
Gök yarılmış, sağanak şiddetle yağıyordu. Behruz ve Hüsrev kendilerini Oltan’ın meyhanesine zor atmışlardı. İçerisi tıklım tıklım dolu, oldukça gürültüydü. Arkada ki tahta masaya zor ulaştılar. Şattat, masaya biraz leblebi, bir testi de şarap bıraktıktan sonra diğer masalara yöneldi.
‘’ Ne gündü be Hüsrev’ciğim! ‘’
Hüsrev pek tepki vermemişti. Behruz kadehleri doldurup uzatırken Hüsrev’in durgunluğunu fark etti.
‘’ Ne oldu üstadım? ‘’
‘’ Hiç bir şey. ‘’
‘’ Ben senin sırdaşınım, bir meselen olduğunu anlayacak kadar yakınınım. ‘’
Hüsrev kadehi soluksuz içti.
‘’ Azizim bir kederim yok dersem yalan söylerim. Yine de kederim abartılacak değildir.’’
Behruz etrafa bakıyor bir yandan da ağzına tıktığı leblebileri şapırdatıyordu.
‘’ Sadece koca karının söylediklerini düşünüyorum. Dünya ve varoluş…Evet varoluş ve gayesi. Kendine hiç neden bu dünyadayım diye sordun mu? ‘’
Behruz bir kez daha leblebi tabağına uzanmıştı.
‘’ Sormaz olur muyum? Fuat Beşir okuyarak büyüdüm ben. Esasen bir düşünürümdür. Zaten bütün başıma açılan işler de düşünürlüğümdendir. Dünyaya neden geldiğime gelince, babamın sonsuz olma arzusundadır. ‘’
Hüsrev şaraba doğru uzandı.
‘’ Senin şu nüktelerin yok mu! ’’
‘’ Nükte mi? Hayır nükte değil. Bak üstadım, insanlar sonsuza kadar yaşamak isterler. Çünkü hayat tatlıdır. Şimdi sen şu şarabın tadını, ahu bir dilberin sesini, sıhhat dolu tabiatı bırakıp ölmek ister misin? Kesinlikle hayır. Ama tabiatın bir takım dayattıkları vardır. Bunların en değişmeyeni de ölümdür. Madem ki değişmeyen hakikat bir gün yerine gelecek gitmeden önce bize düşen bir parçamızı hatırlanmak için yeryüzüne bırakmak olacaktır. ‘’
‘’ Hiç böyle düşünmemiştim azizim. ‘’
İki arkadaş, hoş bir sohbet yakaladıklarının farkındaydılar. Şarap testisi çeyrek saatten önce bitmiş, yeni bir leblebi tabağıyla başka testi gelmişti.
‘’ Üstadım, bilinme arzusu olmasa neden bütün yazarlar ismiyle yazıyor? İstiyorlar ki asırlar sonra dahi filanca konuda falancanın böyle bir sözü vardı desinler. Ölmek başka bir hadise, unutulmak başka bir hadisedir. ‘’
‘’ Mezar taşları da işte bende buradaydım demek içindir. Bin sene evvel ölen kimseler olmadı mı? ‘’
“ En nihayetinde gökten düşmedik ya! Atalarımız olmalı bin sene evvel! Fakat ne yazık onlara unutulup gittiler! “
Bir anda Behruz, Hüsrev’e döndü. Gözleri dolmuş, ağlamaklı olmuştu.
“ Azizim bizde unutulacağız! Kaldı ki bizim soyumuzu devam ettirecek kimse vücut bulmadı. Eyvah! Bir felaket başımıza gelir de, bir parçamızı geride bırakmadan ölürsek? “
Hüsrev elindeki kadehle oynamaya başlamıştı. Bir anda çocuklar gibi ağlamaya başladı.
“ Bir iş yapmamız lazım! Hatırlanmak için bir parçamızı bırakmalıyız. Unutulmak istemiyorum! “
İki genç ağlaması yan masadakilerin dikkatini çekmişti. Peyami isimli bir genç, kadehini kaptığı gibi yanlarına gelmişti.
“ Efendiler hayır olsun? “
Hüsrev yaşlı gözlerini gelen adama dikti.
‘’ Hayrı mı var efendi? Unutulacağız! ‘’
Peyami boş tabureye oturmuştu.
‘’ Şimdi varız. Var olduğumuzdan eşrafımızın haberi vardır lakin bundan yüz sene sonra hatırlanmayacağız. Yaşadığımızı bilmeyecekler. Bizde yüz sene sonra hatırlanmak istiyoruz. ‘’
Peyami kadehinden bir yudum almış tahtaya vuruyordu.
“ Efendiler, bu konu hakkında bir fikrim yoktur. Yalnız Yorgo size yardımcı olabilir. İkiniz yarın karşıya geçer, Yorgo’ya resminizi çektirirsiniz. Eğer iyi muhafaza edilirse, yüzyıl sonra dahi bilinirsiniz. Sadece isminiz değil cisminiz de bilinir. ‘’
İki kafadarın aynı anda gözleri parlamıştı.
“ Doğru söylüyorsun lakin Yorgo pek hastadır. Belki sabahı bile göremez derler. “
Şattat’ın leblebi kasesini alırken söylediği söz Hüsrev ve Behruz da bir kırılganlık meydana getirmişti. Behruz, cebinden bir miktar parayı masanın üzerine bırakarak Hüsrev’i kolundan yakaladı.
‘’ Yürü azizim yürü, ölmeden yakalayalım şu kefereyi! ‘’
‘’ İyi de vakit pek geçtir ve hava yağmurludur. Karşıya nasıl geçeriz? ‘’
‘’ O vakit kollarımıza kuvvet olsun! Rahmetten de kaçacak değiliz ya?’’
İki arkadaş kapıdan çıktıkları gibi kayıkhanenin yolunu tuttular. Behruz, yolda kuvvet versin diye bir testi daha şarap almıştı. Kısa bir müddet içinde, kayıkhaneden aşırdıkları bir salla denize açılmış, karşıya kürek çekiyorlardı.
“ Çek üstadım, unutulmaz olacağımıza çek! “
Sırayla yer değiştiriyorlar, kürekleri kim çekerse diğeri tezahürat yapıyordu. Karanlık iyice çökmüş, yağmur hızlanmıştı. Dalgalar minnacık kayığın sağına soluna tokat atıyordu. Behruz, küreklerin başına geçmek için kalkmıştı. Aldıkları testi de boşalmış, içine yağmur suyu doluyordu. Hüsrev de kürekleri bırakarak ayağa kalktı. İki arkadaş tam yer değiştirecekken, sert bir dalga sandala çarpmış, ikisininde dengesini kaybetmesine sebep olmuştu. Hüsrev, Behruz’a göre daha zayıftı ve denize düşen ilk o olmuştu. Bunu gören Behruz ise arkadaşını koruma iç güdüsüyle kendini denize bıraktı.
Gün ışıyordu. Yağmur kesilmiş, deniz durgunlaşmıştı. Kayıkhaneden sefere çıkıp da biraz açılanlar, başıboş bir sandalın su üstünde süzüldüğünü gördüler. Haber kısa sürede şehirde duyulmuştu. Rıhtıma insanlar geliyor, olan hakkında konuşuyorlardı. Peyami de rıhtıma gelenler arasındaydı. Kalabalığı yararak sandala kadar ulaştı. İçi yağmur dolu testiyi alabilmişti. Avuçlarının arasında tuttuğu testiyle, meyhaneye doğru yürüyordu.
‘’Ne garip bir hadise.’’
Hatırlanmak istenen iki arkadaştan geriye bir toprak testi kalmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
