Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33 | ikinci yüzleşme

@halempa

Yiyemedi, içemedi, konuşamadı. "İyi misin?" Diye soruldu ancak başını sallayabilmekten bile acizdi.

Beyaz bir odada beyaz bir sedyedeydi. Her gün güneşin inip ayın yükselişini, ya da ayın inip güneşin yükselişini izliyordu. Ama bunu yaparken cansız bir yorgandan farksızdı. Bedeni hareket edemiyordu. Başucunda duran parmaklarını her gün görebiliyor ama onları oynatamıyordu; tıpkı bacaklarını ve bedeninin geri kalanını oynatamadığı gibi.

Sırma durağan bir cehennemin içinde gibiydi; taşın bedenine hapsolmuş bir kuş ruhu kadar çaresizdi. Bir ruh kendi bedenine hapsolmaktan ne kadar şikayet edebilirse Sırma o kadar, hatta ondan da öte şikayetçiydi. Kendi çaresini üretmeye uğraşırcasına zihinsel bir çabayla uzuvlarına canlılık üflemeye çalışıyordu ama sanki bir kilit irade göstermesini sağlayan geçişi kapatmıştı.

Neden bu halde olduğuna dair bir sebep bulmaya çalıştıkça içindeki hislerin de küllerini kurcalıyordu. Yaşadığı son iki haftanın hesabını yapıyordu, Deniz'e ve yaşadıklarına uzaktan bakıp ölçme imkanı olmuştu. Artık Deniz'e beslediği hislerin ekstrem bir hevesten başka bir şey olmadığını anlamıştı, onu eskisi kadar sevmediğini kesinlikle söyleyebilirdi. Aşık olduğu gerçeği değişmiyordu, Deniz'den tamamen soğuyacağı bir gün gelecek miydi onu bile bilmiyordu. Ancak eski hislerinin yerinde içi boşalmış hayaller kalmıştı; gördüğü insanlık dışı muameleyle geçen iki haftanın sonunda, Deniz ile tutuşan sonsuz alev dağı çökmüş ve geriye soğuk küller kalmıştı. Şimdi geri dönmek için içinde bir heves kırıntısı dahi kalmamışken sebebi Deniz'de bulamıyordu.

Peki Deniz'den başka neyi kaybetmiş olabilirdi? Neyi kaybetmişti de vücudu tepki veriyordu?

Bir sabah soruya cevap bulmaya gerek kalmadan anormal bir değişimle sedyeden kalktı. Hastaneye yatırılmasının üzerinden neredeyse dört gün geçmişti. Yatmaktan kaskatı olmuş sırtını doğrultup oturduğunda şaşkın gözlerle kendine baktı. En az onu izleyen hemşire kadar sebebi bilmiyordu. Doktor vücudundaki bu radikal değişimin nasıl olduğunu sorduğunda bilmediğini söyledi. Ardı sıra sorular kesilmedi. Tetkikler, göz hapsi ve hastane günleri devam etti.

Rabia bir gün onu yıkarken "Doktor neyin var dedi?" diye sordu. Sırma hastane odasının banyosunda tabureye oturmuş, ayaklarının etrafından akıp giden suyu izliyordu. İçindeki boşluk sudan farksızdı; kendini gidere doğru koşan su kadar anlamsız hissediyordu. Kuru bir sesle "Bir şey söylemiyor. Benim anlatmamı bekliyor." dedi. Rabia olanlardan habersiz saflığıyla "Anlatmanı mı istiyor? Ananenin vefatını mı?" diye sordu.

Sırma gözlerini yumup sessizleşti, en yakınındaki Rabia dahil aslında kimse yaşadıklarını bilmiyordu. Ancak ne yapabilirdi? Bu zamana kadar Kaşif dışında kimseye bir şey anlatmamıştı ve anlatmaya da niyeti yoktu. Bazı gerçekleri sırf kelimelere dökmeye üşendiği için söylemiyordu, bazılarını ise ölene kadar zihninin derinlerine gömmeye and içmişti. Bunları anlatmamışken doktorun balığı andıran şüpheci gözleri ya da Rabia'nın ilgisi onu nasıl iyileştirebilirdi ki? Sırma'nın payına düşen ağırlığı hiçbir şey indirgeyemezdi. "Değişiyor. Halim olduğunu bilse bütün hayatımı anlatmamı bile ister sanırım."

Rabia'nın hmm, sesi banyonun seramik duvarlarında yankılandı, Sırma'nın kolunu kaldırıp çitilerken çalışkan bir tavırla kaşlarını çatmıştı. Yüzüne vuran özeni görünce Sırma içindeki boşluğa rağmen ılık bir sevecenlik hissetti. Rabia'nın bu denli sadık olduğunu görmek hem mahcuplaşmasına hem de içten bir saygı duymasına sebep oluyordu. Kişisel ihtiyaçlarını görmekten aciz birine salt kan bağıyla bağlı bir akrabanın bu denli yardımsever davranması alışıldık bir durum değildi; hele ki Sırma'nın ailesinde.

"Ne olacak peki? Hep böyle mi sürecek?"

Sırma'nın cevabı yine geç oldu, karar vermeye çalıştığından değil de küçük bir harekete bile enerjisini toparlaması gerektiği için beklemek zorunda kalıyordu. "İstediğin zaman gidebilirsin Rabia, bana gereğinden fazla yardım ettin zaten." İnanmadığı o telkini söylemeden önce derin bir nefes almak zorunda kaldı: "Eninde sonunda buradan çıkacağım."

"Anlamakta zorlandığımı ben de biliyorum Sırma ama göründüğü kadar basit bir hastalık geçirmediğini anlayabiliyorum. Seni bu halde bırakırsam gözüm arkada kalır. Bir şekilde... bu günleri atlatırız." Sesindeki tereddüt Rabia'nın kafasındaki soru işaretlerini ve hala ikna olmadığını ifşalıyordu. Sırma'nın bunu açığa vurup Rabia ile tartışacak hali olmadığından onu ikna etmek için gereksiz bir çabaya girmedi.

Rabia'ya teşekkür etmenin bile aciz bir çaba gösterisi olduğunu biliyordu, yapabileceği en iyi şey kendini içinde bulunduğu hayali mezardan kurtarmak olurdu. Yine de belli bir zaman yoktu.

Rabia sessizleşip Sırma'nın saçlarını köpürtmekle ilgilendi ve bu mesele kendiliğinden çözüleceği gün gelene kadar kapanmış oldu. Ancak niyeyse, Sırma'nın içinde peyda olan minik bir merak asla söylemeyeceği bir konuyu açmasını sağladı: tereddütlü bir sesle "Ananemin kullandığı ilaçları da sordu." dedi. Rabia Sırma'nın iyi tanıdığı nostaljik bir gerginlikle kaskatı kesildi, Sırma'nın saçlarını ovalayan parmaklar saç köklerinde takılı kalmış gibi durmuştu. "Ananen ne alaka?" Diye sordu Rabia, gergin sesi fayanslarda belirgin bir tonla yankılanmıştı.

Saçları hararetle ovalanırken bir anda hareketin kesilmesiyle boşluğa toslamış gibi hissetti. Yüzüne akan köpük ve anlık boşluğun etkisiyle gözlerini kırpıştırdı. "Bilmiyorum."

Biliyordu. Rabia dahi tahmin edebiliyorken Sırma'nın bilmemesi aptallık olurdu. Ancak ikisi de anane hakkında konuşmaya çekiniyordu ve bu yüzden ikisi de daha fazla irdelemedi.

Rabia altında tonla anlam taşıyan dertli bir iç çekti ve Sırma'nın saçını ovalamaya devam etti. "Ee ne dedin?"

Sırma omuz silkti. "Hatırlamadığımı söyledim."

"Gerçekten hatırlamıyor musun?"

"Hiçbir zaman ilaçlarıyla ilgilenmedim ki... Kendi hallediyordu..."

Saçını iyice yıkadıktan sonra Sırma içindeki mahcubiyetle ona baktı, kişisel ihtiyacını gidermekten aciz olduğu için neredeyse bütün vücudunu Rabia yıkamıştı, ancak Rabia'nın saçı da en az kendininki kadar yıkanmak istiyordu. "Sen de yıkansana üstün başın ıslandı hep."

Rabia ıslak elinin tersiyle alnını sildi. "Biraz dinleneyim, belki sonra." dedi. Yorgun hali Sırma'yı daha çok mahcup ediyordu; depresyon yüzünden yıkanmanın ferahlığını sürebileceği keyifli bir durumu yoktu, ancak bütün bakımını üstlenen Rabia'ya karşı tepkisiz kalamıyordu. Kendini ona karşı sorumlu hissediyordu, durumu telafi edecek gücü var mı diye bir düşündü. Sonunda bir çözüm bulduğunda çekinceli bir ifadeyle Rabia'ya baktı. "Oturduğum yerden saçını yıkasam?" diye sordu. Rabia'nın şaşkın gözleri anında ona döndü. Gülerek "Nasıl olacak o?" diye sordu.

Sırma "Kendimi biraz iyi hissediyorum, yapabilirim." diye yalan söyledi. İyi hissetmiyordu, kendi bedenini yıkayan Rabia olduğu halde taburede oturmaktan bile yorulmuştu. Ruhu yatağa uzanmak ve sonsuza dek uyumak için yakınıyordu ama yaşadığı zorluğu yüzüne vurmamaya çalıştı. Zoraki bir gülümsemeyle "Hadi hazır ben de varım, iki dakikaya seni de hallederiz." dedi.

Rabia haklı olarak Sırma'yı süzdü, gözleri baştan aşağı Sırma'nın dediği gibi mi olduğunu tartarken ikna olmadığı malumdu. Ancak itiraz etmedi, hatta içten bir hevesle "Çocukken ne kadar keyifli oluyordu değil mi?" dedi. Tişörtünü çıkarıp "Tamam, ben de istiyorum!" dedi. "İnşallah bana dayanırsın."

Sırma buna gülmeden edemedi, Rabia soyunurken onun da içinde küçük bir heves belirdi ve belki kendimden başka bir işle ilgilenirken kendimi bir nebze unuturum, diye düşündü. İçindeki heves öyle hissettiriyordu. Rabia yıkanırken kendi ölçüsünce yardım etmek için çok uğraştı, sandığı gibi kolay olmadı, ama buna şaşırmadı. Yine de dişini sıkıp Rabia'nın hevesini kırmamak için dayandı. Bunu kendi istemişti, zorluğuna katlamalıydı.

Rabia, sırtımı keseleyebilir misin, diye sorduğunda alnındaki abartılı tere rağmen şevkle kabul etti. Sırma içinden, en azından bu kadarını yapabileyim, diyip duruyordu. Rabia ise kendini çoktan kaptırmış, çocukken yaptıkları arsızlıkları anlatıp gülüyordu. Sırma bedeninde çile dışında bir şey hissetmezken, Rabia kolayca anın sıkıntısından izole olup neşelenmişti, Sırma çocukluk arkadaşının bu kadar kolay bir hayat sürmesine imrenmeden edememişti. Rabia yaşamın kendisi gibi akıp gidiyordu, ona bakarken özenmemek mümkün değildi; ancak Sırma tek bir noktada durmuş seğirtmekten başka hiçbir şey yapamıyordu.

Aslında birkaç gün önce kendi de böyleydi; tek bir duygunun ağırlığıyla yaşamıyor, dertleri çabuk unutuyordu. Şimdi fark ediyordu da, onca yılın ardından ilk defa Deniz sayesinde normal hissedebilmişti. Ama onu da bıraktıktan sonra Sırma eskisinden bile beter bir hale düşmüştü. Deniz kısacık bir süreliğine iyi hissetmesini sağlamıştı evet, ama belki de şimdi onun yüzünden hiç olmadığı kadar beter bir durumdaydı.

Rabia bir an susup ona baktı ve "İyi misin?" diye sordu. Enerjik olabilirdi ancak Rabia patavatsız değildi, her an Sırma'nın bayılmasından korkup onu kontrol ediyordu.

"İyiyim." Dedi Sırma, ne olursa olsun yalan söyleme kabiliyeti hala sapasağlamdı. Yarım yamalak bir güçle Rabia'nın sırtını keselerken geriye kalan kısıtlı gücü de tükenmişti, ancak bunu belli etmemişti.

Rabia, Sırma'nın alnındaki tere kaşlarını çatarak baktı, "Soluk duruyorsun." dedi.

"Merak etme keyfe göre bayılmam." Açıkçası o anlık geçiştirmek için söylemişti ancak acilde uzuvlarının döküldüğünü sanarak yere yığıldığı günü anımsayınca kendiyle tezat düştüğünü fark etti. Sırma yine yalan söylemiş olsa da aniden bayılmak tam da yaşadığı depresyona özgü bir fenalıktı.

Rabia elindeki keseye uzanıp "Bu kadarı bana yeter." dedi ve ayağa kalktı. Bedenindeki sular süratle zemine akmaya başlamıştı.

Sırma gözlerini yumup uzun bir nefes verdi. Yorgunluğunu daha fazla saklamaya çalışarak kendini yıprattığını Rabia da anlıyordu, bir kez daha onun ince ruhluluğu karşısında kendini aciz hissetti. Ancak elinden gelenin fazlasını istese de yapamazdı, daha fazla direnecek gücü kalmamıştı.

Sonrasında üzerine bornoz atacak fırsatı olmadı, Rabia'yı beklerken kendi bedeninin ağırlığına katlanamaz hale gelmişti ve banyodan çıkarken Rabia onu sürüklemek zorunda kalmıştı. Rabia bir kolunun altına girip onu yarım yamalak telkinler, içi boş cesaret laflarıyla yürütmeye çabalarken, Sırma'nın yürüme yetisinden millerce uzaklaşmış asalak ayakları cansız birer yaprak gibi peşinden sürünmüştü. Günleri işte bu şekilde geçiyordu, Sırma her ihtiyacında Rabia'ya muhtaçtı. Sırma ölüm fikrinden nefret eden bir zombi gibiydi ama Rabia'ya yük oldukça ölümü daha insancıl bir çözüm olarak görmeye başlamıştı. Böylesine aciz bir durumda olmak insana ölümü bile makul göstertirdi. Öte yandan Sırma'nın önünde yaşamak için tutunabileceği bir amaç da yoktu, günleri sıralı birer eziyetti ve bundan sebep ölümü daha çok düşünür olmuştu.

Bazen oturacak gücü olduğunda yatak ucundaki pencereden görebildiği kadarıyla eski hayatının geçtiği dünyayı izliyor ve aslında yaşadığı şeyin hayat bile olmadığını düşünüyordu. Bu yaşadıkları ölülere özgü şeyler olmalıydı. Belki de bundan sebep yorgun ama öfkeli, soğuk ve yıpranmış hissediyordu.

Bir sabah Rabia evden aldığı yeni kıyafetlerle hastaneye dönmüş, Sırma'nın yattığı odaya gidiyordu. Odanın önünde garip bir telaş vardı. Aniden içine tanıdık, eski bir kurt düştü ve kalbi delirmişçesine atmaya başladı. Koşar adım kapıdaki bir hemşireye varıp ne olduğunu sordu, içeriye bakıp kendi öğrenebilirdi ama eski bir korku ister istemez temkinli davranmasına sebep oldu. Hemşire bir o kadar kafası karışık bir yüzle Sırma'nın kimseden habersiz dışarı çıktığını söyledi.

Rabia'yı korkudan çıldırtacak o ihtimal bir anda suratına vurulmuştu. Elindeki poşetler hastane zeminine düşerken zihni uğulduyordu.

Deniz o gün bir karar alacaktı. İşten planlı bir çıkış ayarlamak için müdürün odasına gitmişti ancak sonra beklenmedik bir zam teklifi almıştı. Öğleden sonra izin alıp alamayacağını sormuştu, patronun sırf fikrine olumlu bir etkisi olsun diye hayır diyemeyeceğini bildiğinden bu fırsatı kullanmak istemişti. Açıkçası Deniz'e kalsa çalışmak, aylarca içinde durmasına rağmen bir türlü alışamadığı o evde aylaklık etmekten daha iyi olurdu, ama bu sefer kafası karışıktı. Enine boyuna düşünebilmek için boş vakte ihtiyacı vardı. Sonunda iyi para biriktirebileceği bir fırsat doğmuştu, ama bu sefer de Deniz Düzce'de kalmak istemiyordu.

Oflayarak evin kapısını açarken gözü bir an sokağa takıldı, günlerdir hava mevsimin gereğine uyup soğuyordu, kapı önlerinde boşboğazlık yapmayı seven yaşlı kadınlar öğlen güneşini fırsat bilip dışarı dökülmüşlerdi ve sokakta sakin bir gürültü vardı. Her şey gayet rutin, normal ve sıkıcıydı.

Kollarını göğsüne bağlamış halde çene çalan Raziye ile göz göze gelince duraksadı. Raziye, Deniz'i gördüğü an yüzünü ekşitip başka tarafa çevirdi ve sinirle bir şeyler söyledi. Deniz'e saydığını anlamak zor değildi. Sırma eve bir daha dönmedikten, daha doğrusu gittikten sonra Raziye yağlı kirasını kaybetmenin suçunu Deniz'e yüklemiş olsa gerek onunla konuşmuyordu.

Deniz eve girerken bir kez daha sıkıntılı bir of çekip lekeli duvarlara baktı. Belki üstümü değişip dışarı çıkarım fikriyle gelmişti ancak öğlen ortası aylaklık edebileceği doğru dürüst bir mekan yoktu. Arkadaşı yoktu, kafa dengi saydığı kalitedeki tanıdıkları da şu an Deniz'in aksine bankada mesaiye devam ediyordu. Leman İstanbul'a dönmüştü ve Deniz iş dışında yapabileceği hiçbir şeyi kalmayan rezil bir hayatın içinde savrulup gidiyordu. Birkaç hafta önceki gibi.

Üstündeki iş kokusu sinmiş kırışık gömleği ve pantolonu atıp gündelik bolca bir tişört ve şort giydi, buzdolabından soğuk bir bira aldı. Mutfaktan çıkarken gözü çaprazındaki küçük odaya takıldı, niyeyse bakmak için durdu. Normalde orada ne olduğu zerre ilgisini çekmezdi, ancak yapacak hiçbir şeyinin olmaması merakına bahane olmuştu, biradan bir yudum alıp küçük odaya yöneldi.

Sırma'nın gidişinden bu yana küçük odanın kapısı aralıktı, hafifçe itince kapı tüy gibi geriye aktı ve dağınık oda karşısında belirdi.

Zihni gibi boş bakışlarını odada gezdirdi. Çarşafsız bir yer yatağı ve üstünden sarkan havalı bir yorgan yerde duruyordu, iki çanta fermuarları açık ve içlerinden alel acele çekiştirilmiş haldeki kıyafetlerle odanın bir köşesindeydi. Gözüne, Sırma'nın eve girdiği günden hatırladığı geniş çanta takıldı; içinde acayip renklere sahip ne olduğu belirsiz kumaşlar parlıyordu. Parıldayan canlı renkler Deniz'in ilgisini kendilerine çekmişti, kendini elinde bira kutusu ve ne idü belirsiz serseri haliyle çantanın yanına çömelirken buldu. Çantaya eğilip sıkış tıkış giysilere göz gezdirdi ve parlak kumaşlardan birini çekti. Kısacık, dantelli bir gecelik önünde belirince kaskatı kesildi.

"Oha." Laf ağzından zoraki bir nefes gibi çıkmıştı. Birayı yere koyup çantadaki diğer parlak kumaşları çıkarmaya başladı. Yeşil, mor, mavi... Oturup bağdaş kurdu ve önüne serdiği kan rengi saten geceliği şaşkınlıkla izledi.

Derin bir iç çekip başını geriye attı, gözlerini tavana dikti. Yıllar içinde yıpranmış, bir de üstüne güvelenmiş tavanın ahşap direklerine bakarken kaşları büzülmüştü, yüzünde meğerse her şey ortadaymış der gibi bir ifade vardı.

Sırma'nın kayboluşu sessiz bir panik eşliğinde sürüp giderken Sırma o günün öğle vakti malum sokağın önünde belirmişti. Sarhoş gibi yalpalayarak Deniz'in evine giderken onu sadece birkaç kadın görmüştü. Yüzü mezar taşını andıracak kadar soluktu, boyayla kalınlaşmış sarı saçları gür bir süpürge demeti gibi omuzlarından aşağı dökülüyordu ve bu hali onu gören kadınların ürkmesine sebep olmuştu. Savsak adımlarla evin kapısına gitmiş, anahtarı kapıya sokup içeri girmişti.

Deniz, demir kapının açılma sesini duyunca kaşlarını çattı. Yere serilmiş gecelikleri alel acele toplayıp Sırma'nın çantasına tıktı ve odadan çıktı. Evine kimin girdiğini bilmiyordu, aklına az önce sokakta gördüğü Raziye teyze geldi. Bir ihtimal Deniz ile konuşmak için gelmiş olmalıydı. Ancak ne sebepten olursa olsun Deniz bu densiz tavırdan hoşlanmamış ve sinirlenmişti; ev sahibi olsa da Raziye'nin bile ondan habersizce evine girip çıkmasını istemiyordu. Zaten Sırma yüzünden bu konuda iyice hassas olmuştu.

O odadan çıkarken davetsiz misafir çoktan salona girmişti. Deniz, Sırma'yı gördüğü an ayakları beton kesildi. Boynunun ısınmaya başladığını hissederken "Sen..." diye mırıldandı. Ama devamını getiremedi, dili gibi zihini de tutulmuştu çünkü.

Çok cılızdı, cildi günlerce aç, susuz kalmış gibi kupkuru ve kirece batırılmış gibiydi; eski pembemsi tenine bir haller olmuştu. Göz altları çökmüş, dudakları çatlamıştı. Saçları mağaradan kopup gelmiş bir kurdun postu gibi darmadağındı. Üstü başı özensizdi. Sanki bir krizden fırlamış gibiydi. Tüm bu yabaniliği karakterine de bulaşmış olsa gerek çilli yeşil gözlerinde insanı karın ortasına düşmüş gibi hissettiren bir soğukluk vardı. Önceden Deniz o gözleri her gördüğünde Sırma'nın uysal numarası yapan sinsi bir psikopat olduğunu düşünürdü ancak şu an önünde tahminini aşan biri vardı.

Deniz'in yüz kızartıcı yaramazlığı, ortamdaki sessizliğe yoğunluk katmıştı. Sırma da şaşkınlığını buruk kaşlarıyla belli ediyordu, dudakları hafifçe aralanmış ve ne olduğunu anlamaya çalışan bir ifadeyle Deniz'e bakıyordu. Kirli yosun rengi gözleri küçük oda ile Deniz arasında gidip gelince Deniz artık kaçışın imkansız olduğunu anladı. Beyni çoktan durmuştu, o an Sırma'nın odasından neden çıktığına dair bir bahane üretmesi lazımdı ama yapamıyordu. Öte yandan bir anlamı var mı ki diye düşünüyordu, sonuçta arkasındaki odada Sırma'nın çantası kurcalanmış vaziyette duruyordu ve bir bakışta neler olduğunu anlamak kolay olacaktı. Deniz, sapık durumuna düşeceğini asla beklemezdi, ancak Sırma çantasını gördüğü an olacak olan buydu.

"Odamda ne yapıyorsun?" Diye sordu Sırma. Kulağa klişe gelecek düzeyde ana uygun soruyu duyduğu an Deniz'in boynundaki ateş kulaklarına sıçradı.

Aklına gelen ilk saçmalığa sarılmaktan başka çaresi kalmadı, anlık bir yalan uydurdu ve "Raziye teyze..." diye geveledi. Ancak yalanı bir anda kurmak kolay olmadı. Zan altındayken yalan üretmeye çalışmanın bu denli zor olduğunu hiç düşünmezdi. Oflayarak elini saçına daldırdı. Bu arada Sırma'nın şüpheyle kısılmış gözleri her hareketinde onu takip ediyordu. Tahmin edileceği üzere olayı çoktan anlamıştı ve küçük yeşil gözleri bir halt yedin, diyordu.

Gergin dudaklarının arasından ıslık sesini andıran bir iç çekti ve "Raziye teyze kafasına göre senin odana giriyor sandım ben..." dedi ve çok geçmeden bayat yalanına kendi de ikna olmayarak toparlayıcı başka bir bahane bulmaya çalıştı. "Ee,"

"Neyse, umurumda değil." Sırma, dağınık saçlarını havada dalgalandıran bir hızla yanından geçip odaya girdi ve yerdeki eşyalarını toplamaya başladı. Deniz şaşkındı, çantayı karıştırdığı apaçık ortada olmasına rağmen Sırma'nın bunu umursamamasına hayret etti. Onun çirkef yapacağını sanıyordu, geçmişte öfke haznesini dolduracak kadar kavga ettikten sonra Sırma'nın eline intikam için güzel bir koz geçtiğini ve bu fırsatı kesinlikle kullanacağını sanmıştı. Ama Sırma'nın dağınıklığı ve çantadan dışarı çıkarılmış kıyafetleri hiç umursamadan toplamaya koyulduğunu gördü.

Sessizce oradan çekilip odasına gitmenin daha sağlıklı olacağına karar verdi. Sırma nasıl olsa kalan eşyalarını da aldıktan sonra bir daha buraya dönmeyecek ve Deniz'in az önceki utancını hatırlaması gerekmeyecekti. Sırma bir yabancı gibi hayatından sessizce çıkıp gidecekti, artık düşüncelerle kendini yormasına gerek yoktu. En iyisi buydu.

Her şey eskisi gibi olacaktı... Dalıp gittiğini fark edince sinirle kaşlarını çattı ve oradan ayrıldı.

O an havayı yırtan dehşet verici bir gümleme sesi yükseldi.

Deniz olduğu yerde sıçrayarak pencere tarafına bakarken küçük odadan Sırma'nın çığlık attığını duydu. Onun da tıpkı Deniz gibi yüreği ağzına gelmiş olmalıydı.

Pencere tarafa koştu. Daha pervazdan başını uzatıp bakmaya kalmadan havayı kırbaç gibi şaklatan bir gürültü daha koptu. Ses öyle yüksek ve keskindi ki Deniz kulaklarının patlayacağı korkusuyla dişlerini birbirine geçirmişti. Sokağın ortasında, görülmedik büyüklükte simsiyah bir davul vardı; kavruk tenli, saçı başı dağınık, garabet tipli bir adam davulu yolun ortasında yuvarlıyor, bir yandan da balyoz gibi bir tokmakla vuruyordu. Garabet herif davula bir daha vurup o dehşet sesi çıkarınca Deniz, sesin hiç şüphesiz ondan geldiğini anladı. Yumruklarını pervaza geçirerek pencereden dışarı sarktı ve adama seslendi. Ancak adam duymadı, davula vurmaya devam ederken yüzünde dünyanın en müthiş orgazmını yaşıyormuş gibi bir ifade vardı. Korkunç ses Deniz'in ayaklarının altındaki yaşlı döşemeleri bile inletiyordu. Deniz iyice öfkelenerek "Hey! Duymuyor musun?" diye bağırdı. Sonra garabet herifin kulaklarındaki mantar tıkaçları fark etti ve "Şerefsiz, kulaklarını tıkamış!" diye hırladı.

"Neler oluyor?"

Sırma acı bir yüz ifadesiyle kulaklarını kapatmış halde yanına geldi. Deniz açıklama yapacaktı ki uzaktan farklı bir ses yükselmeye başladı. Meydan yolunda bir çalgı grubu belirdi, her biri çeşit çeşit enstruman taşıyan yanık tenli insanlar dar sokağa giriyordu. Deniz onları görünce şaşkınlıktan dalgınlaşıtı ve "Bilmiyorum." diye mırıldandı. Sırma, yanındaki boşluktan sıyrılarak pervaza dayandı ve dışarı baktı, şimdi ise işkenceci davul sesinin aksine kulakları duyduğuna hayran bırakan bir melodi yükseliyordu. Deniz kısa bir an Sırma'ya kaçamak bir bakış attı, odadan çıktıktan sonra Sırma'nın yüzünde nasıl bir ifade olduğunu merak etmişti. Ancak Sırma o bakışı fark etmiş gibi birden yanından çekildi ve başka bir pencereye gitti. Deniz daha net görmek istemiş olabilir diye düşünüp çalgıcıları izlemeye döndü. Üzerinde hala garip hissetmesine sebep olan bir utanç vardı.

Sokaktaki herkes pencerelere, balkonlara çıkmıştı. Sesi duyup da tepkisiz kalmak mümkün değildi; Deniz böylesi güzel bir melodiyi ünlü müzisyenlerden bile dinlememişti. Çalgıcılar hakikaten yoktan şaheserler üretiyordu.

Sırma bir elini yanağına yaslamış halde "Çok güzel." diye mırıldandı. Hayranlığı sesine yansıyordu ve bir anlığına onun sesi de melodi kadar zarif çıkmıştı.

Deniz gözlerini kısıp az önceki garabet davulcunun nereye kaybolduğunu bulmaya çalıştı. "Şu davulcu nereye kayboldu?" Diye mırıldandı. Ancak sorusunu sadece kendi duydu. Müzik bütün sokağı etkisi altına almıştı, Sırma da ilgisini tamamen müziğe vermişti. Hatta kendini öyle bir kaptırmıştı ki hastalıklı cildine bile renk gelmişti, sanki bir anda güzelleşmişti. Aslında, itiraf etmek Deniz'in kindar yapısına zor gelse de Sırma'nın en çirkin haliyle bile güzel bir kadın olduğunu biliyordu. Ancak bu güzel kadın başına o kadar çok sıkıntı açmıştı ki Deniz'in onun güzelliğiyle ilgilenecek iştahı kalmamıştı.

Yine de gerçek ortadaydı. Günlerdir kendiyle ilgilenemediği halinden belli olsa da Sırma bu haliyle bile Deniz'in tanıdığı bütün kadınlardan daha güzeldi.

Garabet davulcu ve traktör tekerine benzeyen davulu yer yarılmış da içine düşmüş gibi ortadan kaybolmuştu, komşular yeni müziğe alkışlar eşliğinde uyum sağlamıştı, Sırma bile ağzı kulaklarına vararak hafif hafif kıpırdanıyordu. Çalgıcılar, sanatlarının onay aldığını görünce sokağın ortasını mesken edinmişti ve aralarındaki yaldızlı, garip kostümlü kadınlar dans etmeye başlamıştı. Bu durum sokağı daha da coşturmuştu, alkışlar koparken ıslıklar çalıyordu. Deniz olanları şaşkınlıkla izliyordu; o hariç sokaktaki herkes anın coşkusuna kapılmıştı, ancak bir anormallik olduğunu düşünen tek kişi Deniz'di. Sokağa taşındığı günden bu yana bir kez olsun gürültülü bir olay görmemişti, hatta bazen bu kadar sessiz bir sokağa taşındığı için kendine kızardı. Buradayken ne bir kavga ne de bir yüksek sese rastlamıştı, üstelik insanlar sakinliğe öylesine alışıktı ki Sırma ile ettiği kavgalardan sebep daha sonraları Deniz'in yadırgar bakışlara maruz kalmışlığı bile vardı. Şimdi ise dışarısı dans eden yaşlı insanlarla doluydu. Bundan daha büyük bir saçmalık olamaz, diye hayretle izliyordu. İnsanların kudurmaları giderek absürt bir hal alıyordu ve Deniz artık onlar adına utanç duymaya başlamıştı.

Daha fazla izleyemeyeceğine kanaat getirip odasına gitti. Bu yaygara bitince Sırma'nın da evinden gitmesini umuyordu. Üstünü değişirken istemeden Sırma'nın çantasında görmüş oldukları aklına geldi; boşver diyip es geçiyordu ama gördüğü şeyler zihnini sandığından daha çok kurcalıyordu.

Başkalarının düşüncelerine kafa yormak Deniz'i herhangi bir kimseden daha çok yorar ve soğuturdu; bir kez daha Sırma'nın asıl niyetini sorgulamanın boşuna olduğuna karar verdi ve gördüklerini zihninden süpürdü. Aralarındaki platonik mevzuyu açamdan kapamak en doğrusu olurdu. Sırma gidecekti, ayrıca şu saatten sonra ona her şeyi bildiğini söylese yine Sırma'nın inkarlarını ve yalanlarını dinlerdi. Defalarca kez bunları yaşadıklarına göre bir daha uğraşmanın ne anlamı vardı?

Çalgılı ve alkışlı gürültü arasında bir çığlık sesi yükseldi. Deniz bu sefer ne oluyor dercesine homurdanarak ceketini kaptı ve odadan çıktı. Az önce çalgıcıları izlerken bıraktığı Sırma'yı pencereden aşağı sarkmış halde görünce gözleri fal taşı gibi gerildi. Sırma neredeyse pervazdan aşağı inmek üzereydi. "Delirdin mi sen!" diye bağırdı ve elindeki ceketi fırlatıp ona koştu.

"Deniz yardım et!"

"Dertsizlik başına mı vurdu manyak kadın! Niye aşağı sarkıyorsun?" Sırma'nın belini kavrayıp kendine doğru çekti. Sırma daha yüksek bir çığlık atınca "Ne var!" diye tersledi.

"Saçımı çekiyorlar!"

"Ne?" Bir anlık dalga geçtiğini sandı; Sırma'ydı bu, neden olmasın ki? Ancak kadının omzunun üstünden aşağı bakınca ne olduğunu anladı ve yanaklarını şişirerek kahkaha attı. Gördüğünü kırk yıl düşünse zihninde hayal edemezdi: kavruk tenleri ve absürt kıyafetleriyle aşağıdaki gruptan oldukları belli birkaç adam, Sırma'nın saçına takılmış renkli bir kurdeleyi çekiyordu, Sırma da canının acısından öne eğilmek dışında bir şey yapamaz haldeydi. O kurdelenin nereden geldiğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu ama, Sırma'nın şansına saçları bu gün deli gibi dağınıktı ve işi çok zordu. Deniz onu çekmeyi bıraktı ve saçına takılmış küçük oku çıkarmaya çalıştı. Bu sırada gülmeye devam ettiğinin farkında değildi.

Dar çerçeveli pencerede Sırma öne eğik dururken saçına uzanmak ve oku çıkarmak zor oldu, sonunda ıslık okuna benzeyen minik çubuğu çıkarmayı başardığında Sırma'yı hemen geriye çekti ve ikisi de içeri girdikleri an birbirlerinden uzaklaştı. Sırma rahatça bir iç çekerek saçlarını düzeltti.

"Geçmiş olsun."

Sırma acıyan saç köklerini ovalarken huysuz bir sesle "Dalga geçiyorsun değil mi?" dedi. Oflayıp önüne düşen saçları düzeltmeye çalıştı, hali perişandı ama garip bir şekilde yine de güzel gözüküyordu.

"Sen de belaya bulaşmak konusunda bu kadar başarılı olma."

Sırma ayıklamaya çalıştığı saçların arasından sinirli bir bakış attı. "Ben bunu nasıl yapmış olabilirim Allah aşkına? Dışarıdaki deli adamlar bir anda ıslık çalıp üzerime ok attı!" diye bağırdı. Deniz sırıtmayı kesti ve "Nasıl yani?" dedi.

Bir anda ıslık sesleri yoğunlaştı, o kadar ki müzik bile duyulmaz oldu. Sırma hemen pencereden birkaç adım geriledi ve "Al işte yine yapıyorlar!" dedi. Deniz bu tepkiden iyi bir koku almadı, kaşlarını çatıp pencereden uzakça dışarı baktı ve Sırma'nın haklı olduğunu gördü. Onlarca erkek Deniz'in olduğu pencereye bakarak ıslıklar atıyor, alkış çalıyordu. Aralarından biri yukarıya doğru ok nişan alınca Deniz hemen geriye çekildi ve minik bir ok yanından kayarak tavana uçtu. Deniz yere seken oku inanamayan gözlerle seyrederken "Rahatsız mı lan bunlar?" dedi.

Sırma'nın yüzünde endişe vardı, alt dudağını emerek başını iki yana sallıyordu. "Ben de bilmiyorum." Temkinli bir tavırla pencereye yaklaştığında tezahüratlar yükseldi. Erkekler duvarları inletircesine bir hiddetle "Sarışın!" diye bağırmaya başladı.

Deniz ve Sırma aynı şaşkın gözlerle birbirlerine baktılar. Deniz "Galiba o sensin." dedi.

"Bu insanlar hasta! Durduk yere ne oldu da bana sardılar şimdi?" Sırma'nın yüzünde gerçek bir çaresizlik vardı; ara sıra samimi tarafını ortaya çıkarması Deniz'in garibine gidip tam da bu küçük anlarda zihninde geriye attığı soruyu diriltiyordu. Ancak bereket olsun, Deniz katır kadar inatçı ve dışa kapalı biriydi, böyle bir şeyi istese de huyu merakını bastırır ve soramazdı. Kısa zihin çalkantısından kendini koparıp silkelendi, telefonunu almak için ceketini aradı.

Sırma'nın meraklı gözleri ona çevrildi. "Ne yapıyorsun?"

"Kendinin ne yapacağını bilmediğinden bana mı soruyorsun?" diye sordu. Doğru tahmin yürüttüğünü biliyordu çünkü Sırma cidden endişeliydi, ne yapacağını bilmediğinden ileri geri mekik dokuyordu. Sırma, "Çingene onlar, ne yapacakları belli olmaz." dedi.

Deniz onaylayan bir ses çıkararak "Doğru ya, şimdi jeton düştü." dedi. "Bu kadar saçmalık yeter, polisi çağırıyorum."

Polis gelene kadar evi beklemek zorunda kaldı. Bir süre ne yapacaklarını bilmez halde Sırma ile birlikte salonda durmuşlardı ama sonra Sırma küçük odaya çekilmişti. Ormanda olanlardan sonra Deniz onun tepki koyduğunu anlıyordu. Kanepeye oturmuş bomboş bakışlarla küçük odanın kapısını izlerken Sırma'nın da muhtemelen yer yatağında oturup beklediğini düşündü.

Hastanede onu son gördüğü günden bu yana Sırma tamamen değişmişti, çok farklı davranıyordu ve Deniz'e karşı tavırları buz gibiydi. Ne düşündüğünü anlamak artık eskisinden de zordu, ancak bunu neden umursuyordu ki? İstediği üzere Sırma ondan uzak duruyordu işte, memnun olmalıydı. Ama kökü kurumaz arsız merakı onu rahatsız ediyordu, Sırma'nın başına ne gelip de böylesine radikal bir değişim geçirdiğini merak ediyordu.

Polis sireni sokak başında duyulunca, evin önündeki eğlenceli gürültüden homurtular yükseldi. Çalgıcılar durduk yere çığlıklar atıp kaçışmaya başladı, Deniz de pencereden onları izledi. Başına ağrı sokan ayarsızların kaçışmasını izlerken oldukça keyiflenmişti. Çalgıcıların çoğu sokaktan kaçtıktan sonra "Sırma, artık çıkabilirsin manyaklar kaçıyor." diye seslendi.

Sırma iki şişko çantayı peşinde sürükleyerek odadan çıktı. Asık suratını kısa bir an pencereye çevirip ona baktı ve "O erkekler gitti mi?" diye sordu.

"Önce onlar kaçtı zaten."

Sırma küçük odaya manidar bir bakış atıp sustu ve pencerelere ilerledi. Düşünceli bir hali vardı, aklından yine bir şey geçiyordu. Durduk yere gözlerini bir noktaya doğru kıstı ve "Hanımefendi bakar mısın?" diye bağırdı. Deniz ne yapmaya çalıştığını yine şaşkınlıkla izliyordu.

Dağılan çalgıcılar arasından turuncu saçlı bir kadın afallayarak yukarı baktı, sokakta kendine bağırıldığını hemen anlayıp gözlerini baykuş gibi yukarıya çevirmişti.

Sırma, "İkinci el eşya alır mısın?" diye seslendi. Kızıl saçlı kadın hafifçe surat astı ve "Neyi ne kadar?" diye garip bir soru sordu. Denizden istemsiz bir homurtu çıktı, daha o anda kadının baş derdi bir tip olduğunu anlamıştı.

Sırma karşılaştığı soğuk tavıra aldırmadı. "Bir yatağım var, üstündeki yastık yorganla beraber hepsini alabilirsin." Turuncu saçlı kadın tek kaşını kaldırıp devamını bekleyince "Para istemiyorum." dedi.

Deniz şaşkınlıkla "Ne?" diye bağırdı. "Delirdin mi kızım? Niye eşyalarını dağıtıyorsun, pazarlık yapsana!"

Sırma gergin bir sesle "Karışma sen." dedi. Cidden Deniz ile muhattap olurken tavrı ketumlaşıyordu.

Turuncu saçlı kadın kulaklarına varan aymaz bir gülümsemeyle "Bak öyle olur!" dedi ve hemen yakınındaki bir adama dönüp "Yanıma gel, alışveriş yapacağız!" diye bağırdı. Sırma o sıra çantalarını yüklenerek merdivene gidiyordu, Deniz ona yetişip kolundan yakaladı. "Dur bir dakika, ne yapıyorsun sen?"

Haddi olmayan bir mesele olduğunu kendi de biliyordu, ancak aptalca olduğunu bilse de Sırma'nın kendini hor kullandırması sinirini bozmuştu. Bu kadın sürekli kendini harcıyordu; aklından ne geçiyor, hisleri yüzünden mi saçmalayıp duruyordu bilmiyordu ama Sırma sürekli kendinden bir şeyler koparıp başkalarının aşırı faydalanmasına sebep oluyordu. Deniz bunu kendi görüp tecrübe etmişti. Ancak böyle durumlarda suçlunun karşı tarafa orantısız fırsat veren kişi olduğuna inanırdı. "Ne diye o insanlara eşyalarını veriyorsun? Az önce seni aşağı düşüreceklerdi, unuttun mu?"

Sırma kolunu tutan ele baktı ve üst dudağını buruşturdu. "Seni ilgilendirmez." Sesinde öfke ve başka bir giz vardı ama Deniz açıklayamıyordu. Sırma kolunu çekip gitmeye niyetlendi ama Deniz'in eli onu durdurdu.

"Çek elini!"

"Sırma," dedi Deniz, sesi yün yumağına benzeyen gürültünün arasında beyaz bir tel kadar belirgin çıkmıştı. Sırma kolunu çekiştirmeyi bırakıp ona baktı, gözleri şimdi boşluğa düşmüş gibiydi ama sebebi sadece şaşkınlıktı.

"Niye yaptın?"

Sırma kaşlarını çatıp "Of, sana ne bundan!" diye bağırdı. "Benim eşyalarım, istediğime veririm tamam mı?"

"Neden?" Dedi Deniz, kendini bile şaşırtacak kadar durağandı o an. Belki de kendinden beklemediği o soruyu soracağı için. "Neden benim yanıma taşındın?"

Elinin altındaki tenin bir anda renk attığını söyleyebilirdi, hatta sanki bir nebze de soğumuştu, sanki Sırma'nın teni ürpermişti. Yüzündeki öfke, sabırsızlık ve bundan bir saniye öncesine kadar orada bulunan bütün duygular bir anda savrulmuştu, Sırma kaskatı kesilmişti.

Bu Deniz'in beklediği bir tepkiydi. Sırma'nın kolay kolay cevap vermeyeceğini biliyordu, o yüzden Sırma kendini toparlayana ya da konuşmaya karar verene kadar kolunu bırakmamaya kararlıydı. Geçmiş sayfaları açmayı Sırma'dan çok kendi istememiyordu ama bir anlık hevesle olanlar olmuştu, şimdi bir cevap almadan Sırma'yı elinden kaçıramazdı.

"Seninle bir yalan oyunu oynadığımızı biliyordum." Sırma gözlerini ağırca kırpıştırdıktan sonra bunu söylemişti, sanki dilinden akacak kelimeleri tane tane seçer gibi oldukça temkinliydi. Ama bunun dışında yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. Şok dalgası geçtikten sonra Sırma kendini okunmaya kapatmıştı.

"Hem de ilk günden hisetmiştim bunu... Ama insan kendini kandırarak nefes alır, hayat böyle işte. Ben hayallerimin, umutlarımın yalan olduğuna inanmadım, sen de kafanda kurduğun o bir ton ihtimalin yalan olduğuna. İkimiz de kendi yalanlarımızda zehirlendik. Aciz bir durum yaşadık işte. Hepsi bu."

Deniz kafa karışıklığıyla kaşlarını çattı. Sırma' nın dediklerinden hiçbir şey anlamamıştı. "Sırma sana basit bir soru sordum. Neden? Neden bu evde kalmaya inat ettin?"

Sırma ona acınası bir bakış attı ve kolunu çekti, o anki dalgınlığında Deniz'in eli cansız bir uzuv gibi yanına düştü.

"Artık hiçbir önemi yok. Bilsen de bilmesen de hiçbir şey ifade etmeyecek."

"Anlamsızlığa vurmayı kes artık, sadece sebebi söyle."

"Hayır." Dedi Sırma. Sesi rüzgardan bir bıçak olup havayı kesmişti, tonu cevap kadar keskindi. Ama o ses duvarlara sinmek üzere ilerlemeye başladığında çoktan cansızlığını belli etti. "Anlamayacağını bildiğim bir şeyi söylemek istemiyorum."

"Anlayamam öyle mi?" Diyerek gözlerini kıstı Deniz. "Eğer anlamamı istesen gerçeği söylersin olur biter. Ama yine evirip çeviriyorsun. Besbelli cevaptan kaçıyorsun."

"İstediğine inan." Diyerek merdivenlere gitti Sırma.

"Sırma!"

Aşağıdaki kapı gümbürdemeye başlayınca gergin sinirlerinin üstüne buz atılmış gibi hissetti. Dışarıdan o kadının sinir bozucu sesi geliyordu, adeta alacaklı gibi kapıyı yumrukluyordu.

Oflayarak Sırma'nın peşinden gitti, bunun olacağını biliyordun diyerek kendini azarlayası vardı. Sırma yine yapacağını yapmış, her zamanki gibi gerçekten kaçmıştı. En başında olduğu gibi nehri akışına bırakması lazımdı.

Sırma sahanlığa varıp demir kapıyı açınca beş kişi içeri daldı, Deniz bir anda evine yığılan ne idü belirsiz adamları görünce sinirine hakim olamadı ve "Hop!" diye bağırdı. Sesi resmen duvarları inletmişti. "Dingonun ahırı değil burası, hepiniz giremezsiniz!"

Turuncu saçlı kadın en önde duruyordu, yüzünde yine asap bozan o geniş gülümseme vardı. Kulak tırmalayan garip bir şiveyle "E bize yatak var dendi, iki kişiyle taşıyamayız ya!" dedi.

Deniz, kadının arkasındaki insanlara kısa bir bakış attı ve gözleri hemen kısıldı. Ok atan manyakları göz göze geldikleri an tanıdı, onlar da Deniz ile bakışınca pis pis sırıtmaya başladı. Deniz, Sırma'yı kolundan çekip arkasına aldı. "Şu arkadaki üçlü kesinlikle giremez." Arkasındaki Sırma'yı işaret ederek "Yatak onun ama ev benim." dedi.

Tavrının o an ne kadar gerekli olduğu sorgulanırdı ancak, üçlü haydutu görünce Sırma da fikrini doğru bulmuş olmalıydı. İtiraz edecek bir harekette bulunmadı. Aksine usulca Deniz'in gölgesine sinip yüzünü omuzlarına çekti. Deniz bir kez daha onun eski Sırma olmadığını görmüş oldu; eski Sırma olsa muhtemelen o adamlardan sinirini çıkaracak bir yol arardı.

"İki kişi yatağı bu merdivenden nasıl indirsin!"

Deniz, kadının sitemine aldırmadı. "Benim sorunum değil. Aranızda anlaşın, kim çıkarsa yatağı alıp gitsin. O kadar."

Kadın kollarını göğsünde bağlayıp balon balığı gibi şişindi, adamlarla kısa bir göz atışması yaptı ve tek kelime bile konuşmasına gerek kalmadan öndeki iki adam aynı anda baş salladı; zaten mecburlardı, Deniz arkadaki üçlüyü içeriye almayacağını söyledikten sonra geriye yalnızca onlar kalıyordu. Ancak garip bir şekilde çingenelerin tavrında kelimelerle ifade edilemeyen bir soyutluk sezmişti; kadın ve adamlar sanki birbirlerinin akıllarını okuyabiliyormuş gibi davranıyorlardı. İnanmak için fazla spritüel bir fikirdi ama Deniz'in gözleri sanki bunu görmüştü. Hatta görmezden gelmek için kör olmak gerekiyordu.

Adamlar yukarı çıkarken onları yalnız bırakmanın tehlikeli olduğuna karar verip peşlerinden gitti. O an Sırma'ya kısa bir bakış attı, bedavaya kaptırdığı eşyalar onun olmasına rağmen Sırma'nın çingenelerle uğraşmaya niyeti yok gibi duruyordu. İşin başına kaldığını anlayınca homurdanarak yukarı çıktı. Küçük odada Sırma'dan geriye bir tek yatak ve ıvır zıvırı kalmıştı, adamlar yatakla birlikte odadaki diğer şeyleri de alırken Deniz öylece izledi.

Sokağa çıktığında ortalık neredeyse sakinleşmişti. Az önceki karmaşanın aksine şimdi bir iki insan dışında kimse yoktu. Sırma'yı görmeyince onun da çoktan gitmiş olduğunu sandı. Ancak arkasından tanıdık bir kahkaha gelince onu buldu, turuncu saçlı kadın ile konuşuyordu. Gitmemişti. Daha doğrusu henüz.

Bezgin bir iç çekti, Sırma her zamanki gibi dengesizliklerine devam ediyordu; daha az önce onu pencereden aşağı indirmeye çalışan azgın heriflerden korkuyordu. Şimdi ise onların ahbabı kadın ile arkadaş olmuş gülüşüyordu. Sırma'nın arkası ona dönüktü, konuştukları her neyse bayağı kendini kaptırmış bir hali vardı. Neye bu kadar güldüğünü merak edip yaklaştığında Sırma kıkırdamayı bıraktı ve cıvıl cıvıl bir sesle "Bayağı iyi attın." dedi. Yüzü Deniz'e dönük duran turuncu saçlı kadın abartılı bir tavırla gözlerini gerdi ve yapmacık bir alınganlıkla "Tabi ki doğru söylüyorum! O da seni sevecek." dedi.

Deniz durup kulak kesildi.

Polis, kollarını savurarak bağıran bir ud sanatçısını yatıştırmaya çalışıyordu, başka bir taraftan yine müzik sesleri yükselmeye başlamıştı. Ancak müdahale yüzünden çalgıcıların senkronizasyonu sürekli bozuluyor ve bir türlü ritim tutturamıyordu. Ama yine de devam ediyorlardı. Udcu cinnet geçirip bir çığlık attı ve koşarak uzaklaştı, onu izleyen yaşlı kadınlar kahkahalarla gülüştü. Polis çalgıcıları toparlayıp sokakta ileri sürmeye başladı, çalgıcılar sırtlarından itilmelerine aldırmadan bir ritim tutturup devam etti. Deniz bu seferki melodiyi de ömründe hiç duymamıştı ama bu seferkinden de önceki kadar hoşlandı. O sürede turuncu saçlı kadın sessizce Sırma'nın elini inceliyordu, yüzünde kendine güvenen bilmiş bir gülümseme vardı. İşaret parmağını Sırma'nın avcunda defalarca kez gezdirip baş salladı, kıkırdadı ve sonra çok önemli bir işi tamamlamış gibi yavaşça başını kaldırırdı. O an Deniz'e kısa ama imalı bir bakış attı. Bakışları yine yavaşça Sırma'ya döndü. "İnan bana, kesinlikle onu kendine bağlayacaksın."

Deniz'in gözleri ne tepki vereceğini merak ederek Sırma'ya döndü. Sırma omuz silkti, alaycı bir homurtu attı. "Hiç sanmıyorum." Gözleri avucuna dalıp gitmişti, turuncu saçlı kadına döndüğünde "Umudun kırıntısını bile hissetmiyorum." dedi.

Kadın yine bilmiş tavrıyla "İnan,"dedi. "Olacak, biliyorum."

Sırma başını iki yana salladı ve elini çekip geri döndü. Deniz ile göz göze geldiler, bakışları yine bomboştu; gerçekten de umudunu kaybetmiş biri gibiydi.

Deniz bir şey söylemeye gerek duymadı, ellerini ceplerine koyup arkasına döndü ve cadde tarafa doğru yürümeye başladı. Sırma onun gidişini gözlerini kırpmadan seyretti.

Akşam olana kadar eve dönmedi; güneş çekilip, akşam ayazı vurunca bir ara eve geri döndü. Genellikle içmek için gittiği mekan gece onda açılıyordu ve o zaman gelene kadar eve geçmeyi düşünmüştü. Zihni bomboştu ve gündüz olanları çoktan unutmuştu. Bankadan birkaç arkadaşıyla araşıp geceye doğru mekanda keyif çatacaktı, aklından sadece işi bırakıp bırakmamak geçiyordu. Evine yanaştığında yaşlı kadınların sokak ortasında vızır vızır konuştuğunu gördü. Onları görmek, gündüz olanları hatırlamasına sebep oldu ve keyfi kaçtı. Sinirle dişlerinin arasından cıkladı. Bu sokakta Sırma'yı hatılamamak zor olacaktı, daha doğrusu Düzce'de kalmak bile ona yeterince Sırma'yı hatırlatıyordu.

Eve girerken bir kadının yüksek sesle Sırma'nın adını söylediğini duydu, istemsizce dikkat kesildi.

"Evet, değil mi! Adı Sırma'ydı evet..." Dedi bir kadın. Bir başka kadın da lafını doğruladı ve "O kaçan kız." dedi.

Deniz'in yüzünde acınası bir ifade oluştu, yine Sırma ile ilgili olaylı bir mevzu olduğunu anlamıştı.

Bir başka kadın "Pek de güzel bir şeye benziyordu, niye öyle yaptı ki?" dedi ve diğer kadınlardan homurtular yükseldi.

Deniz kaşlarını çattı ve "Ne diyor bunlar?" diye mırıldandı.

"Deniz?"

Başını kaldırıp sesin geldiği yere baktı, Raziye teyze evinin penceresinden ona sesleniyordu. "Oğlum hani bu ayın kirası? Kaç hafta oldu hala ödemedin. Bak senin densizliğin yüzünden Sırma da gitti, elim bomboş oğlum! Öde şu kirayı artık!"

Deniz gözlerini baydı. "Elin nasıl bomboş oluyor Raziye ha? Bu ay Sırma da kira ödedi."

"Yeni televizyon aldım."

Alaycı bir homurtu attı. "Hemen avansı gömmüşsün. Tamam aşağı in, ödeyeyim."

Raziye hemen aşağı indi, para diyince gözleri canlanmıştı. Deniz kapıda son ayın kirasını öderken "Ben de gidersem neyle geçineceksin?" dedi.

"Eskisi gibi olacak işte, ne olsun!" Diye sitem etti Raziye. "Herifin emekli maaşına talim edeceğiz."

Deniz parayı sayıp kontrol ederken dinliyormuş gibi baş sallıyordu, desteyi Raziye'ye verdi. Raziye, pimpirikli tavrından taviz vermeyip parayı tekrar saydı, emin olunca başını salladı ve "İyi o zaman, hadi iyi akşamlar." diyip eve çekildi.

"Raziye?"

"Ne oldu?"

Deniz etrafına bir bakış attı ve tereddütle ona döndü. "Sırma gitti mi?" Ağzından çıktığı an saçma bir soru olduğunu anladı, gittiğini tabi ki de biliyordu. Ancak kadınların dedikodusu kulağına karpuz kabuğu sokmuştu.

Raziye aniden gözlerini gerdi ve şaşkın bir nida attı, Deniz bu abartılı tavır ile karşılaşınca kesinlikle bir olay olduğundan emin oldu. Raziye bir elinin sırtını avcuna vurarak "Ay, ay bir bilsen!" dedi. "Ay neler oldu!"

Deniz kaşlarını çatarak "Ne oldu?" diye diretti.

"O çingeneler polisten kaçıp tekrar sokağa doluştular sen biliyor musun! Buralar iyice kervan oldu! Geldiler bize sataştılar, patlayan kağıt gibi bir şeyler attılar, hep ortalığı birbirine kattılar! Sırma'yla ben o sıra konuşuyordum," Raziye elini göğsüne koyup derin bir iç çekince, Deniz kolundan tutup "İyi misin?" diye sordu.

Deniz paniklemişti, ancak Raziye'nin durumuna dikkat edip sesini sakin tutmaya çalıştı. "Ne oldu, Sırma ne yaptı?"

"Üç tane adam geldi," dedi Raziye. Deniz adamları duyduğu an gözleri irileşti ve çenesinde bir kasın seğirdiğini hissetti.

"Sırma'yı kucaklayıp kaçırmaya çalıştılar, ben çığlık attım, Sırma'yı omzuna atan ahlaksızın koluna yapıştım. Sonra öteki bana engel oldu. Sağolsun buradaki diğer komşular da hemen tepki gösterdi, adamların önlerini kapatmak için uğraştılar. Ama arsızlar işte! Engel olamadık!"

Deniz buz gibi bir sesle "Sırma'yı kaçırdılar mı?" diye sordu. Raziye teyze gözlerini yumdu, sessizce başını iki yana salladı.

"Ne oldu o zaman!" Deniz'in metaneti sınıra dayanmıştı, artık sesini kontrol edemiyordu.

"Tekrar polisler geldi, ortalık birbirine girdi. Adamlar kaçıyor filan derken bir baktım bizim kız da gidiyor. Sırma çantalarını bırakıp buradan koştur koştur kaçtı."

"Kaçtı mı? Niye?"

Raziye başını salladı. "Ben de bir bilsem! Adamları gördüğü an beti benzi attı zaten, korkudan aklı gitti sanki. Yapma, etme kızım, ne yapıyorsun diye bağırdım peşinden. Ama dinlemedi! Eşyalarını da bırakıp gitti!"

Deniz ellerini yüzüne koyup ofladı. Ne biçim bir kadındı bu böyle! Gün olsun Sırma her seferinde kendini aşan bir saçmalık yapıyordu, ancak niye böyle yapıyordu, anlayabilmek resmen imkansızdı. "Yine mi ya!" Diye sızlandı, artık Sırma yüzünden başının şişmeyeceğini sanıp seviniyordu, ancak Sırma giderken bile aklını tepetakla edecek bir vukuat yapmayı başarmıştı. İnanılır gibi değildi.

"Dur daha dur," dedi Raziye, Deniz ellerini yüzünden çekip afallayarak ona baktı.

Raziye gözleriyle Kaşif'in evini gösterdi ve yüzü o an hüzüne boğuldu, gözleri yaşla doldu. Raziye bir an hıçkırıp elini ağzına götürdü, cılız bir sesle "Benim bedduam mı tuttu ne bileyim..." dedi. Deniz yine endişeyle söylemesini bekliyordu, sırtındaki kaslar gerim gerim gerildi ama ne olduğunu soracak iştahı yoktu.

"Kaşif çıktı dışarı, bas bas bağırdı, hala rahmetlinin sesi kulağımda çınlıyor!"

Deniz o kelimeyi duyunca şakaklarındaki tüyler diken diken oldu. Kaşif ölmüştü.

"Bağıra bağıra yalvardı o kıza. Hala kulaklarımda 'Yapma Sırma, yapma!' diyişi geçmiyor. Ah ah! Meğer ki yanlış kişiye nankör demişim ben! O adam kalbi durana kadar arkasından yalvar yakarırken o nankör kız bir kez olsun dönüp bakmadı. Meğer ne vicdansızmış!"

"Kaşif öldü mü?"

"Biz fenalaştığını sanıp ambulans çağırdık. Sonra hastaneden haber geldi, kalbi durmuş meğer. Ölmüş! Kaderi yazılmış rahmetlinin. Ah ah!"

Deniz hınçla dönüp "Kahretsin!" diye hırladı. Raziye arkasından şaşkın bir sesle "Sen nereye?" diye bağırdı. Deniz de bilmiyordu, ama artık bu sokakta duramazdı. Bu semtte ya da bu şehirde.

Loading...
0%