı pes ettirdi, dokunulmasını istemediği yer hariç muayene etmeye söz verdi ve Sırma istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldı. Kıçının üstünde bir santim bile kıpırdamaya korkarken doktorun inadı karşısında o an yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Doktor, Sırma'nın kafasını detaylıca muayene edip kalem fenerini tekrar yaktı ve gözlerini, kulaklarını, ağzını samanda iğne arayan bir titizlikle kontrol etti. Sonra söz verdiği üzere vücudunun geri kalanına çok fazla dokunmadı. Sırma'ya bacaklarını örten çarşafı açmasını istediğinde utançtan yüzü şalgam pestiline dönüşen genç kadın çaresizce çarşafı çekti, beklediğinin aksine görünürde bariz, kokuşmuş bir kan yoktu. Şükürler olsun ki Sırma en sağlam siyah taytını giymişti ve kumaşta bir damla bile belli olmuyordu. Ancak ayak bileğinin kemiğinde kurumuş bir kan yolu vardı, doktor bacaklarını oynatmasını söyleyince dediğini yaptı. Doktor ikna olmuş bir tavırla baş salladıktan sonra desk'e dönüp kağıda çizikler attı.

Sırma çarşafı üzerine çekerken bundan sonra ne olacağını endişeyle bekledi.

"Kan sulandırıcı kullanıyor musunuz?"

"Hayır... Niye ki?" Diye sordu Sırma, endişesi sesine yansımıştı.

"Ağrı kesici kullanıyor musunuz peki?"

Gece bir ara başındaki ağrıyla uyanıp evde ağrı kesici aramış ve mutfak tereğinde kutusu olmayan bir aspirin dizesi bulup içmişti. Tereddütle "Normalde kullanmam." dedi. "Ama dün gece bir tane aspirin almıştım, bunun regl kanımla alakası mı var?"

"Bazı ağrılı regl durumlarında ağrı kesici kullanımı olur, ama kan sulandırıcı tipi ağrı kesiciyi önermeyiz. Aspirinin kan sulandırıcı özelliği var."

Sırma bacağına bakarak "İlaç yüzünden mi?" diye sordu. Taytındaki ıslaklığı fark ettiği ilk an pedinin kaydığını sanmıştı, daha önce yaşamadığı bir durum değildi sonuçta. Ama hiçbir insan evladı sidikli bir çocuk gibi paçasına kadar kan akıtmazdı ki, Sırma pedi kaysa bile böyle bir sorun yaşamayacağını biliyordu.

"Öyle görünüyor, bir daha kullanmayın."

Doktorun kararından şüphe etmenin anlamı yoktu ama bir an düşünüp kafasında tarttı. İlaç etkisini sabah göstermiş olmalıydı ve Sırma ormanda aklını kaybetmişçesine koşarken o anın sıcağıyla fark etmemiş olabileceğini düşündü, ya da ilaçtaki bilmediği bir başka etki yüzünden şu ana kadar hissedememişti. Bilmiyordu, daha önce hiç böylesine aşırıya kaçan bir regl faciası yaşamadığı için hangisinin doğru olduğuna kanaat getiremiyordu. Aklına düşen bir başka fikirle endişeyle doktora döndü. "Başka kimsenin haberi var mı söyler misiniz?" diye sordu. Bu adamın sabah yaşanan hiçbir olaydan ya da jandarmanın onu ne niyetle hastaneye getirdiğinden haberi yoktu, evet ama jandarmadan biri ya da Deniz kanı görüp endişeye kapılmış olabilirdi.

"Bilgim yok."

Umutsuzca başını öne eğdi, aniden enerjisinin son damlası da buhar olmuş ve çökmüştü. Doktor işini halledip kabinden çıktı ve Sırma boğucu düşüncelerle başbaşa kaldı. Berbat durumdaydı, regl rezaletini başka kimlerin görmüş olabileceğini düşünmekten kendini alamıyordu. Özellikle de Deniz'in gözlerini gererek ona baktığını düşününce kafa derisinde bir karıncalanma başlıyordu ki aklını kaybedecek gibi oluyordu. Tüm bu utanç düşüncelerinden kendini kurtarmak için derin bir nefes aldı, ellerini yanaklarına örtüp sakinleşmek için uğraştı. Düşüncelerle kendini utanç girdabına sokmasının alemi yoktu, ayrıca oturmaya devam ederse eninde sonunda korktuğu hayal gerçek olup Deniz onu görecekti.

Gerçi Deniz'in hastanede olduğundan emin değildi, kabine koyulduğundan beri sesini duymamıştı. Eğer Sırma'yı bu halde bırakıp gittiyse Sırma şaşırmazdı da, Deniz'in bencillik dozajına göre bir davranış olurdu bu. Ancak öyle olsa da Sırma için durum değişmiyordu, kendisi bir şey yapmazsa kimsenin onu kurtaracağı yoktu.

Çantasını bulmak için etrafına bakındı. Eski evde çoğu eşyası yerinde duruyordu, Rabia'yı arayıp ondan giysi getirmesini isteyecekti.

Ancak sedyede kendinden başka hiçbir şey olmadığını fark edince kaşlarını çattı. Çantası yoktu. Aklına gelen ilk fikir çalınmış olabileceğiydi, uyduruk dursa da istemsizce endişeye kapılmasına sebep oldu. "Çantam? Çantam nerede?" Kabinin dışındaki hareketli gölgelerden birine sesini duyurabilmek için "Bakar mısınız, çantam yok!" diye seslendi.

Dışarıdan yanıt gelmeyince oflayarak bacaklarını örten çarşafı kaldırdı ve umutsuz bir çabayla çantasını bulmaya çalıştı. Hakikaten çalınmış olabileceğine inanmaya başlamıştı, oturduğu yerden bir milim bile kıpırdamamak ve o ıslaklığı daha çok hissetmemek uğruna azami bir çabayla sedyenin altını görebilmek için eğilmeye çalıştı. Belki sedyenin altına koyulmuş olabilir diye düşündü ama göremedi. Ayağa kalkmalıydı. Dudaklarını kemirerek yavaş yavaş sedyenin kıyına kaydı, her harekette bacağındaki yapışkanlığı hissetmek berbat bir şeydi.

Yataktan kalkmak üzere bacağını indiriyordu ki perde açıldı ve hayvani bir hızla çarşafı üstüne çekip kocaman gerilmiş gözlerini o tarafa çevirdi. Şükürler olsun, bacaklarını anında kapatabilmişti. Ancak rahatlama imkanı bulamadı, karşısında Deniz duruyordu.

Tanıdık soğuk bakışlar çoktan üzerine dikilmişti, Deniz'in hiç bıkmayan dışlayıcı tavrı tüylerini ürpertti. Haftalarca bu adama kendini sevdirmeye çalışmıştı.

"Sen burada mıydın?" Onunla konuşmanın hala güvenli olup olmadığını sorgulamaya kalmadan kelimeler ağzından çıkmıştı. Bir anlık gaflet olmalıydı. Karşısındaki adam sabah onu dövmeye kalkmıştı; konuşmak bir yana onu görürken bile korkmalıydı. Ancak garip bir şekilde sabahki korkusunu hissetmedi. Belki de şu an içinde bulunduğu durumun öncelikleri ona daha korkunç geliyordu, bacağındaki ıslaklık yüzünden Deniz'den korkmaya odaklanacak hali kalmamıştı.

Deniz bir şey söylemeksizin elindeki çantayı ayak ucuna bıraktı, görünüşe göre Sırma'nın sesini duyup gelmişti. Sırma, Deniz'in şimdiye kadar sessizce perde arkasında beklediğini o an anladı, ancak bunu açıkça ifade etmeye utandı. Deniz görmeye kalmadan Sırma'nın utanç hikayesini duymuş olmalıydı. O an karanlığa sızmayı iyi bilen bir hamamböceği gibi göz açıp kapayıncaya kadar kaybolmayı istedi. Ancak ayağına kadar kan sızdıktan sonra bir milim hareket etmeye bile korkuyordu. Soğuktan yanmış bir çiçek gibi, oturduğu yerde çaresizce büzüştü. Gözlerini başka bir tarafa çevirip kendini anın rezaletinden kurtarabilecek bir cümle aradı, mümkünse Deniz'in kabinden çıkmasını ve onu bu halde görmemesini istiyordu. "Ee... Şey, doktor bir sıkıntı yok dedi..." Kan mevzusunun üstünü bir yalanla örtemeyeceğini biliyordu, Deniz'in perde gerisindeyken her şeyi duyduğuna şüphe yoktu.

"Numara yaptın değil mi?"

Sırma şaşkınlıkla ona döndü. Daha bir şey söylememiş olmasına rağmen Deniz yine onun bahane uydurmaya çalıştığını sanıyor olmalıydı. Sesinin tiz çıkmasına hakim olamadan "Ne?" diye patladı.

Deniz duygusuz ifadesini bozmaksızın "Arabada gözlerinin kıpırdadığını gördüm," dedi. "Başından beri numara yapıyordun değil mi?"

Sırma'nın hazırladığı bütün hesap bombaları dilinin ucunda kaldı. Deniz'in yine densizlik peşinde olduğunu sanıp içten içe köpürmüştü ancak bahsettiği şeyi anlayınca eski haline döndü. Nutuk atmak için diklenen omuzları aşağı çöktü ve sessizce baş salladı.

Fark etmesine şaşırmadı. Deniz eninde sonunda Sırma'nın yalanlarını keşfetme gücüne sahip yenilmesi zor bir rakipti. Öte yandan ormanda o numaraya kalkıştığı andan beri Sırma'nın saklama niyeti yoktu; aklından geçen tek düşünce Deniz'in gazabından kurtulmak ve o sakinleşene kadar vakit kazanmaktı. Bir denge tahtasında Deniz ya da Sırma'dan hangisinin haklı çıkacağı hesaplansa kendinin saf beyaz çıkmayacağını biliyordu ama en azından bu konuda çekingen olup kendinden taviz veremezdi; Gözlerini Deniz'in gözlerine sabitledi ve kendinden emin bir sesle "Düşmüş numarası yaptım." dedi.

"Niye böyle bir şey yaptın?"

Sırma omuz silkti. "Bir sebebi yok, korktum."

Deniz yine sorgulayan gözlerle onu süzüyordu. "Korktuğun için mi gidip kendini bayırdan attın? Saçmalama."

Ancak Sırma'nın inat etmek ya da kendini ona ispat etmek gibi bir niyeti yoktu, aklından geçenleri dümdüz söyledi: "Saçmalamıyorum, korktum. Aşırı mantıklı olduğumu sanıyorsan yanılıyorsun. Benim de duygularım var."

"Neden bu kadar ileri gittin?"

Bencil canavarın sesi bu sefer niyeyse yumuşak çıkmıştı, Sırma sesin etkisine kapılmadı. "Boşversene. Sebebini öğrenmene gerek yok." Yorgundu, hali berbattı, tüm bu acıları etine saplayan gücün kaynağına artık bakmak bile onu tüketiyordu. Daha fazla açıklama yaparak olası bir kavgaya sebep olmak istemiyordu, ki olabilirdi. Deniz'e daha fazla açıklama yapmakta bir gerek duymadı ve "Git Deniz." dedi. "Daha fazla birbirimize katlanmamızın sebebi yok, buradan çıkınca eski evime gideceğim."

Deniz cevap vermeden önce bir an tereddütlü bir sessizliğe büründü. Ancak silkelenip o bağnaz yüz ifadesini geri kazandığında hiçbir şey olmamış gibi eski haline döndü. "Tamam, gitmen gerektiğini anlayabildiysen çok şükür. Ama olanlar olmamış gibi davranmayı kes. Seni bulmak için onca insan seferber oldu, köye jandarma getirildi, hepimiz seni aradık. İnsanlar telaş içinde seni bulmaya çalışırken sen sesini çıkarmadan bir köşede saklandın. Utanmadın mı ya? Sırf bana vicdan yaptırmak için çocuk gibi saklanıyormuşsun yani!"

"Evet, duyunca saçma geliyor. Ama yapmışım."

Deniz dişlerinin arasından hırlayarak yere tekme attı.

Bu hareketin ardından ne geleceğini Sırma biliyordu, Deniz'in ona öfke kusmasına fırsat vermeden açıklama yaptı: "Artık bir önemi yok, insanları kandırmış olmam filan bunlar benim derdim. Sana gitmeni söyledim, evine de geri dönmeyeceğim, daha ne için uzatıyorsun?"

Deniz ateş çakan gözlerini ona çevirerek "Bu mu açıklaman!" diye hırladı. "Kızım normal olmadığının farkında değil misin? Gündelik mevzulardan konuşur gibi yaptığın manyaklığı anlatıyorsun! Bunun neresi sindirilebilir!"

"Değil. Anormal ya da manyaklık, her neyse yaptığımı kabul ediyorum. Görmüyor musun kabul ediyorum işte."

"Keşke seni orada bırakıp gitseymişim, en azından ormanda kırmızı başlıklı kız oyunu oynayıp telef olmak yerine gider evde dinlenirdim!"

"Git o zaman, yeter!" Diye bağırdı Sırma. Öfke problemi olan Deniz bile acilde olduklarının bilinciyle sesini bir an olsun yükseltmemişti, ama onun yerine Sırma sabır taşını kırmış ve beklenmedik kişi olarak kendini salmıştı. Bağırmasıyla perdenin öte tarafındaki yoğun seslerde bir değişim oldu, homurtular yükseldi.

Hıncını kucağındaki çarşaftan alırcasına yumrukladı. "Tek hatası olan ben değilim! Yanıma senden önce birileri varmadan kendimi güvende hissedemeyeceğimi biliyordum, çünkü bana zarar vermenden korktum!" diye bağırdı. Deniz'e dirsek attıktan sonra olanları anımsarken "Sürekli beni suçluyorsun ama en büyük sorun senin öfke problemin." dedi. "Oan nasıl gözüktüğünle ilgili hiçbir fikrin yok! Hiç düşündün mü ormana niye geri döndüğümü? Konuşarak halledebiliriz sanmıştım, ama ortalığı koparıyordun. Felaket bir ayarın var senin. Yanına yaklaşamadım bile, aksine korkudan kaçtım, sonra da bunlar oldu. Bencilce ya da aptalca, ikisi de olabilir! Ama sebebi sensin!"

Bağırmayı kesince dışarıdan gelen huzursuz mırıltıları duydu, muhtemelen birazdan kabine onları azarlamak için bir personel girecekti. Sırma duyduğu homurdanışları teninde rahatsız edici bir akım olarak hissediyordu ama Deniz'in gözlerinin içine bakarken bunu yansıtmadı.

Deniz ummadık taşın etkisini görmüş bir edayla şaşkındı, üstelik şüpheli bir biçimde soluk duruyordu. Sırma bu zamana kadar Deniz'i utandıran hiçbir şey yapamamıştı, şimdi ise onu bu denli etkilemiş olabilecek ne yaptığını merak etti. Sebebi düşününce bulmak basitti ama alışılmadık bir durum olduğundan kavramak zordu.

"Yoruldum artık, şu iki haftada beni ömrüm kadar yordun. Üstelik sana ne desem faydası yok. Konuşarak halledemiyoruz biz. Ama için rahat edecekse söyleyeyim: kabul, sizi kandırdım tamam mı? Artık dinlenmek istiyorum!"

"Ormanda olanlarla senin yaptığın şımarıklığın hiçbir alakası yok, beni sakın kandırmaya uğraşma. Bu yaptığın delilikti."

Sırma kirli altın teli gibi saçlarının arasından ona baktı, gözlerinin ne ifade ettiğinden emin olmasa da Deniz'in tepkisine bakılırsa oldukça sert olduğunu tahmin edebiliyordu. "Ben senin yaptıklarını sorgulamıyorum. İstediğin olsun, çabucak benden kurtulabil diye bu gün bana saldırmanı hiçbir şey olmamış gibi sineye çekebilirim. Ama senin öyle bir niyetin yok gibi."

Deniz gözlerini kısarak "Ne demek istiyorsun?" diye sordu.

"Nesini anlamadın? Artık evine gelmeyeceğim, buradan çıkıp eski evime gideceğim. İstediğin gibi hayatından çekiliyorum, silinip gitmemi istiyorsan sen de şimdiden unutmayı deneyebilirsin."

Deniz cevap vermeden önce anlık bir tereddüte kapıldı, birkaç saniye Sırma'nın cümlelerini zihninde kavramaya uğraşır gibi donduktan sonra "Şimdi mi?" diye sordu.

Sırma bu soruyu beklemiyordu, açıkçası soruyu beklenmedik bir ayrılıktaki şaşkınlığa benzetmişti ancak Deniz'in hiç de ayrılık gözüyle bakmadığına emindi. Yine de sanki soruda başka bir derinlik vardı. "Evet şimdi. Üstümü başımı toparladıktan sonra buradan çıkacağım. Eşyalarımı sonra almaya gelirim."

"Peki." Deniz ellerini cebine atıp sıkıntılı bir iç çekerken gözlerini kaçırdı, Sırma bu tepkiyi tek kaşını kaldırarak izledi, sezgileri yine yanılmıyordu çünkü Deniz gerçekten de açıklayamadığı başka bir meselenin içinde bocalıyordu. Ancak bir an gözlerini yumup ona geri çevirdiğinde Deniz'in gözlerinde hiçbir ifade kalmamıştı, Sırma da o an umutlarından koptu. "Sen bilirsin, doğru olan da bu zaten."

Sırma kuru bir baş sallayarak önüne döndü, telefon rehberini kurcalayıp bu saatten sonra yapması gerekenleri düşünmeye başladı. Deniz'e veda etmenin hiçbir anlamı yoktu, o yüzden erkenden kendi sorumluluklarına odaklanmalıydı. Öyle düşünüyordu...

"Hoşçakal." Dedi Deniz.

Ancak veda sözünün ağırlığı sandığından fazla geldi, Sırma kendini tutmak için dudaklarını birbirine bastırırken buldu kendini. Parmaklarının telefona saplandığını gördü, refleksleri Deniz'in gidişine ağır bir tepki koyuyordu. Sırma iradesini korumasa bedeni gitmemesi için Deniz'e saldıracak gibiydi. Bunu bir tek kendi görüyordu, Deniz'e ne kadar bağlandığını bilen tek kişi kendisiydi. Ve bu ağırlığın altında yalnız başına, bencil bir red ile eziliyordu. Ne kadar acınası. Buraya kadar boşuna uğraşmış olmak mı yoksa Deniz'den nefret edecekken hala ona bağımlı olmak mı daha ağırdı bilmiyordu. Bulabildiği tek çözüm 'unutmak'tı, ama ya Deniz temelli gittikten sonra unutma yetisini yitirecek kadar kendini kaybederse ne yapacaktı?

"Kendine iyi bak." Dedi Sırma, dudaklarını zor kıpırdatabilmişti. Deniz'in gittiğini geç fark etti, saçak gibi önüne serilmiş saçlarının arasından başını kaldırıp baktığında son sözünü bile beklemeden Deniz'in gittiğini anladı. Acının katlanılmaz yükü o andan sonra başladı. Göğsüne anlamlandıramadığı garip bir acı düştü; fiziksel diyebileceği bir acı değildi, hayali bir kıyamet kopuyor ve azabı şimdiden başlamış gibiydi sadece.

Yüzü buruşurken eli istemsizce göğsüne gitti.

Kabine giren bir hemşireden, gidene kadar müşahadede bekleyebileceğini öğrendikten sonra oradan ayrıldı. Üstündeki çarşafı bedenine sararak acilde kısa bir tur yapmak zorunda kaldı. İnanılmaz bir utançtı, bir an göğsündeki ağrıyı unutacak kadar kendinden utandı. Ancak Rabia gelene kadar oturduğu boş sedyede göze batmadan beklemek zorundaydı, öyle de oldu.

Rabia telefonu açtığı an soru bombardımanına başlamıştı, Sırma ona ne Deniz'den ne de ormanda başına gelenlerden bahsetti. Kısaca onu gelip şehir hastanesinden alması gerektiğini söyleyip kapatmıştı, yine de Rabia'nın az çok bir şeyler anladığına emindi, en azından Sırma'nın zor durumda olduğunu anlayıp çabucak geleceğini söylemişti.

Rabia elinde koca bir poşet ile telaş içinde yanına vardığında tiz bir sesle "Ne oldu?" diye sordu. Sırma sadece "Sonra anlatırım." dedi ve giysileri istedi. Rabia olayı bilmediğinden panikle eline gelen ne varsa koca poşete tıkıştırmış ve her giysiden en az iki çeşit koymuştu. Sırma gözlerini devirerek poşeti kurcaladıktan sonra giyinmek için önündeki perdeyi önüne çekti.

Sandığından daha bitkin olduğunu giyinirken fark etti, öyle ki üstündeki dar taytı çıkarırken ıkınıp duruyordu. Sebebini bilmediği bir şekilde bedenindeki güç aniden çekilmişti, ancak bu akla mantığa uymayan bir durumdu. Bir anda ne olup da giyinirken bile sendelediğini bilmiyordu. Burnundan sıkıntılı bir nefes vererek gözlerini ovaladı, belki de ormanda koştururken çok yorulmuştu ve yorgunluk kaslarına birikmişti, şimdi fark ediyor olabilirdi. Giyinmek beklediğinden uzun sürdü, Rabia bile bunu fark edip perdenin arkasından "Her şey yolunda mı?" diye sordu. Sırma dişlerinin arasından istemsiz bir homurtu atıp "Evet." dedi ancak adet problemi olmasa o an Rabia'dan yardım isteyebilirdi. Akrabası olsa bile bacağından sızacak kadar kontrolden çıkmış bir adet sorunu varken ondan yardım isteyemiyordu. Kendi işini görmek zorundaydı.

Giyindikten sonra kendini sedyeye attı, nefes nefeseydi. Üstelik başı dönmeye başlamıştı. Geniş nefesler alıp verirken "Rabia?" diye seslendi. Bir adım atacak hali kalmamıştı. Rabia perdeyi çekip kafasını içeri uzatırken kendini tutmak için ellerini sedyeye bastırıyordu. Rabia o halini görünce kaşlarını çatarak "Ne oldu?" diye sordu.

Sırma başını iki yana sallayıp "Bilmiyorum." dedi. "Beni dışarı çıkar."

"Tamam, tamam!"

Gözlerini uzun aralıklarla yumuyordu, sadece Rabia'nın sedyeye düzensizce saçılmış kıyafetleri topladığını gördü. Giyinirken kirlilerini ondan saklamaya çabalamıştı ancak bir faydası kalmamıştı, bitkinliğine bir de kendini aciz hissetmesi eklendi. Ancak öyle yorgun ve berbat hissediyordu ki o an utanç bile gözüne yapmacık geldi.

Çıkarken Rabia'nın koluna girdi, zor yürüyordu. Önüne bakmak yorucu gelmeye başladı. Başı boynuna ağır geliyordu, çenesi öne eğiliyordu. Rabia endişeli gözlerle "İyi olduğuna emin misin?" diye sordu. Sessizce baş sallayıp onayladı, dışarı çıkarsa kendini daha iyi hissedeceğine emindi.

"Şey... belki bir kere daha doktora görünsen?"

Sırma itiraz anlamında inledi, cevap verecek hali de yoktu.

Çıkış kapısına vardıklarında resmen saatler geçmiş gibi geldi. Müşahade ile çıkış arasında fazla bir mesafe olmadığını biliyordu, ancak o kadar zor yürüyordu ki kısacık yolu abartılı bir sürede aşabilmişti. Rabia haklıydı, Sırma sandığından kötü durumdaydı. Son bir umut, sarıldığı kola sımsıkı tutunup kendine geleceğine inanarak doğrulmaya çalıştı. Rabia'nın endişeyle büzülmüş yüzünün ona baktığını fark etmek mümkündü.

Ensesinden kuyruk sokumuna kadar ani ve felç edici bir soğukluk aktı, bir anda omuzları çöktü, Rabia'ya tutunan kolları iradesi dışında kendini salıp çözüldü ve bedeninin süzüldüğünü fark etti. "Ne oluyor?" diye mırıldandı.

Bacaklarını hissetmiyordu.

Sözler ağzından gerçekten çıkmış mıydı yoksa kendi mi öyle sandı, bilemedi. Bir külçe gibi yere inerken çaresizce Rabia'ya baktı. "Rabia?"

Rabia onu tutmaya çalışarak "Sırma iyi misin?" diye bağırdı. Kollarını Sırma'nın koltukaltlarından geçirip onu tutmaya çalıştı.

"Yardım et..." Dedi. Hareket edemiyordu. Rabia çığlık çığlığa yardım için bağırmaya başladı ve çok geçmeden etrafını beyaz giysili insanlar sardı. Sırma gözleri gören bir ceset gibi insanların onu taşımasını, yüzlerindeki anormal ifadeleri, Rabia'nın endişesini ve kendi çaresizliğini izledi.

Loading...
0%