İşte o Lokman Hekim'in bizim oralarda yaşadığı ve binbir çeşit nebatattan insanlar için şifa ürettiği, bütün bunlara ise bir yılanın vesile olduğu yıllardır anlatılır durur...' diye sözlerine devam ediyordu.
Tarsus'ta yoksul bir ailenin oğlu olarak yaşayan ve odunculuk yapan Lokman, bir gün ormanda odun keserken bir inilti duyar. Dönüp baktığında; insan başlı, yılan gövdeli bir yaratık görür. Çok korkar. Yılan; ' Ey insanoğlu, benden sakın korkma! Ben yılanların padişahı Şahmeran'ım. Yaralıyım. Bana yardım edersen, bir gün bunun karşılığını mutlaka öderim ' der. Lokman, Şahmeran'ı kucağına alır, tarif ettiği yoldan bir mağara önüne getirir. Yılan, bir şeyler mırıldanır, mağaranın kapısı açılır. Burası, eşsiz güzellikte bir yerdir. Mağarayı bekleyen karayılan, Şahmeran'ı sarayına götürür. Şahmeran, kısa sürede iyileşir. Aradan kırk gün geçer. Lokman artık eve dönmek istediğini söyleyince, Şahmeran; gördüklerini kimseye söylememesini tembih eder ve 'ölümüm insan elinden olacak, bunu biliyorum. Öldüğümü duyduğunda yapacağın şeyleri sana tek tek anlatacağım. Sakın unutma, dediklerimi aynen yapacaksın' der. Neyin, hangi hastalığa iyi geldiğini, ilaçların nasıl hazırlandığını bir bir anlatır.
Aradan zaman geçer. Lokman, eve döndüğünde bambaşka insan olmuştur. Tüm zamanını, okumaya, yazmaya ve öğrenmeye ayırmaktadır. Yörenin hükümdarı, Tarsus Beyi, ölümcül bir hastalığa yakalanınca, derdinin Şahmeran'ın etini yiyerek şifa bulacağını öğrenir. Bey, Lokman'ı sıkıştırarak, Şahmeran'ın yerini öğrenir ve onu yakalatır. Bu sırada, Şahmeran giderayak, Lokman Hekim'e son bir iyilik yapar.
Lokman, Şahmeran'ın kendisine anlattığı gibi cansız gövdeyi üçe böler ve her parçayı ayrı ayrı kaynatır. Parçalar kaynarken, her biri hangi hastalığa iyi geleceğini söylemektedir. Bu sırada, Lokman'ın yanına gelen vezir, hasta olduğunu söyleyerek insanlara olağanüstü güçler veren parçanın suyunu ister. Lokman, vezirin kötü niyetini anlar. Kuyruk suyundan verir ve bunu içen vezir ölür. Tarsus Kralı'na ise gerekli ilacı yapar. İlacı içen bey iyileşir.
Lokman saraydan ayrılıp, kırda yürürken birden bütün bitkiler dile gelir. Hangi hastalığa şifa olduklarını söylemeye başlarlar. Okuma yazma öğrenen Lokman, bitkilerden duyduklarının tümünü yazmaya başlar. Böylece bütün hastalıklara çare bulmaya başlar ve Lokman Hekim olarak anılır. Hatta bazı hikâyelerde ise Lokman Hekimin, Şahmeran ile karşılaşması uzun uzun anlatılır ve şifa veren otların nerelerde olduğunu, Lokman Hekim'e Şahmeran tarafından söylendiği rivayet edilir...
'İşte o zamanlardan beri Şahmeran'ın; insanlığa şifa olan bitkilerin Lokman Hekim tarafından keşfedilmesine önemli katkıda bulunduğuna inanılır. Bu yüzden de Şahmeran resimleri evlerde, iş yerlerinde baş üstünde tutulur. ' diye sözlerini tamamlıyordu Ahmet Bey.
Bir an için yaşanan suskunluğun ardından yaşlı kadın devreye giriyor ve ; 'Biz gülmedik, bari şu sabi gülsün' diyordu. Ona uğur getirir düşüncesi ile sabahtan beri Erzurum Garı'nda geciken trenin gelmesini beklerken bu arada gelen bir seyyar satıcının elinde görmüş ve yetmiş lira vererek bu tabloyu satın almıştı...
Ahmet Bey'in; Şahmeran'ın tamamen bir efsane olduğu, cansız bir tablodan medet ummanın inanç noktasında yanlış şeyler olduğunu ima eden sözlerinin ardından, ismi o ana kadar hiç telaffuz edilmeyen yaşlı kadın ile karşılıklı muhabbeti sürüyordu. Yaşlı kadının yanındaki küçük kız ise arada bir bakışlarının yönünü değiştirerek hedeflediği bir noktaya utangaç bakışları ile dalıp gidiyordu.
Bir ara kompartımanın sürgülü kapısı Ahmet Bey'in oturduğu tarafa, yani sol tarafa doğru açılıyordu. Kapıda, keskin bakışlı bir adam dikiliyordu. Az önce de gelip biletimi kontrol etmiş ve gitmişti. Her istasyonda yolcular bindikçe o da bütün vagonları geziyor ve biletleri tekrar tekrar kontrol ediyordu.
Bir anda; 'biletler!' diyerek kısa kesmiş ve beklemeye başlamıştı. Uzadıkça uzayan yollar kondüktörü de iyice yormuştu. Yolun sonuna yaklaştıkça kimseye tahammülü de kalmamıştı. Bu yorgunluk onun yüz ifadelerine ve davranışlarına asabiyet olarak yansıyordu.
Yaşlı kadın bütün ceplerini yokluyor, üst raftaki çantanın ceplerine bakıyor, biletini bulamayınca ise telaşa kapılıyordu. İyice sinirlenen kondüktör, bu defa homurdanarak bana dönüyor ve tekrar ses tonunu iyice sertleştirerek; 'bilet!' diye sesleniyordu. Ürkek bir sesle; 'bakmıştınız!' deyişim adamın tepesini iyice attırmış ve sinirli bir şekilde odanın içerisine girmiş, birkaç sert adım atarak dövecek gibi üzerime yürümüştü. İkinci bir şey söylemeye cesaretim kalmamış, biletimi cebimden tekrar çıkararak adama uzatmıştım. Bileti alıp bakması ile suratıma doğru fırlatması bir olmuştu. Bilet önce ceketimin sol yakasına, oradan da dizime çarparak koltuğun altına doğru düşmüştü. Ben eğilip yerdeki bileti aramaya çalışırken, yaşlı kadın bütün ceplerini dışarıya boşaltmış ama hâlâ biletini bulamamıştı. Beklemekten iyice sıkılan görevli kompartımanın kapısına doğru adımını atıyor ve kafasını geriye çevirerek kadına; ' Birazdan tekrar geleceğim, bileti bul yoksa ceza yazarım!' diyor ve kapıyı sert bir şekilde kapatıp çekip gidiyordu.
O gittikten sonra kadın iyice tedirgin olmaya başlamıştı. Ceza yazacaktı görevli, eğer bilet bulunmazsa. Kim bilir ne kadar yazacaktı ve acaba kadının o parayı ödeyecek durumu var mıydı? Malum, uzun ve meşakkatli bir yolculuk yapmıştı. Kim bilir kaç gündür yollarda aç susuz perişanlık çekmişlerdi. Kim bilir belki de cezayı ödeyemeyecekti ve ceberrut görevli treni durdurup kadın ve çocuğu aşağı atacaktı.
Kadın telaşlı bir şekilde bileti ararken bizden tek kelime dahi olsun bir şey söyleyen olmamıştı. Uzun uğraşlar sonunda kadın pes etmiş ve sinirli bir şekilde yerine oturmuştu. Kadının bu tedirgin davranışları küçük kızı da korkutmuştu. Lâkin lanet olası şu küçük karton parçası yerin dibine girmişti sanki, ortalarda yoktu işte!
Ahmet Bey, az öncesine kadar bir şeyler anlatıyor, ahkâm kesiyordu lakin şimdi ortada çok ciddi bir durum vardı ve adeta ağzını bıçak açmıyordu. Bir anda yaslanmış olduğu koltuktan kendisini öne doğru salıverdi. Sesini çıkarmasa da, beş on dakikadır telaş ve sıkıntı içerisindeki kadının durumu onu oldukça rahatsız etmişe benziyordu. Ellerini dizlerine sürüyor, ovuşturuyor, parmaklarını çıtlatıyor arada bir de oflayıp pufluyordu. Bir süre bekledikten sonra yaşlı kadına telaşlanmamasını, adam geri gelince konuşup halledeceğini söylüyordu. Yaşlı kadın az da olsun rahatlıyordu. Kaç gündür yaşadığı acılara bir de bu eklenmiş, oldukça rahatsız olmuştu. Oturduğu yerde o ana kadar geriye yaslandığını görmemiştim. Bir anda; 'nereden inceyse oradan kopsun!' dercesine iyice geriye yaslanıyordu.