Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5 | aldatılan

@halempa

Koleje başladıktan sonra devlet okulundan fazlasıyla değişik eğitim sistemi ve yeni ortama rağmen Sırma sarsılmamış, tökezlememişti. Ve yoğun bir çabayla derslerini toparlamayı başarmıştı. İkinci yıl artık alışkın olduğu sisteme kendini tamamen oturtmuş ve ezbere bir yaşam gibi aynı şeyleri düzenli bir şekilde yapıp geçiyordu: okula git, biraz kızlarla lafla, ama fazla rehavete düşme ve dersleri iyi dinle, eve dön, zaman kaybı gereksiz ödevleri yap ve henüz erken olmasına rağmen iki yıl sonra seni yemek için bekleyen üniversite sınavına birikim sağla, deneme çöz.

 

Sırma adeta parlak öğrenci olmuştu. Artık 'kızıl oda' adını verdiği yüksek tavanlı kitaplık odasında, hiç hatırlamadığı dedesinin bir zamanlar Asuman hanım ile evli bir eş iken vakit geçirdiği vernikli koca masaya geçiyor ve hiçbir şey düşünmeden ders çalışıyordu. Bu da yetmezmiş gibi bir de spora başlamıştı. Ancak Sırma'nın isteği üzere gelişmiş bir durum değildi bu; okulda spor derslerine giren sertifikalı bir jimnastik koçu vardı ve Sırma'nın daha ilk gününde kızın bacaklarına gözlerini dikip "Bu bacaklarına eziyet etmeye utanmıyor musun çocuk!" diye bağırmıştı.

 

Sırma koçun kafadan çatlak bir tip olduğunu henüz bilmiyordu, okula yabancıydı ve son yaşadığı travmanın ardından omuzlarına bir çekincenin ağırlığı çökmüştü. Başta bir şey diyememişti. Kızların dizildiği sırada, boyu yüzünden en başa geçmiş saf saf dikiliyordu ve kaskatı kesilerek bir cevap verememişti. Ancak koçun bu hararetli yükselişine, en alışkın olması gereken diğer öğrenciler bile bir şaşırmıştı. Kısa boyuna rağmen fit vücutlu koç bir anda Sırma'nın bacaklarının dibinde bitmiş ve Sırma kıpkırmızı kesilerek gözlerini koça sabitlemişti. Herkesin gözü önündeyken koç bunu yapıyor olmasa genç kız sapık var diye çığlık atabilirdi, zaten içten içe bağırmak için hazırda bekliyordu.

 

Koç, Sırma'nın bir baldırını sertçe tutup çekti ve kız sonunda dayanamayıp "Ne yapıyorsunuz? Canım acıdı!" diye bağırdı.

 

Koç çömeldiği yerden başını kaldırıp Sırma'ya baktı. "Bak canım bunlar sana küsmüş kasların işte. O yüzden acıyorlar."

 

Sırma afalladı, koçun dediğinden bir zırnık anlamamıştı. Koç çömeldiği yerden kalkıp bu sefer de Sırma'nın kolundaki etli kısmı çimdikledi ve kız sinirle ciyakladı. Artık tahammülü kalmamıştı, acıyan kolunu çekerek koçtan birkaç adım uzaklaştı. Diğer öğrencilerden kıkırtılar yükseldi.

 

Yine aynı şey mi oluyor, diye düşündü kız. Bu okulda da aynı zorbalığı yaşayacağından korktu. Bir lanet olmalıydı bu, kaçtığı yerde Sırma'yı geri buluyordu. Bütün morali çökmek üzereydi ama dişlerini sıkarak bunu belli etmekten kaçındı, korkusunu içine bastırdı. Belki de yanlış olanı yapıyordu, belki de yüksek sesle korkuları olduğunu bağırıp bu koça haddini bildirmeliydi.

 

Koç ellerini önüne kaldırıp "Hiç öyle çıtkırıldımlık yapma canım!" diye sitem etti. İşaret parmağını Sırma'ya doğru kaldırınca Sırma adamın ellerinin fazlasıyla bakımlı olduğunu fark etti. "Kaslarının anası ağlamış!"

 

Koçun argo lafı salonu inletince öğrenciler arasında bir dabarva yükseldi ve Sırma laneti olarak düşündüğü kıkırtıları duydu. O neşeli seslerin oluşturduğu uğultu, öfkesini çağıran bir ayindi. Yaşadıklarından sonra bir basit kıkırtı bile Sırma'yı tetiklemeye yetiyordu.

 

Kemiklerine kadar sızan bir öfke ve utanç hissetti, şakakları zonkluyordu. Sırma kulaklarında o uğursuz seslerin yankısıyla debeleniyordu, sakinleşmek için burnundan yavaş bir nefes verdi ve bir çıngar çıkarmama uğruna az önce çimdiklenmiş kolunu kendi eliyle ezercesine sıktı. Ancak garip bir şey oldu: Gözünü açtığında koçun acayip bakışlarıyla karşılaştı. Adam o an Sırma'nın burnunun ucuna kadar gelmiş ve muhtemelen Sırma'nın sinirini görmüştü. Sırma bir kez daha sinirlenerek geriye bir adım attı ancak bu sefer adamdan kaçmadı, çünkü adamın gözlerinde anlamlandıramadığı bir farklılık görmüştü, acı gibi duruyordu ama anlaşılmaktan uzak bir belirsizliği vardı. Sırma'nın kafasında bir soru işareti oluşturmuştu. Yoksa ona acıyor muydu? Bu ihtimale hem öfkelenmiş hem şaşırmıştı, ne diyeceğini bilememiş ve yine suskunlaşmıştı.

 

Artık eskisi kadar cesur davranamıyordu. Eskiden öğretmenlere bile patavatsızca cevap vermekten çekinmeyen özgüvenini terk etmesine sebep olan yeni korkuları vardı.

 

Koç birkaç saniye öncesine nazaran daha 'az kırıcı' ancak yine sitemkar tavrıyla "Sırık gibi boyun, sakız gibi vücudun var diyorum alo!" dedi. "Bu ne demek biliyor musun?" Diye sordu ardından.

 

Sırma sinirine hakim olamayıp "Ne demek ki?" diye tersledi.

 

Koç omuzlarının sarsılmasına sebep olan bir hışımla ellerini beline koydu. "Anan baban seni jimnastikçi doğurmuş demek! Ay çıldıracağım, şurada bayılacağım şimdi! Bakma kız bana bön bön! Yoksa jimsatik ne demek onu da mı bilmiyor musun?" Hızla elini yüzünün önüne doğru kaldırıp başını başka tarafa çevirdi ve "Sakın söyleme, bu kadar cahilliği eğitimci kimliğim kaldıramaz!" dedi.

 

"Hayır..." Dedi Sırma. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırıp duruyordu. "Yani evet, babam ekstrem sporcuydu. Doğru bildiğinize şaşırdım."

 

Koç bir kaşını kaldırarak ona döndüğünde yüzünde bir açıdan güldürücü ama muhtemelen adamın açısından fazlasıyla ciddi bir bakış vardı.

 

"Tariş yine tutturdu." Dedi bir kız, Sırma koça böyle bir lakapla seslenildiğini duyunca gözlerini gererek kıza bakmıştı. Ancak kimse onun kadar şaşkın değildi.

 

Tariş küstah bir tavırla elini savurarak "Evet canım biliyorsun. Gerçi ben biliyorum." diyince Sırma'nın yanı başındaki kızlar gülüştü.

 

Sonradan okula alıştıkça Sırma, Tariş diye anılan adamın okuldaki jimnastik klüp dalında eğitmen olduğunu öğrenmişti. İlk günün şoku ve Sırma'nın aşamadığı endişelerinden doğmuş kuruntuları yüzünden bir yanlış anlaşılmanın ortaya çıktığını bu şekilde anlamıştı. Yine de bu avangart tabiatlı kendine has koça alışması zor olmadı, üstelik koç da çakmak çakmak bakan meraklı gözlerini Sırma'dan çekmiyordu.

 

Bilmiyordu ki, koç onu başta kendi jimsastik klübüne sokarak planına başlamıştı.

 

Sırma yeni bir şeyle tanışmanın hevesiyle oldukça iyimser yaklaşmış ve koçun teklifini kabul etmişti. Ve bir süre sonra tam da koçun dediği gibi Sırma antrenmanlara doğuştan uyumlu olduğunu kendi de fark etmişti. Koçun gelip baldırını sıkmasının sebebini anlıyordu, bunu antrenmanları ve esneme programlarını uyguladıkça kaslarındaki değişimi hissederek kavrayabilmişti. Ve vücudunun doğuştan bu gereksinimlere ihtiyaç duyduğu için sertleştiğini çözmüştü. Bir gün tespitini koç ile payaştığında koç işaret parmağını iki yana sallayarak "Sadece bu değil." demişti. "Vücudundaki kimyasallar kaslarını sertleştiriyor. Artık eskisi gibi çocuk değilsiniz, bir çocuğun kaslarıyla kendi kasların arasındaki farkı gördün mü hiç? Ya da daha doğrusu, kendinin eskisi gibi çocuksu durmadığını?"

 

Sırma boş boş koçun yüzüne bakmıştı.

 

Koç yüzünde manidar ve bir parça şevkatli bir gülümsemeyle homurdamış, Sırma'ya doğru eğilmişti. "Bakıyorum da birilerinin artık çocuk olmadığından haberi yok. Geliştin canım. Hormonlarının belki de en zirvede olduğu dönemdesin ve emin ol artık bir çocuk gibi kendini tamamen doğal tabiatınla kıvıramazsın. Senin o hareketleri yapabilmen için antrenmanlı olman lazım. Büyümek için kaslarına büyük bir baskı yükleniyor ve sandığından daha hızlı değişiyorsun. Artık yetişkin olma yolunda bir ergensin."

 

Sırma bu sözün gerçek anlamını o zaman fark edememişti. Hormon nedir ya da gerçekte ne işe yarar, bu tür konulara henüz aklı ermediğinden sorgulamamıştı da. Sadece karmaşık konular olarak görüyordu ve muhtemelen de kendiyle alakalı değildi.

 

Lisenin ikinci yılıydı.

 

Okuldan sonra klüpte esneme hareketleri yapıyordu. İleri seviye hareketleri bitirdikten sonra son ısınmaları yapıp çıkacaktı. Matın üstünde oturmuştu, öne uzanmış tek bacağının diz kapağına doğru çenesini uzatırken alnından düşmek üzere olan ter damlalarına bakıyordu. Haftanın üç günü klüpte yoga ve jimnastik eğitimi almayı seviyordu. Koç sayesinde düzenli jimnastik ile tanışmıştı ama yine koçun ısrarıyla, geçen yaz baleye başlamıştı. Ve şimdi kara kara bu fikrin gerçekten bir faydası var mıydı onu düşünüyordu.

 

Sırma önceki yaz bale kursuna gitmeyi ısrarla reddetmişti, ancak koç, bacaklarının asıl potansiyelinin balede olduğunu söyleyerek kızı bunaltana kadar ısrar etmiş ve sonuç olarak Sırma sekiz yaş altı çocukların gittiği bir bale kursunda utana sıkıla başlangıç derslerini almıştı. Jimnastikten bile daha sıkıntılı o hareketlere yalnızca okul başlayana kadar dayanabilmişti. Sonrasında ders çalışırken bedenini hırpalayan bu hareketlere daha fazla devam edemeyeceğini söyleyip oradan kurtulmuştu ancak koç o günden beri ısrarla Sırma'yı ikna etmeye çalışıyordu. Kıza sürekli asıl potansiyelini körleştireceğini söylüyordu. Sırma koçun spor konusundaki bilgisinden şüphelenmiyordu ancak asıl önceliği derslerdi. Koç onu darlamaya devam edecekti, bunu biliyordu ancak kesin kararlıydı.

 

Omzunda bir el hissedince dertli bir iç çekti, pozisyonunu bozmadan kaslarını iyice uzatmaya devam ederken "Koç yine mi?" dedi.

 

"Benim kızım."

 

"Begüm?"

 

Begüm Sırma'nın yanı başında dikilmeye devam ederken "Seninki gelmiş yine." dedi. Sırma anladığını belirten bir ses çıkardı, yüzünde bildik bir gülümseme oluştu.

 

"Az yardım etsene." Dedi Sırma, iyice öne doğru uzanıp çenesini önündeki bacağın diz kapağına dokundururken inledi. Bir yandan da Begüm, omuzlarına yavaşça abanarak onu itti.

 

"Tamam, Begüm yuh!"

 

Begüm kıkırdayarak abanmayı kesti ve Sırma'nın ikiye katlanmış halden doğrulmasını bekledi.

 

Neredeyse bükülmüş karnına derin bir nefes göndererek iç çekerken "Çenem dizimle birleşecekti." dedi.

 

Begüm yanına oturup bağdaş kurdu "Olmaz, ters hareketi de yap."

 

Sırma oflayarak diğer pozisyona geçti, sırt üstü gerinerek ters dönmüş bir kurt gibi içe çekildi ve sonunda kendini nötürledi. Esnemeyi tamamladığında kendini salarak mata serildi ve "Bir saat olmuş mudur?" diye sordu.

 

Begüm ifadesiz gözlerle ona bakıp "Olmuştur ama rekoru istiyorsan Tariş'in iki buçuk saatini egale edeceksin." dedi.

 

Sırma alaycı bir gülümsemeyle homurdandı. "Bir de çocukluktan çıkınca eskisi gibi esneyemeyeceğimizi söyler."

 

Begüm dirseklerini dizlerine yaslayıp kambur bir pozisyon aldı, yüzünde beliren bir merakla "Ha doğru ya, baleye devam ediyor musun?" diye sordu, Fahri'nin geldiğini söylemek için gelmişti ama ikisi de konudan uzaklaştıklarını umursamıyordu.

 

Sırma başını iki yana salladı. "Çok zooor! Sen nasıl devam edebiliyorsun!"

 

Begüm omuz silkti. "Ben yedi yaşımdayken başladım kızım, büyüdükçe zorlaşıyor." dedi.

 

Kaşları minik bir kıskançlık akımının etkisiyle çatıldı. Sırma şimdiye kadar yaşıtı olan kimseye bir kıskançlık beslediğini bilmezdi ama Begüm ile tanıştıkça onun atletik özellikleri bu duyguyla tanışmasını sağlamıştı. "O zaman baleyi de sadece çocuklar yapsın. O neydi ya, son gittiğim gün öleceğim sanmıştım!"

 

"Tamam hadi kalk da yavukluna git. Ağaç oldu dışarıda."

 

Gülüşürlerken ilk ayağa kalkan Begüm oldu. Sırma'nın elini tutarak onu doğrulttu. Sırma tam kalkıyordu ki kasıtlı olarak Begüm'ün dengesini kaybettirip kızı mata indirdi ve Begüm matın üzerine serilince "Hain!" diye bağırdı. Sırma kıs kıs gülerek "Biraz da sen esne!" dedi.

 

"Ben esnemiştim!"

 

Sırma ayağa kalkmış, soyunma odasına gidiyordu. "Yalancı, yine esnemeden kalktın biliyorum!"

 

Arkasından gelen homurtuları duyarken gülerek soyunma odasına girdi. Dolaptan sadece çantasını alıp klüpten ayrıldı ve olimpik havuzun olduğu binaya gitti. Hızla soyunma kabinlerinin olduğu bölüme girdi, çantasından şampuan ve havlusunu alarak bir kabine postaladı ve duş bölümüne geçti. Yüksek standartlı bir kolejde ananesinin bütün servetini akıtarak okuyor olsa da bazı sorunlar vardı; jimnastik klübünün duş bölümü yoktu, öğrenciler evde yıkanmak zorunda kalıyordu. Havuz klübünün ise duş odası vardı ancak eğitmen saçma bir kompleks yüzünden diğer klüpteki öğrencileri içeri kabul etmiyordu. Sırma da çözümü bu şekilde bulmuştu. Üstelik ter sicim olmuş haliyle Fahri'nin yanına gidemezdi.

 

Saçlarından yükselen tatlı lavanta kokusunu içine çekerek keyifle soyunma odasına geçti ve el çabukluğuyla giyindi. Binadan karınca gibi koşturarak çıktıktan sonra bahçenin dışındaki alana göz gezdirerek çıkışa ilerledi. Fahri'yi kapının öte tarafında buldu. Onu gördüğünde yüzünde neredeyse bir altı aydır değiştiremediği saf bir gülümseme oluştu. Yanına vardığında "Selam." dedi.

 

Ancak onu daha net görebilecek kadar yaklaştığında bir gariplik olduğunu anladı: Fahri'nin yüzü sirke satıyordu, gözlerini yerden kaldırıp Sırma'ya baktı ve ruhsuz bir sesle "Selam." dedi.

 

Sırma'nın yüzündeki gülümseme yavaşça eridi, aralarında birkaç adım kala durduğunda şaşkınlıkla kaşlarını büzdü. "Neyin var?"

 

Fahri cevap vermeden önce bir süre boş boş Sırma'ya baktı ve bir iç çekti. Sanki diyeceği bir şey vardı da vazgeçmiş gibi bir tavırdı bu. "Yine beklettin beni." Dedi sadece.

 

Sırma tereddütle "Evet, yine yaptım değil mi?" dedi. "Özür dilerim."

 

"Dileme artık gerek yok." Dedi Fahri, oldukça ifadesizdi ve gözlerinden hiçbir duygu alınamıyordu.

 

"Sen de alıştın artık değil mi?"

 

Ancak bu sözün üzerine Fahri'nin dudakları ip gibi gerildi ve "Vay, senin için sorun değil yani?" dedi. "Tabi ya, sen beklenilmeye alışkınsın, beni umursamıyorsun ya zaten!"

 

Sırma'nın ağzı açık kaldı, şaşkınlıktan bakakalmıştı. Ancak çabuk toparladı ve kaşlarını çatarak "Fahri klüpteydim ben, bir yerde eğlenmiyordum." dedi.

 

Fahri homurdanarak Sırma'nın kolundan tuttu ve "Gelsene bi'." dedi. Okulun kapısından uzaklaşıp yakındaki bir siteye girdiler. Fahri Sırma'yı bir köşeye çekti. Sırma'nın soru soran gözleri bir kez daha onu bulurken Fahri de ifadesiz gözlerini ona dikti.

 

"Fahri senin derdin ne?"

 

"Sırma farkında mısın ama ben senin eğitimli köpeğin değilim."

 

Sırma gözlerini gererek "Bunu da nereden çıkardın!" dedi.

 

"Bak. Sıkıldım artık, sen sürekli ders çalışmaktan, başka şeylerle uğraşmaktan bana vakit ayıramıyorsun. Birlikte hiçbir şey yapamıyoruz. Okuldan çıktığın gibi eve gidiyorsun zaten, ben buraya gelip seni görmüş olmasam görüşemiyoruz bile. Ama artık bıktım bundan. Senin peşinde koşturmaktan yoruldum Sırma."

 

Tanıdık bir konuydu, o yüzden Sırma şaşırmamıştı. Hemen yumuşayıp Fahri'ye yaklaştı ve tatlı bir gülümsemeyle "Tamam özür dilerim, derslerden sana vakit ayıramadığımı biliyorum. Ama elimden bir şey gelmiyor, çalışmam lazım." dedi. Sonra Fahri'nin elini tuttu. "Hafta sonları da etüte kalıyorum ama sömestırda o kadar çalışmama gerek kalmaz. O zaman istediğimiz gibi takılabiliriz."

 

Fahri birden elini çekip bağırdı: "Ya Sırma geçen yazı da böyle mahvettin! O zaman da baleye başladın. Koca yaz bir kez birlikte gezemedik!"

 

Sırma'nın yüzündeki tatlı gülümseme hemen sıfırlandı. Ama bunun sebebi Fahri'in bağırması değildi, duymaktan sıkıldığı bir konuya geri dönmüş olmalarıydı. "Yorgundum, dedim ya! Sen en azından istediğin gibi gezdin tozdun ya da her neyse! Benim o kurs yüzünden sırt ağrısından uyku bile uyuyamadığımı biliyor musun? Tamam kötü bir karar aldım, keşke yapmasaydım. Bak diyorum işte bir daha yapmayacağım! Hala niye kızıyorsun ki?"

 

"Yoruldum!" Dedi Fahri, sinir yüklü sesi adeta Sırma'nın yüzüne çarptı. "Seni bir tek okuldan çıkarken görebiliyorum diye her gün buraya gelmekten de seni beklemekten de yoruldum tamam mı?"

 

"Ama sana söyledim! Benim de keyfime göre olmuyor yani..."

 

"Tamam, bak sana kızmıyorum. Geleceğini düşünüyorsun, ama ben ne yapayım Sırma? Mutlu olamıyoruz, ilerleyemiyoruz kızım!"

 

Sırma'nın kaşları arasındaki çukur iyice derinleşti, Fahri'nin 'ilerlemek' ten kastı neydi bilmiyordu ama bu tabirden iyi bir his almamıştı. Ancak kafasına takılan daha önemli bir şey vardı, "Benden ne istiyorsun?" diye sordu. "Senin için ne yapabilirim onu söyle. Kavga ederek bir şey çözemiyoruz öyle değil mi?"

 

Fahri'nin gözleri Sırma'yı dehşete düşüren bir ifadeyle kısıldı, o güzel badem biçimli gözlerinde nefrete benzer bir ifade vardı ancak Sırma bu ihtimali sevgilisine yakıştıramadı. Yanlış gördüğünü sandı. Ama tiksinti miydi, haset miydi, neydi bu?

 

"Yine aynı şeyi yapıyorsun biliyor musun?"

 

Sırma afalladı. "Ne yaptım ki?"

 

Fahri sinirle dişlerini sıkıp bir kahkaha attı, öfkeden patlamak istiyor gibiydi ancak kendini tutuyordu. "Kulakların sadece kendini duyuyor!" Diye bağırdı. "Gözümün içine baka baka sanki bir kez istediğimi yapınca hemen uslanacak çocukmuşum gibi davranıyorsun."

 

"Fahri ne diyorsun Allah aşkına ya? Sen sorunu söyledin ben de çözüm arıyorum işte daha ne yapabilirim ki!"

 

Fahri alaycı bir kahkaha attı. "Tabi dünya senin etrafında döndüğü için benim hislerimin bir halt önemi yok, sadece sorun var! Tamam o zaman kökünden halledelim!" Hararetli bağırışının ardından Fahri bir anda boşluğa düşmüş gibi durdu ve Sırma'yla bakıştılar. Sırma zehir gibi bir sesle "Kökünden halledelim ne?" diye tısladı.

 

Fahri gözlerini kaçırıp sıkıntılı bir nefes verdi, donuk bir sesle "Boşver." dedi. Ve birkaç adım gerileyip "Gereksiz sinirlendim bir an." dedi.

 

"Aslında haklısın biliyor musun?"

 

Bunu dediği an Fahri şaşkınlıkla ona döndü ve gözlerindeki soğukluk küçük bir değişim geçirdi. Sırma bu tepkiyi yakalamıştı, hemen aklına not etti: Fahri'nin pohpohlanmaya ihtiyacı vardı.

 

O imalı sözleri hala zihninde cirit atıyordu ancak aralarında bir kavga çıkmaması adına Sırma ılıman yaklaşımı tercih etti: Fahri'nin elini tekrar tutarken gözlerinin içine bakarak 'Benim de hayal ettiğim bu değildi," dedi kısık bir sesle. "Neredeyse ayrı gibiyiz. Hepsinin sorumlusu benim biliyorum." Sesini ilk defa bu denli duygu dolu kullanıyordu, neredeyse manipüle edici bir yönü vardı. Ancak durmadı, tutunmak istediği erkeğin elini daha sıkı sıkarak devam etti: "Özür dilerim. İki yıl sonra üniversite sınavı var diye bir anda panikledim, gözüm etrafımı görmez olmuş. Ama sen yine de bizi birlikte tutmaya çalışıyorsun, kesinlikle hakettiğin bu değil biliyorum." Gülümseyerek öna doğru bir adım daha atınca aralarındaki mesafe sıfırlandı ve Fahri kızın saçlarından yükselen lavanta kokusunu aldı. Yüzündeki gerginlik eriyerek kayboldu. Sonunda o da gülümseyerek Sırma ile aralarındaki mesafeyi kapattı ve kollarını kızın beline doladı.

 

Sırma diline sızan zaferin tatlı tadıyla Fahri'nin kolları arasına sızarken kıkırdadı ve ilk defa net bir biçimde "Seni seviyorum." dedi. Fahri bu sözün değeri karşısında tutuldu, afalladı ve ne diyeceğini başta bilemedi. Ardından kuru bir sesle "Ben de seni seviyorum." dedi. Sırma bunu duyduğunda içine net bir ferahlık serpildi ve artık bir sorun kalmadığına inandı.

 

Daha öncesinde aralarında böyle birkaç kavga daha olmuştu. Ancak son seferin ardından bir değişim geldi: bir daha kavga etmediler. Üstelik Fahri eskisi gibi her gün okuldan onu almaya gelmiyordu; derslerden öte gözü başka şey görmeyen Sırma için bu durum bir açıdan faydalıydı çünkü artık Fahri'nin okul çıkışı hariç de takılmaları için ısrar edip kafasını şişirmesine mağruz kalmıyordu. Ancak öte yandan Fahri'nin niye eskisi kadar gelmediği sorusu aklını çeliyordu, işine gelse de ister istemez Sırma'ya dert olmuştu. Bir gün çıkışta Fahri ile buluştuğunda bu soruyu sormuş, Fahri anlamsız homurtular atıp bir bahaneyle geçiştirmişti. Sırma ona inanmak istemişti ve daha fazla üstelememişti. Fahri ile buluşma sayısının bir önemi yoktu sonuçta, birlikte olduklarını bildikleri sürece sorun yoktu.

 

İkinci dönemin sonu, yağmurlu bir mayıs günü çimlerin ve henüz polen açmış çiçeklerin kokusu konağın bahçesini doldurmuştu. Sırma taze kokuları içine çekerek antredeki pufunda kitap okuyordu. Rabia da yanında son sınavı için ders çalışırken huysuz huysuz homurdanıyordu.

 

"İnanamıyorum ya, hem deli gibi zorlar hem de iki hafta önce bütün sınavlarınız bitti öyle mi? Kafayı yemeden hepsini nasıl geçebildin?"

 

Sırma okuduğu paragraftan dikkatini ayırmadan düz bir sesle "Çalıştım." dedi.

 

Rabia dudaklarını büzerek bohem bir bakış attı. "Hadi be. Asıl meseleyi kaçırmışım desene."

 

Sırma istemsizce güldü. "Sussana kitap okuyorum."

 

Rabia oflayıp tekrar kendi iç karartıcı homurdanmalarına ve ders kitabına döndü. O sıra antrenin kapısı açıldı. Sırma arkasından ayak sesleri geldiğini duyunca geriye baktı ve elinde tepsiyle çay getiren Asuman'ı buldu. "Niye kendini yoruyorsun? Bana seslenseydin ya." Diye kızdı hemen.

 

Asuman bu sert ilgiden hoşlanmış bir gülümsemeyle ona bakarken Rabia da tersledi: "Mal mısın kızım okul ikincisi oldu bu yıl."

 

"Biraz şımartılmayı hak ettin." dedi Asuman.

 

Sırma duyduklarını umursamadı ve sinirlendiğinde belirginleşen huyuyla ananesine kirpiklerinin altından dik dik baktı. "Gerek yok, zaten yeterince yoruluyorsun." Tepsiden çay bardaklarını ve şekeri alınca Asuman boş tepsiyle doğruldu. Gitmeden önce Sırma'nın tepesini okşadı.

 

"Ah, Sırma?"

 

Sırma çayı içiyordu ki meraklı gözleri ananesine döndü. Asuman'ın az önceki keyifli gülümsemesinin aksine yüzüne belli belirsiz bir gerilim düşmüştü.

 

Gri gökyüzünde bir şimşek çaktı.

 

"Yarın doktorla görüşeceğim, ama bayağı geç saate randevu bulabildim. Evde olmazsam meraklanma tamam mı?" Dedi Asuman.

 

Sırma kaşlarını çatarak "Ne? Yine ilaçlara mı başlayacaksın?" dedi.

 

Asuman iç çekti, "Gündüzleri yataktan zor kalkmaya başladım, artık ilaçlara dönme günüm geldi sanırım."

 

Sırma gergin bir suratla "Peki," dedi. İçinden inşallah eski günlere dönmeyiz, diye geçirdi ancak bunu sesli söylemekten korktu.

 

Ananesi içeri geçtiğinde Rabia yüzünü hemen ona çevirdi ve "Yine mi hastalandı?" diye fısıldadı.

 

Sırma'nın kaşları arasındaki çukur iyice derinleşti, gözlerinin önüne ananesini yatakta acı acı inlerken bulduğu görüntüler akmıştı ve o yıllara rağmen onları hala kafasından atamamıştı. "Hayır." Dedi sert bir sesle. "Tekrar ağır depresyona girmez herhalde, bayağı düzeldi." Ancak bu sözler sadece kendini kandırmak içindi, içinde bir şüphe vardı. "Sadece gündüzleri yataktan kalkması zorlaşınca ileride durumunun kötüleşebileceğini biliyoruz. Neyse, en azından ilaçlara geri dönecek. Bırakmasından rahatsızdım."

 

İkinci sınıf bitmiş, yaz ayı gelmişti. Haziranın sonuydu ve temmuz ayı şimdiden kendini gösteriyordu: hava fazla sıcaktı. O yıl yeni açılmış bir açık hava havuz merkezi vardı ve üç kız her hafta sonu orada pinekliyordu.

 

Sırma geçen yıl koçun çılgınca heveslerinden nasibini almıştı ve bu sefer kendi zevkine uyacaktı. Jimanstik programını biraz aksatsa sorun olmazdı. Sırma profesyonel bir sporcu olacak değildi hoş, jimnastiği de sadece sevdiği için yapıyordu. Ancak bu sefer de Begüm başının etini yiyordu. Akşam karanlığı çökene kadar havuza girip çıkıp vakit öldürdükleri günlerden Begüm, "Sırma, koç sürekli seni soruyor, şiştim artık gel şu klübe!" diye sitem etti.

 

Merkezde dörde ayrılmış farklı derinliklerde hücrelerden oluşan geniş bir havuz vardı; Sırma, Rabia ve Begüm en derin olanında yüzüyorlardı ve neredeyse bulundukları hücrede kendilerinden başka kimse yoktu. Sırma su üstünde sazan gibi süzülürken yüzündeki keyifli ifade bozuldu. "Ne yapayım jimnastiği, yüzüyorum ya! Koça yüzerek antrenman yaptığımı söyle. Ya da dur, evde de programa devam ediyormuş dersin."

 

"İnanmaz."

 

Keyfi iyice bozulunca bEgüm'ün dırdırndan kurtulmak için dibe daldı. Ciğerlerinden isyan sesleri yükselmeye başlayınca yukarı tırmandı ve tam yüzeye çıkacaktı ki önünde biri belirdi. Panikle öte tarafa kayıp kafasını sudan çıkardı. Nefes nefese soluklanırken "Lan geberteceğim seni, manyak mısını kızım? Önüme niye dalıyorsun!" diye bağırdı.

 

"Ha-ha." Begüm kıkırdayarak uzaklaşmaya başlamıştı. Sırma önünde yüze yüze uzaklaşan bacaklardan birine gözünü kestirdi ve geniş bir kulaç atıp Begüm'ün ayak bileğine yetişti. Bileği tutup hızla sırtüstü döndü ve ters tarafa doğru yüzmeye başladı. Begüm bir çığlığın ardından "Ya n'apıyosun bacağıma kramp girecek!" dedi telaşla. Bu sefer Sırma sinsi sinsi gülüyordu.

 

Rabia havuzun kenarından seslendi: "Yapmasana kızım boğmak mı istiyorsun zavallımı!"

 

Begüm panik esnasında çırpınarak bir şekilde kendini sırtüstü çevirmişti ve suya düşmüş odun gibi süzülürken elini kaldırıp "Sorun yok, çeksin eşek." dedi. Sırma kaşlarını çatarak suda dik pozisyona geçti ve ne yaptığını gördüğünde kahkaha attı, resmen Begüm'ü taşıyordu. "Yüzen kanepe!" Diyip gülmeye başladı, Rabia da gülüyordu. Begüm intikam fırsatını yakalamış olsa gerek hızla bir bacağını kaldırıp suya vurdu ve Sırma'nın ağzı burnu tazikli su doldu. Öksürerek geri kaçarken intikam yeminleri ediyordu, Begüm ise durmadan ona su sıçratarak peşinden geliyordu.

 

"Eeh! Yetti lan şıllık! Zulme karşı mukavemet ulan!" Diye bağırıp Begüm'e döndü ve su savaşına başladılar. Rabia havuz kenarından onlara bakıp gülüyordu, "Tatilde bile tarih dersi veriyor." dedi kendi kendine.

 

Havaya yükselen köpük ve su damlaları arasında Sırma bir an için tanıdık bir yüz gördüğünü sandı; havuzun kenarında tam da Rabia'nın arkasından geçerken gördüğü kızın kumral ve dalgalı saçları, pek emin olmasa da iri, kahverengi gözleri sayesinde etkileyici güzel bir yüzü vardı. Sırma kızın yüzünü sadece profilden görmüş olsa da içine onu daha önce görmüş olduğuna dair bir his doğmuştu ve kim olduğunu görmek için durduğunda önünde bir el belirdi. Küçük savaş alanında gaflete düşmenin hatası sonucu Begüm çığlık atarak üzerine atladı ve Sırma'yı suya gömdü. Sırma sinirden küplere bindi. Suyun altında adeta çığlık atarak Begüm'ü saçından tutup kendiyle beraber dibe çekti. Onu indirdikten sonra hemen bırakıp su üstüne çıktı ve nefes nefese Rabia'nın olduğu yere baktı. Kız gitmişti.

 

Rabia ona soru soran gözlerle baş sallayınca umursamaz gibi davranarak omuz silkti. Belki de kızı birine benzetmiş olmalıydı, ya da su yüzünden, olmayan bir kızı gördüğünü sanmıştı.

 

Begüm ağzından köpükler saçarak sudan kafasını çıkardı. Sırma gördüğü sinirli ifade karşısından hızla avuçlarını önüne kaldırıp "Pes ediyorum." dedi.

 

Begüm gözlerini kıstı ve "Şimdi görürsün pes etmeyi, sana bu havuzda yer yok artık!" diye bağırdı. Sırma bir yandan çığlık bir yandan da kahkaha atarka kaçıyordu ancak hakikaten de Begüm dediğini yapmış, Sırma'yı havuzdan çıkarana kadar kovalamıştı.

 

Akşam olmak üzereydi ve alacakaranlığın lacivert ışıkları bulutların içinden geçiyordu. Aslında tam da akşama doğru bir iki saat kala insanlar gitmeye başladığı için üç kız bu saatlerde gelirdi. O yüzden eğlencenin süresi kısalıyordu ve kızlar olabildiğince havuzda kalabilmek için inat ettiğinden her seferinde personel onları havuzdan çıkarmak için uzun sopayla kovalardı. Sırma son son süzülürken "Birazdan personel gelir." dedi. Rabia ve Begüm çoktan havuzdan çıkmış, giyiniyorlardı.

 

"Bir sefer de erken gelelim, bizim grubu da çağırırız hem." dedi Rabia.

 

Begüm meraklı gözlerle Rabia'ya baktı. "Sizin grubunuz mu var?" Negüm asosyel bir kızdı ve Sırma ile klüpte tanışıp, Sırma da onu Rabia ile tanıştırana kadar uzun süreli bir arkadaşı hiç olmamıştı. Çekingen ve fazla nazik bir doğası vardı, tıpkı bir balerin gibi. O yüzden Sırma ona çabuk ısınmıştı ve yaşıtı bir kızın beklenmedik bir karizmaya sahip olduğunu görüp etkilendiğiden habersiz olduğu Begüm de ona.

 

Sırma havuzdan çıkarken "Rabia'nın takıldığı kızlar işte, benim çok bir tanışıklığım yok." dedi. Yüzü asılmıştı ve Rabia da bunu hemen görmüştü. Rabia işaret parmağını Sırma'ya doğrultarak "Bu var ya hiç tanıdığın gibi biri değil biliyor musun? Eskiden bir ton arkadaşı vardı." dedi. Begüö anlamış bir şekilde baş salladı ama çekincesi hala yüzünden akıyordu. "Tahmin edebiliyorum, kolejde de çok yakınlaşmak isteyen var."

 

Rabia ellerini beline takıp "Soğuk yapıyor." dedi. Sonra Sırma'ya döndü. "Ne var yani gelseler fena mı olur?"

 

Sırma oflayarak şezlonguna yürürken ıslak saçlarını geriye atıyordu. "İstemiyorum işte, ben eskisi gibi değilim."

 

"Ama kızlar olsa daha çok eğleniriz." dedi Rabia. Begüm'den zorla onay koparmak ister gibi gözlerini kıza dikip "Öyle değil mi?" diye sordu.

 

Begüm istemsizce gülümseyip çantasını toparlamaya başladı ama yanıt vermedi. Görünüşe göre üçü arasında sosyalleşmeyi isteyen tek Rabia kalmıştı. Sırma şezlonga oturmuş giyiniyordu, Rabia gözlerini ona dikip "Sırma," dedi, sesi alt tondan ve uyarıcı nitelikteydi. "Onlar benim güvenilir arkadaşlarım, hem... Eski okulunda seninle ilgili yayılmış dedikoduları bilmiyorlar. Bilseler bile sorun olmaz, onlara güvenebilirsin."

 

Sırma avuçlarını şezlonga bastırıp bir süre Rabia'ya ifadesiz gözlerle baktı, bir yanıt vermeye niyeti olmadığı belliydi. Ardından Begüm'e dönüp "Balık yemeye gidelim mi?" diye sordu. Rabia bunun üzerine ellerini düşürüp kalçalarına çarptı ve çantasını toplamaya döndü.

 

"Param yok ki. Havuzda çalarlar diye buraya telefonumu bile getirmiyorum."

 

Sırma "Ay canım zengin kız seni." diye sıcak bir tavırla alay etti.

 

"Telefon mu? O ne?" Diye sordu Rabia. İkisi kıkırdaşmaya başlayınca Begüm hemen kızardı. "Biz o kadar zengin değiliz ki." Dedi masum bir ifadeyle.

 

Ama güçlerini orta sınıf vatandaş çirkefliğinden alan Sırma ve Rabia bunu zorbalığa çevirecek kadar sinsiydi, hemen goygoy yapmaya başladılar:

 

"Ay canım kıyamam, yeminle altın çekirdeğim kursağımda kaldı."

 

"Minnoş, o kadar fakir ki iphone 4'ü vaaar."

 

"Ya dalga geçmesenize!" Diyip güldü Kader, Rabia da kıkırdayarak "Minnoşumun yüzüne bak hele, hemen de tatlı domates oldu." dedi.

 

Sırma, "Artık bizim yüzümüzden telefonunu yanında taşıyamazsan çok sevinirim." diyince bu sefer kulak patlatan kahkahalarla güldüler.

 

Personel gelmeden giyinmişlerdi, kadın elinde uzun çubuğuyla her zamanki gibi havuza geldiğinde gördüğü manzara karşısında ağzı açık kalmıştı. Kızları derli toplu ve çıkmaya hazır halde görünce "Hasta mı oldunuz yoksa kıyamet mi kopacak kızanlar?" diye sordu, kadının trakya şivesi bile kızların gülüşmesi için yeterliydi.

 

Ortanca çiçekleri ve tropik bitkilerle ormana çevrilmiş çıkışa gidiyorlardı, o sıra Rabia'nın hararetle anlattığı bir olaya gülüp eğleniyorlardı. Sırma, Rabia'nın tepkisini görmek için ondan gözlerini ayırmadan kahkahalar atarken gözü bir an tropik ağaçların ilerisindeki çite takıldı. Havuz hariç mekanın hiçbir yerinde ışıklandırma olmadığından, başta karanlıkta iki karaltı görüp şaşırmıştı. Ortalarında yürüyen Rabia'ya dirsek atıp "Şşt, yiyişenlere bak." diye fısıldayınca Rabia oraya döndü ve ikisi alçak seslerle kıkırdaşmaya başladılar. Ancak şeytan ruh ikizi gibi kıkırdaşanların aksine Begüm hemen utandı ve kızları itekleyerek "Ya bizi görüp rahatsız olurlar şimdi, olay çıkarmayalım." diye fısıldadı.

 

Kapıdan çıkınca tam da çitlerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladılar, Sırma içinde türeyen arsızlığa dayanamadı, "Dur bari şuradan geçerken alttan laf sokalım." diye fısıldadı. Rabia hemen hevesle baş sallayıp ona katıldı ancak bu fikir karşısında Begüm'ün yüreği ağzına geldi; Sırma ve Rabia kıkırdaya kıkırdaya penguenler gibi çitlerin olduğu sınıra yürürlerken fısıldamanın el verdiği imkan kadarıyla "Hayır kızım başımıza bela açacaksın!" diye seslenmeye çalışıyordu.

 

"Oo bela, severim." Diye fısıldadı Rabia, Sırma da elini ağzına siper ederek "Açlık kafamıza vurunca biraz problem çıkabilir malesef." dedi. İkisi komik sesler eşliğinde kıs kıs gülüşerek gidiyorlardı. Begüm sadece sıkıntılı bir iç çekip onları izledi, kesinlikle deliliklerine ortak olmak istemiyordu.

 

Beton sınırın arkasından yükselen uzun bir tropik ağaç vardı, hizasına vardıklarında fısıldayan bir erkek sesi duydular. Erkek "Başka tarafa geçelim görecekler yoksa." dedi. Sesi duymasıyla Sırma'nın kanı dondu. Yüzündeki gülümseme kaskatı bir hal aldı ve olduğu yerde kaldı. Rabia ona soru dolu gözlerle bakarken "Hadisene?" dedi.

 

Ardından yabancı bir kız sesi duydu, "Karanlığın içinde kim görecek bizi? Böyle iyi işte, daha izbe bir yere gitmek istemiyorum... Çekme kolumu burada kalmak istiyorum!"

 

"Şşt, bağırma. Bir yerden sesler geldi duymadın mı?"

 

"Of Fahri ne korkaksın."

 

Sırma'nın gözleri fal taşı gibi açıldı ve birkaç adımlık mesafeyi kapatarak "Fahri!" diye bağırdı, sesinde bir canavarın hiddeti vardı. Begüm bir yana, çocukluk arkadaşı olarak içini dışını bilecek kadar onu iyi tanımış Rabia bile Sırma'nın parlaması karşısında ürktü.

 

Çitlerin ardındaki gölgeler bir anda sustu ve Sırma o an olayı çözdü. Delicesine bir hiddetle "Çık lan dışarı korkak! Oradasın biliyorum!" diye bağırdı. Yeri tekmeleyerek "Aşağılık herif çık önüme!" diye bağırdı. Çimlerin üstünden koşarken çıkan hışırtı seslerini duyunca Sırma sınıra koştu ve "Kaçma!" diye bağırdı. "Ne yaptığını biliyorum kaçamazsın! Önüme gel aptal! Adi!"

 

"Dur Sırma! Gitme!" diye bağırdı Rabia.

 

Begüm ona yetişebilecek tek kişidi, Sırma çoktan havuz merkezinin alçak betondan sınırını geçmiş, çite ulaşmıştı ve üzerinden atlayarak geçmeyi planlarken, Begüm uzun bacakları ve en az onun kadar antrenmanlı ciğerleriye Sırma'ya yetişti. Son anda kolundan yakalamayı başardı. "Gitme Sırma etraf çok karanlık!"

 

"Bırak!" Diye bağırdı Sırma, ilk defa birine karşı bu kadar derin bir öfkeyle bağırmıştı. Aslında öfkesi Fahri'yeydi ancak zavallı Begüm Sırma'nın en yakınındaki kişi olarak bu öfkeden nasibini almış ve o an narin kalbi korkudan tuzla buz olmuştu. Ve Sırma ilk defa bu kadar dehşete düşüren bir aşağılanma hissini tadıyordu. Zihninden geçen tek şey ihanetti. Sevgi, kalp kırılmasından doğan saf ve masum hüzün, bunların hiçbiri değil; yalnızca kavurucu ve pislik kokusu gelen tiksinç bir aşağılanma hissi.

 

Ancak önündeki karanlığı kendi içgüdüleri de görüp çekiniyordu. Beyni tersini söylese de orada durmak zorunda kaldı. Karanlıktan korkmak zorunda olmayan, aksine onu suçunun perdesi olarak gören silüet ise giderek küçülüyordu. Derin bir nefes alarak gücünü topladı ve "Neden beni sevdiğini söyledin!" diye bağırdı. Yüreklere dokunan öfke ve acıyla harmanlanmış ses, duyan herkesin ilgisini farklı şekillerde çekmişti: Rabia'nın şaşkınlığı hüzüne dönüşmüştü, Begüm'ün korkusu yüreğine onu burkan bir damla olarak düşmüştü ve hala olduğu yerde, karanlıkta dikilmeye devam eden yabancı kız Sırma'ya acımıştı.

 

"Beni böyle mi sevdin? Aldatarak mı? Allah belanı versin senin de sevginin de, Allah'ın cesası! İstediğin kadar kaç! Seni rezil edeceğim! Bana yaşattığın bu pisliği sen de yaşayacaksın şerefsiz!"

 

"Sırma sakin ol." Dedi Begüm, ancak sesi bu sefer eskisi kadar cesur değildi, ürkek ve cılızdı. Rabia da o sıra yanına gelmiş, Sırma'yı geriye çevirmeye çalışıyordu, huzursuz bir sesle "Gidelim buradan, o da kaçtı zaten baksana. Yorma artık kendini." dedi.

 

Sırma hışımla arkasına dönüp çitin kıyında sessizce dikilen kıza baktı. "Neden yaptın bunu?" Diye hırladı.

 

Kız karanlıkta bir süre sessiz kaldıktan sonra "Ben bir şey yapmadım, yapan Fahri." dedi.

 

"Gözümün önünde olan şeyi bana yalanla yutturmaya mı çalışıyorsun ulan, Fahri kendi kendine mi yiyişiyordu!"

 

Kız daha sert bir sesle "Ben bir şey yapmadım!" dedi. "Senin dünyadan haberin yok." Çimlerin hışırdama sesi ile silüet uzaktaki bir sokak lambasının sunduğu aydınlık alana çıktı ve yüzü Sırma'nın karşısında belirdi. Kaşlarını çatarak ona bakan tanıdık yüzü görünce Sırma o kızın bir hayal olmadığını öğrenmiş oldu, birkaç saat önce havuz kenarından geçerken gördüğü kızdı bu. Ve sebebini bilmediği şekilde onu bir kez daha başka bir zaman diliminde gördüğü hissini yaşadı. Ancak kim olduğunu kesinlikle bilmiyordu.

 

"Biz bir yıldır takılıyoruz, adı konulmuş bir şey değil ve olmadı da. Çünkü Fahri'nin huyu bu." Dedi kız. Karanlıkta kendini var etmeye çalışan loş bir ışığın altındayken yüzünde gerçeği söyleyip söylemediğini anlamanın yolu yoktu, ancak kızın sesi bir kez olsun titrememişti. "Yalakanın tekidir, okulda her hafta başka bir kızla takılır."

 

"Yalan söylüyorsun." Dedi Sırma, sesi zehir gibi keskindi.

 

"Yalan mı?" Kızın sesinde ilk kez alaycılığın titreşimi oluşmuştu. "Biz onunla bu yüzden ayrıldık kızım, senden önce ben vardım. Lisenin başından beri birlikteydik, buralarda benden daha uzun süre Fahri'yle çıkan bir kız bulamazsın bile. Ben de geçen yıla kadar aynıydım, Fahri'nin kızlara nasıl baktığını bilmiyordum, yanımda başka bir kızla bakıştığını görünce sürekli kavga ediyorduk ve bana ne derdi biliyor musun? Yanlış anlamışsın, fazla sıcakkanlıyım sadece... Bu işte, o gördüğün Fahri'nin gerçek yüzü bu. Pişkinin teki ve benimle çıkarken defalarca kez başka kızlarla kırıştırmış olmasına rağmen yine inatla bana geliyor. Herkes seninle çıktığını biliyordu, ben biliyordum ama o utanmadan yine bana gelip duruyordu." Ve sonunda ellerini iki yanına kaldırıp "Başka çarem kalmadı!" diye bağırdı.

 

Sırma gözlerini kıstı ve kısık bir sesle "Bilerek mi yaptın yani?" dedi.

 

Kız ellerini yanına indirip "Emin ol en iyi çözüm buydu." dedi.

 

Sırma alaycı bir ses eşliğinde güldü. Ama aynı sesle konuşmaya kalkınca kelimeler boğazında titredi: "Ne diyorsun ya? Dalga mı geçiyorsun benimle? Gözümün önünde aldatıldığımı gördüm bunun neresi hoş be! Sinirden derim yanıyor şu an! Fahri'yi de seni de eşek sudan gelinceye kadar dövüp hıncımı çıkarasım var o da güzel olacak mı dersin?" diye bağırdı. Kader elini omzuna koydu ancak onu sesli bir şekilde teselli etmeye korkuyordu, şu an sadece Sırma'ya sakinleşmesi için sessiz bir temenni olabilirdi.

 

Yabancı kız bir süre cevap vermedi, sonra "Hala anlayamadın değil mi?" diye sordu.

 

"Bence sen anlayamadın! Kendini drama kraliçesi mi sanıyorsun? Gözümün önünde aldatıldığımı görünce daha iyiymiş filan, ya senin derdin başka be! Benimle alay etmek, saf değilim!"

 

"Öyleyse zeki kafan alsın diye bir daha söyleyeyim: Fahri seni bir ton kızla aldattı kızım! Yüzüne söylesen de kabul etmeyecek! Sana bunu anlatmaya çalışıyordum! Suçlu ben değilim tamam mı, Fahri! Sizin ilişkinize meze olmak benim de hoşuma gitmiyor! Kaç kez reddetmeme rağmen yine pişkin pişkin bana geldi biliyor musun? Artık takıntı haline getirmiş! Benim de burama geldi!"

 

"Allah belanızı versin hepinizin!" Diye fısıldadı Sırma, sesinde çaresizlik vardı ve inanmak istemese de inanmak zorunda kaldığının emaresiydi. Zihninden belalar okuyup durmak dışında bir iş gelmiyordu. İçinde bir yerin oyulduğunu hissediyordu ve halde ileri geri sallandığının farkında değildi. Rabia bir kez daha kolundan tutup çekti ve "Sırma burada yapabileceğimiz bir şey yok." dedi. Begüm de Rabia'dan cesaret alarak "Gidelim artık." dedi ürkekl bir sesle. Akşam karanlığı iyice çökmüş, merkezin etrafındaki tenha sokaklar ürkünç görünüyordu. Buraya zaten tenha bir yer olduğu için az insan gelirdi.

 

"Sorunun kendisi Fahri dururken istediğin kadar bana say, ama o yine devam edecek."

 

Rabia sesin geldiği tarafa bir bakış atıp "Tamam anladık." dedi, onun da sesi en az Sırma kadar nefret doluydu.

 

"Rabia sen de sakin ol." dedi Begüm, "Akşam oldu, gitmemiz lazım. Hadi Sırma."

 

Sırma ve yabancı kız sessizce bakıştı, aralarında birbirlerini görmelerini zorlaştıran bir karanlık varken bile birbirlerinin yüz ifadelerini tahmin edebiliyorlardı. Sırma kollarını tutan elleri, omuzlarını silkeleyerek düşürdü ve kıza doğru yürümeye başladı. "Sırma kavga etme sakın!" dedi Rabia. Sırma bir anda "Kes!" diye bağırdı, içinde fokurdayan zehir zemberek öfkeyi etrafındaki herkese saçtığının farkında değildi, belki de gözünün döndüğünü sanıyorlardı ancak Sırma, Sırma'ydı. Onun başka planları vardı. Kızın önünde durduğunda yüzünü ilk defa yakından görmüş oldu; birinci sınıftayken Fahri'yi görmek için sınıfına gittiğinde yanında oturan kızdı bu. Kızın çatık kaşları altından, kendisinden neredeyse on santim daha uzun Sırma'ya attığı bakışlar tehtitkar ve kendinden emindi, gözleriyle bana bulaşma, diyordu. Sırma soğuk bir sesle "Sende Fahri'nin numarası var değil mi?" diye sordu. Telefonların tam olarak yaygınlaşmadığı bir dönemdi ancak Sırma, Fahri'nin tuşlu bir blackberry'si olduğunu biliyordu. Bir yıldır takılıyoruz, demişti; Fahri'nin telefonu Sırma'yı aldatmaya mı yaramıştı yani?

 

Kız çenesini hafifçe kaldırıp "Var." dedi. "Arayacak mısın?"

 

Sırma bir an aklına gelen ucuz fikirle Begüm'e döndü ancak sonra Kader'in telefonunu getirmediğini hatırladı. Derken yeni bir fikir geldi, yabancı kıza dönüp "Madem bana bu rezilliği gösterdin, en doğrusu olduğunu düşünüyorsun filan... Bana küçük bir yardım et." dedi. Kızın gözleri merakla kısıldı. Rabia, "Ne oluyor şimdi?" diye mırıldanarak yanına geldi, karanlıkta yalnız başına korkmuş gibi panikleyen Begüm de peşinden geldi.

 

"Fahri'yi ara, onunla buluşmak istediğini söyle. Senin yerine ben gideceğim."

 

Kız hmm, sesi yaparak başını salladı ve omzuna asılı duran çantayı kurcalamaya başladı. Bir arkadaşı istekte bulunmuş gibi rahatça kabul etmesi Sırma'yı şaşırtmıştı. Rabia kollarını göğsünde birleştirip Sırma'ya ters ters bakarak "Sakın gecenin köründe Fahri'yle buluşacağım deme." dedi. Sırma ifadesiz bir suratla omuz silkti, kafasında dönen fikirler öfkesini dışa vurmasını engelliyordu. "Yarına kadar da beklerim." dedi.

 

"Niye böyle bir şey yapıyorsun!" Diye tısladı Rabia.

 

"Fahri'yi bulamaz da ondan." Dedi kız, loş ışıkta yoklayarak telefonunu bulmak zorunda olduğu için hala çantasıyla uğraşıyordu.

 

"Onu bulmazsam ben unutana kadar gözümün önüne gözükmez şimdi, elimdeki tek fırsat bu." Dedi Sırma.

 

Kız sonunda telefonunu çıkarıp Sırma'ya uzattı ve keyifli bir sesle "Siz bu zamana kadar nasıl buluşabildiniz ki?" diye sordu. Sırma vakit kaybetmeden telefonu aldı ve ekrandaki numarayı gördü, Fahri çoktan beş cevapsız arama yapmıştı. Yüzü giderek donuklaşırken bildirime girip numarayı aramaya koyuldu ve hoparlörü açtı. Telefon çalarken kıza kirpiklerinin altından bir bakış attı, kız başını yanına eğip onaylayan bir tavırla göz kırptı.

 

Telefonu kıza çevirdi ve birkaç saniye içinde telefon açıldı: "Lan niye açmıyorsun telefonu delirdim burada!"

 

Kız donuk bir sesle "Bana trip atma gerizekalı. başımıza gelenler senin yüzünden." dedi.

 

Fahri'nin öteki taraftan ofladığı duyuldu, "Ne yaptın? Sırma'ya yakalanmadan kaçabildin mi?" diye sordu. Sırma'nın yüzünde tiksinti ifadesi oluştu. Fahri daha bir iki cümle kırmuşken bile içindeki bağırma arzusunu körüklemeyi başarmıştı.

 

Kız renk vermeden "Bana bulaşmadı ki, yanındaki kızlar onu tutmaya çalışırken yürüdüm gittim sadece." diye yalan söyledi. "Fahri yetti artık ben sıkıldım bu durumdan, bu saçmalığı bitirelim."

 

Sırma'nın meraklı gözleri kıza döndü, şu an anlaştıkları plandan bağımsız bir şekilde konu açmıştı ve nereye varmak istediğini merak etti.

 

"Ya of, unutur o boşver. Sırma işte, kendini umursamaktan yine beni unutur o."

 

Sırma'nın dudakları şaşkınlıkla aralandı, duyduğu sözler karşısında şoka girmişti. Fahri'nin gözünde gözü kör bir bencil olduğunu bilmiyordu ve neden böyle düşündüğü hakkında bir fikre sahip olamadı. Ancak bir yandan da Fahri'nin aptallık seviyesine şaşırıyordu, asıl Sırma'ya umursamaz derken kendi umursamazlığının farkında değildi; Sırma'ya balık hafızalı muamelesi yapıp, onu sorunun çabucak hallolacak kadar basit olduğuna inandıran bir mantıklı düşünce olamazdı. Düpedüz aptallık yapıyordu, serserinin tekiydi.

 

"Ya ben bıktım oğlum seninle gizli saklı buluşmaktan! Bana bak yarın adam akıllı okulun önüne gel ve benimle konuş. Sinir etme beni, gelmezsen numaranı abime veririm haberin olsun! Artık abimle fingirdeşirsin!"

 

"Dur Sueda ne yaptın! Tamam, ne istersen olsun da niye buluşuyoruz ki?"

 

Kız burun kıvırıp "Niye ki? Bir anda benden mi sıkıldın?" diye sordu. Aldatılışını kendi gözleriyle izlediği yetmezmiş gibi bir de buram buram abazalık kokan muhabbetten Sırma'nın midesi bulanmıştı, artık avcunun içindeki telefonun metal kenarlarını sıkıyordu.

 

"Sordum sadece."

 

Kız sert bir sesle "Canım istedi." dedi. "Yarın okulun önüne gel, beşte."

 

"Abine söyleme sakın."

 

"Tamam. Geliyorsun değil mi?"

 

"Geleceğim. Bak abini karıştırma, senin sandığın gibi tek arıza herif o değil haberin olsun." Dedi Fahri, telefonu açtığında sinirden çakırkeyif bir umursamazlığa evrilen sesi şimdi fazlasıyla gergindi. Söylediği sözler o kadar boş ve anlamsız duruyordu ki Sırma telefona burnunun ucundan bakacak hale gelmişti.

 

"Tamam biliyoruz." Dedi kız ve Sırma'ya bakarak telefonu işaret etti, telefondan cılız bir "By." sesi gelirken Sırma kapatma tuşuna bastı. Telefonu Sueda'ya uzatırken gözgöze geldiler. "Teşekkür ederim." dedi Sırma.

 

Kızların ağzı açık kaldı. Oluşan şaşkınlık dolu sessizlikte ilk gülen Sueda oldu ve "Ne?" diye sordu. Rabia gülmemek için dudaklarını içeri gömmüştü, Begüm de sinirlenip ona dirsek atarak susturmaya çalışıyordu. Sırma asık suratını bozmadan "Bana yardım etmeni beklemiyordum. Ama yaptın." dedi.

 

Rabia kıs kıs gülerek "Tamamdır artık, delirdiğine göre bu halde Fahri'yle buluşabilirsin, müthiş olur!" dedi, son anda resmen bağırmış ve katıla katıla gülmeye başlamıştı. Sırma bir açıdan Rabia ve Begüm'ün ona darılmadığını gördüğü için seviniyordu ancak katılamıyordu.

 

"Sinirliyim zaten uğraşma benimle." Dedi ve kızın önünden çekilip beton sınırına gitti, alçak yükseltiyi aşıp sokağa çıktı ve kıza döndü. "Seni evine bırakalım, borcumun tamamlayıcısı olsun." Begüm ile Rabia maymun sürüsü gibi sesler çıkararak iyice zıvanadan çıktılar. Sırma onlara kısa bir bakış atıp tekrar kıza döndü. Kız da bir o kadar şaşkındı. "Vay be, beklediğimden kibar çıktın. Ama gerek yok, alacak verecekli değiliz biz."

 

"Olsun geç oldu. Biz daha kalabalığız, seni evine kadar bırakırız."

 

Begüm elini kaldırıp şirin bir sesle "Ben otobüsle evime gidiyorum gerçi." dedi. "Bu arada teşekkürler, sayende otobüsü de kaçırmış olmalıyım."

 

Sueda usulca Sırma'nın yanına giderken iki kız arkasından geliyordu. Sırma "Bizde kalırsın ne olacak, ev telefonuyla babana haber veririz." dedi.

 

"Öyle olacak zaten başka halim yok."

 

Gökyüzünde birkaç kara bulut vardı ve ay ışığını yansıtarak lacivert haleler saçıyorlardı. Yolların kenarındaki çimlerde dolanan ateşböcekleri sarı kırmızı ışıklar eşliğinde cır cır ötüyorlardı. Dört kızdan Rabia ve Begüm çene çalarken, Sırma ve Sueda sessizce düşünerek yola koyuldular.

Loading...
0%