Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4 | iftira

@halempa

Önce öfkeyi sonra paniği ve farkındalık başlayınca da yok olma isteğini hissetti, böyle bir sirkin içinde aylarca her şeyden habersiz yaşamaya devam ettiğini ve insanların onun arkasından kıkırtılar attığı anları hatırlıyor ve yapbozun birleşmiş parçaları Sırma'nın utancı tarafından tutuşuyordu. O gün eve gittiğinde olayı ananesine anlatmayı düşündü. Ama kapıdan içeri girdiğinde ananesini belirsiz bir aksilikle huysuz huysuz televizyon izlerken bulunca bu fikirden vazgeçti. Ayrıca ananesinin hastalığı konusunda hala hassastı, o her ne kadar sağlıklı gibi dursa da sebepsiz yere öfke krizi geçirebilir, sebepsiz yere yeniden yatağa düşebilirdi. Olayın onu tetikleyip demoralize etmesinden de korkmuştu. Ve Sırma çocuk aklına ve çocuk haline rağmen bu yükü sessizce sırtlanıp kendi başına halletmeyi uygun buldu. Belki de o an fazla paniklemişti ve mantıksız düşünüyordu, belki de fazla duygusal tepki veriyordu, belki de bunun kendi dünyasının sonu olan bir felaket olduğunu sanmıştı. Ancak kendi de biliyordu ki bu olayı tek başına çözemezdi.

 

Gece uyuyamadı, sabah kahvaltı edecek iştahı yoktu. Tek istediği şeyi yaptı ve giyinip erkenden okula gitti, ancak saat sabahın yedisiydi ve demir kapı kilitliydi. Şansına o sıra okul müdürü parktaki arabasından çıkmış, okula yürüyordu. Sırma müdürü gördüğü an içinde bir nebze sevinç ve panikle "Hocam!" diye seslendi. Müdür afallayan gözlerle ona dönüp bakarken Sırma "Hocam sizinle konuşmam lazım çok önemli!" diye seslendi. Müdür hızla kaşlarını çattı ama tek bir soru sormadan demir kapıya gelip cebinden bir anahtar balyası çıkardı, çatık kaşlar ve gergin bir suratla kapıyı açarken yüzü çok ciddiydi, ifadesiz bir sesle "Sorun ne kızım?" diye sordu. Sırma'nın gözünden bir damla yaş aktı, çaresizce müdüre bakıp "Hocam..." diyebildi. Ağlamaya başlamıştı.

 

Müdür onu hemen okula soktu ve bir yandan Sırma'yı teselli etmeye uğraşırken onu odasına götürdü. Odaya girince Sırma'ya "Geç kızım," dedi, Sırma yüzündeki yaşları silip dururken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, bir anda vücudundaki bütün sinir boşalmaya başlamıştı ve bunu durduramıyordu. Sırma çirkin görünümlü suni deriden bir koltuğa oturup topaç gibi öne doğru kamburlaşarak ağlarken müdür de masasına geçmiş, önündeki bir defteri alelacele karıştırıyordu. Sırma'ya "Dur kızım sakin ol, şimdi halledeceğiz." diyordu. Sırma hıçkırıkları arasında bir baş salladı, müdür telefonuyla birini aradı ve hemen "Alo? Oğlum kantini açtın mı?" diye sordu. Bir sessizliğin ardından "Bir tost, meyve suyu filan getir bana." dedi ve Sırma'ya dönüp "Çikolata da olur." dedi. Sırma hemen "Hocam gerekli değil!" dedi ancak müdür onu dinlemeyip telefonu kapattı. Müdür telefonu kurcalamaya devam ederken "Sınıf öğretmenin kim kızım?" diye sordu.

 

"Neslihan hoca, ingilizce öğretmeni."

 

"Özdemir mi?"

 

Sırma sessizce baş salladı.

 

Müdür tekrar bir arama yapıp odada kendi kendine konuşmaya başladı: "Neslihan hocam günaydın. Kusura bakmayın bu saatte aradım... Bir öğrenciniz az önce yanıma geldi, önemli bir sorun var... Evet, lütfen, hemen gelirseniz çok sevinirim... Teşekkürler." Ardından Sırma'ya döndü, "Şimdi anlat bakalım kızım." dedi.

 

Sırma okulda yaşadıklarından Melike'nin söylediklerine kadar her şeyi ama fazla detaya girmeden sadece kendi gerekli gördüğü kısımlarıyla birlikte anlattı. Müdür'ün dinlerken yüzü bir bozarıyor bir kızarıyordu, ancak bir kez olsun şaşırmamıştı, görünüşe göre Sırma'nın anlattıkları ona tanıdık gelmişti, ancak her ne olursa olsun gerilmiş dudakları ve bir kez olsun gevşemeyen kaşları sinirden küplere bindiğini belli ediyordu. Müdür, okulda pancar gibi kızaran yüzüyle biliniyordu ancak bilinmediği üzere sessiz öfkelenen, çok dinleyen, olgun tabiatlı biriydi.

 

Neslihan hoca gelene kadar Sırma'nın önü kantincinin getirdiği yiyeceklerle dolmuştu, sınıf öğretmeni içeri girerken kız kızarmış gözlerini önündeki alçak sehpada bekleyen yemeklere dikmiş öylece seyrediyordu. Neslihan hoca endişeli gözlerini Sırma'dan ayırmadan "Günaydın müdür bey." dedi ve hemen Sırma'nın yanına geçti. Telaşla pardösüsünü ve çantasını çıkarıp yanına koydu ve Sırma'nın önüne düşmüş bir tutam saçı geriye itti. Meraklı gözleri Sırma'yı incelerken "Sırma? Sorun ne?" diye sordu. Müdür oturduğu koltukta kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde "Timsal yine bir vukuat yapmış. Bu seferki... Bayağı büyük." dedi. İngilizcecinin yüzü o an asıldı ve donuk bakışlarını müdüre çevirerek "Şimdi anlaşıldı hocam." dedi. Müdür koltuğunda doğrulup masaya yaklaşırken "Siz de mi biliyorsunuz?" dedi.

 

"Bir şey biliyor muyum ondan emin değilim, anlatır mısınız?"

 

Sırma o an başını kaldırıp cılız sesiyle araya girdi, "Hocam... o kız ananemin hastalığını nereden biliyor?" diye sordu.

 

Neslihan hoca kaşlarını çatarak "Ne?" diye sordu.

 

Müdür araya girdi. "Öğrencimizin ananesiyle ilgili bazı sıkıntıları olmadık şekilde okulda yaymış, Sırma az önce olayı bana anlatırken ananesinin ruhsal bir hastalığı olduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla bayağı hassas bir hastalık ancak Timsal bilmeden etmeden bunu etrafta yayıyor. Üstüne bu hassas sıkıntıyı iyice abartarak yaymış."

 

Neslihan hoca kaşlarını çatarak "Pek anladığımı sanmıyorum ama emin olduğum bir konu var." dedi. Duyduklarından hiç de hoşlanmadığını belirten gergin yüzü Sırma'ya döndü. "Sırma, arkadaşlarının senin arkandan garip garip güldüklerini fark ettin mi kızım?"

 

Sırma dişlerini sıktı ancak öfkesini bu iki yetişkinin önünde belli etmekten utanarak saklamaya çalıştı, onun yerine tekrar ağlamaya başladı ve "Herkes öyle yapıyor." dedi. Sesi kuruydu, ifadesiz gibi dursa da titremesi bazı şeyleri belli ediyordu.

 

"Hocam, Timsal bu öğrencimizi delilikle itham edip yaymış, üstelik tek yalanının bu olduğunu da sanmıyorum. Sınıfınızdaki bir başka öğrenci Timsal'in bu öğrencimiz hakkında başka hikayeler de anlattığını söylemiş. Okul dışında bayağı onur kırıcı hikayeler anlatıyor bu kız ve öğrencilerimizin de anlatılanları sorguladığını pek sanmıyorum. Böyle büyük iftiralar henüz sorgulayan bir zekaya erişmemiş gençlerin arasında yayılırsa neler olacağını tahmin edebilirsiniz sanırım."

 

Neslihan hoca sinirle baş salladı. "Müdür bey biz ne yapacağız bu Timsal'i? Artık bu kadarı da olmaz. Ve uzaklaştırma ile de çözemiyoruz belli; geçen yıl olduğu gibi yine yabancı gençleri okula sokuyor. Öğrencilerimizin psikolojisi bozuldu, artık kesin bir çözüm bulalım, bu kızın acilen okuldan çıkarılması lazım!" Henüz otuzlarında olmasına rağmen sinirle parlamış sesi olduğundan genç bir tonla duvarları inletmişti.

 

"Disiplin kuruluna sevk edeceğiz, bu son olacak. Timsal'in bir hakkı kalmadı zaten, bu sefer uzaklaştırma alamayacak. Ancak bu kızımız hakkında endişelerim de var, dışarıdan gelen sorunları çözmek ile içerideki sorunları çözmek aynı kolaylıkta değil malesef. Bu seferki skandalı kolay silemeyeceğiz."

 

Müdürün karamsar öngörüsü karşısında Sırma iyice koltuğa gömüldü. Neslihan hocanın acıklı gözleri Sırma'yı teselli edercesine bir an ondan ayrılmazken "Kendini sorumlu hissetme canım. Bu yükün altında kalmayacaksın korkma, Biz halledeceğiz." dedi. "Hiçkimse attığı kir ile kalmaz, kalamadı. Emin ol başka öğrenciler de bunları yaşadı, ama sonra her şey düzeldi. Bana bak bakayım,"

 

Sırma kuruluktan acımaya başlamış kızarık gözlerini yavaşça kaldırdı, sınıf öğretmenine baktı. Neslihan hoca gözlerinde cesaret verici ışıklar taşıyordu ve bu ışıklar gayet ciddiydi. "Hiçbir şeyin düzelmeyeceğini sanıyorsun öyle değil mi? Hayır, düzelecek."

 

Kuru, bayat ve cılız sözlerdi, Sırma'nın içinde bulunduğu çöküntüden bakınca pek bir anlam ifade etmeyen teselliler gibi duruyordu ve kızın bu iftira sirkinden kurtulabileceğine dair tek bir umudu kalmamıştı. Aklından sadece başka bir okula geçmenin yollarını arıyordu, o an yaşamasının tek sebebi buymuş gibi öylesine karamsar bir haldeydi. Neslihan hoca kızın yüzündeki umutsuzluğu görünce sıkıntılı bir nefes verip sırtını sıvazladı. Sonra yavaşça kızı kendi omzuna yaslayıp usul usul tesellilerde bulundu, Sırma bunların hiçbirini dinlemedi.

 

Müdürün ısrarı üzerine ananesini arayıp okula çağırdılar, Asuman Sırma'nın yanına oturup olan biten her şeyi dinlerken yüzünde bembeyaz bir ifadesizlik oluştu. Müdür anlatıyor, Asuman'ın dudakları ince bir çizgi halini alarak dinliyordu, yaşlı kadın ürkütücü bir sessizlikle gözlerini müdüre dikmişti ve bir soru bile sormaması garipti. Sırma, ananesindeki o bulanık beyazlığı görünce daha çok endişelendi. Müdür anlatabileceği her şeyi anlatmış ve artık bir tepki vermesini bekleyerek Asuman'a bakıyordu. Elleri bir şey demeyecek misiniz, dercesine masanın üstünde, önüne açılmıştı.

 

Asuman belli belirsiz bir hmm, sesi çıkarıp baş sallamış ve Sırma'ya bakmıştı, Sırma o an ananesinin gözlerinde tutuşan gizli yangını görmüş ve daha söylemeden ne diyeceğini sezmişti. Asuman gergin dudaklarını araladı. "Mahallemizden bir tanıdığımızın yakını olabilir. Hastalığımı Neslihan öğretmen dışında kimseyle paylaşmadığıma eminim, normalde de Sırma'nın okul ortamını bozmamak adına elimden geldiğince kendimle ilgili bir şey duyurmamaya çalışıyorum. Ama eninde sonunda bir terslik olacağına dair içimde bir his vardı, yanılmamışım. Sizin kadar şaşkın değilim."

 

Eğitimciler, yaşlı kadının olgunluk edasını taktir eden bakışlarla iziyordu, dilleri demese de bakışları öyleydi. Ancak ananesinin anormal davranışı hakkında bilgisi olan tek kişi Sırma'ydı, ananesini ilk defa bu kadar resmi bir tavırda görüyordu ve bu hali hiç içine sinmemişti. Zihninin bir yanı, yanlış bir şeyler var, diyordu.

 

Müdür, Asuman'a hak verircesine baş salladı ancak konuşmadan önce Neslihan hocaya garip bir bakış attığı o an Sırma'nın gözünden kaçmadı, büyük ihtimalle müdür de şaşkınlığını aşamamıştı. "Bu olayın büyümeden kapatılmasını bizim kadar istediğinizi görmekten memnuniyet duyarız," Dedi, müdür de Asuman'ın diplomatik konuşma tarzı karşısında asimile olmuş gibiydi. "Emin olun bu skandalın büyümemesi en çok Sırma kızımızın lehine olacaktır, bu ahlaksız yalanların daha fazla insanın diline pelesenk olmaması çok daha faydalı."

 

Ahlaksız yalanlar. Sırma tabiri duyunca yanaklarının kahredici bir utanç rüzgarıyla tokatlandığını hissetti, o ahlaksız yalanlar şimdi Sırma hakkındaki 'gerçekler' diye biliniyordu. O kızın ayarsızlığı yüzünden kim bilir hakkında ne tür iftiralar dolanıyordu. Zihni, ben böyle ağır bir yükü hak edecek ne yaptım, diye bağırıyordu. Muhtemelen normal hayat yaşıyan kimse onun gibi durduk yere iftiraya uğramıyordu, bu hayatın ya da diğer liselerin normali olamazdı herhalde? Neden, diye düşündü. Ben ne yaptım ki bu kız bana haset besledi? Sınav sonuçlarının açıklandığı gün pano önünde kızın onu alaya alması aklına geldi, acaba o yüzden mi sinirlendi diye düşünse de ne yeterliydi ne mantıklıydı. Kızın ona bakarak gülmesi bile ayrı bir muammaydı, koridordaki onca insana rağmen Sırma'yı seçmişti.

 

Asuman gergin dudaklarını iyice gererek baş salladı, içinde bir şeyler çoğalıyordu ama bastırıyordu. Bunu gören tek kişi Sırma'ydı. "En iyisi bu konuyu sessizce halletmek için gayret edelim, ben de elimden geleni yapacağım. Sırma okulda kalmaya devam ederse unutulması uzun zaman alabilir ve torunumun bir de bu ithamlar altında ezilip yorulmasını istemiyorum."

 

Sırma şaşkın gözlerle ananesini izlerken, Asuman'ın mahkeme duvarını andıran yüzü ona döndü. "Seni koleje yollayacağım. Böylesi daha iyi."

 

O gün müdürün odasında geçirdiği süre boyunca Sırma ilk derse girememişti, müdür ona bir izin kağıdı verdikten sonra okuldan ayrıldılar. Onlar odadan çıktıktan sonra gözden kaçabilecek kadar küçük, ancak Neslihan hocanın kafasına kurt düşürecek bir olay olmuştu: müdür derin bir iç çekmiş ve "Allah hanımefendiyi sahibine bağışlasın," demişti. Neslihan hocanın iri iri pörtlemiş gözleri anında ona dönmüştü.

 

Ananesiyle birlikte eve döndüler. Uzun zaman sonra Asuman'ın yüzü ilk kez mutsuzdu, o endişe verici enerjisinin yerinde şimdi endişe eden bir sessizlik ve gergin bir yüz ifadesi vardı. Sırma sessizce yanından ayrılıp üst kattaki kendi odasına çıktı; ananesinin bu sessizliğini iyi tanıyordu ve o sakin görünse bile içinde öfkeden bir kasırga taşıyordu. Bu yüzden bir zamanlar olduğu gibi genç kız kendi derdini içine gömmüştü.

 

Duş aldıktan sonra sessiz adımlarla dedesinin odasına yöneldi. Kardinal rengi uzun perdeler yüzünden sulanmış kan gibi bir güneş ışığı yüksek tavanlı odaya dağılıyordu. Yüzünü hiç bilmediği dedesine ait bir duvar boyu devasa kitaplık ve yanında bir cüce yavrusuna benzeyen Sırma'nın şahsi kitaplığı vardı; son okuduğu kitabı alıp, odaya yerleştirilmiş el yapımı pufa pinekleyecekti. Elinde Üç Silahşorler'le pufa yerleşti ve ömrünün hiç bitmeyen adetini tekrar yaşadı. Kitap, Sırma'ya nispet edercesine her anından aksiyon ve eğlence akıtıyordu ama d'Artagnan'ın ince esprileri bile kızı güldüremiyordu. Tam da o güne en zıt düşen kitapta kalmış olduğuna yanabilirdi. Ancak ağlamak için kitap okumak en azından daha saçma bir şeydi ve belki de moralini yükseltse daha iyi olacaktı. O gün buna çok ihtiyacı vardı. Kitabı okurken bir noktadan sonra dalıp gitmişti, kelimeleri anlamadan gözleriyle takip edip geçiyordu. Sonradan pişman olup sayfaları geriye çeviriyor, baştan başlıyor ama yine aklına görüntüler gelip, dalıyordu. Kitap okumanın bir anlamı bile kalmamıştı. Odadan çekine çekine çıktı, ananesinin ne halde olduğunu bilmiyordu ve merdivenlerin dibine aşağıda bir öcü varmış gibi baktı. Temkinli adımlarla aşağı indi ve bir an gözleriyle kendi dışında bir hareket aradı. Mutfaktan sesler geldiğini duyunca gidip usulca ne olduğuna bakmış ve ananesini fırının başında bulmuştu.

 

"Anane?" Sesi çok temkinliydi.

 

Asuman önünde dikildiği fırından başını kaldırdı ve Sırma'ya baktı, Sırma o yumuşak bakışları görünce içine düşen ferahlık sayesinde o gün öğrendiği her şeyi unutabilirdi. Göğsüne naneli limon suyu inmiş gibi ferahladı, gevşeyip tatlı tatlı gülümsedi. Sonunda sevinebileceği bir şey vardı.

 

"Bu akşam senin dizin var diye havuçlu kek yaptım, sen seversin."

 

Sırma gözlerini sulandıran kocaman bir gülümsemeyle ananesinin yanına gitti, yaşlı kadına sevinçten kontrolünü kaybedercesine sımsıkı sarılarak sevinç çığlığı attı. Asuman da anaç bir tatlılıkla torununun sırtını sıvazladı. "Senin mutsuz olmanı istemiyorum." Dedi, sesi burukluktan gelen bir düşük tondaydı.

 

Sırma gözlerini sımsıkı yumarak "Biliyorum." dedi. Çekilip ananesinin elma şekerine benzeyen yanağına ıslak bir öpücük kondurdu ve "Seni çok seviyorum." dedi. Asuman mutlu bir homurtu çıkardı, "Sırma," dedi. Sesine bir ciddiyet esintisi gelmişti. Torununun omuzlarına ellerini koyup yüzüne bakacak kadar geri çekildi, şimdi o gülümseme tamamen silinmişti. "Benden sonra iyi bir hayatın olsun istiyorum."

 

Sırma hemen kaşlarını çattı ve "Niye böyle konuşuyorsun şimdi? Bütün keyfimi kursağıma soktun!" diye sitem etti.

 

Asuman ifadesini bozmadan "Seni o okula yolladığıma çok pişmanım, konu sen olunca hata yapmaktan çok korkuyorum. Bir daha olmamalı." dedi ve Sırma da ciddileşti. Bu konuşmanın sonunda ciddi bir şey vardı.

 

"İyi bir hayat yaşaman için senin de elinden geleni yapman lazım. Ben senin için bütün fedakarlığımı sundum, artık senin de ciddileşmen gerek."

 

Sırma şaşkınlıkla kirpiklerini kırptı, Asuman "Kolejde okuman için bütün birikimimi satacağım, artık sadece emekli maaşıyla geçineceğiz." dedi. Sırma'nın yüzünde iyice bir çaresizlik oluştu, ama bunun sebebi kendini bir anda fakir hissetmesi değildi, ananesini durdurabileceği bir argümanı yoktu. Haklıydı.

 

Sırtına yeni bir yük binmişti, omuzlarını düşürerek yere baktı ancak karşı hiçbir söz söylemedi. İçindeki ses bunun en doğrusu olduğunu söylüyordu, hayatı ortadaydı, ananesinin kapasitesi belliydi ve tıpkı bu okulda edindiği kötü tecrübe gibi, başına ne geleceği asla belli değildi.

 

İmkan sahibi olmalıydı. Sırma'nın erkenden olgun olma vakti gelmişti.

 

Akşam Sırma'nın en sevdiği diziyi Sırma'nın en sevdiği kek eşliğinde seyrederlerken ikisinin de yüzünde o an geçmiş ve geleceğin yükünden arınmak isteyen gülümsemeler vardı, o anı birlikte ve güzel yaşamak istediler. Sırma ananesinin omzuna yaslanmış, küçük küçük dilimlediği keki çerez gibi yerken yaşadığı huzur ile bir an, etrafı kalabalıkken yaşadığı büyük hayatın aksine, küçük bir hayatın içinde sorun ve kaosun olmamazlığına inandı.

 

Ananesi çay tutan eliyle ekranı göstererek "Aa şu adam ödül almıştı değil mi?" diye sordu. Sırma yüzünde buruk bir gülümsemeyle "Cannes ödülü aldı, geçen yaz." dedi.

 

Ananesi onaylamayan bir ses eşliğinde cık, yaptı. "Akılsıza bak, ödül aldıktan sonra hemen bulduğu diziye atmış kendini." Sırma şaka yollu kaşlarını çatıp doğruldu ve dibindeki omzu hafifçe çimdikledi. "Yaa, bu benim en sevdiğim dizi!"

 

Sırma okula son kez karnesini almaya gitti. Olayı öğrenmesinin ardından ilk dönemin bitmesine sadece bir buçuk hafta kalmıştı ve Sırma bu sürede bütün izin hakkını kullanıp okula gitmemişti, ananesinin de bu fikre itirazı olmamıştı. Tek sorun bir sonraki dönem izin hakkı kalmamış olmasıydı.

 

Hakkında iftiraları atan kızın sonunun ne olduğunu bilmiyordu, o konu hakkında konuşmak bile istemedi. Sadece hiçbir şey olmamış gibi düz bir suratla okula girmiş ve içinden kimsenin onu umursamaması için dua ederek öğretmenler odasına ilerlemişti. Ne şanstı ki, sınıfı öğretmenler odasının yanı başıydı.

 

Neslihan hoca onu bol sevinçli bir yüzle karşılamıştı, Sırma onun hiçbir kötülüğünü görmediği için kısa vaktinde elinden geldiğince nazik olmaya çalıştı. Sınıfa girmeden karnesini almak istediğini Neslihan hoca da anlamış ve ikisi arasında sözsüz bir küçük kural neticesinde Neslihan hoca hiçbir soru sormadan karneyi ona vermişti. Sırma, hocaya son kez teşekkürlerini sunup odadan çıktı. Öğleden sonra gelmenin mükafatı olarak koridorda hiçbir tanıdık yüz bulmadı, tek tük bazı öğrenciler vardı ve Sırma dışarı yıldırım gibi fırlarken arkasından bakmışlardı. Sokaktan da öyle çıkıp gitmeyi umuyordu, başını yerden kaldırmadan yolu arşınlıyordu ki arkasında bıraktığı bir aradan ses geldi: "Hey baksana!"

 

Panikledi, başını iyice omuzlarına çekip hızlandı.

 

"Kaçma lütfen!"

 

Ayakları bir anda frenledi ve kendini tutamayarak arkasına dönüp "Kaçmıyorum!" dedi.

 

Karşısında tanıdık, insanın içinde hoş duygular oluşturan bir gülümseme vardı. Fahri, elini havaya kaldırmış bir şekilde ona bakıyordu. Sivil kıyafetlerleydi ve saçları yine karizmatik bir biçimde dağılmıştı. Sırma onu görünce yine bileklerine akan soğuk su hissini yaşamış ve afallamıştı.

 

"Hayır kaçıyorsun." Dedi gülerek.

 

Sırma kaşlarını çatarak "Acelem vardı." dedi, ama kızgın numarası yapabildiğinden emin değildi.

 

Fahri düz bir bakış attı ve o manidar çarpık gülümsemesiyle "Ya, öyledir." dedi. Ardından yüzündeki alaycılık eriyip çelişkili bir hal aldı, hafifçe kaşlarını çatarak "Nasılsın?" dedi.

 

Sırma bu soruyu duyunca sırt kasları bir anda sertleşti. Anlamıştı, Fahri olaydan haberdardı. Yüzünü başka tarafa çevirip "Öyle işte." dedi. Olayı hatırlamak bir yana, Fahri dertleşmek istediği son kişiydi. Yeterince utanç duymuştu, bir hakkı olsaydı Fahri'nin en azından bunu bilmemesini tercih ederdi. Ama o da okuldaki diğer herkes gibi biliyordu.

 

"Doğru olanı yaptın." Dedi Fahri, Sırma'nın meraklı gözleri ona döndü. Fahri'nin dalgın gözlerle önüne baktığını görünce şaşırdı. "Timsal uğraşılacak biri değil, okuldan ayrılman daha iyi olmuş."

 

Bunu da biliyordu.

 

"Okuldan ayrıldığımı nereden biliyorsun?"

 

"Oho," diyip güldü oğlan, yüzüne yine çarpık gülümsemesi gelmişti. "Okul müdürünün nutkundan haberin yok senin, yarım saat zorbalığın tarihçesinden bahsetti, sonra herkesin gözü önünde Timsal'in okuldan kovulduğunu söyledi. Resmen canlı dedikodu senfonisi gibi dinledik, bir de istiklal marşından sonra yani."

 

Sırma Fahri ile birlikte güldü. Ardından Fahri'nin yüzü ciddileşti. "Senin sınıftan bir bücürük var, adı ne bilmiyorum. Kantinde kızlarla konuşurken söylüyordu, ben de oradan duydum. Ha bu arada o da Timsal kadar var yani, çirkefin teki. Timsal gitti ama yeni baş derdi o olur herhalde."

 

Sırma kendini tutamayıp güldü. "Merak etme Melike korkağın teki." dedi.

 

Aralarında bir sessizlik oluştu.

 

"Ciddi ciddi okuldan gidiyorsun yani?"

 

Sırma baş salladı, Fahri'nin sohbet açma çabasını hemen görmüş ve kendini bir anlığına kraliçe gibi değerli hissetmişti. Bu hissin tadı kesinlikle dünyadaki diğer nimetlerden farklıydı. Ancak hala ne olabileceği hakkında düşünmüyordu, aklı havadaydı.

 

"Hangi liseye?"

 

"Tatilde ananem beni koleje yazdırmayı düşünüyor." Zaten olacak bir meseleyi niye şaibeli söylediğini kendi de bilemedi.

 

Fahri ıslık çalıp "Ananen fenaymış, bana da böyle bir ödül verseler." dedi.

 

Sırma soru dolu gözlerini ona dikti ve "Sahi bayağıdır sormak istiyordum," dedi. "Gerçi... Kuzenin hakkında soru sormama izin var mı?" Diye tereddüt etti.

 

Fahri'nin gözlerindeki sıcaklık bir an kayboldu ama onaylarcasına baş salladı.

 

"Arda Bayiç o kadar ünlü olduğu halde sen neden böyle..." Sıradan hayat yaşıyorsun, demek ayıp olurdu, ancak Sırma yerine koyacak daha yumuşak bir cümle bulamadı ve geveleyip durdu.

 

Fahri düz bir sesle "Niye mi normal yaşıyorum?" diye sordu. Sırma onaylayamadı, sadece gözlerini kaçırdı ve bunu sorduğu için pişman oldu.

 

Oğlan omuz silkti. "Çünkü Arda amca ünlü diye bütün akrabalarım zengin değil. O da bunu saklamıyor yani, sadece ben insanların görmemek için zorla çabaladığını düşünüyorum."

 

Sırma çenesini kaldırarak ha, yaptı. "Ha?" Dedi tekrar, bu sefer sesinde şaşkınlık vardı. "Amca mı dedin sen?"

 

Fahri adeta burnundan güldü ve "N'apayım babam böyle alıştırdı. Arda aslında büyük amcamın oğlu oluyor ama aramızda bayağı yirmi yaş var, ben diğer bütün kuzenlerimden geç doğdum o yüzden basit anlaşamıyoruz." dedi. Umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Biz alıştık böylesine."

 

Sırma ikon bellediği bir adamın normal hayatından bahsedilirken hevesten ağzı açık kalarak dinliyordu. Onun için hayal etmesi bile zordu ancak Fahri, Arda Bayiç'i normal bir akraba ferdinden öte değilmiş gibi anlatabiliyordu.

 

Sırma orada oturup Arda Bayiç'in bütün hayat hikayesini dinlemek istiyordu, ancak Fahri'nin yüzündeki ifade bu konuyu konuşmaktan haz etmediğinin işaretiydi, onu sıkmaktan korktu ve konuyu değiştirdi: "İnsanların görmek istediğini gördüğünü ben de öğrenmiş oldum." Ardından bu sözü söylediğine pişman oldu ve sessizleşti. Fahri de ona kirpik altından bir bakış atıp sessizleşti. İkisinin de konuşmaktan haz etmediği konular vardı.

 

"Sinemaya gitmeyi sever misin?"

 

Sırma merakla parlayan gözlerini ona çevirdi ve hiç düşünmeden "Evet." dedi. Halbuki evdeki televizyondan ara sıra yakaladığı filmleri izlemek ona göre daha rahattı, şimdiye kadar sadece bir kez ananesiyle birlikte sinemaya gitmişlerdi. Sanat filminin gazabıyla tanışmış ve bu ilk tecrübesinde iki saat geçmeden uyuyakalmıştı da. Ananesi sonradan filmin dört saat olduğunu söylemiş, Sırma da bir daha gidecekleri filmi kesinlikle onun seçmesine izin vermeyeceğini söylemişti. Anısı işte böyleydi.

 

Fahri'nin gözlerine şaşırtıcı bir ışıltı gelmişti, her zamanki çarpık gülümsemesini bir yönden sevimli kılıyordu. "Karayip Korsanları'na gidelim mi?" Dedi, sesinde heves vardı.

 

"Olur!" Dedi Sırma, aklı o ne, diye sorarken.

 

Fahri ona günü, saati ve adresi tarif ettikten sonra anlaşmışlardı, Sırma aklından western filmlerindeki çalı topları geçiyormuş gibi bomboş ve düşüncesizdi, sadece kalbinin dediklerine itaat etmişti. Ancak eve giderken yüzü sevinçten parıldıyordu, demek ki bu iyi bir şeydi. Öte yandan Fahri ona el sallayıp uzaklaşırken çok mutluydu, hatta onu her zamankinden daha mutlu görmüştü. Daha ne isteyebilirdi ki?

 

Sırma o gün gelene kadar boğazında kocaman bir heyecan topuyla dolaşıyormuş gibi hissetmişti, sürekli Fahri'yi düşünmüş ve yüzündeki gülümsemeye engel olamamıştı. Bu durumu Asuman da fark edince bir sabah uykudan resmen gülerek uyandığını söylemiş ve Sırma'nın yanakları pancara dönmüştü. Öyle mi olduğunu görmek için aynaya baktığında, gerçekten durum buydu. Sonunda Fahri'nin karşısına bu deli gibi gözükmesine sebep olan gülümsemeyle çıkacağından endişelenmişti.

 

O günün sabahı erken kalkmış ve saatlerce çekmecesini, gardrobunu yağmalamıştı. Üstüne giysiler sokup aynada beğenmiyor ve bütün giysilerini sıradan geçiriyordu. Sonra aklında bir şimşek çaktı ve sessiz adımlarla ananesinin odasına girdi. Usulca yatağına gidip bir an ananesinin uyuyan güzel yüzüne baktı ve gülümsedi. Ondan bir şey gizleme derdi yoktu ama ananesi Sırma'nın kundaktaki bebeği gibi özel ve narindi. Kadını uyandırmamak için azami özen göstererek kestane oymadan çekmeceyi açtı ve içindeki elbiseleri karıştırdı. Sonunda aradığını bulduğunda yüzünde gülücükler parlayarak odadan sıvıştı.

 

Asuman minyon bir kadındı, altmışlarında olmasına rağmen hala cılızdı ve gençliğinden kalma kıyafetleri giyebiliyordu. Şimdiki haliyle o kıyafetler, Sırma için biçilmiş kaftandı; boyu boyuna ve rengi rengine tam uyuyordu. Soluk sarı ile krem arası bir renkte kalmış alt ton üzerine, altın yaldızdan defne yaprakları olan elbiseyi giydiğinde yüzündeki gülümseme iyice genişledi. Sonunda olmuştu!

 

Ama bir sorun vardı.

 

Elbise bildiğin yazlıktı. Kumaşı ince ve üst kısmı straplez, ince kol askıdan ibaretti. Yaptığı bu küçük çılgınlığı Fahri'nin yanında donarak sürdüremezdi, aklına ilk gelen fikirle dağınık çekmecesinden beyaz, boğazlı bir kazak çıkardı ve elbisenin altında kalacak şekilde üstüne geçirdi, aynı şekilde bacaklarını da yün bir çoraplıkilot ile kapadı. Şubat ayı için yeterliydi. Üstüne elindeki imkan kadarıyla tek uyan kot ceketini giydi ve aynada kuzgun kanadı gibi saçlarını parmaklarıyla tararken kendine sırıttı. Fahri, gözünde öyle bir yere gelmişti ki, o an Sırma üzerine ne giyse kendini çirkin hissedecekti. Ancak uzun düz saçları her zamanki gibi en büyük güvencesi olarak çok güzeldi.

 

Üniformalı okula giderken insanlardan gördüğü hayran bakışları özene bözene giyindiği haliyle Fahri'den görmedi, başta bu duruma sinirlenmiş olsa da sonradan belki de sandığından çirkin giyindiğini düşündü. Birlikte bomboş konulardan konuşarak sinemaya gitmiş ve Sırma ilk gördüğü koltuğa yönelecekken Fahri'nin onu elinden tutup sürüklemesiyle arka tarafa geçmişlerdi. Film başladığında Sırma sadece yanında oturan erkeği düşünebiliyordu. Fahri ona ara sıra açıklamalar yapıyordu, Sırma adını bile bilmediği serinin ikinci filmine geldiklerini o an öğrenmişti. Ancak bir süre sonra Fahri'nin anlatmasına bile gerek kalmadan büyük bir dikkatle kendini filme kaptırdı ve Fahri'yi unuttu. Film arasına girdiklerinde Fahri'ye dönüp "Jack senin kuzeninden daha havalı." dedi. Fahri de çarpık gülümsemesiyle "Sonunda biri bunu söyleyebildi!" dedi.

 

Filmin sonlarına doğru Fahri kulağına eğilip "Bunu tekrar yapalım." demişti. Sırma gülümsemişti, o an en çok istediği şey bunu tekrar yapmaktı.

 

Bu iki fıstığın şarkısı "angels like you" (miley cyrus) olsun mu? .d

Loading...
0%