Babamın tedirginliği, kafasındaki kül rengi şapka ve ak düşmüş sakalları arasındaki gittikçe öfke saçmaya başlayan gözlerinden yayılan bakışlarından anlaşılıyordu. Sabahın dokuzu nere, akşamın üçü nereydi? Gar görevlilerinin dediği gibi Doğu Ekspresi asla yolda kalmayacaktı, üç gün sonra da olsa gelecekti lakin vakit gitgide daralıyordu. Babam, bekleme salonunun orta yerinde bir o tarafa bir bu tarafa volta atıp duruyordu. Arada bir yeleğinin yan cebindeki köstekli saate bakıyor, kimi zamanda salonun ahşap pencerelerinden birisine yanaşıp, avucunun içi ile camın buğusunu silerek dışarıya bakıyordu. Ben onun tedirginliklerini çok iyi anlıyordum. Gün boyunca ayaktaydı ve prostatı sıkıştırmaya başlamıştı. Yemek yiyemediği için şekeri düşmüş kendini gitgide halsiz hissetmeye başlamıştı. Bir başkası ise köye gidecek olan tek arabanın birazdan dönecek olmasıydı.
Bir ara yanıma iyice sokuluyor, o zamana kadar pek yapmadığı şeylerden birisini yapıyor ve elini omzuma atarak sağ kolu ile beni göğsüne doğru çekip sıkıca sarılıyordu. Kulağıma doğru eğilip bir şeyler fısıldıyordu. Öğlen namazını da çabucak kılıp gelmişti ve ikindi vakti de neredeyse geçmek üzereydi. Eğer bu arada tren gelirse ben binip gidecektim, yok şayet gelmezse de zaten köyün arabası şehirden dönmek üzereydi ona binip köye gidecekti.
Gözlerinden, ağarmış sakallarına doğru süzülen birkaç damla yaşı, benden gizliyorcasına cebinden çıkardığı mendil ile silerken, iki yanağımdan öpüyordu.
Gar binasının her açılıp kapandıkça cazırdayan ahşap kapısı, bu defa babam için açılıyor ve yanaklarımdan öperken söyledikleri, kapı sesi ile birlikte kulaklarımda çınlıyordu. 'Yolda dikkat et, çantana ve cüzdanına sahip çık, gider gitmez telgraf çek...'
Saatlerdir üzerinde oturduğum ahşap sandalye beni iyice yormuştu. Oturduğum yerde gözyaşlarımı kimsenin görmeyeceğini zannetsem de arada bir ayağa kalkıp bir iki adım attıktan sonra ısıttığım yeri soğutmadan gelip tekrar oturuyordum.
Babam gideli yarım saatten fazla olmuştu ve trenden hâlâ bir haber yoktu. Az önce elektriklerin gelmesi ile birlikte gar içerideki odaların birisinden kapıyı aralayan adam, trenin Tanyeri İstasyonu'ndan beş dakika kadar önce ayrıldığını ve takriben bir saate kadar burada olacağını söylüyor, kapıyı tekrar kapatarak içeriye giriyordu.
Tren gelmeden önce son bir kez daha tuvalete gitmek için yerimden kalkıyor, yan taraftaki sandalyede oturan yaşlı adama valizimi emanet ederek salonun kapısından orta hole, oradan da dışarıya çıkıyordum. Tuvaletler gar binasının doğu tarafında, bahçe girişinin hemen karşısındaydı ve rüzgâr o taraftan doğru esiyordu. Tipinin her şiddetlenişi suratımın ortasına şamar yemiş gibi canımı yakıyordu.
Bir iki yıldan beri sömestri tatillerine gelişim de gidişim de sıkıntılıydı. Tatil hep güzel geçer, ne zaman ki yola çıkmaya hazırlansam bir kıyamettir kopardı. Bu kış da yine kural bozulmamıştı. Üstelik bu kez tatile gelirken de yollar kapalı olduğu için Mercan'da trenden inmiş ve köhne bir otelde iki gün mahsur kalmış, ancak pazartesi günü köye gidebilmiştim.