@halempa
|
Sonraki gün buluşma saatinden bir saat önce oraya vardı. Vakit henüz erkendi, etrafta da kimse yoktu ama Sırma eski lisesinin demir parmaklıklarına vardığında temkinli bir tavırla etrafını kolaçan etti. Okulun önünde kabak gibi dikilerek bir falso vermek istemiyordu, o yüzden karşısındaki bir apartmanın içe gömülü girişinde durursa daha iyi olacağını düşündü. Orada bekleyecek ve Fahri gelince onu yakalayacaktı. Ancak Fahri, Sueda'nın söylediği saatte gelmedi, Sırma onun Sueda'ya bile bakacak yüzü kalmadığından ya da abi tehtidi yüzünden hiç gelmeyeceğinden şüphe etti ancak inatla bekledi. Ve beklediğine değdi: Fahri birkaç saat sonra, ikindi vakti kapanırken sokağın önünde belirdi. Demir kapının önüne yaklaşırken peşinden kovalayan varmış gibi huzursuzca etrafına bakıyordu, Sırma o yüz ifadesini gördüğünde acıyla karışık tiksinti duydu. Artık Fahri de önünde durduğu o okul gibi Sırma'ya ömrünün geri kalanı boyuca hatırlamak istemediği bir hissi yaşatıyordu: aşağılanma. Ona bakınca bir kez daha hissettiği tek duygunun bu olduğunu fark etti; artık Fahri'ye karşı içinde hiçbir pozitif duygu kalmamıştı, Sırma aşağılanma hissinden o denli etkileniyordu ki bu sebepten Fahri'yi bile tek kalemde gözünde çizmişti. Derin, zihnini cilalayan bir nefes aldı ve çenesi dik, adımları sağlam bir şekilde Fahri'ye doğru yürüdü. Fahri hala etrafa bakınıp duruyordu, tam önünde ona doğru gelen Sırma'yı görünce benzi attı. Güzel badem şekilli gözleri iri iri açıldı ve "Senin burada ne işin var?" diye sordu, sesi endişeden gelen bir baskıyla cılız çıkmıştı. Sırma ona çok iyi bildiği çarpık bir gülümseme yaptı, "Süpriz, anasının gözü!" dedi. "Korkma seni yemeyeceğim. Konuşacağız." Farhi'nin yüzündeki endişe bir anda silindi ve kasıntı bir tavırla hemen omuzlarını dikleştirdi. "Kime korkak diyorsun kızım? Hayırdır, bir cesaret gelmiş sana?" Sırma öfke dolu küçük gözlerini kısıp "Ben hep böyleydim sen kendinle karıştırmışsın." dedi. Kaldırıma çıktı ve Fahri'nin karşısında durdu. "Senin beni başkalarıyla karıştıracak kadar çok tecrüben varmış, gurur duyuyor musun kendinle?" Fahri kısa bir an cevap vermeyip sessizce Sırma ile bakıştı. "Bir hata yaptım diye bu kadar özgüvenlisin değil mi? İstediğin her şeyi söyleyebilme hakkın doğdu. Sana göre." Sırma kirpiklerinin altından dik dik bakarken bir an sessizce bekledi. "Evet, nasıl olsa sana göre umursamaz, bencil biriyim." Fahri iç geçirerek başka tarafa baktı. "Burada olduğumu nereden bildin?" "Biraz aklını kullansan şaşarım. Güya bencil olan benim ama etrafını göremeyen sensin. Seni gerizekalı! Tabi ki de Sueda'dan öğrendim!" Fahri'nin öfkeli gözlerine şaşkınlık indi. "Sen Sueda'yı nereden tanıyorsun?" Uğraşmak zorunda kaldığı saflık karşısında Sırma dişlerini sıkmak zorunda kaldı. "Ya sen bu saflıkla bir yıl boyu beni boynuzlamayı nasıl başarabildin? Dün akşam topuklarına vura vura kaçarken Sueda'yı arkanda bıraktın unuttun mu! Bana her şeyi anlattı, sen beni sevdiğini söyleyerek aldatırsın ama o kız bile senden daha vicdanlı çıktı! Hepsini söyledi, çıkmaya başladığımızdan beri başka kızlarla birlikteymişsin!" Fahri'nin yüzünde saniyeler içinde farklı duygular olgunlaşıp eriyordu, bir an konuşmak için ağzını açıyor, sonra tekrar kapıyor ve susuyordu. Sonunda "Yalan." dedi. Sırma kulaklarına giren kelimeyi sindiremedi. Öfkeden kendi kendini yiyecek kadar dolmuştu ancak Fahri'ye dili tutulmuş bir şekilde bakmaktan kendini alamadı. "Yalan... öyle mi? Yalan?.. Ya sen... Sen beni delirtmeye çalışıyorsun! Gözlerimle gördüklerim mi yalan! Dün gece o kızın ağzına girmiştin sen! Bu mu yalan aptal!" "Sırma, ben geçen yaz bir kez bile başka bir kızla takılmadım. Sadece sen vardın." "Bir anlamı kaldı mı! Üç ay sonra o süreyi dolduracak kadar kızla birlikte beni boynuzlamışsın zaten! Çok basit geliyor öyle değil mi? Beni delirtme de doğru dürüst bir bahane bul bari! En azından içimdeki acıyı durdurmayı dene!" "Senin mi canın acıyor?" Diye bağırdı Fahri. "Yeter be bıktım artık! O canına söyle sadece acıdığını sanıyor! O kadar bencilsin ki! Beni saf sandığın için bunca süre olan oldu! Çünkü beni umursamayacak kadar kendinle meşgulsün! Bir yıl boyunca ne yaptık hatırlıyor musun? Sadece seni evine bırakmamı bekliyordun, gelmediğimde bana ne olduğunu bile sormuyordun. Zerre umurunda değildim çünkü! Aramızdaki ilişkiyi ben yürütüyordum be! Yanına uğramasam beni görmek için zahmete girmezdin bile, sana göre çıkmak bu işte! Şimdi kalkmış benden hesap soruyorsun. Ben sadece senin yanında yürüyen bir tiptim, sevgili olduğumuzu bile unutmuşken şimdi mi aklına geldi?" "Bana yaptığın pisliği temizliyor mu yani? Sana inanamıyorum Fahri! Sana inanamıyorum! Timsal'den hiçbir farkın yok, ikiniz de beni arkamdan bıçakladınız!" Hiç beklemiyordu, o gün ağlamasına sebep olacak bir sebebi kalmadığını sanmıştı ancak eski anılar ve Fahri'nin ihaneti birden ona ağır geldi ve gözleri doldu. Elini göğsüne götürerek "Ben insanların yanına bile yaklaşmaktan korkar hale gelmiştim şimdi senin yüzünden ihanetin dibini yaşıyorum!" dedi, sesi titremişti. "Beni anladığını sandığım için sana nasıl güvenmiştim biliyor musun? Hayatımda güvenim kalmış azıcık insanlardan biriydin! Ama bu sefer senin yüzünden şu okulda bana gülüyorlar! Bu sefer Timsal yapmadı sen yaptın! Gözünde bencil olmuşum diye ihaneti hak edecek kadar kötü biri miydim ha? Arkamdan boynuzlu denmesi hoşuna gitti mi!" Fahri'nin yüzü kaskatıydı, belki Sırma'nın sadece onu aldattığı için suçlayıp duracağını beklemiş ve kendini buna karşı hazırlamıştı. Ancak Timsal ile aynı kefeye koyulduğunu duymak, yüzünden anlaşıldığı üzere en son beklediği, hatta doğruluğunu yeni fark ettiği bir şeydi. "Yok öyle bir şey, Sueda yine sana yalan söylemiş görmüyor musun?" dedi, ancak sesi o kadar donuktu ki kendinin bile bunu söylerken bahanesini vasat bulduğu anlaşılıyordu. Sırma tırnaklarını şakak diplerindeki saçlara bastırmış bir şekilde sessiz çığlıklar atarken "Bir yıl boyunca beni aldattığın doğru da okulda duyulmadığı mı yalnış?" Diye bağırdı. "Tabi ki duymuşlardır! Sen ipini koparmış, her kızın peşinde koşarken duymayan kalmayabilir mi? Beni biliyorlar! Benimle çıktığını da! Herkes biliyor, asıl sen yalan söylüyorsun!" "Sırma vallaha kimsenin haberi yok diyorum, Sueda abartıyor!" Fahri'nin sesi acınasıydı, üstelik aldattığını inkar bile etmeyecek kadar kendine güveni tamken, sesi sadece bu konuda pişman çıkmıştı. Evet rezil bir durumdu, ancak iki gerçek arasında ayrım yapmak Fahri'nin aptallığına has bir durumdu. Ama sonuç değişmiyordu. "Beni sevdiğini söyledin hatırlıyorsun değil mi?" dedi Sırma, sesinin acıklı haline kendi bile şaşıracaktı o an. Ancak içinden gelenleri durdurmadı ve oluruna bıraktı, halbuki buraya Fahri'ye saydırmak için gelmişti. "Ya beni sevdiğini söyledikten sonra başkasıyla buluşmaya nasıl gidiyordun söylesene? Canım hiç acımaz mı sandın? Senin gözünde bu kadar mı ruhsuzum ben?" Fahri'nin yüzü gittikçe donuklaşmıştı, ne tepki vermesi gerektiğini bilmez gibi gözlerini kaçırıp duruyordu. Belki de erkekler söz konusuyken kendini acındırmak daha kolay bir kabullendirme yoluydu, Sırma bunu yeni keşfetmişti. "Beni o kadar umursamıyordun ki bunu da umursamazdın diye düşündüm. Aramızda hiçbir şey kalmamış gibiydi..." "O zaman niye ayrılmak istemedin!" Diye bağırdı Sırma. Ve hemen Fahri'nin yüzündeki tepkiyi gördü, Fahri bir anda sinirlenerek bağırdı: "Onu da umursamazdın tamam mı? Ben çoktan kendi kafamda bitirmiştim zaten kızım, sen sadece sinirini benden çıkarmak için aranıyorsun şu an! Ayrılmak istediğimi desem yine bu kadar abartır mıydın?" "Ayrılmak ile aldatılmayı aynı kefeye koyduğun için bir anlamı yok! Ne bilesin ki! Sizi orada sırnaşırken görünce, beynimden aşağı kaynar sular döküldü sandım, aşağılanmaya girmiyorum bile! Benimle dalga geçtin bir de sana olan güvenimin üzerinde tepindin! Aldatılmak bu işte, hiç ayrılmaya benziyor mu?!" "Sırma biz sevgili bile olamadık, artık kabullen bunu. Kendini fazla abartıyorsun." O an pekçok his Sırma'nın yüzünde asılı kalmıştı, gözlerini Fahri'de bırakmıştı. Ancak normal bir insan gibi yüzüne bakmak yerine Fahri'nin gözlerinin ardındaki kendini korumaya çalışan aciz mahlukatı izledi. "Öyle mi?" diyebildi sadece. Fahri bir cevap vermedi ancak gerildi. Cümleler zihnine gelgit dalgaları gibi geliyor fakat geri çekiliyordu, o an aklına gelen hiçbir kelimede güç bulamadı ve konuşmak gözüne bomboş geldi. İçinde bastıramadığı ve kelimelerle bile yetemediği kadar karmaşık ve farklı bir güce sahip bir his doğmuştu, cehennemden yeni ayrılan isimsiz bir şeytana benziyordu. Sırma bu şeytana hiçbir cümleyi yediremezdi, açlık başka bir tad istiyordu. Hızla oradan ayrılıp geldiği yoldan geri gitmeye başladı. Fahri bu beklenmedik tepki karşısında bir an şaşkınlıkla seyredip bağırdı: "Nereye gidiyorsun?" Sırma cevap vermedi, kısa zamanda okulun etrafındaki kavşağı yarılamıştı bile. Fahri daha telaşlı bir sesle "Ne oldu kızım kafayı mı yedin? Niye kaçıyorsun?" diye bağırdı. Sırma'nın arkasından koşma ve nefes sesleri geldi ancak kız yine umursamadı, gözlerini yola dikmiş ilerliyordu. Fahri koşarak yanına vardığında Sırma'nın koluna sarıldı. Kızı kendine çevirmeyi başardığında "Niye birden sustun?" dedi. "Bitti dedin ya? Niye peşimden koşuyorsun?" Diye sordu Sırma da. Fahri gözlerini kısıp "Bu kadar hızlı kabullendin yani?" dedi. Sırma "İstediğini yapıyorum, huzura er işte." dedi ve kolunu Fahri'nin elinden kurtardı. "Sen haklısın, aramızda bir şey yoksa kavga etmeye gerek de yok. Kendimi aldatılmış saymıyorum, sen sadece orada burada kızlarla yiyişen bir serserisin." Fahri ne diyeceğini bilemez halde boş boş bakıyordu, bir yandan da Sırma'yı sorgular gibi sessizdi. "Ama insanlar bizim çıktığımızı sandıkları için bana boynuzlu demeye devam edecekler, bunun suçlusu sensin." Dedi, bunu söylerken sinirine zorla hakim olmuş ve resmen tıslamıştı. "Aldattım de, deme sen bilirsin. Ama bana attığın kazığı ömrüm boyunca unutmayacağım. İstediğin kadar kendini kandır, o insanlar yine benim arkamdan gülecek ve sana dokunan bir şey olmadığı için dert olmayacak da. Ama ben unutmayacağım." İşaret parmağını Fahri'ye doğru kaldırdı ve boğazının dibindeki çukura koydu. Gözlerine öfkeli sıcak yaşlar dolarken "Sakın bir daha karşıma çıkma. Mümkünse unut, seni hayatımdan sildim gitti." dedi ve o boşluğa hafifçe bastırdı, Fahri hızla geri çekilirken Sırma da öfke saçan gözlerini ondan ayırıp yoluna döndü. "Sen bilirsin. Zaten benim de seninle güzel bir anım yok." Diye seslendi Fahri. Sırma sinirle gülerek adımlarını hızlandırdı ve bir ara sokağa girdi. O gün Rabia'nın meraktan, Begüm'ün de endişeden çatladığı tahmin edilebilirdi; kızlar Sırma'dan bir haber beklerken Sırma ise bir çöl gibi sessizleşmişti. Beklenmedik tavır ise Sueda'dan gelmişti; olaylı gecenin üzerinden dört gün geçtikten sonra, Rabia ile Begüm kendi aralarında kararlaşıp havuza gittikleri bir gün onları bekleyen Sueda ile karşılaştılar. Şezlonglarında Sırma'nın meselesini telaşla aralarında fısıldaşarak konuştukları sıra Sueda onlara doğru geliyordu, Rabia bir daha görmeyi ummadığı kızın onlara doğru geldiğini görünce gözleri fal taşına dönmüştü. Sueda havuzun etrafından çabucak dolanıp yanlarına vardığında "Günlerdir burada sizi bekliyorum!" diye sitem etti. Begüm hem şaşırmış hem de endişesine endişe katmıştı, bu kız ile konuşursa Sırma'nın pek hoş karşılamayacağını düşünmüş ve cevap vermemişti. Begüm değer verdiği insanların endişelerini sahiplenirdi ve bu onu yoran bir hassasiyetti. Rabia ise hemen şüphe kibritlerini zihninde tutuşturmuştu, kıza bomboş baktığı birkaç saniyede aklından onlarca soru geçti. "Niye?" Diye sordu, sesini kasıtlı olarak mesafeli tutmuştu. Sueda'nın yüzünden kısa bir gücenme belirtisi geçse de çabuk silindi, yersiz perverliğini yüzüne tekrar takarak "Niye olacak, Ne olduğunu merak ettim." dedi. "Ayrıca Sırma niye yok?" Rabia sert bir sesle "Biz de bilmiyoruz." dedi. Akşam bu yaşanılanları Sırma'ya yetiştirecekti, ancak kızın arkadaş canlılığının ardındaki sebep Rabia'nın merakını kaşındırıyordu. "Sen niye bizimle konuşmak istiyorsun ki? Sırma'ya yeterince sıkıntı yaşattın zaten. Biraz utanırsın sanıyorduk!" Begüm'ün dehşete düşmüş gözleri Rabia'ya kilitlenirken yanakları kızardı, gözleri adeta bu kadar açık konuşulur mu, diyordu. Ancak Rabia umursamaz bir tavırla gözlerini Sueda'ya dikmişti. Kıza meydan okurcasına gözlerini üstünde gezdirirken içinden Fahri'ye lanet okudu; kızın kahverengi orman gibi uzun kirpikli gözleri, kalın dudakları, yüzündeki bütün detaylar çok güzeldi. Tipik bir şark güzeli demek doğru olurdu, ancak yine de o kız Sırma'nın vamp güzelliğiyle yarışamıyordu. Kabullenmesi bir kız olarak Rabia için oldukça kırıcı olsa da o, Sırma ile arkadaş olmanın bedelini güzelliğe olan takıntısını kırarak ödemişti; Rabia yaşıtları ve hemcinslerinin aksine gözü kör bir kıskançlıkla kendinden daha güzel olana öfke duymazdı, aksine güzelliği görmeyi bilen ve inkar etmeyen biriydi. Ve bu tavrını geliştirmesine sebep olan kişi Rabia'nın ülkedeki en güzel kız olduğunu düşündüğü Sırma'ydı. Ancak ne garip ki, Sırma'nın aldatılmasına sebep olan kız bile çok güzeldi. Ve Fahri Sırma gibi, Rabia'nın güzellik tabusunu bile kıracak kadar güzel bir kızı aldatarak önündeki bu güzel kızla yiyişmişti. Rabia böyle bir şansı hayatı boyunca ancak uzaktan aşererek seyredebilirdi, içten içe erkeklere kin duydu. Bunlar nasıl aynı anda iki kızı götürmeyi başarabiliyordu da Rabia'nın hala sevgilisi yoktu? Ah, tüküreyim kaderime, diye düşündü. Sueda bir elini dirseğine koyarak ağırlığını tek bacağına verdi ve gözlerini kaçırdı. Utanmış, ya da kıstırılmış gibi duruyordu. "Ya hala niye beni suçluyorsunuz ki? Defalarca söyledim, suçlu ben değilim. Fahri'nin olayı bu, ben de ondan çok çektim." Rabia gözlerini kısarak "Ha, aynı şeyleri yaşadınız diye temize çıkmış oluyorsunuz yani öyle mi?" diye iğneledi. "Peki bizi bir salsan da Fahri'nin seni aldattığı kızlarla gidip arkadaş olsan, ne dersin?" Kız gözlerini devirdi. "Sırma tepki verse haklıdır, ona sözüm yok. Ama siz niye bu kadar abartıyorsunuz?" "Arkadaşımız da ondan!" Rabia öfkesine hakim olamayıp bağırmıştı. Ancak tek öfkeli kendi değildi, Begüm bile sinsi sinsi kıza bakıyordu. "Özür dileyecek bir hatam olsaydı dilerdim tamam mı? Ama bin kere de olsa tekrar derim, hata bende değil! Fahri'de!" "Harbiden anlayış kabiliyetin eksi seviye. Bak canım, Sırma'nın sana bakınca hatırlayacağı tek bir şey var, o da aldatıldığı! Ve biz de böyle düşünüyoruz. Sen istediğin kadar kendini savun, olay bu, değişmeyecek." "Peki, tamam!" Diyip ellerini iki yana kaldırdı Sueda, ani çıkışı karşısında Rabia bir an istemsizce poposunun üstünde sıçramıştı. "Aralarında ne oldu bari onu söyle. Lütfen." Rabia son kelimedeki yapmacıklığı kaçırmamıştı ancak yalan söylemedi: "Bilmiyoruz. Sırma'yı günlerdir görmedik." Kızın kaşları çatıldı, birkaç saniye sustu ve "Canı yandı biliyorum." dedi. "Atlatması kolay olmayacak." Rabia alaycı bir homurtu attı, "Ne olur Sırma'ya aldatılma tavsiyesi vermek için geldim deme." Kız sinirle "Bak, dalga geçme, bunu ben de yaşadım." dedi. "Aslında nasıl bir his olduğundan haberiniz olsa şu an arkadaşınızı yalnız bırakmazdınız." "Bana kaç yıllık dostumu anlatma canım, ben onu iyi tanıyorum. Sırma yalnız kalmak istiyorsa yanında kimseyi istemez tamam mı? Ayrıca sana ne? Madem Sırma'yı bu kadar iyi anlıyorsın defol gitsene hayatından? Kızın peşinden ne koşuyorsun?" "Koşmuyorum seni salak, burası kadınlara açık bir havuz sonuçta. Bir tek siz gelmiyorsunuz." "İyi o zaman git havuz eğlenceni yap, bizi bırak." Kız sonunda pes edip ellerini iki yana düşürdü. Rabia çoktan şezlongdan kalkmış, mayosunu çekiştiriyordu, umursamaz bir tavırla Begüm'e dönüp "Bana dibe dalmayı öğretecektin hani?" dedi. Begüm sessizce baş sallayıp ayağa kalktı ve havuza yönelmeden önce yanındaki kıza istemeden de olsa bir bakış attı. Sueda yüzünü buruşturup hışımla saçlarını savurdu ve oradan uzaklaştı. O uzaklaşınca Begüm derin bir nefes verdi. "Oh, kurtulduk." Dakikalar sonunda nihayet sesi çıkmıştı. Begüm'ün o kızla konuşmaya çekindiğini henüz fark eden Rabia ise başını yana eğerek bir bakış attı. "Ben de dilini yuttun sandım." dedi. "Hadi girelim." Begüm önünde bir yükselti ya da tahtrevan olmadığı halde bir anda suya balıklama atlayınca Rabia çığlık attı. "Ya niye beni beklemiyorsun, ben öyle dalamıyorum ki!" Oflaya homurdana havuzun kıyına oturdu ve yaşlı bir teyze gibi suya girerek Begüm'e yetişmeye çalıştı. Haftasonlarının pazar günü, okulların tatil olmasına rağmen kolejde yaz ayı başka bir jimnastik antrenmanı olurdu; dönem içi yoğun ve daha düzenli eğitimin aksine o dönemde kızlara ait jimnastik klübüne öğrenciler sadece kendilerini esnetmek için geliyordu. Koçun titizliğinden kaynaklı bir durumdu bu, eğitim bitse de koça göre spor düzenli ve devamlı olmalıydı. Begüm on sekiz yaşına bastığında İngiltere'de bir bale akademisinin sınavına girmeye koşullanmıştı ve onun için hem bale kursuna hem de jimnastik kursuna gidiyordu, kendince bir disiplini vardı. Olaylı gecenin ardından altı gün sonra pazar günü, dalgın gözlerini ayaklarına dikmiş bir şekilde klübe girmişti ve tatilin başından beri ilk defa Sırma'yı klüpte bulmuştu. Yüzündeki asıklık hızla şaşkınlığa dönerken "Sırma?" diye seslendi. Sırma bant ile bağladığı ayağını kafasına değdirmek için esnerken odaklanmış bir şekilde gözlerini kapamıştı. Dengesini bozmamak ya da aniden kaslarının kasılmaması için onu görmezden gelmek zorunda kaldığını Begüm biliyordu, o yüzden sevincini bozmadan Sırma'nın yanına gitti. Sırma başka bir poza geçmek için hareket ederken gözlerini açmadan "Begüm nefes nefeseyim, beni yorma." dedi. "Tamam biliyorum. Sadece geldiğine sevindiğimi diyecektim. İyi ki geldin, günlerdir aklımdasın." Sırma kaşlarını çatarak bant ile bağlı ayağını yere indirdi ve çözmeye başladı. "Neyse, ben de başlayayım." Yarım saat sonra Sırma esneme hareketlerini tamamlamıştı, matın üstünde bağdaş kurup oturarak Begüm'ü izliyordu. Onun normal jimnastik prosedürüne benzemeyen fazla geniş antrenmanını sessiz bir hayranlık ile izlerken belki ben de böyle olacaktım, diye düşündü. Baleye girdiği ilk gün o sanatın kendine göre bir beden büyük kaçtığını anlamıştı ancak bazen Begüm'ün ondan çok farklı bir potansiyel sergilediğini görüyor ve imreniyordu. İnsan neden anatomisine zıt düşen o hareketleri isteyerek yapardı aklı almıyordu, ancak dışarıdan bakınca gayet güzeldi. Begüm henüz orta seviye hareketleri tamamlamış, ileri seviyeye geçmek için amuda kalkıyordu, bacaklarını geriye doğru sarkıtıp adeta uzun bacaklı bir örümcek gibi önce bir ayağının ucunu yere koydu ve sonra diğerini. Sırma dayanamadı ve "Gerçekten jimnastik yapmana gerek var mı senin? Yeterince esnek duruyorsun." dedi. Begüm ters köprüye geçerken sanki hiç zorlanmıyor gibi düz bir sesle "Avrupa'daki bale sınavları çok zor." dedi. "Aklıma gelen fırsatı değerlendiriyorum çünkü buradaki kurs yeterli değil." dedi. Sırma tereddütle şakağını kaşıdı. "Avrupa'da dediğin, Royal bilmem ne okulu mu hani?" "Akademisi." Sonunda Begüm'ün sesi titremeye başlamıştı, ama Sırma sinsice gülümseyip bunu duymazdan geldi ve devam etti. "Düzce'de zaten hiçbir şeyin kaliteli kursu olmaz ki, buralarda sürüneceğine İstanbul'a gitsene? Belki orada iyi bir okul vardır." dedi. Begüm, sesi daha da titreyerek "Babam bir dahaki yaz beni Malta'ya göndereceğini söyledi." dedi. Sırma bunu duyduğuna sevinmemişti, hemen yüzünü asarak "Ya..." dedi. "Önümüz yaz birlikte değil miyiz yani?" Begüm artık cevap verme sınırını aşmış olsa gerek konuşmadı. Sırma da izlemeye devam etti. Begüm esnemeye geçtiğinde Sırma boş durmaktan sıkıldığı için onu yoğurmaya başladı. Ama Begüm kıkırdamaktan yerinde durmuyor ve Sırma'ya zorluk çıkarıyordu, Sırma sonunda "Ne var be, içine kurt mu kaçtı!" diye sitem etti. "Boşluklarım huylanıyor!" dedi Begüm, hala gülüyordu. "Ha huylusun yani?" Pes edip ellerini Begüm'den çekti ve kendi matına emekledi, "Kendin devam et, böyle olmuyor." dedi. Begüm kendi işini görürken tekrar sessizce oturup izledi. Bir sorun olduğunu ve Sırma'nın niyeyse fazla isteksiz durduğunu Begüm sonradan anladı. Kendini geriye doğru çamaşır sıkar gibi çevirirken Sırma'ya baktı ve "Ne düşünüyorsun?" dedi. Sırma omuz silkerek "Hiç." dedi. "Yoruldum." "Hmm. Bir şey saklamıyorsun değil mi?" Sırma'nın gözleri yerdeki parkeye dalıp gitmişti. "Olsa söylerdim." Dedi, Begüm bu ses tonu karşısında çekindi, Sırma önüne aşılmaz bir engel koymuş gibi duruyordu. Görünüşe göre o konu hakkında konuşamayacaklardı. "Malta'ya gideceğim diye mi üzüldün?" Sırma dalgın bakışlarını yerden kaldırıp ona çevirince buruk bir gülümsemeyle homurdandı. "Evet, ne bileyim... Senin için önemli bir şey ama ben burada bomboş kalınca pek mutlu olmayacağım." Begüm alaycı bir sesle "Biraz değerimi bilirsin, fena mı?" dedi. Sırma güldü. "Sen onu kendine söylersin... Malta'da. Ha bu arada Malta neresi be? İlk defa duyuyorum." Begüm alt dudağını büküp omuz silkti, bilmediği kesindi. Sırma aynı hali Rabia'ya da yansıttı. Sokaklarda amaçsızca dolaşıp dondurma yerlerken bir gün Rabia dedikodu barajının kapaklarını açarak Sırma'ya havuzda yaşadıklarını, Sueda'nın yanlarına gelip ağzını aradığını anlattı. Ancak Sırma bir hmm, sesinden başka tepkide bulunmadı. Rabia kafasında bir cinlik olduğunu o an anlamış ve ne düşündüğünü sormuştu. Ancak Sırma ondan da gizlemişti. Ketumdu ve bu belirsiz sessizliği lisenin üçüncü yılı başlayana kadar devam etmişti. Lisenin üçüncü yılı, ilk dönemiydi. Karatay lisesinin önünde erkeklerin ağzını sulandıran, kızların da ilgisini çeken bir kız belirmişti; gören bazı öğrenciler onu tanıyordu. İki yıl önce hakkında dedikodular çıkıp arkasından deli muamelesi edilmiş ve bazı kimselere göre de gerçekten deli olduğu için sıkıntılı addedilmiş bir kızdı bu, öte yandan güzelliğiyle de konuşulmuştu. Kızı tanıyanlar hemen kaşlarını kaldırıp merakla yanından geçiyordu, kimisi çenesinin ucuyla göstererek onu işaret ediyordu. Okul çıkışıydı, öğrenciler demir kapıdan dışarı çıkmak için acele ediyorlardı. Dördüncü sınıflardan adı iyi bilinen, kumral saçlı güzel bir kız kapıdan çıkıyordu ki, uzaktaki bir sokak lambasına yaslanmış halde dikilen siyah saçlı güzel kız ona seslendi. Sueda sese dönüp şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve hızlı adımlarla Sırma'nın yanına gitti. Ancak orada durmadılar, Sueda kıza hem kızgın hem telaşlı bir tavırla bir şeyler söylüyordu, ardından Sırma'yı kolundan çekerek ara bir sokağa ilerlediler ve ortadan kayboldular. Dedikoduyu Sueda yaymıştı. Fahri'nin arksından kurulan acımasız plan çabuk yayılmış ve okulun duvarlarında yankılanmıştı. Fahri o dedikoduyu duyduğunda öfkeden delirmişti. Tutuşmuş gibi herkese bu yalanı kimin yaydığını sormuştu, ancak herkes farklı bir isim söylemişti. Ve bu sebeple Fahri suçluyu hiçbir zaman bulamamıştı. Mezuniyete kadar üstündeki damganın utancı ve öfkesiyle boğuşmuştu. İftira dilde ya da kulakta durduğu kadar hafif bir günah değildi, insanlar benmerkezci ve empati kabiliyetini masraflar ödeyerek kazanmak zorunda kalan canlılardı ve bu yüzden bazı ağır yükleri taşımadan getirilerini kavrayamazlardı. Fahri, bile isteye olmasa da Sırma'ya yaşattığı skandalı unutalı çok olmuştu, kendinin suçlu olduğuna hiç inanamadığından o konuyu nezdinde çabuk kapatmıştı. Ancak kendinin de bu derdi yaşayacağını bir gün olsun tahmin etmezdi. Aslında kimse başına ne tür kötü şeylerin geleceğini tahmin edemezdi, çünkü insanların gözü hep en güzel ve en kızıl elmada kalırdı, çürük olan ise kimsenin umrunda olmazdı. Diyorlardı ki, Fahri bir hastalık kapmıştı. Uçkuruna düşkün, şımarık ve serseri bir erkek olmanın bedelini gizli saklı ödemek zorunda kaldığı, olgun bir kadınla beraber olduktan sonra o kadından hastalığı kaptığı söyleniyordu. Ancak bunun bir yalan olduğunu Sırma, Sueda ve Fahri dışında kimse bilmiyordu. Sadece zaman geçip mezuniyete yaklaştıkça Fahri'nin gerçekten bir kez olsun hastalık belirtisi göstermediğini görünce artık duvarlarda yankılanan laflar yakasını bırakmıştı. Ancak Fahri bunun acısını hiçbir zaman unutamayacaktı. İftiralar kolay savrulan, asla silinemeyen lanetli lekelerdi. |
0% |