Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9 | ilk yüzleşme

@halempa

Korkulan yıl ve onun ilk dönemi başladığında Sırma'daki gariplik ilk önce Begüm'ün dikkatini çekti.

 

Okulun ilk günü Sırma yoktu. İkinci gün Sırma sınıfa girip yanı başındaki sıraya geçtiğinde Begüm, en son birkaç ay önce gördüğü arkadaşının yerinde başını önünden kaldırmayan, oldukça soğuk tavırlı biri bulmuştu. Begüm önceki günden beri aklındaki soruyla okula neden gelmediğini sorduğunda Sırma, donuk bakışlarını bir an olsun önünden kaldırmamış ve "İlk gün bomboş geçiyor diye evde ders çalışayım dedim." demişti. Sesi kuruydu, cansızdı. Sırma'da garip bir hal vardı. Ve Begüm gerek karizmatik duruşuyla gerek kendinden emin tavrıyla hayranlık duyduğu Sırma'yı ilk defa böylesine çekingen ve hastalıklı görmüştü.

 

Sırma bir yandan dediği gibiydi: Begüm dahil dördüncü sınıfların çoğu son yıl paniğiyle bir sersemliğe düşmüş çalkalanırken o harıl harıl ders çalışıyordu. Ama Sırma uzaktı, Begüm onu her gün yanındaki sırada görmesine rağmen kendini Sırma'ya uzak hissediyordu. İki kız eskisi kadar aylaklık etmiyor hatta konuşamıyordu, sebebi de Sırma'nın bir türlü test kitaplarından kafasını kaldırmamasıydı. Begüm onun üç yıldır bu döneme hazırlık yaptığı için endişeli olmasını anlıyordu ancak içten içe Sırma'nın kendinden uzaklaşmaya çalıştığını düşünmeye başlamıştı, artık Sırma okul çıkışı bile Begüm ile yürümüyor, direkt kendi evine yol alıyordu. Konuştuğu bir kişi vardı o da etütlerde adeta soru yağmuruyla bunalttığı Buğra'ydı. Sırma adeta tek bir kusuru bile kabullenemeyecek kadar sınavla ilgiliydi.

 

Ancak Sırma'nın gizemi fazla süremeyecek kadar cılızdı: İlk deneme sınavının sonucuyla birlikte genç kızın haftalardır saklamaya çalıştığı endişesi taşmıştı, sonucu gördüğünde yüzü önce beyazlamış sonra da ruh hali olduğundan daha sessiz bir kimliğe bürünmüş ve okul çıkışına kadar ağzından tek laf çıkmamıştı. Begüm bile kendi haliyle meşgul olması gerekirken endişesi ona yönelmişti. Son ders bittiğinde sınıftan çıkarlarken Begüm elini çekingenlikle Sırma'nın omzuna atıp buna bir dur demek istemişti. "Sırma bu kadar kafaya takarsan önümüz denemelerde de batırırsın. Sakin ol, ilk seferde olur böyle."

 

Sırma susmuş, susmuş ve birden gözünden iri bir damla yuvarlanmıştı. Boğuk bir sesle "Klüpten ayrılacağım." demişti. Begüm, Sırma'nın göz yaşlarını tutumaya çalışan yüzüne bakarken şok içinde kalmıştı. "Ama..."

 

"Düzeltmem lazım. Böyle olmayacak." Diyen Sırma, ağlamamak için sıktığı dudakları ve nemli gözleriyle başını önüne eğerek hızla Begüm'ün önünden geçip gitmişti. Begüm arkasından bakakalmıştı.

 

Sırma o yıl hep böyleydi. Ancak sayılı zaman ürkütücü bir hızla geçiyordu.

 

Ocak ayı bitmiş, ilk dönemin bitmesine bir hafta kalmış ve kar yağmıştı. Kızlar konağın bahçsesinde tepeleme birikmiş karın içinde eğleniyordu, Sırma'nın yüzünde yine o bitmek bilmez melankoli vardı. Yüzünü kapatan bere ve atkı arasından fırlayan kuzguni siyah saçları, kızın yüzüne yapışmıştı. Saçları öylesine siyahtı ki, üzerindeki minicik kar taneleri bile belli oluyordu. Asuman pencere kenarından onları seyrederken uzun bir süre torunun o buruk gülümsemesini izlemişti. Bizzat kendi yüzünden Sırma'nın çocukluğundaki melankonisine geri hapsolduğunu biliyor, kırık ruhu bunun pişmanlığı altında eziliyordu.

 

Kızların kar topu savaşını izlemeye dalmışken evin zili çaldı. Kadın cansız gözlerini pencereden koparıp kapıya yöneldi. Kimin geldiğini hiç düşünmüyordu. Bedeni, ölü bir ruhun kuru gereksinimlerini gideren bir alet gibi sadece yapması gerekene odaklanıyordu. Kapıyı açtığında yarısına kadar kar çıkmış antrede genç bir oğlanla karşılaştı. Asuman ifadesiz gözlerini oğlana dikerek bir şey demesini bekledi, çünkü kendinin merak etmeye yarayan duyuları yaşama sancısından ibaret bir yük altında nefes almaksızın eziliyordu. Oğlan karşısındaki kadının yüz ifadesinden bir sonuç çıkmayacağına kanaat getirmiş olsa gerek, kararsızlığını belirten bir sesle "Asuman Akçalı buradalar mı?" diye sordu. Asuman gözünü kırpmadan boş bir sesle "Benim." dedi. Oğlan önce şaşırdı, sonra kendini toparladı. Cebinden bir mektup çıkarıp ona uzattı. "Bunu size teslim etmem gerekiyordu." dedi. Asuman ilk defa canının derdi dışında bir şeye meraklanarak önündeki mektuba şaşırdı, kolunu yavaşça kaldırıp mektuba uzandı ve "Kimden?" diye sordu.

 

"İçinde kimden olduğu yazıyormuş, sadece bunu söylemem istendi." Oğlan kısa bir baş selamı verip antreden uzaklaşırken Asuman'ın cansız gözleri elindeki mektubu seyrediyordu. Kardan yükselen soğuk dondurucuydu ancak yaşlı kadının soğuktan hızla kaçabilecek bir hali yoktu, kapıyı kapatıp içeri girmesi uzun sürdü. İnleyerek salondaki kanepesine gitti ve nefes nefese bir şekilde oturup mektubu açtı.

 

Güzel, şahsına münhasır bir el yazısıyla karşılaştı. Gözleri yazıların üzerinde gezindi ve yaşlı kadın geçen yılların ağırlığını birden üzerinde hissetmişçesine bir acı yaşadı.

 

Mektupta bir telefon numarası ve altında not vardı:

 

"İstediğin zaman gelene kadar yeşil parkta bekleyeceğim.

-kaşif"

 

Asuman daha mektubu aldığı o gün parka gitmeyi düşünmüştü ancak onu durduran iki şey vardı, birincisi hastalığın onu normal ihtiyaçlarını bile göremeyecek kadar çaresiz bırakmış olmasıydı. İkincisi ise Kaşif'e duyduğu güvensizlikti. Zihninin bir köşesi, ya beni kandırıyorsa, diye düşünmüştü; çünkü hala geçmişteki o gün yüzünden Kaşif'i suçluyordu. Ancak bir yandan da kuruntu yaptığını, aslında böyle bir durumun söz konusu olmasına sebep olabilecek hiç bir şey olmadığını düşünüyordu. Bildiği bir şey vardı ve o da kesindi: Kaşif yıllar sonra Asuman'ı ne sebepten görmek istiyordu, bilmiyordu.

 

Birkaç gün kendini toparlayabilmek için bekledi. Asla tam olarak düzeleceği bir gün geleceğine inanmasa da, bazı günler hastalığın şiddeti daha az oluyordu ve yaşlı kadın o nadir günlerden birini arıyordu.

 

O gün kendini biraz iyi hissetmesine rağmen karşılaşacağı durumun ne olduğunu bilmemesinin endişesiyle takviye ilaç aldı. Günlerce yağan kar diz boyuna ulaşmıştı, gökte bulut yoktu, güneş beyaz yeryüzüne vurup kristal bir gündüz yaşatıyordu. Yollar kepçeyle açılmış, bazı karlara kir ve çamur bulaşmıştı. Neredeyse beyaz renk dışındaki tek toprak işareti o nereden geldiği bilinmeksizin karlara bulaşmış kahverengilikti. Asuman yolları ve aylardır çıkmadığı eski hayatını ağır adımlarla yürüyerek, izleyerek görüp geçiyordu. İçinde alel acele parka ulaşma derdi yoktu, çünkü onu bekleyen adama karşı kuşku dışında bir his duymuyordu. Onu görünce hatırlayacağı tek şeyin acı ve öfke olacağını biliyordu, imkanı olsa belki de Kaşif'i hiç görmemeyi tercih edebilirdi; ancak içinde bastıramadığı merak, ayağına kadar gitmesine sebep olmuştu.

 

Yeşil park, insan gücüyle açılmış patikalar dışında içine girilecek halden çıkmıştı. Şükürler olsun ki ayaz yoktu ve kardan kurtarılmış yerler buzlu değildi, aksine güneş karı eritiyordu. Asuman etrafta biri görmeyi umarak yavaşça parkın ortasında yürüyordu, parkın sonuna gelmek üzere artık Kaşif'in orada olmadığına kanaat getirmişti, biraz ilerideki kemere varacak ve çıkıp gidecekti. Ancak kemerin yanındaki seyyar çaycıyı ve bacası tüten çaycının önünde bir tabureye oturmuş adamı gördü. Göğsünde ne olduğunu çok iyi bildiği eski ve şaşırtıcı derecede yakıcı bir his belirdi; bu hissi normal duygularla tarif edilemiyordu. Bu his, üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen hala aynı güçle insanın genzine saplanan boğucu bir darbe gibiydi.

 

Ayakları geri gitmek istese de kendini ağır ağır öne çekti, hiçbir şey söylemedi, adam başını kaldırıp ona bakınca nasıl bir ifade taşıdığından emin olmadığı gözlerini ondan kaçırmadı, geçmişteki utancından kaçmadı, Kaşif bir şey diyene kadar da konuşmadı.

 

Karşısındaki adam onun hatırladığı Kaşif değildi; Asuman önündeki bu çökmüş, bir de üstüne kilolanmış adamı görünce başta tanıyamadı. Onun Kaşif olduğunu ispat eden tek şey yüzüydü, ancak en son üniversiteli genç bir delikanlı olarak hatırladığı o yüzde şimdi yıllanmış bir adamın kırışıklıkları ve kederi vardı. Ona bakınca fark ettiği ilk şey acı bir gülümseme oldu. Ama basit bir selamın getirisi bir gülümseme gibi değildi bu; on yıllardır beklemekten yorulmuş, yıpranmış, hatta bazen aklını kaybedip hayattan pes etme noktasına gelmiş çaresiz bir adamın son umut sevincine benziyordu.

 

Asuman'ın duyunca garipsemesine sebep olan oldukça yabancı, kalın bir erkek sesi "Hoşgeldin." dedi. Asuman sesi duyunca istemsizce durdu ve karşısındaki adamın hakikaten Kaşif mi olduğunu düşündü, zihninde bir tek yirmi yaşındaki Kaşif'in berrak sesi duruyordu ve bu yeni sese alışmak istemedi. Birden bire niye eski Kaşif'i unutmaktan korktuğunu sorguladı, çünkü içindeki bir arzu önündeki Kaşif'e yaklaşınca onun gençliğini unutmasından korkmuştu.

 

"Karşıdaki kahveciye geçelim, burada üşürsün." Dedi Kaşif.

 

Asuman düz bir sesle "Çok kalmayacağım." dedi. "Sadece ne derdin var onu öğrenmek için geldim, sohbet etmeye niyetim yok."

 

"Benim konuşacak çok şeyim var."

 

"O zaman kısa anlat."

 

"Anlatamam. Günlerce bu soğuğun altında seni kısacık bir süre göreyim diye beklemedim."

 

Asuman sıkıntılı bir iç çekti, nefesinin sigara dumanı gibi önüne yayılarak genişlemesini izlerken "Bana o kadar uzun anlatacak neyin var ki?" dedi.

 

"Hiçbir şey."

 

Yaşama yetisini kaybetmiş sakat ruhunda bir değişim hissetti, duyularını kullanamamaktan ketumlaşmış yüzünde belli belirsiz bir şaşkınlıkla Kaşif'e baktı.

 

"Seni bir gün görürüm umuduyla yıllardır içimde biriktirdiğim kelimeler vardı ama şimdi hepsi yok oldu. Hiçbirinin senin karşında anlamı yokmuş, şimdi fark ettim."

 

Asuman çaresizce bir iç çekip gözlerini yumdu ve o an elinin altında oturabileceği bir sandalye olmasını diledi, Kaşif'in yıllardır ona karşı bitmemiş anlam yükleme çabası yüzünden sırtına ağırlık koyulmuş gibi hissediyordu. "Beni kandırmaya mı çalışıyorsun Kaşif? Yıllar sonra bu yaşlı kadının gözünü boyayıp para koparmak için mi geldin?"

 

Kaşif sinirden kalınlaşan bir sesle "Benim hakkımda nasıl böyle düşünürsün?" diye sordu.

 

"Evliliğimi mahvettin." Diye fısıldadı Asuman.

 

Kaşif'in'in yüzü buruk bir acıyla büküldü. "Hala o günü hatırlıyorsun."

 

Etrafta kimse yoktu, meydan boştu, uzaktaki yollarda bile ıssızdı, ancak Asuman yıllar önceki o kaotik geceyi kargaların bile duymasından utanıyordu. "Unuttum mu sandın? Otuz yıl geçti sonuçta, kadın da bunamıştır, onu hasta haliyle kandırdığımı da hatırlamıyordur diye cesaretlenmişsindir. Utanmadan karşıma çıkabildiğine göre öyle sanmışsın."

 

"Beni hiç affetmeyeceğini biliyordum Asuman, bunu bile bile buraya geldim. Ama sen beni yanlış hatırlıyorsun," Kaşif'in yumuşak bakışlarından hızlı bir gerilim geçti, "Kafanda hep o günkü Kaşif olarak kalmışım."

 

"Evet, yanlış düşünmüyorum da. Sen yine benden faydalanmaya gelmişsindir."

 

Kaşif'in kilolanmaktan yumuşamış yüzündeki kaslar öfkeyle birbirine geçti, çatık kaşlarının altındaki gözleri acılı numarası yapan bir adamdan vazgeçip içindeki öfke canavarını meydana çıkardı ve insana bağırtı gibi hissettiren akılalmaz bir sesle fısıldadı: "Ben o gece sırf senin için seni kendimden koparmaya çalıştım Asuman, yıllar boyu asıl ben seni unutmak için kendimi paralıyordum! Seni kendime unutturmaya çalışıyordum!"

 

Asuman gözlerini kısıp alaycı bir ses çıkardı. "Onca yıl birini unutamamış adama aşık değil takıntılı derler. Sen beni takıntı haline getirmişsin."

 

"Ne yaşadığımı bilmiyorsun. Ben kendime yeterince ceza çektirdim. Yapamıyorum Asuman."

 

"Benden ne istiyorsun açık açık söyle be adam, senin entrikalı laflarını dinleyecek halim yok!" Diye bağırmaya çalıştı kadın, ancak gücünün yetmediğini sesinden de ifade etmişti. Hem de bunu istemediği halde.

 

"Boşu boşuna beni dolandırıcılıkla yaftalamaya çalışma. Onca yıl kendimi bakacak kadar para biriktirebilmişimdir, beceriksiz ya da aptal değilim sonuçta. Ama sen aptala yatıyorsun. Neden burada olduğumu biliyorsun Asuman, artık senden kaçmaktan bıktım! Zamanında bomboş bir endişe yüzünden sırf senin kurulu düzenine bir şey olmasın diye yanına yaklaşmaya korkmuştum, senin için senden kaçmıştım ama bir anlamı yokmuş. Eninde sonunda ipin ucunda ölüm var, bir daha seni görmeden öleceğimi bilemem. Şu halimize bak! İkimiz de yaşlıyız, peki ne oldu? Yaşlandım ama hala seni seviyorum, hala seni unutamadım! İstemediğim bir hayat sürmektense artık ne olursa olsun senin yanında olmak istiyorum! Tek amacım bu!"

 

Kadının kulakları ona ithaf edilen süslü lafları duymaktan korkuyordu, o yüzden bir sağır gibi inatla duymamaya devam etti: "Senin hiç kimsen olmadı mı be adam, o kadar uzak durduğunu kaçtığını filan söylerken mağarada mı saklanıyordun? Hiç başka birini sevmedin mi? Beni kandırıyorsun, besbelli başka bir derdin olmalı."

 

"Açık açık söylüyorum işte, başka ne derdim olabilir! Neden inanmamakta bu kadar diretiyorsun?"

 

"İnsanın zayıflığından nemalanan birine ne güven besleyeyim ha? Bana yaşattıklarından sonra başıma ne geldi hiç düşündün mü? Ailemi kaybettim ben ailemi! Hem de daha onlar yaşarken! Kocamın yüzüne bakamadım, kızımdan bile utandım! Bu hayatta bir tek kızımı sevdim ben; ölen kocam bile değil, torunum bile değil, sen hele hiç değil! Ama o da bana lanet etti! Gizli kapaklı bir şeyler saklayan hasta, deli annesi yüzünden! O hasta kadını kandıran senin yüzünden! Ben zaten hastaydım Kaşif! Hastaydım ve acımı bir tek sana anlatmışken sen beni mahvettin! Senin yüzünden daha kötü hale geldim! O gün bana yaşattıklarına kadar tek gerçek arkadaşımdın evet, ama o günden sonra bende yoksun! Ancak düşmanım olabilirsin anladın mı?"

 

"Asuman cezamı paşa paşa çektim işte! Yıllar önce ne olduysa oldu, ben gençliğime kanıp büyük bir hata yaptım tamam. Evet bak ben de kabul ediyorum. Ama cezamı yeterince çektim, sen de tek başına mücadele etmekten yorulmuşsun, o gözlerine bakınca bile anlayabiliyorum bunu! Artık ikimiz de mutlu olmayı hak etmiyor muyuz? Ben çocukken birlikte ne kadar da mutluyduk bir hatırlasana. O zaman da hastaydın, ama biz birlikteyken mutlu olabiliyorduk! Sen de biliyorsun ya işte, sana bir tek ben iyi gelebiliyordum..."

 

Asuman'ın göğsünde, bir anda cehennemin kapakları açılır gibi amansız ve nereden çıktığı belirsiz bir öfke belirdi, acı dolu ve bir o kadar nefret kusan boğuk bir çığlık attı ve kendi bile haline şaşırarak Kaşif ile arasındaki mesafeyi kapattı. Kat kat beyaz taç yapraklarını andıran soluk ve yaşlılıktan buruşmuş parmakları, adamın geniş göğsüne yapıştı ve tüm gücüyle onu sarsmaya çalıştı. "Sen ne diyorsun be? Boyun posun devrilsin ahlaksız! Kafanı baykuş gibi bir tarafa çevirmiş, oradan gördüklerini sayıp duruyorsun, asıl sen benim hayatımı mahvettin, inatla görmek istemiyorsun!"

 

Kaşif kaskatı kesilmiş bir bronz heykel gibi, Asuman'ın her cümlesinde kafasından aşağı sağanak yağmur yağıyorcasına kararıyordu. Asuman ise çileden çıkmaya devam ediyordu, görünüşe göre yürümekten bile aciz duran kadının öfkesi beklenmedik çıkmış, ummadık taş olmuştu. "Hala utanmadan beni kandırmaya çalışıyorsun! Utanmadan! Ben sana o kafanı çevirdiğin sahte gerçeğinin aslını söyleyeyim mi? Aç da kulaklarını öğren artık! Ben senin ablandım be! Sana bir kez olsun kardeşten başka bir gözle bakmamıştım, bakmışsam namuzsuzum! Hem de senin gibisinden olsun!"

 

Kaşif'in şaşkınlıkla gerilmiş gözleri o an yavaşça, acıyla kısıldı. Duymak istemediği kelimeler yüzüne vuruyordu.

 

"Yahu ben evlendiğimde sen daha liseye başlamıştın be, boyum kadar bir çocuktun! Ne ara o çocuk aklınla bana aşık olabilmişsin, öyle bir aşk mı varmış! Geri döndüğünde aynı böyle bambaşka biri olmuştun, benden ne istedin hala aklım dahi almıyor! Evli bir kadını..." Birden omuzlarında bir ağırlık hissetti ve aniden çöktü, Kaşif panikle onun bayıldığını sanarak koltuk altlarından yakaladı ancak Asuman başına ne geldiğini iyi biliyordu; ilacın etkisi o farkında olmadığı bir süre içerisinde azalmış ve şimdi bitiyordu. Belki de öfkesinden o ana kadar tükendiğini fark edememişti. Ve kaşla göz arasında ölümün ucunda bir hale bürünmüştü.

 

İki metanetsiz beden, Kaşif'in çabasına rağmen yavaşça yere çöktü. Kaşif heyecandan o an için pek anlam ifade etmeyen bir şeyler söyleyerek Asuman'ı kendine getirmeye çabalıyordu, Asuman ise koltuk altlarından tutan şişko kollar olmasa çoktan yere yığılacakmış gibi bacaklarının üstüne oturmuştu. Gözleri önündeki kardan temizlenmiş soğuk gri betonu izlemeye dalmıştı ve hiçbir şey yapamıyor, izlediğinden de bir şey anlamıyordu. Sadece kulağına Kaşif'in eğilerek onu kendine getirtmeye çalıştığını duyuyordu.

 

Kaşif, yaşlı kadını tutmaya çalışırken içindeki pişmanlığı ve kendini suçlayan sesleri bastırmaya çalışıyordu. Zihni, zaten hasta olan bir kadını ileride ne olabileceğini tahmin etmiş olmasına rağmen bu hale getirdiği için kendini suçluyordu. Asuman'ın soğuktan daha bir beyazlamış yanağını avuçlarken içindeki pişmanlık daha çok körüklendi, kendi hücreleri ona sen yaptın, diyordu. Asuman'ın yüzünü ona bakmaya zorlarken "Asuman kendine gel, bir şey söyle." Diye fısıldadı, Asuman gözlerini bile kırpmıyordu. Ancak şaşırtıcı bir şekilde cılız bir ses çıkarıp konuşabildi: "Git."

 

Kaşif çabalamaktan yorulmuş bir şekilde, buz kalıbı olmuş betonun yakıcı soğuğuna aldırmadan bacaklarının üstüne oturdu ve Asuman'ı kendine çekip, kadının sarı ve beyaz arası parlak saçlarını okşadı. "Hayır," Dedi. "Benden istediğin kadar nefret et ama artık hayır."

 

Başından beri oraya gitmemesi gerektiğini biliyordu. Ama insandı sonuçta, hata yapmaktan çekinmeyen bir varlıktı. Kaşif onu yarı yarıya sırtlanmış halde sürükleyerek evine götürürken karı izleyen yüzü ölü gibiydi. Ve aklından sadece şu geçiyordu: hata yapmaktan vazgeçmeyen bir saf olduğu. Öte yandan yanındaki adamın vefasını, dürüstlüğünü sorgulamak istiyor, ancak bunu düşünmek istese bile göğsüne kara bulutlar iniyordu. Düşünemiyordu. Belki de düşünmek istemiyordu. Sandığı gibi Kaşif'in saf kötü niyetli biri olmadığını, onu gerçekten sevdiği için bu zahmete onunla birlikte katlandığını düşünmeye başlasa hayatı daha zor, daha kompleks olacaktı. Belki de kendini yoracak fikirlerden ve umutlardan kaçmaya çalışıyordu.

 

Geçmişten kaçmak ve hiç yaşanmamış kadar uzak durmak istiyordu, ne ironikti ki kaçmaya çalıştığı somut gerçek tam da koltuk altından tutmuş, Asuman'a olabileceği en yakın yerde duruyordu. Asuman onu taşıyan adamın varlığından utanç duyuyordu, öyle ki Kaşif'in onu evine kadar götürmesindense oracıkta kara atılıp donmayı ve ölmeyi isteyebilirdi. Ama yaşamayı bile beceremeyen, öne adım atmakta zorlanan o aciz haliyle Kaşif'e bunu bile diyememişti. Kendini idame etmekten aciz, yeni doğmuş bir bebek gibiydi. Hayat onu yine şaşırtmıyordu, en büyük acizliğini en son görmeyi tercih edebileceği adamın koynunda yaşıyordu.

 

Konağa vardıklarında Kaşif bir an duraksayıp, çenesini yukarı kaldırıp o eve bakmıştı, Asuman aklından ne geçtiğini düşünmeye gerek duymamıştı. İstese de istemese de geçmişinin bir parçasında Kaşif de vardı ve o da geçmişi hatırlamıştı. Evin kapısına vardığında kendini zar zor Kaşif'ten ayırmış, Kaşif'in tüm diretmesine rağmen elini dur der gibi havaya kaldırmış ve sınırın oraya kadar olduğunu söylemeye gerek duymadan belli etmişti. Kaşif'in ona bakan şefkatli gözlerinde inatçı bir ifade vardı. "Ben beklemeye devam edeceğim bunu bil." Demişti.

 

Asuman yüzüne bakmaya kokmuştu, hiçbir şey söylemeden eve girmişti. Ama kapıyı kapatırken aslında kaçmak için mücadele ettiği bir çift yeşil gözün kırpılmadan ona baktığını iyi biliyordu.

 

Kaşif son kez "Unutma." demişti. Asuman unutabilseydi bunu daha önceden yapmış olmayı dilerdi.

 

Günler boyu Kaşif'in sözleri, zihin duvarında yankılanmıştı. Ne kadar unutmak istese de Kaşif'in söylediği şeyler yürekten çıkmayan bir yara gibiydi, etkisini söndürememişti.

 

Asuman normalde erken kalkamadığı döneminde olduğu için öğleden erken yataktan çıkamazdı, ancak son olay yüzünden uyku düzeni tamamen bozulmuş ve bu sefer de öğlene dek uyuyamaz olmuştu. Uykusu gündüze kaldığı için de birkaç saat bitkin düşüp uyuyabilmek dışında yapabildiği hiçbir bir şey yoktu.

 

Yine de tüm bunların aksine dengesiz duygu durumu onu bir kez daha şaşırtmayı başarmış, bu sefer de kendini yersiz yere dinç ancak asabi bir durumda bulmuştu.

 

Bir sabah Sırma, okula çıkmak için hazırlanıyordu, Asuman geceden sabaha kadar yatakta huysuz huysuz kıpırdanıp durmuş ve bundan bıktığı için salona inmişti. Sırma hala uykusundan arınamamış haliyle homurdanarak toparlanmış ve evden çıkacaktı. O sıra kapının zili çalmıştı. Sabahın yedi buçuğuydu ve Asuman bu saatte kimin gelmiş olabileceğini merak ederek kapıya baktı, Sırma da tam kulpa uzanmış kapıyı açmak üzereydi. İçeri Rabia'nın tanıdık sesi geldi, ardından Sırma elinde dikdörtgen şeklinde bir paketle Asuman'ın yanına döndü ve paketi kadına uzattı. Kadın şaşkınlıkla pakete bakarken Sırma, "Rabia'nın küçük amcası bunu sana yollamış." dedi.

 

"Küçük amcası mı?"

 

"A şey," Sırma kafası karışmış bir şekilde kapıya doğru "Kanka küçük amcasıydı değil mi?" diye seslendi. Asuman kulağının dibindeki yüksek sese sıkıntılı bir iç çekerek sessiz kaldı ve paketi Sırma'dan aldı. Rabia "Babam küçük amcası olduğunu söyledi Asuman nene, bir de selamı varmış dedi!" diye seslendi. Sırma "Neyse ben kaçıyorum," diyip Asuman'ın yanağından hızlı bir öpücük kondurdu ve evden çıktı.

 

Asuman paketi açtığında içinden kalın bir kitap çıktı. Romandı, üzerinde kitabın içeriğine dair tek bir resim ya da sembol olmadan sadece "Sarhoş Ruhlar Güncesi" yazıyordu. Asuman kitabı açarken eli titredi.

 

Kar erimiş, sömestır biteli haftalar olmuş ve Asuman'ın kitabı bitirmesi üzerinden günler geçmişti. Uykusuz ve günleri koca boşluklarla dolu olan yaşlı kadın için bileği kalınlığındaki kitabı bitirmek uzun sürmemişti. Sadece birkaç gün toparlanmak ve okudukları yüzünden sarsılan zihnini dindirebilmek için beklemişti. Hala hata yapmaktan vazgeçmeyen bir saf olduğunu düşünüyordu. Ama onu görmeye bir kez daha gitmişti. Kapağı eğilip bükülmekten bir hal olmuş kitabı adamın önündeki tepsiye bırakırken artık gözlerini ondan ayırmıyordu.

 

O gün soğuğu dinleyerek ve birbirlerini bekleyerek uzunca bakışmışlardı. Ama o gün Kaşif'in Asuman'a kendini inadırabilmek için bir kez daha yalvarmasına gerek yoktu. Ve kadının da gözleri de fazla söze gerek olmadığını, artık kavga edilecek bir şeyleri kalmadığını sessizce söylüyordu.

 

Mart ayında üniversite sınavının ilk oturumu yapılmıştı. Sınav, aylardır üzerine yüklenen talihsizlikler serüveni yüzünden kendine olan güvenini kaybetmiş Sırma için beklenmedik umut ışığı olmuştu ve Sırma korktuğunun aksine iyi bir performans sergilemişti. Güveni bu ilk sınav sayesinde kamburundan kurtulan yaşlı bir adam gibi yavaşça doğrulmuş, Sırma da artık hedefine ulaşabileceğine dair umutlanmaya başlamıştı. Ve yavaş yavaş eski ruh haline geri dönmüştü. Okulun son sınav haftası da bittikten sonra, lisans sınavına bir ay kala mezuniyet töreni kararlaştırılmıştı. Onun gibi çoğu öğrencinin endişesi, korkusu ve sevinci birbirine karışmıştı. Bir ay sonra bütün bu maratonun final sınavı vardı.

Loading...
0%