Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7 | bulantı

@halempa

Üçüncü yıl, ilk dönemiydi. Sırada başını ellerinin arasına almış bir şekilde önündeki test kitabına kara kara bakarken soruları anlamayı çoktan unutmuştu. Zorladıkça başarısızlığı yakaladığını düşünmeye başlamıştı, halbuki tam tersi olması gerekirdi...

Önündeki soruyu defalarca kez okuduğunu ancak zihninin sürekli düşüncelere dalmaktan anlama kısmını geçtiğini fark etti ve pes edip ellerini yorgun gözlerine kapattı. Derin bir nefes verdi, belki de onuncu kez tekrar bakıp içini karartacağı kağıdı eline aldı ve üzerindeki kırmızı çizgilere öldürücü bakışlar attı. İçinden, Fahri'nin bedduası mı tuttu, diye geçirdi. Çözdüğü soruların üzerindeki kocaman kırmızı çizgilere baktıkça yorulmuş çalışma azmi körükleniyordu ve açıkçası çalışmaktan başka da çaresi yoktu. Kağıdı yana fırlatıp tekrar test kitabına döndü ve anlamadığı soruları geçmeye başladı.

Yanında bir gölge uzadı, sandalyenin geriye itilme sesi geldi ancak Sırma çatık kaşlarının altındaki gözlerini sorudan ayırmamaya and içmişti.

"Bu yılki mat konuları beni öldürecek. Hiçbir şey anlamıyorum." Dedi Begüm.

Sırma kaşlarını daha çok çatarak soruya eğildi.

"Hadi kantine gidelim, meyve suyu içeriz."

Sırma huysuz bir tavırla "Test çözeceğim." dedi.

"Mola verelim işte."

"İstemiyorum."

Begüm omzunu dürttü. "Sırma kafayı yiyeceksin, kasma bu kadar. Son etütte hocaya sorarız ne yapalım?"

"Sayısallarım berbat çıktı, düzeltmem lazım!"

"Begüm konuşturma şunu, odaklanamıyorum." Diye bir ses geldi. Sırma' nın sağındaki sırada ders çalışan Buğra'ya bakınca Begüm kızardı, "Pardon, pardon." diye fısıldadı. Sırma'yı son kez dürttü. "Gidiyorum ben, beş dakikaya dönerim."

Begüm kantinden döndüğünde, Sırma'yı yanındaki Buğra ile kafa kafaya vermiş konuşurlarken buldu. İstemsizce ağzından komik bir ses çıktı ve hemen dudaklarını birbirine bastırıp yanlarına gitti. Kısık sesle "Ne yapıyosunuz?" diye sordu, Buğra'nın uzaktayken anlamsız gelen mırıltılarını anlayacak mesafeye geldiğinde olasılık hakkında konuştuğunu duydu. Sırma yoğun bir ciddiyetle önündeki kağıda bakıp dinlerken Begüm'ü "Ştt!" diye sert bir sesle uyarmıştı.

Buğra kalemi masaya bırakıp "Bu işte." dedi.

"Hayır. Yine anlamadım."

Begüm meyve suyu kutularından birini Sırma'nın masasına koyup yerine oturdu. Buğra artık anlatmaktan yorulmuş gözlerle Sırma'ya bakıyordu. "Oha daha neresini anlamadın? Her şeyi gösterdim işte."

Sırma kaşlarını iyice çatarak kağıdı Buğra'nın önünden aldı. Üzerindeki kırmızı çizgileri görünce Begüm geçen haftanın sınav kağıdı olduğunu anlamıştı. "Ben de bilsem çözeceğim işte. Kafam basmıyor."

Buğra kalemi masaya fırlatıp "Benden bu kadar, yoruldum artık." dedi. Sırma ona dönüp dik dik baktı. "İki dakika anlatmaktan mı yoruldun?" diye fısıldadı. Buğra işaret parmağını dudağına götürüp "Sus ders çalışacağım. Sen de git hocaya sor." dedi.

"Keçi!"

Sırma'nın sinirli fısıltısı üzerine Begüm kızın gömleğinin ucunu çekiştirdi. "Herkes ders çalışıyor, rahatsız etme!" diye fısıldadı. Sonra göz ucuyla Buğra'nın dil çıkarttığını gördü ve kıkırdadı.

Etüt sonu, Sırma'nın yüz ifadesi hüsran doluydu. Omzundaki çanta askısını sıkarak veryansın ediyordu: "Hocadan da bir şey anlamadım. Ben bittim. Bu yıl mattan kalacağım, ondan kalınca da fizikten, ondan da kalınca kimayadan..."

Begüm kollarını önünde birleştirmiş bir şekilde koridordaki panoları izlerken ona döndü. "Bir sınavdan baraj altı kaldın diye hemen karamsarlığa vurdun, hepsinden kalacaksın anlamına gelmiyor ya? İkinci dönem konular kolaylaşıyor, o zaman transkriptin toparlanır." Üçüncü katın merdivenlerine yürüyorlardı ve etraflarında etüt sonrası kafaları buhar olmuş öğrenci mırıltıları vardı. Çenesiyle kalabalığı işaret ederek "Baksana bir sürü kişi düşük not almış, bu dönem hakikaten zor." dedi.

Sırma kısa bir an gözlerini önünden kaldırıp kalabalığa baktı. "Begüm bazen senin saflığına şaşıyorum."

Sırma'nın ses tonunda bir gariplik olduğunu sezip ürperdi, çekingen bir tavırla "Saf olduğumu nereden çıkardın şimdi?" dedi.

Sırma ifadesiz gözlerini tekrar önüne indirdi ve içlerinden ne geçtiği anlaşılmaz bakışlarıyla yola dalıp gitti. "Sınava bir buçuk yıl kaldı. Ders çalışan biri görünce telaşlansan iyi olur, onlar rakip."

Begüm yanaklarını şişirerek ofladı, "O mesele mi?" diye mırıldandı. "Endişelenmek için benden daha çok sebebim var ama biraz... fazla acımasız konuşmadın mı?"

Önlerindeki kalabalığın merdivenlerden akışını izleyerek ilerlerliyorlardı, bu sırada Begüm, Sırma'nın bir cevap vermesini bekliyordu. Ancak arkadan tanıdık bir ses geldi ve Sırma'nın ilgisi şaşırtıcı bir hızla o tarafa çevrildi. Kız ince siyah kaşlarını kaldırarak arkasına bakınca yüzünde yarı sinsi yarı masumane garip bir gülümseme oluştu. "Oğuzhan?" diye seslendi. Begüm de merakla arkasına dönüp baktı, eşit ağırlık sınıfından Oğuzhan onlara doğru yaklaşıyordu. Begüm'ün beklemediği şey, oğlanın gözlerini ona dikmiş bir şekilde geliyor olmasıydı. Gözleri buluşunca oğlan hemen Sırma'ya döndü, ifadesi soğuk ve mesafeliydi. "Naber?" Dedi aynı soğuklukla.

Sırma kirpiklerinin altından sinsi bakışlar atıyordu, Oğuzhan'a yetişecek boyda olmasına rağmen niyeyse başını da eğmişti. "Bu gün de ziyaretimize geldin bakıyorum." Dedi, sesinde yine bir mesaj vardı ancak Begüm ne olduğunu bir türlü anlayamadı. Gözlerini bir Oğuzhan'a bir Sırma'ya çevirip duruyordu.

"Yan sınıftan çıktım kızım gerizekalı mısın?"

Sırma hemen gözlerini kısarak kolunu Oğuzhan'a uzattı ve çimdiklemek için hamle yaparken "Sensin be gerizekalı!" dedi, ancak Oğuzhan kolunu çoktan geri çekmişti. Bakışlarını Begüm'e çevirip "Naber?" dedi. Begüm kuru bir sesle "İyi, fena değil." dedi. Ardından sohbet fırtınasından bir esinti aklına geldi ve Sırma'yı gösterdi. "Sayısallardan canımız çıkıyor işte, Sırma bu yıl kalacağım diye ağlıyor."

Merdivenin başına gelmişlerdi, Oğuzhan bir an durup Sırma'ya baktı ve Sırma da ona muzip bir bakış attı, sonra Begüm'e dönüp "Sen kalmazsın ya, matematik sınavında barajı geçmiştin değil mi?" diye sordu. Sırma hemen yüzünü başka bir tarafa çevirdi, Begüm'ün gözünden kaçmamıştı. Ama aklına düşen anı sayesinden hemen çenesini kaldırıp "Ha, evet!" dedi. "Doğru ya söylemeyi unutmuşum, o notlar çok işe yaradı teşekkür ederim. Çoğu sınavda çıktı biliyor musun? Aklından mı geçti ne?" Diyip güldü. Oğuzhan'ın yüzünde ilk defa bir gülümseme oluştu ve baş sallayıp "Önemli değil." dedi.

Sırma Oğuzhan'a dik dik bakarak araya girdi: "Oğuzhan? Senin kafana taş mı düştü? Niye sayısalların süperken eşit ağırlıkta duruyorsun?"

Oğuzhan ona dönüp "Sana ne?" diye sordu. Sırma karşılandığı hakaretvari sesten bir gram etkilenmemişti bile, sadece dudaklarını büküp yüz çevirdi. Ardından uzaktaki bir şeye gözlerini gererek baktı ve "Buğra! Buraya gel!" diye bağırdı. Buğra usul usul aşağı iniyorken bir anda koşmaya başladı ve Sırma "Ne?!" diye bağırdı. "Kaçma ulan şerefsiz, bana ders vereceksin! Hey! Kaçmasanaaa!"

Buğra kalabalığın arasından sıvışarak kaçarken Sırma da Nuh'un asası gibi etrafı yara yara peşinden gidiyordu, Begüm onları izlerken kahkaha atıyordu. Buğra bir an arkasına bakıp "Git be deli manyak! Senin yüzünden anladıklarımı da anlamaz oldum!" diye bağırdı. Sırma da "Anlatamadığın için olabilir mi acaba?" diye karşılık verdi.

"Anlatanı bul!"

"Denersen anlarım!"

Artık zemin kata inmiş olmalıydılar ki sesleri duyulmaz olmuştu, Begüm de onları dinledikçe gülerek aşağı iniyordu. Sesleri duymaz olduğunda kafasında bir şimşek çaktı ve "Aa!" diye bağırdı. Oğuzhan sessiz bir şekilde yanında gidiyordu, "Ne oldu?" diye sordu.

"Bu gün perşembe, jimsanstik klübü vardı!"

"Geç olmadı mı?"

Begüm telaşla merdivenleri inmeye başladı. "Olsun, koç yine de etütte kalanlara zaman ayırıyor! Of Sırma unutup gitti!" Arkasından onu seyreden Oğuzhan'ı bir anda unutmuştu. Telaşla çıkış kapısına gitti ve etrafına bakındı, neyse ki Sırma hala Buğra'yı ikna etmeye çalışıyordu ve kapıdaydı. Begüm, "Sırma bu gün klüp var!" diye seslendi. Sırma şaşkın gözlerini Begüm'e çevirdi, bir yandan da yanında debelenen Buğra'yı tutmaya çalışıyordu. "Biz Buğra'yla Sedef'te ders çalışacağız, koça bir şeyler söylersin!" Diye seslendi.

Buğra kolunu kurtarmak için uğraşırken "Lan git! Benim evim Sedef'in tersi yönde, bir de oraya mı gideceğim o-ho!" diye bağırdı. Sırma, cılız bir çocuğu ehlileştirmeye uğraşıyormuş gibi tek eliyle Buğra'nın kolunu çekerken "Ne var be? Sadece yarım saatcik duracağız." dedi.

"Yine beni koçla papaz edeceksin!" diye sitem etti Begüm. Sırma cevap verecekti ki, gözleri bir an Begüm'ün arkasında kaldı ve "Her neyse bizim işimiz var, cumartesi klübe giderim!" dedi. Buğra'yı tam kolundan sıvışmak üzereyken yakaladı ve "Benden kaçamazsın bücürük!" diye kızdı, Buğra, Sırma'nın boşluğuna vurmaya çalışarak "Sırıksın sen sırık!" diye sitem etti.

Begüm yine koçu sakinleştirmeye çalışmakla uğraşacaktı, ne zaman Sırma'nın klübü ektiğini söylese koç deliriyordu. O kızın bedenen sporcu, zihnen de tembelin teki olduğunu söyleye söyleye her seferinde Begüm'ün başı, Sırma'nın tembelliğinden sebep şişirilmiş oluyordu. Oflayarak okulun sol tarafına giderken bu sefer hangi yöntemle koça Sırma'nın gelmediğini söyleyeyim düşündü. Çünkü her seferinde aynı şeyi, sırf koçun histerikliğinden sıvışabilmek için farklı yöntemler deneyerek söylemeye çalışıyordu ve bundan bıkmıştı. Sırma en iyi arkadaşıydı ancak söz konusu spor olunca Begüm'ü bıktırıyordu.

"Ne oldu, Sırma'yı bulamadın mı?"

Gözlerini şaşkınlıkla gererek arkasına döndü ve Oğuzhan'ı ona doğru gelirken buldu, bir an ağzı yavru kuş gibi açık kaldı. Oğuzhan neden peşinden gelmişti?

"Buldum... Ama gelmeyecek. Şey, koç her seferinde hıncını benden çıkarıyor da. O yüzden dertliyim biraz." dedi.

Oğuzhan gülümsedi. "Sen niye dedini çekiyorsun ki? Gidip bir daha gelmeyeceğini söyle mesela, ikisinden de kurtulabilirsin."

Begüm, arkadaşı hakkında patavatsızca fikir üretilmesinden ve Oğuzhan'ın bu bencilliğinden hoşlanmamıştı, ama açıkça belli etmedi. "Asıl o zaman koç kudurur, bir daha da kafamın etini yemeyi bırakmaz!"

Oğuzhan gözlerini kısıp "Niye?" dedi.

Begüm durduk yere alakası olmadığı biriyle gündelik hayatından konuşma fikrini garip bulmuştu, aklından bir artniyet geçmiyordu ancak hem bu fazla meraklı oğlana gündelik hayatından bahsetmek istemiyor hem de onun sorularını garip buluyordu. "Aslında Sırma'nın vücudu jimnastiğe doğuştan uyumluymuş, genleri iyiymiş demişti koç. Bir de Sırma spora çok sonradan başladığı için koç onu olabildiğince hızlı geliştirmeye uğraşıyor. Ama Sırma bu okula iyi notlar için geldi, jimnastiği o yüzden pek önemsemiyor..." Dertli bir iç çekip "Aralarında da ben kaynıyorum işte." dedi.

"Sen spora uyumlu değil miymişsin? Koç niye sana bu kadar ilgi göstermiyor?"

Begüm'ün gözleri bir anda faltaşı gibi açıldı ancak yanaklarının karıncalanmasından yine kızarmış olabileceğini düşünüp yüzünü yerden kaldırmadı. Bu kadar soru niyeydi ki, Oğuzhan fazla mı patavatsızdı ve sırf o anlık merak ettiği için mi soruyordu? "Benim asıl alanım bale, düzenli olarak gittiğim bir bale kursu var o yüzden koç bana fazla yüklenmiyor. Ama ben yine de burayı da aksatmıyorum, koçun bana özel bir ilgi göstermesine gerek yok yani."

Oğuzhan homurdınca nihayet gözlerini Begüm'den çekip yola baktı. "Baleye gittiğini duymuştum."

Begüm bir kez daha irileşen gözlerini ona çevirdi "Biliyor musun? Nereden?" Sonra aklına geldi. "A, şey, Sırma söylemiştir doğru ya."

Oğuzhan omuz silkti. "Yoo, bizim sınıfta da jimnastik klübünden bir kız var, o söylerken duymuştum."

Begüm bir kez daha Oğuzhan'ın bunu bilmeye gerek duymasına şaşırdı, insan alakasız birinin özelliklerini niye hatırlasındı ki?

Cam kapının önüne geldiklerinde durup Oğuzhan'a döndü, kuru bir hoşçakal diyip içeri geçecekti. Ancak Oğuzhan'ın üzerine dikilmiş garip bakışlarıyla karşılaşınca duraksadı. Beklemediği şekilde, konuşan Oğuzhan oldu: "Bir şey diyeceğim ama yanlış anlama olur mu?"

Begüm önce kaşlarını çattı ardından meraklandı. "Neymiş?"

"Seni önünde durmayasın diye yanında tutuyor." Dedi Oğuzhan.

"Anlamadım?"

"Sırma'yı diyorum. O kendini okulun en güzel kızı sanıyor ama sen varsın." Dedi Oğuzhan.

Begüm'ün şaşkınlığına şaşkınlık katılıyordu, ama Oğuzhan'ın yüzünde bir kas bile kıpırdamyor, gözlerindeki soğukluk bir türlü bozulmuyordu. Üstelik gözlerini kırpmıyordu bile. Halbuki söyledikleri karşısında Begüm ne tepki vereceğini şaşırmıştı. Oğuzhan gözlerini bir saniye bile üzerinden ayırmadan devam etti: "İnsanlar göze batan ya da kendilerine daha farklı gelen şeylere güzel diyor, o yüzden Sırma da onların dediklerine aldanıp kendini kandırıyor. Biraz farklı ve sırf ilgi manyağı biri. Hepsi bu. Ama sen farklısın. Sende zeriflik var. Galiba sadece o da değil, şimdi benim de aklıma gelmiyor ama eminim, Sırma sendeki güzelliğe sahip olamadığı için seni önünden çekmek istiyor."

Begüm şaşkınlığından kurtulmayı başarınca kaşlarını çattı ve "Oğuzhan sen ne istiyorsun açık açık söyler misin?" diye patladı. "Durduk yere bir şeyler saçmalamaya başladın!"

Oğuzhan'ın yüzünde olabileceği en sinirli ifade oluşmuş gibiydi, ama hala o vazgeçilmez donukluğu yerinde duruyordu. "Tabi saçmaladığımı sanarsın. O kadar safsın ki Sırma ne derse inanıyorsun değil mi?" dedi.

Begüm yine durdu, aynı gün içinde ikinci kez saf olduğunu duyuyordu. Ama Sırma'nın ona saf olduğunu söylerkenki niyetini az çok biliyordu, Sırma onu doğrudan kendi iyiliği için uyarmak istemişti. Sırma tabi ki de Begüm'ün iyiliğini düşünürdü, en yakın arkadaşıydı sonuçta, onun arkasından fesatlık yapacak değildi ya...

Peki Oğuzhan'ın derdi neydi? İşte bunu bir türlü çözemiyordu. Durduk yere Sırma'yı gözünde şeytan gibi göstermeye çalışıyordu. Begüm yüzünü ekşiterek "Aramızı mı bozmaya çalışıyorsun?" diye sordu.

"Öyle bir şey için niye uğraşayım ki? Sırma eninde sonunda seninle de aranızı bozar. Ben sadece seni uyarmak istedim."

"Niye?"

Oğuzhan sessizce Begüm'ün gözlerine baktı, o buzdolabı gibi bakışları yetmezmiş gibi bir de gözlerini kırpmıyordu. Yutkundu ve Begüm'ü şaşırtarak gözlerini kaçırdı. "Sen onun yanında sönük kalmayı hak etmiyorsun. Artık Sırma'nın okulda buraların efendisi benim gibi hava atmasından gına geldi."

İlk lafın üzerine günlerce düşünmesi gerekecekti ancak son sözü Begüm'ü öfkelendirmişti, kendine hakim olamayıp bağırdı: "Oğuzhan çok saçmalıyorsun! Sırma'nın derslerden başını kaldıracak vakti bile yok ki! Ne zaman insanlara hava attığın gördün? Ben hep yanındaydım ama senin dediğin şeyi bir kez olsun görmedim! Artık kız hangi ara ders çalışmayı bırakıp sana sataşabildi bilmiyorum ama senin onunla bir derdin olduğu kesin!" Bu kadar öfkelenmeyi beklemiyordu ve öfkelendiği zaman ne yapacağına karar veremezdi. Artık Oğzuhan ile bakışıp durmak istemiyordu, gözünün önünde durmasını bile istemiyordu. Dişlerini sıkıp omzundaki çanta asklığını çekerek kapıyı açtı ve içeri girmeden önce "Bir daha benimle konuşma, saçmalıyorsun." dedi.

Sonraki gün sabah, sınıfa girdiğinde Sırma'yı arkaya dönük bir şekilde sırasında oturmuş, Ceyhun ile konuşurken buldu. Yanına gidip çantasını gürültülü bir şekilde sandalyesine bıraktı. Sırma'nın kaşları şaşkınlıkla kalkarak ona döndü ve "Hayırdır?" dedi, gözleri bir an Begüm'ün üstünde gezindi ve hemen Ceyhun'u unutup önüne döndü. "Yüzün sirke satıyor."

Begüm surat asmış bir şekilde çantasını karıştırırken "Dersten sonra konuşalım olur mu?" dedi. Sırma bir an sessizleşti, Begüm'ü inceledi. "Tenefüse kadar çatlarım, şimdi anlat."

Begüm yanına oturdu. Sırma'ya hiç bakmıyordu. "Birazdan hoca gelir, yarım yamalak anlatmak istemiyorum."

"Bari ne olduğunu söyle, detaylara sonra ineriz."

"Alo? Hemen unuttun beni, ben buradaydım hala?" Arka sıradan Ceyhun, Sırma'ya sitem ediyordu. Sırma hızla ona dönüp "Dur mevzu var galiba." dedi ve Begüm'e döndü. Begüm hemen kaşlarını çatarak Sırma'ya döndü ve "Niye söylüyorsun?" diye fısıldadı. Sırma da omuzlarını kaldırıp "Ne yaptım?" diye fısıldadı.

"Tamam, tamam duymadım. Konuşun siz." dedi Ceyhun. Begüm bir an gözlerini yumup sakinleşmeye çalıştı. Sırma hala onu izliyordu ve Begüm'ün sinirli olduğu belliydi. "Az önce Ceyhun ne anlattı biliyor musun?" Dedi Begüm'e. Begüm tekrar ona baktı, tatlı yüzüne uymayan sinirli bir katılık oturmuştu ancak gözleri meraklıydı. Ceyhun'a dönüp başını ne oldu, manasında salladı.

Ceyhun kollarını göğsünde bağlamış, geriye yaslanmış bir şekilde oturuyordu. "Oğuzhan dün biriyle kavga etmiş. Bu sabah okuldan geri yollamışlar, galiba uzaklaştırma aldı."

Begüm'ün gözleri bir anda faltaşı gibi gerildi ve "Ne?" diye alçak bir sesle ciyakladı. Sırma bir elini çenesine yaslamış bir şekilde Begüm'ün tepkisini izliyordu, yay gibi kaşlarından biri yukarı kalktı. Ardından Begüm Sırma'nın ona muzip bir şekilde baktığını fark etti ve gözlerini kaçırıp önüne döndü. "Neyse beni ilgilendirmez." dedi. Ceyhun ağzı açık bir şekilde Begüm'e bakıyordu, yüzündeki ifade bu neydi ki şimdi, der gibiydi; ancak Sırma şaşkın değildi, onda bir romanın sonunu çoktan çözmüş gibi bir keyif vardı.

"Ne demek beni ilgilendirmez? Çocuğun ders notları sayesinde matematikten altmış üç aldın ya?" Dedi Sırma.

"Ben istememiştim ki o kendi vermişti."

"E iyilik yapmış ya işte?"

Begüm sinirden dudaklarını birbirine bastırdı. "Sen niye üzülüyorsun ki, Oğuzhan gıcığın teki."

Sırma avcuna yaslı çenesini oynatarak "A-ah!" dedi. Ceyhun da "Yavaş ol kızım, Oğuzhan adamdır." dedi. Sırma'nın sinsi bakışları Ceyhun'a döndü ve sitemle tizleşen bir sesle "Ben hiç adamlığını görmedim." dedi. Ceyhun ise alaycı bir kahkaha attı. "Sana gıcık oluyordu evet."

Begüm sonunda merakına yenik düştü ve yarım yamalak dönüp "Niye Sırma'ya gıcıktı?" diye sordu.

Ceyhun yine kahkaha attı, Sırma gözlerini devirdi. İlk konuşan Sırma oldu, düz bir sesle "Kantinde atışmıştık." dedi.

Begüm kaşlarını çatıp "Ne zaman? Ben niye bilmiyorum?" diye sordu.

"Anlatılacak kadar büyük bir şey değildi de ondan. Hatta hatırlamak istemedim, biraz sinir bozucuydu."

"Bizim şımarık kantinde hava olsun diye saçlarını savurmuş, bir de hayvan gibi uzun saçları var ya hani?" Ceyhun anlatırken bir anda gülmeye başladı ve katıla katıla "Gitmiş bildiğin Oğuzhan'ın tostunun içine girmiş." dedi. Sırma dudaklarını birbirine bastırıp elini yüzüne kapadı, Begüm'ün hiç gülecek hali yoktu ancak sahne gözünde canlanınca tek tük gülümsedi. "Nasıl becerdin bunu?" Diye sordu, sesinde biraz moral vardı.

Sırma yüzüne kapalı elinin ardından "Bir daha asla saçlarımı savurmayacağım." dedi. Begüm bu sefer gülmeye başladı, Ceyhun alaycı bir sesle "Salak." dedi.

"Demek o yüzden sana sinir oluyor ha? Ama bayağı kinciymiş, ben olsam unutmuştum bile."

Sırma hala elini yüzünden kaldırmamıştı, düz bir sesle hmm, yaptı.

"Sadece bu değil ki. Bu gitti bir de oğlanı linçlemeye kalktı." Dedi Ceyhun. Begüm şaşkınlıkla Sırma'ya baktı. "Sırma inanamıyorum sana!" dedi. Sırma elini nihayet yüzünden çekti ve sinirle savurarak "Ya abuk subuk konuştu bana fasulye filan dedi! Ben de sinirlendim!" dedi. Begüm bu sefer kendini tutamayıp güldü.

"Çok ileri gittin ama." Dedi Ceyhun. "Biri sana aynısını yapsaydı Oğuzhan kadar sakin duramazdın."

Sırma umursamaz bir ifadeyle dudak büküp pencereden dışarıyı izledi.

"Meğer bensiz neler yapmışsın." Dedi Begüm hülyalı bir sesle. Sırma'nın kolunu çimdikledi. "Dün senin yüzünden ona yüzde yüz haksız muamelesi yaptım biliyor musun? Ama meğer haklı yanı da varmış!"

Sırma acıyan kolunu çekerken "Ne haksızı ya? Arkamdan mı konuşmuş o gavat?" dedi.

Begüm dik dik ona baktı. "Haksız sanıyordum ama tamamen haksız değilmiş." dedi.

"Gelip Sırma'yı sana mı ispiyonladı?" Dedi Ceyhun. Begüm ona hızlı bir uyarı bakışı atıp "Hayır." dedi, Sırma'ya döndü ve "Seninle sonra konuşacağız." dedi.

Tenefüste, okulun çatı katındaki terastalardı. Sırma evden bir plastik kap dolusu elmalı kurabiye getirmişti ve meyve suyuyla beraber yerken kahvaltı ediyorlardı. Begüm olan biteni on beş dakikalık molada elinden geldiğince anlatırken fazla yiyememişti, Sırma ise şaşkınlıktan gözlerini yuvalarına geri yollamayı unutmuş haldeydi. Meyve suyu kutusunu buruşturana kadar çekmekle meşguldü. Sonunda kutu havasızlıktan ikiye bükülmüştü ama Sırma adeta aklı uçmuş gibi pipetle çekmeye devam ediyordu. Begüm acınası haldeki kutuyu ağzından çekti ve "Bön bön bakma da bir şey söyle!" dedi. Sırma Begüm'ü ilk defa bu kadar agresif görüyordu, ancak yüzünde bundan zevk alan bir gülümseme vardı.

"Biliyordum!" Dedi Sırma. Basit bir kelimeyi sevinçten şarkı sözü gibi ahenkli söylemişti. Derken gözlerini kırpıştırdı ve kutudan bir kurabiye alıp Begüm'ün ağzına tıkıştırdı. "Ay konuşmaktan hiç kurabiye yemedin. Bitir şunları bari, yarısını ben yedim!"

Begüm ağzına kurabiye dayayan eli itti ve "Tamam kendim yerim!" dedi. Bir kurabiyeyi ağzına attı ve o sıra Sırma konuştu. "Oğuzhan sana aşık."

Begüm kurabiyeyi burnundan püskürdü. Sırma komik bir çığlık attı ve hemen arkasına geçip sırtına vurmaya başladı. Bunu yaparken bir yandan da gülüyordu. Begüm boğazında ziyan olan nimeti bir yandan yutup bir yandan öksürmeye çalışırken gözlerine ızdırap dolu yaşlar birikti. "Allah... seni..." Cümleyi tamamlayamadı bile, halbuki Sırma'ya etmek istediği çok beddua vardı.

"Sus, sus boğulacaksın! Al şunu iç!" Sırma meyve suyunun pipetini kızın ağzına tıktı ama hala kıkır kıkır gülüyordu. Gülmeye devam ederken "Yemin ediyorum bilerek olmadı!" dedi.

Begüm sakinleşmişti ancak yaş dolu gözlerini Sırma'ya çevirip "Pislik, az daha geberiyordum! Bunun için mi beklemiştin!" dedi.

Sırma bir kahkaha attı. "Bu kadar tepki vereceğini bilmiyordum ki! Farkındasındır sanmıştım!"

"Neyi fark edeyim be? Bence sen her şeyi yanlış anladın." Dedi ve öksürdü Begüm.

"Hayır kızım! Asıl senin anlamaman için kör olman lazım!" Sırma muzip bir bakış atıp katıla katıla gülerken "Oğlan yanıyor efendim." dedi. Begüm'ün yüzünde pembemsi bir ateş dansı başladı ve aklına gelen ilk tepkiyle yerdeki boş kutuyu Sırma'nın kafasına fırlattı. Sırma çığlık atarak yerden kalktı ve "İçinde su vardı, saçımı kirletti be!" diye bağırdı.

"Yok öyle bir şey!"

Sırma eliyle saçını kurulamaya çalışırken "Hadisene oradan, biliyorsun değil mi? Utandın. Utandın?" dedi ve tekrar gülmeye başladı.

Begüm hem şaşkın hem kızgın bir yüzle "Ya sen nasıl bu kadar neşeli olabiliyorsun?" diye sordu. "Oğuzhan'ın sana dediklerine hiç kızmıyor musun?"

Sırma umursamaz bir tavırla omuz silkti. "O haklı." dedi.

Begüm'ün ağzı açık kaldı.

Ardından Sırma'nın gözlerinde yine imalı kıvılcımlar belirdi ve çenesini aşağı indirerek "Erkekler aşık oldukları kızı dünyanın en güzel kızı sanarlar." dedi ve kıs kıs gülmeye başladı.

Begüm'ün gözleri kısıldı. "Onu ima etmediğine adım kadar eminim."

Sırma yine omuz silkti ve üstünü ellerinin tersiyle bir kontrolden geçirdikten sonra yanına oturdu. "Birincisi, dediğimin arkasındayım. İkincisi, o haklı, sen gerçekten güzelsin Begüm. Oğuzhan hanzonun teki, yani çok donuk bakışlı bir oğlan... Niye suratı hep aynı ben de bilmiyorum. Neyse. En azından doğru konuşmuş, ayrıca güzelden anlıyor."

Begüm kaşlarını büzerek "Sırma, Allah aşkına kafayı mı yedin sen?" dedi.

Sırma gözlerini ona dikti. "Sana yalan söylemem biliyorsun değil mi? Seni şımartma derdim de yok. Kızım, şu gözünü biraz açıp etrafına bak. Senin hakkında Oğuzhan gibi düşünen daha kimbilir kaç erkek vardır. Tamam, Oğuzhan olmasını istememekte haklısın, o bir garip... Ama en azından artık aynaya bir bak da kendini gör. Sen güzelsin. Biri seni kandırmaya da çalışmıyor yani, güzel olduğun için ilgi görüyorsun sadece. Hepsi bu."

Sırma bu zamana kadar ne söylese, neye ikna etmeye çalışsa, Begüm tamamıyla olmasa da bir yönden onu haklı bulur ve en azından saygı gösterirdi. Sırma'nın insanları ondan daha iyi tahmin edebildiğini düşünürdü, ama bu sefer dediği hiçbir şey içine sinmedi. Somut bir sebep bulamıyordu, sadece dediklerinde olmaması gereken bir gariplik sezmişti ve güvensiz bulmuştu.

"Bir şey soracağım. Seni rahatsız edecek bir konu biliyorum. Ama Oğuzhan'ın sana bakış açısını gördükten sonra aklıma takıldı. O seni küstah sanıyor ama sırf nefretinden öyle düşündüğünü biliyorum. Yine de abartmadığı bir başka durum var," Alacağı tepkiyi önceden kontrol etmek için Sırma'ya baktı. Sırma da duyacağı şeyi önceden tahmin etmiş gibi gergindi, dudakları bir ip şeklini almıştı ve bakışları soğuktu; Sebebin çoğunlukla Oğuzhan'dan kaynaklı olduğunu düşündü, çünkü Sırma hala Begüm'e kızmamıştı. "Tanıştığımız gün bana çok karizmatik gelmiştin, seni havalı bulmuştum. Diğer insanlara karşı konuşkan değildin o sıralar ama sürekli seninle konuşmak isteyen birileri vardı. Ünlü olmaya uğraşmadığın halde ünlü gibiydin. Ama şimdi hep öyle miydin merak ediyorum."

Sırma'nın yüzündeki kendinden emin ifade güneşte bırakılmış bir dondurma gibi eridi ve gözlerinde belli belirsiz bir hüzün oluştu. "Yoo.. Artık rahatsız olmuyorum, istediğin gibi sorabilirsin." Birden gözleri uzaktaki bir anıya düşer gibi dalgınlaştı ve sonra kuru bir sesle konuştu. "Değildim tabi. Ben ilkokuldayken Rabia ile tanışana kadar bir arkadaşım yoktu, doğru dürüst konuşmazdım bile. İnsanlardan korkardım, çekinirdim."

Begüm sessizce dinlerken yüzünde bir şaşkınlık oluştu, Sırma'nın açıkça kendini ifşalamasına bir yandan imrenmiş, bir yandan şaşırmıştı. Daha şaşırdığı şey ise, Sırma'nın eskiden hiç de tahmin etmediği gibi biri olduğunu ortaya çıkarmasıydı.

"Ben Rabia ile iyi anlaşınca ananem beni onun okuluna trasfer ettirdi, öğretmenlerim benim çok ürkek olduğumdan endişelenirmiş o yüzden ananem yanımda tanıdığım bir akranım olursa daha iyi olabileceğimi düşünmüş. O okulda bayağı açılmıştım, hiç hayal etmeyeceğim kadar arkadaşım olmuştu. Ortaokulda da öyleydi, herkes beni tanıyordu... Çok şımarıktım, herkesin bana hayran olduğunu, bunun çok doğal bir durum olduğunu filan sanıyordum. Ama değilmiş, liseye başlayınca öyle olmadığını öğrendim. Üstün filan değilim, eninde sonunda herkesin bir çıkarı var. İnsanlar sandığım kadar basit düşünen canlılar değil, ben de onların sevmek zorunda olduğu biri değilim... Bir şekilde öğrenmiş oldum işte."

Bir an ikisi de hiç konuşmadan, sessizce terasın ötesindeki şehir manzarasına baktılar. Aşağıda ders zilin sesi yankılandı. Bir şey söylemeden ayağa kalktılar, Begüm üstündeki tozu ve kurabiye kırıntılarını silkelerken Sırma da kutunun kapağını örtüyordu. Yere saçtıkları çöpleri toplarlarken Begüm "Ben de seni hep aynı sanmıştım, böyle... Hep havalı." dedi. Sırma boş kutuları jenaratör kabininin yanındaki çöp kutusuna attı, gözleri dalgındı. "Bazen çok kendimi beğenmiş gibi davranıyorum değil mi?" dedi.

Begüm ona baktı. "Bana hiç öyle gelmedin. Sadece ara sıra hiddetlendiğini düşünüyorum o kadar. Çok cesur olduğundan belki."

Sırma kirpiklerinin altından bir bakış attı. "Ha cesur duruyorum yani?"

"Değil misin?"

Sırma plastik kutuyu karnına yaslayıp düşünceli gözlerle yere baktı. "Fahri bana bencil olduğumu söylemişti, ayrıldığımız gün. Belki cesur değil bencilimdir."

Begüm kafası karışmış bir şekilde kaşlarını çattı. "Cesaretle bencilliğin ne alakası var ki? Bence karıştırıyorsun."

Sırma da yüzünü ekşitip gülümsedi. "Doğru ya, bu olmadı hakikaten. Ama cesur değilim, kesin bilgi. Bence... sinirlenince kafamın tası atıyor o kadar."

"Buna katılırım, Oğuzhan'ı da insanların önünde rezil etmişsin ya hani, uyuyor."

Sırma imalı bir bakış atıp "O biraz haketti." dedi.

"Bak yine ayı şeyi yapıyorsun."

"Ne?"

"Bazı şeylerin sınırı olmalı."

Sınıfa inmek için gidiyorlardı.

"E diyorum ya işte, kafamın tasını attırmadığı sürece sorun olmazdı."

"Neyse, Oğuzhan zaten garip biri."

"Evet doğru. Ama bir düşün bence."

"Neyi?"

Sırma güldü. "Sana aşık ya?"

Begüm'ün yüzü asıldı. "Benden uzak dursun."

O günün gecesi Begüm yorulana kadar prova yaptıktan sonra ağrıyan bacaklarını çeke çeke duşa girmiş ve yorgun bedenini yatağa atmıştı. Bedenini yorabildiği kadar yormuştu ancak zihni haline kulak bile asmadan sorularla meşguldü. Zihninde Oğuzhan ile Sırma'nın dedikleri birbirlerine giriyordu. Bir yanda gözünün önünde Oğuzhan'ın soğuk bakışları ve tam tersi bir niyetle söylediği cümleler, bir yanda da Sırma'nın gözünden kaçamamış gerçekler beliriyordu.

Sırma ise o gece geç saatlere kadar ders çalışmakla meşguldü. Önceki gün kafede Buğra'dan zar zor kopardığı matematik defterini baş ucuna koymuş ve harıl harıl sayfalara boğuluyordu. Gözlerinden kuruluk alarmları yükselince dirseklerini masaya dayayıp gözlerini ovalamış ve homurdanmıştı. Masadaki maskotlu saati gecenin üçünü gösteriyordu. Geç olmuştu, zihni hala aktifti ancak daha fazla çalışacak gözü kalmamıştı. Sandalyede oturmaktan sapa dönüşmüş bacaklarını ovalayarak kalktı ve yatağına gitti, uykusu yoktu ama hiçbir şey yapacak halde de değildi. Enerjisinden geriye sanki bir damla kalmıştı, ama yapması gereken bir rutini daha vardı.

Üstündeki ev kıyafetlerini çıkardı ve yatağın üzerine uzanmış dünden bekleyen geceliği giydi, ananesinin gençliğinden kalma gecelik elbisesi eski kumaşların o bilindik kokusunu taşıyordu. Yatağının ortasına geçip sıkılaştırıcı kremini sürmeye başladı. Sırma sporu aksatmanın bedeli olarak kursa gittiği her son seferde hemen cildinde morluklar oluşuyordu ve çareyi bu yolla bulmuştu. Uykusuzluktan yüzü asılarak yorganı kafasına çekerken kremin tatlı kokusu genzini uyuşturuyordu. Dizlerini karnına çekti ve uykuya dalmadan önce o gün konuştuğu, dinlediği gerekli gereksiz cümlelerin zihnine bir şelale gibi akışını dinledi. En son Begüm'ün anlattığı kadarıyla Oğuzhan'ın onun hakkında söylediklerini hatırladı.

O gece iki kız da Oğuzhan'ın başka bir sözünü düşünerek uyuyakalmıştı. Begüm onun "Sen onun yanında sönük kalmayı hak etmiyorsun," sözüne, Sırma ise "Okulda buraların efendisi benim gibi hava atmasından gına geldi," sözüne takılmış, zihni bir ağda debelenircesine o sözün etkisinde kalmıştı.

Üç gün sonra, cumartesi günü kafeye gitmişlerdi. Sırma elinde iki sıcak çikolata bardağıyla Begüm'ün oturduğu masaya dönereken "Hala gelmedi mi?" dedi. Begüm kapı camından dışarıyı görmek için çenesini kaldırıyor, bakıp duruyordu. Bir yandan da kulağındaki telefonla meşguldü, Sırma'yı duymayıp telefona konuşuyordu: "Kapının çaprazındaki masadayız, hemen görürsün." Derken poposunun üstünde zıplayıp "Hah! Ben seni görüyorum." dedi ve elini havaya kaldırdı. Sırma da yarıdan üstü cam kapıya baktı ve dışarıdaki Rabia'yı görünce el salladı. Rabia kapıya varmadan önce telefonunu kapatıp çantasına attı, o içeriye girerken Sırma da masaya oturup homurdandı. "Bir tek benim telefonum yok. İkinizden biriyle takılmazsam hiç haberleşemeyeceğiz." Dirseklerini masaya koyup yanaklarını avuçlarına yasladı ve içeri giren Rabia ile göz göze geldi.

Rabia alel acele yanlarına gelirken "Niye bu kadar uzak bir yer buldunuz?" diye sitem etti. Sırma yanaklarının arasına sıkışmış çenesini oynatarak "Buğra'ya defterini vermem lazımdı, onu çağırmak için buraya geldik." dedi.

"Buğra kim? Yakışıklı mı?"

"Tam senin boyunda. Ama umutlanma, sen gelene kadar gitti malesef."

Rabia kısa boylu birini gözünde canlandırdığı an iştahı kesilmişti, dudak kıvırıp "Boşver kalsın." dedi.

Begüm ikisinin aksine güneş gibi sıcak bir gülümsemeyle "N'aber?' dedi, Begüm bazen her şeye zıt kaçabilecek kadar iyimser ve zarif olabiliyordu. Ve o gün bir yağmurlu bir yağmursuz olan huysuz gökyüzünü bile sinirlendirecek kadar pozitif denebilirdi.

Rabia'nın dudakları gergin bir ifadeyle gerildi, yuvarlak masada ikisinin karşısındaki sandalyeyi çekip otururken Sırma'ya huzursuz bir bakış attı ve kısık sesle "Bir şey duydum." dedi. Sırma iki parmağının arasındaki kalemi tam da aklına gelen çözümle test yaprağına çeviriyordu ki durdu, gözlerini Rabia'ya çevirdi. Begüm henüz ortamın gerginliğini okuyamamıştı, dirseklerini masaya yaslayarak "Ne?" diye sordu. Rabia hala Sırma konusunda çekinceliydi, kaşları büküldü ve "Fahri'yle ilgili... Söyleyeyim mi?" dedi.

Sırma'nın rengi soldu ama hiçbir tepki vermedi.

Begüm saf saf ona bakarak "Ya yine bana anlatmadığın bir şey mi oldu?" diye Sırma'ya sitem etti.

Sırma Begüm'e kısa bir bakış atıp "Ben de bilmiyorum," dedi. "Ama Fahri'den bahsediyoruz, o hıyarın adını duyunca bir olay olduğunu anlamak zor değil."

Begüm şakağının kenarını kaşırken surat astı. "Doğru."

Rabia "Anlatayım mı?" dedi.

"Anlat işte eninde sonunda başka bir yerden duyarız zaten." Dedi Begüm. Sırma önündeki test kitabına gözünü dikmişti, kelimeleri tekrar tekrar okuyor ve hiçbir şey anlamıyordu. Anlamak gibi bir niyeti de yoktu, sadece gözlerini meşgul ediyordu. Rabia ona uzanıp kolunu dürttü ve "Hey, sen söyle. Anlatayım mı?" dedi. Sırma gözlerini sorudan ayırmazken birkaç kez kırptı, sonra omuz silkti ve "Anlat." dedi. "Begüm haklı, zaten eninde sonunda bir yerden duyarız."

Rabia o zamana kadar kendini zor tutmuş olsa gerek çabucak masaya eğildi ve alçak sesle konuşmaya başladı: "Kendinden büyük bir kadınla birlikte olmuş, birlikte yani, şey yapmışlar galiba, hani anlarsın? Kadından bir de hastalık kapmış galiba."

Begüm nefesi kesilmiş bir şekilde elini ağzına götürdü ve nefesten bir sessiz çığlık attı. Sırma kaşlarını çatıp yüzünü başka tarafa çevirdi.

"Şerefsiz!" Diye fısıldadı Begüm. "Ay iğrenç!"

Rabia da yüzünü buruşturup baş salladı. "Ya aslında günahını mı alıyoruz bilmiyorum ama şu an Karatay'da herkes bunu konuşuyor. Belki yalandır... Bilmiyorum."

Begüm hemen yumuşadı ve "Ne, sen şimdi dedikoduyu mu söyledin sadece?" diye şaşırdı, dişlerinin arasından bir cık sesi çıkarıp Rabia'nın koluna vurdu ve "Ya ben de hemen gerçek sanmıştım, niye başta söylemedin!" dedi.

Rabia çenesini omuzlarının arasına gömmüş bir şekilde "Ne bileyim, ben de şaşkınım!" dedi. "Doğru mu değil mi bilmiyorum, bence o okuldakiler de bilmiyordur. Hem Sırma da orada nasıl muamele yapıldığını az çok biliyor, öyle değil mi?" Rabia'nın iri zeytinleri andıran gözleri Sırma'ya çevrildi. "Önceden de o Timsal denen kız sana iftira atmıştı, millet de gerçek diye hemen inanmıştı ya? Bu da öyle olmasın?"

Sırma önündeki test kitabına artık orada ölü bir kedi varmış gibi bakıyordu, kısa sessizliğinin ardından "Midem bulanıyor." dedi. Rabia kaşlarını çatarak "Miden mi bulanıyor?" diye sordu. Onun yerine anlayan Begüm oldu ve Sırma'nın sırtını sıvazlayarak "Of bu kadar iğrenç bir şey olacağını bilseydim söyletmezdim, çok özür dilerim." dedi. Rabia da şaşkın suratını Begüm'e çevirerek "Ha... evet, doğru ya." dedi. "Ben de yerinde olsam çok kötü olurdum."

Sırma'nın yüzündeki mimikler birbirlerine geçmiş kadar perişan haldeydi, yüzünü buruşturarak sandalyesinden kalktı ve bara gitti. Barın arkasında kimse bulamayınca ellerini koyu renkli ahşap yükseltiye bastırıp "Bakar mısınız?" diye seslendi. Ağzı burnundayken bir de karnını seslenmeye yormak durumu zorlaştırıyordu, iç çekerek dirseğini bara koyup kafasını avcuna yasladı. Koyu ve az ışık aldığı için karanlık bir kutu gibi duran açıklıkta yirmili yaşlarında bir adam belirdi. Küçük bir bezle elini silerken "Buyrun," dedi.

"Su alabilir miyim?"

Adam cevap vermeden arka taraftaki içeceklerin arasından bir su şişesi çıkardı ve Sırma'ya verdi. Sırma perişan halde şişeyi aldı. Kapağını açarken barmenin gözü ona takıldı. "Miden mi bulanıyor?" Diye sordu.

Sırma bir yudup alıp baş salladı.

"Dur," Barmen arkadaki tezgaha gitti ve bir limon çıkardı, bir bardağa iki küp buz ve su koydu, ardından ikiye böldüğü limonu bardağa sıktı. Bardağı Sırma'ya uzatıp "Bunu iç, daha iyi gelecektir." dedi. Sırma, kasım ayında ayazdan korunmak için boğazlı kazak giymişken önündeki buzlu suya tereddütle baktı, ancak barmen ısrar edince beynini bir kenara bıraktı ve buz gibi limonatayı dikledi. Bardağı masaya bıraktığında dişleri takırdıyordu, iç geçirirken nefesinin minik buzlar atan bir sağanak gibi dışarı çıktığını bile gördü. Kısa bir ürperti yaşadıktan sonra henüz midesinde bir değişiklik hissetmese de barmene teşekkür etti ve su şişesini alıp masaya gitti. Rabia ile Begüm endişeli gözlerle ona döndü, Sırma baş sallayıp "Biraz daha iyiyim." dedi. "Barmen limonata verdi." Sandalyesinde geriye yaslanıp soğuk bir nefes verdi ve kollarını karnına sararken pencereden dışarıyı izlemeye koyuldu.

Rabia "Tamam bu konuyu kapatalım." dedi. Begüm "Yeterince iğrenç." dedi. Rabia da onaylarcasına baş sallarken "Bizi ilgilendirecek değil ya, ne halleri varsa görsünler. Fahri'ye acımıyorum zaten." dedi. Begüm de baş salladı. Ama Sırma hiçbir tepki vermedi.

Barmen'in tavsiyesi ilk gün işe yaramış ve Sırma'nın mide bulantısını durdurmuştu, ancak sonraki günler mide üşütmesi yüzünden gece yataktan kusma telaşıyla kalkmak zorunda kalmıştı. Midesinin ve zihninin birbirlerinin aynı olduklarını düşünüyordu, ikisi de bulantılıydı.

Loading...
0%