@hamish
|
Bölüm X: Saygı "Duygularımı feda ederek öldürdüm.." . . . Erkeğe saygı duymak geleneksel bir şeydir, kadına saygı duymak ise sanattır. Yatağımda uzanan kadın, sanatın vücut bulmuş haliydi. Kırılmış, özenle birleştirilmiş. Bir çok insan girdi hayatıma, hiç biri içimi ısıtmadı ve sonra biri çıktı. İlgi görmeyen her şey ölür. Duygularımı feda ederek öldürdüğüm tarafım tekrar filizlenmeye çalışıyordu. Hayatım değişti. Uzun zaman sonra yanında konuşabileceğin birini bulduğunda sessiz kalmak imkansızlaşır, o kadar çok şey varken söyleceğim, nasıl yapacağımı bilmiyordum. Korkuyordum; düşünmekten, unutmaktan, tanımaktan, tanıyamamaktan.. Kendimle çatışıyordum. "Üzerimdeki ne?" T-shirtü çekiştirerek gösterdi. "Benim t-shirtüm." Sesim önemsizce çıktı. "Ben bu t-shirtü nasıl giydim?" Mimiklerimi düz tutmaya çalışıyordum. Neden gülmek istediğimi bilmiyordum. Oysa gerçekleri söylüyordum. "Hazar, ben savaş uçağını zifiri karanlıkta, teçhizatı bozulmuş şekilde uçurabilirim. Yani seni bakmadan soyup, giydirebilirim." Ciddiyetimi bozmadım. Tek kaşı havalanırken emin olmak için yüzümü inceliyordu. Yataktan ayaklarımı sarkıttım, yavaşça ayağa kalktım. "Kaan bugün gelmeyecek. Kuzey'den rica ettim. Gün içerisinde revire uğrayıp pansuman yaptırabilirsin. Gitmişken bir de muayene olursun." Gözlerimin içine bakıyordu. Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Teşekkür ederim." Sesi oldukça samimiydi. "İyiyim, revire gitmeyeceğim." "Görüyorum, iyi değilsin." "Abartma sende Baha, Allah aşkına." İyi olduğunu kanıtlamak istercesine ayağa kalktı. "Çocukluk yapıyorsun. Bu halinle beni nasıl koruyacaksın? Ben şimdi gidiyorum." Gözlerini bir an olsun kaçırmadan yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefesi boynuma çarpıyordu. Dedi ki, "O kadar garip davranıyorsun ki çözemiyorum. Bir yandan sanki beni takmıyormuş gibi bir kere bile yanıma gelmiyorsun, sonra bir anda geliyorsun iyi olup olmadığımı anlıyorsun." Odayı terk etmek için hareketlendiğimde kolumu tuttu. "Tartışmamız daha bitmedi, nereye gidiyorsun hem, peşine mi takılayım illa." Benim sınırlarım vardı, Hazar'ın sınırsızlığı, benim konuşamadıklarım vardı, onun sırları vardı. Vakitlerden mart ayıydı. Sessizliğimi korurken içimden haykırdığımı bilmiyordu. "Takıl gel. Salona gidiyorum. Kadir, bir kahvaltı hazırlamış, şahane. Yeriz sonra da revire gideriz." Dedim. Bir anda başını öne eğdi. Nefesini dışarı verdi. Bir şeyler dönüyordu kafasında. Buz gibi bir bakış attı. Karşımdaki kadının usta olduğu şeylerlerden bir tanesi de duygularını çok iyi saklıyor olması. Bir an olsun sanki hiç bir duygusu yokmuş gibi davranırken, sebeplerinin olduğunu kendimden biliyordum. İlgimin en büyük sebebi buydu besbelli. Cesur ve gözü kara, benim kadın versiyonum gibi. Bu da beni korkutuyor. Kadir Hazar'a yöneldi. " Ee Hazar sen hangi yemekleri yapabiliyorsun?" Hazar ağzındaki lokmayı yuttu, ardından ellerini birbirine kenetledi. "İnternette hepsi var, hangisini açarsam onu yaparım." Kadir cevap vermek için hazırlandığında, Kuzey'in önce sesi salonda yankılandı ardından kendisi geldi. "Hazar Aden, her ne yaptıysan Yarbay Sinan Keskin'i çok fena kızdırdın. Beş dakika içerisinde odasına bekliyor." Dedi. *** Ben, Hazar ve Kuzey odaya girerken Yarbay Sinan Keskin, oturduğu yerden ayağa kalktı. Bize doğru gelerek Kuzey ve benim aramızda olan Hazar'ın karşısında durdu. Üzerinde kamuflaj beklerken, açık mavi takım elbise vardı. Ceketinin üst cebinde üçgen şeklinde mendil kravatıyla aynı renkteydi. Yer yer ağarmış saçlarını havaya kaldırmış, yirmilerinin sonunda otuzlarının başında olduğunu gösteriyordu. Hazar hafifçe başını kaldırıp meydan okurcasına baktı, "Ve sizin daha fazla kaybedecek şeyiniz var." gözlerini bir an olsun kaçırmadı. Kulağına doğru fısıldadım. "Umarım ne yaptığını biliyorsundur." "İlk tanıştığımızda bana ne demiştin?" Diye cevapladı beni, ardından tekrar Yarbay Sinan'a yöneldi. Yarbay Sinan bir anda Hazar'ı kolunun altına alıp yanaklarını sıkmaya başladı. Hazar bulunduğu yerden kurtulmaya çalışıyor bir yandan da kahkaha atıyordu. "Bilmiyordum ki burada olduğunu." Hazar iki elini Yarbay'ın bedenine yaslayarak geriye doğru verdi kendini. "Eğer telefonumu açsaydın bilirdin." Hazar kendini çekip kurtardı. "Ya Sinan... Bırak beni Allah aşkına." Diye nefes nefese soluklandı. "Doğum sancısı çekmeden, sadece bebeği istiyorsun." Yarbay bu sefer eliyle Hazar'ın saçlarını karıştırdı. "Sana bu yetkiyi verdiğim güne var ya..." diye başlarken duraksadı. İkilinin bakışında bir buğu gördüm, bu bir andı. "Merhabalar ben Sinan Keskin." Yarbay bana dönerek elini sıkmam için uzattı. Bende aynı şekilde karşılık vererek elini sıktım. "Merhaba ben Berat Baha Gümüşay." Bir süre bakıştık. İkimizde birbirimizin ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorduk. Belirli bir noktada geriye dönüş yoktur. İşte bu noktada geri adım atan kaybedecekti. Aramızdaki bu anlamsız inatlaşmayı Hazar bozdu. Berabere denilebilir. "Biz gidelim Sinan." Sinan Yarbay kafasını aşağı yukarı salladı. Düşünceli bir tavrı vardı. "Umut burada..." dedi. Hazar bir kaç saniye durdu, "Biliyorum. Küçük bir hoş geldin konuşması yaptık." Sinan Yarbay'ın kaşları çatıldı. "Kavga etmeyeceksiniz, Umut dahi başlatsa bile etmeyeceksiniz." Dedi. Hazar gülümsedi. "Sinan ben senin askerin değilim, artık değil. " "Benim için lütfen." Sinan'ı sesi rica edercesine samimiydi. Hazar kapıya doğru yürüdü, eli kapı kolundaydı. Kısa bir bakış attı, nefesini dışarı verdi. "Peki." Dedi. "Hazar babasının kızı, hain." Adeta hırladı. "Umut orospu çocuğu." Sinir bozucu şekilde işaret parmağını çevirip,"Piç." orta parmağını kaldırdı. Umut hızla Hazar'ın üzerine doğru geldi. Sinirden deliye dönmüş vaziyette Hazar'ın üzerine atıldı. Çevik hareketle Hazar'ı arkama aldım. Umut'u gövdesinden ittim, sendeleyerek bir iki adım geriledi. "Sana nefes aldırmaycağım hain." Diye bağırdı. Hazar arkamda ya sabır çekiyordu. Kavga etmemek için direniyor gibiydi. Sinan'a olan sevgisi, Umut'a olan nefretini aşıyordu. "Ne yapacaksın havayı mı durduracaksın?" Dedim. Hazar kavga etmeyebilirdi, ama bu benim etmeyeceğim anlamına gelmiyordu. "Burası da yol geçen hanına döndü, askeriyeye ihanet edenler tekabül ediyor. Birdiler iki oldular." Kapının yansıyan camındaki gorüntüm ürperticiydi. Yüzümde amansız bir ifade oluştu. "Küçük oğlan, sen kağıttan bir geminin kaptanısın, bense F-22'nin pilotuyum." "..dun." Dedi gülerek. "Birazcık yüzebiliyorsun diye benim gibi uçabileceğini sanma." Sesim alaycı ve küçümseyiciydi. Hazar kolumu tuttu. Kavga etmemi istemiyordu. Lanetli gibi hissettiren bir gün. Kan bağı bazen bizim lanetimiz oluyor. Hazar babasını seçme hakkına sahip değildi. Bende değildim ya da bir başkası. Bunun için bedel ödemek zorunda olmak delice. Bu deliliğe rağmen, düşüncelerimin ondan uzak kalmasını istemedim. Aksine onunla aramda olan bu yakınlığı sevdim. Birbirimize baktık, bir çok şekilde konuşabilirdik, biz bize ait olan başka bir dili seçtik. Bakışların dili, sessizliğin dili, doğuştan gelen duyguları öldürme dili. |
0% |