@halempa
|
Önce öfkeyi, sonra paniği ve farkındalık başlayınca da yok olma arzusunu hissetmişti. Gerçeği öğrendikten sonra yaşadığı tüm anormallikler zihninde net bir zemine oturmuştu. Böyle bir sirkin içinde aylarca her şeyden habersiz yaşadığını anlamıştı. İnsanların onun arkasından attığı kıkırtılar artık daha anlamlı geliyordu, Sırma anlamıştı. Ve anladıktan sonra utanç ile de tanışmıştı. Yapbozun eksik parçaları birleşince tüm gerçeklik basit bir şekilde önüne serilmiş ve o parçalar Sırma'nın utancı tarafından tutuşmuştu. Böyle bir utancı ömründe ilk defa tecrübe etmişti, sonuçta daha önce tecrübe edemeyeceği kadar boyutu büyüktü. O gün eve gittiğinde olayı ananesine anlatmayı düşünmüş, ama ananesini tekinsiz bir aksilikle huysuz huysuz televizyon izlerken bulunca bu fikirden vazgeçmişti. Ayrıca ananesinin hastalığı konusunda hala hassastı. Her ne kadar sağlıklı gibi dursa da yaşlı kadın yine sebepsiz yere öfke krizi geçirebilir, hatta yatağa düşebilirdi. Sırma da bu ihtimalden korkup susmuştu. Olayın ananesini tetikleyip demoralize etmesi isteyeceği en son şey olurdu. Çocuk aklına ve çocuk haline rağmen bu yükü sessizce sırtlanıp kendi başına halletmeyi uygun bulmuştu. Belki de o an fazla paniklemiş ve mantıksız düşünüyordu, belki de fazla duygusal tepki veriyordu, belki de bunun kendi dünyasının sonu olan bir felaket olduğunu sanmıştı. Ancak kendi de biliyordu ki bu olayı tek başına çözemezdi. Gece uyuyamadı, sabah kahvaltı edecek iştahı yoktu. Tek istediği şeyi yaptı ve giyinip erkenden okula gitti, ancak saat sabahın yedisiydi ve demir kapı kilitliydi. Şansına o sıra okul müdürü parktaki arabasından çıkmış, okula yürüyordu. Sırma müdürü gördüğü an içinde bir nebze sevinç ve panikle "Hocam!" diye seslendi. Müdür afallayan gözlerle ona dönüp bakarken Sırma "Hocam sizinle konuşmam lazım çok önemli!" diye seslendi. Müdür hızla kaşlarını çattı ama tek bir soru sormadan demir kapıya gelip cebinden bir anahtar balyası çıkardı, çatık kaşlar ve gergin bir suratla kapıyı açarken yüzü çok ciddiydi, ifadesiz bir sesle "Sorun ne kızım?" diye sordu. Sırma'nın gözünden bir damla yaş aktı, çaresizce müdüre bakıp "Hocam..." diyebildi. Ağlamaya başlamıştı. Müdür onu hemen okula soktu ve bir yandan Sırma'yı teselli etmeye uğraşırken onu odasına götürdü. Odaya girince Sırma'ya "Geç kızım," dedi, Sırma yüzündeki yaşları silip dururken hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir anda vücudundaki bütün sinir boşalmaya başlamıştı ve bunu durduramıyordu. O çirkin görünümlü suni deriden bir koltuğa oturmuş, topaç gibi öne doğru kamburlaşarak ağlarken müdür de masasına geçmiş, önündeki bir defteri alelacele karıştırıyordu. Sırma'ya "Dur kızım sakin ol, şimdi halledeceğiz." diyordu. Sırma hıçkırıkları arasında baş salladı. Müdür telefonuyla birini aradı ve hemen "Alo? Oğlum kantini açtın mı?" diye sordu. Bir sessizliğin ardından "Bir tost, meyve suyu filan getir bana." dedi ve Sırma'ya dönüp "Çikolata da olur." dedi. Sırma hemen "Hocam gerekli değil!" dedi ancak müdür onu dinlemeyip telefonu kapattı. Müdür telefonu kurcalamaya devam ederken "Sınıf öğretmenin kim kızım?" diye sordu. "Neslihan hoca, ingilizce öğretmeni." "Özdemir mi?" Sırma sessizce baş salladı. Müdür tekrar bir arama yapıp odada kendi kendine konuşmaya başladı: "Neslihan hocam günaydın. Kusura bakmayın bu saatte aradım... Bir öğrenciniz az önce yanıma geldi, önemli bir sorun var... Evet, lütfen, hemen gelirseniz çok sevinirim... Teşekkürler." Ardından Sırma'ya döndü. "Şimdi anlat bakalım kızım." Sırma okulda yaşadıklarından Melike'nin söylediklerine kadar her şeyi ama fazla detaya girmeden sadece kendi gerekli gördüğü kısımlarıyla birlikte anlattı. Müdür'ün dinlerken yüzü bir bozarıyor bir kızarıyordu, ancak bir kez olsun şaşırmamıştı, görünüşe göre Sırma'nın anlattıkları ona tanıdık gelmişti, ancak her ne olursa olsun gerilmiş dudakları ve bir kez olsun doğrulmayan kaşları sinirden küplere bindiğini belli ediyordu. Müdür, okulda pancar gibi kızaran yüzüyle biliniyordu ancak aslında o bilinmediği üzere sessiz öfkelenen, çok dinleyen, olgun tabiatlı biriydi. Neslihan hoca gelene kadar Sırma'nın önü kantincinin getirdiği yiyeceklerle dolmuştu, sınıf öğretmeni içeri girerken kız kızarmış gözlerini önündeki alçak sehpada bekleyen yemeklere dikmiş öylece seyrediyordu. Neslihan hoca endişeli gözlerini Sırma'dan ayırmadan "Günaydın müdür bey." dedi ve hemen Sırma'nın yanına geçti. Telaşla pardösüsünü ve çantasını çıkarıp yanına koydu ve Sırma'nın önüne düşmüş bir tutam saçı geriye itti. Meraklı gözleri Sırma'yı incelerken "Sırma? Sorun ne?" diye sordu. Müdür oturduğu koltukta kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde "Timsal yine bir vukuat yapmış." dedi. "Bu seferki... Bayağı büyük." İngilizcecinin yüzü o an asıldı ve donuk bakışlarını müdüre çevirdi. "Şimdi anlaşıldı hocam." Müdür koltuğunda doğrulup masaya yaklaşırken "Siz de mi biliyorsunuz?" dedi. "Bir şey biliyor muyum emin değilim, anlatır mısınız?" Sırma o an başını kaldırıp cılız sesiyle araya girdi, "Hocam... o kız ananemin hastalığını nereden biliyor?" diye sordu. Neslihan hoca kaşlarını çatarak "Ne?" diye sordu. Müdür araya girdi. "Öğrencimizin ananesiyle ilgili bazı sıkıntıları olmadık şekilde okulda yaymış, Sırma az önce olayı bana anlatırken ananesinin ruhsal bir hastalığı olduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla bayağı hassas bir hastalık ancak Timsal bilmeden etmeden bunu etrafta yaymış. Üstüne bu hassas sıkıntıyı iyice abartarak anlatmış." Neslihan hoca kaşlarını çatarak "Pek anladığımı sanmıyorum ama emin olduğum bir konu var." dedi. Hiç de memnun bir durumda olmadığını belirten yüzü Sırma'ya döndü. "Sırma, arkadaşlarının senin arkandan garip garip güldüklerini fark ettin mi kızım?" Sırma dişlerini sıktı ancak öfkesini bu iki yetişkinin önünde belli etmekten utanarak saklamaya çalıştı, onun yerine tekrar ağlamaya başladı ve "Herkes öyle yapıyor." dedi. Sesi kuruydu, ifadesiz gibi dursa da titremesi bazı şeyleri belli ediyordu. "Hocam, Timsal bu öğrencimizi delilikle itham edip yaymış, üstelik tek yalanının bu olduğunu da sanmıyorum. Sınıfınızdaki bir başka öğrenci Timsal'in bu öğrencimiz hakkında başka hikayeler de anlattığını söylemiş. Okul dışında bayağı onur kırıcı hikayeler anlatıyor bu kız ve öğrencilerimizin de anlatılanları sorguladığını pek sanmıyorum. Böyle büyük iftiralar henüz sorgulayan bir zekaya erişmemiş gençlerin arasında yayılırsa neler olacağını tahmin edebilirsiniz sanırım." Neslihan hoca sinirle baş salladı. "Müdür bey biz bu Timsal'i ne yapacağız? Artık bu kadarı da olmaz. Uzaklaştırma ile de çözemiyoruz belli; geçen yıl olduğu gibi yine yabancı gençleri okula sokuyor. Öğrencilerimizin psikolojisi bozuldu, artık kesin bir çözüm bulalım, bu kızın acilen okuldan çıkarılması lazım!" Henüz otuzlarında olmasına rağmen sinirle parlamış sesi olduğundan genç bir tonla duvarları inletmişti. "Disiplin kuruluna sevk edeceğiz, bu son olacak. Timsal'in bir hakkı kalmadı zaten, bu sefer uzaklaştırma bile alamayacak. Ancak bu kızımız hakkında endişelerim de var, dışarıdan gelen sorunları çözmek ile içerideki sorunları çözmek aynı kolaylıkta değil malesef. Bu seferki skandalı kolay silemeyeceğiz." Müdürün karamsar öngörüsü karşısında Sırma iyice koltuğa gömüldü. Neslihan hocanın acıklı gözleri Sırma'yı teselli edercesine bir an ondan ayrılmıyordu. "Kendini sorumlu hissetme canım. Bu yükün altında kalmayacaksın korkma, Biz halledeceğiz." Diye alçak bir sesle Sırma'yı teselli etti. "Hiçkimse attığı kir ile kalmaz, kalamadı da. Emin ol başka öğrenciler de bunları yaşadı, ama sonra her şey düzeldi. Bana bak bakayım," Sırma kuruluktan acımaya başlamış kızarık gözlerini yavaşça kaldırdı, sınıf öğretmenine baktı. Neslihan hoca gözlerinde cesaret verici ışıklar taşıyordu ve bu ışıklar gayet ciddiydi. "Hiçbir şeyin düzelmeyeceğini sanıyorsun öyle değil mi? Ama düzelecek. Emin ol." Kuru, bayat ve cılız sözler. Bu sözler Sırma'nın içinde bulunduğu çöküntüden bakınca pek bir anlam ifade etmiyordu. İçine düştüğü iftira sirkinden kurtulabileceğine dair tek bir umudu yoktu. Aklından sadece başka bir okula geçmenin yollarını arıyordu, kaçabilmenin tek yolu bu olmalıydı. Elindeki puanlarla ne yapabileceğini kara kara düşünüyordu ve o an başka bir okula geçmeyi yaşam sebebi gibi bir inatla zihnine sabitlemişti. Neslihan hoca kızın yüzündeki umutsuzluğu görünce sıkıntılı bir nefes verip sırtını sıvazladı. Sonra yavaşça kızı kendi omzuna yaslayıp usul usul tesellilerde bulundu, Sırma bunların hiçbirini dinlemedi. Müdürün ısrarı üzerine ananesini arayıp okula çağırdılar. Asuman, Sırma'nın yanına oturup olan biten her şeyi dinledi. Yaşlı kadının yüzünde odaya girip Sırma'yı gördüğü andan itibaren hep aynı ifade vardı: bembeyaz bir donukluk. Müdür anlatıyor, Asuman'ın dudakları ince bir çizgi halini alıyor ama önüne dikilmiş gözleri gibi metaneti de bir an olsun kesilmeksizin dinliyordu. Ürkütücü bir sessizlikle gözlerini müdüre dikmişti ve bir soru bile sormaması garipti. Sırma, ananesindeki o bulanık beyazlık için ayrı endişeleniyordu. Müdür anlatabileceği her şeyi anlatmış ve artık bir tepki vermesini bekleyerek Asuman'a bakıyordu. Elleri bir şey demeyecek misiniz, dercesine masanın üstünde, önüne açılmıştı. Asuman belli belirsiz bir hmm, sesi çıkarıp baş sallamış ve Sırma'ya bakmıştı, Sırma o an ananesinin gözlerinde tutuşan gizli yangını görmüş ve daha söylemeden ne diyeceğini anlamıştı. Asuman gergin dudaklarını araladı. "Mahallemizden bir tanıdığımızın yakını olabilir. Hastalığımı Neslihan öğretmen dışında kimseyle paylaşmadığıma eminim, normalde de Sırma'nın okul ortamını bozmamak adına elimden geldiğince kendimle ilgili bir şey duyurmamaya çalışıyorum. Ama eninde sonunda bir terslik olacağına dair içimde bir his vardı, yanılmamışım. Sizin kadar şaşkın değilim." Eğitimciler, yaşlı kadının olgunluk edasını taktir eden bakışlarla iziyordu, dilleri demese de bakışları öyleydi. Ancak ananesinin anormal davranışı hakkında bilgisi olan tek kişi Sırma'ydı, ananesini ilk defa bu kadar resmi bir tavırda görüyordu ve bu hali hiç içine sinmemişti. Zihninin bir yanı, yanlış bir şeyler var, diyordu. Müdür, Asuman'a hak verircesine baş salladı ancak konuşmadan önce Neslihan hocaya garip bir bakış attığı o an Sırma'nın gözünden kaçmadı, büyük ihtimalle müdür de şaşkınlığını aşamamıştı. "Bu olayın büyümeden kapatılmasını bizim kadar istediğinizi görmekten memnuniyet duyarız," Dedi müdür. O da Asuman'ın diplomatik konuşma tarzı karşısında asimile olmuş gibiydi. "Emin olun skandalın büyümemesi en çok Sırma kızımızın lehine olacaktır, bu ahlaksız yalanların daha fazla insanın diline pelesenk olmaması çok daha faydalı." Ahlaksız yalanlar. Sırma tabiri duyunca yanaklarının kahredici bir utanç rüzgarıyla tokatlandığını hissetti, o ahlaksız yalanlar şimdi Sırma hakkındaki 'gerçekler' diye biliniyordu. O kızın ayarsızlığı yüzünden kim bilir hakkında ne tür iftiralar dolanıyordu. Zihni, ben böyle ağır bir yükü hak edecek ne yaptım, diye bağırıyordu. Muhtemelen normal hayat yaşıyan kimse onun gibi durduk yere iftiraya uğramıyordu, bu hayatın ya da diğer liselerin normali olamazdı herhalde? Neden, diye düşündü. Ben ne yaptım ki bu kız bana haset besledi? Sınav sonuçlarının açıklandığı gün pano önünde kızın onu alaya alması aklına geldi, acaba o yüzden mi sinirlendi diye düşünse de ne yeterliydi ne mantıklıydı. Kızın ona bakarak gülmesi bile ayrı bir muammaydı, koridordaki onca insana rağmen Sırma'yı seçmişti. Asuman gergin dudaklarını iyice gererek baş salladı, içinde bir şeyler çoğalıyordu ama bastırıyordu. Ve bunu gören tek kişi Sırma'ydı. "En iyisi bu konuyu sessizce halletmek için gayret edelim, ben de elimden geleni yapacağım. Sırma okulda kalmaya devam ederse unutulması uzun zaman alabilir ve torunumun bir de bu ithamlar altında ezilip yorulmasını istemiyorum." Sırma şaşkın gözlerle ananesini izlerken, Asuman'ın mahkeme duvarını andıran yüzü ona döndü. "Seni koleje yollayacağım. Böylesi daha iyi." O gün müdürün odasında geçirdiği süre boyunca Sırma ilk derse girememişti, müdür ona bir izin kağıdı verdikten sonra okuldan ayrıldılar. Onlar odadan çıktıktan sonra gözden kaçabilecek kadar küçük, ancak Neslihan hocanın kafasına kurt düşürecek bir olay olmuştu: müdür derin bir iç çekmiş ve "Allah hanımefendiyi sahibine bağışlasın," demişti. Neslihan hocanın iri iri pörtlemiş gözleri anında ona dönmüştü. Ananesiyle birlikte eve döndüler. Uzun zaman sonra Asuman'ın yüzü ilk kez cansızdı, o endişe verici enerjisinin yerinde şimdi endişeyi bir bütün halinde doğuran bir sessizlik vardı. Sırma sessizce yanından ayrılıp üst kattaki kendi odasına çıktı; ananesinin bu halini iyi tanıyordu ve sakin görünse bile onun içinde öfkeden bir kasırga taşıdığını biliyordu. Bu yüzden bir zamanlar olduğu gibi genç kız kendi derdini içine gömmüştü. Duş aldıktan sonra sessiz adımlarla dedesinin odasına yöneldi. Kardinal rengi uzun perdeler yine yerlere kadar uzanıyor ve boşluklarından sızmaya çalışan güneş ışığı, yüksek tavanlı odaya sulanmış bir kan gibi dağılıyordu. Odanın bir duvarında rahmetli dedesine ait devasa bir kitaplık ve yanında küçücük boyuyla yavrusu gibi duran kendine ait bir başka kitaplık vardı. O kitaplık tamamen Sırma'nın zevkleriyle doldurulmuştu. Son okuduğu kitabı alıp, odaya yerleştirilmiş el yapımı pufa pinekleyecekti, o günki tek planı buydu ve aslında aklına başka bir şey de gelmiyordu. Elinde Üç Silahşorler'le pufa yerleşti ve ömrünün hiç bitmeyen adetini tekrar yaşadı. Kitap, Sırma'ya nispet edercesine her anından aksiyon ve eğlence akıtıyordu ama d'Artagnan'ın ince esprileri bile kızı güldüremiyordu. Tam da o güne en zıt düşen kitapta kalmış olduğuna yanabilirdi. Ancak ağlamak için kitap okumak en azından daha saçma bir şeydi ve belki de moralini yükseltse daha iyi olacaktı. O gün morale daha çok ihtiyacı vardı ve belki de bu tesadüfe şikayet etmemeliydi. Elindeki kitap moral vermesine verirdi ancak Sırma bir türlü gözlerinin kayıp gitmesine engel olamıyordu. Kitabı okurken bir noktadan sonra dalıp gitmişti, kelimeleri anlamadan gözleriyle takip edip geçiyordu. Sonradan pişman olup sayfaları geriye çeviriyor, baştan başlıyor ama yine aklına görüntüler gelip, dalıyordu. Kitap okumanın bir anlamı bile kalmamıştı. Odadan çekine çekine çıktı, merdivenlerin başına geldiğinde aşağıda bir öcü varmış gibi baktı. Ananesini merak ediyordu ama ister istemez içindeki nostaljik korku onu görmesini istemiyordu. Sırma ananesini ne zaman yatağa düşmüş halde görse bedenindeki bütün yaşam enerjisinin yere çöktüğünü düşünürdü, ensesinde gergin bir soğukluk ve koca bir umutsuzluk belirirdi. Tüm bunların sebebi ananesini acılı halde görmeye dayanamamasıydı. Ama oluyordu işte, hayat ananesine doya doya yaşayabileceği kadar olanaklı bir hastalık bahsetmişti. Temkinli adımlarla aşağı indi ve bir an gözleriyle kendi dışında bir hareket aradı. Mutfaktan sesler geldiğini duyunca gidip usulca ne olduğuna baktı. Ananesini fırının başında beklerken buldu. "Anane?" Dedi temkinli bir sesle. Asuman fırından gözlerini ayırdı ve Sırma'ya baktı. Gayet iyi gözüküyordu, hatta Sırma'yı şüphelendirecek kadar sakin gözüküyordu. Ama galiba korkusu boşunaydı. Göğsüne naneli limon suyu inmiş gibi ferahladı, gevşeyip tatlı tatlı gülümsedi. Sırma o yumuşak bakışları görünce içine düşen ferahlık sayesinde o gün öğrendiği her şeyi unutabilirdi. Sonunda sevinebileceği bir şey vardı. "Bu akşam senin dizin var diye havuçlu kek yaptım, sen seversin." Sırma gözlerini sulandıran kocaman bir gülümsemeyle ananesinin yanına gitti, yaşlı kadına sevinçten kontrolünü kaybedercesine sımsıkı sarılarak iç çekti. Asuman da anaç bir tatlılıkla torununun sırtını sıvazladı. "Senin mutsuz olmanı istemiyorum." Dedi, sesi burukluktan gelen bir düşük tondaydı. Sırma gözlerini sımsıkı yumarak "Biliyorum." dedi. Çekilip ananesinin elma şekerine benzeyen yanağına ıslak bir öpücük kondurdu ve "Seni çok seviyorum." dedi. Asuman mutlu bir homurtu çıkardı, "Sırma," dedi. Sesine bir ciddiyet esintisi gelmişti. Torununun omuzlarına ellerini koyup yüzüne bakacak kadar geri çekildi, şimdi o gülümseme tamamen silinmişti. "Benden sonra iyi bir hayatın olsun istiyorum." Sırma hemen kaşlarını çattı ve "Niye böyle konuşuyorsun şimdi? Bütün keyfimi kursağıma soktun!" diye sitem etti. Asuman ifadesini bozmadan devam etti. "Seni o okula yolladığıma çok pişmanım. Bilmiyorsun kızım, konu sen olunca hata yapmaktan çok korkuyorum. Bir daha olmamalı." Sırma da ciddileşti. Bu konuşmanın sonunda yeni bir şey olduğunu sezmişti. "İyi bir hayat yaşaman için senin de elinden geleni yapman lazım. Ben için bütün fedakarlığımı sundum, artık senin de ciddileşmen gerek." Sırma şaşkınlıkla kirpiklerini kırptı, Asuman "Kolejde okuman için bütün birikimimi satacağım, artık sadece emekli maaşıyla geçineceğiz." dedi. Sırma'nın yüzünde iyice bir çaresizlik oluştu, ama bunun sebebi kendini bir anda fakir hissetmesi değildi, ananesini durdurabileceği bir argümanı yoktu. Haklıydı. Sırtına yeni bir yük binmişti, omuzlarını düşürerek yere baktı ancak karşı hiçbir söz söylemedi. İçindeki ses bunun en doğrusu olduğunu söylüyordu, hayatı ortadaydı, ananesinin kapasitesi belliydi ve tıpkı bu okulda edindiği kötü tecrübe gibi, bir daha başına ne geleceği asla belli değildi. İmkan sahibi olmalıydı. Sırma'nın erkenden olgun olma vakti gelmişti. Akşam Sırma'nın en sevdiği diziyi kek eşliğinde seyrederlerken ikisinin de yüzünde o an geçmiş ve geleceğin yükünden arınmak isteyen gülümsemeler vardı, Asuman da Sırma da o anı birlikte ve güzel yaşamak istiyorlardı. Sırma ananesinin omzuna yaslanmış, küçük küçük dilimlediği keki çerez gibi yerken yaşadığı huzur ile bir an yeni bir şeyi fark etmişti: etrafı kalabalıkken yaşadığı büyük hayatın aksine, küçük bir hayatın içinde sorun ve kaostan uzak durmak çok daha iyiydi. Bundan sonra böyle bir hayat yaşayacaktı, kararını vermişti. Ananesi çay tutan eliyle ekranı göstererek "Aa şu adam ödül almıştı değil mi?" diye sordu. Sırma buruk bir gülümsemeyle "Cannes ödülü aldı, geçen yaz." dedi. Ananesi onaylamayan bir tavırla dilini şaklattı. "Akılsıza bak, ödül aldıktan sonra hemen bulduğu diziye atmış kendini." Sırma şaka yollu kaşlarını çatıp doğruldu ve dibindeki omzu hafifçe çimdikledi. "Yaa, bu benim en sevdiğim dizi!" Timsalin yaptıklarını öğrendiğinde ilk dönemin bitmesine bir buçuk hafta kalmıştı ve Sırma bu sürede bütün izin hakkını kullanıp okula gitmemişti, ananesinin de bu fikre itirazı olmamıştı. Dönemin bittiği gün son kez okula gitti. Hakkında iftiraları atan kızın sonunun ne olduğunu bilmiyordu, okuldakilerin onu görünce vereceği tepkilerden de korkuyordu. Ama yüreğinde köpüren tüm endişeye rağmen son kez cesaretini toplamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi düz bir suratla okula girmiş ve içinden kimsenin onu umursamaması için dua ederek öğretmenler odasına ilerlemişti. Ne şanstı ki, sınıfı öğretmenler odasının yanı başıydı. Neslihan hoca onu bol sevinçli bir yüzle karşılamıştı, Sırma onun hiçbir kötülüğünü görmediği için elinden geldiğince nazik olmaya çalışmıştı. Ama kadını son gördüğü günü hatırlayınca ondan da tıpkı Timsal'e olduğu gibi nefret etmek istemişti. Sebebi hala zihninin önünde aşılmaz bir bariyer gibi duran utanç duygusuydu. Sırma dedikoduları hatırlatan biri görünce hemen utanıyordu ve sırf bu yüzden herkesten nefret edesi geliyordu. Sınıfa girmeden karnesini almak için oraya geldiğini Neslihan hoca da anlamış olacak ki, Sırma'nın gözlerinin içine bakarak gülümsemişti. İkisi arasında adeta sözsüz bir anlaşma belirmişti ve Neslihan hoca hiçbir soru sormadan karneyi ona vermişti. Sırma, hocaya son kez teşekkürlerini sunup odadan çıkmıştı. Öğleden sonra okula geldiği için şansına o ana kadar tanıdık kimseye rastlamamıştı, okul neredeyse boştu. Koridorda dolanan tek tük bazı öğrenciler vardı ama Sırma yıldırım gibi dışarı fırlarken onlar da kim olduğunu görememişti. Bir sorun çıkmadan okuldan kurtulabildiği için memnundu. Şansı yaver giderse sokaktan da öyle çıkıp gitmeyi umuyordu. Okul yolunda başını yerden kaldırmadan yolu arşınlıyordu ki arkasında bıraktığı bir aradan ses geldi: "Hey baksana!" Panikledi, başını iyice omuzlarına çekip hızlandı. "Kaçma lütfen!" Son lafı duyunca ayakları bir anda frenledi ve kendini tutamayarak arkasına dönüp "Kaçmıyorum!" diye bağırdı. Karşısında tanıdık, insanın içinde hoş duygular oluşturan bir gülümseme vardı. Fahri, elini havaya kaldırmış bir şekilde ona bakıyordu. Sivil kıyafetlerleydi ve saçları yine karizmatik bir biçimde dağılmıştı. Sırma onu görünce yine bileklerine akan soğuk su hissini yaşamış ve afallamıştı. "Hayır kaçıyorsun." Dedi gülerek. Sırma kaşlarını çatarak "Acelem vardı." dedi, ama kızgın numarası yapabildiğinden emin değildi. Fahri düz bir bakış attı ve o manidar çarpık gülümsemesiyle "Ya, tabi." dedi. Ardından yüzündeki alaycılık eriyip çelişkili bir hal aldı, hafifçe kaşlarını çatarak "Nasılsın?" dedi. Sırma bu soruyu duyunca sırt kasları bir anda sertleşti. Fahri'nin olaydan haberdar olduğunu anlamıştı. Yüzünü başka tarafa çevirip "Öyle işte." dedi. Olayı hatırlamak bir yana, Fahri dertleşmek istediği son kişiydi. Yeterince utanç duymuştu, bir hakkı olsaydı Fahri'nin en azından bunu bilmemesini tercih ederdi. Ama istesin ya da istemesin gerçek ortadaydı, Fahri de okuldaki diğer herkes gibi biliyordu. "Doğru olanı yaptın." Dedi Fahri, Sırma'nın meraklı gözleri ona döndü. Fahri'nin dalgın gözlerle önüne baktığını görünce şaşırdı. "Timsal uğraşılacak biri değil, okuldan ayrılman daha iyi olmuş." Bunu da biliyordu. "Okuldan ayrıldığımı nereden biliyorsun?" "Oho," diyip güldü oğlan, yüzüne yine çarpık gülümsemesi gelmişti. "Okul müdürünün nutkundan haberin yok senin, yarım saat zorbalığın tarihçesinden bahsetti, sonra herkesin gözü önünde Timsal'in okuldan kovulduğunu söyledi. Resmen canlı drama izledik, bir de istiklal marşından sonra yani." Sırma bir anda kendini tutamayıp güldü, onu görünce Fahri de kendini tutamadı. Sonra bir süre birbirlerine bakarak sırıttılar. Aralarında bir sessizlik oluşmuştu. "Ciddi ciddi okuldan gidiyorsun yani?" Sırma baş salladı, Fahri'nin sohbet açma çabasını hemen görmüş ve kendini bir anlığına kraliçe gibi değerli hissetmişti. Bu hissin tadı kesinlikle dünyadaki diğer nimetlerden farklıydı. Ancak hala ne olabileceği hakkında düşünmüyordu, aklı havadaydı. "Hangi liseye?" "Tatilde ananem beni koleje yazdırmayı düşünüyor." Zaten olacak bir meseleyi niye şaibeli söylediğini kendi de bilemedi. Fahri ıslık çalıp "Ananen fenaymış, bana da böyle bir ödül verseler." dedi. Sırma soru dolu gözlerini ona dikti. "Sahi bayağıdır sormak istiyordum," dedi ve sonra tereddüt etti. "Gerçi... Kuzenin hakkında soru sormama izin var mı?" Fahri'nin gözlerindeki sıcaklık bir an kayboldu ama onaylarcasına baş salladı. "Arda Bayiç o kadar ünlü olduğu halde sen neden böyle..." Sıradan hayat yaşıyorsun, demek ayıp olurdu, ancak Sırma yerine koyacak daha yumuşak bir cümle bulamadı ve geveleyip durdu. Fahri düz bir sesle "Niye mi normal yaşıyorum?" diye sordu. Sırma onaylayamadı, sadece gözlerini kaçırdı ve bunu sorduğu için pişman oldu. Oğlan omuz silkti. "Çünkü Arda amca ünlü diye bütün akrabalarım zengin değil. O da bunu saklamıyor yani. İnsanların görmemek için zorla çabaladığını düşünüyorum." Sırma çenesini kaldırarak ha, yaptı. "Ha?" Dedi tekrar, bu sefer sesinde şaşkınlık vardı. "Amca mı dedin sen?" Fahri adeta burnundan güldü. "N'apayım babam böyle alıştırdı. Arda aslında büyük amcamın oğlu oluyor ama aramızda bayağı yirmi yaş var, ben diğer bütün kuzenlerimden geç doğdum o yüzden basit anlaşamıyoruz." Yine umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Biz alıştık böylesine." Sırma ikon bellediği bir adamın normal hayatından bahsedilirken hevesten ağzı açık kalarak dinliyordu. Onun için hayal etmesi bile zordu ancak Fahri, o adamdan normal bir akraba olarak bahsediyordu. Sırma orada oturup Arda Bayiç'in bütün hayat hikayesini dinlemek istiyordu, ancak Fahri'nin yüzündeki ifade bu konuyu konuşmaktan haz etmediğinin işaretiydi, onu sıkmaktan korktu ve konuyu değiştirdi: "İnsanların görmek istediğini gördüğünü ben de öğrenmiş oldum." Ardından bu sözü söylediğine pişman oldu ve sessizleşti. Fahri de ona kirpik altından bir bakış atıp sessizleşti. İkisinin de konuşmaktan haz etmediği konular vardı. "Sinemaya gitmeyi sever misin?" Sırma merakla parlayan gözlerini ona çevirdi ve hiç düşünmeden "Evet." dedi. Halbuki evdeki televizyondan ara sıra yakaladığı filmleri izlemek ona göre daha rahattı, şimdiye kadar sadece bir kez ananesiyle birlikte sinemaya gitmişlerdi. Ama onda da sanat filminin gazabıyla tanışmış ve iki saat geçmeden uyuyakalmıştı. Ananesi sonradan filmin dört saat olduğunu söylemiş, Sırma da bir daha gidecekleri filmi kesinlikle onun seçmesine izin vermeyeceğini söylemişti. Sinemaya dair anıları bu kadardı. Fahri'nin yüzüne şaşırtıcı bir ışıltı gelmişti ve bu hali her zamankinden daha sevimli gözükmesine sebep olmuştu. "Karayip Korsanları'na gidelim mi?" Dedi hevesle. "Olur!" Dedi Sırma, aklı o ne, diye sorarken. Fahri ona günü, saati ve adresi tarif ettikten sonra anlaşmışlardı. O gün eve dönerken yüzü sevinçten parıldıyordu. Üstelik ayrılmadan önce Fahri de onun gibiydi, el sallayıp uzaklaşırken çok mutlu gözüküyordu, hatta Sırma onu her zamankinden daha mutlu görmüştü. Daha ne isteyebilirdi ki? Sırma o gün gelene kadar boğazında kocaman bir heyecan topuyla dolaşıyormuş gibi hissetmişti, sürekli Fahri'yi düşünmüş ve yüzündeki gülümsemeye engel olamamıştı. Bu durumu Asuman da fark edince bir sabah uykudan resmen gülerek uyandığını söylemiş ve Sırma'nın yanakları pancara dönmüştü. Öyle mi olduğunu görmek için aynaya baktığında, gerçekten de durum buydu. Sonunda Fahri'nin karşısına deli gibi gözükmesine sebep olan bu gülümsemeyle çıkacağından ve onu kendinden soğutacağından korkmuştu. O günün sabahı erken kalkmış ve saatlerce çekmecesini, gardrobunu yağmalamıştı. Giysileri giyip çıkarmış, elindeki her şeyi sıradan geçirmişti. Ama niye bilmiyordu, o gün hiçbir giysisiyle anlaşamamıştı. Pes etme noktasına geldiğinde son anda aklında bir şimşek çakmış ve hemen ananesinin odasına gitmişti. Odaya girdiğinde ananesi hala uyuyordu, kadını uyandırmamak için azami özen göstererek parmak uçlarında ilerledi ve kestane oymadan çekmeceyi açıp, içindekileri kurcalamaya başladı. Sonunda aradığını bulduğunda yüzünde gülücükler parlayarak odadan sıvıştı. Asuman minyon bir kadındı, altmışlarında olmasına rağmen hala cılızdı ve gençliğinden kalma kıyafetleri giyebiliyordu. Şimdiki haliyle o kıyafetler Sırma'ya tam uyduğundan genç kız aldığı elbisenin üzerine tam uyacağını biliyordu. Ki aynanın karşısına geçtiğinde yanılmadığını da gördü. Üzerindeki saten elbise onun için dikilmiş gibiydi; boyu boyuna ve rengi rengine tam uyuyordu. Soluk sarı ile krem arası bir renkte kalmış alt ton üzerine, altın yaldızlarla parlayan defne yapraklı desenler çok güzel gözüküyordu. Ama bir sorun vardı. Elbise bildiğin yazlıktı. Kumaşı inceydi ve üst kısmı straplez, ince kol askıdan ibaretti. Güzel olmasına güzeldi ve Sırma için önemli olan da buydu. Ama şubat ayındalardı; Sırma bu kıyafetle Fahri'ye giderse sümüğünün yüzünde donacağını tahmin edebiliyordu. Aklına ilk gelen fikirle dağınık çekmecesinden beyaz, boğazlı bir kazak çıkardı ve elbisenin altında kalacak şekilde üstüne geçirdi, aynı şekilde bacaklarını da yün bir çoraplıkilot ile kapadı. Üstüne, elbiseye uyabilecek tek giysisi olan kot ceketini giydi ve aynada kuzgun kanadı gibi saçlarını parmaklarıyla tarayarak kendine sırıttı. Güzel gözüktüğünü düşünüyordu. Hatta emindi. Ama niye biliyordu kendini hala yetersiz hissediyordu. Galiba Fahri'yi gözünde fazla büyütmüştü, sebebi bu olmalı diye düşündü. Oğlanı zihninde öyle bir noktaya koymuştu ki onun yanında her türlü yetersiz hissedebilirdi. Ama rahatsızlığı Sırma'yı bir noktada haklı çıkarmıştı: buluşmaya gittiğinde Fahri'den beklediği tepkiyi alamadı. Hatta üniformalı haliyle okuldakilerden gördüğü hayran bakışların bir zerresini bile Fahri'de bulmadı. Başta içten içe bu duruma sinirlendi ama sonra, belki de sandığımdan kötü giyindim, diye düşündü. Birlikte bomboş konulardan konuşarak sinemaya girdiklerinde Sırma ilk gördüğü koltuğa yöneldi ama Fahri onu dirseğinden tutup arka tarafa sürükledi. Film başladığında Sırma sadece yanında oturan erkeği düşünebiliyordu. İzledikleri şey hakkında tek bir bildiği yoktu ama yüzüne öyle bir gülümseme yapıştırmıştı ki sanki filmi ondan daha hevesli bekleyen kimse yokmuş gibi gözüküyordu. Halbuki Sırma adını bile bilmediği serinin ikinci filmine geldiklerini o an öğrenmişti. Fahri ara sıra eğilip açıklamalar yapıyordu, Sırma ikinci film olduğunu öğrendiğinde bir an yüzündeki gülümseme eğik bir demire benzemişti. Ancak bir süre sonra Fahri'nin anlatmasına bile gerek kalmadan büyük bir dikkatle kendini filme kaptırmış ve Fahri'yi unutmuştu. Film arasına girdiklerinde Fahri'ye dönüp "Jack senin kuzeninden daha havalı." demişti. Fahri'nin yüzünde yine çarpık gülümsemesi belirmişti. "Sonunda biri bunu söyleyebildi." Filmin sonlarına doğru Fahri kulağına eğilip "Bunu tekrar yapalım." demişti. Sırma gülümsemişti, o an en çok istediği şey bunu tekrar yapmaktı. Bu iki fıstığın şarkısı "angels like you" (miley cyrus) olsun mu? .d |
0% |