@halempa
|
Devasa, ucu bucağı görünmeyen ve karanlıktan ibaret bir salon. Yüksek bir tavan, ortasında deltoid şeklinde yeşil bir kutu. Kutudan zemine doğru inen zümrüt yeşili güçlü ve garip bir ışık dalgası.
Salonun ortasında geniş bir platform vardı, zeminden yaklaşık yarım metre bir yükseklikte ve salonun en göze çarpan alanıydı. Çünkü ortamın garipliği tam olarak o platformda kendini belli ediyordu.
Dans eden siyah bedenler.
Geniş platforma yetemeyecek kadar fazlalardı, öyle ki birbirlerinin üstüne çıkarak gözü dönmüş bir şevkle dans etmeye devam ediyorlardı. Yeşil ışık siyah bedenlerin tepelerinden aşağı duş gibi dalga dalga indiği halde nedense bedenler kapkaranlıktı, hiçbirinin ne teni ne yüzü görünmüyordu. Bulunduğu yerden görebildiği kadarıyla, platformun üstünde aklını kaybetmişçesine bir hırsla birbirlerinin üstüne çıkan, birbirlerini boğmalarına, ezmelerine rağmen yine de rahatlık akan tavırlarla yine de hararetlerini bozmayan siyah gölgeler vardı.
Kendini önündeki bu manzarayı izlerken bulana kadar fark etmediğini fark etti. İnsan kendi varlığını unutur muydu? Bu mekanda bir anormallik olmalıydı... Üstelik kendini salonun önemsiz bir köşesinde aklı uçmuş bir hal ile dans eden insanları izlerken bulana kadar ne yaptığını hatırlamıyordu. Sanki o an var olmuş ve o andan öncesi bir hiçlikti. Kendini sadece o an ve sonrasından ibaret biri olarak görmesi daha garip değil miydi?
Tepeden aşağı yeşil ışık süzülürken devam eden bu akıl almaz çılgınlığı izliyordu ki kolunda bir el hissedip sağına döndü. İlk defa karanlığa uymayan, az çok üstündeki giysileri belli olan birini gördü. Üstündeki v yaka tişörtten anladığı kadarıyla bu bir kadındı, ama onun da yüzü hala görünmüyordu. Tıpkı karanlıkta silinmiş gibiydi ve kadının yüzünü görebilmek için inatla gözlerini kısmasına rağmen orada hiçbir şey bulamadı. Buradaki hiçbir şey insan değil miydi yoksa?
Duvarları gümleten müzik sesi arasında kadının sesini duyurabilmek için olanca gücüyle çabalaması gerekti, kadın elini ağzına kapatıp "Gel! Sana bir şey göstereceğim!" diye bağırırken gözü istemsizce karanlıkta bir hal olup lekelenircesine aniden kararan ele kaymıştı. Işık... Bu yerde ışık yoktu.
Kolunu çeken ele itaat edip kadının peşinden gitti, siyah silüetlerin arasından süzülerek ilerlerken onlara şüpheyle baktı, artık bu ucube dansçıların insan olduğunu sanmıyordu. Buranın neresi ve bu şeylerin ne olduğunu tahmin edemiyordu.
Yine karanlığın içindeki bir siyah koridora girdiler, ortam bu kadar karanlık olmasına rağmen nesneleri ve sınırları nasıl algılayabildiğini kendi de bilmiyordu. Ancak her şeyin görüntüsünü ve şeklini görebiliyordu. Görebiliyordu demek de garip olurdu; beyni alışkanlık edindiği algılardan başka birini kullanıyor olmalıydı.
İlerledikçe güçlenen yeşil bir ışık kaynağına doğru gidiyorlardı, ışığın kaynağı koridorun sonundaki kapıdan süzülen odaydı. Adam oraya yaklaştıkça gözlerini kısmak zorunda kaldı ve merakı çoğaldı. Bu karanlık ortamın içinde doğru dürüst bir ışık bulmayı beklememişti. Kapıya geldiğinde kolunu tutan kadının ortadan kaybolduğunu fark etti, nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde şimdi yoktu. Belki de ışık yüzünden önünü göremediği bir an o kadın ortadan kaybolmuştu.
Kapı aralıktı, elini metal gövdeye yaslayıp yavaşça ileri itti ve karşısında iki beden belirdi. Yine siyah bir odanın içinde tavandan sarkan yeşil bir ışık vardı.
Odanın ortasında bir masa ve sevişen iki beden.
Adam, masanın üstündeki kadını gördüğü an gözlerini ondan ayıramadı, bir bacağını masaya atmış, arkasındaki adamla birlikte inleyerek kıvrılan kadın o an öylesine baştan çıkarıcıydı ki gözlerini bir an olsun kırpmak istemedi.
Farkı henüz anladı: Odadaki adam ve kadın, salonda dans eden bedenler gibi siyahlıktan ibaret değildi. İkisinin de bedeni, teni, vücut özellikleri yeşil ışığın el verdiği imkan kadarıyla belli oluyordu. Ama kapıda onları izleyen adam gözünü bir an olsun kadından ayırmadığı için diğer adama bakmamıştı, onun da yüzüne baksa görebilirdi. Bakamazdı, çünkü kendi erkekliği gözlerini kadından ayırmasına izin vermiyordu. Karşısında muhteşem bir şey vardı: sırım gibi bir vücut, uzun ve etine dolgun bacaklar, ihtişamlı bir çift kol, zümrüt yeşili altında krem gibi parlayan omuz ve aklı götüren çırılçıplak sırt. Göremediği tek şey kadının gözleriydi, seks esnasında uzun siyah saçları önüne düşüyordu. Kadın inlemek için bir an başını geriye ittiğinde küçük burnu ve dolgun, kırmızı dudakları ortaya çıktı ve adamın gözleri sonuna kadar gerildi. Şimdiye kadar rengini net bir şekilde görebildiği tek şey o kiraz gibi dudaklardı. O an vücudunu zehirleyen seks hormonundan sıyrılıp bir kıskançlık hissetti ve öfkeyle kısılan gözlerini rakibine çevirdi. Zihni hala kadının parçalarıyla dolu olduğundan adamın tipini ayırt etmeye pek gerek duymadı.
Ancak çok şanssızdı, bedeninin istediğini ona vermeyi kestiği an ortam bir anda değişti ve adam gözlerinin önündeki oda silinmeden önce son kez kadına bakmak istedi. Ancak görüntü çok hızlı bir şekilde kayboldu. Artık karşısında terler içinde çiftleşen bir çift çıplak beden yoktu. Boğucu karanlıktan fırlamış ve kendini masmavi gökyüzünün altında bulmuştu. Çiçek ve çimlerle dolu, Süleyman'ın saray bahçesi kadar azametli bir bahçenin içindeydi şimdi. Çaresiz gözleri büyük bir hayal kırıklığıyla önündeki mor ve beyaz karışımı yıldız çiçeğine baktı. Bahçenin kıyındaki şekilli çalılar, zakkum ağaçları ve özenle yerleştirilmiş birbirinden farklı yıldız çiçeklerinin önünde öylece duruyordu.
Bahçenin sonundaki demir parmaklıklı kapıdan çığlık sesleri geldi, sevdiğini kaybetmenin acısıyla cansızlaşan gözlerini bahçenin çıkışına çevirdi. Beyaz taşlı patikada insanlar çığlık çığlığa kaçışıyordu. Hengamenin arasında ihtişamlı bir savsaklıkla yürüyen çirkin mi çirkin bir porsuk vardı. Hayvan kısa boylu ve postu anormal düzeyde kalındı. Sanki sırtından aşağı çift katlı bir kürk gibi iniyor, vücudunu sarmak bir yana kopuk tüyler gibi öylesine sarkıyordu. Hayvan da tıpkı onun gibi, çok sevdiği ve kaybettiği bir şeyi arıyorcasına dalgın ve umursamazdı. Aptal sürüsünü andıran histerik çığlıklar eşliğinde insanlar kaçışırken o hayvan tam tersine, kendi gibi umursamazlık içinde hapsolmuş adama doğru yavaşça yaklaştı ve adamın önündeki mor- beyaz taç yapraklı çiçeğinin önüne uzandı. Orada can vermeye niyetlenmiş olmalıydı, çünkü o yıldız çiçeğinin dibinde gözlerini yumdu ve bir daha kalkmadı.
Adamın porsuğa dair bir ilgisi kalmayınca bahçeden çıktı ve bilmediği bir yol boyu yürümeye başladı. Dalgın gözlerle önüne bakmaksızın ilerlerken o kadını bir daha göremeyeceği için kederleniyordu.
Yürüdüğü sokakta arkasından hızla yaklaşan adım sesleri duydu ancak umursamadı. Tanımadığı biri birden omzuna çarparak dengesini kaybetmesine sebep oldu ve kim olduğunu görmek için döndüğü an yabancının çoktan uzaklaşıp sokağın sonunda kaybolduğunu gördü. Ve o an elindeki telefonu fark etti. Yabancı, eline bu telefonu bırakıp gitmiş olmalıydı. Gözleri ekrana çevirince donup kaldı. Biraz önce karanlık odada gördüğü sevişen çiftin videosu oynuyordu. Ve kendi gözleriyle gördüğü her şey birebir kaydedilmişti. Ardından ekranda bir mesaj bildirimi belirdi: kadın burada...
Mesajdaki adresi gördüğü an koşmaya başladı. Aslında yer ve mekan hissiyatı tamamen kaybolmuştu, o karanlık mekana nereden düştüğünü bilmediği gibi bu sefer de tamamen bilinçaltından onu dürten ne idü belirsiz bir bilgiyle sokakları geçiyordu.
Koştu, koştu, önünde yalnız bir dönemeç kalmıştı ve oraya da varınca karşısında kadının tarif edildiği yeri bulacağını biliyordu. Dönemece vardı ve tam o yere geldiğini düşünüyordu ki şok içinde duruverdi.
Bu sokağı tanıyordu. Açıkçası bu sokağı kendinden daha iyi tanıyan biri olduğunu çok iyi biliyordu.
Çocukluğu.
Sokağın sağ tarafında, çocukluğundan hatırladığı o tanıdık evden gözlerini ayıramadı. İçinde dehşet ve geçmişte söndüğünü sandığı bir öfke külünün kıvılcımı vardı. O öfkeyi bir kez daha hatırladı. Ve o evden iliklerine kadar nefret etti.
Kapının önünde yaşlı bir kadın bekliyordu, öfke saçan gözleri hızla o kadına döndü. Hatırladığı son günden bu yana bayağı yaşlanmıştı. Kadın onu gördüğü an rengi solmuş gözlerinde şaşkın mı şaşkın bir ifade oluştu, ancak adama aynı zamanda kadının burulan yüzünde sevinç de oluşmuş gibi geldi. Bu fikirden daha çok nefret etti. Kadının küçük, kalp şeklindeki yüzündeki şaşkınlık sevinç ve ferahlatıcı bir sevecenliğe evrildiği an adamın göğsünde kalıp kalıp öfke yığınları oluştu. Bu andan ölesiye nefret etti. Geriye dönmek için bir adım attı. Kadın ona doğru bir adım atıyordu, "Oğlum?" dedi. O sesi duyunca adamın yüzündeki tiksinti çoğaldı. Burayı hemen terk etmeliydi, aklından aynı soru hızla geçip duruyordu: niye buraya düştüm?
Hızla geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Kadın arkasından acı bir sesle "Oğlum, bekle! Lütfen!" diye bağırdı. O sesi duyduğu için daha çok pişmandı. Bu görüntü hemen sonlanmalıydı.
Ancak daha kötüsü oldu. Mekan yine tersine döndü, annesine doğru koştuğunu gördü ve dişlerinin arasından bağırarak durdu. Sesi sokağın iki yanındaki sıralı evlere çarptığı an bir gümleme oldu. Sanki beyninin içindeki koca bir davula tokmakla vurulmuştu. Gözlerinin önündeki görüntünün iki kez üst üste değişmesine şahit oldu: önce önünde ona doğru kollarını açarak gelen annesini görüp tiksindi, ardından önündeki kadın yok oldu ve evler de çarşaf gibi silkelenip yüzeylerindeki boya dökülmeye başladı. Evler birden bire eskimiş, sokağın betonu çatlamış, karşısında deminden beri aradığı o güzel kadın belirmişti. Adam bundan daha iyi hiçbir şey olamaz, diye içinden çığlık attı. Soluğu kesildi, mutluluk saçan bir gülümsemeyle bu sefer kendisi kollarını açarak kadına doğru yürümek istedi. İstedi ancak yapamadı, ayakları ilerlemiyordu: Yerle bütünleşmişti.
O an fark etti: Gün ışığına rağmen karşısındaki kadının yüzünü net bir şekilde göremiyordu.
O an aklına düştü: Bu kadın kimdi?
Evler sorunun peşi sıra çatırdayıp yarılmaya başladı. Hayır, yıkılmıyorlardı; beton gövdelerden ağaçlar çıkıyordu. Ağaçlar çarpık bir hizada eğilip bükülerek göğe doğru uzadı ve o an havanın rengi mavileşti. İki bedenin aradındaki nefes alınır, görünmez hava bile mavi bir sise dönüştü. Bu sefer karşısında tanıdık biri gördüğünü hissetti. Ve o an içinde anlamlandıramadığı bir pişmanlık peyda oldu. Kadına doğru yürümeye başladı, evet artık yürüyebiliyordu. Ama önceki hevesi, kadını gördüğü anda onunla seks yapmak için kuduran kanı yerinde yoktu. Bu sefer ondan özür dilemek için gidiyordu. Neden özür dileyecekti ki?
Aralarındaki yolu yarıladığında "Özür dilerim." dedi. Karşısındaki bulanık kadın suratının kaşlarını çattığını gördü. İçindeki utanç daha da çoğalmıştı, onun karşısında mahcup hissettiği için kendine şaşıyordu.
Neden?
Kadın, uzun siyah saçlarını arkasından savurarak döndü ve sisi dağıttı. Adam bu sefer kadının uzaklaşan arka profilini net bir şekilde görüyordu. Ama yüzünü bir kez olsun net bir şekilde görememişti. Onu görmesi lazımdı. Kaşlarını çatmasına sebep olan bir hırsla bu sefer onu tutup yüzüne bakmaya karar verdi ve peşinden gitmek üzere bir adım attı. Mekan yine değişti. Kendini mavi sise gömülmüş bir ormanda buldu ve rüyanın ipi koptu.
Yavaşça gözlerini açtı, terler içinde kaldığını fark etti. Çenesini önüne eğip kendi yatak odasını tanıyamayan gözlerle inceledi. Rüya gördüğünü anladığında, zihni yavaş yavaş ayılmaya başladı. Derin bir nefes aldı, kolunu kaldırıp gözlerinin üstüne kapattı ve bir süre öylece uzandı. Sanki saatlerce yol koşmuş gibi, bedeni su içinde kalmıştı.
-mart 2024. |
0% |