@halitziyausakligil
|
Ana ile kız arasında izahat seri ve şedit oldu. Behlül’le son mülakattan başlayarak, bir müddet eğlenmeye vasıta ittihaz edilen ve artık usanılan aşkı, bir hakaret sillesi içinde iade olunacak mülevves bir şey gibi yüzüne fırlatıldıktan sonra bu kadında yalnız bir his yaşamaya başlamıştı: İntikam... Ondan, onlardan intikam almak! Bu hissin içinde Behlül’le Nihal’i birleştiriyor, onları aynı gayz ve adavetin mengenelerinde boğmak istiyordu. Bu aşk onun her şeyiydi. İzdivacında bütün aldanan emellerini bu aşka koymuş, ona bütün ruhunu, bütün benliğini vermişti. Behlül’le bu aşk aynıyla Adnan Bey’le o izdivaç kabilinden başlamıştı. Melih Bey takımının bütün irsî menkulatına malik olarak doğan bu kadına güzide bir izdivaç lazımdı, bir izdivaç ki altından küçük bir anahtarla gelsin. Bu izdivaç ancak bir Adnan Bey’le mümkün olabilirdi. Başka hiçbir şey düşünmemiş, Adnan Bey’e elini uzatmıştı. Fakat anlamakta gecikmemişti ki elini uzatmakla kalbini vermiş olmuyor. O mini mini altın anahtar bütün emellerinin önünde kapıları açmıştı, fakat o emellerin demir kapılarını en hafif bir temasıyla inkıyada mecbur eden altın parçasının karşısında kalbi, kendi kalbi mesdut kalmıştı. O zaman bu izdivaçla boş kalan gönül boşluğunu, o aşksızlıktan mütevellit boşluğu doldurmak için izdivacının yanında bir garam hayatı icat etmek lazım gelmişti. Bunu uzaklarda aramak icap etmiyordu. Eteklerinin etrafında arzularla dolu gözlerle kendisini deraguş eden biri vardı, bir adım atmıştı ve kendisini Behlül’ün kollarına vermişti. Yalnız bir adım, fakat bu adımın altında bir uçurumun ağzı muhtefiydi. Onu görmemek istemişti. Ona izdivacının boşluklarını unutturacak bir rüya lazımdı, işte o kadar!.. Gözlerini kapayıp artık izdivaç hayatını görmemek istedikçe bu rüyaya avdet ediyordu. Lakin bu ancak bir rüyaydı, devam edemezdi. Bunun hummaları, kâbusları vardı; bu rüya artık hayatı için o kadar lazım, o kadar zaruri bir şey olmuştu ki o hummalara, o kâbuslara tahammül etmek istedi. Behlül’ün hıyanetlerine karşı kendisini aldattı, sonra inkâr olunamayacak bürhanlar, deliller karşısında artık nefsini iğfale muvaffak olamayınca tahammül etti; daha sonra hakaretlere, zilletlere, her şeye tahammül etti; bu öyle bir fedakârlıktı ki onu bu vahşi lezzetle işkenceler vererek bahtiyar ediyordu. Fakat Nihal’le izdivaç latifesinin karşısında ta ruhunun derin bir noktasında aşkını tehdit eden bir tehlike duymuş ve buna isyan etmişti. Bu izdivaç olmayacaktı. Behlül büsbütün kendisinin olacaktı. O güne kadar aşkının endişesiyle hareket eden bu kadın bir dakika içinde anlamıştı ki artık bu aşk yaşayamayacak ve birden karar vermişti: Evet, bu aşk ölecekti, lakin etrafına musibetler serperek... Nihal’e acımıyordu, onun için birikmiş kinleri vardı, bütün eski tahammülleri birer intikam hakkı kuvvetiyle bu kız hakkında birer adavet vesilesi teşkil ediyordu; fakat bütün bu husumetin fevkinde bir şey vardı ki henüz dün bir çocuk olan Nihal’de bugün birdenbire bir rakibenin inkişaf etmesiydi. Nihal’e asıl bunu affetmiyordu. Bu izdivacın vukuundan sonra kendisi için başlayacak işkence hayatı o kadar ağırdı ki onun tahakkukunu menetmek üzere her şeyi feda etmeye karar vermişti. Fakat bu son çareden, gidip Adnan Bey’e bütün hakikati itiraf etmekten daha evvel müracaat olunacak bir tedbir vardı ki, ta izdivacından beri kendisini sönmez bir kinle takip eden, Firdevs Hanım’ın ellerinde hazırlanmış bu oyunu yine o ellerle bozdurmaktan ibaretti. Bu kadının gözlerinde, bütün o kaybolmuş, bir daha avdet etmemek üzere gitmiş gençliğinin, güzelliğinin hüsranlarıyla siyahlanmış ruhundan çıkıyor zannolunan derin ve muzlim bir nazar vardı ki Bihter’e initaf ettikçe, bu genç ve güzel kadını titreten bir yırtıcılık kesbederdi. Hiçbir zaman ana ve kız olamayan bu iki vücut birbirine düşman olmak için o kadar yakındılar ki Firdevs Hanım’ın yalıda vücudunu, Bihter, bir tehlike devresi olarak telakki etmişti. Validesinin hep o kendisini takip eden nazarı hıyanetler düşünüyor gibiydi, bu gözlerden hep karanlıklarda parlayan yeşil kedi gözlerinden duyulan haşyete benzer bir hisle titrerdi. Bir gün birden onun her şeye vukufuna kanaat hâsıl etmişti. Sonra bu izdivaç meselesini Firdevs Hanım’ın icat fikrinden çıkmış bir latife olmak üzere görünce annesiyle bir muhaceme devresinin artık açıktan açığa başladığına hüküm vermişti. O günden beri bu iki düşman bu müthiş mudhikeyi nikablarının altında gıcırdayan dişlerini saklayarak oynuyorlardı. Nihal, Ada’ya gönderilince Bihter karar vermişti: Artık nikabları açmak lazım geliyordu. Ve o gün annesiyle yalnız kaldıktan sonra doğrudan doğruya Firdevs Hanım’ın uzun sandalyesine giderek yanına oturmuş ve Emma’ya kendisi emir vererek: “Bizi yalnız bırakınız!” demişti. Anne ve kız derin bir nazarla, birbirine atılmadan bakışan iki düşman nazarıyla bakıştılar. İkisi de ihtiyarsız yine bir defa bir gece, açık sarı yalının şehnişininde, karanlıkta teati ettikleri nazarı tahattur ettiler. O zaman henüz bu nazarın ifade ettiği husumet karanlıklar içinde gömülmüş gibiydi, o zaman henüz mutasavver bir izdivacın karşısında bir ana ile kızdılar; bugün o mana vuzuh kesbetmişti, tamamıyla açıktı, şimdi büsbütün iki düşmandılar. Bihter sakin ve kati bir sesle sordu: “Nihal’i Ada’ya siz gönderttiniz, değil mi? Elbette Behlül’ü de göndereceksiniz.” Bu öyle bir sesle söyleniyordu ki asıl manası hakkında Firdevs Hanım’ın tereddüt etmesine imkân yoktu. Bihter’in cenk etmek azmiyle geldiğinden emindi; fakat en sade, en asude sesiyle, hatta ufak bir tebessümle cevap verdi: “Evet, zannederim ki cumartesi akşamı o da Ada’ya gidecek.” Gözlerinde tuhaf bir handeyle Bihter’e bakıyordu, Bihter bu tebessüme dikkat etmemiş göründü: “Demek bu izdivaç ciddiyet kesbediyor?” Firdevs Hanım başını eğerek: “Galiba! Adnan Bey karar vermiş görünüyor,” dedi. Sonra bu müşkül muhaverede sual iradı vazifesini kendisine alıkoymak isteyerek sordu: “Lakin taaccüp ediyorum ki Adnan Bey’in kararlarına benden ziyade senin vâkıf olmaklığın lazım gelirken bu meselede benden izahat istiyorsun.” Bihter tereddüt etmeksizin cevap verdi: “Bunun sebebini anlamaklığınız icap ederdi. Bu izdivaç tasavvurunu Adnan Bey’in zihnine siz soktunuz, yine sizin çıkarmaklığınız lazım geliyor; size onun için müracaat ediyorum.” Firdevs Hanım biraz doğruldu: “Adnan Bey’in zihnine bu tasavvuru koymak için pek çok sebepler buldum, fakat onu çıkarmak için bir sebep görmüyorum.” Bihter cevap vermeden evvel acı bir tebessümle baktı, sonra gözleri annesinin gözlerinde: “Pekâlâ bilirsiniz ki bu izdivaç mümkün değil!” dedi. Firdevs Hanım bir hayret sayhasını zapt edemiyordu: “A, ben de aksine bu derece mümkün bir izdivaç tasavvur edemiyordum; hatta, yanılmıyorum zannederim, yine sen, evet, sen, burada, bundan ilk bahsedişimizde, Nihal’le Behlül arasında bir izdivacı pek tabii buluyordun.” Bihter bu muhavere tarzından birden sıkıldı: “Anne!” dedi; “Açık konuşalım, olmaz mı? Siz pek iyi bilirsiniz ki karar verdiğim şeylerde hiçbir kuvvetle galebe alınamayacak inatlarım vardır. Bu izdivaç olmayacak, bunun için şimdiden her şeye karar verdim.” Firdevs Hanım sadece: “Neye?” dedi. Bihter artık hiddetleniyordu, yanaklarına bellisiz bir humret tabakası fışkırıyor, dudaklarında ufak bir ihtizaz başlıyordu; sabırsızlanmışçasına bir hareket ederek: “Muhaverenin imtidadını istiyorsunuz, öyle mi? Pekiyi öyle olsun!” dedi ve gözlerini annesinin gözlerinden ayırmayarak, şimdi o dudaklarının bir tebessümle beliren çukurunda bir ıstırap takallüsüyle fütursuz ilave etti: “Bakınız ne yapmaya karar verdim. Bugün, bu saatte sizden beklenen şeye muvafakat etmeyecek olursanız hiç ses çıkarmamak, onun, bilirsiniz ya kimin, damadınızın, avdetini beklemek ve gidip ona demek ki: ‘Siz kızınızı Behlül’e veriyorsunuz; pek güzel, fakat o işte hemen bir seneden beri karınızın âşığıdır!..’” Bihter tane tane, yavaş yavaş, tam bir sükûnla, gayet tabii bir şey söylercesine fütursuz, annesinin gözlerinden ayrılmayan gözlerinde gittikçe teeyyüt eden vahşi bir tebessümle devam ediyordu. Firdevs Hanım’ın dudaklarında bir tezyif ve istihkar handesi beliriyordu, kızını devam etmekten meneder bir hareketle doğrularak dişlerinin arasından: “Utanmaz!..” dedi. O zaman Bihter devam ederek ilave etti: “Kocamın yüzüme atılmasına mâni olarak diyeceğim ki: ‘Yok, ne için hiddet ediyorsunuz? Karınızın, Firdevs Hanım’ın kızı olduğuna vâkıftınız, teessüf olunur ki onun yanında bir de Behlül bulundu. Bu kadına teşekkür ediniz ki bugün size gelip, kızınızı bu adama vermeyiniz ve bu kadını, annesiyle, hususiyle annesiyle beraber evinizden kovunuz, diyor.’” Bihter sustu, anne ile kız bu defa bütün yırtıcılıklarıyla bakışıyorlardı, müziç, yarım dakikalık bir sükûtla göğüsleri şişkin durdular; Firdevs Hanım’ın kilitlenmiş zannolunan dişlerinin arasından boğuk bir kelime daha çıktı: “Terbiyesiz!..” Bihter derhal cevap verdi: “Yok, aksine!.. Sizden alınan terbiyeyi inkâr etmiyorum zannederim. Hususiyle size yeni bir şey öğretmiş de olmuyorum. Ne Firdevs Hanım’ın kızı olduğumu, ne de Behlül’le aramızda bir münasebet bulunduğunu bilmez değildiniz. İtiraf ediniz ki bu izdivacı bir parça da, hatta tamamıyla, o münasebeti bildiğiniz için icat ettiniz. İster misiniz, artık müsalaha akdedelim? Mademki benden sonra, Adnan Bey sizi almayacak...” Firdevs Hanım hiddetinden boğuluyor gibiydi, haykırdı: “Bihter!..” Bihter elini uzattı: “Hizmetçilere duyurmak hiç hoş bir şey değil. İsterseniz sizinle anne kız meseleyi halledelim. Bakınız size ne şartlar teklif ediyorum: Behlül buradan gidecek,” –acı bir feragat manasıyla başını sallayarak tekrar etti– “evet, buradan gidecek, bir daha avdet etmemek üzere, siz bunu iki kelimeyle yaparsınız. İzdivaç! Aslında bir oyuncaktı, tahta parçalarından yapılmış bir şey; parmağınızın ucuyla dokunsanız...” Firdevs Hanım: “Lakin yanılıyorsun,” dedi, “onlar birbirini seviyorlar, bu izdivacı bozmak hiç kolay değil...” Bihter sesinin bütün sertliğiyle cevap verdi: “Kolay olmasa bile, mademki birbirini seviyorlar, hususiyle bunun için bu izdivacı bozmak lazım geliyor...” Sonra birden bütün yeisinin, ıstırabının taşıveren hamlesiyle bu defa o haykırarak: “Lakin, yarabbi! Anlasanız a, ölüyorum. Onların gözümün önünde seviştiklerinden, gözümün önünde... Ben işkenceler içinde kıvranırken, onların saadetlerinden ölüyorum...” Bu, zapt olunamamış bir feryattı, bu feryattan sonra bütün kuvvetleri söndü, artık ketmolunmaya kuvvet bulunamayan bir feveranla annesinin dizlerine atıldı ve hüngür hüngür, bu müthiş azapta birinci defa olarak bol bol, ağladı, ağladı... Pazar sabahı, Firdevs Hanım, ne yapacağına karar verememeksizin Bülent’i aldatarak Ada’ya gönderiyordu. Bülent’e küçük zarf verilirken yalnız: “Kimse görmeden Behlül’ün kendisine!..” denilmişti. O da iskele başında Behlül’e tesadüf edince onu çekmiş, ta tenha bir köşeye kadar götürerek yavaşça, küçük zarfı eline sıkıştırmıştı. En evvel Behlül’de bir isyan hissi uyanmıştı. O zamana kadar münasebetlerinden hiçbirinde bu kadar ısrar görmemişti. Demek Bihter o asılıcı, usandırıcı kadınlardan biriydi ki onlarla dost olarak münasebet kesilemez. Mademki bu kadın kendisiyle uğraşmak, beraber geçirilen muaşaka saatlerini birer intikam silahı hükmünde istimal ederek izdivacının önüne çıkmak istiyordu. Behlül deruni bir hitapla: “Öyle mi istiyorsun? Pekâlâ öyle olsun!” diyordu. Bülent’in yanında kayıtsız kalabilmek için onun gevezeliklerine cevap vererek kendi kendine kararlar alıyordu: Nihal’e bir yalan uyduracaktı, doğru oraya gidecek ve Firdevs Hanım’ın yanına çıkarak: “Her şeyi itiraf etti, öyle mi?” diyecekti; “Bende de size itiraf olunacak bir hakikat var. Behlül, Nihal’i seviyor, hatta Nihal de Behlül’ü seviyor ve o kadar sevişiyorlar ki onları hiçbir kuvvet ayıramayacak.” Bu kararların arasında hafi bir korku onu titretiyordu. Bihter şimdi onun nazarında her şeye muktedir bir kadın hırçınlığıyla temessül ediyordu. Bihter, annesine gidip o günahı itiraf eden bu kadın, tehdidini icra ederek, Nihal’e de gidebilir; ona da hakikati söyleyebilirdi. O zaman? Bu heyecanla eve avdet ederse kendisini idare edememekten, Nihal’e söylenecek yalanı söyleyememekten korktu. İstanbul’a inilebilecek zamana kadar olan saatleri ondan uzaklarda geçirmek istedi. O zaman hatırına bir fikir geldi: “Bülent seninle bir seyran yapalım, ister misin?” dedi. Kolunu uzatarak bütün Ada’yı ihata eden bir daire tersim ediyordu. Bülent ilk önce muvafakat etti, sonra karnını göstererek: “Lakin Bülent’in karnı aç!..” dedi. O zaman Behlül ona nevaleler aldı, küçük bir sahra ziyafeti tedarik etti, bir arabaya bindiler. Behlül kendisine o kadar emindi ki bu seyrandan her müşkülü tesviye edecek bir çareyle avdet edeceğine kanaat ediyordu. Arabada mahir suallerle Bülent’i istintak etti. Vesileler bularak Bülent’i Bihter’e dair söz söylemeye davet ediyordu. Bu tezkere verilirken Firdevs Hanım’la beraber miydi? Bülent, Ada’ya gelmek üzere yalıdan çıkarken onu görmüş müydü? Nihal için bir şey söylememiş miydi? Bu sualleri maharetle Bülent’in gevezeliklerinin arasına seriyor, sonra alınan cevaplardan Bihter’in halini anlamak istiyordu. Bu istintak neticesinde Bihter asude, itidaline malik olarak temessül ediyordu. Behlül kendi kendine: “Belki itilaf mümkün!” diyordu. Birden arabayı tevkif ettirdi: “Burada duralım!” dedi. Burası dün gece Nihal’le beraber durdukları yerdi. Arabadan atladılar. Bülent’e: “Ben aç değilim!” dedi. Boğazında onu tıkayan bir şey vardı. Dün gece, burada nasıl mesuttu! Nihal’i yanında hissettikçe bütün hayatının o beyhude hatıralarına nasıl bir nefret ve istikrah fırlatıyordu! Bugün ufuk bulanmıştı, dün gecenin o incilası bugün solgun bir iğbirar sisi bırakarak uçmuş; uzak bir rüya hatırası olmuştu. Kendi kendisine, şimdi onu istila eden derin bir füturdan silkinmek isteyerek: “Hayır,” diyordu; “bir rüya değil, bütün ötekiler rüya, Bihter rüya ve fena bir rüyaydı, asıl Nihal bir hakikat, hayatımda yegâne bir hakikat!..” Demek Nihal’i seviyordu; on sekiz yaşında, henüz mektepten çıkmış bir çocuğun, pencerede görülmüş bir hayal için bütün mevcudiyetine hükmeden zaafıyla, o da Nihal’i, bu çocuğu seviyordu? Daha dün bu, gülünecek bir latife iken demek bugün hayatına hükmeden bir hakikat olmuştu? Evet, yalnız bu saf ve taze sevda doğruydu; bütün evvelkiler birer yalan, hain birer yalandı. Bu sevda, ona on sekiz yaşını, mektep çocukluğunu, o safvet hayatının beceriksizliklerini iade etmişti. Dün gece onun dizlerinin dibinde yaşayan beş on dakika, hayatının en temiz, en güzide bir zamanıydı, onun küçük ellerine dokunurken ruhunun en pakize derinliklerinde henüz yaşamaya başlayamamış bir şiir hayatı dirilmişti. Şimdi önüne geçmek isteyen bu maniayı kıracak, Bihter’i çiğneyerek Nihal’e gidecekti. Lakin bu kadın isterse Behlül’ü mahvedebilirdi. Onunla bir itilafın husulüne çalışmalıydı. İcap ederse ona yalvaracak, ellerine sarılacak: “Ne lüzumu var?” diyecek, “Ne için bir fena kadın oluyorsunuz? Benden intikam almak için Nihal’i öldüreceksiniz!..” Buna karar verdi; evet, yalvaracak, icap ederse bu kadının dizlerine kapanarak, ellerine sarılarak, bütün o muazzez muaşaka saatleri hürmetine dost kalabilmek için yalvaracaktı. Bu karardan sonra bir hiffet duydu. Bülent’e: “Haydi!” dedi. Ona en müşkül oyunları oynamak için en küçük bir karar kifayet ederdi. Nihal’e oyununu oynadıktan sonra yolda, o iki saatlik vapur seferinde de kendisine karşı, tesadüf olunan dostlara karşı oyununu oynamak lazım geliyordu ve ara sıra, şuh bir muhavere arasında bugün Ada’dan mufarakati sebebini tahattur ettikçe bu kadar kayıtsız gülebildiğine şaşıyordu. Kendi kendisine: “Tebrik ederim, Behlül! Sen metin bir adamsın!” diyordu. Bihter’e de aynı metaneti gösterecekti; fakat Köprü’de Boğaziçi iskelelerine doğru yürürken birden durdu. Buraya kadar bir an evvel gidip Bihter’i görmek, saadetini tehdit eden tehlikeyi bir saat evvel izale etmek için sabırsızlanıyordu; burada o müşkül muhavere dakikasından korktu, onu mümkün mertebe uzaklaştırmak istedi. Beyoğlu’na çıkacak, bir araba tutacak, uzun bir seyran yapacaktı. Oraya son vapurla gidecekti ve o müşkül muhavere, yine odasında, henüz düne ait hatıraların henüz sıcak nefeslerinin arasında cereyan edecekti, bir fırsat dakikası bularak ona yine eski istirham sadasıyla, ta aşklarının ilk mestlik devresine ait sesiyle: “Bu gece, odamda!..” diyecekti. Ve emindi, o yine gelecekti, geldikten sonra da gözyaşlarının içinde aşkını feda edecekti. |
0% |